İslam Tarihi Ders 43

İslam Tarihi Ders 43

43- İslam Tarihi Ders 43

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,

Dersimiz “Fil Vakasına” gelmiş durumdadır Tarih külliyâtından. Kur’an- Kerim’de Fil Sûre’ sinde bunları Tefsir ilmimizde Tefsir derslerimizde bunları açıkladık burada da tarihi konusuna değiniyoruz. Biliyorsunuz ki Yemen’de Ebrehe denilen bir kişi “Kulleys kilisesi”ni yaptırıyor bütün insanlığı o çevreyi o kiliseye çevirmek için Kâbe-i Şerif’i yıkmak için yola çıkıyor. Buna engel olmak isteyenler olduysa da Zu-Nifr gibi Nüfeyl bin Habîb el-Has’amî gibi bunlarda tabii ellerinde orduları olmadığı için bunların gücü yetmemiş olmaktadır. Neticede Ebrehe denilen o kişi ordusuyla Taif’e kadar gelince Sakîf kabilesi yol gösterip kılavuzluk etmesi için Ebrehe ile birlikte Ebû Rigâl’i gönderdi. Dikkat edin bu kişinin hâline! Ve o da Ebrehe’yi Muğammis’e kadar getirdi. Ebû Rigâl buraya gelince öldü. Araplar, Habeşlilere yol gösterdiği için onun kabrini taşladılar. İşte taşlanan kabir budur. Hacı efendilerin yolu oraya uğrayınca işte bu Ebû Rigâl ’in mezarını taşlarlar. Çünkü Ebrehe ’ye yol gösterdiği için bu Sakîf kabilesinden bir kişidir. Bu Sakîf ’ten çok nâkıs insanlar çıkmıştır bu da onlardan biridir. Ayrıca artık bu Ebrehe ordusuyla Kâbe-i Şerif’e yaklaştığı zaman orada Beytullah ’ta sakin olanların develerini falan bunlar sürdüler Ebrehe ’nin adamları götürdüler. Abdulmuttalib Kâbe kapısının halkasından tutup şu meâldeki mısralarla da Allah’a yalvarıp dua etti. Onunda iki yüz devesini Ebrehe ‘nin adamları götürmüşlerdi. O zaman Kâbe-i Şerif Beytullah Abdülmuttalib’ten sorumluydu. Abdulmuttalib Kâbe’nin kapısına yapışıp şöyle yalvardı Cenab-ı Hakk’a: „Ey Rabbim! Onlara karşı senden başka kimseden yardım istemiyorum. Ey Rabbim! Kendi himâyende bulunan bu evini yani (Beytullah’ı) o onların yani (Ebrehe ‘nin) zararından koru. Kâbe’ye düşman olan, senin de düşmanındır. Kendi ihsânın olan bu evi onlara karşı koru.“ ya Rabbi diye yalvarıyordu. Bakın burada ne güzel bir yalvarış var.

Yine Abdulmuttalib şu meâldeki mısralarla da Yüce Allah’a dua edip yalvardı:

Dakika 5:07

„Ey Yüce Allah’ım! Kulun bile kendi meskenini ve eşyalarını korur, sen de insanların toplanma yeri olan evini koru ki, onların hac ve kuvvetleri gaddarlık yoluyla senin kuvvet ve kudretine gâlip gelmesin. Bunu yaptığın takdirde işlerini tamamlayacak olan önemli bir işi yapmış olursun. Bir zâlim üzerimize geldiği zaman ona karşı yardım ümidini beklediğimiz tek varlık sensin. Böylece onlar zilletten ve rüsvaylıktan başka bir şey kazanmadan çekilip giderler. İstersen onları orada helâk edip yok edersin. Bu güne kadar seninle savaşmak arzusuyla harp çığlıkları atan bunlardan daha cüretkâr birisini duymadım. Onlar, senin iyâlini (kullarını) esir almak için filleri ve ülkelerindeki askerleri gruplar hâlinde çekip buraya getirdiler. Cehâletlerinden dolayı hileye başvurarak himâyende olan mübârek evinin üzerine yürüdüler, zavallılar senin kudret ve azametini hiç düşünmediler.“ Evet, sevgili dostlarımız, Abdulmuttalib böyle yalvardı Cenab-ı Hakk’a.

