İslam Tarihi Ders 20

İslam Tarihi Ders 20

20- İslam Tarihi Ders 20

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

Sevgili dinleyenler, “Tarih Dersimiz” Şu’ayb (Aleyhisselâm) ile devam ediyor.

 

Rivâyet edildiğine göre, Şu’ayb (Aleyhisselâm)’ın bir adı da Yesrun’dur. Hz. Şu’ayb ’ın Lût (Aleyhisselâm)’ın oğlu olduğu muhakkaktır. Hz. Şu’ayb ‘ın ninesi ise Hz. Lût’un kızıdır. Şu’ayb (Aleyhisselâm) âmâ idi. “Biz seni aramızda zayıf görüyoruz… “

(Hûd Sûresi, âyet 91)’de o kavim ki Lût (Aleyhisselâm)’ı dinlemeyen kavim öyle dediler. (Âyet 91 Hûd Sûresi). Burada  “zayıflık“ sözü, âmâ / kör olarak tefsir edilmiştir.

 

Hz. Peygamber (Aleyhisselâm) Şu’ayb (Aleyhisselâm)’ı andığı zaman: “O, kavmine güzel davranması ve iyi ilişkileri sebebiyle peygamberlerin hâtibi unvanını almıştır.“ buyurdular. Allah (Celle Celâlüh) O’nu Medyen halkına yani Eyke ahâlisine peygamber olarak göndermişti. “Eyke“ kelimesi sarmaşık hâldeki ağaç demektir. Medyen ahâlisi Allah’a isyân eden kâfir bir insan topluluğu idi ve putperest idiler.

 

Tartı ve ölçülerinde eksik tartarak halkı aldatırlar ve onların mallarını ifsâd ederlerdi. İsyân ve küfür ehli olmalarına rağmen Allah onlara bol miktarda nimet vererek refâhın doruk noktasına çıkarmıştı. Bu durum ise onlar için bir istidraç (derece derece azâba yaklaşmak) idi. Bunun üzerine Hz. Şu’ayb (Aleyhisselâm) onlara: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiç bir ilâhınız yoktur, yalnız Allah vardır. Ölçeği, tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi gerçekten bir nimet (ve refâh) içinde görüyorum. Şüphesiz ki, ben bir gün (hepinizi) çepeçevre kuşatıcı bir azâbdan korkuyorum.“ Bu da (Hûd Sûresi, âyet 84)’de bildirildiği gibi Şu’ayb (Aleyhisselâm) böyle söyledi.

Fakat Hz. Şu’ayb ‘ın peygamber olarak gönderildiği ahâli sapıklık ve azgınlıklarına devam etti. Hattâ Şu’ayb (Aleyhisselâm)’ın onları uyarıp Allah’ı hatırlatması, Allah’ın azâbından sakındırmağa çalışması, onların üzerinde yürüdükleri hatâlı yoldaki direnmelerini artırmaktan başka bir işe yaramadı. Allah (Celle Celâlüh) helâk etmek isteyince onların üzerine Yevmü’z-zulle’nin (gölge gününün) azâbını Musallat etti.

 

İbnu Abbâs (Radıyallâhu Anhü) Hazretleri: “ … Onları o gölge gününün azâbı yakalayıverdi. Gerçekten o, muazzam bir günün azâbı idi.“ (Şuarâ Sûresi, âyet 189)’da bildiriliyor -ki bu âyetin tefsirinde şunları anlatıyor: „Allah (Celle Celâlüh) onların üzerine şiddetli bir sıcak gönderdi ve bu sıcaktan onların nefesleri daraldı; hattâ onlar bu sıkıntıya dayanamayarak kırlara kaçtılar. Bu sırada Allah onların üzerine bir bulut gönderdi ve bu bulut onları gölgeleyip güneşten korudu. Hattâ onlar bu bulutun altında serinlik ve rahatlık hissedince birbirlerine seslenerek diğer kimseleri de bulutun altına çağırdılar. Böylece hepsi bulutun altına toplandılar. İşte onlar toplu hâlde iken Allah onların üzerine bir ateş gönderdi.“ Bunları anlattıktan sonra İbnu Abbâs (Radıyallâhu Anhü): „Gölge gününün azâbı, denilen hadise bundan ibârettir.“ demiştir. İşte tepelerine ateş yağan bir toplum bunlarda…

