HadısŞerifKülliyatı 179-01

179 – Hadis-i Şerif Külliyatı Ders 179

179- Hadis-i Şerif Külliyâtı Ders 179

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

 

‘’Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin Vessalâtü Vesselâmü Alâ Rasûlüna Muhammedin ve Alâ Âlihi ve Sahbihî Ecmaîn.”

 

‘’ Rabbi eûzu bike m‘in hemezâtiş şeyâtîn ve eûzu bike Rabbi en-yahdurûn’’

 

‘’Eûzu bi kelimatillahittâmmâti min şerri mâ haleka ve zerea ve berea’’

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,

 

İnşâ’Allah’u Teâlâ dersimiz hadis-i şerifler külliyâtından keşif notları ile devam ediyor. Konumuz yol kesenler hakkındadır. Fıkıh kitaplarında kati-ut tarik cemi olarak Kutbe-ut tarik diye ifâde edilen bu grup sözünü ettiğimiz üç fitne grubunun en tehlikelisidir. Birçok durumlarda resmen şehir eşkıyası tâbirinin kullanılmasına da bakılacak olursa zamanımızdaki anarşistler en azından eylemleri itibâriyle bu gruba benzetilebilirler. Bu sebeple yol kesenler ile alâkalı bahsi biraz daha geniş tutmaya çalışacağız.

Tenkil âyet-i kerimesi, insanların huzurunu bozan eşkıyalarla mücadelenin cemiyetine ehemmiyetine binâen bunlarla alâkalı gelen âyetin meâlini vererek bu meseleye girmeyi tercih ediyoruz. Zîrâ görülecek ki Kur’an-ı Kerim’de bu suçun ehemmiyetine binâen meseleye teferruatlı olarak yer vermektedir.

 

Mâide Sûresi’nin 33 ve 34’üncü âyet-i kerimelerinde Cenab-ı Hak meâlen:

 

“Yüce Allah’a ve Rasûlüne, mü’minlere harp açanların yeryüzünde yol kesmek sûretiyle fesatçılığa koşanların cezâsı ancak öldürülmeleri ya asılmaları yahut sağ elleriyle sol ayaklarının çaprazvâri kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmelidir. Bu onların dünyadaki rüsvalığıdır. Âhirette ise onlara başkaca pek büyük bir azâb da vardır”.

‘’Şu kadar ki siz kendileri üzerine kâdir olmazdan kendilerini ele geçirmezden evvel tövbe eden muhaliflerle yol kesenler müstesnâdırlar. Bilin ki Yüce Allah çok affedici ve çok merhamet sahibidir’’. Mâide Sûresi âyet-i kerime 33 ve 34’de Cenab-ı Hakk’ın bu âyetlerinden bu mânâyı anlamaktayız.

Âlimler tarafından geniş yorumlar yapılmış olan esas itibâriyle yol kesenlerin kastedildiği kabul edilmekle berâber, küfre düşen ve tedhiş yapanların da mevzubahis edildiği âyeti kerimeden umûmiyetle çıkarılan hükümleri şöyle açıklamaya çalışalım. Yani eşkıya hakkında muharip evvel emir de dilimize eşkıya olarak çevirdiğimiz âyet-i kerime de geçen harp açan tâbiri üzerinde durulmuş ve bundan maksadın Müslümanların malına canına kasteden eşkıyalar yani yol kesiciler olduğu belirtilmiştir.

 

Dakika 5:06

 

Ebû Bekir İbnü’l Arabî muharebeyi şöyle tarif eder; Muharebe serp soyma kastıyla silah çekmedir. Harp kökünden gelir bu da silah çekenin Müslüman üzerinde bulunan şeyi soymak istemektir. Bedâî de silah yerine sopa, taş, odun gibi şeyler kullanılmış olsa da fiilin eşkıyalık sayılacağı belirtilir. Başta İmâm-ı Şâfiî olmak üzere birçok âlim öldürme olmasa bile silah çekerek mala kast eden kimseler bu şen’in fiillerini dağda veya şehirde işleseler bile âyet-i kerime de zikredilen muharip eşkıya sayılacağını kabul etmiştir. Ancak İmâm-ı Âzâm ve İmâm-ı Muhammed şehir dâhilindeki vakalarda, imdat isteme imkânı olduğu için bunların eşkıyalık değil hırsızlık sınıfına dâhil edilmesi gerektiğini söylemişlerdir. İmâm-ı Mâlik âyet-i kerime de kastedilen muharibi, (eşkıyayı) şöyle tarif eder;

