Tefsir 439-01

439- Tefsir Ders 439 hayat veren nurun keşif notları

439- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 439

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

(Zümer Sûresi 53’üncü Âyet-i Kerime’den 75’inci Âyet-i Kerime’ler)

(Mü’min Sûresi 1’inci Âyet-i Kerime’den 20’nci Âyet-i Kerime’ler)

 

 ‘’Elhamdülillahi Rabbil-âlemin vesselâtü vesselâmü alâ Rasûlina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihî ecmaîn’’

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعاًۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿٥٣﴾

وَاَن۪يبُٓوا اِلٰى رَبِّكُمْ وَاَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ ﴿٥٤﴾

وَاتَّبِعُٓوا اَحْسَنَ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ بَغْتَةً وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَۙ ﴿٥٥﴾

اَنْ تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتٰى عَلٰى مَا فَرَّطْتُ ف۪ي جَنْبِ اللّٰهِ وَاِنْ كُنْتُ لَمِنَ السَّاخِر۪ينَۙ ﴿٥٦﴾

اَوْ تَقُولَ لَوْ اَنَّ اللّٰهَ هَدٰين۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَۙ﴿٥٧﴾

  اَوْ تَقُولَ ح۪ينَ تَرَى الْعَذَابَ لَوْ اَنَّ ل۪ي كَرَّةً فَاَكُونَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ﴿٥٨﴾

بَلٰى قَدْ جَٓاءَتْكَ اٰيَات۪ي فَكَذَّبْتَ بِهَا وَاسْتَكْبَرْتَ وَكُنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ﴿٥٩﴾

  وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ تَرَى الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلَى اللّٰهِ وُجُوهُهُمْ مُسْوَدَّةٌۜ اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ﴿٦٠﴾

  وَيُنَجِّي اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا بِمَفَازَتِهِمْۘ لَا يَمَسُّهُمُ السُّٓوءُ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٦١﴾

اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ﴿٦٢﴾

لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟﴿٦٣﴾

 

صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ

De ki: “Ey haddi aşarak nefislerine karşı isrâf etmiş olan kullarım!” buyuruyor Yüce Rabbimiz. Ne diyor Yüce Rabbimiz, De ki: “Ey haddi aşarak nefislerine karşı isrâf etmiş olan kullarım! Nefislerine zulüm edenler Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”

 

Onun için ümidi kesmeyin de başınıza azâb gelmeden önce tövbe ile Rabbinize yönelin ve O’na teslim olun. Sonra kurtulamazsınız.

 

Haberiniz olmayarak ansızın başınıza azâb gelmeden önce (hâlis Müslüman olun da) Rabbinizden size indirilenin en güzelini takip ve tatbik edin ki, bu en güzel Kur’an’ı Kerim’dir İslam’ın ortaya koyduğu yüce değerler Hz. Muhammed’in şeriatıdır.

 

(O günden sakının ki günahkâr) nefis şöyle diyecektir: “Allah’ın yanında yaptığım kusurlardan dolayı yazık bana! Doğrusu ben alay edenlerdenim.” Gerçekçi hakîkatçi insanlarla alay edenlerin hâli bu.

 

 

Dakika 5:00

 

Yahut şöyle diyecektir: “Allah bana doğru yolu gösterseydi, herhâlde ben muttakilerden olurdum.”

 

Veya azâbı gördüğü zaman şöyle diyecektir: “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik yapanlardan olsaydım.”

 

(Ona): “Hayır, sana âyetlerim geldi de onlara yalan dedin, kibirlenmek istedin ve kâfirlerden oldun” (denir).

 

Hem o kıyâmet günü görürsün ki, Allah’a karşı yalan söyleyenlerin yüzleri kararmıştır. Kibirlenenlerin yeri cehennem değil mi?

 

Kötülükten sakınan muttakileri ise Allah başarılarından dolayı kurtuluşa çıkarır. Muttakiler kimlerdir? Bunlar kurtulurlar, bunlar Allah’a itaat eden yani isyân etmeyen, takvâ yolunu tutan zât-ı muhteremlerdir. Onlara fenalık dokunmaz ve onlar üzülecek de değillerdir.

 

Allah, her şeyin yaratıcısıdır. Her şey üzerine vekil de O’dur.

 

Bütün göklerin ve yerin kilitleri O’nundur. Allah’ın âyetlerini inkâr edenlere gelince, işte onlar, kendilerine yazık edenlerdir.

 

Kıymetli dostlarımız,

 

Burada isrâftan maksat, haddi aşmaktır. Cenab-ı Hak isrâf eden kullarından bahsediyor. Şimdi isrâf hangi kulunda olursa olsun haddini aşmak burada cinâyet mânâsı da ilâve edilerek, ‘’Aleyye’’ ile ‘’Âlâ’’ ile sıralanmıştır. Yani günahta aşırı giderek kendi nefislerine karşı cinâyet yapmış olan kullarım! diyor. (يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ) buyurulmaktadır. “Bunlar günah da aşırı giderek kendi nefislerine karşı cinâyet yapmış olan kullarım” diyor Cenab-ı Hak. (لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ) “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin” buyuruyor. Bu âyetin, Kur’an-ı Kerim’de en ümitli âyet olduğu söylenir tüm âyetlerde beşirler, nezirler vardır. En günahkâr kimseleri bile bir an önce tövbe edip hem peşinden gelen iki âyetten açıkça anlaşılmaktadır. Allah’a yönelmeye teşvik için olduğu, hemen peşinden gelen iki âyetten açıkça anlaşılmaktadır. Hazreti Hamza’nın kâtili Vahşi hakkında Medine’de inmiştir. Bu haberin kaynağında Kurtubî ve Suyûtî bulunmaktadır. Velid Bin Velid daha birkaç kişi Müslüman olmuşlardı. Yine bu âyetler indi Ömer Bin Hattâb kâtip idi bunları kendi eliyle yazdı.

 

Dakika 10:00

 

Bunların kendi eliyle yazı Ayyaş Bin Ebî Rebia ’ya ve Velid Bin Velide ve diğer birkaç kimseye gönderdi onlar da Müslüman olup hicret ettiler. Bu haberin kaynağında da Beyhâkî yine Suyûtî bulunmaktadır. Kıymetli dostlarımız, Yüce Allah’u Teâlâ’ya rahmetinden ebedîyyû’l-ebed nasiptar olmak için derhal tövbeye ve îmâna gelmek gerekiyor. Yoksa îmân etmeden, tövbe etmeden burada inkârcılara pay çıkarmak isteyenler yanılmışlardır.

