Tefsir 452-01

452- Tefsir Ders 452 hayat veren nurun keşif notları

 

452- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 452

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

(Hucûrat Sûresi 1. Âyeti Kerime’den 18. Âyeti Kerime’ler)

 

‘’Elhamdülillahi Rabbil-âlemin vesselâtü vesselâmü alâ Rasûlina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihî ecmaîn’’

Estağfirullah bi-adedi zünûbina hattâ tuğfer Allah’u ekber hattâ tuğfer.”

 

“Allahümme eslıh ümmete Muhammed verham ümmete Muhammed Allahümmağfirli cemîan ümmete Muhammed Allahümme salli ve Bârik Alâ Muhammedîn ve Alâ âli Muhammed’’

 

Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,

 

Hayat veren nurun dersleri ve onun kaynağı şanlı Kur’an’ın keşif notları, irşâd notları isimli dersimize devam etmektedir. Hucûrat Sûresi’nin 3 ve 4’üncü âyetlerine açıklık getirerek dersimiz devam etmektedir. Öz anlamlarını verdikten sonra bazı keşiflerde bulunmaktayız.

 

Burada hücre kelimesinden maksat, Sevgili Peygamberimizin hâne-i saadetinin odalarıdır. Bunlar dokuz oda idi annelerimiz her bir oda da bulunuyorlardı. İbnü Sâ’d’ın Atâ-i Horasânî ’den rivâyet ettiğine göre; “Hurma dallarından ahşap idi ve kapılarının üzerinde siyah kıldan çullar vardı.” Bu Alûsî’nin beyânına göre. Buhârî Şerif’te, Edeb ’de ve İbni Ebi’d dünya ve Beyhâkî, Dâvûd bin Kays ’tan şöyle rivâyet etmişlerdir ki; Hücreleri gördüm “hurma kerestesinden” olup dışından kıl çullarla toplanmış idi, hücrenin kapısından evin kapısına kadar uzunluğu altı veya yedi “zira” zannederim diyor. İç evi ise on “zira” tahmin ediyorum yüksekliği de yedi ile sekiz zira” arası sanırım demiştir. Bu da Buhârî Şerif’in rivâyetidir. Hasan-ı Basrî’den de rivâyet edilmiştir ki Hazreti Osman’ın hilâfetinde Peygamber Efendimizin hanımlarının evlerine girerdim, tavanlarına elimle yetişirdim. Abdülmelik’in oğlu Velid zamanında onun emriyle Rasûlullah’ın mescidine katıldı ve bundan dolayı insanlar ağladı ve gün Saîd Bin Müseyyeb şöyle dedi; Vallâhi arzu ederdim ki bulundukları hal üzere bıraksalar da Medine halkından bir kısım kimseler neşelenseler ve hariçten gelenler de Rasûlullah’ın ne ile yetindiğini görsellerde Zühd dersi alsalardı… Diyor. Bunu diyen Saîd Bin Müsyyeb’dir. (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn).

 

Yine Beni Temim ’den 70 veya 80 kişi kadar bir heyet gelmişti içlerinde Zikbrikân Bin Bedir, Utârid Bin Hacib Bin Zurâre ve Kays Bin Âsım ve Kays Bin Haris ve Akrâ Bin Habis vardı. Ebû Hayyân’ın Bahir’de anlattığına göre bunlar gelmişler, öğle sıcağında mescide girmişlerdi.

 

Dakika 5:30

 

Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem henüz uyuyordu. Ey Muhammed Aleyhisselâtu Vesselâm! Bizim yanımıza çık diye bağırdılar bunun üzerine uyandı ve çıktı. Akrâ Bin Habis, Ey Muhammed Aleyhisselâtu Vesselâm! “Benim övmem güzel kötülemem ayıplıdır dedi. Rasûlullah; yazıklar olsun sana, öyle olan Allah’u Teâlâ’dır” buyurdu. Derken insanlar mescitte toplandı. Bunlar Beni Temim: Konuşmacımız ve şairimizle şiir ve övünme de seninle yarışacağız dediler Peygamberimize’. Bu haberin kaynağında da Kurtûbî, Suyûtî, Âlûsî bulunmaktadır. “Ben şiirle gönderilmedim dedi Allah’ın Rasûlü ben şanlı Kur’an, İslam şeriatı ile gönderildim, ben şiirle gönderilmedim, övünmekle de emir olunmadım, fakat haydi bakalım” dedi. Zibrikân içlerinden bir gence: Haydi kavminin faziletlerinden seç, söyle dedi bir genç kalktı işte kendi kafasına göre bir şeyler söyledi. Peygamber Efendimiz ve yanındaki zât-ı muhteremler vardı İslam şairleri de vardı. Tabii Kur’an karşısında, Kur’an-ı Kerim karşısında bütün dünyanın şiirlerini, şairlerini toplasanız bunlar Kur’an, Kur’an-ı Kerim’in icaz ve mucizesi karşısında hiçbiri yok sayılırlar. Dolayısıyla bunlar da burada derslerini aldılar. Akrâ Bin Habis: “Vallâhi bilmem bu ne iştir hatibimiz söyledi onların hatibi daha güzel söyledi.” Bak düşman itiraf ediyor câhil, cühelâ îmânsız, müşrik putperest Kur’an-ı Kerim karşısında bütün herkes âciz Kur’an-ı Kerim mûcizdir. Şairimiz söyledi onların şairi daha güzel söylüyor. Dedi ki; yani Müslüman şairler daha güzel söylediğini itiraf etti karşı taraf.

 

(Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve enneke Rasûlillah) dedi. Hazreti Peygamber de Aleyhisselâtu Vesselâm: “O hâlde bundan önce olan sana zarar vermez” buyurdu. Yani Müslümanım olduktan sonra önceki günahların affa uğrar buyurdu. Sonra onlara hediyeler ve ihsânlarla iltifatta bulundu Allah’ın Râsulü Aleyhisselâtu Vesselâm. İbn-i Hişâm Siyer ’inde kıssayı biraz daha farklı nakletmiş olduğunu da Âlûsî kaydeder. Bu âyetin Beni Anber hakkında nâzil olduğunu da söylemişlerdir. Fakat Beni Anber Beni Temim ‘den bir bölüm olduğuna göre öncekine ters düşmez.

 

Dakika 10:07

 

Fahrettin Râzî der ki; Bu sûrede mü’minleri ahlâkın en güzeline bir yöneltme vardır. O ise ya Allah ile veya Peygamber ile veya kendi cinsiyle olur. Bunlar da iki sınıftır, ya mü’minler yolunda girer taat rütbesinin içinde veya dışarıda olurlar. Dışarıda olan fâsıktır. Mü’minler gidişinde dâhil olanlar da yanlarında hazır veya uzakta bulunurlar. Bu sûretle ahlâk beş kısım olur.

 

Allah’a ait olan ahlâki kurallar,

Peygamber’e ait olanlar,

Fâsıklara ait olanlar,

Hazır olan mü’minlere ait olanlar,

Gaib olan mü’minlere ait olanlar.

 

İşte bunlardan her birine ait olmak üzere Yüce Allah Celle Celâlühü bu sûrede beş kere (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ) “Ey îmân edenler!” buyurmuştur. Allah ve Rasûlüne ait olan açıklamadan sonra üçüncü olarak burada fâsıkların sözlerine güvenilmemesi gerektiğini açıklıyor. Çünkü onların araya fitne sokmak isterler ki o fitne “Eğer mü’minlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa…” âyet-i kerimesinde açıklanacaktır. Bununla beraber fâsıkın sözünü de büsbütün hiçe saymayıp araştırma ve açıklanması emir olunmuştur. Demek fâsık olmayıp da adil olacak olsa yerine göre haber-i vahit dinlemeye lâyık olacaktır. Bu âyet indirilmesine sebep olmak üzere şöyle rivâyet ediyorlar; Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Efendimiz Velid Bin Ukbe’yi Beni Müstalık’a vali ve zekât memuru olarak göndermişti. Suyûtî ve Alûsî’nin nakline göre. Onunla onlar arasında bir kin varmış; yaklaştığı zaman karşısına gelen atlıları kendisini öldürecekler sanmış, kokmuş geri dönmüş. Rasûlullah varıp onlar dinden döndüler, zekâtı vermeyi reddettiler demişti. Rasûlullah da öfkelenmiş ve onlarla harp etmeyi kurmuştu, bu âyet bunun üzerine indi. Bir rivâyette de Hâlid Bin Velid’i göndermiş, gözetlemiş, ezan okuduklarını ve gece namazını bile kıldıklarını görmüş ve zekâtlarını da ona teslim etmişler o şekilde geri dönmüştür. “Fâsık” ile “nebe” kelimelerinin nekre oluşu umûmîlik içindir. Râzî’nin hatırlattığı şekilde şartın bulunduğu yerde sübut yönünde umûmîlik, nefi yönünde husûsîlik olur. Bunun için çünkü bir bilgisizlikle hâllerini bilmeyerek de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.

