Tefsir 472-01

472- Tefsir Ders 472 hayat veren nurun keşif notları

472- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 472

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

(Münâfikûn Sûresi 1’inci Âyet-i Kerime’den 11’inci Âyet-i Kerime’ler)

(Teğabün Sûresi 1’inci Âyet-i Kerime’den 18’inci Âyet-i Kerime’ler)

 

‘’Elhamdülillahi Rabbil-âlemin vesselâtü vesselâmü alâ Rasûlina Muhammedin ve alâ âli Muhammed’’

Estağfirullah bi-adedi zünûbina hattâ tuğfer Allah’u ekber hattâ tuğfer.”

 

Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,

Aczimiz, cehlimiz, gafletimizle beraber hayat veren nurun dersleri Cuma Sûresi’nin 9’uncu âyeti ile beraber devam etmektedir. Şu anda keşif notları, irşâd notları ile ilgili bilgiler takdim etmeye çalışıyoruz ki Yüce Rabbimizin lütfu ve keremi ile. İbn-i Mâce ve diğerlerinin rivâyetinde ki Ebû Hureyre’den de gelen rivâyette, Sevgili Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V): „Cuma’dan sonra kıldığınızda dört rekat kılınız.“ Yani Cuma namazı farzından önce dört rekat sünneti kılınıyor, farzından sonra da dört rekat sünnet kılınıyor, orta da iki rekat farz kılınmaktadır ve on rekat Cuma namazı olarak kılınmaktadır ki yine İbnü Mâce’nin Ebû Hureyre’den rivâyet ettiğinde de farzdan önce dört rekât, farzdan sonra dört rekât kılınması rivâyetleri bulunmaktadır uygulama da bu şekilde gelmektedir. Cenab-ı Hak hakkı ile Cuma’sını ifâ eden bütün faziletleri elde eden kaybetmeyen kazanan kullarından eylesin.

İbnü Abbâs demiştir ki: „Dünya isteğine dair bir şey ile emir olunmadılar.

Cenab-ı Hak: Cuma’yı Cuma namazını kıldıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan, keremi fazlından isteyin (nasibinizi) arayın çalışın buyurmuşlar. Bu konuda İbnü Abbâs „Dünya isteğine dair bir şey ile emir olunmadılar ancak hasta ziyareti, hasta yoklamak, cenazeye gitmek ve Allah için din kardeşini ziyaret etmek gibi şeyler hâriç.“ Bunlar yapılır diyor. Bu haberi Suyûtî naklediyor. İbnü Cerîr bunu, Enes’ten (R.A)  merfuan rivâyet etmiştir. Yine Cuma’da sonra ilim talebiyle harekete geçmek elbette ki yine bu da gelen Mekhul, Hasen ve Saîd b. Müseyyeb ise, buna değinmişler. Yani „Buradaki talepten maksat, ilim talebidir.“ demişlerdir.  Yani ilim elde etmeye gayret edin demişlerdir. Yine burada meşrû bir kazancın olduğunu da söylemişlerdir. Buradaki emirler nedb ve teşvik için olması uygun görülmüştür.

Kıymetli dostlarımız,

Birde burada Cuma namazı kılınırken dışarı çıkanlardan bahsediliyor. Peygamber Efendimiz hutbede iken dışarı çıkanlardan bahsediyor ki: (وَاِذَا رَاَوْا تِجَارَةً اَوْ لَهْواًۨ انْفَضُّٓوا اِلَيْهَا وَتَرَكُوكَ قَٓائِماً) burada Peygamber Efendimizi hutbede yalnız bıraktılar bunların on iki kişi kaldığını diğerlerinin çıktığı rivâyeti bulunmaktadır. Ki Peygamberimiz Aleyhissalâtu Vesselâm: “Eğer hepsi çıksaydı mescit üzerlerine ateş olurdu” diye bir rivâyet bulunmaktadır. O kalan hutbeyi güzelce dinleyen on iki kişiden onu Aşere-i Mübeşşere yani cennetle müjdelenen on kişi ikisi de “Bilâl ile Câbir” yahut “Ammar ile İbn-i Mes’ûd” veyahut “Bilal ile İbn-i Mes’ûd idi diye haberler bulunmaktadır. Tabii dışarı çıkmalarının sebebi bir “Kervan” gelmektedir. Kervan Abdullah Bin Aff’a ait âyetteki kâfile gelirken yani “Kervan” gelirken çalınması âdet hâline gelen kös veya buna tef, dümbelektir. Buna davul zurna diyenler de olmuştur. Ticaretlerin üstünde Allah’ın öyle rızık kapıları vardır ki onlar kapanınca bütün ticaretler de kapanır. Ticaret güzeldir meşrûdur yalnız Allah’a itaat ederek ticaret etmeli isyân ederek değil.

Şimdi de Cuma Sûresi’nden sonra Münâfikûn Sûresi’ne gelmiş bulunmaktayız.

Bismillâhirrahmânirrâhîm

Kıymetli izleyenler Münâfikûn Sûresi de Medine-i Münevvere döneminde inzâl edilen sûrelerdendir âyet sayısı on bir sıra numarası 63’tür. Zaten adından da belli ki münâfıklar hakkında indirilen bir sûredir. Münâfıklık en kötü bir gâvurluktur gâvurların en kötüsü münâfıklardır münâfıklar dışlarında Müslüman görünürler, iç dünyalarında ise bunlar Müslüman değil kâfirdirler. Sâhib Bin Mansur’un ve Evsat’ta Taberî’nin de Ebû Hureyre’den yaptıkları rivâyete göre: “Rasûlullah Cuma namazın ilk rekâtında Cuma Sûresini okur teşvik eden ikinci rekâtta da Münâfikûn Sûresi’ni okur münâfıkları azarladı. Çünkü Peygamberimizin peşinde münâfıklar bulunuyordu. Hattâ namaz kılıyorlar Peygamberi dinliyorlar yine de münâfıklarına devam ediyorlardı. Bunlar tabii ki gizleniyorlardı Müslüman görünüyorlardı haddizâtında Müslüman değil eli beratlı Peygamberin İslam’ın düşmanıydı bunlar. Bunu Suyûtî naklediyor. İbn-i Mâce de bu iki sûreyi okuduğunu ancak bazen de Cuma Sûresi ile beraber “Gaşiye” bazen de “Alâ ile Gaşiye” sûrelerini okuduğunu rivâyet etmektedir.

Dakika 10:00

Sevgili Peygamberimizin Cuma ve Münâfikûn Sûrelerini bir Cuma günü sabah namazında okuduğu da nakledilmektedir. Bu sûrenin indirilmesine münâfıklar sebep olmuşlardır.

