İslam Tarihi Ders 22

İslam Tarihi Ders 22

22- İslam Tarihi Ders 22

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

Çok kıymetli ve muhterem izleyenler, dersimiz Tarih Dersimiz devam ediyor. Konumuz Mûsâ (Aleyhisselâm)’ın Firavundan uzaklaşması Şu’ayb (Aleyhisselâm)’n memleketine gelmesi ve onun koyunlarını sulamasıyla dersimiz buraya kadar gelmişti.

Şimdi İbnu Abbâs Hazretleri (Radıyallâhu Anhü) bu âyetin izâhında: „Hz. Mûsâ bu sözü söylediği vakit, herhangi bir insan onu görmüş olsaydı, şiddetli açlıktan (yediği yeşil yapraklar yüzünden) onun bağırsaklarının yeşilliğini görürdü ve kendisi için Allah’tan ancak bir lokma istemekle yetinirdi.“ diyor.

Hz. Şu’ayb ‘in iki kızı hemen çabucak babalarının yanına döndüler, erken dönüşlerinin sebebini soran babalarına durumu olduğu gibi anlattılar. Bunun üzerine Hz. Şu’ayb kızlarından birisini Hz. Mûsâ’yı çağırmak üzere gönderdi. Fakat onu çağırmak üzere giden kız utana utana yanına vardı ve O’na: “Sürülerimizi sulamanıza karşılık ücretinizi vermek için sizi babam çağırıyor.“ dedi. (Kasas Sûresi, âyet 25)’de bu kız böyle söyledi. Bunun üzerine Hz. Mûsâ kız ile birlikte babası Şu’ayb (Aleyhisselâm)’ın yanına gitmek üzere ayağa kalktı, kız önde, kendisi arkada yürümeğe başladı. Yolda giderlerken rüzgâr kızın eteğini savurunca Mûsâ (Aleyhisselâm) mahrem yerini gördü. Bunun üzerine Mûsâ ona: „Siz arkamdan yürüyün, bana gideceğim yolu gösterin. Zîrâ biz kadınların bacaklarına bakmayan bir aileye mensubuz.“ dedi.

Nihâyet Mûsâ (Aleyhisselâm) Hz. Şu’ayb ‘in yanına gelip: “O’na kıssayı (başından geçenleri) anlatınca, O: ‚Artık korkma, o zâlimler güruhundan kurtuldun.‘ dedi.“ (Kasas Sûresi, âyet 25)’de. Bu arada Hz. Mûsâ’yı babasına getiren kız ise: “Babacığım! Onu ücretle (çoban) tut. Çünkü ücretle kullandıklarının en hayırlısı şüphesiz ki, bu kuvvetli ve emin (kişidir).“ (Kasas Sûresi, âyet 26)’da kız böyle söyledi. İşte bir peygamber kızı ki firâseti var. Bunun üzerine babası bu kızına: „Onun kuvvetli olduğunu gördün, fakat emin bir kişi olduğunu nerden biliyorsun?“ dedi. Kız babasına:

„Ben onunla birlikte yolda gelirken rüzgârın eteğimi açması üzerine, bana arkasından yürümemi söyledi. İşte buradan onun emin bir insan olduğunu anlıyorum.“ diye cevap verdi. Ey dünya kadınları ne hâle geldiniz! Ey dünya erkekleri ne hâle geldiniz! Şöyle bir kendinize dönünde bir bakın! İşte bunun üzerine Hz. Şu’ayb (Aleyhisselâm), Mûsâ (Aleyhisselâm)’a ‚ya “ Ey Mûsâ! Ben iki kızımdan birini -bana sekiz yıl ırgatlık yapmak üzere- sana nikâhlamayı arzu ediyorum. Eğer (hizmetini) on (yıl)a tamamlarsan o da kendinden (olur). (Bununla berâber) sana zorluk çektirmek istemem. İnşâ’Allah beni sâlihlerden bulacaksın.“ Bu da (Kasas Sûresi, âyet 27)’de Şu’ayb (Aleyhisselâm) böyle söyledi. Hz. Mûsâ ise ona: “Bu, seninle benim aramdadır. Bu iki müddetten hangisini doldurursam demek ki bana karşı bir husûmet olmayacaktır. Ayrıca Allah da bu dediğimiz sözün üstünde bir şahittir.“ (Kasas Sûresi, âyet 28)’de Mûsâ (Aleyhisselâm)’da böyle söyledi.