 

Dakika 15:05

 

Yani bir kavmi musibete uğratırsınız vurursunuz bir zarara uğratırsınız. (فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ) ne olur sonrada? “Uğratırsınız da sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” Neden? Araştırmadan bir fâsıkın getirdiği habere göre hareket ederseniz böyle olur. Araştırın fâsıkların haberlerine güvenmeyin. Nedamet yani pişmanlık bir çeşit üzüntüdür. (وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ) Çünkü olay akla geldikçe insanlar pişmanlık duyar ve pişmanlık ona yapışır ve biliniz ki içinizde Allah’ın Rasûlü var.

 

Peygamber içinizde olduğu zaman nasıl olur da bu oyunlara siz gelmeye çalışırsınız? Açıklaması için ona sorun yani Peygambere iyiden iyiye sorun, o size açıklar. Kendi görüşürüz ya onu kandırmaya çalışmayın, şâyet o birçok işler de size uysaydı (لَعَنِتُّمْ) sıkıntıya düşerdiniz, sarpa sarardınız, hâliniz yaman olurdu, çok zahmetler felâketler çeker yok olmaya doğru giderdiniz. Ve bir ihtilâl ve işlerin tersine gitmesi demek olan bir ihtilâl söz konusu olurdu.

 

Bunun için İslam dininde bugün Sevgili Peygamberimizin ortaya koyduğu yüce Kur’an, nurlu sünnet ve İslam şeriatı onun ilmi delilleri gerçek kaynaklarına başvurmadan din adına rasgele konuşmak doğru olmayacaktır. Onun için bütün delillere bizim müçtehitlerimiz başvurmuş Kitâb’ım Kur’an-ı Kerim’i tamamen incelemiş, sünnet-i seniyyenin bütün câmiası incelenmiş, icmâ-ümmet ve kıyâs-ı fukahâ ortaya çıkarak aslî delille, İslam’ın bunlar aslî delilleri ortaya konmuştur. Bunlara göre Müslümanların hareket etmesi gerekir bilmiyorlarsa bilmeyenler müçtehit âlimlerinizden elbette ki onlara tâbî olacaklardır. “Usul erbabına vusul Hakk’a vuslattır.” Bütün dünyadaki Müslümanlara müçtehitler lâzımdır işte mezhep odur. Bilenlerinle beraber hareket etmek, bilenlerin yolunu takip etmenin adı mezheptir. Yani bilenlerin yolu… Bugün dört mezhebin ekolünde âlimler dolu bu âlimler müçtehitler, İslam’ı iyi bilenler onun için dünya da Müslümanlar bu bilen Ulama’ya bilmeyenler tâbî olmuşlar mezhep bunun için lazımdır. Yoksa körü körüne taassup olarak bir şeye bağlanmak anlamına gelmez. Futbol maçı gibi de bir şey tutulmaz ve körü körüne hiç kimseye de bağlanma olmaz. Müçtehitlerimizin değerleri çok değerli zât-ı muhterem olmalarının sebebi İslam’ı delilleriyle bilmelerinden kaynaklanmaktadır. Bilmeyenler bu bilenlere tâbî olmak mecburen görevleridir. Mezhep düşmanlığı yapanlar şunu iyi bilsinler ki, İslam’a en büyük kötülüğü yapmaktadırlar.

 

Dakika 20:07

 

Mezhep mi vardı Peygamber zamanında diye konuşan serseriler var. Peygamber’in Ashâbının her birisi gökyüzünde bir yıldız olarak niteliyor Peygamberimiz. Hangisine zifiri karanlıkta uyarsanız, yolunuzu bulursunuz. İşte mezhep bu, bilenle hareket etmenin adı ki müçtehitlerden daha iyi bilen bugün Hanefî ekolü müçtehitlerle dolu Mâlikî ekolü de öyle Şâfiî, Hanbelî ekolü de böyle. Bunların dışında ilmi olan insanlar var ama bunların Ehl-i Sünnete uymayan tarafı var. Bunların adı ne olursa olsun Ehl-i Sünnetin bid ’atla işi karışıktır. Esas bid’at şeriatın önünde mezhepsizliği körükleyenler en büyük bid’atı onlar işliyorlar. Şam Üniversitesinin değerli âlimlerinden Ramazan El-Butî Profesör öyle diyor; Şeriatın önünde en büyük engel mezhepsizliktir” diyor ve “mezhepsizlik en büyük de bid’attir” diyor. Niye? Câhil ile hareket ediyor, müçtehitleri devreden kaldırıyor ve şeriatın yolunu kesiyor, bileni ortadan kaldırıyor, bilmeyen aklı sivrilerle câhillerle yola çıkıyor. Bir de mezhepsizliği körükleyenlerin kimler olduğuna bir bakın emperyalistlerle iş birliği yapan, takiyye yapan,  Müslüman kardeşlere ihânet eden insanları görürsünüz. Emperyalistlerle işbirliği yapıp da İslam hilâfetini yıkanlar bugün mezhepsizler onlardır, en çok bu çağın Hâricîleridir. Hz. Ali’ye kılıç çeken, Ashâplara küfür savuran, her şeyi bid’at sayan, her şeyi şirk sayan ama kendileri en büyük şirkin ve bid’atın içinde yüzen bir zihniyet görüyoruz. Sahîh hadisleri yok etme adına hadis-i şerif ayıklamaya kalkanları görüyoruz. İçlerinde hangi ajanların olduğuna da bakın. Onun için dünya Müslümanları Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâat yolunda bilenlerle müçtehit âlimlerimizle hareket etmek mecburiyeti vardır. Bugünkü dünyada eğer “Yüce İslam, Şanlı İslam” bütün ilmi delilleriyle ortada bulunuyorsa müçtehit âlimlerimizin göz nurunu şehitlerin de akıttığı kanı unutmayacaksınız. İslam dini ebedî bozulmamasının hikmetlerinden, sırlarından biri de Yüce Allah gerçek âlimleri müçtehitlerimizi hiçbir zaman eksik etmemiştir. Sağlam temelleri atılmıştır, o sağlam temeller üzerinde Ümmet-i Muhammed yürüyüp gelmektedir. Ümmet-i Muhammed’in bu sağlam duruşundan rahatsız olan zihniyet mezhepsizliği körüklemektedir bunlara hiç değer vermeyin, ama taassuba da kapılmayın. İlmî delillerle bugün Hanefî’yim diyen bir insan kendine mezhebini öğrenmeye çalışsın. Dayandığı delilleri, Kur’an’daki âyetleri, sünneti, icmâ-ümmeti, kıyâs-ı fukahâyı bunların isnat ettiği gerçek delillerini öğrenmeye çalışsınlar. İlmen hareketli edilmesi gerekiyor taassup yerine ilmî belgelerle, hadis câmiasını bizim müçtehitlerimiz güzel incelemişlerdir ve incelemişler mezheplerine de almışlardır, alınacakları almışlardır.