 

İbn-i Abbâs’tan (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) rivâyet edildiğine göre de Mekkeliler şöyle demişler: “Muhammed Mustafa Sallallâhu Teâlâ Aleyhi Vesselâm iddia ediyor ki putlara tapan, Allah ile beraber diğer bir ilâha dua eden ve Allah’ın muhterem kıldığı (öldürülmesini haram ettiği) bir insanı öldüren kimseler bağışlanmaz. O hâlde biz nasıl hicret eder Müslüman oluruz? Putlara tapınmış, adam öldürmüşüz şirk ehliyiz” dediler. Bu haberin kaynağında da Suyûtî var haberi nakleden. Yine bunun üzerine yüce Allah Celle Celâlühü (قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ) De ki: “Ey kendi nefislerine karşı isrâf eden kullarım, haddi aşan kullarım! Kendi nefislerine zulmeden kullarım Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin” âyetini indirdi Cenabı Hak. Bununla birlikte âyetin iniş sebebi, kâfirlerin İslam’ın girmesi meselesi ise de mânânın âsilerin tövbesine de şâmil olduğunda şüphe yoktur: O haydi sabit olur. Demek ki (إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ) “Şüphe yok ki Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz”. ‘’Nisâ Sûresi 48’inci âyet-i kerime.’’ Bu âyet-i kerimeye göre şirkin bağışlanmaması tövbe edilmediği takdirdedir. Şirkten de tövbe edilirse her günahtan insan kurtulabilir. Yalnız îmân edecek tövbe istiğfar edecektir.

 

(مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ) yani vakit geçirme. “Azâb size gelmeden önce” bir nefis diyeceği için bir azâb gelmeden önce buyurulması da ümitsizlik hâlindeki îmânın fayda vermeyeceğini anlatır. Cenab-ı Hak bir nefis diyeceği için yani dememesi için (وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ) “Ve O, her şey üzerine vekildir. Sen onların üzerine vekil değilsin” hitabına karşılıktır. “Göklerin ve yerin kilitleri O’nundur.”

 

Mekâlid, “Mıklid’den” ki, kilit veya anahtar demektir.

 

Kıymetli dostlarımız,

 

Cenabı Hak bütün dünyadaki milletleri açık ve seçik olarak benim rahmetimden ümit kesmeyin, derhâl Azrâil gelip de îmânsız ölmeden, tövbesiz ölmeden derhâl îmân edin, tövbe edin, rahmetimden de ümit kesmeyin buyuruyor.

 

Dakika 15:20

 

Bu bütün insanlığın kurtuluşu içindir ki, burada bir şart vardır, bu şart: “îmân ve tövbedir.” Îmân: İslam’ın tümünü kabul edip tasdik etmek, ikrâr etmek. Tövbe ise; artık ebedîyyû’l-ebed küfre, şirke dönmemek, nifâka dönmemek tevhîd îmânıyla yaşamak ve Amel-i Sâlih işlemek içinde çırpınmaktır. Onun için Kur’an-ı Kerim’in yüce âyetlerinin, yüce mânâlarını doğru anlamak gerekiyor. Şimdi birinci âyeti okuyup, onu açıklayan ikinci ve üçüncü âyetlere bakmazsanız Kur’an-ı Kerim’i kendisi açıklar, âyeti öbür âyet açıklar, sünnet açıklar. Eğer siz Bektâşi’nin âyeti bölüp de birinci bölümünü alıp, ikinci bölümünü yok sayarsanız insanlık âlemine yanlış mesaj verirsiniz, öncede kendinizi aldatmış ve sapıtmış olursunuz. Buna meydan vermemek için Kur’an-ı Kerim’i Kur’an-ı Kerim’le açıklamak, sünnetle açıklamak ve bunun yanında gerçek Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâat ilminin metot ve sistemlerine göre açıklamak gerekmektedir.

 

استعيذ بالله

قُلْ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَأْمُرُٓونّ۪ٓي اَعْبُدُ اَيُّهَا الْجَاهِلُونَ﴿٦٤﴾

  وَلَقَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۚ لَئِنْ اَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ ﴿٦٥﴾

بَلِ اللّٰهَ فَاعْبُدْ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ ﴿٦٦﴾

وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ۗ وَالْاَرْضُ جَم۪يعاً قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَم۪ينِه۪ۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ﴿٦٧﴾

  وَنُفِـخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۚ ثُمَّ نُفِـخَ ف۪يهِ اُخْرٰى فَاِذَا هُمْ قِيَامٌ يَنْظُرُونَ ﴿٦٨﴾

وَاَشْرَقَتِ الْاَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَج۪ٓيءَ بِالنَّبِيّ۪نَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ﴿٦٩﴾

  وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَا يَفْعَلُونَ۟﴿٧٠﴾

 

De ki: “Ey câhiller! Şimdi bana Allah’tan başkasına mı kulluk etmemi emrediyorsunuz?”

 

Andolsun ki, sana da, senden öncekilere de şu vahiy edildi: “Yemin ederim ki, eğer şirk koşarsan bütün çalışmaların boşa gider ve mutlaka kendine yazık edenlerden olursun.

 

Hayır, onun için yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.

 

Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Hâlbuki bütün yer kıyâmet günü O’nun avucundadır. Göklerde kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından münezzeh ve çok yüksektir.

 

Dakika 20:00

 

Ve Sûr’a yüklenmiştir. Göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır. Ancak Allah’ın dilediği müstesnâ. Sonra ona bir daha üflenmiştir. Bu defa da hep onlar kalkmışlar bakıyorlardır, herkes mezarından fırlamıştır.

 

Yer, Rabbinin nuru ile parlamıştır. Kitap konmuş, peygamberler ve şahitler getirilmiş ve aralarında hak ile hüküm verilmektedir. Hem onlara hiç haksızlık yapılmaz. Herkes ne kazandıysa onun karşılığını alır. O mahkeme, büyük mahkeme Mahkeme-i Kübrâ’dır, onun hâkimi Allah’u Teâlâ’dır, Kitâb’ı, kânûnu Kur’an-ı Kerim’dir. Bütün hâkimleri bütün devlet adamlarını İnsin ve Cin’nin tamamını Allah hesaba çekecektir ve orada beraat edenler kurtulacak ödülleri adâleti ilâhîye mahkûm olacaklar ki, küfrün karşılığı kesin cehennemdir. Şirkin, nifâkın, zulmün karşılığı fâsıklığın, facirliğin karşılığı kesin cehennemdir.