Dakika 6:10

Hz. Mûsâ gününü Şu’ayb (Aleyhisselâm)’ın yanında geçirdi; akşam olunca da Hz. Şu’ayb O’na akşam yemeği hazırlatıp getirdi, fakat Mûsâ (Aleyhisselâm) yemedi. Hz. Şu’ayb, kendisine niçin yemediğini sorunca: „Biz öyle bir aileye mensubuz ki, azıcık bir âhiret ameli karşısında bütün dünyayı verseler almayız.“ diye cevap verdi. Hz. Şu’ayb: „Biz bu yemeği sana bunun için getirmedik, misâfire yemek yedirmek benim ve atalarımın bir âdetidir.“ dedi. Bunun üzerine Hz. Mûsâ getirilen yemeği yedi. Hz. Mûsâ’nın bu şekilde davranması, Şu’ayb (Aleyhisselâm)’ın O’na karşı rağbetini iyice artırdı ve Mûsâ’yı yanına getiren “Safura” adındaki kızı ile evlendirdi. Bu arada Hz. Şu’ayb kızına, bir âsâ getirip Mûsâ’ya vermesini emretti. Kızı bir âsâ getirdi. Bu âsâ getirdi bu âsâ Hz. Şu’ayb’a, insan sûretine girmiş bir melek tarafından getirilip emânet bırakılmıştı. Hz. Şu’ayb ‘in kızı bu âsâyı getirip Mûsâ’ya verince, babası kızından bunu yerine koyup, bir başkasını getirmesini istedi. Bunun üzerine kızı âsâyı yerine bıraktı ve bir başkasını almak istedi; fakat eli bir türlü başkasına varmıyordu. Hattâ babası Şu’ayb (Aleyhisselâm) kızını defalarca geri çevirdi, fakat geri geldiğinde elinde aynı âsâ ile dönmüş oluyordu.

Nihâyet Hz. Mûsâ koyunları otlatmak üzere âsâyı alıp çıktı; Şu’ayb (Aleyhisselâm) pişmanlık duydu ve arkasından gidip emânet olan âsâyı onun elinden geri almak istedi. Hz. Mûsâ O’na mâni oldu ve vermedi. Bunun üzerine onlar, ilk rastlayacakları adamı hakem yapmak sûretiyle meseleyi halletmeğe karar verdiler. Bu sırada onların yanına insan sûretinde bir melek gelerek Mûsâ’nın elinde bulunan âsânın yere bırakılmasını istedi ve âsâyı yerden kim kaldırırsa âsâ onun olur, diye hükmetti. Neticede Hz. Mûsâ âsâyı yere bıraktı; hanımının babası Şu’ayb (Aleyhisselâm) ‚ın âsâyı yerden alıp kaldırmağa gücü yetmedi. Hz. Mûsâ eliyle tuttuğu gibi âsâyı yerden alıp kaldırdı. Bunun üzerine Şu’ayb (Aleyhisselâm) âsâyı ona bıraktı.

Bu âsâ, böğürtlen ağacından yapılmış, ucu kıvrık olan çatal bir değnekten ibâretti. Bir rivâyette ise bu âsâ cennetteki “Mersin ağacından” yapılmıştı ve Hz. Âdem cennetten çıkarıldığı zaman berâberinde getirmişti. Hz. Mûsâ’nın bu âsâyı ele geçirmesi konusunda daha başka rivâyetler de vardır.

Dakika 10:23

Hz. Mûsâ on yıl Şu’ayb (Aleyhisselâm)’ın koyunlarını otlatıp O’nun yanında kaldı. Bundan sonra ailesi ile birlikte soğuk bir kış gününde yola çıktı. Nihâyet Allah’ın (Celle Celâlüh) Mûsâ’ya kerâmetini bahşedip peygamberliğini başlatacağı ve kendisiyle mükâlemede bulunacağı gece, Hz. Mûsâ yolunu şaşırdı ve nereye gideceğini bilemez hâle geldi. Bu sırada hanımı Safura hamileydi; gök gürültülü, şimşekli ve yağmurlu bir kış gecesinde onu doğum sancıları yakalamıştı. Hz. Mûsâ ise sabahleyin erkenden şaşırıp kaybettiği yolunu bulmak maksadıyla ailesinin ısınmasını sağlamak ve geceyi bulunduğu yerde geçirmek için çakmak taşını çıkarıp ateş yakmaya çalışıyordu. Hattâ Mûsâ (Aleyhisselâm) yoruluncaya kadar çakmaktan ateş çıkarmaya çalıştı, fakat muvaffak olamadı. İşte bu sırada bir ateş parladı; Hz. Mûsâ bunu görünce gerçekten ateş sandı, hâlbuki gördüğü ateş Allah’ın nurlarından bir nur idi. Bunun üzerine Hz. Mûsâ: “Ailesine: ‚Siz (burada) eğlenin. Çünkü ben bir ateş gördüm; olur ki size ondan (yolumuz hakkında) bir haber getiririm. (Eğer haber bulamazsam) ısınmanız için bir ateş parçası getiririm.‘ “ (Kasas Sûresi, âyet 29; Neml Sûresi, âyet 7)’de bildirildiği gibi.

Hz. Mûsâ gördüğü ateşe doğru yöneldiğinde, onu gökten büyük bir böğürtlen, bir rivâyete göre de “unnab ağacına” doğru uzanmış bir nur olarak gördü. Mûsâ (Aleyhisselâm) yeşil bir ağacın içerisinden dumansız bir şekilde alevlenen, gittikçe büyüyen ve ağacın yeşilliğini artıran bu büyük ateşi görünce şaşırıp kaldı ve korkuya kapıldı. Hattâ ateşe yaklaştığı zaman ateş geri çekildi; Mûsâ ise feryâd ederek gerisin geri döndü. Bu sırada ağaçtan bir ses geldi; Hz. Mûsâ bu sesi işitince bir yakınlık hissetti ve geri döndü. Mûsâ (Aleyhisselâm): “Ağacın yanına gelince, feyizli (ve mümtaz) bir yerdeki vâdînin sağ kıyısından ve ağaçtan: ‚Ateş (mahallinde) bulunan ve çevresinde olan kimselere muhakkak (feyiz) ve bereket verildi. Ey Mûsâ! Ben âlemlerin Rabbi olan Allah’ım‘ denildi.“ (Kasas Sûresi, âyet 30; Neml Sûresi, âyet 8).