Muharip; yol kesen nerede olursa olsun insanları korkutup tedhiş de bulunan ve yeryüzünde fesat çıkaran kimsedir. Bu fiillerde bulunan birisi kimseyi öldürmemiş olsa bile muhariptir eşkıyadır. Yakalandığı takdirde öldürülür, öldürülmemiş ise devlet reisi yani devlet öldürmek, asmak, çaprazlama el ve ayak kesmek, nefyetmek, sürmek cezâlarından birisini vermekte serbesttir. Yine İmâm Mâlik’e göre, tedhiş işini aleni veya gizli yapması arasında fark yoktur. Mal talebi ile korkutma da bulunup yol keser veya öldürürse bu insanlarca duyuldu mu âyette zikredilen muharebe vâki olmuştur.

 

İbnü’l Arabî’nin beyanına göre muharibin tecziyesi için illâ da Müslüman malına göz dikmesi aranmaz. Vatandaş durumunda zımmî, kâfirin malına gayrimüslimin malına vâki sataşma da aynı şekilde cezâlandırılır. Muharip yani (eşkıya) hırsızdan farklıdır, yukarıda belirtilen fiil şehir dışında vâki oldu ise bunun hırsızlık sayılamayacağı hususunda ittifâk vardır. Şehir dâhilinde olduğu takdirde İmâm-ı Âzâm Ebû Ahmed’e göre imdat talep edileceği için hırsızlık addedilmesi gerektiği söylenmiştir. Eşkıyanın hırsız sayılıp sayılmaması meselesi tevziye açısından mühimdir. Zîrâ hırsızın cezâsı eşkıyanın cezâsına nazaran hafiftir, nisap miktarı bir dînârın dörtte biridir. Biri mal çalan kimsenin cezâsı elinin kesilmesinden ibâret olduğu hâlde, eşkıyanın cezâsı âyet-i kerime de açıklandığı üzere farklıdır ve çok daha ağırdır. Muharibin yani eşkıyanın cezâsı eşkıya, muharip, hırsızlar grubuna grubunda mütalaa edilmeyince eşkıyalığın cezâsının değişik olacağı açıktır. Nitekim açıklamasına çalıştığımız âyet-i kerime de; Eşkıyalar için ölüm, asılma, çaprazlama el ve ayak kesilmesi, sürgün zikredilmektedir. Âlimler bunlardan birinin verilmesi hususunda bazı farklı yorumlar ileri sürmüştür. Umûmiyetle kabul edilen esasa göre âyet-i kerime de sayılan cezâlardan biri eşkıyaya suçunun nevine göre takdir edilir.

 

İbn-i Abbâs (Radıyallâhu Anh) Hazretleri’nden gelen bir rivâyete müstemilen başta İmâm-ı Şâfiî olmak üzere ekser ulemânın görüşüne göre cezâlar suçlara göre şöyle takdir edilir;

 

Dakika 10:14

 

Mal almaksızın sadece öldüren öldürülür. Hem mal alıp hem öldüren öldürülür ve asılır. Öldürmeksizin sadece mal alan, çaprazlama el ve ayağı kesilir. Sadece korkutma ve tedhiş de bulunan ‘’nef’’ edilir, sürgün cezâsı verilir. İmâm-ı Âzâm öldürme ve çarpmayı berâber işleyen kimselere verilecek cezâlar da devlet reisini şu üç cezâdan birini vermekte muhayyer bırakır.

1:Sadece öldürmek,

2:Önce çaprazlama el ayak kesmek ve sonra öldürmek,

3:Önce öldürmek, sonra asmak.

