Tefsir 463-01

463- Tefsir Ders 463 hayat veren nurun keşif notları

463- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 463

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

(Vâkıa Sûresi 1’inci Âyet-i Kerime’den 74’üncü Âyet-i Kerime’ler)

 

Otak, şemsiye, kubbe, aylak gibi türleri vardır. Cennet çadırlarının inciden olduğu nakledilmiştir. Buhârî, Müslim, Tirmizî ve diğerleri Ebû Mûsâ el-Eş’arî ’den Peygamberimizin şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: Çadır içi boş incidir “bürretün mücevvefetün” gökte boyu altmış mildir her köşesinde mü’minin bir ehli yakını vardır, diğerleri onları görmezler mü’min bunları dolaşır. Bir takımlarının da Ebu’d-Derda’dan yaptıkları rivâyete göre: Büyük bir incidir ve inciden yetmiş kapısı mevcuttur. Şüphe yok ki bunlar, Cennet evlerinin sefasını tasvir etmek için yapılan temsillerden ibârettir. Yoksa cennetin güzelliklerinin tamamını burada tarif etmek mümkün değildir. Râzî der ki: “Çadırlar kocalarından başkasına bakmayan hûriler vardır.” Gözler, gönüller öyle güzel ayarlanmıştır ki hepsi zevke, sefaya, mutluluğa güzelliğedir. Olumsuz hiçbir şey göremezsin, bulamazsın ebedî. Cennette mü’min bir şeyi elde etmek için harekete ihtiyaç hissetmez eşya ona doğru hareket eder binaenaleyh o hareket etmeden yiyeceği içeceği gelir. Arzu ettikleri şeyler üzerlerinde dolaşırlar, hûriler evlerde bulunurlar, istedikleri vakit mü’minlere intikalleri çadırlarla olur. Mü’minlerin köşkleri vardır hûriler o çadırlardan köşklere inerler. Râzî’nin gösterdiği bu mânâda ki bu güzelliği ifade edebilmek için meâlde çadırı cibinlik olarak tercüme etmek zevkimize daha uygun olacaktır. Cennet ehli için yorulmak ve çabalamak yoktur dâima nimetler içindedirler. Dünyada insan çeşit çeşittir, kimisi ailesiyle zevkinde bulunur ihtiyacını giderdikten sonra da yıkanmak veya işiyle uğraşmak için gider, kimi de kazancı peşinde koşar elde ettikten sonra ailesine döner. Fakat ilk önce istirahat edip yorgunluğunu dinlendirmek ister. İşte Allah’u Teâlâ cennet ehlinin gerek toplanmadan önce gerek sonra dâima sükûn ve istirahat üzere olup her iki hâlde de yorgunluktan uzak olduklarını beyan için birinde ittiga sakınmayı önce zikretmiş, birinde de sonraya bırakmıştır. (عَلٰى رَفْرَفٍ خُضْرٍ) “yeşil refref” Aslı “raf” gibi yükseklik ifade eden reften türemiştir. Tahtların, karyolaların, yaygıların, perdelerine, sarkan eteklerin yere gelen saçaklarına ve salkım söğüt gibi dalları aşağı doğru sarkan ince ve nazik ağaca ve çadırların eteklerine çayırlık ve çimenliğe de “refref” denir. Hazreti Ali, İbn-i Abbâs ve Dahhâk onun fuzuli mehabis yani yatakların üzerine serilen çarşaf olduğunu naklederken Cevherî: Yapılan ince kumaş, Hasan’ı Basrî: Minder, yaygı ve döşeme olduğunu ileri sürmektedirler.

Dakika: 5:10

Refrefin bunlardan başka, Âsım-ı Canderî’ye göre: Yastık gibi üzerine dayanılan şeyler, Cübbâi’ye göre de: Yüksek döşek gibi anlamları vardır. Ayrıca tahtlardan sarkan pahalı örtüye de refref denildiği ileri sürülmektedir. Râgıb, refref’i bahçelere benzeyen bir nevi mensûcat (dokuma), İbnü Cerîr ve diğer bir grup âlim de Saîd bin Cübeyr’den yaptıkları rivâyete göre onu, cennet bahçesi olarak tavsif etmektedirler ki, Abd b. Humeyd ‘in İbnü Abbâs’tan yaptığı rivâyet de böyledir.“

„Abkar, dolu yani buluttan inen donmuş sudur. Ayrıca abkara, cinlerin sakin olduğu bir yer anlamı da verilmiştir. Bunun için cennetin güzelliklerini, nimetlerini tamamen dünyada anlatmak kolay bir anlatım değildir, çok zordur. Abkar’da döşeme ve diğer nakışların yapılması olmasıdır. (مُدْهَٓامَّتَانِ)“Müdhâmmetân“ın karinesiyle şöyle özetleyebiliriz: Buna göre refref, o yağız yeşil cennetlerin çimeni, abkarîler de cennet ehlinin şimdiki durumda sırrını açıklamak mümkün olmayan güzel elbiseleri olabilir. Otuz bir defa tekrar edilmiş. Ne? (فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِۚ) Bunlardan sekizi yaratılış üstünlüklerinin sayılması ve dünya ile âhirete dâir hususların akabinde, yedisi cehennemin ahvâliyle ilgili tembihlerin peşinde -ki bu rakam, cehennem kapılarının adedine müsavidir- sekizi de ilk iki cennetin vasıflarının ardında -ki bu da cennet kapılarının sayısına eşittir- zikredilmiştir. Bu sûretle şuna işaret edilmiş gibidir ki, ilk sekiz hususa inanıp da gerektirdiği şekilde amel eden kimse, her iki cennete girmeyi hak etmiş ve cehennemden korunmuş olacaktır. Hayr ve bereketin çokluğu mânâsı olacağını söylemişlerdir. „Tebâreke“ fiilinin bu anlamda Allah’ın ismine isnadı uzak değildir. Çünkü onun hürmetine rahmet ve yardım istenir.“ zü’l-celâl ve’l-ikrâm, Tebârekesmü Rabbike  zü’l-celâl ve’l-ikrâm.