Hz. Mûsâ bu sesi işitip, bu heybeti görünce, onun gerçekten Rabbi olan Allah olduğunu anladı; bu sebepten kalbi çarpmağa başladı, dili tutuldu, gücü tükendi, ruhu gelip giden bir ölü hâlini aldı. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri (Celle Celâlüh) ona bir melek göndererek kalbini takviye edip güçlendirdi.

Nihâyet Hz. Mûsâ’nın aklı başına gelince O’na: “Şüphesiz ben senin Rabbinim. Haydi, ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes bir vâdî olan „Tuva“dasın.“ (Tâhâ Sûresi, âyet 12)’de Cenab-ı Hak bu şekilde vahiy eyledi. Hz. Mûsâ’ya, ayakkabılarını çıkarması için Yüce Allah tarafından emredilmesinin sebebi, onların ölmüş bir hayvan derisinden yapılmış olmasıydı; başka bir rivâyette ise onun ayaklarının mübârek yere değmesini te’min etmekti.

Dakika 15:20

Bundan sonra Allah (Celle Celâlüh) Hz. Mûsâ’nın kalbini teskin etmek için ona: “Ey Mûsâ! O sağ elindeki nedir?“ (Tâhâ Sûresi, âyet 17)’de Cenab-ı Hak ona böyle vahiy etti, sordu. O da: “O, benim “âsâm”dır, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkerim. Onu (su kabımı, azık torbamı taşımak gibi) başka işlerim içinde kullanırım.“ (Tâhâ Sûresi, âyet 18) Hz. Mûsâ bu şekil cevap verdi.

Aynı zamanda bu âsâ karanlık gecelerde ışık vererek Hz. Mûsâ’nın yolunu aydınlatır, susuz kaldığı zaman onu kuyuya sarkıttığında, baş kısmında meydana gelen kovaya benzer bir kapla su çıkarır. Canı meyve istediği zaman onu yere diker ve anında mevsimine has meyveleri taşıyan dallı budaklı bir ağaç olurdu diye de haber var.

Allah (Celle Celâlüh): “Ey Mûsâ! Âsânı bırak.“ buyurdu. O da hemen âsâsını bıraktı. Fakat Hz. Mûsâ asasını çevik hareket eden iri cüsseli bir yılan olarak görünce: “ … Arkasına dönüp kaçtı ve geri dönmedi.“ Bunun üzerine kendisine: “Ey Mûsâ! Korkma; çünkü ben varım, benim katımda peygamberler (hiçbir şeyden) korkmazlar.“ (Neml Sûresi, âyet 10)’da Cenab-ı Hak böyle buyurdu Ayrıca: “Gel, korkma! Biz onu yine evvelki hâline çevireceğiz.“ Buyurdu Cenab-ı Hak (Tâhâ Sûresi, âyet 21).

Allah’ın (Celle Celâlüh) Hz. Mûsâ’ya âsâsını bırakmasını emretmesi ise, Firavun ‘un yanında onu bıraktığı zaman ejderhaya dönüştüğünde korkmamasını sağlamak ve buna alıştırmak gâyesine matuftu.

Hz. Mûsâ geri dönünce Allah (Celle Celâlüh): “Âsâyı eline al, sakın korkma! Elini de onun ağzına sok.“ buyurdu. Bu sırada Hz. Mûsâ’nın üzerinde yünden yapılmış bir cübbe vardı, o korku içerisinde elini bu cübbenin yenine sokmuştu. Bunun üzerine Yüce Allah (Celle Celâlüh): “Elini cübbenin yeninden çıkar.“ dedi, o da hemen elini yenden çıkardı ve çıplak elini yılanın ağzına soktu. Hz. Mûsâ elini yılanın ağzına sokunca, yılan, daha önce Hz. Mûsâ’nın hiçbir korku ve yadırgama hissetmeden elinde tuttuğu âsâ hâline geliverdi. İşte o zaman tekrar âsâ hâline geldi ejderha.

Dakika 19:10

Bundan sonra Allah (Celle Celâlüh): “Elini koynuna sok da Firavun’a ve kavmine (göstereceğin) dokuz mûcize içinde o, (el), kusursuz, bembeyaz olarak çıkıversin.“ (Neml Sûresi, âyet 12)’de buyurdu Cenab-ı Hak. Bunun üzerine Hz. Mûsâ elini koynuna soktu. Koynundan elini çektiğinde hiçbir kusur (alacalık) olmaksızın kar gibi parlak bir şekilde çıkardı. Sonra tekrar elini koynuna soktuğunda, eli eski hâline geldi. Bu sırada kendisine: “…İşte bu iki (mûcize), Firavun’a ve cemaatine onun kavmine Rabbinden iki burhandır, iki mûcizedir. Çünkü onlar fâsıklar güruhudur.“ Bu da (Kasas Sûresi, âyet 32)’de buyruldu. Bunun üzerine Hz. Mûsâ: “Ey Rabbim! Gerçekten ben onlardan bir cana (kıydım), istemediğim hâlde o kimse öldü. Onun için beni öldüreceklerinden korkuyorum. Kardeşim Hârun (Aleyhisselâm), o, lîsan bakımından benden daha fasihtir, daha iyi konuşur. Onu da benimle berâber yardımcı (bir peygamber) olarak gönder ki, söylediklerimi doğrulamış olsun (yani sözlerimden onların anlamadıklarını o anlar, dolayısıyla söylediklerimi onlara açıklar). Çünkü ben, beni tekzip edeceklerinden endişe ediyorum.“ (Kasas Sûresi, âyet 34)’de Cenab-ı Hak Mûsâ’nın bu isteğini duyurdu. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri O’na: “Biz, senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve size öyle bir satvet (hüccet) vereceğiz ki, onlar size erişemeyecek. Âyetlerimizle (verdiğimiz mûcizelerle) gidiniz; siz de, size tâbî olanlar da galip geleceksiniz.“ (Kasas Sûresi, âyet 35)’de Cenab-ı Hak böyle buyurdu.