 

Dakika 6:30

 

Katâde ise bu hususta şunları söylüyor: „Allah (Celle Celâlüh) Hz. Şu’ayb’ı iki ümmete peygamber olarak göndermiştir. Bunlardan birisi kendi kavmi olan Medyen halkı, diğeri ise Eyke ahâlisidir. Eyke, sık ve sarmaşık şeklinde büyümüş bir ağaçlık bölgeden ibârettir. Yüce Allah, onları cezâlandırmak isteyince üzerlerine şiddetli bir sıcak gönderdi ve gönderilen azâbı onların üzerinde bir bulut gibi yükseltti. Bulut kendilerine yaklaşınca, serinlik verir ümidiyle ona doğru gitmeğe başladılar. Onlar, tam bulutun altında toplanınca üzerlerine ateş yağdırıldı. İşte: “Gölge gününün azâbı onları yakaladı…“ âyetinin mânâsı da budur.“ Dedi.

 

Sevgili dostlarımız,

 

Zeyd bin Eslem: “Ey Şu’ayb! Babalarımızın taptıklarını yani (putları) bırakmamızı yahut mallarımızda (eksik veya fazla verme husûsunda) dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor? Gerçekten sen yumuşak huylusun, çok akıllısın, (diyerek alay ettiler) o putperest kavim Şu’ayb (Aleyhisselâm) ile.“ Bunu da (Hûd Sûresi, âyet 87)’de görüyoruz. Bu âyeti açıklarken Hz. Şu’ayb ‘ın onlara yasak ettiği şeylerden birisinin de paraları kırpmak olduğunu da söylüyor.

İşte sevgili dostlarımız, verirken az verip alırken çok almaya alışmış alışverişte hep hileyi öne sürmüş olan bir kavimden bahsediyor işte Şu’ayb (Aleyhisselâm)’ın kavmi. Bir yandan putperestler, bir yandan haksızlık içinde yüzüyorlar ve azmışlar çok bulmuşlar azmışlar. Nitekim tepelerine ateş yağdırıldı ve bu şekil helâk oldular.

 

Dakika 9:35

 

Şimdi de dersimiz Hızır (Aleyhisselâm)’ın kıssası ile devam ediyor. Hızır (Aleyhisselâm) ve Mûsâ (Aleyhisselâm) meselesi;

 

Abdullah bin Şevzeb, Hızır’ın Farsoğulları’ndan, İlyâs’ın ise İsrâiloğullarından olduğunu ve bunların her yıl (hac) mevsiminde buluştuklarını söylüyor. Doğrusunu Mevlâ bilir.

 

Hızır’ın Efridun ile büyük Zülkarneyn’in zamanlarında ve Mûsâ bin İmrân’dan önce yaşadığına dâir söylenen sözler doğru kabul edilmiştir. Çünkü sahîh bir hadis-i şerifte: “Allah’ın Mûsâ bin İmrân’a Hızır’ı araması için emir verdiği…“ ifâde ediliyor. Rasûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ise kâinatta olup biten hadiseleri en iyi bilen kimse Hz. Muhammed’dir Allah’tan sonra. Buna göre, Hızır’ın (Aleyhisselâm) Mûsâ bin İmrân’ın zamanından önce Zülkarneyn’in öncü kollarının kumandanlığında bulunduğu, hayat suyundan içmesi sebebiyle ömrünün uzamış olduğu, Hz. İbrâhim’in zamanında peygamber olarak gönderilmediği, Nâşiye bin Emvâs’ın halîfelik döneminde peygamber olarak gönderildiği büyük bir ihtimâldir. Halîfe olan Nâşiye bin Emvâs ise Büştasb bin Lührasb’ın döneminde yaşamıştır.