Kıymetli dostlarımız, burada Rahman sûresini kısaca keşif notlarını İrşat notlarını verdikten sonra dersimiz Vakıa sûresi ne gelmiştir.

 

Dakika 9:35

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

Kıymetli dostlarımız,

Vâkıa Sûresi Mekkî sûrelerimizdendir, yani Mekke-i Mükerreme ’de inzâl edilenlerdendir âyet sayısı 96, sıra numarası da 56’ncı sıradadır şanlı Kur’an’da, Azîmüşşân olan Kur’an-ı Kerim’de. Bu sûrenin fazileti hakkında size kısa bir öz bilgi verelim; her sûre, her âyet faziletidir. Kur’an-ı Kerim A’dan Z’ye nur ve hidâyet rahmet Kitâbı’dır. Hepsi böyledir her birinin de ayrı ayrı büyük faziletleri vardır. Ebû Ubeyd Fezâil ’de İbnü Daris ve Hâris bin Ebî Usâme, Ebû Yala, İbn-i Merdiyye ve Beyhâkî Şuap’ta İbn-i Mes’ûd (Radıyallâhu Anh) Hazretlerinin şöyle dediğini rivâyet etmişlerdir: Efendimiz Hz Muhammed Aleyhisselâtu Vesselâm’dan işittim şöyle buyuruyordu  dediler: “Kim Vâkıa Sûresi’ni her gece okursa ona ebedîyyen fakirlik isabet etmez.” Bu haberin kaynağında Feyzü’l Kadir bulunmaktadır.

İbn-i Asâkir ve İbn-i Abbâs’tan merfuan aynı hadisi nakletmiştir. Yine İbn-i Merdiye’nin Enes’ten (Radıyallâhu Anhü) yaptığı bir rivâyete göre: Sevgili Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm Hz Muhammed şöyle buyurmuştur: “Vâkıa Sûresi Gına, bolluk, zenginlik sûresidir. Onu çocuklarınıza belletiniz.” Deylemî de Enes’ten şu haberi rivâyet etmiştir: “Kadınlarınıza Vakıa Sûresi’ni öğretiniz zîrâ o bolluk sûresidir.” Tabii bunun bolluğundan faydalanmak için içini-dışını okunmalı, mânâsını anlamalı ve hükmünce îmân ve amel etmelidir. Yoksa başka maksatla için okunursa Kur’an orada Rızâ-ı İlâhî tecellî etmez. Sırf îmân ve Amel-i Sâlih ile birlikte Allah’ın rızâsını kazanmak için çalışmak lâzım. Yoksa Tosya’ya pirince giderken evdeki bulgurdan da olabilirsiniz. Çünkü her yaptığını Allah için yap, yapılmayacakları da Allah için terk et. Yoksa sırf bir mesele için onu okursan aklını başına al! O zaman o meseleye odaklanmış olursun. Ne yaparsan yap ne yaparsan yap Allah verecektir hepsine O bir şanlı Kur’an Allah’ın irâdesine bağlı bir vesiledir, esas rahmeti verecek, rızkı verecek Allah’ın kendisidir Celle Celâlühü.

Dakika 14:22

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

اِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُۙ ﴿١﴾

لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌۢ ﴿٢﴾

خَافِضَةٌ رَافِعَةٌۙ﴿٣﴾

اِذَا رُجَّتِ الْاَرْضُ رَجاًّۙ ﴿٤﴾

وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَساًّۙ﴿٥﴾

فَكَانَتْ هَبَٓاءً مُنْبَثاًّۙ﴿٦﴾

وَكُنْتُمْ اَزْوَاجاً ثَلٰثَةًۜ ﴿٧﴾

فَاَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَٓا اَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِۜ ﴿٨﴾

وَاَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِ مَٓا اَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِۜ﴿٩﴾

وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَۙ﴿١٠﴾

اُو۬لٰٓئِكَ الْمُقَرَّبُونَۚ﴿١١﴾

ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ ﴿١٢﴾

ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ ﴿١٣﴾

وَقَل۪يلٌ مِنَ الْاٰخِر۪ينَۜ﴿١٤﴾

عَلٰى سُرُرٍ مَوْضُونَةٍۙ ﴿١٥﴾

مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِل۪ينَ﴿١٦﴾

يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَۙ﴿١٧﴾

بِاَكْوَابٍ وَاَبَار۪يقَ وَكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ﴿١٨﴾

لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنْزِفُونَۙ﴿١٩﴾

وَفَاكِهَةٍ مِمَّا يَتَخَيَّرُونَۙ﴿٢٠﴾

وَلَحْمِ طَيْرٍ مِمَّا يَشْتَهُونَۜ ﴿٢١﴾

وَحُورٌ ع۪ينٌۙ ﴿٢٢﴾

كَاَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ۬ الْمَكْنُونِۚ﴿٢٣﴾

جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٢٤﴾

لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً وَلَا تَأْث۪يماًۙ ﴿٢٥﴾

اِلَّا ق۪يلاً سَلَاماً سَلَاماً﴿٢٦﴾

وَاَصْحَابُ الْيَم۪ينِ مَٓا اَصْحَابُ الْيَم۪ينِۜ﴿٢٧﴾

ف۪ي سِدْرٍ مَخْضُودٍۙ ﴿٢٨﴾

وَطَلْحٍ مَنْضُودٍۙ﴿٢٩﴾ 

وَظِلٍّ مَمْدُودٍۙ ﴿٣٠﴾

وَمَٓاءٍ مَسْكُوبٍۙ﴿٣١﴾

وَفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍۙ ﴿٣٢﴾

لَا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍۙ﴿٣٣﴾

وَفُرُشٍ مَرْفُوعَةٍۜ ﴿٣٤﴾

اِنَّٓا اَنْشَأْنَاهُنَّ اِنْشَٓاءًۙ ﴿٣٥﴾

فَجَعَلْنَاهُنَّ اَبْكَاراًۙ﴿٣٦﴾

عُـرُباً اَتْـرَاباًۙ ﴿٣٧﴾

اَصْحَـابِ الْيَم۪ينِۜ﴿٣٨﴾

ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ﴿٣٩﴾

وَثُلَّةٌ مِنَ الْاٰخِر۪ينَۜ ﴿٤٠﴾

 

صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ

Dakika 16:00

 

 

Kıymetli ve muhterem izleyenler,

 

Şimdi yüce âyetlerin özlü olarak yüce anlamlarına özlü olarak şöyle bakalım;

 

Olacak vak’a olduğu zaman, yani kıyâmet koptuğu zaman.

Onun oluşunu yalanlayacak kimse yoktur.

O, alçaltıcıdır, yükselticidir. İndirir, bindirir.

Yer şiddetle sarsıldığı

Dağlar serpildikçe serpildiği

Dağılıp toz duman haline geldiği

Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman

Sağın adamları (var ya) ne mutludurlar onlar!

Solun adamları ise ne uğursuzdurlar onlar!

Önde olanlar (var ya), onlar öncüdürler.

İşte o yaklaştırılanlar,

Nimet cennetlerindedirler.

Çoğu önceki ümmetlerden,

Birazı da sonrakilerden…

(Onlar) cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler.

Karşılıklı olarak onların üzerinde yaslanırlar.

Çevrelerinde, ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dolaşırlar.

Kaynağından doldurulmuş, testiler, ibrikler ve kadehlerle.

Ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları gideri

Beğendikleri meyveler,

Canlarının çektiği kuş etleri,

İri gözlü hûriler,

Saklı inciler gibi,

Yaptıklarına karşılık olarak verilir.

Orada boş bir söz ve günaha sokan bir laf işitmezler.

Duydukları söz, yalnız „selâm“, „selâm“ dır.

Sağın adamları, nedir o sağın adamları!

Dalbastı kirazlar,

Meyve dizili muzlar,

Uzamış gölgeler,

Fışkıran sular.

Pek çok meyve arasında,

Tükenmeyen ve yasaklanmayan

Ve yükseltilmiş döşekler üstündedirler.

Biz kadınları yeniden inşa ettik (yarattık).

Onları bâkireler yaptık.

Hep yaşıt sevgililer,

Sağın adamları için bunlar hazırlandı ki burada sağdan maksat; sağduyu ile gerçek îmân ve Amel-i Sâlih sahipleridir. Soldan maksat da; sosyal manada bir sol değil bu Allah’a ve ortaya koyduğu yüce değerlere inanmayanlardır. Amel defterleri de inanların sağından ki bunlar sağcılar, inanmayanların solundan ki bu da inanmayan anlamında solculardır. Herkes amel defterini Cenab-ı Hak bunlarda inanı, inanmayanı burada bize böyle anlatmaktadır.

Dakika 20:00

Bunun için Müslümanlar şunu bilsinler ki: Îmân ve Amel-i Sâlih İslam’ın tamamı sağdır ve sosyal mânâda da yine İslam ile tamamen sağdır. İslam’ın dışında ne varsa İslam dışı bütün hareketler Ashâbu’ş-Şimâl’dir, yani İslam’a inanmayanı da ne yapıyor; kendi sağduyusu değil sol duyusu ile baş başa bırakıyor. Onun için İslam’ın kendisi tamamen sağdır ve rahmettir. Yüce Allah’u Teâlâ’nın kendisi de tamamen rahmeti iktizâsı sağdır. Bundan dolayı burada sosyal, sosyolojik mânâda bir sol anlamı yoktur, inanmayan anlamında bir orada sol kavramı vardır. Bu da İslam’ın dışında olan ne varsa bu Ashâbu’ş-Şimâl’dir. Cenabı Hak Ashâbü’l-Yemîn işte bu sağ tarafından amel defterini alacaklardan, birde Ashâbu’ş-Şimâl sol tarafından amel defterini alacaklardan bahseder Kur’an-ı Kerim. İnanmayanların amelleri sollarından verilir, bu anlamda solcudurlar, inananlar amel defterini sağından alır bu anlamda da b unlar sağcıdırlar. Yoksa dünyadaki sağ-sol kavramlarıyla İslam gerçeğini İslam’daki sağ-sol gerçeğini birbirine karıştırılmamalıdır. İslam hak ve hakîkattir ve tamamen sağdır. Sahte sağ falan İslam’ın dışındaki sahte sağlarda sol anlamdadır. Tabii bunların bu Yüce Allah’ın inanan, inanmayanlar üzerinde verdiği isimlerdir bunlar ki durum anlaşılsın diye. Bir meymeneden bahsediyor bakın (فَاَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ)  Ashâb-ı Meymene yemin yeri yani sağ kol, sağ taraf yahut meymenet, uğur ve bereket mânâlarına gelir. Sağ taraf, meclis ve mahfellerde saygı ve hürmet mevkii olduğuna göre, „Ashâb-ı Meymene“ hürmet makamında bulunan yüksek şeref sahipleri de demek olur. Yani Ashab-ı Meymene; bu sağ kol, sağ taraf anlamındadır. Kur’an-ı Kerim’de bu yüce kelimeler böyle geçer. (مَٓا اَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِۜ ) Amma ne Ashab-ı Meymene uğur ve bereketleri her veçhile gıpta ve hayrete şayandır. (وَاَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِ) Ashab-ı Meş’eme: Meş’eme, şum yeri, yani sol kol yahut yümnün (uğurun) zıddı olan şeâmet ve uğursuzluk mânâlarına gelir. Ashâb-ı Meş’eme de sol tarafta, insanların aşağı tarafında bulunan değersiz yahut kendilerine ve yakınlarına uğursuzluğu dokunan kimseler demek olur. Burada her iki mânâya işaret için de şu vasıf tekrar edilmiştir. (مَٓا اَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِۜ) Amma ne Ashab-ı Meş’eme, ne uğursuz kimseler! Biraz sonra gelecek âyetlerde Ashab-ı meymene’ye ashab-ı yemin, ashab-ı meş’eme’ye de ashab-ı şimâl denilmiştir. Sebebi orada izah edilecektir. Bunların hepsinin önünde olmak üzere bakın (وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَۙ) önde olanlar da öncüdürler ileri geçmişlerdir. İşte ilerici, gerçek ilerici bunlar bu “sabikun” (وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَۙ) Bunlar Yüce Allah’a kullukta îmân ve itaatta hayır yarışlarında en öne geçenlerdir. Peygamberler, Sahib-i Yasin (Habib b. Musa en-Neccâr) gibi îmân edenler. Muhacir ve Ensar’dan sâbikûn-ı evvelin (ilk geçenler) ünvanına sâhib Sahâbîler gibi. (وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَۙ) Mübtedâ ve haberdir. Yani „sâbikun“ adını alanlar, gerçekten sâbikûn vasfını kazanan ve üç sınıfın ilerisinde, kasdettikleri gayeye hepsinden önce ulaşan zatlardır. (اُو۬لٰٓئِكَ الْمُقَرَّبُونَۚ) İşte onlar mukarreblerdir, yani Allah’ın yanında yakınlığına, en yüksek mertebe ve makama erdirilmiş kimselerdir.