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

اِذَا جَٓاءَكَ الْمُنَافِقُونَ قَالُوا نَشْهَدُ اِنَّكَ لَرَسُولُ اللّٰهِۢ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِنَّكَ لَرَسُولُهُۜ وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَكَاذِبُونَۚ﴿١﴾

  اِتَّخَذُٓوا اَيْمَانَهُمْ جُنَّةً فَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنَّهُمْ سَٓاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ﴿٢﴾

  ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا فَطُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ﴿٣﴾

  وَاِذَا رَاَيْتَهُمْ تُعْجِبُكَ اَجْسَامُهُمْۜ وَاِنْ يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْۜ كَاَنَّهُمْ خُشُبٌ مُسَنَّدَةٌۜ يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْۜ هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْۜ قَاتَلَهُمُ اللّٰهُۘ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ ﴿٤﴾

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا يَسْتَغْفِرْ لَكُمْ رَسُولُ اللّٰهِ لَـوَّوْا رُؤُ۫سَهُمْ وَرَاَيْتَهُمْ يَصُدُّونَ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ﴿٥﴾

سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ اَسْتَغْفَرْتَ لَهُمْ اَمْ لَمْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْۜ لَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ﴿٦﴾

 هُمُ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ لَا تُنْفِقُوا عَلٰى مَنْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ حَتّٰى يَنْفَضُّواۜ وَلِلّٰهِ خَزَٓائِنُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلٰكِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَا يَفْقَهُونَ﴿٧﴾

يَقُولُونَ لَئِنْ رَجَعْنَٓا اِلَى الْمَد۪ينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْاَعَزُّ مِنْهَا الْاَذَلَّۜ وَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِه۪ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَلٰكِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ۟﴿٨﴾

 

صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ

 

Münâfıklar sana geldikleri vakit: „Şahitlik ederiz ki sen muhakkak Allah’ın elçisisin.“ derler idi Peygamberimize. Yani sen Allah’ın Peygamberisin diyorlardı böyle görünmek istiyorlardı münâfıklar. Senin mutlaka kendisinin elçisi olduğunu Allah bilir ve Allah münâfıkların yalancı olduklarına şahitlik eder diyen bu âyetler geldi.

Yüce Allah diyor ki Hz Muhammed’e: Habîbim sen kesin benim Rasûlüm, Peygamberimsin ama münâfıklar yalan söylüyor. Senin yüzüne öyle söylüyorlar ama iç dünyalarında senin Peygamberliğini kabul etmiyorlar diye münâfıkların iç dünyasını Allah Habîbine, Rasûlüne haber verdi ve dünyaya münâfıklığın sosyolojik, psikolojik ruh dünyası anlatılmaktadır.

Yeminlerini kalkan yapıp (insanları) Allah’ın yolundan çevirdiler. Kim? Münâfıklar. Onların yaptıkları ne kötüdür!

Bunun sebebi şudur: Onlar inandılar, sonra inkâr ettiler, bu yüzden kalplerinin üzeri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar.

Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki dayanmış keresteler gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın. Allah onları kahretsin! Nasıl olup da döndürülüyorlar?

Onlara: „Gelin, Allah’ın Rasûlü sizin için mağfiret dilesin.“ denildiği zaman başlarını çevirirler ve onların, büyüklük taslayarak yüz çevirdiklerini görürsün.

Dakika 15:10

Peygamberin bile istiğfarını istemiyor ki Peygamberimizin ve peygamberlerin duaları geçerlidir bu aranıp da bulunmayacak bir hazinedir. Fakat münâfığın buna aklı ermiyor. Erseydi münâfık olmaz en kötü günah olmazdı.

Onlara mağfiret dilesen de, dilemesen de onlar için birdir. Allah onları bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış bir toplumu yola iletmez. Tövbe etmeli îmâna gelmeli o zaman Allah’ın mağfireti merhametine mazhâr olmalıdır.

Onlar öyle kimselerdir ki: „Allah’ın elçisinin yanında bulunanları beslemeyin ki dağılıp gitsinler.“ diyorlar. Yani Peygamberin çevresinde kimsenin bulunmasını münâfıklar istemiyor. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır, fakat münâfıklar anlamazlar. O gün öyleydi bu münâfıklar Bugün de İslam’ın Müslümanların güçlenmesini dünyaya barışın gelmesini istemezler. Barış düşmanları zâlimlerle işbirliği yaparlar, müşriklerle putperestler ile işbirliği yaparlar Müslüman görünürler ama her kötülüğü işlemek isterler.

Diyorlar ki: „Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, daha üstün olan, daha alçak olanı oradan mutlaka çıkaracaktır.“ Bakın münâfıklar kendilerini üstün görüyorlar ama en alçak olanları da onlardır. Üstünlük, ancak Allah’a, O’nun elçisi Sevgili Muhammed’e ve mü’minlere mahsustur. İzzet işte bakın Allah’a mahsus, O’nun Peygamberine mahsus ve mü’minlere mahsustur. Çünkü Peygamberde, mü’minler de Yüce Allah’tan alırlar.  Münâfık, Bakara Sûresi’nin başında izah edildiği gibi dışı Müslüman, içi kâfir olan kimsedir. Bakın dışı Müslüman, içi kâfir olan kimse münâfıktır.  Her münâfık riyakârdır fakat her riyakâr münâfık değildir. İnancın tersine, îmândaki riyakârlık esas münâfıklığı oluşturur. Îmândaki riyakârlıktır ki işte en tehlikeli olan budur. Sevgili Peygamberimiz; „Münafığın alâmeti üçtür. Konuştuğu zaman sözüne yalan karıştırır. Düşmanlık ettiği zaman edepsizlik eder. Bir şey emânet edildiği zaman hıyânet eder.“ En bariz münâfığın alametlerinden bu üçünü Peygamberimiz saymış ama daha birçok Peygamberimizin ve Kur’an-ı Kerim’in münâfıklar hakkında alâmetler sayılmıştır. Yeri geldikçe bunlara dikkatler çekildi daha da çekilmeye devam edilecektir. Münâfıkların meşhûr reislerinden biri İbn- Übey ’dir. Bu şeddeli bir münâfıkların önderi reisidir. Fâkihler demişlerdir ki: „Şehâdet, yemin mânâsını içeren husûsî bir haberdir. „Her ihbar ve duyuru şehâdet yerine geçmez. Ancak söylediğini bilerek „Eşhedü“ (şehâdet ederim) diyen şahide, yemin vermek de fazla ve tekrardan ibârettir. Çünkü “Eşhedü’yü” okuyan kişi o dâvayı kabul etmiştir.