Bundan sonra Mûsâ (Aleyhisselâm) ailesinin yanına döndü ve onları alarak Mısır’a doğru yola çıktı. Nihâyet Hz. Mûsâ gece vakti Mısır’a geldi ve annesinin evine misâfir oldu. Ne Hz. Mûsâ misâfir olduğu hâne halkını tanıyordu, ne de onlar Mûsâ’yı tanıyorlardı. Bir ara Hârun gelip annesinden onun kim olduğunu sordu. O da, bir misâfir olduğunu söyledi. Bunun üzerine Hârun onu yemeğe çağırdı ve birlikte yemeklerini yediler. Bu sırada Hârun: „Sen kimsin?“ diye sordu. O da: „Ben Mûsâ’yım“ diye cevap verdi. Bunun üzerine ayağa kalkıp kucaklaştılar.

Rivâyet edildiğine göre, Yüce Allah (Celle Celâlüh) Hz. Mûsâ’yı yedi gün serbest bıraktıktan sonra: “Rabbinin söylediklerini yerine getir.“ buyurdu. Bunun üzerine O: “Ey Rabbim! Göğsüme genişlik ver, işimi kolaylaştır, dilimden (şu) düğümü çöz ki, sözümü iyi anlasınlar. Bana kendi ailemden bir de vezir ver, yani birâderim Hârun’u ki, onunla beni güçlendir, onu işime ortak kıl.“ (Tâhâ Sûresi, âyet 25’den,32)’ye kadar böyle dilekte bulundu Hazreti Mûsâ ve duada bulundu. Hz. Mûsâ’nın ailesi ise oldukları yerde kalmışlardı, Mûsâ’nın ne yaptığından da habersizlerdi. Nihâyet Medyen halkından bir çoban yanlarına gelip onları tanıdı ve onları alıp Medyen’e getirdi. Daha sonra Hz. Mûsâ’nın denizi yarıp geçtiği haberi kendilerine ulaşıncaya kadar onun ailesi Hz. Şu’ayb ‘ın yanında kaldılar, ancak bu hadiseden sonra Mûsâ’nın yanına geldiler.

Dakika 24:40

Hz. Mûsâ Mısır’a gitmek üzere yola çıktığı sırada Yüce Allah (Celle Celâlüh) Hârun (Aleyhisselâm)’a vahiy ederek, Mûsâ (Aleyhisselâm)’ın Mısır’a dönmekte olduğunu bildirdi ve onu karşılamasını emretti. Bu emir ve vahiy üzerine Hz. Hârun Mısır’ın dışına çıkarak Mûsâ (Aleyhisselâm)’ı karşıladı. Hz. Mûsâ kardeşi Hârun’a: „Ey Hârun! Allah ikimizi de peygamber olarak Firavun’a gönderdi, haydi benimle gel ona gideceğiz.“ dedi. Bunun üzerine Hârun: „Emrin başım üstüne, gidelim.“ dedi. Hz. Mûsâ kardeşi Hârun’un evine geldikten sonra Firavun ‘un yanına gideceklerini açığa vurduğunda Hârun’un kızı bunu duydu ve hemen seslenip annelerine duyurdu. Bunun üzerine anneleri onlara: „Allah aşkına Firavun ‘un yanına gitmeyin, yoksa ikinizi birden öldürür.“ diye uyardı. Fakat onlar annelerinin sözünü kabul etmediler ve bir gece Firavun ‘un kapısını çaldılar. Bunun üzerine Firavun kapıcısına: „Bu saatte kapımı çalan kim?“ diye sordu. Kapıcı hemen onların yanına gelip görüştü. Hz. Mûsâ kapıcıya: „Firavun’a haber ver, biz âlemlerin Rabbi olan Allah’ın iki elçisiyiz, iki peygemberiz“ dedi. Bunun üzerine onlar Firavun ‘un huzuruna kabul edildiler.