 

İmâm-ı Şâfiî ve Ebû Yusuf’a göre böyle bir eşkıyalığın yani hem çalan hem öldüren mutlaka asılması gerekir. Eşkıyanın asılı olarak herkesin göreceği şekilde teşhir edilmesi bu cezânın verildiğinin herkesçe bilinmesidir. Böylece insanlar benzeri suçu işlemekten zecr edilmiş olurlar. Bu cezânın hak kabul edilerek maktulün velisi tarafından affedilme ihtimâli olan kısas cezâsının dışında bırakılması da cezânın halka mâtuf zecr yönünden ehemmiyetini ifade eder. Yol kesen eşkıyaya verilen ölüm cezâsı hakkında Abdülkadir Udeh şu açıklamayı yapar;

Bu cezâ insan tabiatı ile alakalı bir bilgi üzerine mebnidir. Zîrâ kâtili öldürmeye sevk eden şey başkasını öldürerek kendisi hayatta kalmayı tercih ettiren bir duygudur. Öyleyse eğer başkasını öldüreceği sırada kendisinin de aynı şekilde öldürüleceğini bilirse ekseriyetle öldürme işinden vazgeçer. İşte şeriat öldürmeye karşı cezâ olarak öldürülmeyi takdir etmekle öldürmeye sevk eden, sübjektif amilleri yine sübjektif ruhi olan amillerle bertaraf etmiş oluyor. Nefi’den maksat dilimizde sürmek, sürgüne göndermek olarak ifâde edilen nefyetmekten Kuran-ı Kerim’in muradı husûsunda değişik yorumlar olmuştur.

 

İmâm-ı Şâfiî’ye göre yakalanmayan eşkıyanın ebediyen tâkîbata da tutulmasıdır, takip edilmesidir. Kânûn kaçağı olarak yakalanma korkusuyla diyar, diyar dolaşarak, dolaşmak durumunda olan eşkıya sürgün demektir. Yakalanınca âyet-i kerime de zikredilen cezâlardan uygun olanı uygulanır.

 

Ebû Hanîfe’ye göre bundan maksat hapsetmektir, bir mekâna takılan kimse her çeşit dünyevî lezâizden mahrum kalacağından bir nevi arzdan sürülmüş durumundadır. İbnü’l Arabî de Nefî’den hapsetmeyi anlar ve bir yerden bir başka yere sürmenin cezâsı sayılmaması gerektiğini iddia eder. Bazı Âlimler mal ve cana kast etmeyen tedhiş hareketlerini şöhret için yapılmış olabileceğini belirterek sürgün edilmek sûretiyle tedhişçinin humûle (yani adı ve sanının bilinmezliğine mahkûm edilmiş) olacağını, kimsenin kendisinden bahsetmemesine vesile olacağını böylece arzusunun zıttı ile cezâlandırılmış olacağını söylerler.

 

Mağlubiyetten önce tövbe: Kur’an-ı Kerim’de: “Yol kesen eşkıyalara muhariplere verilecek cezâlar ile alâkalı pasajın sonunda yapılan istisnâ yani siz kendilerine kâdîr olmazdan yani kendilerini ele geçirmezden evvel tövbe eden muhâliflerle yol kesenler müstesnâdırlar. Bilin ki Yüce Allah çok affedici ve çok merhamet sahibidir”. Mâide Sûresi âyet-i kerime 34 de daha önce de meâlini verdiğimiz gibi.

 

Dakika 15:28

 

Tövbekâr olan ve mukavemeti terk ederek teslim olan âsîlerin cezâ dışı tutulmalarını gerektirmiştir. Hattâ evvelce yapmış oldukları cerhten, katilden ahs-ı maldan dolayı hukûku umûmiye namına mesul olmazlar. Bazı fâkihler tövbelerinin şâyan görülmesi için yolculardan almış oldukları malları da mevcut ise aynen, değilse bedelen sahiplerine iâde etmeleri gerektiğini, aksi takdirde haklarındaki had cezâsının sâkıt olmayacağını ileri sürmüşlerse de râcih görüş sâkıt olacağına kâil olan görüştür. Tövbekâr bir eşkıya…

 

Evet, sevgili dostlarımız!