 

Dakika 25:18

 

Bugün bir İmâm-ı Âzâm’ı, bir İmâm-ı Ebû Yusuf’u, İmâm-ı Muhammed’i, İmâm-ı Mâlikî ve o ekoldeki binlerce âlimleri şöyle bir göz atın bilinen ilmi İslam’ı biliyorlar, yaşanan İslam’ı fiili İslam’ı da biliyorlar. Hazreti Muhammed’in uyguladığı İslam’ı bilfiil yerinde nasıl yaşandığını gören müçtehitler bunlar. Bugüne taşıdığınız şeylerin bilinen ilmi İslam bunun yanında birde fiili yaşanan İslam’ı bugünkülerin bilme şansı yok. Ancak o sağlam temellerden, kaynaklardan öğrenmek kaydıyla bilebilirler ki İmâm-ı Âzâm Ebû Hanîfe o büyük imâm. Bu büyük imâmdan da huylananlar var, imâmların büyüğü, yani bu kul Allah’ın kulu imâmların büyüğü. Şimdi büyük kardeş, küçük kardeş diye bir kelime kullanmıyor musun sen? Birileri İmâm-ı Âzâm kelimesinden huylanıyor. Niye? Kafa yapıları bozuk bu kelimenin yanlışla bir alâkası yok gerçek bir dosdoğru kelime, imâmların büyüğü kul Allah’ın kulu âlim bir kul. Yani buna bu kelimeyi söylemenin anlamı zararın neresinde? Bir İmâm-ı Âzâm çekememezliği nereden geliyor? Bu gerçek îmânla, ilim, irfânla bağdaşmaz. Bir şeyin şirk olması için Yüce Allah’u Teâlâ’ya denk koşman lâzım. Çünkü İmâm-ı Âzâm’a El-Azîm dersen o zaman yanlış olur. Çünkü El-Azîm Allah’u Teâlâ’nın isimlerindendir. Fakat ona bir İmâm-ı Âzâm, büyük imâm demenin, şu kardeşin şu öteki daha büyüğüdür demenin yani ne sakıncası var? Bunun için ifratta bulunan çağın Hâricîleri var, tefritte bulunan tam bid’atın içinde yaşayanlar var, her ikisi de bid’at üzere yürüyenlerdir. İşte Ehl-i Sünnete dil uzatanlar ehl-i bid’at ve dalâlettir. İlmi delillerle hareket etselerdi İslam kardeşliğini, İslam birlik ve beraberliğini, Ehl-i Sünnet yolunu kendilerine yol edinirlerdi. Kendilerini hadis câmiasından içinden birini çekmişler cımbızla onu gezdiriyorlar etrafta, işte biz hadislere göre amel ediyoruz. Câmia nerede, hadis câmiası? Bir hadise almışsın, öbür hadisi niye yok sayıyorsun? Öbür hadis ondan daha sahîh daha sağlam, bunları ne yapacaksın? Ha, sen kafana göre birine sahîh demişsin sağlam öbürüne başka bir kanaatin var. Sen Buhârî’den, Müslim’den, Tirmizî ’den, İbn-i Mâce ‘den, Ebû Dâvûd’dan, İmâm-ı Mâlik’ten, Ahmed Bin Hanbel ’den daha mı iyi biliyorsun veya diğerlerinden? (Rahmetullâhi Aleyhim Ecmaîn). Bunları bizim bütün yüksek âlimlerimiz, muhaddislerimiz hadisi şeriflerin senet ve tapularını incelemişlerdir ve bunların içinde sahîh olmayanlar o gün ayıklanmıştır. Senedi zayıf olup da mânâsı güçlü olan hadisler vardır, mânâsı güçlü olup da senedinde zayıflık olduğu gibi, mânâsı zayıf ama senedi güçlü olanlar vardır. Bunları kim değerlendirir? Müçtehitler, sen değil aptallığın lüzumu yok, sen değil, başkası da değil, bende değil.

 

Dakika 30:20

 

Ya? Müçtehit âlimlerimiz onlar değerlendirirler o hadislerin câmiasını o hadisi şeriflerin yer ve zamanını o hangi şartlar ortamında yaşanmış ve söylenmiş kavlî, fiilî, takrîrî sünnetle müçtehitler onu yer ve zamanı değerlendirirler. Bir de câmianın içinde bunu tahsis mi, umûm mu ifade ediyor, o an için miydi yoksa süreklilik mi ifade ediyor bunların bütün şartlarını inceleyen bizim müçtehitlerimizdir. Mezhep âlimlerimiz Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâat mezhebindeki bütün yüksek âlimler, müçtehitler, muhaddisler, fâkihlerimiz hepsi bunları incelenmiş. En doğru olarak dört mezhep amelde, iki mezhep de itikatta dünya âlimleri tarafından kabul edilmiş. Hanefî, Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî ameli mezheplerdir, itikatta  Mâturîdî, Eş’arî İslam âlimi bunları kabul etmiştir. Bunlar gerçek ilim erbabıdır ve bunlar Ehl-i Sünnet içinde bunlar imâmdır, önder şahsiyetlerdir, âlim şahsiyetlerdir ve bunlar çok güzel ve büyük âlimlerdir. Allah bol, bol rahmet eylesin. Bunların dışında Ehl-i Sünnetin dışında kalan dört mezhebin bizim değerli âlimlerimizde var, ama Ehl-i Sünnete uymayan görüşlerini almıyoruz diğer kısımları onlar da bizim ama bunları almıyoruz, alamayız. Fakat diğer tarafları bizim o da onların doğru olduğundan dolayı değil, İslam’ın kendi kaynağında bulunduğu için alıyoruz. Fakat biz ilme istinad etmedikçe hiç kimsenin şahsına falan müşriktir falan kâfirdir demeyiz diyemeyiz, biz ancak delilleri inceleriz, delillerin ortaya koyduğu hükümleri müçtehitlerimiz, âlimlerimiz onları ifade ederler delillerin hükümlerini ifade ederler. Rastgele falanca müşriktir şunu yaparsan bid’attir şu şirktir bu senin serseri beyninde bunlar. Peygamberin kabrini ziyaret edeni müşrik sayıyorsun, neredeyse Peygamberin ravzasını ortadan kaldırmaya çalışıyorsun. Şimdi bu kadar ifrat, bu kadar tefrit olur mu? Allah zamandan mekândan münezzeh sen Arş’ta Allah oturuyor diyorsun ve Müslümanlara ateş püskürüyorsun. Bir de sen kendin işte ben selef olduğunu söylüyorsun bunlar yanlış yanlışlara son vermemiz gerekiyor hepimiz doğru da birleşip İslam’a birlikte hizmet etmemiz gerekiyor. Ümmetin ruhu vahdettir, birlik, beraberlik, kardeşliktir. Bunu zedelemeye, emperyalistlerin emrinde hareket etmeye, ajanlık-câsusluk yapmaya, ifrata ve tefrite sapmaya kimsenin hakkı yoktur haddini bilerek konuşsun herkes. Sadece ne vardır, diyelim ki bugün hak mezheplerimizin Ehl-i Sünnet yolunun o güne mahsus yapılmış içtihatlar vardır bugünde yeni şartlar ortaya doğmuştur.