Ertesi gün Ebrehe Mekke’ye girmek üzere hazırlandı ve Mahmûd adındaki filini de hazırladı. Ebrehe Kâbe’yi yıkıp tekrar Yemen’e dönmeğe kararlıydı. Nihâyet fili Mekke’ye doğru çevirip sürdükleri bir sırada Nüfeyl bin Habîb el-Has’amî gelip filin kulağından tuttu ve ona: „Ey Mahmûd! Çök, sonra sağ-sâlim geldiğin yere geri dön; çünkü Allah’ın beldesi Haram’da bulunuyorsun.“ diyerek filin kulağını bıraktı. Bunun üzerine fil kendisini yere bırakıverdi. Nüfeyl bin Habîb ise bütün gücüyle koşup dağın tepesine çıktı kaçtı. Çünkü bu da zaten esir alınmıştı onu da Ebrehe kullanıyordu. Habeşli askerler, çöken fili kaldırmak için bir hayli dövdüler, fakat fil yine de yerinden kalkmadı. Bu defa fili Yemen tarafına doğru çevirdiler ve fil koşmaya başladı. Aynı şekilde fil Suriye tarafına çevrilince yine koşmasını sürdürdü. Bu defa filin yönü doğuya çevrildi ve fil yine koştu. Fakat Mekke tarafına çevrilince tekrar yere çöktü ve yerinden kıpırdamadı. Bu sırada Yüce Allah (Celle Celâlüh) onların üzerine deniz tarafından kırlangıç kuşuna benzeyen sürüler hâlinde kuşlar gönderdi; bu kuşların her birinin gagasında bir, ayaklarında ikişer taş bulunuyordu. Mercimek ve nohut tanesi büyüklüğünde olan bu taşları kuşlar getirip üzerlerine bıraktılar. Ebrehe ’nin ordusu bu şekilde bombardıman ediliyordu. Bu taşlar kime isâbet ettiyse öldürdü, fakat atılan taşlar isâbet etmediği takdirde bu defa Allah’u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri bir sel gönderip onları denize sürükledi. Bu sırada Ebrehe ile birlikte kurtulanlar geldikleri yola doğru koşuşmaya, kaçmaya ve Yemen’e giden yolu göstermesi için Nüfeyl bin Habîb’i aramaya başladılar. Nüfeyl bin Habîb Allah’ın onların üzerine indirdiği bu felâketi görünce şu meâldeki mısraları söyledi:

Dakika 10:40

„Allah (Celle Celâlüh), peşini bırakmadıktan sonra nereye kaçıp kurtulacaksın ey Ebrehe ve adamları! Artık Ebrehe el-Eşrem gâlip değil, mağlup durumdadır.“ Diyordu dağ tepesinde Nüfeyl böyle ona haykırıyordu.

Evet, sevgili dostlarımız!

Ebrehe ‘nin cesedi öyle bir hâle geldi ki bütün uzuvları tek tek döküldü, parça parça dökülüyordu; öyle ki San’a ‘ya getirdiklerinde kuş kadar kalmıştı. Ölmezden önce göğsü yarılıp kalbi dışarı çıktı ve bundan sonra geberdi gitti.

Ebrehe ölünce yerine oğlu “Yeksum” hükümdar oldu. Babası Ebrehe bu oğluna izâfetle “Ebû Yeksum“ künyesini almıştı. “Yeksum” hükümdar olunca, Himyerliler ile Yemenliler ona boyun eğdiler. Bu arada Habeşliler, onların erkeklerini öldürüp kadınlarını kendilerine nikâhladılar ve oğlan çocuklarını da Araplarla kendi aralarında tercüman olarak kullandılar.

Yüce Allah (Celle Celâlüh), Habeşlileri helâk ettikten ve Ebrehe ile birlikte diğer kurtulanlar geri döndükten sonra, ertesi gün Abdulmuttalib ile Ebû Mes’ûd es-Sakafî Habeşlilerin ne yaptıklarına bakmak üzere Mekke’ye indiler; fakat hiç bir ses işitmediler ve karargâhlarına geldiklerinde Habeşlilerin Ebrehe ‘nin fil ordusunun gebermiş olduğunu gördüler. Bunun üzerine Abdulmuttalib iki çukur kazdırdı, bu çukurlara Ebû Mes’ûd ile kendisi için bir hayli altın ve mücevher doldurdu, çünkü Ebrehe ‘nin ordusu geberince ordudaki ne kadar altınlar mücevherler varsa bunlar orada kadılar. Sonra diğer insanları çağırdı, onlar da bu çağrı üzerine geldiler ve artan altın ve mücevherleri aldılar. İşte Abdulmuttalib çukura doldurduğu bu mallar sayesinde ölünceye kadar bolluk ve zenginlik içerisinde yaşadı.