Rivâyet edildiğine göre, Hz. Mûsâ ile Hârun (Aleyhisselâm’lar) Firavun ‘un huzuruna girebilmek için tam iki yıl gidip gelmişlerdi; hattâ hiçbir kimse onların durumlarını Firavun’a bildirmeğe cesâret edememişti. Ancak sözleriyle Firavun’u güldürüp eğlendiren bir maskara (soytarı) ona bu haberi götürüp iletmişti. İşte bu haber üzerine Firavun onların huzuruna girmesine müsaade etti. İçeriye girdikten sonra Hz. Mûsâ O’na: „Ben âlemlerin Rabbi olan Allah’ın bir elçisiyim.“ dedi. Firavun ise Hz. Mûsâ’yı tanıdı ve O’na: “Biz seni yeni doğmuş (bir çocuk)ken içimizde büyütmedik mi? Sen ömründen bir hayli yıl bizim aramızda kalmadın mı? O yaptığın işi (öldürme işini) de sen işledin. Sen nankörlerdensin.“ (Şuarâ Sûresi, âyet 18)’de Firavun böyle dedi. Bunun üzerine Hz. Mûsâ da O’na: “Ben bu işi o vakit, bilmez durumda iken yaptım. Sizden korkunca da hemen içinizden (bırakıp) kaçtım. Nihâyet Rabbim bana bir hüküm (peygamberlik) verdi ve beni peygamberlerden yaptı.“ (Şuarâ Sûresi, âyet 20, 21)’de Mûsâ (Aleyhisselâm) böyle söyledi. Firavun O’na: “Eğer sen bir âyet (mûcize) getirdiysen ve doğrulardan isen onu göster bakalım!“ (A’râf Sûresi, âyet 106)’da Firavun böyle söyledi. Bunun üzerine Hz. Mûsâ: “Âsâsını bırakıverdi. Bir de ne görsünler ki, o apaçık bir ejderha oluverdi.“ (A’râf Sûresi, âyet 107).

Bu ejderha ağzını açıp alt çenesini yere, üst çenesini ise Firavun ‘un sarayının üzerine koydu ve kapmak üzere Firavun ‘un üzerine yürüdü. Bu durum karşısında Firavun korkusundan çığlık atıp yerinden fırladı ve altına işedi (yaptı). Bundan sonra Firavun yirmi küsur gün karın ağrısına tutuldu, hattâ nerdeyse ölecek hâle gelmişti. Bunun üzerine Firavun, Allah adına Mûsâ’dan ejderhayı eski hâline getirmesini istedi. Hz. Mûsâ onu eline alınca eskisi gibi âsâ şekline dönüverdi.

Bundan sonra Mûsâ (Aleyhisselâm) elini koynuna soktu, çıkardığında ise eli kar gibi bembeyaz olmuştu ve nur gibi parıldıyordu. Sonra elini koltuğunun altına tekrar soktuğunda eski hâlini almıştı. Bundan sonra elini tekrar koltuğunun altına sokup çıkardığında elinden göklere yükselen ve gözleri kamaştıran parıltılar yükseliyor ve ortalığı aydınlığa boğuyordu. Bu aydınlık evlerin içine kadar giriyor, pencere ve perdelerin arkasından görülebiliyordu. Firavun ‘un ise onun parıltı ve aydınlık saçan eline bakmağa gücü yetmiyordu. Bundan sonra Hz. Mûsâ elini tekrar koynuna sokup çıkardığında eli eski hâlini almıştı.

Dakika 30:50

Allah (Celle Celâlüh) Hz. Mûsâ ile kardeşi Hârun (Aleyhisselâm) ‚a vahiy ederek: “Ona yumuşak söz söyleyin. Olur ki nasihat dinler yahut (Allah’tan) korkar.“ (Tâhâ Sûresi, âyet 44)’de buyurdu. Bunun üzerine Hz. Mûsâ Firavun’a: „İster misin gençliğini geri getireyim, bir daha ihtiyarlamayasın, mülkün elinden alınmasın, evliliğin, yiyip içmenin ve binmenin zevkini tekrar sana iâde edeyim, öldüğün zaman cennete giresin? İşte bunları yaparsam, bana îmân eder misin?“ dedi. Firavun ona: „Hâmân gelip bunları ona soruncaya kadar sana îmân etmem.“ diye cevap verdi. Hâmân gelince Firavun ona Hz. Mûsâ’nın söylediği bu sözleri arz edip anlattı. Bunun üzerine Hâmân onu âcizlik ile suçladı ve ona: „Sen, kendine tapılan bir kimse iken, şimdi kul olup başkasına mı tapacaksın?“ dedi. Hâşâ! Sonra ona: „Ben sana gençliğini geri getiririm.“ dedi ve boya bitkisinden bir boya hazırlayıp onu bu boya ile boyayıp genç göstermeğe çalıştı. İşte böylece siyah renkle boyanan ilk kimse Firavun oldu.

Hz. Mûsâ onu bu vaziyette görünce, korktu. Bunun üzerine Allah (Celle Celâlüh) O’na vahiy yoluyla: „Gördüğün durum seni korkutmasın, zîrâ onun çok az bir ömrü kalmıştır.“ buyurdu.