 

Dakika 35:00

 

Tamam, kıyasın bütün şartlarını bugünkü yeni şartlara uygular yeni içtihatlar geliştirmekte bugünün ulemâsının görevidir. İslam da böyle bir çözülmeyecek problem yoktur. Eğer sen geçmişteki şartlara milleti sıkı sıkıya oraya bağlayıp bugünkü değişen şartları yok sayarsan o senin kara beyninden, câhil beyninden kaynaklanıyor. İslam’ın çözemediği bir problem olmasın İslam dini, Yüce İslam çağları kuşatan çağların dinidir ebediyyâtın, Hz. Muhammed bütün çağların Peygamberi, bütün milletlerin Peygamberidir inansın, inanmasın onun kendi bileceği iş. Onun için kıymetli dostlar, Sevgili Peygamberimizi iyi keşfedelim, Kur’an-ı Kerim’i iyi keşfedelim müçtehit âlimlerimizle, gerçek âlimlerle birlikte hareket edelim bid’at yollarına sapmayalım. Dört mezhebin yolu Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâat yoludur, çünkü Kur’an-ı Kerim’i, sünneti, icmâ ve kıyâsı delilleriyle bu mezhepler ortaya koymuşlardır içtihat farkları vardır. Yoksa Kur’an-ı Kerim ile ilgili aralarında bir problem yok, sünnetle ilgili de yok. İçtihâd farkının olması zenginliktir olması gerekir. Müçtehidin içtihâd farkı, Ümmet-i Muhammed için rahmettir ama câhillerin ihtilâfı parçalanması azaptır ulemânın içtihadı rahmettir. Buraları anlamayan zavallılar işte o zaman şu mezhep böyle diyor, beriki mezhep şöyle diyor. Evet, o öyle diyor o da mükemmel, bu böyle diyor bu da mükemmel. Niye? Bir ağacın dalları kaç tane? Kök bir birçok dalları var ve güzelimde meyveleri var. Tevhîd ağacında dört mezhep ebediyyâta kadar devam etmektedir. Ama bunların içinde çağları daha iyi okuyan olabilir mi? Olabilir. İmâm-ı Âzâm bunlardan biridir bütün çağları da okuyan müçtehitlerden biridir, yeryüzünün en büyük filozoflarından biridir, diğerleri de böyle kıymetlidir. Onun için kendi ilim adamlarını küçültmeye çalışan, kendini doğru göstermeye çalışan, kendine milleti temyize uğraşan zavallı beyinleri İslam’a hizmet etmiyorlar. Kendi egolarına, saplantılarına, taassuplarına, kara bağnazlıklarını hizmet ediyorlar ilme, İslam’a hizmet etmiyorlar hizmet ettikleri tarafına müstesnâdır. Ama zararlarına bakın îmâr ederken nasıl tahrip ettiklerine de bir bakın.

 

Burada bir Anet’ten bahsediliyor; Anet: Eğer birçok işte Peygamberimiz başkalarına itaat edecek olsaydı ne olurdu; Ümmet sıkıntıya, Ashâplar sıkıntıya düşlerdi. Görüşünüze göre amel etsin hâlbuki öyle yapsa haliniz yaman olur helâka gidersin. Peygamber Allah’tan vahyi ilâhîyi alan bir zât-ı muhterem câhillere uyar mı bilmeyene uyar mı? Uymaz. Neye uyar, tâbî olur? Allah’tan gelen vahyi ilâhîye tâbî olur, Peygamber olur. Onun için Peygamber kimseye uymaz Allah’a tâbî olur ondan gelen İslam şeriatına vahyi ilâhîye tâbî olur çünkü görevi odur emir öyledir.

 

Dakika 40:00

 

Kıymetli dostlar,

 

(وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ) “Fakat Allah size îmânı sevdirdi”. İşte Yüce Allah’ın hidâyetini gece gündüz istemeliyiz îmân etmek için yalnız bilgi yeterli değildir sevmek gerekli sevmek. Îmânı öyle seveceksin iliğinle, kemiğinle bütün ruhun derinliklerine bu sevgi îmân sevgisi yerleşecek. Cenab-ı Hak îmânı sevgili kıldı, dolayısıyla îmân ettiniz bu gösteriyor ki, îmân etmek için yalnız bilgi yeterli değil bir irâdenin fiil olabilmesi için sevmekte gereklidir. Bundan dolayı dinin başı muhabbettir, sevgidir. Kalpte bir göz vardır hayatın özü kalbin gözü sevgidir ama bu îmân sevgisi, Allah sevgisidir. Bütün sevgiler eğer buradan beslenmiyorsa, o sevgiler sevgi değildir. Allah sevgisi Allah için sevgi şeri ölçülere itikatta, amelde, ahlâkta, hukûkta ölçülü meşrû hak sevgi ki Allah sevgisidir. Çünkü Allah zâtında, sıfatlarında eşi ortağı olmadığı için onu da eşsiz sevgiyle seveceksin. Diğerlerini Allah gibi değil, Allah için seveceksin o da Allah’ın sevdiklerini seveceksin sevmediklerini değil. Onları da sevgi ortamına çekmeye çalışırsın, onları da o sevgisizlikten kurtarmaya çalışırsın o da ayrı. İslam dini bütün evrensel sevgisiyle her tarafı kuşatır, ama tabiki de sevgiden nasîb-i olmayanlar îmânı kabul etmiyor, İslam’ı kabul etmiyor, Allah’u Teâlâ’nın ilkelerini kabul etmiyor bu adam sevgiden kendi kaçıyor. Bu adam kendisini kendi sevdirmek istemiyor. Niye? Îmânı kabul etmiyor da ondan. Hakk’ı, hakîkati kabul etmeyen kişi gerçek sevgiden hak sevgisinden mahrum kalır. Bir sevmek bir de sevilmek var Allah’ı sevmek, Allah’a sevilmek bizim aslî görevimizdir. İşte Rızâ-i İlâhî de buradadır. Allah seni sevdiğin zaman senden râzı demektir rızâsını kazanmışsın demektir. Bunun için kıymetli dostlar, dinin başı muhabbettir, sevgidir. “Kişi dostunun yani sevdiği dostunun dini üzeredir, onun için her biriniz iyi bakın kime dostluk ediyor, kiminle sevişiyor?” buyurmuş Sevgili Peygamberimizden ki, bu haberin kaynağında Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ahmed Bin Hanbel bulunmaktadır.(Rahmetullâhi Aleyhim Ecmaîn). Demek ki “kişi dostunun yani sevdiğim dostunun dini üzeredir, onun için her biriniz iyi bakın kime dostluk ediyor, kiminle sevişiyorsunuz?” Eğer dostluk ettiğin kişi hak sevgiden uzak, Hak’tan hakikatten uzaksa sende yanlış sevgiyle yanlış birini seviyorsan, yanlış birine sevdiriyorsan kendini Allah sevgisi, hak sevgiden îmân ve İslam şeriat sevgisinden mahrum isen işte ortada burada sevgi de  bu yanlış sevgi de kişiyi sapıtır.

 

Dakika 45:05

 

Meselâ putperestler putlarını severler. Nedir o? Şirktir, adı sevgi ama ebedî seni cehenneme götüren bir bâtıl, küfür, şirk inancının sevgisidir. Bâtılın sevgisi, şirk sevgisi, küfür sevgisi. Haram sevilir mi? Sevilmez. Günah sevilir mi? Sevilmez. Aklın başına al! Kimi nasıl sevdiğine de bak, meşrû sevgi İslam’ın ortaya koyduğu Allah sevgisi, öbürleri meşru olarak İslam’a uyan Allah için sevgilerdir.  (قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ) “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olunuz ki Allah da sizi sevsin, günahlarınızı mağfiret etsin Allah Ğafûr ve Rahîm’dir.” Şimdi burada kime diyor Cenab-ı Hak? (قُلْ) De ki diyor bak, (إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ) Eğer Allah’ı seviyorsanız diyor Peygamber Muhammed’e tâbî olun da Allah’a öyle  hareket edin. Muhammed tâbî olmadan, Allah’ı kimse seviyorum dese de yalan söylüyor. Niye? Hazreti Muhammed’in getirdiği şeriata, onun Peygamberliğine tâbî olacaksın. Ne diyor? (فَاتَّبِعُونِي) Bana tâbî olun ki diyor bunu kim söylüyor; Allah emrediyor, Habîbim insanlığa böyle söyle ümmetine söyle sana tâbî olsunlar Allah’ı seviyorum diyenler. (يُحْبِبْكُمُ اللّهُ) o zaman Allah sizi sever Muhammed’e tabi olmadan getirdiği yüce ilkeleri İslam nizâmını, İslam şeriatını kabul etmeden ne Allah sevgisi vardır, ne Peygamber tâbî olma vardır, ne de ben Peygamberin yolunda yürüyorum desen de kendini kandırmış olursun. Peygamberine tâbî olacaksın eğer Allah’ı seviyorsanız. Kim diyor bunu? Yüce Allah söylüyor. Nerede söylüyor? ‘’Âli İmrân Sûresi 31’inci âyetinde’’ aç Kur’an-ı Kerimi iyi bak! Ancak âlimler sevgiyi tabiî ve aklî olmak üzere ikiye taksim etmişlerdir. Tabiî sevgi, yaratılışa uygunluktur. Aklî sevgi gâye de bir hayır ve fayda idrâkinden doğar ki, sağlık için ilacı sevmek olabileceğinden gâyeye nazaran tabiî başlangıcına nazaran aklî ve mecâzî bir sevgi demek olur. Bundan dolayı başlangıcı elde edilmiş olmak itibarıyla o da kazanılmış sayılır ve bu yönden bu şuurlu sevgi îmân ve terbiyenin kazanılması itibarıyla önemi haiz olur. Nitekim Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) “Ya Rasûlallah! Sen bana iki yanım arasındaki nefsimden başka her şeyden sevgilisin” demişti. Rasûlullah “Ben sana nefsinden de daha sevgili olmadıkça îmânın tamam olmaz” buyurdu. Bunun üzerine Hazreti Ömer hemen: “Vallâhi sen bana iki yanım arasındaki nefsimden daha sevgilisin” dedi. Rasûlullah da, “şimdi ya Ömer! Îmânın tamam oldu” buyurdu.

