HadısŞerifKülliyatı 182-01

182 – Hadis-i Şerif Külliyatı Ders 182

182- Hadis-i Şerif Külliyâtı Ders 182

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

‘’Elhamdülillahi Rabbil-âlemin vesselâtü vesselâmü alâ rasûlina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihî ecmaîn’’

‘’Eûzu billahi mimmesteâzebihi Muhammed Mustafa Sallallahu Teâlâ Aleyhi ve Sellem ve Mûsâ ve Îsâ ve İbrâhimellezi veffâ ve min şerri mâ halekâ ve zerâ ve berâ ve min şerri mâ tahtes serâ ve min şerri külli dâbbetin rabbi ahîzün bina sıyetiha inne rabbi alâ sıratın müstakim, velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyîl azîm’’.

 

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,

 

Hadis-i şerifler külliyâtından dersimiz devam ediyor konumuz yine zinânın haddi hakkındadır.

 

Berâ İbnü’l Âzib (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri anlatıyor: “Dayım Ebû Bürde, İbnu Niyâr beraberinde bir bayrak olduğu hâlde bana uğradı. Kendisine nereye gideceğini sordum.

 

Rasûlullah (A.S.V) bana babasının hanımı ile evlenen bir adamın kellesini getirmemi ve malına da el koymamı emretti, Ona gidiyorum” diye cevap verdi. Bunu Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn-i Mace haber veriyor.

 

Bir rivâyet şöyledir: Bir gün kaybolan devemi ararken beraberlerinde bayrak olan bir grup süvâri gördüm. Bir Bedevînin evine girip boynunu vurdular. “Adamın günahı nedir?” diye sorduğumda: “Babasının hanımı ile evlenmiş” dediler. Hem de Nisâ Sûresi’ni okuduğu hâlde. Hâlbuki orada: “Babalarınızın evlenmiş olduğu kadınları nikâhlamayın buyurmuştur” Cenab-ı Hak Nisâ Sûresi âyet-i kerime 22’de.

 

 

Evet, sevgili dostlarımız!

 

(وَلاَ تَنكِحُواْ مَا نَكَحَ آبَاؤُكُم مِّنَ النِّسَاء إِلاَّ مَا قَدْ سَلَفَ إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَمَقْتًا وَسَاء سَبِيلاً ﴿٢٢﴾)

 

Buyrulmaktadır. Bazı âlimler bu hadis-i şerife dayanarak imamın bu meselede olduğu üzere şeriatın kesin emirlerine muhâlefet eden kimsenin katlini emretmesi câizdir demişlerdir. Burada imamdan maksat devletin başı devlet başkanıdır ve devletin yetkili organlarıdır. Haramı helâl addetmesinden ileri gelmiştir. Kezâ bir günahı helâl addederek işleyen kimsenin kanı döküldükten sonra malının müsadere edilmesinin câiz olduğu hükmü de bu rivâyetten çıkarılmıştır.

 

Hz. İbn-i Abbâs (Radıyallâhu Anhüma ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor; Rasûlullah (A.S.V) şöyle buyurdu: “Kim, nikâhı haram olan bir akrabasına cinsî temasta bulunursa veya şöyle demişti; Kim haram yakını ile evlenirse, onu öldürün.”

 

Hz. Enes (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor: Bir adam, Rasûlullah’ın (A.S.V) Ümmü Veled ’ine temas etmek ile itham edilmişti.

 

Dakika 5:16

 

Rasûlullah (A.S.V) Hz. Ali’ye (Radıyallâhu Anhüm) Hazretlerine: “Git boynunu vur!” diye emretti. Hz. Ali adama geldiği vakit, onu bir kuyunun içinde yıkanıp serinliyor buldu. “Çık dışarı!” diyerek elinden tutup kuyunun dışına çıkardı. Hz. Ali adamın mecbub burulmuş ve tenâsül organından mahrum olduğunu gördü. Artık ona dokunmayıp, durumu Hz. Peygamber’e (A.S.V) haber verdi. Rasûlullah (A.S.V), onu, davranışı sebebiyle takdir etti.