Evet, sevgili dostlarımız, bu husustaki hadis-i Übeyy bin Kâ’b Hazreti Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm)’dan rivâyet etmiştir

 

Sâid bin Cübeyr anlatıyor: „Bir gün İbnu Abbâs’a: “Nevfâ, Hızır’ın Mûsâ bin İmrân ile arkadaşlık etmediğini söylüyor.“ dedim; Bunun üzerine o bana: „Allah’ın düşmanı yalan söylüyor.“ Dedi. Ve Übeyy bin Kâ’b ’ın Rasûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’den rivâyet ettiği şu hadisi nakletti: “Bir gün Hz. Mûsâ (Aleyhisselâm) İsrâiloğullarına bir konuşma yaptı. Bu sırada kendisine: ‚İnsanların en bilgilisinin kim olduğu.‘ soruldu. Bunun üzerine o: ‚Benim‘ diye cevap verdi. Yüce Allah (Celle Celâlüh), bilgiyi kendisine nispet edip Allah’a isnâd etmediği için onu azarladı. Bunun üzerine Hz. Mûsâ: ‚Ey Rabbim! Bu havaride benden daha bilgili bir kulun var mı?‘, diye sordu. Allah (Celle Celâlüh): ‚Evet, iki denizin birleştiği yerde bir kulum var, o senden daha bilgilidir.‘ diye cevap verdi. Hz. Mûsâ (Aleyhisselâm): ‚Ey Rabbim! Onu nasıl bulabilirim?‘ dedi. Yüce Allah (Celle Celâlüh): ‚Bir balık alırsın, onu bir zembilin içine koyarsın, bu balık nerde kaybolursa, Hızır’ı orada bulursun.‘ dedi. Bunun üzerine Hz. Mûsâ bir balık aldı ve onu bir zembilin içerisine koydu, sonra yanındaki yiğidine yani yanında bir yiğit vardı o da (Yuşâ‘ bin Nûn” Aleyhisselâm) idi: ‚Bu balığı kaybettiğin zaman bana hemen haber ver.‘ Dedi yanında ki Yuşâ Aleyhisselâm’a dedi Hz. Mûsâ. Nihâyet Hz. Mûsâ ile yiğidi deniz sahilini takip ederek yaya hâlde yollarına devam ettiler; hattâ bir kayanın yanına geldiler. İşte hayat suyu denilen su burada bulunuyordu. Bu sudan içen ölümsüzleşir; ölü bir varlık bu suya yaklaştığında mutlaka dirilirdi. Bu sudan balığa dokunur dokunmaz o dirildi. Bu sırada Hz. Mûsâ uykuya dalmıştı. Balık ise kımıldayarak zembilden çıktı ve sıçrayıp denize düştü. Balığın düştüğü yerde Allah’ın emriyle suyun akıntısı durdu ve balığın geçtiği yerde tak gibi bir iz kaldı. Balık ise denizde bir deliğe doğru yola koyuldu. Bu durum onlar için şaşılacak bir şey oldu.““

 

Dakika 15:50

 