 

Herkese ne amel yaptıysa karşılığı tam olarak ödenmiştir. O Allah, Yüce Allah Celle Celâlühü, onların yaptıklarını en iyi şekilde bilmektedir. Bütün amellerin sağında solunda Kirâmen Kâtibin melekleri yazmaktadır tüm amellerini. Birde zaten önceden Allah’u Teâlâ Celle Celâlühü ilmi ezelisinde her şeyi önceden bilip yazmıştır. Dünyadan götürdün amellerle bizzat işlediğin bir de ezelde yazılanlar karşılaştırılır, arada zerrenin zerresi bir fark bulamazsın. Çünkü Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır.

 

Kelâmda asıl olan hakîkattir. Fakat hakikatin imkânsız olduğuna bir delil bulununca da mecaza yorumlanması vacip olur. “Avuç” ve “sağ el” kelimeleri, organlarda hakîkattir. Allah’u Teâlâ’ya âzâ ve organ isnadının imkânsız bulunduğuna da aklî delil vardır. O hâlde mecaza yorumlanması vaciptir. Çünkü “filan, filanın avucundadır” denir. Onun yönlendirmesiyle emri altında demektir. (وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ ) “Sağ ellerinin mâlik olduğu…” diyor. Bak, Ahzâb Sûresi 50’nci âyet-i kerimesinin ifadesinden maksatta kendilerinin milki olmasıdır. Şu ev falanın filanın elinde, filanın avucunda ve filanın elinde geçti derler ki, hâlis milki olduğunu söylemek isterler. Hem bunlar, kullanılan de meşhur olan mecazlardır. Bir kabz bir sıkım veya bir tutma demektir. Avuçla tutulan miktara da ‘’Kafın’’ zamiriyle ‘’kubza’’ (tutam veya sıkım) denildiği gibi ‘’Kafın’’ fethasıyla “kabza” da denir. Demek ki kabza, bir sıkım, bir tutam veya bir avuç mânâlarına olabiliyor.

 

Yemin,  sağ demektir. Sahîh-i Müslim’de Hz. Âişe Vâlidemizin (Radıyallâhu Anha ve Erdahüm Ecmaîn ve Erdahünne)’ye göre yer ve göklerin bir sıkımı ve dürümü sırasında insanların nerede olacağı Rasûlullah’tan sorulmuş, “sırat üzerinde” buyurulmuştur. Sahîh-i Müslim ve Hakîm rivâyet etmişlerdir.

 

Dakika 26:00

 

Birincisi, yıkan “nefh-i saik’tir” ki bu, birinci veya orta üfürüştür. İkincisi, mezardan kaldıran “nefh-ı kıyamdır” ki bu da ikinci veya üçüncü üfürüştür. Kıyametin kopması en büyük yıkımı ifade eder. Buna saat, vâkıa, hâkka da denir.

 

Saik; Bayılıp düşmeye ve ölmeye denilir. Nurun hak ve adâletin tecellîsi demek olduğu söylemiştir. ( بِنُورِ رَبِّهَا) “Rabbinin nuru ile” diyor. Kur’an-ı Kerim’in birçok âyetlerinde Kur’an’ı Kerim’e bürhana (delile), hak ve adâlete nur dediği gibi, burada da nurun, hak ve adâletin tecellîsi demek olduğu söylenmiştir. Fakat Ebû Hayyân’ın naklettiği üzere İbn-i Abbâs demiştir ki burada nur güneş ve ayın nuru değil diğer bir nurdur ki, Allah’u Teâlâ yaratacak da onunla yeri aydınlatacaktır. Bu nur ki onunla büyük mahkemenin kurulacağı mahşer yeri aydınlatılacaktır. (وَوُضِعَ الْكِتَابُ) “Kitap ortaya konmuş” burada kitap amel defterleri ile tefsir edilmiştir ve peygamberlerle şahitler getirilmiştir. “O gün Allah Peygamberleri toplayacak ve: “Size ne cevap verildi?” diyecek. “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine şahit getirdiğimiz vakit, bakalım onların hâli nasıl olacak.” Mâide 109, Nisâ 41’inci âyet-i kerimeler de İsrâ 71’de de: “O gün bütün insanları önderleriyle çağıracağız.” Ey Müslüman! Yüce Allah ne diyor; (يَوْمَ نَدْعُو كُلَّ أُنَاسٍ بِإِمَامِهِمْ) “O gün o mahşer günü bütün insanları önderleriyle, liderleriyle çağıracağız” diyor. Aklını başına al! Her önder, önder değildir, her imam, imam değildir her lider, lider değildir. Kur’an-ı Kerim’e, sünnete, icmâya, kıyasa bak. Eğer mahşerde Allah’ın huzuruna gerçek bir önder, lider ile gelmek istiyorsan Hz. Muhammed’e tâbî ol şeriata tâbî ol. Ve İslam’a sıkı sıkıya bağlı olan ilmen bağlı olan ve en az müçtehit derecesinde bulunan önderin olsun ki, bu önder İslam’a, Hz. Muhammed’e tâbî olan sıkıca ağlanan önder ise zararı yok. Ama hem Allah’u Teâlâ’nın ilkelerine, hem Hz. Muhammed’in getirdiği kurduğu İslam nizâmına İslam şeriatına önderlerle mahşere gelirsen aklını başına al!