 

Bir rivâyette şu ziyade gelmiştir: “Rasûlullah (A.S.V): “Şahit, gâibin görmediğini görür” buyurdu. Bu haber de Müslim-i Şerif’ten gelmektedir. İşte görüyorsunuz duruma bakın, sonuca bakın, mecbub tenâsül uzvu kesilmiş erkektir. Rivâyette kastedilen Ümmü Veled Rasûlullah’ın (A.S.V) Mısırlı câriyesi Mâriye (Radıyallâhu Anha) Hazretleridir. Rasûlullah’a (A.S.V) İbrâhim’i doğurmuştur. Câriyesi hakkında ki töhmet izâle olsun nitekim öyle olmuştur. Yani erkeklik organı olmayan bir insana bile dedikodu yapılabiliyor ve bu da Hz. Ali gibi bir zât-ı muhterem ve adamın erkeklik organlarının olmadığı hâlde bakın dedikoduyla bir insanın kellesinin gitmesine sebep olmaya çalışanlar var. Ama durum açığa çıkmış oldu adam erkeklik organları yok. Ama adama suç atılmış, zinâ etti diye ediyor diye hem de Peygamber Efendimizi lekelemek için yapılıyor bunlar. İşte hakkı taşlayan bâtıl bütün taşların altında kendi ezilmiştir ezilmeye devam edecektir. Ey dünya! Yanlıştan vazgeç, bâtıldan vazgeç, Hakk’a sarıl Hakk’ın emrinde dosdoğru bir kul olmaya bak. O zaman sen insanlardan memnun insanlar da senden memnun olurlar. Herkes kendinin ıslâhı için çalışmaya gayret etmelidir.

 

Evet, sevgili dostlarımız!

 

Durum böyle. Sehl İbn-İ Sâd (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahünne ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor: “Bir adam Resûlullah’a (A.S.V) gelerek ismini de verdiği bir kadınla zinâ yaptığını itiraf etti. Rasûlullah (A.S.V) kadına adam göndererek meseleyi sordurdu. Kadın, zinâ ettiğini inkâr etti. Bunun üzerine, adama had celdesi tatbik etti, kadına dokunmadı.” Ebû Dâvûd haberi bu da. Zinâ itirafında bulunan kimseye Hz. Peygamber’in (A.S.V) celde uygulaması o kimsenin muhsan olmadığını yani henüz daha bekâr olduğunu göstermektedir.

 

Dakika 10:08

 

Değilse böyle bir durumda hüküm celde olarak celde olacak demek değildir. Kadının terk edilmiş olması itiraf etmemesi sebebiyledir. Adamın iddiasını tevsik edecek başka bir beyyine de bulunmadığına göre ona cezâ vermek usul açısından doğru görülmemiştir. Çünkü bir suçun ispat edilmediği müddetçe deliller ortaya çıkmadığı müddetçe o suçtan dolayı kişi cezâlandırılamaz. Peygamberimiz de kadına cezâ vermemiştir,

 