Evet, sevgili dostlarımız işte Allah’a karşı koyanların âkıbeti hep böyledir, geberip giderler cehennemi doldurdular.

Allah (Celle Celâlüh), gönderdiği bir sel ile Habeşlileri denize sürükleyip döktü. Habeşlileri Kâbe’den uzaklaştırıp başlarına bu felâketi musallat edince, Arapların katında Kureyşlilerin itibârı arttı. Bu yüzden Araplar Kureyşliler için: „Onlar Ehlullah’tır (Allah’ın yakınlarıdır), bu yüzden Allah Habeşlileri helâk edip onların başından uzaklaştırdı.“ dediler. Sonra Yeksum da öldü, yerine kardeşi Mesrûk hükümdar oldu.

Dakika 15:03

Evet, sevgili dostlarımız,  Allah’ın yerdeki-gökteki ordularını görmeyen kâfirler kendi güçlerine aldanırlar güvenirler. Allah’ın ordularından habersizdirler çünkü kâfirde, îmânsızda bu akıl olmaz îmânı yok ki nereden düşünsün. İşte îmânsızlar hep kendilerine, kendileri gibi kâfirlere onların güçlerine güvenirler. Müslüman ise maddî manevî gücün hepsinin Allah’tan olduğunu ve Allah’ın nâmütenâhi yüce bir kudrete sahip olduğunu, yerlerin-göklerin ordularının Allah’ın olduğunu mü’min-Müslüman çok iyi bilir. Müslüman tedbirini gücünü hazırlar ama bütün kudret ve kuvvetin, zaferin, yardımın Allah’tan olduğunu Allah’tan olacağını da tam inanır. Ve bütün tarih boyunca az kuvvetlerle çok kuvvetleri yere seren Müslümanlar bu îmân ile Muzaffer olmuşlardır. Yalnız Müslüman görevini tedbirli tedbir ile olan görevini tedbir ve tevekkülü birlikte yapmadığı zamanlarda Müslümanlar zayıflarlar. Güçlerini kaybederler, zaferi de kaybederler. Ey dünya Müslümanları! Maddî manevî gücünüzü de te’min edin güçlü olun. Bu kulun görevi tedbir görevidir düşmandan üstün olmak için Müslüman maddî manevî gücünü kuvvetini hazırlarlar. Ama bu güç ve kuvvetle zaferin Allah’tan olduğunu, Allah’tan olacağını da iyi bilir. Bu îmânla Müslüman dâima Muzaffer olmuştur. Ey Müslüman görev başına! Birinci görevin dünya Müslümanlarının bir ve bütün olması, birlikte hareket etmesi, Allah’ın emrinde birleşmesi, Peygamber Hz. Muhammed’e tâbî olması ve bu tâbi olarak bir ve bütün olması birlikte hareket ederek Allah’ın rızâsını kazanmak. Dünyadan zulmü, küfrü, şirki, nifâkı, fitneyi kaldırmak veya onların şer’ini veya fitnesini kaldırmak dünyaya barışı, hak ve adâleti sağlamak Müslümanın asil görevidir. Ey dünya insanları! Sâlihlerle berâber olun sâlihleri destekleyin ki Allah’ın yardımı size her an hâzır ve nâzır olsun. Sâlihleri desteklemezseniz, zâlimlerle kötülerle berâber olursanız Allah’ın belâsı, cezâsı tepemizden eksik olmaz bizden söylemesi.

Evet, Sevgili dostlarımız, evet hatırlatıyoruz sonuç artık Müslümanın ameline bakılır, ameli ile gerçekler sözlü olan gerçekler eğer birleşirse ne güzel. Doğru ya sözü doğru olup özü doğru olmazsa ameliyle sözü bir olmazsa işte o zaman görevini yapmamış ruhu bozukluklardan olmuş olur fâsıklardan, fâcirlerden olur.