 

Dakika 30:50

 

Onlarla beraber gideceğin yere gidersin. Küfür ekip de îmân biçemezsin, zulüm ekipte adâlet biçemezsin, sahte önderlerle cennete ebedî giremezsin cehennemden ebedî çıkamazsın. İslam nedir? İslam’ı bir defa iyi keşfet Kuran-ı Kerim’i İslam şeriattır, şeriat İslam’dır. Birileri uydurma şeriatı sana dayatıyor, öbür tarafta İslam şeriatına karşıyım diye bağırıyor bağırttırıyorlar. Şimdi beriki dayatmacı uydurukça beşerî zihniyetini sana dayatıyor, Allah’ınkine de karşı olduğunu söylüyor. Şimdi bunun tâbî olanları var önderleri var, peşinden gidenleri var, inananların da var, inanmayanların da var aklını başına al seçeneğini seç. Kur’an-ı Kerim’e sıkı bağlan sünnete, icmâ, kıyasa bağlan müçtehitlerin yolunu tut fetvâyı müçtehitten al. Sahte önderlerden, sahte liderlerden, sahte imamlardan, sahte ilâhîyatçılardan o ruhbanlardan, hahamlardan fetvâ almaya kalkma! Fetvâyı Hak’tan, hakîkatin bizzat kendisinden al. Bu da Kur’an-ı Kerim’in kendisidir, Sünnet-i Seniyye ’dir, icmâ ümmettir, kıyâs-ı fukahâdır. İslam müçtehitlerinin Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâat kanalıyla o ekolden bize gelen gerçek Ulemâ’dan ayrılma. Yoksa perişan olursun bizden sana duyurması. Biz, sana falan filan demiyoruz biz gerçeği gösteriyoruz. Gerçek; Kur’an-ı Kerim, sünnet, icmâ ümmet kıyâs-ı fukahâ. Müçtehitler olarak kimi göster dersen İmâm-ı Âzâm, İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Şâfiî, İmâm-ı Hanbelî bu ekolden gelen Mâturîdî ve Eş’arî bu ekolden gelenlerin bir defa İslam anlayışına dikkat et buradan ayrılma. Bunları dışlayanı sende dışla hiç tereddüt etme, gözünün yaşına da bakma. Çünkü bunları dışladığını zaman Kur’an-ı Kerim’i bunlar güzel anlamış. İlmi dışlıyorsun, irfânı dışlıyorsun. Gerçek îmân, gerçek akaid, gerçek kelâmı, gerçek fıkıh’ı ve İslam’ın yüce ölçülerinin gerçeğini dışlıyorsun. Çünkü ehil olanları ortadan kaldırırsan geriye başıbozuklar kalacaktır. Başıbozuklarla nereye gideceksin? Körlerle yola çıktın, kalp gözü kör olanları kastediyorum dış gözü değil, körlerle kalp gözü kör, kulağı sağır kalbinde bunlarla yola çıktın hangi kuyuya düşeceğini biliyor musun? Kalp gözü kör ve sağırlarla yola çıkma! İlim irfân parlayan, içinde ilim irfân parlayanlarla yola çık.

 

Dakika 35:00

 

Dış gözü kör olup da, iç kulağı sağır olup da içi parlayanlar var bunlara da bak. Bunlar özürlü sayılmazlar. Özürlü olan kalbi özürlüler var ya, Kur’an-ı Kerim’i anlamak istemeyen kulağını tıkarmışlar var ya, gözünü yummuşlar kalbini batırmışlar var ya işte özürlü onlardır. Dış gözünde insanın bir organı rahatsız olabilir bunlar özürlü değildir, özürlülük iç âlemdedir.

 

Yüce Rabbimiz bak ne diyor;

 

وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ زُمَراًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫هَا فُتِحَتْ اَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُـهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ اٰيَاتِ رَبِّكُمْ وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا بَلٰى وَلٰكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ ﴿٧١﴾

 

Yüce Rabbimiz bak ne buyurdular;

 

İnkâr edenler bölük, bölük cehenneme sevk edilmektedirler. Nihâyet oraya vardıklarında kapıları açılır cehennem kapıları ve cehennem bekçileri onlara: “İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dâir sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” derler. Peygamberlerden sonra vâris âlimler ki onlar gerçek âlimler ki müçtehitlerimiz: “Onlar size bu gerçeği haber vermediler mi?” derler. Onlar da: “Evet, geldi” derler. Fakat kâfirler üzerine azâb kelimesi hak oldu. Geldi gelmesine ama inanmadılar, dinlemediler, anlamadılar, anlamak istemediler.

 

Kıymetli dostlarımız,

 

Cenabı Hak bak ne diyor;

 

ق۪يلَ ادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ﴿٧٢﴾

 

(ق۪يلَ ادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ) (Onlara): “Ebedî olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından” denir. Gördünüz işte Kur’an-ı Kerim açıkça gerçeği beyân ediyor. (فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ) Bak, büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür. Kur’an’ı Kerim’e tepeden bakıyor kendini çağdaş zannediyor. İşte bu kibirliler zincire vurulup beli bıkkını kırılıp cehenneme atılacaklardır. Sen kimin Kitâb’ına tepeden bakıyorsun? Babanın defteri değil bu Kur’an-ı Kerim Allah’ın Kitâb’ı. Senin liderinin yazdığı da değil, önderinin yazdığı da değil Allah’ın Kitâb’ı. Seni önderler, liderler falanca felsefeciler, proflar, filozoflar mı yarattı seni? Kur’an-ı Kerim Allah’ın Kitâb’ı her gerçek ilmin türlüsünü oku. Ama Allah’tan gelen Kitâb’ı oku öncelikle bunu anla, bunu dinle. Şaşmayan gerçek, hakîkat Kur’an-ı Kerim de. Bunda şüphe var mı? Yok. Ama bunun ilkelerini çağdışı kabul ediyorsan çoktan sen çağdışısın kendin. Kur’an-ı Kerim çağları kuşatan kitaptır, içi her bir âyet bir ilim deryâsıdır. Anlayacak aklın varsa kalbinde ki kulakların gözlerin ve kalbin berbat olmadıysa Kur’an-ı Kerim hakîkatin kaynağı nur kaynıyor ebedî nur deryâları, ilim deryâları ki ebedî saadetin tam rehberi.