Firavun Hz. Mûsâ’ya gelen bu vahyi duyduğu zaman kavminin huzuruna çıkarak onlara: “Şüphesiz o bilgili bir sihirbazdır.“ dedi Firavun (Şuarâ Sûresi, âyet 34) ve onu öldürmek istedi. Bunun üzerine Firavun ‘un hanedanından îmân etmiş bir kişi olan Harbil diğer adı (Haskıl) onlara: “Siz bir adamı Rabbim Allah’tır demesiyle öldürür müsünüz? Hâlbuki o, size Rabbinizden apaçık mûcizeler de getirmiştir… “ bu da (Mü’min Sûresi, âyet 28)’de o mü’min kişi böyle söyledi. Bu defa Firavun ‘un kavminden bir grup kişi ona: “Onu ve kardeşini geciktir, sonra şehirlere toplayıcı (adamlar) gönder, onlar sana çok bilen (hünerli) her sihirbazı getirsinler.“ (Şuarâ Sûresi, âyet 36, 37)’de onlarda böyle söylediler. Firavun bu kimselerin sözünü tuttu ve bütün sihirbazları yanında topladı. Onun yanında toplanan sihirbazların sayısı ise yetmiş iki, bir başka rivâyette on beş bin, diğer bir rivâyette otuz bin kişiydi. Hülâsa Firavun bu sihirbazlara gâlip geldikleri takdirde bir takım vaatlerde bulundu. Bu arada Hz. Mûsâ ile karşılaşmak için Firavun’a mahsus olan bir bayram gününü kararlaştırdılar.

Dakika 35:05

Nihâyet bayram günü gelince, Firavun halkı topladı ve sihirbazları sıraya dizdi. Bu sırada Hz. Mûsâ kardeşi Hârun ile birlikte elinde âsâ ile toplanan halkın yanına geldiler. Firavun ise kavminin ileri gelenleriyle birlikte kendilerine ayrılan özel meclislerinde oturuyorlardı. Hz. Mûsâ sihirbazların yanlarına geldiğinde onlara: “Yazıklar olsun size, Allah’a karşı yalan düzmeyin. Sonra azâb ile sizin kökünüzü kurutur… “ bu da (Tâhâ Sûresi, âyet 61)’de Hz. Mûsâ o sihirbazlara böyle söyledi. Bunun üzerine sihirbazlar birbirlerine: „Bu söz sihirbaz sözüne benzemiyor.“ dediler. Sonra onlar Hz. Mûsâ’ya „Biz sana bu güne kadar bir benzerini görmediğin bir sihir göstereceğiz.“ dediler ve: “Firavun ‘un ululuğu hakkı için (hâşâ!) gâlip olanlar elbette biz olacağız.“ Dedi sihirbazlar bu da (Şuarâ Sûresi, âyet 44)’de bildirilmektedir. Bundan sonra sihirbazlar Mûsâ (Aleyhisselâm)‘a: “Ey Mûsâ! (İlkin hünerini ortaya) sen mi atacaksın? Yoksa biz mi atalım?“ (A’râf Sûresi, âyet 115)’de böyle dediler. Hz. Mûsâ onlara: “Önce siz atın.“ (A’râf Sûresi, âyet 116) dedi. Bunun üzerine onlar da: “İplerini ve sopalarını attılar.“ (Şuarâ Sûresi, âyet 44). Neticede onların ortaya attıkları ipler ve sopalar insan gözünde yılanlara dönüştüler ve birbirlerinin üzerine yığılmış bir vaziyette dağlar gibi vâdîyi doldurdular. Bu durumu gören Hz. Mûsâ korkuya kapıldı. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri ona: “Ey Mûsâ! Sağ elindekini bırakıver yani âsânı bırakıver. Bu, onların yaptıklarını yutar. Çünkü onların sanat diye ortaya attıkları ancak bir büyücü tuzağıdır. Büyücü ise nerede olursa olsun felâh bulmaz.“ (Tâhâ Sûresi, âyet 69)’da Cenab-ı Hak böyle buyurdu. Hz. Mûsâ hemen âsâsını elinden bırakıverdi ve âsâ büyük bir ejderha hâline gelerek insanların gözlerinde yılan gibi gözüken onların sopa ve iplerinin üzerine saldırdı, onları yutup bitirdi ve ortada hiçbir şey bırakmadı. Bundan sonra Hz. Mûsâ âsâsını eline alır almaz o tekrar eski hâline döndü.

İşte görüyorsunuz sevgili dostlarımız, hakkın karşısında bâtıl yok olmuştur yok olmaya mahkûmdur. Cenab-ı Hak, niye bu kadar peygamberlerle Firavunları uyarıyor? Onlara bize mühlet vermedin uyarmadın demesinler diye. Neticede cehennemin dibini boyluyorlar. Niye? Îmân etmedikleri için.

Dakika 39:20

Sihirbazların reisi ise âmâ bir kimseydi. Başkanlığını yaptığı diğer sihirbazlar kendisine: „Mûsâ’nın âsâsı büyük bir ejderha oldu ve sopalarımız ile iplerimizi yuttu.“ dediler. Sihirbazların reisi olan âmâ sihirbaz, onlara: „Ortaya atmış olduğunuz ip ve sopalardan hiç kalan olmadı mı ve âsâ eski hâline dönmedi mi?“ diye sordu. Onlar: „Hayır“ diye cevap verdiler. Bunun üzerine âmâ sihirbaz: „Bu sihir değildir.“ dedi ve secdeye kapandı; diğer sihirbazlar da ona tâbî oldular, secdeye kapanarak: “Âlemlerin Rabbine, Mûsâ ile Hârun’un Rabbine îmân ettik.“ Dediler ve Müslüman oldular. (Şuarâ Sûresi, âyet 47, 48) dediler. Bu durum karşısında Firavun onlara: “Ben size izin vermeden ona îmân mı ettiniz? Şüphesiz ki o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Öyleyse ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim. Sizi muhakkak sûrette hurma dallarına asacağım. Siz de hangimizin azâbı daha çetin ve sürekli olduğunu elbet bileceksiniz.“ (Tâhâ Sûresi, âyet 71). İşte Firavunlarda akıl olmadığı için îmân yok ki akıl olsa. Bu da (Tâhâ Sûresi, âyet 71)’de Firavun böyle dedi. Neticede Firavun inanmış olan bu sihirbazların ellerini ve ayaklarını çaprazlama bir şekilde keserek onları öldürdü. Onlar ise öldürülürlerken: “Ey Rabbimiz! Üstümüze sabır yağdır, bizi Müslümanlar olarak öldür.“ dediler (A’râf Sûresi, âyet 126)’da Allah’a yalvarıyorlardı. Bakın o sihirbazlar hem Müslüman oldular, hem şehit oldular.  Nihâyet onlar günün başında kâfir iken sonunda şehit olarak can verdiler. İşte görüyorsunuz kimisi kazanıyor, kimisi ebedî kaybediyor.