Dakika 20:32

Peygambere efendimize Bunlar yemin ederek münâfıklar sen Allah’ın Rasûlüsün diyorlardı ama iç dünyalarında ise bu inançları yoktu tam tersine azılı peygamber düşmanıydılar. İşte münâfıklar Rasûlullah’ı iknâ etmek için sözü üç şekilde tehdit ederek bunlar kelime-i şehâdet getiriyorlardı ama kalplerinde onun tasdiki yoktu. Bunlar tabii ki yalan söylediklerini Allah’u Teâlâ haber verdi. Bu sözün yalan olması da onun, sırf şahsın itikâd ve vicdanına muhâlif olmasından değil, haber verdiği şeyin gerçekte onun vicdanında bulunmamasındandır. itikâd ve vicdanına muhâlif olmasından değil, haber verdiği şeyin gerçekte onun vicdanında bulunmamasındandır. Peygambere sen Allah’ın Rasûlü diye şehâdet getiriyorlar ama o dillerinde var gönüllerinde yok tasdik etmiyorlar. Gizli bir kızıl kâfir bunlar. Çünkü îmânın aslı hükmü kalbin tasdiki dilin ikrarıdır. Kalbi tasdik etmeyenin îmânı yoktur. İslam’ın bütününü kalp tasdikten geçirecek dil ikrâr edecektir. Onun için gönüllerinde küfürlü küfrü gizliyorlardı münâfıklar. Anlayış kabiliyetleri kalmamış aslında münâfıkta, müşrikte, kâfirde, zâlim de anlayış yoktur. Onlar hep zâhirî anlarlar maneviyâtı, Hakkı, hakîkati anlamazlar anlamış gibi görünürler çağdaş gibi aydın gibi görüyorlar karanlıkta yaşarlar beyinleri, ruhları karanlıktadır. Dışlarından kendilerini cilalarlar iç dünyaları küfür, şirk, nifâk doludur. Abdullah b. Übeyy, Mugis b. Kays, Cedd b. Kays ve arkadaşları hep böyle iri vücutlu, yakışıklı, giyim ve kuşamlarına itina gösteren, düzgün konuşan, dilleri ve dış görünüşleri alımlı kimseler idiler. Ama hepsi münâfıktı bunların dışlarına önem veriyorlar iç dünyaları batmıştı bunların. Onun için bunlar dışta bir kereste gibi içleri çürümüş bir çürük keresteler vardır içi çürümüş dışı düzgün münâfıklar böyledir. (كَاَنَّهُمْ خُشُبٌ مُسَنَّدَةٌۜSanki onlar dayanmış keresteler gibidirler. Münâfıklar böyledir.  Oturdukları yerde dayanmış ahşap keresteler gibi dışları, endamları düzgün, hareketsizce kurulur otururlar. Şimdi sağlamlık ve dayanıklılıktan uzak, boş kuru tahtalara ve direklere benzerler. Öyle ruhsuzdurlar ki Öyle cansız ve yüreksizdirler ki her sayhayı aleyhlerinde zannederler. (يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْۜ)

Dakika 25:05

“Ürker kaçmaya çalışırlar serçe bir öksürükten şüphelenirler” münâfıklar hemen hemen töh denilse korkacak hâle gelirler bu dışları cilâlı keresteler çünkü içleri kurtlu hâindirler bunların içleri kurtlanmış çürümüş keresteler. Hâinler ise, hıyânetin ucu yüreklerinde saplı olduğu için „hâin korkak olur“ îmânlı içi-dışı bir olan zât-ı muhteremler cesurdurlar. Mü’minler, mü’mineler cesurdur çünkü sadece Allah’tan korkarlar, kötülük yapmaktan Allah’a âsi olmaktan korkarlar. Bütün varlıklarıyla Allah’ı severler o sevgiyi kaybetmekten korkarlar. Allah’ı sevmek O’na sevilmek ve bu sevgiden mahrum kalmamak korkusunu taşırlar münâfıklar bunun tersidir. Zirâ düşmanın en tehlikelisi, gülerek sokulup yürekte patlayandır.

„O nezâketle gösterilen tebessüm nice canları yaktı. Aslan bile cana gülerek kast etmektedir. „Musibetin aslı, gizli belâlardır.“

(قَاتَلَهُمُ اللّهُ) Allah onları çarpsın, katletsin Allah’ın kılıcına rast gelsinler, münâfıklar böyledir. Allah kahredesiler أَنَّى يُؤْفَكُونَ) nasıl çevriliyorlar? Haktan bâtıla nasıl dönüyorlar?

Kıymetli dostlar,

Zeyd. Bin Erkâm (R.A) demiştir ki: „Bir gazada idim Abdullah b. Übeyy’i işittim şöyle diyordu: „Rasûlullah’ın yanındakilere nafaka vermeyin tâ ki etrafından dağılsınlar. Münâfıklar Bir Müslümana bir gün bile verilmesine hele Müslümanların güçlenmesine bir arada bir bütün olmalarına tahammül edemezler.

„Yine Zeyd Bin Erkâm demiştir ki: „Rasûlullah’ın beraberinde bir gazâda bulunmuştuk. Yanımızda A’râbilerden bazı insanlar vardı. Biz suya koşardık, A’râbiler bizi geçer ona daha önce varırlardı. Ve Peygamberimizin etrafındaki Müslümanların başarısını münâfıklar aslâ tahammül edemezlerdi. Gizli, gizli tamamen Müslümanların aleyhine her türlü tuzak kurmaya çalışırlardı. Hattâ bu Müslüman görünen alçak İbnü Ubey bakın bir gün şöyle demişti:

“Besle köpeğini yesin seni.” Müslümanlara böyle gözle bakıyordu o münâfıkların reisi melun kişi.

Yine bir gün şiddetli bir rüzgâr esmeye başlamış, halk bundan eziyet görmüş ve korkmuşlardı. Sevgili Peygamberimiz onlara: „Korkmayın kâfirlerin büyüklerinden birisi öldü.“ buyurmuştu.

Dakika 30:00

Medine’ye geldiklerinde, Rifaa b. Zeyd b. Tabut’un o gün öldüğünü gördüler. Peygamberimiz bunu bir mûcize olarak haber verdi. Yahûdîlerin büyüklerinden ve münâfıkların koruyucularındandı bu geberen şahsiyet. İşte o zaman Abdullah b. Übeyy ve onunla beraber olup onun gibi hareket eden diğer münâfıkların zikredildiği bu sûre nâzil oldu münâfıklar hakkında. Bu sûre inince Rasûlullah Zeyd b. Erkam’ın kulağını tuttu ve „Allah bunun kulağına vefa verdi.“ buyurdu. Abdullah b. Übeyy’in oğlu Abdullah’a, babasının durumu mâlûm oldu. münâfıkların reisinin bir Müslüman mükemmel bir oğlu vardı onun adı da Abdullah’tı. Babasının münâfık olduğunu bu iyice anladı. Abdullah b. Abdillah  hâlis mü’min idi. Rasûlullah’ın huzuruna geldi ve „Ya Rasûlallah! Duydum ki, babam Abdullah b. Übeyy’i size ulaşan bir sözünden, dolayı öldürmek istemişsiniz. Şâyet bunu yapacaksan bana emret, ben babamın başını sana getireyim demişti. Sevgili Peygamberimiz de: Biz onu idâre ediyoruz ve bizimle beraber oldukça idâre etmeye çalışacağız diye oğlu o mü’min muhterem kişiyi böyle peygamberimiz teselli etmişti. O günden sonra her ne yapsa kavmi Abdullah b. Übeyy’i kınarlar ve tutarlar, azarlarlar ve tehdîd ederlerdi. Hz. Ömer’e Sevgili Peygamberimiz (A.S.V) „Ya Ömer! Görüyor musun nasıl oldu, senin dediğin zaman katletseydim onun için niceleri ağıt yakardı. Hz Ömer gibi bazıları bu münâfıkların kellelerinin kesilmesini çok istiyorlardı. Fakat Peygamberimiz müsaade etmedi İlk tepkim nitekim bu münâfıkların hepsi belâsını buldu Müslüman olmayanların hepsi belâsını buldu ve geberdiler.