 

Dakika  40: 20

 

Ben benim söylediğimden daha yüce ben kendime gücüne göre söyleyebiliyorum. Kur’an-ı Kerim Allah Kitâb’ı bunu ne kadar kıymetli derseniz Allah’ın övdüğü kadar kıymetlidir. Allah övdüğü zaman bu hakkıyla Kuran’ı Kerim övülmüş olur. Hazreti Muhammed’in değeri de öyledir Allah’ın övdüğü Peygamber o. İslam yüce bir ilâhî nizâm… İslam ne kadar yücedir derseniz; Allah Allah’ın övdüğü gibi yüce. Biz Allah’ı ne kadar övsek hakkıyla övemeyiz ama O’nun Kitâb’ında ki kendi kelimeleriyle O’nu övüyoruz. Biz kendi gücümüzle övüyoruz Allah, kendini kendi övdüğü gibidir eşsiz yüce. Onun için İslam bizim anlattığımız daha yüce, Kur’an’ı Kerim bizim anlattığımızdan daha yüce bir kitap. Ancak Kur’an-ı Kerim’i kendi âyet ve kelimeleriyle dosdoğru anlar dosdoğru okuyabilirsek o zaman doğrusunu yapmış oluruz. Ama kul olduğumuzu, âciz olduğunuzu da unutmayalım.

 

وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ اِلَى الْجَنَّةِ زُمَراًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫هَا وَفُتِحَتْ اَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِد۪ينَ ﴿٧٣﴾

 

Rablerinden korkanlar da o muttaki gerçek Müslümanlar da bölük, bölük cennete sevk edilmektedir. Bunlar da cennete gönderiyorlar bölük, bölük. Nihâyet oraya vardıkların zaman cennetin kapıları açılır ve cennetin bekçileri onlara: “Selâm sizlere, ne hoşsunuz, ne güzelsiniz, ne mutlu size! Ebedî olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya o cennete!” derler. İşte görüyorsunuz ne ekersen onun biçiyorsun. İyi Müslüman ol ey adam, ey Allah’ın kulları! İyi Müslüman olun, iyi tövbe edin, iyi îmâna gelin. Îmânı olanlar da îmânlarını güçlendirsinler, olmayanlar îmâna gelsinler. Müslüman olmayanlar Müslümanlar olsunlar, Allah’tan başka ilâh yok. Hak din İslam’dır tekrar, tekrar işaret ediyorum ki bütün peygamberler Müslümandır, bütün peygamberlerin dini İslam dinidir. Bunun için Yüce Allah en son kitap Kur’an-ı Kerim’i en son Hazreti Muhammed’i göndermiştir. Bütün milletlerin dini İslam’dır bütün milletlerin  peygamberi Hazreti Muhammed’dir, bütün milletlerin Kitâb’ı Kur’an-ı Kerim, İslam şeriatıdır. Bunun için Kur’an-ı Kerim îmânı evrensel îmândır, İslam’ın îmânı. Hiçbir peygamberi dışlamaz dışlayamaz hattâ himâyesinde tutar. Kur’an-ı Kerim ilâhî ve geçerli olan her şeyi Musaddiktir ve Müheymin’dir.

 

Yüce Rabbimiz;

 

وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي صَدَقَنَا وَعْدَهُ وَاَوْرَثَنَا الْاَرْضَ نَتَبَوَّاُ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ نَشَٓاءُۚ فَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَ﴿٧٤﴾

  وَتَرَى الْمَلٰٓئِكَةَ حَٓافّ۪ينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْۚ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْحَقِّ وَق۪يلَ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٧٥﴾

 

Dakika 45:15

 

Onlar da: “Hamdolsun o Allah’a ki, bize vadini doğru çıkardı Kur’an ne dediyse gerçekleşti ve bizi cennet arzına vâris kıldı. Cennette istediğimiz yerde oturuyoruz” derler. Bak ne güzeldir mükâfatı o iyi amel işleyenlerin!

 

Meleklerinde arşın etrafını kuşatarak, Rablerine hamd ile tesbih ettiklerini görürsün. Artık halk arasında hak ile hüküm icrâ edilip “âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun” denilmektedir. Ey kıymetli dost, aklını başına al!

 

Kıymetli efendiler, muhterem efendiler!

 

Şimdi dersimiz Mü’min Sûresi’ne diğer adı Ğafir Sûresi’ne gelmiş bulunmaktayız ve dersimiz Mümin Sûresi’yle devam etmektedir ki, hayat veren nurun dersleri ölümsüz hayata hazırlayan şanlı Kur’an’ın nurlu İslam’ın bizzat kendisidir. Bunun önderi âlemlere rahmet Peygamberi Hazreti Muhammed Mustafa’dır Aleyhisselâtu Vesselâm. Mü’min Sûresi Mekki sûrelerdendir âyet sayısı 85’dir, sıra numarası Kur’an-ı Kerim’de 40’ıncı sıradadır. Bu El-Mü’min Sûresi de Mekkî olduğu gibi buna Gâfir ve Tâğûn Sûresi de denilir.

 

‘’El-Mü’min’’ (وَقَالَ رَجُلٌ مُّؤْمِنٌ مِّنْ آلِ فِرْعَوْنَ) Firavun ailesinden olup da îmânını gizleyen bir adam dedi ki; işte bu ismi 28’inci âyet-i kerimede beyân buyurulduğu üzere… Firavun ailesi içinden îmân etmiş olan kahraman bir kişiye işarettir. Ki, Yâsin sahibi yani Yâsin Sûresi’nde zikri geçen “Habîb Neccar” gibi önce öne geçen babayiğitlerden olan insanlardan birisi önce geçenlerdendir. Ve bunca tâğûtların karşısında gerçeği görüp îmân edenlerdir. Firavun gibi güçlü devletle de onun put zihniyetine karşı koyan bir îmân kahramanıdır. Hattâ İbn-i Abbâs’tan ve Câbir Bin Zeyd’den gelen rivâyete göre: Zümer ‘in peşinden sırasıyla nâzil olmuşlardır. Yani ‘’Hâ, Mîm’ler’’ sırasıyla nâzil olmuşlardır. ‘’Hâ, Mîm’’ ‘’Hâ, Mîm’lerin’’ fazileti hakkında birçok haberlerde vârid olmuştur. Bu cümleden olarak Ebû Ubeyd Fezail’inde İbn-i Abbâs’tan rivâyet etmiştir ki her şeyin bir lübâbı özü vardır.