Bunlar (ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ ) Naîm cennetleri içerisinde üstün makamlardadırlar. “Çoğu evvelkilerden birazı da sonrakilerden…” ilk öne geçenler Sahâbîlerdendir. Nebi ve Rasûlleri içine alması sebebiyle “Sülle” cemaat, büyük bir grup demektir. (عَلٰى سُرُرٍ مَوْضُونَةٍۙ ) Cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Bunlar köşk cennet köşkleri Mevdûne, altın, inci, yâkut ve elmas gibi mücevher işlemeli, cennet köşkleri cennetteki ziyneti orada ki cennet sarayları oradaki yüksek mevki makamların nimetlerin adı.

 

Kıymetli dostlarım,

Cenab-ı Hak burada birçok nimetleri saydı ve cennet nimetler ile zevki sefa ile dolu bir âlem burada (عُـرُباً) bakın (عُـرُباً اَتْـرَاباًۙ )  (فَجَعَلْنَاهُنَّ اَبْكَاراً) buyuruldu. “Yaratıp da onları hep bekâr kızlar kılmışızdır.” Cennette hep bakirelik vardır orada kimse dul olmaz. Zevki sefasından sonra tekrar yine bakiredir. Hep güzel kadınlar olarak cennete giren artık ebedî güzelleşmiştir ve güzeldir, orada çirkinliklerin adı dahi artık hayâllere bile girmez. Cennete giren ebedî güzeldir. Hep güzel kadınlar olarak (عُـرُباً) güzel kadınlar olarak Urub, arubun çoğuludur. Bu kelimenin üç farklı tefsiri vardır.