 

Dakika 50:05

 

İşte Hazreti Ömer’in böyle bir an içinde sevgisini artırarak yemin ile ikrâr verebilmesi bunun gibidir. Bununla beraber her iki takdirde de sevginin kendisi bir akıl işi değil, doğrudan doğruya Allah’u Teâlâ’nın verdiği bir özel bir histir, hak vergisidir. Allah’ın sevdirmediği şeyler düşünmekle sevilmez, ancak Allah’ın sevdirdiği şeyler bilinmek, düşünülmek sayesinde akıl ile tecrübe ile sevgisi şuuruna erebilir. İşte böyle îmânın esası bir sevgi ile ilgili olduğu, sevgi de Allah’ın bir vergisi bulunduğu için burada buyuruluyor ki; Allah size îmânı sevdirdi, yani o sayede Rasûlullah’a îmân ettiniz. (وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ) Ve onu o îmânı kalbinizde güzelleştirdi, süsledi gereğince amel edip, Peygambere itaat ettiniz. (وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ ) Ve küfrü ve fıskı ve isyanı size çirkin iğrenç kıldı. Onun için onlardan sakınınız.

 

Küfür: Îmânın karşılığı inkâr ile Allah’ın nimetlerini örtmek, yok saymaktır. Bakın küfür inkâr ile Allah’ın nimetlerini örtmektir.

 

Füsûk, esasen çıkmak demektir. Çoğunlukla doğruluk ve itaatten çıkışa füsûk, fasıklık yani sözlü ve fiili îmânın gereklerine uymamak mânâsında kullanılır. Füsûk, yani fısk fâsıklık… Burada küfür îmâna; füsûk ve isyânda îmânın tezyinine, güzelleştirilmesine karşılık demek olduğundan füsûk yalancılık ve doğruluk ve itaatten çıkmak isyânda emri terk ile fiilen taattan çıkmak mânâsında olması daha uygun görülmüştür. Fâsık, sözü îmân yönünde olmayan (إِن جَاءكُمْ فَاسِقٌ) âyetinde fâsık sözü îmân yönünde olmayan bir yalancı yahut büyük günah işleyen bir günahkâr demek olur. (أُوْلَئِكَ) İşte onlar öyle îmânı sevip Peygambere îmân eden ve kalplerinde îmân ziynetlenip gereğince amel ederek doğrulukla itaat eden ve küfrü, füsûku, isyanı iğrenç görüp, îmânın gösterdiği yönde doğruluk ve itaatten ayrılmayan kimselerdir ki (هُمُ الرَّاشِدُونَ) ancak rüşt sahibidirler. Hak yolunda sarsılmadan doğru giden kimselerdir. Cenab-ı Hak bizi Raşidinden eylesin.

 

Rüşd, hak yolunda sağlam ve sabırlı tam bir isabetle dosdoğru gitmektir.

 

(فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَنِعْمَةً) Allah’ın lütuf ve nimetinden, yani o rüşd yahut hep bu zikrolunan sevdirme ve kötüleme ve Allah’ın lütuf ve nimetinden olarak cereyan etmektedir.

 

Dakika 55:10

 

Bunun için (أُوْلَئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ) “işte onlar doğru yolda olanlardır.” (وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ) “Allah Alîm ve Hakîm’dir her şeyi bilir, lütuf ve nimeti de hikmetiyle verir. Yani ne verirse lütuf nimetini verir ama hikmetiyle verir. İbnü Revaha ‘’Hazreç Kabilesinden’’ İbni Übeyy ’’Evs Kabilesinden’’ olduklarından iki kabileden birtakım kimseler, silahsız olarak elleriyle, pabuçlarıyla, sopalarla dövüşmeye başlamışlar, bunun üzerine bu âyet inmiş. Hangi âyet iniyor? Cenab-ı Hak (وَإِن طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُو) “Ve eğer  mü’minlerden iki grup vuruşurlarsa…” diyor Cenab-ı Hak işte bu âyet iniyor. İbn-i Cerîr ve İbn-i Ebî Hakîm’in Süddî’den rivâyetlerine göre: Ensâr’dan İmrân nâmında bir zâtın Ümmü Zeyd adında bir hanımı vardı, kadın yakınlarını ziyaret etmek istemiş, kocası göndermemiş ve onlardan kimsenin gelmemesi için de evinin üst katında hapsetmişti. Kadın ailesine haber göndermiş onun üzerine kavmi gelmiş oradan indirip götürmek istemişler, kocası da çıkmış kendi kavminden yardım dilemiş, bunun üzerine amcasının oğulları gelip kadın ile ailesinin aralarına girmeye çalışmışlar, onlarda müdafaa etmekle dövüşmüşler. Bu âyet-i kerime inmiş, Rasûlullah adam göndermiş barıştırmış, taraflar Allah’ın emrine dönmüşler, yanlıştan vazgeçmişler. Bu haber kaynağında da Suyûtî, Taberî bulunmaktadır.

 

Sevgili dostlarımız,

 

Birde Bağy’dan bahsediliyor; Bağy: haksız yere yükselmek isteyerek düşmanlık etmektir. Haksızlıkla üste çıkmak sevdasını beslemenin adına bağy denmektedir. Fahrettin Râzî (Rahmetullâhi Aleyh ve Aleyhim Ecmaîn) işaret eder ki, bu savaş, saldırgana had cezâsı gibi, saldırmayı tek hâlinde de uygulanacak cezâ değildir. Dönünceye kadardır, saldırganı önlemek gibidir. Onun için saldırganın vazgeçmesi hakkındaki emre dönünce, artık savaşmak câiz olmaz haram olur demiştir Fahrettin Râzî. Kıymetli dostlarımız, sulh yapınız (فَأَصْلِحُوا) yani İslam dini kalplerde barış, ruhlarda barış, ailede barış ve mahallede, şehirde, devlette ve millette ve bütün dünyada barışı Yüce İslam egemen kılmış ve kendisi barış dinidir. Ama hak hâkim olmadıkça bir kalbe, îmân ruhlara egemen olmadıkça burada barıştan, sulhtan, sükûnetten, huzurdan, emniyetten söz edilemez. Hakkı, adâleti, gerçeğini ve sosyal adâleti evrensel sevgi ve merhameti egemen kılacaksın ki, işte ortaya gerçek barış çıkacaktır. Gerçek barışın, adâletin adı  İslam’dır.