Dakika 19:50

Evet, sevgili dostlarımız biliyorsunuz ki Nûşîrevân (Enûşirvân)’dan sonra onun yerine başkaları geçtiler Farslılardan, kısaca oradan da birkaç kelime zikretmiş olalım ki

Daha sonra Kisrâ Perviz, Hurra-Husre’ye öfkelendi ve onu Yemen’den yanına getirtti. Hurra-Husre, Perviz’in huzuruna girdiğinde Fars’ın ileri gelen büyüklerinden birisi Kisrâ’nın babasının kılıcını onun üzerine attı. Bunun üzerine Kisrâ onu öldürmekten vazgeçti; fakat Yemen’deki görevine son verip yerine Bâzân’ı gönderdi. İşte Yemen el değiştirdi Yemen’e Farslılar hâkim oldular. Bunun üzerinde fazla durmayacağız ama bu Bâzân’ı Kisrâ oraya (Yemen’e) hükümdar tâyin etti, Bâzân’ı gönderdi. Bâzân, Allah’u Teâlâ  (Celle Celâlüh) tarafından Hz. Muhammed (Aleyhissalâtu Vesselâm) Peygamber olarak gönderilinceye kadar Yemen ülkesinin başında kaldı.

Nitekim Bâzân Peygamber Efendimizin Peygamberliğini duydu ve Kisrâ Peygamberimize düşman idi Perviz ama Bâzân mûcizeleri gördü Peygamberimizden ona haberler geldi. Perviz, Bâzân’ı görevlendirildi Muhammedi ve adamlarını yakala bana gönder dedi. Ama kendi geberdi gitti Peygamberimizde mûcize olarak Bâzân ’ın adamlarına durumu bildirdi. Size emreden Perviz’iniz, Kisrâ’nız geberdi öldürüldü diye. Netice de Bâzân bu mûcizeyi gördü. İnşâ’Allah derslerimizin akışı içinde ileride bunlara da yer vermeye çalışacağız.

Evet, sevgili dostlarımız!

Kureyşlilerin de Arafat’tan Mina’ya inmelerini emrederek: “Sonra insanların (Arapların) el birlik döndüğü yerden siz de dönün. Allah’tan (günahlarınızı) bağışlamasını isteyin. Şüphesiz ki Allah çok yarlıgayıcı, hakkıyla esirgeyicidir.“ (Bakara Sûresi, âyet 199)’da buyurur. Ayrıca Yüce Allah, Harem dışındaki Hill bölgesinden getirilen elbise ve yiyeceklerin Harem bölgesinde terk edilip bu elbiselerle tavaf edilmemesi ve yiyeceklerin yenilmemesi konusunda: “Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde süslü, güzel elbiselerinizi (üzerinize) alın; yiyin, için, fakat isrâf etmeyin; çünkü Allah isrâf edenleri sevmez. De ki:

„Allah’ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?“ De ki: „O, dünya hayatında inananlar içindir. Kıyâmet günü ise (bunlar) yalnız onların olacaktır.“ İşte biz bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.“ Bu da (A’râf Sûresi, âyet 31, 32)’de bildirilmektedir.

Dakika 25:00

Evet, sevgili dostlarımız, bu da bir ara notudur bunların içerisinde, öbür kısımlarına fazla itimat etmediğimiz için oralara fazla değinmedik. Kisrâ (Enûşirvân), Nûşîrevân ’ın yaptıkları konusunda bu başarılı bir Fars hükümdardır ve adâletiyle de meşhurdur. Onun için ona tekrar yer vereceğiz.

Kisrâ (Enûşirvân), Nûşîrevân ’ın sözlerinden bazıları şunlardır;

“Şükür ve nimet terâzinin iki kefesi gibidir.” Bakın bunlar mükemmel sözler. “Hangisi ağır basarsa, denkleşmesi için hafif olan tarafa ağırlık ilâve edilir”. Ne diyor; Nimet sana verildikçe şükrünü de arttır, nimet arttıkça şükrü arttır. Şükür azalırsa nimette azalır. Dikkat et! Şimdi nimet çoğalınca şükrü çoğaltmanız gerekir. Buna dikkat et ey insanoğlu! Bunu (Enûşirvân), Nûşîrevân söylese bile bunlar hikmetli sözlerdir, hikmetli sözlerin aslı esâsı da İslam’dadır. “Eğer nimet çok, şükür az olursa, (Allah’a karşı) hamd azalır”. “Çok nimet çok şükür gerektirir, şükür arttıkça nimette artar. Hattâ nimetin miktarı şükrün miktarını aşar. Ben, şükür hakkında düşündüm; onun bir kısmının sözle, bir kısmının da işle yerine getirileceğini öğrendim.“