“O gün sana vur desem vururdun değil mi?“ dedi Peygamberimiz. Hz. Ömer de elbette Rasûlullah’ın işi, benim işimden çok büyük ve çok bereketlidir.“ dedi.“ „Senin hakkında şiddetli âyetler nâzil oldu, hemen Rasûlullah’a git senin için af dileyiversin.“ denilmişti.  Kime? Münâfıkların reisi İbn-i Übeyy’e denmişti. Bak hâin münâfık cennette nasîb olmayan bu hâin Peygamberin istiğfarını bile kabul etmedi. Dedi ki bu münâfık: „Bana îmân etmemi emrettiniz, îmân ettim diyor bak hâlbuki îmân etmedi. Malımın zekâtını vermemi emrettiniz, zekât verdim diyor hiç inanarak da vermedi. Artık Muhammed’e secde etmemden başka bir şey kalmadı.“ Demişti o münâfık. İşte bunun üzerine (Ve izâ gılelehüm tealem yestağfir leküm Rasûlillahi) âyeti nâzil oldu. Ondan sonra da Abdullah fazla yaşamadı, yani İbn-i Übeyy münâfıkların reisi fazla yaşamadı bir kaç gün içinde hastalandı ve öldü.“

Dakika 34:45

İnfidad: Sökülüp dağılmak demektir. Kıymetli dostlar, münâfıkların Hz. Peygamber’e Rasûlullah demeleri, „Onlar yeminlerini siper edindiler“  yani o yeminin arkasına saklanıyorlardı ki Müslüman görünmek için, Müslüman değillerdi. „Onlar yeminlerini siper edindiler“ âyetin de dıştan gösterdikleri şehâdeti korumak için bir siperdir. Fakat sökülüp dağılmak demektir. Nitekim münâfıklar Müslümanları yok etmek istediler ama kendileri söküldüler, dağıldılar belâlarını buldular. Her kâfir, her münâfık, her zâlim, her fâsık, her fâcir belâsını bulmuştur bulacaktır. Münâfıklar böyle söylemekle kendilerini izzetli farz ederek Peygamber’e ve mü’minlere karşı kin püskürüyorlardı. Sürekli kin kusuyorlardı münâfıklar. Zayıf ve düşkün kendileri olduklarını, alçak olduklarını bir türlü ahlâksız olduklarını bilmiyorlardı münâfıklar. Kibiri izzet sanıyorlardı izzeti de kibir sanıyorlardı. Bugün bunu fark edemeyen Müslümanlarda var. Kibiri izzet zannedenler izzeti de kibir sananlar vardır. Aslında izzetle kibiri Müslüman birbirinden ayırt edebilmelidir.

İzzet, insanın kendi nefsinin hakîkatini tanıması ve onu acele kısmetler için hakarete düşürmeyip kerim ve kıymetli tutmasıdır. Nitekim kibir insanın kendini bilmemesi ve onu kendi mevkiinin üstünde tutmasıdır. İzzetin zıddı zillet, kibrin zıddı da yumuşaklıktır, tevâzudur Türkçesi alçakgönüllülüktür.“  inat ve câhiliyet taassubu anlamına alınır ki, kâfirlerin iddia ettikleri izzet bu mânâyadır. Kâfirlerin ki izzet değil zillet aynı zamanda kibirdir. Çünkü İzzet mü’min de bulunur mü’minin ilkeleri yüksektir îmânı hak îmândır, dini hak dindir, ilkeleri hak ve hakîkattir mü’minin. Bu değerini mü’min İslam’dan alır İslam bunda ortaya konması Muhammedî şeriatla ortaya konmuştur ve bütün izzetin tamamı ise Allah’a aittir. Allah’a ait olan izzet İslam ile mü’minlere Peygamberin şahsında tecellî etmiştir. Onun için Allah’ta, peygamber de, mü’minlerdedir. Zillet, kibir, gurur, aşağılık, alçaklık, kötü huylar ise bunlar münâfıkta, müşrikte, münkirde, zâlimler de bulunur. Mü’min de bunlar bulunmaz, mü’min de izzet vardır onu bazıları kibir zannederler o da cehâlettir.

Hasan b. Ali (R.A) „Allah Rasûlü ve onlar üzerine salat ve selâm olsun.“ Hasan b. Ali Hazretlerine bir adam, „İnsanlar sende biraz tih, yani kibir olduğunu zannediyorlar“ demişti. Hazreti Hasan da cevaben „O tih değil, izzettir.“ Yani o kibir değil, o izzettir karşılığını vermiş ve bu âyeti okumuştu.“ İşte kıymetli dostlarımız âyet: (وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ) Mü’min de izzet olmalıdır ve zaten Allah’ta ve Rasûl’ünde ve mü’minler de izzet vardır diyor. İzzet; Allah’ta Rasûl’ünde ve mü’minlerdedir diyor.

Dakika 40:45

Bakın mü’min de izzet olmalıdır ama kibir olmamalı izzet ve kibiri de karıştırmamalı câhiller aziz insanlara kibirli diyebiliyorlar bu serserilik cahilliktir.  İnat ve câhiliyet taassubu anlamına alınır ki, kâfirlerin iddia ettikleri izzet bu mânâyadır.“ onlar kibiri izzet, izzeti de kibir olarak nitelerler ve Hz. Hasan bu âyeti okuyor ve kendinde kibir zannedilen şeyin kibir değil, izzet olduğunu söylüyor ki “tih” yani kibir demek. Hâlbuki Hz. Hasanda kibir olur mu? İzzet var haysiyetli, şerefli peygamber torunu.

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُلْهِكُمْ اَمْوَالُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ﴿٩﴾

وَاَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلَٓا اَخَّرْتَـن۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ فَاَصَّدَّقَ وَاَكُنْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ﴿١٠﴾

وَلَنْ يُؤَخِّرَ اللّٰهُ نَفْساً اِذَا جَٓاءَ اَجَلُهَاۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ﴿١١﴾

 

 

Ey İnananlar! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanlardır. Onlar ziyandadırlar.

Birinize ölüm gelip de: „Rabbim, beni yakın bir süreye kadar erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım!“ demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan (Allah) için harcayın.

Allah (C.C) süresi geldiği zaman hiç bir canı ertelemez. Allah yaptıklarınızı bilir ve haber alandır. Çünkü her şeyinizden Allah haberdardır.

Allah’ı ve Allah için iş yapmayı unutturmasın. Farzlara, vaciplere, sünnetlere, Allah yolunda yapacağınız cihâda bütün îmân ve Amel-i Sâlihlerinize engel olmasın. Kim? Mallarınız ve çocuklarınız bunlara engel olmasın. Allah’ı zikir ve yüceltmek için yapılan namaz gibi ibadetlerle onun meyvesi olarak Allah sevgisi de yapılan bütün ibadetlerdir bunlara mallarınız evlatlarınız engel olmasın. Kim diyor bunu? Yüce Allah söylüyor. Gerçek ibadete lâyık Allah’u Teâlâ’yı O’nun isim, sıfat, emir ve nehiylerini, sevâb ve azâbı ile izzetinin hükümlerini düşündürüp andıran, rızâsına vesile olan farz ve nâfile ibadetlerden… Cuma ve cemaatten, namaz, oruç, zekât, hac, cihâd, Kur’an-ı Kerim okuma, va’z ve nasihat, tehlil (lâ ilâhe illallah), tesbih, (Subhânallâh) ve tahmit (Elhamdülillah) gibi sırf Allah’a yaklaşmak için yapılan ve dâima Allah’ı andırıp Allah için Allah’a layık güzel işler düşündürmeye alıştıran itaatlerden gaflet ettirmesin. Kim? Mallarınız ve evlatlarınız bunlara engel olmasın.