İbn-i Abbâs (Radıyallâhu Anhüma ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri anlatıyor: “Bekr İbnu Leys Kabilesin ’den bir adam, Rasûlullah’a (A.S.V) gelerek, bir kadınla itiraf ederek 4 kere zinâ yaptığını söyledi. Rasûlullah (A.S.V) ona 100 sopa vurulmasını hükmetti. Zîrâ adam bekârdı. Sonra kadın aleyhine beyyine sordu. Kadın: “Ey Allah’ın Rasûlü! Vallâhi yalan söylüyor” dedi. Bunun üzerine, Rasûlullah (A.S.V), adamı iftira suçundan dolayı yani kazf haddine, yani 80 sopaya mahkûm etti.” Ebû Dâvûd haberi bu da. Çünkü iftiranın cezâsı da 80 sopadır. Ebû Hanîfe ve Evzâî ise sadece kazif haddine mahkûm edilir, zîrâ kadının inkârı zinâ haddini kaldıran bir şüphedir demişlerdir. Bu görüşe iyi ama kadının inkârı erkeğin itirafını iptal etmez diye cevap vermişlerdir. İbn-i Abbâs hadisinde adama haddi kazf uygulanmıştır. İmâm-ı Âzâm’ın işte orada dediği ortaya çıkmaktadır İbn-i Abbâs hadisine göre: Cezâyı devlet verir sevgili dostlarımız. Rasûlullah (A.S.V) görüyorsunuz ki esâsen bir suçluya bir cezânın verilmesi birkaç safhadan geçer. Suçun sübûtunun tahkîkî gerekir, suça muvâfık cezâyı hükmetmek gerekir. Bu cezâyı infaz etmek gerekir. Yüce İslam dini bu işleri resmen tâyin edilmiş Hâkim ile yani Kadı ile Veliyyü’l Emir veya Nâibine bırakır. Bir kısım ağır suçlar vardır ki, bunlara verilecek cezânın şekil ve miktarı naslarla belirlenmiştir ki, onlara hudut denir. Devlet reisi veya hâkim bu cezâları azaltıp çoğaltamaz. Birbirleriyle tebdil edemez, sadece kısas veya diyet cezâlarında mağdurun veya velisinin af hakkı vardır.

 

Evet, sevgili dostlarımız!

 

Bunu da toplumun hepsi bilmediğine, bilemeyeceğine göre yanlış cezâlar verilir. İlâhî adâlet yerine gelmiş olmaz. Onun için İslam devleti devletin reisi ve onun yetkilisi ki, hâkimdir bu cezâyı onların vermesi gerekir, cezânın suçun niteliğine göre cezâlar verilir.

 

Dakika 15:00

 

Cezânın devlet reisi veya Nâibi tarafından icrâ edilmesi gereğine bütün Fâkihler müttefiktirler. Hz. Peygamber (A.S.V) ve Hulefâ-i Raşîdîn devrinde onların izni olmadan had tatbik edilmemiştir. Kadının hükmünden önce davranarak kısas olarak ‘’A’’ şahsının kolunu kesse durum ne olur? Ta’zîr cezâsı ile cezâlandırılır. Yani kendi başına cezâ veremezsin, suç işlenmişse suçluyu hâkimin önüne götüreceksin. İslam hâkiminin. Eğer Hâkimin suçlu hakkında kısas edilmelidir diye hükmü vâkî olmazdan önce kısasa tevessül eden kimse suçu ispat edemezse yani iddia edilen suç sübût bulmazsa kısas yapan kimse o fiilinden dolayı mücrim olarak muhâkeme edilir. Meselâ ‘’A’’ şahsı oğlunu öldürdü iddiasıyla “B” şahsını öldürse bilâhare yapılan tahkikte ‘’b’’ şahsının bu cinâyeti işlediği objektif deliller müvâcenesinde tam bir kesinlik kazanmazsa o şansı amlen kâtil suçuyla cezâlandırılır. Gerek birinci misalde ve gerekse ikinci misal de zikredilen kol koparma ve oğlunu öldürme iddiaları aslında pekâlâ iftira olabilir.  Kol kazâen kopmuştur veya oğlu kazâen ölmüştür de bu fırsatı değerlendirmek isteyen kazâzede ortadaki kazaya cürüm rengi vererek düşmanından intikam alma peşindedir. İşte bu çeşit durumların ortaya çıkmaması için İslam dini suçun tespitinde hüküm verme işini Hâkim’e bırakmıştır, yani Kadı’ya. Aynı kâide mürtet hakkında da cârîdir. Veliyyü’l Emrin müsaadesi olmaksızın böyle bir harekette bulunmuş olan şahsa yani mürtedi öldüren kimseye tedîbî şer-i lâzım gelir.