Dakika 30:03

Kocalarını çok seven kadınlar. Cilveli, nazlı, edâlı kadınlar. Güzel söz söyleyen kadınlar. Bakın burada bu güzelliklerin tamamı kadına ayrılmıştır ve kadına aittir. Elbette ki kadın ve erkek ebedî Allah onlara güzellik vermiştir. Dünyada insan güzeldir ama cennete daha güzeldir. Her birbirine hepsi birbirine denktirler öyle Cenab-ı Hak onları denkleştirir Cennet-i Âlâ’da. „Cennet ehli cennete tüysüz, bıyıkları henüz terlemeye başlamış, gözleri sürmeli, otuz, otuz üç yaşlarında girerler.“ Bir daha ebedî kimse yaşlanmaz kimse otuz yaşında ki otuz bir olmaz, otuz üç yaşındaki de otuz dört olmaz. Artık orası ebedî gençliğe ayarlanmıştır. Dünya yıpratıcıdır yaşlandırır, yıpratır. Cennet ise, gençliğe sürekli gençlendiren bir âlem öyle yaratmış Yüce yaratıcı öyle lütfetmiştir bu O’nun lütfu ihsânıdır kimse cenneti kazanmakla çalışmakla cennetten bir miktar şöyle bir karış yer alamaz gücü de yetmez. Cennet tamamen Allah’ın lütfudur îmân ve Amel-i Sâlih ve bunun sebebidir yoksa kimse cennetten o hayatın bir dakikasını bir saniyesini alamaz satın alamaz, gücü de yetmez kimsenin. Dünyanın hepsi altın olsa “Yakut Zümrüt” olsa yine kimsenin gücü yetmez cennetten bir karış yer almaya. Onun için herkes Allah’u Teâlâ’nın lütfuna, rahmetinin tecellîsine Rahmeti-Rahim’in tecellîsine iyi baksın. Dünyada Rahmeti-Rahmân tecellî etmiş, öbür âlemde Rahmeti-Rahim cennet ki nimetler tecellî edecektir. Cennet Allah’u Teâlâ’nın Rahmeti-Rahim’idir, O’nun tecellîsidir. Ne demektir? Îmân ve Amel-i Sâlih’i Allah vesile kılarak ne yapıyor; Rahmeti-Rahim’i ile o cenneti ebedî mutluluğu sana veriyor. Bu da Yüce Allah’ın kullarına vermeyi sevmesinin rahmeti önde gidiyor merhameti, lütfu önde gidiyor. Ne yazık ki inkârcılar inkâr etmeselerdi onlarda kazanacaklardı ama ne yazık ki onlar inkâr ettiler, İslam’ı kabul etmediler bu şansı kendileri reddetti. Cenneti reddeden insanın kendisidir, cehennemi kazanan insanın kendisidir. Küfür, şirk, nifâk, zulüm bunlar cehennemi kazanmaktır. İslam’ı reddediyorsun İslam, Allah’ın ortaya koyduğu yüce kânûnlar iyi burada sen Allah’ı ve Allah’ın ortaya koyduğunu reddedersen neyi reddediyorsun? Kendi huzurunu ebedî reddedip cehennemi satın alıyorsun. Karşılığını ne? Küfrün, şirkin ve günahların, nifâkın, zulmün. Yapma bunu! Yüce İslam seni kurtarmaya geldi gel Müslüman ol. İslam’ı İslam’dan öğren belki benden daha iyi öğrenirsin, benden daha iyi bilirsin, daha iyi anlarsın, daha iyi anlatırsın. İslam’ı İslam’dan öğren, Kur’an-ı, Kur’an-ı Kerim’den öğren, Muhammedî şeriatı kendi delilleriyle kaynağından öğren. İllâ biz demiyoruz ki benden öğren, şundan öğren demiyoruz ki. İllâ İslam’ı öğren kendi kaynağından. Bu işi bilenler var meselâ Peygamberimiz, Ashâb-ı Güzin ve Tâbiîn müçtehit âlimlerimiz. İmâm-ı Âzâm dünyanın en iyi İslam’ı bilenlerden birisi. İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Şâfiî, Hanbeli o ekolde yetişmiş dünya Müslümanlarının %99’unu bakın ihtivâ eden ve müntesibi olan bu Ulemâ ekollerde yetişmiş bunlar İslam’ı iyi biliyorlar.

Dakika 35:50

Ve şu anda dünya Müslümanları bunlardan 14 asırdan beri takriben ne yapıyorlar; Bilmeyenler bilenlerden faydalanarak bu iş devam ediyor. Onun için âlimler çok kıymetli âlimlerimiz var, müşterilerimiz var. Önceki çağlarda vardı o gün de o yolu devam ettiren kıymetli âlimlerimiz var. Biz kendine terviç edenlerden değiliz yani aynada kendinden başkasını görmeyenler var başkalarına hele de bu Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâat’e dil uzatan zavallı, câhil, kara câhil kimseler var, mezhepsizliği körükleyenler var. Mezhep taassubu yanlıştır ama mezhepsizlikler mezhepsizlik de İslam’ın önünde en büyük bid’attir. Bunu söyleyen kimler? Bak el-Kevserî böyle diyor yine Şâm Üniversitesinin kıymetli âlimlerinden Profesör Doktor Ramazan el-Buti yine aynısını söylüyor ve daha niceleri söylüyor. Yine “mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür” diyen el-Kevserî gibi kıymetli âlimlerimizdir. Mezhep taassubu delilsiz, ilimsiz, irfânsız mezhep taassubu yanlıştır ama mezhepsizlik bilenle hareket etmeyip bilmeyen Ehl-i Sünnet’in dışında ehl-i bid ’ata tâbî olmak en büyük bid’attir ve İslam’ın önünde en büyük engeldir. Bunu kıymetli âlimlerimiz de söylüyorlar. Onun için birisi mezhepsizliği, câhilliği müçtehit yerine câhillere intisâb etmeyi, ilim yerine bid ’atlara intisâb etmeyi ileri süren kendisini Müslüman gösteren, Müslümana kılıç çeken, Müslümanla savaşan ve İslam’ın birliğini yıkmaya çalışan, emperyalistlerle işbirliği kuran zihniyet nasıl kullanıldığına şöyle bir baksın. Bu zihniyet kullanılıyor İslam’ı İslam dünya barışını bozmak için. “İslam Birliği’nin” olmadığı yerde dünya barışı olmaz. İslam dünyanın evrensel barışadır bunu parçalarsan, bozuk kafaların peşine milleti düşürürseniz, naylondan yapılmış gibi müçtehit taslaklarını sahte kişileri müçtehit gösterirseniz işte ortaya bir kargaşa çıka kaos çıkar bir anarşi çıkarırsınız. Buradan düşmanlar ve şeytanlar faydalanır, insanlık âlemi barışından faydalanır. Barış ne ile olur? Yurtta barış dünyada barış tan önce kalplerde, ruhlarda barış, enfüsî âlemde barış, âfâkî âlemde barış ve yurtta barış cihânda barış…