„Bundan sonra Hz. Mûsâ ile yiğidi yollarına devam ettiler. Kuşluk vakti yemek yeme zamanı gelince Hz. Mûsâ yiğidine: “Kuşluk yemeğimizi getir; gerçekten şu yolculuğumuz yüzünden başımıza (epeyce) sıkıntı geldi.“ Bu da (Kehf Sûresi, âyet 62)’de bildiriliyor ki Mûsâ (Aleyhisselâm) böyle dedi. Hâlbuki Hz. Mûsâ Allah’ın emrettiği sınırı geçinceye kadar sıkıntıya düşmemişti. Hz. Mûsâ’nın berâberinde olan yiğit de ona: “Gördün mü? Kayaya sığındığımız vakit ben balığı unutmuşum. Onu bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir sûrette denize (atıldı) ve yolunu tutup gitti.“ Bu da (Kehf Sûresi, âyet 63)’de bildiriliyor. O yiğit böyle dedi. Bunun üzerine Hz. Mûsâ: ““İşte, aradığımız budur.“ dedi. Sonra onlar, izlerinin üzerinde gerisin geri döndüler.“ Bu da (Kehf Sûresi, âyet 64). Böylece onlar izlerini takip ederek kayanın bulunduğu yere geldiler. Burada elbisesine bürünerek birinin uyumakta olduğunu gördüler. Hz. Mûsâ ona selâm verdi. O da selâmını aldı ve: “Bizim bölgemizde böyle bir selâm şekli yoktur. Sen kimsin?“ dedi Hızır (Aleyhisselâm) Mûsâ’ya (Aleyhisselâm)’a. Hz. Mûsâ ona: “Ben Mûsâ’yım.“ dedi. O: “İsrâiloğullarının Mûsâ(sı mısın?“) diye sordu. Hz. Mûsâ: “Evet, İsrâiloğullarının Mûsâ’sıyım.“ diye cevap verdi. Bunun üzerine O: “Ey Mûsâ! Ben, senin bilmediğin ve Allah’ın bana öğrettiği bir bilgiye sahibim, Sen de benim bilmediğim, fakat Allah’ın sana öğrettiği bir bilgiye sahipsin.“ dedi. Hz. Mûsâ O’na: “Sana, doğru yol olarak öğretilen ilimden bana da öğretmen için sana tâbî olayım mı?“ (Kehf Sûresi, âyet 66)’da buyuruluyor ki Mûsâ (Aleyhisselâm) bu şekil sordu. O da: “Eğer bana tâbî olacaksan, ben sana anlatıp söyleyinceye kadar bana hiç bir şey sormayacaksın.“ Bu da (Kehf Sûresi, âyet 70)’de bildiriliyor. Hızır (Aleyhisselâm) böyle cevap verdi. Nihâyet onlar, sahil boyunca yaya olarak yürümelerine devam ettiler, sonra bir gemiye bindiler. Bu sırada bir serçe gelerek geminin bir kenarına kondu ve gagasıyla denizden bir damla su aldı. Bunun üzerine Hızır (Aleyhisselâm), Hz. Mûsâ’ya (Aleyhisselâm): “Her ikimizin bilgisi Allah’ın ilmine kıyasla şu serçenin gagasıyla aldığı su kadardır.“ dedi.“ yani denizden bir damla.

 

Dakika 20:00

 

„Mûsâ (Aleyhisselâm) ile Hızır gemide yollarına devam ederlerken, bir ara Hz. Mûsâ Hızır’ın gemiyi bir kazık (çivi) ile delmeğe çalıştığını veya bir tahtasını çıkarmağa kalkıştığını gördü. Bunun üzerine Hz. Mûsâ Hızır’a: ““Onlar, hiçbir şey almadan (navlunsuz olarak) bizi gemiye bindirdiler. Sen ise sahiplerini (suda) boğmak için onu deliyorsun (deldin). Andolsun ki, sen büyük bir iş yaptın.“ dedi. (Hızır Aleyhisselâm): „Sen benim yanımda sabretmeğe aslâ güç yetiremezsin demedim mi?“ dedi. Mûsâ (Aleyhisselâm): „Unuttuğum şeyden dolayı beni sorumlu tutma. Şu işinde (arkadaşlığımızda) bana güçlük çıkarma.“ dedi.“ (Kehf Sûresi, âyet 71 ve 73)’e kadar bildiriliyor. İşte bu, Mûsâ’nın ilk unutmasıydı.“

Evet, sevgili dostlarımız, „Bundan sonra Hz. Mûsâ ile Hızır (Aleyhisselâm) yollarına yaya olarak devam ettiler.

 

Onlar, yolda giderlerken, arkadaşlarıyla oynamakta olan bir oğlan çocuğu gördüler. Hızır, bu çocuğun başından yakalayıp öldürdü. Bunun üzerine Hz. Mûsâ: ““Tertemiz (mâsum) bir canı, (diğer) bir can karşılığı olmaksızın öldürdün ha! Andolsun ki sen kötü bir şey yaptın.“ dedi. (Hızır Aleyhisselâm): „Ben sana, benim yanımda sabretmeğe aslâ güç yetiremezsin demedim mi?“ dedi. Mûsâ (Aleyhisselâm): „Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam benimle arkadaşlık etme. Zîrâ tarafımdan muhakkak sûrette özre (yani benden ayrılmakta mâzur sayılmağa) ulaştın.“ dedi. Onlar, yollarına devam ettiler.