Dakika 45:40

Kimisine karısı engel olur, kimisine kocası engel olur, kimisine malları, kimisine evlatları, kimisine de başka nedenlerle Allah’u Teâlâ olan ibadet ve kulluğa engel olan ne varsa bu konuda Yüce Allah uyarıyor.  Birisi Allah’ı zikretmekten gaflet etmemek, diğeri de infaktır. Yani Allah yolunda harcayın ve malımız diye malına kıyamamazlık yaparsan, evlatların var fakirlikten korkarsan hayrın önüne de hayır işleminin önüne de böyle geçersen kupkuru tamtakır mezara girersin. O malını başkalarını harcar sen hamallığını yapmış olursun mal vârislere kalır sen hesabını verirsin mahşerde, mezarda mahşerde hayrını yap malını Allah yoluna harca.

„Sâd“ Sûresi’nde geçtiği üzere Tirmizî ve diğer kaynakların rivâyet ettikleri „Mele-i Âlâ’nın ihtisamı“ (melekler topluluğunun tartışmaları) hadisindeki kefâret ve derecelerin mânâlarını hatırlatır. Zirâ o hadis ile anlatılmıştır ki, en yüksek topluluk olan meleklerin bütün tartışmaları iki şey üzerinedir. Birisi kefâretler, diğeri ise derecelerdir. Bilinmektedir ki, kefâret, kusurları örten, günahların affına vesile olan güzel amellerdir. Dereceler de, Allah katında makamları yükselten büyük amellerdir. Kefâret şöyle özetlenmiştir. Ayakların güzel işlere, bir rivâyete göre cemaate gitmesi, namazlardan sonra mescitlerde oturmak ve çirkin hâllerden abdest alıp temizlenmektir. Dereceler de şunlardan ibarettir: Yemek yedirmek, selâmı yaymak ve herkesin uyuduğu bir zamanda namaz kılmaktır. Bundan sonra Allah’u Teâlâ, Rasûlüne buyurmuştur ki: „Ya Muhammed benden dilekte bulun ve şöyle söyle:

„Allah’ım! Ben senden hayırlar yapmayı, yasaklanan şeyleri işlememeyi, fakirleri sevmeyi, bana mağfiret ve rahmet buyurmanı dilerim. Bir kavmi fitneye düşürmek istediğin zaman beni düşürmeksizin ruhumu al. Senden sevgini, seni sevenleri sevmeyi ve senin muhabbetine yaklaştıran ameli sevmeyi dilerim.“

Dakika 50:08

Rasûlullah (S.A.V) buyurmuştur ki: „Bu gerçektir, bunu ders edinin ve belleyin.“ Buna göre bütün güzel ameller Allah sevgisiyle yapılan işlerdir. Bunların bir kısmı kefâret bir kısmı da derecelerdir. Kefâretlerin başında abdeste, namaza ve cemaate devam ile güzel amellere doğru yürümek, cihâd etmek derecelerin başında da yemek yedirmek, yoksulları, fakirleri, garibanları, yetimleri, muhtaçları arayıp sormak, yani infâk ederek toplumdaki muhtaçları doyurmak, âlemde selâmı yaymakla güven te’min etmek, herkesin uyuduğu ve gaflette bulunduğu gecede kalkıp namaz kılmak gelir. Allah hem Evvel hem Âhir olduğu için Allah’ı zikretmenin en önemli unsuru olan namaz da, hem kefâretlerin başında hem de derecelerin sonunda yer almaktadır. Fakat insan ne kadar namaz kılarsa kılsın, zekât ve sadaka vermedikçe yani Allah için infâk yapmadıkça Allah yolunda malını harcamadıkça en kıymetli mallarını seve seve harcamadıkça izzet görünümünden efendilik derecesine yükselemez. Onun için „Zekât İslâm’ın köprüsüdür.“ denilmesinin mânâsı, derecelere yükselmek için infâkın köprü ve geçit mesabesinde olduğunu anlatmaktır. Tabii ki farzlarla nâfileler bunların başını çeker nâfile sadakalar ve yapılan yardımlardır. Farzları, vacipleri, sünnetleri bir, bir yerine getirmelidir. Asıl izzet yemekte değil, yedirmektedir. Muhtaçların ihtiyacını düşünmeyen tamahkârlar bunlar yıkılır.  Ye’cûc ve Me’cûc yeryüzünü tahrip eder. Mele-i Esfelin, yani en alçak toplulukların düşmanlık ve mücadeleleri hep yemek davası üzerinde dönüp dolaşır. İslam ise yedirir yemek değil yedirmektir. Yüksek melekler topluluğunun yarışları da böyle kefâret ve dereceler konusundadır. Dâima dereceler ve kefâretler insanları yükseltir ki tâ Allah’ın rızâsına, vuslatına, cemâline erdirir. Dereceler ve kefâretler bunların üzerinde dur bu konuda yarışmaya devam et sevâb fazilet yarışında kefâret ve dereceler yarışında bulun.

Dakika 54:30

Kıymetli dostlarımız,

Şimdi de Teğabün Sûresi’ne gelmiş bulunmaktayız. “Bismillâhirrahmânirrâhîm” Bu Sûre-i Celile de öbürlerinde olduğu gibi Medine-i Münevvere döneminde inzâl edilmiştir âyet sayısı 19’dur ve sıra numarası 64’dür.

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

يُسَبِّحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿١﴾

هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ فَمِنْكُمْ كَافِرٌ وَمِنْكُمْ مُؤْمِنٌۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ﴿٢﴾

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ وَصَوَّرَكُمْ فَاَحْسَنَ صُوَرَكُمْۚ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُ﴿٣﴾

يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ﴿٤﴾

اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ كَـفَرُوا مِنْ قَبْلُۘ فَذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٥﴾

ذٰلِكَ بِاَنَّهُ كَانَتْ تَأْت۪يهِمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالُٓوا اَبَشَرٌ يَهْدُونَنَاۘ فَكَفَرُوا وَتَوَلَّوْا وَاسْتَغْنَى اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ ﴿٦﴾

زَعَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنْ لَنْ يُبْعَثُواۜ قُلْ بَلٰى وَرَبّ۪ي لَتُبْعَثُنَّ ثُمَّ لَتُنَبَّؤُنَّ بِمَا عَمِلْتُمْۜ وَذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ﴿٧﴾

فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالنُّورِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلْنَاۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ﴿٨﴾

يَوْمَ يَجْمَعُكُمْ لِيَوْمِ الْجَمْعِ ذٰلِكَ يَوْمُ التَّغَابُنِۜ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَيَعْمَلْ صَالِحاً يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّـَٔاتِه۪ وَيُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ﴿٩﴾

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ﴿١٠﴾

 

Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder. Mülk O’nundur, hamd O’nadır. Her şeye gücü yeten O’dur.