 

Dakika 1:00:25

 

Bunun için emir yetkisi kendilerinde olan velâyet sahiplerine de burada kesin görev veriliyor. Emir sahipleri kesin olarak barışı sağlamak için görevlerini yapmaları gerekiyor. (فَأَصْلِحُوا) buyruluyor. Sulh yapınız, barışı gerçekleştiriniz. Bu vücub ifade etmektedir hükümet adamlarına kesin görevdir, barışı sağlamak zorundadırlar. Çünkü bu savaşa müdahale ile barış yapabilme kudreti yalnız ferdî bir kudret olarak düşünülmez, bu devletin gücünü barış uğrunda, yolunda kullanmak zorundadır. Fakat herhangi bir şekilde barış ve savaş yapmaya yetkili olanlar hakkında farz-ı kifaye olmak üzere ümmetin tamamına hitap olması (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ) “Ey îmân edenler” çağrısının zâhirine daha uygundur. Yani üzerinde barışa katkısı olacak herkes barışa katkıda bulunmalıdır. Nitekim Hakîm ve Beyhâkî’nin rivâyetlerine göre Abdullah Bin Ömer (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri ben şu “vazgeçen saldırgana savaş açmadığından dolayı iş bu (وَإِن طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُو) âyetinde nefsimde bulduğumu hiçbir şeyden bulmadım” demiştir. Yol kesicilik, saldırganlar hakkında Fıkıh kitaplarında özel bölüm vardır.

 

(فَأَصْلِحُوا) “Adâlet yapınız” emri gibi şu da bütün mü’minlere umum ifade eder. (إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ ) “Bütün mü’minler ancak kardeştirler.” Zirâ hepsi ebedî hayata sebep olan îmân esasında birleşir din kardeşidirler. (فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ) “Onun için iki kardeşiniz arasını düzeltin”. (وَاتَّقُوا اللَّهَ) Allah’tan korkun. Allah’ın korumasına O’nun sulh ve barış olan İslam’ın Yüce nizâmına, O’nun emniyetine girin Allah’a teslim olun, emrine itaat edin, isyân etmeyin. Mü’minlerin kendi aralarında barış ve iyilik bulunmazsa, kardeşlikleri kuvvetli olmazsa inkârcılara karşı mücadele edemezler barışı sağlayamazlar. Kendi işimde birliği, barışı sağlayamayan dünyada mı barışı sağlayacaktır? Müslümanlar kardeştir kendi içinde birliği, barışı sağlayacak ki dünyada da barış sağlanması için çalışılacaktır. (لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ) “Umulur ki rahmete erdirilesiniz.” İşte yüce İslam’ın yüce ahlâk  prensiplerine sosyal yapısına bir bakın, evrensel bir adâlet, evrensel bir barış, evrensel sevgi ve merhamet olduğunu görürsünüz.

 

Dakika 1:05:00

 

بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

 

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْراً مِنْهُمْ وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُنَّ خَيْراً مِنْهُنَّۚ وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِۜ بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ﴿١١﴾

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يراً مِنَ الظَّنِّۘ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضاًۜ اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتاً فَكَرِهْتُمُوهُۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ رَح۪يمٌ ﴿١٢﴾

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَـبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪ير﴿١٣﴾

قَالَتِ الْاَعْرَابُ اٰمَنَّاۜ قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلٰكِنْ قُولُٓوا اَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْا۪يمَانُ ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَاِنْ تُط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُمْ مِنْ اَعْمَالِكُمْ شَيْـٔاًۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٤﴾

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ ﴿١٥﴾

قُلْ اَتُعَلِّمُونَ اللّٰهَ بِد۪ينِكُمْ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿١٦﴾

يَمُنُّونَ عَلَيْكَ اَنْ اَسْلَمُواۜ قُلْ لَا تَمُنُّوا عَلَيَّ اِسْلَامَكُمْۚ بَلِ اللّٰهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ اَنْ هَدٰيكُمْ لِلْا۪يمَانِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿١٧﴾

اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ﴿١٨﴾

 

صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ

 

 

Ey îmân edenler! Bir topluluk bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlarda kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakâplarla çağırmayın. Îmândan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kimde tövbe etmezse işte bu kimseler zâlimlerdir.

 

Ey îmân edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin, gıybet etmeyin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O hâlde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.

 

Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.

 

Bedevîler inandık dediler. De ki; Siz îmân etmediniz ama “İslam olduk.” Deyin. Henüz îmân kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve Rasûlüne itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

 

Gerçek mü’minler ancak Allah’a ve Rasûlüne îmân eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.

 

De ki: Siz dininizi Allah’a mı öğretiyorsun? “Haşa!” Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

 

Onlar İslam’a girdikleri için sana minnet ediyorlar. De ki Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Bilakis sizi îmâna erdirdiği için Allah sizin başınıza kakar. Eğer doğrulardan iseniz (Allah’a minnettar olmanız gerekir).

 

Dakika 1:10:36

 

Şüphesiz Allah Celle Celâlühü göklerin ve yerin görünmeyen esrarını bilir. Allah yaptıklarınızı görür.

 

Bilâl-i Habeşî, Habbâb, Ammar, Süheyb Ebû Zer, Sâlim, Mevlâ, Huzeyfe gibi kimselerle müşrikler alay etmişlerdi. Bunları inanmış, samîmî, değerli Müslümanlar gariban kimseler. Yüce İslam bütün garibanları kucaklar bağrına basar. İslam’da dünyaya doğar doğmaz, garibanları kucaklamış bağrına basmıştır, yetimleri kucaklamış bağrına basmıştır, yoksullara kucaklamış bağrına basmıştır. İslam evrensel merhamettir. Zâlimin hakkından gelir ve bütün hak sahiplerinin de hakkını korur, herkese hakkını verir. Bu haberin kaynağından Suyûtî, Âlûsî bulunmakta bu haberin nakletmektedirler. Âişe Annemiz (Radıyallâhu Anha)’dan Zeynep Binti Huzeymete’l Hilâliyye’yi kısalığından dolayı eğlenmişti. Bunun gibi Hazreti Âişe ile Hz. Hafsâ Annelerimiz Ümmü Seleme Hazretlerini kısa diye konuşmuşlardı. İbn-i Abbas’tan: Hazreti Hatice Binti Hüyey Rasûlullah’a gelmiş, kadınlar bana: “Ey Yahûdî kızı Yahûdî!” diye söz atıyorlar demiş. Rasûlullah’ta: Babam Hârun, amcam Mûsâ zevcim de yani kocam, efendim de Muhammed Mustafa niye demedin? Buyurmuştu. Şu da rivâyet olunmuştur ki; Sâbit Bin Kays’ın kulağında biraz ağırlık vardı, Rasûlullah’ın meclisine geldiği vakit işitsin diye yer açarlardı. Bir gün gelmiş açılın diye Rasûlullah’ın yanına kadar varmıştı, bir zâta çekil dedi, o aldırmadı, bu kim? Dedi. O zatta ben filanım, filanım dedi. Hayır, sen filan kadının oğlusun diye câhiliye de ayıplanan bir kadın söyledi. Adamcağız mahcup oldu, bu âyet inince Sâbit bundan sonra kimseye karşı haset ile de iftihar etmem, dedi. Bir de Ebû Cehil’in oğlu İkrime Müslüman olmuştu, bazı kimseler ona “bu, bu ümmetin firavun ’unun oğlu” demişlerdi, gücüne gitmiş, Rasûlullah’a şikâyet etmişti işte bu âyet bu sebeple indi. Kurtubî demiştir ki; alay etmek; hakaret ve horlamak ve gülünecek şekilde ayıp ve kusura dokunmaktır. Bazı fiilini veya sözünü hikâye ve işaret veya îmâ ile yahut lakırdısına veya işine veya herhangi bir kusuruna veya suratına gülmek ile de olur…

 

Dakika 1:15:05

 