Görüyorsunuz (Enûşirvân), Nûşîrevân da hikmetli sözler var. Şükür, İslam’daki şükür ise îmân, amel-i sâlih, güzel ahlâk hak ve adâlet yani İslam’ı bütünüyle yârine getirdiğin zaman Allah’a gereği gibi şükretmiş, hamd etmiş olursun. İşte buraya (Enûşirvân), Nûşîrevân tâ o zaman kendisi de Peygamberimiz bu kimsenin hükümdarlığının son yıllarında dünyaya doğmuştur ama (Enûşirvân), Enûşirvân’dan sonraki Kisrâ’lar onun gibi olmamışlardır. Onlar sapıklıkta, zulümde, küfürde, şirkte devam etmişlerdir ki ateşperesttirler ateşe tapıyorlardı.

„Allah katında amellerin en hoş ve makbul olanını düşündüm. Bakın (Enûşirvân), Nûşîrevân diyor bunu. Sonra bunun Allah’ın gökleri ve yeryüzünü ayakta tutup dengelediği, dağları yerlerinde sabit kıldığı, nehirleri akıttığı, mahlûkatı yarattığı şey olan hak ve adâlet ölçülerini buldum ve buna sarıldım. Dikkat edin ne mükemmel söz. Yerler-gökler ilâhî adâletle ayakta dururlar. Diğer taraftan insanları, kıpırdayan canlıları, kuşları ve bütün hayvanları ayakta tutan memleketlerin bayındırlığını hak ve adâletin semeresi olarak buldum. İşte bu husus üzerinde biraz düşününce savaşan askerlerin ülkeyi bayındır hâle getirmek için uğraşan halkın ücretli hizmetçileri, ülkenin bayındırlığına sebep olan halkın da savaşan askerlerin ücretli hizmetçileri olduklarını gördüm.

Dakika 30:03

Savaşan askerler, ülke sakinlerini ve vergi mükelleflerini müdafaa edip korumaya çalıştıklarından dolayı ücretlerini onlardan isterler. O hâlde onların, kendilerini savunan bu askerlere ücretlerini vermeleri bir borçtur; çünkü bayındırlık, can ve mal konusunda emniyet ve güven ancak onlar sayesinde mümkün olur. Kezâ savaşan askerlerin barınma, yeme, içme, mal üretme ve evlat sahibi olma gibi hususların ancak ülkenin mâmur olması için uğraşanlar ve vergi mükellefi olanlar sayesinde mümkün olabileceğini gördüm. Yani toplum askere yardım etmese asker ayakta duramaz, asker görevini yapmasa toplum güvende olamaz. Bunlar birbirine bağımlı olduğunu gördüm; bu sebeple vergi mükelleflerinden, askerler için ihtiyaçlarını karşılayacak kadar aldım, geri kalan gelirlerini ise ihtiyaçlarını karşılamaları ve üretimlerini devam ettirmeleri için kendilerine bıraktım. Bunu yaparken de iki taraftan birisine haksız davranmadım. Bakın dikkat edin! Bugünkü cuntacılardan, darbecilerden ve milletini soyup soğana çekilen cuntacılardan (Enûşirvân), Nûşîrevân tâ o zaman daha merhametli, daha adâletli, daha da demokrat görünüyor görüyorsunuz. İşte bugünkü çağda hâlâ daha Müslümanların dışındaki milletler görüyorsunuz ki gerçek İslam idâresinin olmadığı yerde hâlâ daha cuntalar, darbeler ve baskılar, zorbalıklar devam ediyor. Askerlerle vergi veren halkı gören iki göz… Görüyorsunuz (Enûşirvân), Nûşîrevân ’nın şu sözlerine bakın; Askerlerle vergi veren halkı gören iki göz yardımlaşan iki el ve iki ayak gibi kabul ettim. İşte görüyorsunuz hangisine zarar gelirse, diğerinin de rahatsız olacağını düşündüm.“