 

Evet, sevgili dostlarımız!

 

İşi İslam devletine ve onun yetkili organı hâkime bırakmazsan insanlar bir bahane ile birbirini öldürmeye başlarlar. Başıbozukluk ve kargaşa ortaya çıkar, işte kan davalarının kökünde de bu vardır. Onun için aklına gelen kendisi kendini hâkim yerine koyup cezâ veremez. Suçlu hâkimin önüne götürülmelidir. İslam’ın bu prensibi yani cezâyı verme işini devlete bırakma prensibi cemiyette vukuu muhtemel pek çok suiistimalleri ve bunlardan teselsül edecek fitneleri kökten keser. Halk mahkemesi kan davası, fezâhet ve rezaletleri hakîkî mü’minler arasında bu sebeple olamaz.

 

Hz. Peygamber’den (A.S.V) bir misâl: Cezânın devlet tarafından verilmesi gereğini ifade etme zımnında Hz. Peygamber’in (A.S.V) sünnetinden zinâ ile alâkalı bir vaka gerçekten ikna edicidir. İbn-i Abbâs’tan gelen rivâyete göre: “Namuslu ve hür kadınlara zinâ isnâdı ile iftira eden sonra bu bapta dört şahit getirmeyen kimselerin birbirine de 80 değnek vurun onların ebedi şahitliklerini de kabul etmeyin. Onlar fâsıkların ta kendileridir.” Mealindeki âyet-i kerime geldiği zaman Ashâbtan kıskançlığı ile meşhur,

 

 

Dakika 20:23

 

Sâd İbn-i Ubâde âyet böyle mi, yani ben hain kadının dizlerinde yabancı bir erkeği çökmüş olarak yakalayacağım da dört şahit getirinceye kadar onu hiç rahatsız etmeyeceğim, hiç kımıldatmayacağım öyle mi? Hayır, Allah’a kasem olsun ben dört şahit getirinceye kadar o hacetini görür gider. Şâyet karımın yanında bir erkek görecek olsam hiç aman vermeden önce kılıcımın keskin ağzıyla vurur tepelerim der. Bunun üzerine Hazreti Peygamber (A.S.V) cemaatte bulunanlara: “Sâd’ın bu kıskançlığına şaşıyor musunuz?” “Emin olunuz ki ben ondan daha kıskancım, Allah da muhakkak ki benden ziyâde kıskançtır. Bu sebepledir ki kullarına gizli ve açık her çeşidiyle fevâhişi yani çirkin söz ve uygunsuz fiilleri yasakladı. Tövbe ve pişmanlıktan Allah kadar hoşlanan bir başkası da yoktur. Bu sebeple ateşle korkutan cennetle müjdeleyen elçiler Peygamberler gönderdi” der. Hz. Sâd bunun üzerine: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bu söylediğiniz haktır ve Rab Teâlâ’nın indinden gelmiştir, fakat ben ilk defa duyunca işte böyle bir tuhaf oldum” der. Bu hadiste Hz. Peygamber’in (A.S.V) Sâd İbn-i Ubâde ’ye sanki şöyle demek istediği ifade edilmiştir: “Yüce Allah senden daha kıskanç olduğu hâlde özür beyânını tövbe ve pişmanlığı seviyor. Ve ancak hüccet ortaya çıktıktan sonra muâheze ediyor, o hâlde sana ne oluyor da bu hâlde öldürmeye tevessül ediyorsun.”

 

İşte kıymetliler,

 

İbn-i Mâce ’de Hz. Peygamber (A.S.V) şöyle der; “Eğer ben bir kimseyi delilsiz olarak recmetseydim falanca kadını recm ederdim, zîrâ hakkındaki şüpheyi sözleri dış görünüşü ve yanına giren kimseler teyit etmektedir.” Rivâyet de ifade ediyor ki, bir fenalık haberinin yaygınlaşmasına dayanarak bu had tatbik edilmez, mutlaka delil aranır.