Sizi O yarattı. Kiminiz kâfirdir, kiminiz mü’min. Allah yaptıklarınızı görmektedir.

Zirâ gökleri ve yeri hak ile yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı. Dönüş ancak O’nadır.

Göklerde ve yerde olanları, gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri Allah hakkıyla bilir. Allah, göğüslerin özünü bilir.

Önceden inkâr edenlerin haberi size gelmedi mi? (Onlar) işlerinin vebâlini tattılar ve onlar için acı bir azâb vardı

Böyledir, çünkü onlara peygamberleri, açık deliller getirirlerdi, fakat onlar: „Bir insan mı bize yol gösterecek?“ dediler ve yüz çevirdiler. Allah da muhtaç olmadığını gösterdi. Allah zengindir, övülmeye lâyıktır.

İnkâr edenler, katiyyen diriltilmeyeceklerini sandılar. De ki: „Hayır! Rabbim hakkı için mutlaka diriltileceksiniz, sonra yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu, Allah’a göre kolaydır“.

Artık Allah’a, Rasûlüne ve indirdiğimiz nura (Kur’an’a) inanın. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Toplanma günü için sizi topladığı zaman var ya, işte o gün, kimin aldandığının açığa çıkacağı aldanma günüdür. Kim Allah’a inanır ve yararlı iş yaparsa, Allah onun kötülüklerini örter ve onu, içinde ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur.

İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar cehennem ehlidirler. Orada ebedî kalacaklardır. Ne kötü gidilecek yerdir orası!

Dakika 1:00:00

Kıymetli dostlarımız,

İşte yüce Kur’an yüce doğruları ortaya koymaktadır. Yüce Allah kullarına uyarmaktadır herkes aklını başına almalıdır. Allah Teâlâ’nın kemal ve yüceliğini her an ilân edip durmaktadır. Zerresinden kürresine cisimlerine, cisimlerinden kürresinden fezasına her neye bakılsa hepsi O’nun yüceliğine şehâdet etmektedir. Çünkü O yaratmıştır, (Lehül mülkü ve lehül hamdü ) Mülk O’nun, hamd O’nundur. Tasarruf etme hakkı da O’nundur. Hamd ve şükür, övülme ve ta’zîm edilme hakkı da O’nundur. Farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, Allah’ın istediği gibi Muhammed’in gösterdiği uyguladığı gibi Müslümanlar Allah’a kulluk etmek zorundadırlar. Ona O’nun kudretine gönderdiklerin, indirdiklerine inanır ve yaratılıştaki görüntüye muttâli olur. İnsanın yaratılışı, yaratıcıya îmânı gerektirmekle berâber, küfre de îmâna da insanoğlu kabiliyetlidir.  İrâdesini îmân yönüne de kullanır, küfrede kullanır.

Kâdî Beydâvî „Kâfir, küfrü takdir edilen ve üzerine yüklenilen, mü’min ise, îmânı takdir edilen ve gereğini yapmaya muvaffak kılınan demektir.“ Ebû’s-Suud da ikinci noktaya temas ederek şunları söylemiştir: „Sizi ilmî olgunlukların ve ameliyenin prensiplerini içeren güzel bir yaratılışla yaratmış, bununla berâber bazılarınız yaratılış gereğinin aksine olarak küfrü tercih etmiş ve böylece kâfir olmuştur. Görüyorsunuz yaratılış güzel ama irâdesini adam küfre kullanıyor, küfrü tercih ediyor özgürlüğünü küfür tarafta kullanıyor küfrü tercih ediyor ve böylece kâfir oluyor. Bazılarınız da yaratılışının gereği olarak îmânı tercih etmiş ve mü’min olmuştur. O da îmânı tercih ediyor çünkü insanlar özgür hür bırakılmış seçenek insanoğluna verilmişti. Böyle olmasaydı imtihan olmazdı imtihanın olmadığı yerde de zaten inananla inanamayan seçilmezdi. İmtihanı kazanmak iyi bir Müslüman olmaya bağlıdır.

Kıymetli dostlarımız, birçok rivâyetlerin bakın bize şunları hatırlattığını görüyoruz; Ebû Zer’den (R.A) şöyle bir rivâyet nakletmişlerdir birçok muhaddislerimiz: Ebû Zer demiştir ki:

„Rasûlullah (S.A.V) buyurdu ki: Meni rahimde kırk gün durunca ona nüfus meleği gelir, sonra O Allah’a yükseltilir. Melek „Ya Rab, Erkek mi dişi mi?“ der. Yani bu çocuk erkek mi olacak, dişimi der. Allah’u Teâlâ ne kaza buyuracaksa buyurur. Ya erkek, ya dişi olmasını takdir eder Yüce Allah.

Dakika 1:05:00

Sonra melek „Cehennemlik mi cennetlik mi?“ der. Böylece ne ile karşılaşacaksa o yazılır.“ Ebû Zer bu hadisi rivâyet edip Teğâbün Sûresi’nin baş tarafından üç âyeti buraya kadar okumuştur. Bunun gibi başka hadisler de vardır. Allah tarafından bilinip takdir edilmesi onun, bir kısmını kulun işlemesine ve tercih etmesine engel değildir. Yani böyle yazıldığı için kişi böyle olmuş değil kişinin irâdesini, özgürlüğünü kişinin neye kullanacağı önceden bilinmesidir Yoksa öyle yazıldığı için öyle oldu diye bir zorlama yoktur. Îmânda, küfürde burada bakın takdir edilmiştir ama insanların tercihine göre takdir edilmiştir. İçinizden kimi kâfir, kimi mü’mindir (فَمِنْكُمْ كَافِرٌ وَمِنْكُمْ مُؤْمِنٌۜ) buyurmuştur Cenab-ı Hak. Niçin böyle olmuş; Kimisi küfrü tercih etmiş, kimisi îmânı tercih etmiştir de ondan. Kıymetli dostlarımız, Rabbimiz her şeyin en doğrusunu söyler ve yaptığı her şeyi mükemmeldir.

Kesb ve irâdeye bağlı olmayan cebri fiiller, sırf mecbûrî olduklarından dolayı âhiretle ilgili sorumlulukları yönüyle insana ait değildir. “ Sana ait olan kendi isteğin ve irâdenle yaptıkların var ya bunlar senin ya lehine, ya aleyhinedir bundan hesaba çekileceksin. Yoksa senin irâdenin dışında yapılanlardan sorulmayacaksın. Şu beyti Hz. Ali’ye nispet ederler:

„Sanırsın ki sen bir küçük cisimsin

Hâlbuki o büyük âlem sende dürülüdür.“

Nefsine dikkat et, onun faziletlerini tamamla, Çünkü sen cisimle değil, ruh ile insansın.“ Ebu’l-Feth el-Busti demiş bunu da.