Darbeyi alkışlayan bir zihniyet o milletin düşmanıdır. Askerini millî bir asker yapısına sahip olan ordusunu da horlayan yine o milletine düşmandır. Düşmanı bakın düşmanı, kim olması gerekirken burada kendi ordusunu kendi milletine düşman yapan, kendi milletini kendi ordusuna düşman yapan bu zihniyet hak ve hakîkatin, adâletin, merhametin asil düşmanıdırlar.  İrtica bahânesi ile yıllardır Müslümanın tepesinde dâima darbeciler balyoz salladılar ve bunu da birileri alkışladılar. İşte bunlar zâlimdirler. (Enûşirvân), Nûşîrevân gibi Mecûsî olan Sâsânîler’den daha alçaktırlar. Görüyorsunuz bugün bir (Enûşirvân), Nûşîrevân ’da ki adâlet hâlâ bugünün birilerinde yok ve (Enûşirvân), Nûşîrevân eğer Hz Muhammed’in Peygamberlik devrinde rastlasaydı bu adâleti ile derhâl Müslüman olacaktı. Ne yazık ki işte (Enûşirvân), Nûşîrevân’dan sonraki gelenler o Mecûsî hükümdarları ateşe tapmaya devam ettiler. Bu adâleti (Enûşirvân), Nûşîrevân ‘da ki adâleti kendiişlerine sindiremediler. Çünkü zâlimde adâlet olmaz, zâlimde merhamet olmaz. Hattâ zâlimler de akıllar perdelidir gerçek akılda olmaz.

Dakika: 35:30

Bakın yine (Enûşirvân), Nûşîrevân diyor ki;

„Atalarımın hayatını gözden geçirdim, onların yaptıklarından bana sevap kazandıracak, halkın arasında iyi bir anı bırakacak, asker ve tebaanın maslahatları ve faydasına olacak hiç bir şeyi terk etmedim, aksine ehemmiyet verip tatbik ettim. Onların iyi olmayan… Buraya dikkat et! Atalarında iyi olmayan şeyler varsa bak (Enûşirvân), Nûşîrevân’a dikkat et! Onların iyi olmayan ve bozuk olan gidişatlarından da yüz çevirdim, yani (terk ettim). “O benim babam, atam bu kötülüğü yaptı diye bende mi yapacağım, mecbur muyum?” diye bakın atalarının kötü gidişatını terk ettim diyor. Onlardan yüz çevirdim. Hiçbir zaman ecdat sevgisi beni kendisinde hayır olmayan kötü şeylere sevk etmedi. Dikkat edin! (Enûşirvân), Nûşîrevân ‘ın burada Kur’an-ı Kerim’e uygun ne kadar güzelim sözleri var. Kur’an-ı Kerim ne diyor; Haksız olan babanda olsa, evladında olsa, yakınlarında olsa haksızdan yana olma; Hak ve adâletten yana ol! Bakın yine (Enûşirvân), Nûşîrevân ne diyor;

Hintlilerin ve Bizans halkının hayatlarına da bir göz attım ve iyi olan hasletlerini aldım. Görüyorsunuz bugün Türkiye’de ve İslam âleminde bir batı yabancı taklit var. (Enûşirvân), Nûşîrevân kadar aklı yok bu taklitçilerin. Niye? Taklit Müslümanda taklit olmaz doğru hakîkat neredeyse Müslüman onun kişi onun mensubudur. Müslüman doğrudan yanadır İslam’da bütün doğrular var senin yabancıyı taklit etmene gerek yok. Eğer yabancının teknik ve teknolojisini örnek alacaksan bu bilim de bir yarıştır. Bilim, ilim, gerçek ilim bütün insanlığın ortak malıdır nerede bulursa alır. Taklit değildir bu ama yabancıyı taklit edip yabancı bacağını açmış sende açacaksın. Bu nedir? Kendi öz bağlarından kendini koparıp atmaktır, kendi milletini, zürriyetini, istikbâlini mahvetmektir. Yabancıyı taklit edersen yabancının eğer ahlâkı bozuksa ki bozuk zaten gayrimüslimlerin durumu senin neslin onlar gibi olacaktır onlar gibi olan da onlar gibidir senden değil ki. İşte bu milleti dışarıya yabancıya taklide özendirenlerde bu milletin dostu falan değildir.

Nefsânî arzularımızın… Bakın yine (Enûşirvân), Nûşîrevân ne diyor; Nefsânî arzularımızın temâyüllerine karşı nefsimizle aramızda her hangi bir çatışma da meydana gelmedi. Bunları diğer memleketlerde bulunan bütün adamlarımıza ve naiplerimize yazdım.“ Diyor. İşte bu hükümdar adâletiyle meşhur olan bir hükümdar idi. Ve o adâlet edince Müslümanlarda daha o zaman (Enûşirvân), Nûşîrevân dünyadan gitti Peygamberimiz daha Peygamberliğini ilân etmeden. Ve bu adamın nâmı kaldı görüyorsunuz.