Dakika 40:00

İslam A’dan Z’ye barış ama câhillere tâbî olarak değil. İslam’ı kendi kaynağından bilerek ve her mü’min birbirini kardeş bilerek. Birbirlerini eksikliğini giderir yanlışlarını giderir ama neyle? Taassupla değil, sen dört mezhepten birine bağlısın ben bilmem neyim diye ötekileri dışlayarak birlik, beraberlik, kardeşlik olur mu? Eline almışsın birkaç hadis öbür hadis-i şeriflerden haberin yok. Birkaç âyet durmuşsun öbürlerinden haberin yok. Müçtehitlerimizin bunların hepsinden haberi var, camiadan haberi var. Senin neden haberin var? Birkaç şeyden haberin var o bir o bir kaçını da ne yapıyorsun; Birkaç hadisle öbür hadis-i şerifler ile savaşıyorsun. Bir hadisi öbür hadise kılıç olarak kullanıyorsun, öbürlerini yok etmeye çalışıyorsun, içinden birkaç âyet almışsın öbür âyetlere tırpan atmaya çalışıyorsun. Bu mu senin Müslümanlığın, bu mu birlik, beraberlik? Ve kendini de bilmem şu veya bu göstermeye çalışıyorsun. Öyle şey yok İslam bir bütün dünyanın cenneti, barışı, sosyal adâleti, kardeşlik ve sevginin deryânın evrensel sevginin ve insanlığı merhametle kucaklayan ilâhî bir kurum ve müessesedir İslam dini. Bu senin kendi beynindekini sadece İslam diye göstermeye ne haddin var. Senin bir avuç beynin var birkaç şey öğrenmişsin öteden haberin yok. Kur’an-ı Kerim’in tümünü kucakla, hadis camiasının tümünü kucakla müçtehitlerle hareket et. Cahilliği bırak bilenlerle hareket et. Yüce Allah ne diyorsa onu yap, Peygamber ne diyorsa onu yap. Benim dediklerimi Kur’an’a, sünnete aykırıysa hiçbirini yapma. Ama Kur’an’ın, sünnetin, icmânın, kıyasın dediklerini ve maslahat neyi gerektiriyorsa, İslam dini faydalı celb eder, zararı def eder. Yüce İslam’ın maslahatı neyi gerektiriyorsa onu hep beraber birlikte yapmamız gerekiyor bir bütün olmamız gerekiyor. Dünyaya barışı, adâleti getirelim. Yüce İslam yeryüzüne bunun için Allah’ın tecellîsi en büyük lütfudur ebedîyyû’l-ebed insanlığı kurtaran bir kurtarıcıdır.

ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ﴿٣٩﴾

وَثُلَّةٌ مِنَ الْاٰخِر۪ينَۜ ﴿٤٠﴾

وَاَصْحَابُ الشِّمَالِۙ مَٓا اَصْحَابُ الشِّمَالِۜ﴿٤١﴾

  ف۪ي سَمُومٍ وَحَم۪يمٍۙ ﴿٤٢﴾

وَظِلٍّ مِنْ يَحْمُومٍۙ﴿٤٣﴾

لَا بَارِدٍ وَلَا كَر۪يمٍ﴿٤٤﴾

اِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذٰلِكَ مُتْرَف۪ينَۚ﴿٤٥﴾

وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنْثِ الْعَظ۪يمِۚ﴿٤٦﴾

وَكَانُوا يَقُولُونَ اَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ﴿٤٧﴾

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَ﴿٤٨﴾

قُلْ اِنَّ الْاَوَّل۪ينَ وَالْاٰخِر۪ينَۙ﴿٤٩﴾

لَمَجْمُوعُونَ اِلٰى م۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍ ﴿٥٠﴾

ثُمَّ اِنَّكُمْ اَيُّهَا الضَّٓالُّونَ الْمُكَذِّبُونَۙ﴿٥١﴾

لَاٰكِلُونَ مِنْ شَجَرٍ مِنْ زَقُّومٍۙ ﴿٥٢﴾

فَمَالِـؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۚ﴿٥٣﴾

فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَم۪يمِۚ﴿٥٤﴾

فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْه۪يمِۜ﴿٥٥﴾

 هٰذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدّ۪ينِۜ﴿٥٦﴾

  نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ۟﴿٥٧﴾

 صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ

Dakika 44:25

 

Kıymetli dostlarım,

Birçoğu öncekilerdendir.

Birçoğu da sonrakilerdendir. Kimler bunlar? Ashâb-ı yeminlerdir.

Solun adamları, nedir o solcular!

İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar şu içinde,

Kapkara dumandan bir gölge altındadırlar.

Ki ne serindir, ne de faydalı. Neden böyle bunlar, bu solcular neden buradalar? Nedeni; işte Kur’an-ı Kerim’in 45’inci âyetiyle devam ediyor.

Çünkü onlar bundan önce varlık içinde sefâhate dalmışlardı. Zevki sefaya daldılar hakîkati tanımadılar. Sağcı görünüp de bunu yapanlar da aynı adamlardır. Bunlarda bu anlamda solcudurlar.

Büyük günahı işlemekte ısrâr ediyorlardı. Bakın solcu olmak için bu anlamda sol anlamda değil, bakın büyük günahı işlemekte ısrâr ediyorlardı. Şimdi bunlar hem zevki sefa içinde onun-bunun hakkını sömürerek yaşıyorlar, hem de büyük günah işlemekte ısrâr ediyorlardı.

Ve diyorlardı ki: „Biz ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz?“ Bakın solcu olman için ölünce dirilmeye inanmaman gerekiyor. Bu anlamda solcular cehennemdedirler ama sosyal anlamdaki solcular bu kapsamın dışındadırlar. Sosyal kelimesi ayrı, bu anlamda solcu kelimesi ayrıdır. Solcu kelimesinin adı Ashâbu’ş-Şimâl ’dir. Ne diyor Cenab-ı Hak (وَاَصْحَابُ الشِّمَالِۙ مَٓا اَصْحَابُ الشِّمَالِۜ) bakım böyle başlıyor. Bunlar ölünce dirilmeye inanmıyorlar. Yaratıldıklarını görüyorlar da öldüklerinde görüyorlar dirilmeyi kabul etmiyorlar.