 

Hz. Ömer’den bir misal: İbn-i Abbâs’tan gelen bir rivâyete göre: “Adamın biri fuhuş ithâmında bulunduğu câriyesini ateşin üzerine oturtarak fercini yakar.” Hâdiseyi duyan Hz. Ömer (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) adamı çağırtarak sorguya çeker. “Fuhuş yaptığını bizzat gördün mü?” Hayır! Pekâlâ, kendisi itiraf etti mi? Hayır!” Hz. Ömer (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) adamı döver ve şunu söyler; “Eğer Hz. Peygamber’in (A.S.V) efendiye kölesi sebebiyle kısas yapılmaz dediğini işitmeseydim sana kısas uygular seni aynı şekilde yakardım” der.

 

İşte kıymetliler,

 

Dedikoduyla insanları cezâlandırma durumu İslam’da yoktur. Mutlaka kesin deliller belgeler lâzım, hele de zinâ konusunda 4 tane şahit lâzım veyahut da koca karısının durumuna kendisi şahit olması lâzım.

 

Dakika 25:09

 

O zaman durum farklıdır, kocayı Cenab-ı Hak dört şahit yerine kabul ediyor ve bunları ve bunları lânetleşmeye kadın suçunu kabul etmezse lânetleşmeye davet ediyor. Bunlar yeri geldikçe anlatıldı yeri geldikçe de anlatılmaya devam edeceğiz İnşâ’Allah’u Teâlâ. Yoksa şüpheler üzerine İslam’da kimse kimseye cezâ veremez. Delil, belge lâzım yoksa dedikoduyla nice tertemiz insanlara iftiralar yapılıyor, dedikodu çıkarılıyor, aleyhte propagandalar yapılıyor. Hele de bugünkü dünyada sosyal medya denilen duruma bakarsanız nice tertemiz insanları lekelemek için dünyada nice kampanyaları yürütülmektedir. En iyi temiz insanlar lekelenmek isteniyor. Aklınızı başınıza alın, dedikodulara aldanmayın! Hele de Müslümanlar dünkü gördüğü evliyâyı bugün eşkıya zannetmesin. Eğer o evliyâ görmüşsen yine o evliyâdır tâ ki eline deliller, belgeler geçinceye kadar. Aldanma, dedikodulara kanma! Kur’an ile bak karşıya İslami ilimler ile bak karşıya. Bu baktığın zaman bir Müslüman ise o hüsnü zanla bak ona, tâ ki, elinde delil, belgeler geçinceye kadar. Tekrar ediyorum dedikodulara sakın aldanma! Dostlarımıza düşman yapmak istiyorlar Müslümanları birbirine boğdurmak istiyorlar, değerli Müslümanları yüzden gözden düşürmek istiyorlar. Dikkat edin! Bu fertlerde de oluyor, cemiyetlerde de oluyor, gruplarda da oluyor, devletin başında da oluyor. Devletin başına bir gün kargalar bir reis seçmek isteseler kargaların başına kargaların içinde en çok leş yiyeni, gagası daha güçlü olanı seçer kargalar.

 

Ey Müslümanlar! Sizde aklınızı başınıza alın! Gâvur gâvurun en büyük gâvuru seçiyor başına, eşkıyalar en büyük eşkıyayı başlarına seçiyorlar. Ey Müslüman! Sen de en değerli Müslüman’ı seç ve sahip ol destek ol. Köstek olma dedikoduya kanma aldanma! Bizden hatırlatması, ötesi size kalıyor.

 

Evet, sevgili dostlarımız, Peygamberimizin uyguladığı hadler vardır, cezâlar vardır, bir sonraki dersimizde de İnşâ’Allah onları dersimiz devam edecektir.

 

Dakika 28:55

 

(Visited 32 times, 1 visits today)