Masîr, sayruret etmek, rücû etmek, dönüp gitmek mânâsına mimli mastar, bir de dönüp varılacak yer anlamında ism-i mekândır dönüş yeri.

Ey bugünkü inkârcılar! Ağır ve acı felâketleri bu dünyada nasıl tattıklarını ve nasıl battıklarını işitmediniz mi? Sizden önceki inkârcılar ne hâle geldiler, nasıl helâk oldular? Ey çağın inkârcıları, aklınızı başınıza alın!  Gerek önceki kitaplarda ve gerek şanlı Kur’an’da bunlar size haber verilmedi mi? Bundan önce küfredip de yaptıklarının vebâlini tatmış olanların önemli haberleri size gelmedi mi? Nuh, Âd, Semûd, Lut kavmi gibi, Firavunlar, Nemrutlar gibi bunların hepsi helâk oldular. Bu çağınkilerde, gelecek çağınkilerde hepsi helâk olacaklardır. Çünkü Allah’a karşı konmaz kolonların beli bıkkını kırılmıştır.

Dakika 1:10:05

Onların ne îmân ve itaatlerine, ne de kendilerine aslâ Allah’ın ihtiyacı yoktur kul Allah’a muhtaçtır îmân ve Amel-i Sâlih’i ile ebedî bu ihtiyaçlarını Yüce Allah lütfuyla karşılayacaktır îmân ve Amel-i Sâlih sebebiyle. Yüce Allah Gani’dir, O eşsiz zengin tek zengindir, Hamid’dir, zâtında her güzelliği, her üstünlüğü toplayıcı, her türlü hamd ve hürmete müstahaktır Allah Hamîd ‘dir. Onun için bütün âlemler Allah’a muhtaçtır ama Allah kimseye muhtaç değildir. İnsan sadece kokup çürüyüp gidecek olan tenden ibârettir diye sandılar ve o gidişin nereye olacağını düşünmediler ruh dünyasına bakmadılar. „İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar.“ Keşfül Hafâ’da bu haber nakledilmiştir.  (وَذَلِكَ) Bu, dirilme ve cezâ sizlere zor gelse de (عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ) Allah’a göre kolaydır. Bu âlemi yoktan yaratan ölüyü diriltmez mi? Hak nuru olan Kur’an’a îmân ediniz. İnanıp gereğince amel ediniz.

Kıymetli dostlarımız,

Alış verişte meydana gelirse aldanma gayn’ın üstünü, ba’nın sükûnuyla „ğabn“, re’yde olursa ikisinin de üstünüyle „gaben“ diye ayırd edilir. Şimdi bu sûrenin adı “Teğabün ’dür” bu kelimenin izâhını onun için yapmaktayız. Yani aldatan „ğabn“, aldanan “gaben” aldanmada aldatmada iyi bir Müslüman ol o zaman mahşere aldanmayan, aldatmayan olarak gelirsiniz. , iyi bir Müslüman ol itikatta, amelde, ahlâkta, hukûkta, ilimde, irfânda çünkü Yüce İslam bir ilim, irfân bilim dinidir ki Allah’u Teâlâ kendi ilminden ortaya İslam’ı koymuştur ve en doğru en güzel bütün değerler İslam’da bulunmaktadır. Buna dikkat et! „O gün eşya onlara, dünyadaki miktarlarının tersine görünecektir.“ „Ğabnın aslı, şey’i gizlemektir.” Gizli güzel denir. Zemahşeri de der ki: „Teğabün burada, kavmin ticarette birbirlerini aldatmaları mânâsında ödünç olarak kullanılmış olup, şâki (sapık) olanların Saîd (bahtiyar) oldukları takdirde işgal edecekleri mevkilere Saîdlerin konması ve Saîd olanların şâki oldukları takdirde işgal edecekleri mevkilere de şâkilerin konması mânâsınadır.

Dakika 1:15:00

İyi bir Müslüman olursan cennette yerini, köşkünü, saraylarını alırsın. Bunun tersi olursa burayı tamamen kaybeder cenneti, cehennemde ki yerini alırsın.  Bismillâhirrahmânirrâhîm İslam kârdır, rahmettir sakın zarara gitme! İslam’ı bırakan kişi hüsrandadır her şeyini kaybetmiştir

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

مَٓا اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ يَهْدِ قَلْبَهُۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ﴿١١﴾

وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاِنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ﴿١٢﴾

اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ﴿١٣﴾

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ وَاَوْلَادِكُمْ عَدُواًّ لَكُمْ فَاحْذَرُوهُمْۚ وَاِنْ تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ﴿١٤﴾

اِنَّـمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۜ وَاللّٰهُ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ﴿١٥﴾

فَاتَّقُوا اللّٰهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَاَط۪يعُوا وَاَنْفِقُوا خَيْراً لِاَنْفُسِكُمْۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ﴿١٦﴾

اِنْ تُقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً يُضَاعِفْهُ لَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ شَكُورٌ حَل۪يمٌۙ ﴿١٧﴾

عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ﴿١٨﴾

 

 

Allah’ın izni olmayınca hiç bir musibet isabet etmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi bilendir.

Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin. Yüz çevirirseniz bilin ki, elçimize düşen apaçık bir duyurmadır.

Allah ki O’ndan başka ilâh yoktur. Müminler Allah’a dayansınlar. O’na sığınsınlar, O’nun emrine sıkı sarılsınlar ki güven ortamında bulunsunlar Allah’ın korumasına girsinler.

Ey îmân edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir.

Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır.

O hâlde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun, dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

Eğer Allah’a güzel bir borç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar. Allah çok mükâfat verendir, Halîm’dir.

Görünmeyeni ve görüneni bilendir. Üstündür, hikmet sahibidir. “Amennâ ve Saddaknâ” „Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.“ Allah yolunda gerçek mü’min Müslüman olarak îmânın gücü sabrın gücüdür îmânın ne kadar güçlüyse sabrın da o kadar güçlüdür. De ki: “Hepsi Allah’tandır” bütün nimetler Allah’tan insanoğlunun başına ne belâlar geliyorsa bu nefsinden günahlarındandır. İmtihanlar varsa onlar da derece vermek yükseltmek içindir.