Diğer bir tarife göre bir şansı huzurunda görünecek şekilde sözle veya hareketle tahkir etmek, küçümsemek mahcup etmek bunlar kökünden yasaklanmıştır. Bu âyetlere iyi bakın, Yüce Allah İslam ahlâkının en mükemmel şekilde yaşanmasını emrediyor. Bu haberlerin kaynağında Kurtubî’yi görüyoruz ve Alûsî’yi, Suyûtî’yi görüyoruz. Kamûs’un ifadesine göre eğlenmektir. Kimse kimseyle küçümseyip eğlenemez. Râzî burada kastedilen mânâya göre bunu şöyle tarif etmiştir: “Mü’min kardeşine tazim ve hürmet gözüyle bakmayıp, derecesinden düşünerek iltifat etmemektir ki, kardeşinizi tahkir etmeyin, küçültmeyin demektir”. Kavim demek aslında kaimin çoğulu veya mastarla isimlendirme gibi iş gören kendilerini savunmaya kalkışabilecek yani girişebilir erkek topluluğuna denir. “Kavim” ve “kadın” kelimelerinin nekre (belirsiz) oluşu, yasaklama da genellik ve umum ifade etmesi içindir. Bütün erkekleri, bütün kadınları gerçek ahlâka Cenab-ı Hak dâvet ediyor ve gerçek ahlâkı emrediyor, kötü ahlâkı ortadan kaldırıyor. Kimse kimseyi küçümseyemez.  İslam’ın yalnız fertlere değil birçok kavimlere yayılacağını bir hatırlatmadır. İkinci olarak alaya alma işinin zararının büyük olup ona tek başına bir erkek veya kadının devam edemeyeceğine de işarettir. Üçüncü olarak, alay eden veya maskaralık yapan kişinin yanında çoğunlukla gülüp eğlenecek ve bu şekilde ona arkadaş olacak kimselerin eksik olmayacağına ve bu yüzden tek kişinin topluluğa dönüşerek işin büyüyebileceğine de işaret eder. Netice olarak hiçbir mü’min topluluk, hiç bir mü’min kavim ile eğlenmesin alay etmesin. Belki onlar kendilerinden daha hayırlı olurlar. Sen hayrın kimde olduğunu biliyor musun? Kendini üstün görmeye çalışıyorsan bu bir enâniyet, kibir, gururdur en kötüsü budur en azından en kötülerdendir. Kibir, gurur olan insan cennete giremez. Mü’minler birbirini küçümseyemez. Olabilir ki, eğlenilen Allah yanında o eğlenenden da hayırlı olsun, çünkü insanlar yalnız görülebilen halleri bilebilirler, iç yüzünde gizli yönleri bilemezler. İhlâsı kalplerin takvâsını bilebilmek ayrıca firaset ister. Allah yanında tartı tutacak olan ise vicdanların ihlâsı, kalplerin takvâsıdır ki buranın değerini de Allah’u Teâlâ verir dereceyi o bilir. İnsanın ilmi ise onun Allah yanında tartısını tartmaya iki kalbin gizli meyillerini ölçmeye yeterli değildir. Onun için kimse dış görünüşe bakıp da gözünün kestiğini horlamaya, eğlenmeye cüret etmesin. Eğer Allah yanında vakarlı, saygılı olan bir şahsa hakaret etmiş olursa nefsine ne büyük zulmetmiş olur.

 

Dakika 1:20:15

 

Bununla birlikte… “Kadınlar da kadınları alaya almasınlar, belki onlar kendilerinden daha iyidirler”. (وَلَا تَلْمِزُوا أَنفُسَكُمْ) “Ve kendi kendinizi ayıplamayın”.

Lemz: mü’minlerin hepsi bir nefis gibi olduklarından bir mü’mini ayıplayan kendi nefsini ayıplanmış gibi olur. İslam’da Müslümanlar birbirini ayıplamak, kötülemek, yermek bunları şanlı Kur’an yasaklamıştır. Kendi nefsini ayıplamış olur, çünkü her Müslüman birbirinin kardeşidirler. Birinci mânâ kardeşlik noktasından daha samîmî, ikinci mânâ izzet-i nefis, şeref açısından daha temiz ve güzeldir.

 

Lakâplarla da atışmayın.

 

Lakâp nedir? Övmeye veya kötülemeye işaret eden isim veya vasıftır. Kötülüğe işaret eden lakâplar çirkin lakâplardır, bu da şiddetle yasaklanmıştır.

 

Nebz: Övgü ve saygıyı ifade eden güzel lakâplarla anmak yasak değildir, kötü lakâplarla anmak yasaktır. Keşşâf ’ta der ki; Hazreti Peygamberden rivâyet edilmiştir: “Mü’minin mü’min kardeşi üzerindeki hakkından birisi de onu en sevdiği ismiyle çağırmasıdır.” Onun için künye koymak sünnetten ve güzel hareketlerdendir. Yani kardeşinin seveceği künyeleri koyabilirsin seveceği künyelerle anabilirsin. Ama onun sevmeyeceği lakâpları ona veremezsin. Hz. Ömer (Radıyallâhu Anh): “Künyeleri yayın, çünkü uyarıcıdır” demiştir. Gerçekte Hz. Ebû Bekir Atîk ve Sıddık, Hz. Ömer Fâruk, Hz. Hamza Esedullah, Halid Bin Velid Seyfullah  lakâplarıyla lakâplanmışlardır. Sahâbenin her birisini çok kıymetli lakâpları vardır. Kötü lakâp takmayı isteyenler fısk yapmış ve böylece kendilerine fasıklığı uygun görmüş olurlar. Bir de isim yani zan ihtimâl üzere bir hüküm olduğundan bir kısmı hakka hiç isabet etmez. Aleyhine hüküm, bühtan ve iftira ve bundan dolayı bir vebal olur. Özellikle zannın kaynağı yalnız nefsi işler olduğu zaman hata daha büyük olur. Allah’a ve mü’minlere güzel zan gibi vacip olan da vardır. Erkek ve kadın mü’minlerin bu iftirayı işittiklerinde kendi vicdanlarıyla iyi zanda bulunup da yok Müslümanlar böyle bir şey yapmaz deyip toz kondurmamak birinci görevimiz olmalıydı. (Ene inde zanni abdi bi) “Ben kulumun bana zannı yanındayım” diye rivâyet olunmuştur bir Hadis-i Kutsi de.

 

Dakika 1:25:00

 

Buhârî’de, Müslim’de, Tirmizî’de ve diğerlerinde rivâyet edilmiştir. Yine: “Her biriniz ancak Allah’a iyi zanda bulunarak ölsün.” (layemut enne ehadükküm illâ vehüve yuhsinun zanne lillahi) buyurulmuş. “İyi be güzeli zan îmândandır.” Sonra geçime ait hususlarda olduğu gibi mübah olan zanlar da vardır. Lâkin zannın bir kısmı da haramdır. Yakin vacip olan ilâhî hususlar da ve Peygamberlik konusunda zan haram olduğu gibi Allah’a ve iyi kimselere karşı kötü zanda haramdır. İyi zan var iken hüsnü zan varken niye kötü zanda bulunuyorsun ki Müslüman kardeşine?

 

(innallahe harrame minel müslimi nemehu ve erdahu ve eyyuzinne bihi zannes sui)

 

“Allah’u Teâlâ Müslümanlardan kanını ve ırzını ve kendisine kötü zanda bulunulmasını haram kılmıştır.” Bu haberlerin kaynaklarında da kıymetli muhaddislerimiz bulunmaktadır. Müslim, Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce, Ahmed Bin Hanbel gibi zât-ı muhteremler bulunmaktadır ve yine Kurtubî bu haberlerin naklini yapanlardadır.

 

Cenab-ı Hak Müslümanların birbirlerine karşı gerçek kardeşliğini ifade eden, gerçek İslam’ın yüksek ahlâkını taşıyan, büyük hasletlerle yaşayan, iki cihânda mutlu kullarından eylesin. Herkes hak ve bâtılı açık belirtileriyle seçmeden ve iyi araştırmadan ve düşünmeden zanna cüret etmesin. Çünkü kötü zan Müslümanları perişan eder. Açıkta bir sebebi ve doğru bir işareti bulunmayan zan haramdır. Kaçınmak gerekir, bundan dolayı bilinmeyen bir adama iyi zan vacip olmasa bile kötü zanda câiz olmaz. Fakat fısk ve fücur ile tanınan kimselere kötü zan haram olmaz. Şimdi câsus gibi inceden inceye yoklayıp araştırmayın da açık olanı tutun, Allah’ın örtüsünü örtün (وَلَا تَجَسَّسُوا) tecessüs de etmeyin. Müslümanların gizli yönlerini araştırmaya kalkmayın.