„Önceki atalarımızda mı?“ Yani dirilecek diyorlar.

De ki: Allah cevap veriyor bakın: „Öncekiler ve sonrakiler“ de dirileceksiniz.

„Belli bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır.“ Mezarlarından fırlayacak diriltileceklerdir, mahşere getirtileceklerdir. İsteseler de, istemeseler de.

Sonra siz, ey sapık yalanlayıcılar! Bakın Hakk’ı yalanlıyor bunlar

Sonra siz, ey sapık yalanlayıcılar! (ثُمَّ إِنَّكُمْ أَيُّهَا الضَّالُّونَ الْمُكَذِّبُونَ) İşte bu âyetin anlamı. Cenab-ı Hak üstüne diyor kaynar su içeceksiniz.

Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz.

Karınlarınızı hep onunla dolduracaksınız.

Üstüne de kaynar su içeceksiniz.

Susuzluk illetine tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz.

 

İşte cezâ gününde onlara sunulacak ziyafet budur.

 

Biz sizi yarattık; tasdik etmeniz gerekmez miydi? İşte Ashâbu’ş-Şimâl’e diyor solculara, sosyal mânâda ki solculara değil. Allah’ı ölünce dirilmeyi kabul etmeyen haramda büyük günahta ısrâr eden ve Zevki sefaya dalmış vur patlasın, çal oynasın diyor hak hukûk tanımıyor. Bu anlamda eğer birisi bunları yapıyorsa ben sağcıyım diyorsa hiçbiri bunların Kur’an’daki Ashâb-ı Yemin anlamında sağcı değillerdir hiçbirisi.

 

Dakika: 49:55

 

Onun için Kur’an-ı Kerim sosyal mânâda ki sosyal haklar anlamındaki bir kavramla inanmayan solcu kavramını sahte sağcı kavramına ne yapmış; gerçeği bağlamış, gerçek gerçek İslam’a bağlı olan kişi sağdır. İslam yok sayan inanmayan İslâmî değerlere bu kesin soldur. Ama dediğim inanmamak anlamında haram-helâl tanımamak, ölünce dirilmeyi tanımamak anlamında bir soldur sosyal mânâda bir kavram değildir. Sosyal mânâda ki kavramların anlamı kıymetlidir. Çünkü sosyal adâlet, sosyal düşünce ve insanların sosyal ihtiyaçları bunlar güzel kavramlardır ve bunun içeriği güzeldir ama inanmayanın sıfatı olan Ashâbu’ş-Şimâl’e gelince bunun içeriği korkunçtur. Sâbikuna uymaları sebebiyle sırf fazilet olduğu şeklinde bir mânâ çıkarılabilir. Şimdi Ashâb-ı yemin o öncülere yani önde gidenlere tâbî olmaları yüzünden onlarda kıymetli mevkilere gelirler. Çünkü ilerici olan zihniyeti takip etmektedirler. İslam en ileri en yücedir, en yukarı en ileridir. İslam’da gericiliğin yakından uzaktan bir İslam’la alâkası yoktur.  İnsanlar gerici olabilir ama İslam’da o yok. İslam en yüce, en yukarı, en ileridir. Öncüler, hayırda öncüler olan peygamberler ve mücâhid imamlardır. Ashâb-ı yemin de onlara sadakatle uyanlardır. Burada imamdan kelimesi önder demektir. Hayırda önder olan herkes önderdir, imam kelimesi: önder lider rehber anlamındadır.

 

Kıymetli dostlarımız,

 

Cenab-ı Hak burada da bu yüce gerçekleri duyurdu ve inanmamanın sonucunda amel defterlerinin soldan alınacağı ve cehennemi de boylayacağı ortaya kondu. Sahte sağcılar kendilerini aldatmasınlar. Gerçek îmân, gerçek Amel-i Sâlih, gerçek ilericilik, gerçek yüksek mevkilere doğru tırmanan hayırdan hayra, iyilikten iyiliğe, bilimden bilime koşanlar gerçek îmân ve Amel-i Sâlih ile işte bunlar amel defterinin sağında alan sağcılardır. Bunlar mutlu insanlardır ebedî dünyada da ukbada da.

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

 اَفَرَاَيْتُمْ مَا تُمْنُونَۜ﴿٥٨﴾

  ءَاَنْتُمْ تَخْلُقُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ﴿٥٩﴾

  نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوق۪ينَۙ ﴿٦٠﴾

  عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ اَمْثَالَكُمْ وَنُنْشِئَكُمْ ف۪ي مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٦١﴾

وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْاَةَ الْاُو۫لٰى فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ﴿٦٢﴾

  اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَحْرُثُونَۜ ﴿٦٣﴾

ءَاَنْتُمْ تَزْرَعُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ ﴿٦٤﴾

لَوْ نَشَٓاءُ لَجَعَلْنَاهُ حُطَاماً فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ ﴿٦٥﴾

اِنَّا لَمُغْرَمُونَۙ﴿٦٦﴾

بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ﴿٦٧﴾

  اَفَرَاَيْتُمُ الْمَٓاءَ الَّذ۪ي تَشْرَبُونَۜ﴿٦٨﴾

  ءَاَنْتُمْ اَنْزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ اَمْ نَحْنُ الْمُنْزِلُونَ ﴿٦٩﴾

لَوْ نَشَٓاءُ جَعَلْنَاهُ اُجَاجاً فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ ﴿٧٠﴾

اَفَرَاَيْتُمُ النَّارَ الَّت۪ي تُورُونَۜ ﴿٧١﴾

ءَاَنْتُمْ اَنْشَأْتُمْ شَجَرَتَـهَٓا اَمْ نَحْنُ الْمُنْشِؤُ۫نَ ﴿٧٢﴾

نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعاً لِلْمُقْو۪ينَۚ ﴿٧٣﴾

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ۟ ﴿٧٤﴾

 

Dakika: 55:35

 

 

Attığınız meniyi gördünüz mü?