 

Dakika 50:12

 

Kur’an-ı Kerim lübâbı da yani özü de ‘’Hâ, Mîm’’lerdir diyor. Bu haberleri nakledenler Âlûsî, Suyûtî el-Hakîm yine ‘Tirmizî, Dârimî gibi zât-ı muhteremler bulunmaktadır. Yine o Şuabü’l Îmân’da Beyhâkî ve diğerleri İbn-i Mes’ûd’dan şu rivâyeti nakil etmişlerdir; ‘’Hâ, Mîm’ler’’ Kur’an-ı Kerimin libâsı, süslü kumaşıdır demişler. Ebû Şeyh ve Ebû Nuaym ve Deylemî Enes’ten yine Deylemî ve İbn-i Merdiye Semüre Bin Cündüp ’den rivâyet etmişlerdir. ‘’Hâ, Mîm’ler’’ bahçelerden birer bahçedir.

 

İbn-i Nasr ve İbn-i Merdiye Enes Bin Mâlik’ten şöyle rivâyet etmişlerdir; Dedi ki: Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem Hazretlerini dinledim, işittim diyordu ki: Yüce Allah bana “Seb-ı Tival’i” yedi uzun sûreyi Tevrât yerine verdi. ‘’Elif, Lâm, Râ’dan Tâ, Sîn’lere’’ kadar İncîl yerine verdi. ‘’Tâ, Sîn’lerle, Hâ, Mîm’ler’’ arasını Zebur yeri verdi. ‘’ Hâ, Mîm’ler’’ ve mufassal Sûrelerle de beni üstün kıldı buyurdu. Bunları önce hiçbir peygamber okumadı.

 

Beyhâkî Şuap’ta Halîl Mürre’den şöyle rivâyet etmiştir; Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem buyurdu ki: ‘’ Hâ, Mîm’ler’’ 7’dir, cehennemin kapıları da yedidir. ‘’ Hâ, Mîm’lerden’’ her biri gelir o kapılardan birine durur da: “Allah’ım! Bana îmân edip de beni okuyanı bu kapıdan içeri koyma!” Yani cehenneme koyma der. Daha bazı özel rivâyetlerde vardır mesela Tirmizî ve daha bazıları Ebû Hureyre’den şöyle rivâyet etmişlerdir. (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn);

 

Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem buyurdu ki: “Her kim ‘’Hâ, Mîm’den’’ başlayıp (وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ)  diye biten üçüncü âyetin sonuna kadar ve Âyetel Kürsi’yi sabahleyin okursa akşama kadar onlarla muhafaza olur ve akşamleyin okursa sabaha kadar onlarla korunmuş olur buyurmuşlardır. Bu haberi nakleden muhaddislerimiz rivâyet edenler de Tirmizî ve Dârimî gibi zatı muhteremlerdir. Kur’an-ı Kerim’in her sûresi bir nur deryâsıdır ‘’Hâ, Mîm’ler’’ de böyledir.

 

Şimdi yüce Kur’an’ın yüce nazmını, yüce metnini, yüce lafzını ve yüce mânâsını vermeye çalışalım.

 

Dakika 55:12

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

حٰمٓۜ ﴿١﴾

تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِۙ ﴿٢﴾

غَافِرِ الذَّنْبِ وَقَابِلِ التَّوْبِ شَد۪يدِ الْعِقَابِ ذِي الطَّوْلِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ﴿٣﴾

مَا يُجَادِلُ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَلَا يَغْرُرْكَ تَقَلُّبُهُمْ فِي الْبِلَادِ﴿٤﴾

كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَالْاَحْزَابُ مِنْ بَعْدِهِمْۖ وَهَمَّتْ كُلُّ اُمَّةٍ بِرَسُولِهِمْ لِيَأْخُذُوهُ وَجَادَلُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ فَاَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ﴿٥﴾

 

(حٰمٓۜ) “Hâ, Mîm”

 

Bu Kitâb’ın indirilişi çok güçlü ve her şeyi bilen Allah tarafındandır.

 

O, günah bağışlayıcı, tövbe kabul edici, azâbı şiddetli, kerem sahibi Allah’tandır ki O’ndan başka ilâh yoktur. Hem dönüş O’nadır. Kime? Yüce Allah’a. Geliş O’ndan, dönüş O’nadır.

 

Allah’ın âyetleri hakkında ancak kâfirler mücadele ederler, itiraz ederler. Şimdi onların beldeler içinde dönüp dolaşmaları seni aldatmasın. Onların cilâlı görünen neleri varsa istidraçtır. Yukarı ne kadar çıktılarsa düşüp parçalanmak içindir. Çünkü Allah’a karşı konarak yükselme imkânı yoktur. Yükselmenin yolu, Allah’u Teâlâ’nın salam bir ipine sarılmak ve yükselmektir o da İslam’dır.

 

Onlardan önce Nuh kavmi, arkalarından da çeşitli topluluklar yalanlamışlardı. Her ümmet kendi Peygamberlerini yakalamak kastında bulundu. Hakkı bâtılla gidermek için boşuna mücadele ettiler. Bende onları tuttum, alıverdim, yakaladım. Peygamberlere, kitaplara karşı koyanları hep yakaladım, tutuverdim, aldım attım cehenneme. Şimdi Nuh kavmi nerede? Cehennemde. Hûd kavmi nerede? Sâlih’in kavmi nerede? Lut ve Şuâyb’ın kavmi İbrâhim’e karşı koyan Nemrut’lar, Firavunlar nerede? Ebû Cehiller ve diğerleri nerede? Bu çağınkileri nerede ve nerede olacaklardır? Allah’a karşı koyanların hepsi belasını buldular bulacaklardır. Cenab-ı Hak, (bak o zaman) diyor azâbım nasıl oldu?

 

وَكَذٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ اَصْحَابُ النَّارِۢ﴿٦﴾

  اَلَّذ۪ينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِه۪ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُواۚ رَبَّـنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَيْءٍ رَحْمَةً وَعِلْماً فَاغْفِرْ لِلَّذ۪ينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَب۪يلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِ﴿٧﴾

 

İşte o nankörlük eden inkârcılara Rabbinin (azâb) sözü öyle hak oldu. Onlar, mutlaka cehennemliktirler.

 

Arşı taşıyanlar ve onun etrafındakiler, Rablerinin hamdı ile tesbih ederler ve O’na inanırlar. Îmân etmişler içinde şöyle bağışlanma dilerler: “Ey Rabbimiz! Rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O, tövbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları cehennem azâbından koru” diye yalvarırlar.