Dakika 40:00

Mecûsîlerin içerisinde, Sâsânîler’in içerisinde adâleti ile bu kişi meşhurdur. Onun içinde 48 sene iktidarda kalmış ve toprakları çok genişlemiştir. Sâsânî imparatorluğunu kurmuş bir adamdır. Onun için sevgili dostlarımız, buradan alınacak ders şudur; Bu (Enûşirvân), Nûşîrevân’dan alınan ders değil, bunların asıl mükemmeli aslı-esâsı İslâmî değerler de İslâmî kaynaklarda. Bu dünya gibi nice dünyaları idâre edecek değerler İslam’dadır, Kur’an-ı Kerim’dedir, sahîh sünnettedir, icmâ ve kıyastadır. Bunun için insanoğlu adâlet üzere hareket etmeli. Bugün (Enûşirvân), Nûşîrevân kendi çapında bunları uygulanmış ama Hz. Ömer’in adâleti gibi bir adâlet, İslam adâleti gibi bir adâlet dünyada hiç görülmemiştir. Hattâ bunu bir Fransız Filozofu söylüyor; “Dünya ne kadar ilerlese Hz. Muhammed’in medeniyetine ulaşamaz” diyor. Bunlar kamuoyuna yansıtmıyorlar. Niye? Faşist zihniyetle doğrunun üstünü örterler açığa çıkartmazlar. Batı faşizmi, batı milliyetçiliği kendi filozoflarının bile doğru sözlerini ne yapıyorlar? Sansürlüyorlar piyasaya çıkarmıyorlar, kendiişlerine geleni alıyorlar. Yine ne diyor bir Alman Filozofu; “İslâmî ilimler bir batıya diyor kiliseler yüzünden geç kaldı, İslâmî ilimler batıya gelince biz yükseldik” diyor. “Müslümanlar ise batıya yönelince yıkıldılar” diyor. Daha ne desin… Ey Müslüman kendi özüne dön! Kendi özünde bütün değerler sen de kendi değerlerinle tanış ve o değerlerin içerisinde kendi kaybettiğin değerleri yeniden kazan. Biz hatırlatıyoruz.

Derin bilgiye, mükemmel bir akla ve nefis hâkimiyetine delâlet eden bu sözler üzerinde biraz durup düşünün. Yani ben bunu bunun için burada söylüyorum yoksa bütün yüce değerlerin hepsi İslam’da var.  İşte bu durumda olan bir kimsenin kıyâmete kadar adâlet konusunda darb-ı mesel olmaya hakkı vardır. (Enûşirvân), Nûşîrevân niye anılıyor? İşte bu yüzden!

Kisrâ (Enûşirvân), Nûşîrevân ‘ın çok iyi yetişmiş çocukları vardı. Kendisinden sonra hükümdarlığı oğlu Hürmüz’e verdi. Evet, sevgili dostlarımız, fakat ne yazık ki onların hiçbiri babaları gibi başarılı olamadılar. Çünkü adâleti sağlayamadılar. Babalarında ki yapı o kabiliyet maddî ve manevî kabiliyet çocuklarında iyi bir eğitim görmüş olabilir birde o gördüğü eğitimin kendi ruhunda değerlendirecek kadar ruh yapısına, kalp yapısına, nefis yapısına sahip olmalıdır. Bu bir yetenek, kabiliyettir ve Allah’ın hidâyetidir. Allah hidâyet etmese kimse başarılı da olamaz.

Hz. Muhammed (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) “Fil yılında“ dünyaya gelmiştir. Bu, Kisrâ (Enûşirvân), Nûşîrevân ‘ın hükümdarlığının kırk ikinci yılına rastlamaktadır. Arapların meşhur günlerinden olan “Zu-Cebele“ savaşı da bu yıl meydana gelmiştir.

Evet, sevgili dostlarımız, işte sizlere kısaca tarihten not düşmüş olmaktayız. İnşâ’Allah bundan sonraki derslerimizde diğer değerli konularla keşif notlarımız devam edecektir.

Dakika 45:41

(Visited 67 times, 1 visits today)