Harbil, Firavun hanedanından inanmış bir kişi idi ve îmânını saklıyordu. Bir rivâyette onun İsrâiloğullarından, diğer bir rivâyette ise Kıptilerden olduğu söylenir. Başka bir rivâyette Harbil’in, içerisine Mûsâ’nın konulup Nil nehrine bırakılan tabutu yapan marangoz olduğu da söylenmektedir. Harbil, Hz. Mûsâ’nın sihirbazlara gâlip geldiğini görünce îmânını açığa vurmuştu. Başka bir rivâyette ise o, îmânını bu hadiseden önce açığa vurmuş ve îmân eden sihirbazlarla birlikte asılarak öldürülmüştür o da şehit olanlardandır diye haber var. Harbil’in, kendisi gibi îmân eden, fakat îmânını gizleyen bir hanımı vardı ve bu hanım Firavun ‘un kızının saçlarını taramakla görevli idi. Bir gün Firavun ‘un kızının saçlarını tararken tarak elinden düştü, eğilip alırken “Bismillah“ dedi. Bunun üzerine Firavun ‘un kızı, „Bu cümledeki Allah sözünden babamı mı kastediyorsun?“ diye sordu. Hâşâ! O: „Hayır, benim ve senin hattâ babanın Rabbini kastediyorum.“ diye cevap verdi. Nihâyet Firavun ‘un kızı bu hadiseyi babasına anlattı. Bunun üzerine Firavun bu hanımı ve çocuklarını huzuruna çağırttırdı ve hanıma: „Rabbin kim?“ diye sordu. O da: „Benim de senin de Rabbin Allah’tır.“ diye karşılık verdi. Onun bu sözlerine öfkelenen Firavun hemen bakırdan yapılmış bir fırın getirilip kızdırılmasını ve bu kadınla çocuklarının bu fırına atılarak yakılmalarını emretti. Harbil’in hanımı fırına atılmazdan önce Firavun’a: „Benim senden bir dileğim var.“ dedi. Firavun ona: „Dileğin nedir?“ diye sordu. O: „Benim ve çocuklarımın kemiklerini bir araya toplayarak onları gömmenizi istiyorum.“ dedi. Firavun: „Dileğiniz yerine getirilecektir.“ dedi ve anneleriyle birlikte çocuklarının da fırına atılmalarını emretti. Nihâyet çocuklar teker teker fırına atılıp yakıldılar. Kadının en küçük çocuğu ise sabi yaşta bir erkek çocuğuydu ve bu çocuk annesine: „Anneciğim! Sabret, zîrâ sen hak yoldasın.“ dedi. Kucağında ki yavru diyor onu. Cenab-ı Hak hakkı çocukla cihâna haykırıyor. O yakılanlar yoktan yaratıldı Allah onlara acı duyurmadı onlar şehit oldular cenneti boyladılar.

Dakika 45:47

Firavun ‘un hanımı Asiye İsrâiloğulları’ndandı. Bir rivâyete göre ise o, İsrâiloğullarından değil, başka bir kavimdendi. Asiye de inanmış mü’min bir kadındı ve îmânını saklıyordu. Harbil’in hanımı öldürüldüğü zaman, Allah Asiye’nin basîretini açmış, o da bu hanımın ruhunun melekler tarafından göklere yükseltildiğini görmüştü. Aynı zamanda Asiye, Harbil’in hanımı işkence çekerken onu karşıdan seyredip üzülüyordu. Harbil’in hanımının ruhunu göklere çıkaran melekleri görünce de îmânı kuvvet kazanmış, Mûsâ (Aleyhisselâm)’a olan yakîni ve tasdik derecesi artmıştı. Tam bu sırada Firavun Asiye’nin yanına gelerek Harbil’in hanımına yaptıklarını anlattı. Bunun üzerine Asiye ona: „Yazıklar olsun sana! Allah’a karşı ne kadar cüretkârsın?“ dedi. Firavun da Asiye’ye: „Her hâlde o kadına ârız olan delilik hâli sana da bulaştı.“ dedi. Asiye ise ona: „Bende delilik yok, ben yalnızca benim, senin ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a inandım,“ diye cevap verdi. İşte dünyanın aslandan aslan kadın kahramanları bunlar.