 

Pişmanlık psikolojisine düşeceklerini af ümidinin bu hâlet-i ruhiye de olan kimseleri ıslâhı nefis etmeye sevk edeceğini istidlâl edebiliriz. Ali el Esedî adında bir şahıs eşkıyalık yaparak yol emniyetini bozdu. Bir kısım can ve mala kastetti. Gerek devlet başkanları, hükümet, devlet ve gerekse halk onun peşine düştü. Fakat ele geçiremediler, bilâhare tövbekâr olarak kendiliğinden geldi.

 

Onun bu gelişi şöyle olmuştu; Bu adam birisinin şu âyet-i okuduğunu işitmişti: “Ey Muhammed! İnsanlara de ki; Ey kendilerinin aleyhinde günahta haddi asanlar, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Yüce Allah bütün günahları affedicidir. Şüphesiz ki o çok affedici çok merhamet sahibidir”. Bu âyet-i kerime ‘’Zümer Sûresi’nin 53’üncü âyet-i kerimesidir’’.

 

Bu âyeti durup dinledikten sonra: “Ey Allah’ın kulu, bunu bir kere daha oku!” dedi. O eşkıya diyor bunu. Adam ona bir kere daha okudu.

 

Eşkıya Ali bunun üzerine kılıcını kınına koydu, eşkıyalıktan nâdim olarak tövbe ederek alacakaranlıkta Medine’ye geldi. Önce bir gusül yaptıktan sonra doğru Mescid-i Nebi’ye gitti, sabah namazını kıldı ve Ebû Hureyre’nin yanına diğerleri gibi oturdu. Ortalık ağarınca halk bunu tanıdı ve üzerine yürüdü. Adamcağız:

 

“Hayır, bana dokunmaya hakkınız yok. Siz bana galebe çalmadan ben kendiliğimden tövbekâr olarak geldim dedi. Duruma müdahale eden Ebû Hureyre de onu te’yiden:

 

“Doğru söylüyor dokunmayın!” dedi ve elinden tutarak Mervân İbnü’l Hakem’e götürdü. İbn-i Hakem’e götürdü. Mervân, bu sırada halîfe olan Hz. Muaviye’nin Medine vâlîsi idi. Ebû Hureyre ona:

 

“İşte şu meşhur eşkıya Ali, tövbekâr olarak geldi. Ancak ona bir şey yapma hakkınız yok öldüremezsiniz de dedi. Vâlî bütün yaptıklarını affederek onu serbest bıraktı.

 

Rivâyetin devamında: Bu tövbekâr Ali’nin deniz savaşına katıldığı, Bizans gemisine geçerek onlarla savaştığı, bu meyanda bir gemiyi batırıp içindekilerle sulara gömülüp şehit olduğu belirtilir.

Evet, önce eşkıyalık sonradan kahramanlığa dönen bir tövbe ve şehitliğe ulaşan.

 

Dakika 20:14

 

Fıkıh kitaplarında da misâl olarak Hâris İbn-i Zeyd zikredilir, bu da tövbekâr bir eşkıyadır. Hz. Ali Basra’daki Vâlîsine onun hakkında şunu yazar; Hâris İbn-i Zeyd yol kesicilerden idi, tövbe ederek ondan vazgeçmiştir, artık ona hayırdan başka sûretle târiz edilmeyecektir.

 

Yol emniyeti ve medeniyet; Daha önce belirttiğimiz üzere dinin içtimâî hayatta gerçekleştirmek istediği gâye, emniyet, nizâm ve huzurdur. Bu sebeple en ağır cezâların içtimâî emniyeti ihlal eden katil, hırsız, eşkıya gibi mücrimlere verildiğini ve bunlar arasında bilhassa yol kesenlere eşkıya yani hepsinden ağır cezâlar takdir edildiğini gördük. Hattâ Hz. Peygamber’in (Aleyhissalâtu Vesselâm) Adiyy İbn-i Hatim’e îrad ettiği âtide ki sözlerini nazarı dikkate alacak olursak ki almalıyız. Rasûlullah’ın (Aleyhissalâtu Vesselâm) yol emniyetini bir devletin kudretini ve raiyyetini sağlayacağı maddi ve manevî refahı ifade de bir gösterge, bir mihenk yaptığı sonucunu çıkarabiliriz. Sehâveti ile meşhur olan Hâtimi Tâî’nin oğlu Adiyy, Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm) ve Müslümanlar hakkında bir kısım tereddütleri olan biriydi. Kız kardeşinin teşvikiyle Rasûlullah’ı (Aleyhissalâtu Vesselâm) görmek üzere Medine’ye gelir. Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm), evindeki tek minderini Adiyy’nin altına serecek kadar Tayy kabilesinin ona gösterdiği hürmete muvâfık şekilde alâka göstererek davranışlarda gönlünü bir hayli fethettikten sonra şu hitâbede bulunur:

“Ey Adiyy! Senin bu dine girmene mâni olan şey, onlar da gördüğün fakirlik ise Allah’a yemin ederim ki, kısa zaman sonra mal ve dünyalık aralarında öyle artacak ki ondan alacak kimse bulunmayacak. İslam’a girmendeki tereddüdün Müslümanların sayıca az düşmanların adetçe çokluğu ise, Allah’a kasem ederim ki pek yakında Kadisiye şehrinden devesiyle kalkan bir kadının tek başına hiçbir korku duymadan Mekke’ye gelip şu beyti ziyaret ettiğini işiteceksin. Yok, eğer tereddüdün mülk ve saltanatı başkalarının elinde görmeden ileri geliyorsa Allah’a yemin ediyorum, pek yakında Bâbil Diyar’ının beyaz saraylarının Müslümanlarca fethedildiğini duyacaksın.”

 

Değil yol kesenleri herhangi bir sebeple Müslümanları yollarında rahatsız edenleri lânetleyecek, yoldan gelip geçenleri rahatsız eden bir ağaç dalını atan adamın cennetlik olduğunu müjdeleyecek kadar yola ehemmiyet veren Hz. Peygamber’in (Aleyhissalâtu Vesselâm) ümmeti müteâkip devirlerde yol işlerine ayrı bir ehemmiyet vermişlerdir. Bu cümleden olarak, daha ikinci Halîfe Hz. Ömer tarafından Mekke, Medine yolunun ele alınıp belli mesafeler de kuyular kazdırılarak konak ve dinlenme yerleri yaptırıldığı, Emevîler devrinde yollara yürünen mesafeleri tespit maksadıyla bugünkü kilometre levhaları gibi her 3000 zira’ mesafeye mil denen bir mesafe bina, binasının yapılarak üzerine uzaklığı yazmaya varacak derece de yol işlerine gittikçe artan bir ihtimam ve alâkanın verildiği görülmektedir.

 

Dakika 25:24

 

Yol emniyetinin devletin kudret ve milletin huzurunun bir miyârı olduğuna dair görüşümüzü teyit eden Makrîzî’nin bir açıklamasına göre 166 yılında Halîfe Mehdi tarafından Mekke, Medine, Yemen arasına deve ve katırların kullanıldığı posta teşkilatı kurduğunu… Şam yollarının çok bakımlı olup konak yerlerinde yiyecek içecek, yem nevinden yolcunun muhtaç olduğu her çeşit ihtiyacın karşılandığını Kâhire’den kalkan bir kadının yanına azık vesâire almaksızın Şam’a yaya ve atlı gidebilecek kadar emniyet hâkim olduğunu, bu durumun 803 yılında Timur işgali vaki oluncaya kadar devam ettiğini öğrenmekteyiz. Devrimiz Türkiye’sinde yol emniyetini bozan vakaların kesâfetinin devlet otoritesinin ağırlığı ile ters orantılı olarak artan bir seyir takip etmesi de medeni durumda yol emniyetinin sıkı irtibatını teyit eden bir delil olarak hatırlamaya değer.

 

Evet, Türkiye’de yolların ne kadar güzel yapıldığını, işlerin yürüdüğünü görmekteyiz, gördükçe de sevinmekteyiz. Sevgili dostlarımız, İnşâ’Allah bu konuyla ilgili cezâ ve af meselesi ile dersimiz bir sonraki dersimiz ile devam edecektir. Cenab-ı Hak içte ve dışta tam emniyet üzere olan ve huzur içinde yaşayan bir ümmet birliğini Cenab-ı Hak dünya da Müslümanların tümüne nasîb-i müyesser eylesin.

 

Dakika 28:02

 

(Visited 32 times, 1 visits today)