 

Nihâyet bir memleket halkına vardılar. Oranın ahâlisinden yemek istediler; fakat onlar, misâfir kabul etmekten kaçındılar. Kendilerine yiyecek ve içecek verecek hiçbir kimseyi bulamadılar. Derken yıkılmağa yüz tutmuş bir duvar buldular. O, bunu yani Hızır (Aleyhisselâm) bu duvarı düzeltiverdi. (Mûsâ, (Aleyhisselâm) ona): „Onlar bizi misâfir kabul etmediler, dileseydin elbette buna karşı bir ücret alırdın.“ dedi. (Hızır Aleyhisselâm): „İşte bu, benimle senin ayrılışımızdır. Sana üzerinde asla sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim.“ dedi. Gemiye gelince, (o), denizde iş yapan yoksullarındı o gemi. Ben onu kusurlu yapmak istedim; çünkü arkalarında her (sağlam) gemiyi zorla almakta olan bir hükümdar vardı. Onun için bu gemi fakirlerin elinden çıkmasın diye onun cilâsını bozdu. Oğlana gelince: Onun anası da babası da îmân etmiş kimselerdi… Bunun için onları bir azgınlık ve kâfirlik büyümesinden korkup endişe ettik. Diledik ki onun yerine Rableri kendilerine temizlikçe daha hayırlısını, merhametçe daha yakınını versin. Duvara gelince: Bu, o şehirde iki yetim oğlan çocuğunundu. Altında da onlara ait bir define (kenz-hazine) vardı, babaları da iyi bir adamdı. Bunun üzerine Rabbin diledi ki, ikisi de rüştlerine ersinler yani büyüsünler, defineleri çıkarsınlar. (Bu) Rabbinden bir merhamet idi. Ben bunu kendi reyimle yapmadım. İşte üzerlerinde sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur.“ dedi.“ (Kehf Sûresi, âyet 74-82).“e kadar bunlar bu şekilde anlatılmaktadır.

 

Dakika 25:40

 

„İbnu Abbâs, âyette geçen “kenz“ (define) kelimesinden maksadın ilim hazinesi olduğunu söylerdi.“

„İbnu Abbâs’a: “Mûsâ ile Hızır (Aleyhimüsselâm) hâdisesinin sonuna doğru Mûsâ (Aleyhisselâm)’ın yiğidinden bahsedildiğini işitmez olduk. Acaba bunun sebebi nedir?“ diye sorulduğunda, O: “Mûsâ (Aleyhisselâm)’nın yiğidi hayat suyundan içti, ebedîliğe kavuştu. Hızır (Aleyhisselâm) onu alıp gemiye attı, sonra da gemiyi denize bıraktı. Bu gemi onunla berâber kıyâmete kadar dalgalar arasında yüzmeğe devam edecektir. Onun bu cezâya çarptırılması, hakkı olmadığı hâlde hayat suyundan içmiş olmasından ileri gelmiştir.“ diye cevap verdi. “

 

Yukarıda geçen hadis-i şerif, Hızır’ın (Aleyhisselâm) Hz. Mûsâ’dan (Aleyhisselâm) önce yaşamış olduğuna ve onun dönemini idrâk ettiğine delâlet etmektedir. Ayrıca bu hadis-i şerif, Hızır’ın İrmiya olduğunu söyleyenlerin görüşünün de hatâlı olduğunu ispat etmektedir. Çünkü İrmiyâ Buhtunnassar’ın döneminde yaşamıştır. Hz. Mûsâ ile Buhtunnassar’ın dönemleri arasındaki müddet farkını anlamak tarih bilgisine vâkıf olan kimse için pek zor bir mesele değildir. Çünkü Hz. Mûsâ Minuçihr’in zamanında peygamberlik yapmıştır. Minuçihr ise büyük babası Efridun’dan sonra hükümdarlık etmiştir diyor.

 

Evet, sevgili dostlarımız, şimdi biz bu Minuçihr hakkında da kısa bilgileri vermek üzere bir sonraki dersimizde de oradan başlayacağız İnşâ’Allah’u Teâlâ. Cenab-ı Hak tarihi şanlı Kur’an’a istinâd ederek sahîh sünnete ve sahîh haberlere istinâd eden tarih haberlerinden gereği gibi ibret dersi almayı Cenab-ı Hak ve Ümmet-i Muhammed’e ve insanlık âlemine nasîb-i müyesser eylesin.

 

Dakika 28:55

(Visited 87 times, 1 visits today)