Dakika 1:20:00

Müslüman olmuşlar ve Medine’ye Peygamberin (S.A.V) yanına gitmek istemişlerdi. Kim? Mekkeliler hakkında nâzil olmuştur. Toplumda iç huzurun en önemli prensiplerinden biri de aile düzenidir. Ailede iç huzur olmazsa zaten huzur yok demektir. Onlar Müslüman olmuşlar o Mekke’de ki bazı kimseler ve Medine’ye Peygamberin (S.A.V) yanına gitmek istemişlerdi. Hanımları ve çocukları da onları bırakmaya râzı olmadılar. Sonra kalkıp Rasûlullah’a geldiklerinde insanların dinî bilgileri kavramış olduklarını görünce zevcelerine ve çocuklarına cezâ vermeyi düşündüler. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ bu âyeti indirdi.“ Diğer bir rivâyette de şöyle denilmiştir. „Bir adam hicret etmek istemişti, ancak karısı ve çocuğu ona mâni olmuştu, o da „Eğer Allah’u Teâlâ sizinle beni Daru’l-hicre (Medine)’de bir araya getirirse Vallâhi şöyle, şöyle yapacağım.“ diye yemin etmişti. Böylece bu âyet nâzil oldu.“ Ata Bin Ebî Rebâh’dan rivâyet edildiğine göre: „Avf. Bin Mâlik el-Eşcei Peygamber’le berâber gazâya gitmek istemişti. Çoluk çocuğu toplanıp engel olmaya uğraştılar ve biz senin ayrılığına dayanamayız diye sızlandılar. O da merhamet gösterip gazâya katılmamış, sonra da pişmanlık duymuştu. Bunun üzerine söz konusu âyetin indiği rivâyeti vardır.“ Bunu da nakleden Suyûtî’dir. Elçilerinden bazıları yani bazı kadın bazı çocuk veya bazı kadınlar ve çocuklardan teşekkül eden bir takımı size bilerek veya bilmeyerek size bir nevi düşmandır bazıları bazı takımlar. Bugün iki kardeş bile karşı karşıya bulunmaktadır o gün de öyleydi. Dünyada kocalarına düşmanlık eden, canına bile kıymaya kadar giden, yemeğine zehirler katan, aklını karıştıran, malına ırzına, namusuna hıyânet eden, dinini diyânetini yıkan ve cehenneme sürükleyen nice kadınlar ve çocuklar buluna gelmiştir. Bunun tersi de mevcuttur. Bunu bile bile kasten yapanlar olduğu gibi bir takımları ve belki de birçokları bilmeyerek ve kötü bir maksat beslemeyerek kocalarını veya babalarını zararlara, sıkıntılara, keder ve üzüntülere düşürür, böylelikle bir takım hayırlı işlere, ibadetlere engel olurlar. Kasti olan düşmanlık ilk akla gelirse de, o âyette zikredilmemiş olan ezvacla berâber burada da aynı mânâ düşünülerek mutlak anlamda olan düşmanlığın kasıtlı veya kasıtsız olma ihtimâlinin bulunması, iki âyet arasında bir „intibak“ sanatı ifade edebileceği cihetle daha beliğdir ve açıktır. Karılarına hıyânet eden nice erkekler de vardır. İşte burada hitâbın zâhiren erkeklere olması itibârıyla o taraf açıklanmayıp mânânın işaret ve delâletine bırakılmıştır yöneticisi ve koruyucusudur…

Dakika 1:25:00

„Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve erkekler mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur…“  Erkeklerin infâk, idâre ve terbiyeyi üzerlerine alan reisler olmaları hasebiyle hitâb, öncelikle onlara yapılmıştır. Akil baliğ, mükellef bir mü’min olarak  Cenab-ı Hak bunlara ne yapmış emrini bildirmiştir. Ailede iç huzur te’min edilmeli her iki taraf haddini bilip Allah’a kulluk etmelidir. Kadınların akıldan ziyâde hislerine tâbî olmalarıdır. Kadınlar akılcı düşünmeyenleri çoğunluktadır ve hislerine tâbî olanları daha çoğunluktadır. „Ey îmân eden ve aile üzerinde yönetici olması gereken erkekler. Sizlerin erkekliğiniz, aklınız, îmânınız ve gereğince iyilik fikriniz size bağlı olan ailenize düşmanlık yapmaya müsaade etmemeyi îcâb ettirirse de, zevceleriniz ve çocuklarınız içinden akıl veya dinde noksanlıkları sebebiyle sizlere düşman olan, başınıza problem çıkarmak isteyen bazılarının da bulunabileceği muhakkaktır. “O hâlde düşmanlardan sakınınız.” Kendinizi onlara kaptırmayınız. Bundan dolayı eş seçerken dış güzelliğine, malına, süsüne, şusuna-busuna kapılı vermeyip her şeyden önce dinini, namusunu, edebini, iffetini ve ahlâkını aramak gerekir. „Çöplükte biten yeşillikten sakınınız!“ dikkat edin! Çöplük gülleri kızarır ama altı pislik kokar bunlara aldanmayınız. Bu kadın için böyledir ama erkek içinde böyledir. Çöplük güllerine aldanmayınız altı pislik kokar üstü kızarır ve sana gül gibi görünür ama o çöplük gülüne dikkat et.

Sonra da aile hukûkuna riâyet ve onların dinî terbiyelerine dikkat etmeli, ayrıca onların yüzünden gelmesi beklenilen dünyevî ve uhrevî zararlardan da sakınmalıdır. Sevgi ve alâka sevdasıyla şımartmamalıdır. Sevgide ölçülü olmalıdır yerinde olmalıdır.  Uyanık durumda bulunmalı, haddinden ziyâde sevdiğin zaman onu kontrol altına almadığın zaman bu şımarır şımarttığın zaman daha da önüne geçemeyeceğin durumlar olur. Bununla beraber sakınacağız diye fazlada sıkmamalıdır ölçülü davranmalıdır sevgide ve kontrolü de ölçülü yapmalı sıkmamalıdır her kusurlarına aldırmamalıdır. “Kusursuz insan olmaz velâkin her kusur teftiş olunmaz.” Kusurları iyilikle bir eğitim, öğretim ortamı içinde yine sevgi ölçülerine ve yine manevî ciddiyet vakur ölçülere göre ne yapılmalıdır; Kusurları da ortadan iyilikle kaldırılmaya çalışılmalıdır.

Dakika 1:30:05

Affı mümkün olan suçlarını bağışlarsanız ki bunlar, size karşı yapılan ve başkalarını ilgilendirmeyen dünya işleriyle alâkalı yahut da dînî konularda olup da tevbe ettikleri suçlardır. İşte bu konularda da şer-i ölçülere göre hareket etmelidir. İslâm dinini yayma ve müdafaa ile Allah yolunda cihâd, iyilik ve takvâ da yardımlaşmak için gücünüzün yettiği kadar vergi, zekât ve sadaka verin. Meşrû ticaretlerden bile daha kârlıdır. Çünkü Allah onu kat kat mükâfatıyla öder. Allah yolunda harca Allah’tan sana o kat kat geri dönecektir. Hem de günahlarınızı bağışlar (وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللَّهُ شَكُورٌ حَلِيمٌ) Yüce Allah Şekûr’dur. Şükür, iyiliği iyilikle karşılamak demektir bir iyiliğe bile büyük mükâfatlar verir Yüce Allah. Allah Halîm’dir O, yumuşak davranır mühlet verir acele etmez ama suçundan da eğer devam edersen vazgeçmez cezânı verir. Vakti saati gelince verir. Bunu da Cenab-ı Hak büyüklüğünden yapmaktadır O, acele etmez her yaratmasında ve her emrinde hikmet vardır.

Cenab-ı Mevlâ Yüce İslam’ın bütün yüce değerlerini ruhunda, kalbine, içinde-dışında tam bu ölçülere göre yaşayan ölümsüz hayata Allah’ın Rıdvân’ını, Cemâline nâil olan kullarından eylesin. Dersimiz Talak Sûresi’ne gelmiş bulunmaktadır.

Dakika 1:32:51

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Visited 29 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}