 

Dakika 1:00:40

 

رَبَّنَا وَاَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدْتَهُمْ وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۚ ﴿٨﴾

وَقِهِمُ السَّيِّـَٔاتِۜ وَمَنْ تَقِ السَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمْتَهُۜ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟﴿٩﴾

 

“Ey Rabbimiz! Hem onları hem onların atalarından, zevcelerinden ve zürriyetlerinden iyi olanları kendilerine vaad buyurduğun Adn cennetlerine koy. Şüphesiz ki çok güçlü, hüküm ve hikmet sahibi olan sensin.”

 

“Onları fenalıklardan koru. Sen her kimi fenalıklardan korursan, o gün muhakkak onu rahmetinle yarlığamışsındır yarlığına almışsındır. İşte asıl büyük kurtuluşta budur.”

 

‘Ha Mîm’ sûreleri Rahmânî ve rahîmi rahmetten birer örnektirler. Bununla birlikte ‘Hâ Mîm’ harfleri Hamd’in başı, Muhammed isminin de ortasıdır. “Ey Muhammed!” demek de olabilir.

 

Kıymetli dostlar,

 

Mânâ ‘Allahu Â’lem’ olmakla beraber güzel yorumlar getirilmiştir. Bu kelimenin açıklaması (الْأَحْزَابِ) Sâd Sûresi’nde (11 ve 13’üncü âyetlerde) geçmiştir. Arşın etrafını donatan melekler ki bunlar çok pek çoktur sayılarını ancak Allah bilir. Arşı taşıyan melekler ile bunlara ‘kerûbiyyûn’ derler ki ‘Kâf’ın’ üstün okunması ‘Râ’ harfinin ötresi ve şeddesiz okunmasıyla ‘kerûbi’ kelimesinin çoğuludur. Şeddeli okumak hatâdır, fakat yayılmıştır. ‘Kerûb’ ‘kurb’ (yakınlık) mânâsına mastarından ‘feul’ ölçüsünde fiilimsidir Allaha Celle Celâlühü en yakın melekler demek olur. Onun için bazıları ‘kerûbiyyûn’ yalnız arşı taşıyan meleklerdir demişlerdir ki onlar yeryüzündekilere mü’minlere dua ediyorlar.

 

İbn-i Sina’da melâike risalesinde şöyle demiştir; ‘kerûbiyyûn’ melekler ‘Tih-i Âlâ’ arasatının (en yüce meydan olan arasat meydanının) âmirleri zümre, zümre en şerefli yerde durmaktalar, en güzel manzaraya bakmaktalar ki, bunlar Mukarrebun melekler ve temiz ruhlardır.

 

Dakika 1:05:00

 

Fakat Amilûn melekler, Arş’ı, Kürsi’yi ve gökleri taşıyan meleklerin âmirleridirler. İşte bütün bunlar tesbih ve hamd ile Rablerine îmân etmişler ve mü’minler için öyle bağış dilerler ve dua ederler.

 

استعيذ بالله

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنَادَوْنَ لَمَقْتُ اللّٰهِ اَكْبَرُ مِنْ مَقْتِكُمْ اَنْفُسَكُمْ اِذْ تُدْعَوْنَ اِلَى الْا۪يمَانِ فَتَكْفُرُونَ ﴿١٠﴾

قَالُوا رَبَّنَٓا اَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ وَاَحْيَيْتَنَا اثْنَتَيْنِ فَاعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا فَهَلْ اِلٰى خُرُوجٍ مِنْ سَب۪يلٍ﴿١١﴾

  ذٰلِكُمْ بِاَنَّـهُٓ اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْۚ وَاِنْ يُشْرَكْ بِه۪ تُؤْمِنُواۜ فَالْحُكْمُ لِلّٰهِ الْعَلِيِّ الْكَب۪يرِ﴿١٢﴾

هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ وَيُنَزِّلُ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ رِزْقاًۜ وَمَا يَتَذَكَّرُ اِلَّا مَنْ يُن۪يبُ ﴿١٣﴾

فَادْعُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ﴿١٤﴾

  رَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِۚ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِۙ﴿١٥﴾

  يَوْمَ هُمْ بَارِزُونَۚ لَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْهُمْ شَيْءٌۜ لِمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَۜ لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ﴿١٦﴾

  اَلْيَوْمَ تُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۜ لَا ظُلْمَ الْيَوْمَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ ﴿١٧﴾

وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْاٰزِفَةِ اِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِم۪ينَۜ مَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ حَم۪يمٍ وَلَا شَف۪يعٍ يُطَاعُۜ﴿١٨﴾

  يَعْلَمُ خَٓائِنَةَ الْاَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ﴿١٩﴾

  وَاللّٰهُ يَقْض۪ي بِالْحَقِّۜ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَقْضُونَ بِشَيْءٍۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ۟﴿٢٠﴾

 

Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,

 

Yüce Kur’an’ın, yüce mânâsı ile derslerimiz devam ediyor. Şu anda anlamını vereceğimiz âyetler Mü’min Sûresi’nin 10’uncu âyeti ile dersimiz devam ediyor.

 

O inkârcılar o kâfirlere mutlaka şöyle bağırılacaktır: “Elbette Allah’ın bugün buğuzu sizin nefislerinize buğuzunuzdan daha büyüktür. Çünkü siz îmâna davet ediliyordunuz da inkâr ediyordunuz, îmânı kabul etmiyordunuz.” İslam’ı kabul etmiyordunuz.

 

İnkârcılar diyecekler ki: “Ey Rabbimiz! Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Şimdi günahlarımızı anladık. Fakat çıkmaya bir yol var mı?”

 

(Onlara şöyle cevap verilir): “Bu azâb size şu sebeptendir: Siz tek Allaha davet edildiğiniz zaman inkâr ettiniz. Ama O’na ortak koşulunca inandınız. Artık hüküm, O yüce ve büyük Allah’ındır (C.C).

 

Size âyetlerini gösteren, sizin için gökten bir rızık indiren O’dur. Fakat onları ancak gönül verip düşünenler anlar.

 

Dakika 1:10:00

 

O hâlde siz, dini Allah için hâlis kılarak hep O’na yalvarın. İsterse kâfirler hoşlanmasınlar.

 

O dereceleri yükselten Arş’ın sahibi Allah, o buluşma gününün (kıyâmetin) dehşetini haber vermek için kullarından dilediği kimseye emrinden ruh, (melek) indiriyor.