 

Tecessüs, cess’ten tefeüldür ve haber araştırmak mânâsına gelir. “Müslümanların eksiklerini, ayıplarını araştırmayın zirâ her kim Müslümanların ayıplarını araştırırsa Allah’u Teâlâ da onun ayıbını takip eder. Nihâyet onu evinin içinde de olsa rezil rüsva eder”. Rivâyet edilir ki Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh) Medine’de geceleyin karakol gezerdi, bir gece bir evde şarkı söyleyen bir adamın sesini işitti, duvardan aştı içeri girdi, baktı ki yanında bir kadın bir de şarap var. Ey Allah’ın düşmanı! dedi sen günah işleyeceksin de Allah seni muhakkak örtecek mi sandın?

 

Dakika 1:30:03

 

Adam, sen de acele etme ey mü’minlerin emiri! dedi. Ben bir günah işledim ise sen üç konuda günah işledin, dedi. Allah’u Teâlâ (وَلَا تَجَسَّسُوا) “Eksikleri araştırmayın” buyurdu. Sen gizliliği araştırdın. Allah’u Teâlâ (وَأْتُواْ الْبُيُوتَ مِنْ أَبْوَابِهَا) “Evlere ön kapılarından giriniz” buyurdu sen duvardan aştın. Allah’u Teâlâ (لَا تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتَّى تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلَى أَهْلِهَا ) “Kendi evinizden başka evlere geldiğinizi fark ettirip ev halkına selâm vermedikçe girmeyin” buyurdu. Sen benim üzerime izinsiz girdin. Bunun üzerine Hz Ömer (Radıyallâhu Anh): nasıl şimdi sizi affedersem, sizde hayır var mı? Yani sen de beni affeder, tövbe eder misin? Dedi. O da evet dedi. Bu şekilde bıraktı çıktı. Bu haberi naleden Kurtubî ve Suyûtî’dir ve diğerlerinde de yine Tirmizî, Ebû Dâvûd bulunmaktadır.

 

Kıymetli dostlarımız,

 

(بَّعْضُكُم بَعْضًا), (وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا ) “Ve bazınız bazınıza gıybet de etmeyin”. Yani kimse gıybet etmesin. gıybet en büyük günahların arasında bulunur hem de kul hakkı da vardır. Gıybet, kardeşini hoşlanmayacağı bir şeyle anmandır. Dikkat et! Gıybet, kardeşini hoşlanmayacağı bir şeyle anmandır buyurdu. Kim? Sevgili Peygamberimiz. “Ya söylediğim kardeşimde varsa?” denildi. “Eğer söylediğim onda varsa gıybet etmiş olursun ve eğer onda yoksa o vakit ona iftira etmiş olursun” buyurdu. Dikkat et! Onda o varsa senin gıybet ettiğin şey onda varsa bu gıybettir yoksa iftiradır. Bunu söyleyen kim? Sevgili Peygamberimiz. Müslim, Tirmizî, Dârimî, Ahmed Bin Hanbel gibi kıymetli muhaddislerimiz bu haberi rivâyet etmişlerdir.

 

Yine Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve diğerlerinde geçmiştir. Birgivî Tarikat-ı Muhammedi’ye de bu hadisin naklettikten sonra der ki; Gıybet, din ve dünya ayıplarını anılmasını içine alır. Fakat bizim âlimlerimize göre karşındakinin tanınması ve sövme yoluyla olması da şarttır. Kadıhan Fetâvâ’sında “Bir adam, kardeşinin günah ve kusurlarını ona özen gösterdiği için söylerse o gıybet olmaz. O ancak öfke şekliyle sövme kastedilerek anlamaktır diye zikredilmiştir.” Fıskını, zulmünü anarsa yine gıybet olmaz. Lâkin başka bir ayıbını zikrederse gıybet olur. İbn-i Şeyh, Enes (Radıyallâhu Anh) ‘den Hazreti Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’ den buyurdu ki: “Her kim hayâ örtüsünü atarsa artık onun gıybeti yoktur.” Şah damarı çatlamış hayâ utanma kalmamış birinde onun gıybeti yoktur rivâyeti yapılmaktadır. Bunda da Beyhâkî Es-Sünenü’l Kübrâ da rivâyet edilmiştir.

 

Dakika 1:35:12

 

İbn-i Ebi’d-Dünya Behz Bin Hâkim’den, o babasından, o da dedesinden nakleder. “Facir kimseyi insanlar tanırken anmaktan korkacak mısınız? Onu onda olan ile anın ki, insanlar sakınsınlar.” Şeyhler bu iki hadisin zayıf olduğunu söylemişlerdir. Âlûsî der ki; Keşfül Hafâ da bu hadisler zayıftır. Ahmed münker demiş, Beyhâkî bir şey değil demiştir sahîh olsa bile fücurunu ilân eden fâcir hakkındadır. Beyhâkî Es-Sünenü’l Kübrâ. Şimdi adam zaten kendi fâcirliğini açığa vurmuş olduğu için kötülükleri açıkta bilinenler için bu hadis diyor zayıf olsa bile zaten o kötülükleri işleyen adam açıktan yaptığı için bu kendi kendini zaten ifşa etmiş olur. Fakih Ebulleys ’in Tenbih’te dediği gibi kesin olan haramı, helâl saymak olduğu için küfürdür. İkincisi gıybet edip gıybeti, gıybet edilen kimseye ulaşmaktır, bu günahtır, helâlleşmedikçe tövbe de tamam olmaz çünkü eziyet etmiş, kul hakkı oluşmuştur. İbnü Ebi’d-Dünya ve Taberânî’nin Câbir’den rivâyet ettikleri şu hadisin mânâsı da budur: “Gıybet, zinâdan daha kötüdür.” Zinâ çok kötüdür ama gıybette işte o derece de kötüdür. Bunu da Beyhâkî Şuabü’l Îmân’da rivâyet etmiştir. Buyurulmuş; nasıl olur?” denilmiş, Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem buyurmuştur ki: “Adam zinâ eder sonra tövbe eder. Allah mağfiret buyurur, gıybet eden ise gıybet edilen affetmedikçe mağfiret olunmaz. Üçüncüsü, gıybet edilene ulaşmaz. Bu hem kendisine ve hem gıybet ettiği kimseye istifar ederek tövbe etmekle af olunabilir. Bazıları mutlaka helâlleşmeye muhtaçtır demişler, bazıları da mutlaka tövbe ve istiğfar yeterlidir, demişlerdir…”

 

Burada gıybetin kötülüğünü ortaya koymak için zina gibi en kötü bir şey seviyesinde tutulmuştur ki şiddetle zinanın her türlüsünden kaçının gıybetten de şiddetle kaçının diye büyük bir uyarı vardır. Gıybet ile şerefine saldırmak bir ölünün etlerini parçalayıp yemek ve özellikle o saldıranın zannınca da fena ve yemek şeklinde bir canavarlık olmak üzere tasvir buyuruluyor ki, ifadedeki birkaç kez yapılan mübalağalarda dikkatten kaçmayacak kadar açıktır. “Hiçbiriniz kardeşinin ölü olarak etini yemesini sever mi?” (أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا) buyuruyor Yüce Allah Celle Celâlühü. İşte bu iğrenç bir şey olduğu sevgiyle alaka iğrenç bir şeye sevgiyle alaka fiili genelleme ile bir’e dayama hem yalnız insan etiyle değil, kardeşi kardeş eti yemekle, hem de sağ değil, ölü leş hâlinde yemekle temsil ediyor. İnsanın namus ve haysiyetinin eti ve kanı gibi ve belki daha önemli olduğuna işaret ediliyor. (فَكَرِهْتُمُوهُ ) Demek ki ondan tiksindiniz (وَاتَّقُوا اللَّهَ) öyle ise yapmayın Allah’tan korunun, korkun. (وَاتَّقُوا اللَّهَ) Öyle yapmayın Allah’tan korunun demektir. Çünkü Allah Rahîm ve Tevvâb’dır hemen tövbe edin helâlleşin ve bunun çâresine bakın.

 

Dakika 1:40:50

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Visited 135 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}