 

Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz?

 

Aranızda ölümü takdir eden biziz ve bizim önümüze geçilmez.

 

Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir yaratılışta tekrar var edelim diye (böyle yapıyoruz).

 

Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?

 

Ektiğinizi gördünüz mü?

 

Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?

 

Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık. Hayret eder dururdunuz.

 

„Doğrusu borç altına girdik.“

 

„Doğrusu, biz yoksul bırakıldık“ (derdiniz).

 

İçtiğiniz suya baktınız mı?

 

Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?

 

Dileseydik onu tuzlu yapardık. O halde şükretseniz ya! Kim diyor bunları; Yüce Allah söylüyor.

 

O çaktığınız ateşi gördünüz mü?

 

Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?

 

Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlere bir fayda yaptık.

 

Öyleyse büyük Rabbinin adını yücelt, tesbih et Yüce Rabbini yüce ismiyle tesbih et.

 

Kıymetli dostlarımız,

Âyet-i kerimelerde bilimsel birçok keşif edilmesi gereken bilimsel gerçekler bulunmaktadır. Bunlar bir, bir Allah’ın sözleri olduğu için her kelimede derin mânâlar bulunmaktadır.

‘’Elhamdülillahi Rabbil-âlemin vesselâtü vesselâmü alâ Rasûlina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihî ecmaîn’’

 

„Ekini eken kimsenin “Eûzü Besmeleden” sonra bu âyeti okuyup şöyle demesi müstehâp olur: Şimdi

(اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَحْرُثُونَۜ ﴿٦٣﴾) Âyeti okuyorum, Reçberlerin ekin ekenlerin dikkatine! (اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَحْرُثُونَۜ ﴿٦٣﴾) Şimdi ektiğiniz tohumu gördünüz mü? (ءَاَنْتُمْ تَزْرَعُونَهُٓ) Onu siz mi bitiriyorsunuz, (اَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ) yoksa biz mi bitiriyoruz diyor Cenab-ı Hak.  Bu âyeti okuyun.  „Ekini eken kimsenin Eûzü Besmeleden sonra bu âyeti okuyup şöyle demesi müstehâp olur: „Ekini bitiren, yetiştiren Allah Teâlâ’dır.“

 

(Allâhümme salli alâ Muhammed verzükna semarahu ve cenednâ dararahu vecealnâ lien unike mineşşâkirin)

 

„Allah’ım Muhammed’e rahmet eyle ve bizi bu ekinin ürünü ile rızıklandır ve zararından uzak tut. Hem de bizi nimetlerine şükredenlerden kıl.“

Dakika 1:00:00

Bu duanın, ekinleri musibetlerden koruyup bereketlendirdiği ifade edilerek bunun tecrübe ile sabit olduğu nakledilmiştir. Bu haberi nakleden Âlûsî’dir. Kıymetli dostlarımız, bu Yüce Allah’a tevekkülün gereğidir nimetin sahibi yaratan, bitiren, onu nemalandıran Yüce Allah’tır. Bizim O’na görevimizi bilimsel gerçeklerle tam görevimizi yaparak tevekkül etmemiz dua etmemiz kulluğumuzun görevidir kulluğun gereğidir.

Denilmiştir ki, „Her ağaçta ateş vardır. Fakat merh ve afar bu konuda çok meşhur olmuştur.“

“Merh ve afar” dikkat edin burada her ağaçta ateşin olduğunu elektriğin bakın her şeyde elektriğin az veya çok olduğunu bize Kur’an-ı Kerim 14 asır önce daha önce haber vermiştir. İnsanlar keşfe, keşfetmeye çalışmışlar gayret etmişler bu kadar başarmışlardır. Eğer insanlık daha iyi çalışsaydı daha çok şeyler başarılacaktı. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de daha nice müjdeler haberler var ki insanlığı keşfe dâvet ediyor ve yerbilimlerinin gökbilimleri üzerinde diyor çalışmanızı arttırın, kitâbî âyetleri kevnî âyetleri keşfedin. İslam bilim dinidir insanlığı bilime teşvik ediyor. İslam dünyaya doğalı bilimsel çalışmalar başlamıştır. Bunu ister kabul etsinler ister etmesinler İslam beşikten mezara kadar dokunmayı emrettiği gibi bir de ilk gelen âyet vahyi ilâhî “İkra” diye gelmiştir. İslam A’dan Z’ye ilim, bilim, maslahat dinidir İslam’da cehâletin yeri yoktur. Eğer İslam âleminde cehâlet varsa bilin ki orada gerçek Müslümanlığın, bilimsel Müslümanlığın olmadığındandır. İnsanlığa Müslümanlığı öğretmensiniz insanları câhil bırakır, geri bırakırsınız. İslam’ı öğretmenler insanlık âlemini geri bırakanlardır. Yüce Allah ileri en ileri, yukarı en yukarı gitmeyi hep Rızâ-i İlâhî için insanlığın birbirinin hayrına çalışmayı ama Allah’ın emrinde O’nun rızâsına dayalı olarak çalışmayı nasîb eylesin. Nefsin emrinde, şehvetin emrinde, tağutların emrinde çalışanlar egolarına çalışanlardır. İslam ise evrensel insanlığın hayırdır, insanlığın kurtuluşudur, insanlığın barışı kardeşliğidir. Evrensel sevgi ile İslam insanlığı kucaklar bu gerçekleri İslam gerçeğini bilmeyi Allah nasîb eylesin.

 

Dakika 1:04:43

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Visited 38 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}