 

O gün onlar kabirlerinden meydana fırlarlar, mahşer meydanına. Kendilerinin hiçbir şeyi Allah’ı karşı gizli kalmaz. “Bugün mülk kimindir?” (diye sorulur Cevaben): “Tek ve Kahhar olan Allah’ındır” denir.

 

Bugün her nefis kazandığı ile cezâlanacaktır, bugün zulüm yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. Yani adâleti tecellî eder. Herkes ne amel işlediyse karşılığını bulur. Adâleti ilâhî tecellî eder.

 

Yaklaşmakta olan o felaket yani (kıyamet) gününü de onlara haber ver. O dem ki yürekler gırtlaklara dayanmıştır, yutkunup dururlar. Zâlimler için ne ısınacak bir dost vardır, ne de sözü dinlenecek bir şefaatçi.

 

Allah, gözlerin hâin bakışını da bilir gönüllerin gizlediğini de.

 

Allah hakkı yerine getirir. Onların O’ndan başka yalvardıkları ise hiçbir şey yerine getiremezler. Çünkü hakkıyla işiten ve gören Ancak Yüce Allah’tır.
Kıymetli dostlarımız,

(لَمَقْتُ اللَّهِ) Elbette Allah’ın makti ‘makt’ buğuzun, kinin şiddetlisidir. Bunun için Allah’ın gazâbı orada hak edenlere gerçekleşir şiddetiyle. İnkârda ısrar ettiklerinden dolayı kendi kendilerine de kızacaklardır. Tabî oldukları başkanlarına da kızacaklardır. Çünkü baktılar ki önderleri, liderleri bunları cehenneme getirmişler komple geldikleri yer cehennem. Sahte önderler, sahte liderler, sahte başkanlar bunlara da kızacaklar ama iş işten geçecek. Daha sonra cehenneme girdiklerinde iblîs kendilerine, seslenip de: “Benim sizin üzerinizde bir otoritem yoktu yalnız sizi dâvet ettim de beni dinlediniz, o hâlde kusuru bana yüklemeyin kendinizi kınayın” diyor bakın iblîs diyor bunu. Ben size diyor ne yaptım; ben size diyor şeytanlığımı yaptım ama siz beni dinlediniz. Niye Allah’ı dinlemediniz, niye Kuran’ı Kerim’i dinlemediniz niye peygamberi ve İslam âlimlerinin gerçeklerini niye dinlemediniz de şeytanı dinlediniz, nefsinizi dinlediniz, sapıkları sapıtanları dinlediniz? Dinlediyseniz şimdi de belânızı buldunuz diyor o kadar.

 

Kıymetli dostlar, kabir azâbının varlığına delil getirilmiştir bu âyet-i kerimelerden de deniliyor ki, birinci öldürme, dünya hayatını bitiren ilk ölüm; ikinci öldürme kabirdeki birinci diriltmeyi takip eden ölüm;

 

Dakika 1:15:15

 

İkinci diriltme de ölümden sonra kıyâmette ki dirilmedir. Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar. İşte Duhan Sûresi 56’ncı âyet-i kerime. “Mü’min ruhunun (إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ) Allah’ın diledikleri kimseler müstesnâ…” Burada mü’min ruhunun dikkat ederseniz bâki kalacağına, ölmeyeceğine işaret olması ihtimâli dâhilindedir. Yani Allah’ın öldürmeyeceği mü’min ruhları cennette bunlar ebedî kalacaklar kâfir ruhlarda son dirilişten “sonra iki kere daha çevir.” tekrar ve çokluk mânâsına alanlar da olmuştur ki: Sen bizi kaç kereler öldürdün gibi bir anlam verenler yükleyenler de olmuştur.

 

Zâtında, sıfatlarında, fiillerinde Yüce Allah; (لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ) “O’nun benzeri gibi hiçbir şey yoktur.” Şûra Sûresi 11’inci âyeti kerime. Allah’a ve O’nun kânûnlarına, emirlerine teslim ol ey insanoğlu, aklını başına al!

 

Yağmur manevî rızkınıza sebep olan ilim ve Kur’an indiriyor cismânî rızkınıza sebep olan yağmur, manevî rızkınıza sebep olan ilim ve Kur’an-ı Kerim indiriyor. Bu nimetlerin hepsinden faydalan ama nimete tapma, nimeti verene iyi bak ona kulluk yap. İşte nimete tapanlar ne oldular? Yaratılmışı gördüler yaratanı bir türlü hatırlamadılar. Ve yaratılmışa takılıp kalıp da ona tapınanlar da şirkten kurtulamadılar.

 

Telâki günü: Buluşacaklar, birbirlerine kavuşacaklar o gün ki halk hep meydana çıkmıştır kabirlerinden çıkmış açığa fırlamışlardır. Hiçbir zaman hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz uryanlıklarıyla Hakk’ın huzurunda bulunurlar. (لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ)  Kimin mülk bugün ve o günde Allah’ın bugünde Allah’ındır. (لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ) O, bir olan ve kahredici bulunan Allah’ındır.

 

‘Vahid’ zâtında hiç ortaklığa, çokluğa ihtimâli yok parçaları da yok parçacıkları da yok. Allah, her şeyinde birdir, kahhardır o her şey O’nun kahrına mahkûmdur. O’nun zâtından başka her şey helâk olacaktır. Her şeye istediğini yapacak şekilde gâlip ve hâkimdir.

 

Azife: Yaklaşmakta olan felakettir. Ölüm saati yahut ölümü aratan o kıyâmet saati veya hesap görülüp cezâ kesilip de cehenneme girilmek üzere bulunduğu saat ki kıyâmetin en acı saatidir. Aklını başına al! Kime diyorum bunu kendi nefsime diyorum kendi nefsime derken de hepimiz dinleyelim diyorum. Kimi? Beni değil Yüce Allah’ın Kitâb’ı Kur’an-ı, İslam’ı iyiden iyiye anlayalım dinleyelim diyorum. Kur’an-ı Kerim’i söylemeye çalışıyorum, İslam’ı tebliğ etmeye çalışıyorum bu kulluk görevimizdir bizlerin. Kulluk görevimizi doğru yapalım, birbirimize faydalı olalım, Allah’ın emri   ne itaatkâr olalım âsi olmayalım mesele bu.

 

 

Dakika 1:21:05

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Visited 81 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}