Ey dünya kadınları! Batıyı taklit ederek doğuyu taklit ederek Allah’a isyân edilerek kadınlık, erkeklik, Müslümanlık olmaz. Allah’a itaat edin Allah’a, Allah’ın emrinde kul olun. Hz. Muhammedîn şeriatına sıkıca bağlanın. Gerçek mutluluk hayat tarzı işte orada, iki cihânda mutlu olmak istiyorsanız durum böyle. Yoksa cehenneme odun olmak istiyorsanız doğuyu- batıyı taklit edin ben hayatımı yaşayacağım deyin İslam’ın dışındaki hayatların hayat olmadığını bilmeden dünyada yaşamak, yaşamak değildir. Gerçek hayat tarzı İslam’ın hayat tarzıdır. Müslüman, Müslüman olarak ölür. Ya gâzidir, ya şehittir. Allah ’ın emrindeki kulun adı Müslümandır. Kula kulluk yapılarak Müslümanlık olmaz. Kula kulluğu bırakın! Nefsinize, şehvetinize, malınıza, mülkünüze, mevki ve makâma kulluğu bırakın, Allah’a kul olun. Bunun yolu Muhammed’in şeriatına tâbî olmakla işte Allah’a kulluk olur. “Aleyhissalâtu Vesselâm Celle Celâlüh ve Celle Şânuhü Azze ve Celle.”

Evet, sevgili dostlarımız, Asiye’nin de başına neler geldi… O da şehit olup cenneti boyladı

Dakika 49:35

Bu arada Firavun, hanımı Asiye’nin annesini huzuruna çağırıp ona:

„Harbil’in hanımının başına gelen senin kızının başına da geldi. Yemin ederim ki, ya Mûsâ’nın Allah’ını inkâr eder, ya da ölümü tadar.“ dedi. Bunun üzerine Asiye’nin annesi kızını bir köşeye çekip onu Firavun ‘un isteğine uygun hareket etmeye çağırdı; fakat Asiye annesinin bu isteğini reddetti ve: „Allah’ı inkâr etmek meselesine gelince, Allah’a yemin ederim ki, aslâ bunu yapamam.“ Ben Allah’a îmân ettim dedi Asiye. Dünyanın en güçlü devleti Firavun devletine rest çekti, karşı koydu, îmân gürledi. Gördün mü kadını kadın kahraman işte bu! Ona-buna şirin görüneceğim diye dudağını boyalayarak, bacağını açarak, ona-buna göz kırparak Müslümanlık olmaz, kadınlık olmaz. Ey dünya kadınları! Allah’ın kullarısınız, Peygamberin ümmetisiniz gelin Allah’ın emrine sıkıca sarılın da Allah’ın emrinde kul olun. Şehvetin emrinden çıkın ve başkalarına kulluktan kurtulun, Allah’a kul olun. Bizden söylemesi!

Bunun üzerine Firavun ‘un emriyle Asiye ellerinden dört kazığa vurularak ölünceye kadar işkenceye tâbî tutuldu. Nihâyet öleceğini anlayan Asiye ölüme giderken: “Ey Rabbim! Bana kendi katında, cennetin içinde bir ev yap. Beni Firavundan ve onun (fena) amel (ve hareket)inden kurtar. Beni o zâlimler güruhundan selâmete çıkar.“ Diye (Tahrim Sûresi, âyet 11)’de yalvardı. Ey kadınlar! Bu duayı hepiniz ezberleyin. (Tahrim Sûresi, âyet 11). Asiye ölürken Allah (Celle Celâlüh) onun basîret gözünü (kalp gözünü) açtı, o da melekleri ve kendisi için hazırlanan ikrâm ve ihsânları gördü, sevincinden güldü. Bunun üzerine Firavun: „Şu delinin hâline bakın, azâb çekerken gülüyor.“ dedi. Bundan sonra Asiye ruhunu teslim edip vefat etti.

İşte dünyanın en ünlü kahraman kadınlarından birisi de Asiye’dir. Allah onlara Harbil’in hanımı çocukları ve diğer kahraman kadınlarımız ve bunlara bunlar gibilerin tümüne Allah kandım deyinceye kadar Allah rahmet eylesin. Selâm üstüne selâm olsun bunlara. Bunlar İslam’ın kadın kahramanlarıdırlar. Evet, sevgili dostlarımız, sen beş kuruşa yalan söylüyorsun, Hakk’ı hakîkat tanımıyorsun. Asiye’nin îmânı koskoca Firavun devletine karşı koyuyor öyle bir îmân var. O da kadın, o da kadın! Şu da erkek, o da erkek! Îmânlı bir erkek, îmânlı bir kadın dünyalardan çok daha kıymetlidir. Îmânlı bir Müslüman kadın, îmânlı bir Müslüman erkek çok kıymetlidir. Ey Müslümanlar, birbirinizin kıymetini bilin! Gâvurun cilâsına aldanmayın! Küfrün, şirkin, müşrikin, münâfığın cilâsına aldanmayın! Servetine, malına-mülküne, mevkii-makâmına aldanmayın! Domuzlar yağlıdır tamamen necis ve pistir. Bunu Yüce Allah söylüyor. Onun için domuzun yağlı olmasına, cilâlı olmasına aldanmayın! Ey Müslümanlar, kadın-erkek birbirinizin kıymetini bilin! Bizden söylemesi. İnşâ’Allah yine dersimiz Hz. Mûsâ’nın durumuyla devam edecektir.

Dakika 55:24

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Visited 134 times, 1 visits today)