İslam Tarihi Ders 60

İslam Tarihi Ders 60

60- İslam Tarihi Ders 60

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,

Dersimiz bu günden Sevgili Peygamberimizin (Aleyhissalâtu Vesselâm) doğduğu ev hakkında bilgi edinmeyen çalışacağız.

Peygamberimizin doğmuş olduğu ev Şihab’da Benî Hâşim şırbında Benî Hâşim caddesinin mevlit sokağı diye anılan Ebû Tâlib şırbı caddesinde Leyl sokağında idi. Hâkim (vefâtı 405) olan bu evin kendi zamanında “Mekkel Sokağı” diye anılan sokakta bulunduğunu bildirir. Burası “Benî Âri Şırbı” diye de anılırdı. Peygamberimizle Hâşim ve Muttalip oğulları müşrikler tarafından Ebû Tâlib şırbında üç yıl muhasara edilmişlerdi.  Benî Hâşim şırbı Hacûn yanındadır. Hacûn ’da Mekke’nin yukarı kısmında, Mekkelilerin yanında kabirleri bulunan bir yokuş olup Kâbe-i Şerif’e 1,5 mil uzaklıktadır. Evet, sevgili dostlarımız Şırb’da bulunan konak Hâşim b. Abdimenâf’ın bir takım evlerden müteşekkil geniş evi-barkı olup kendisinin vefâtından sonra oğlu Abdulmuttalib’e geçmişti. Abdulmuttalib gözlerine zaaf geldiği zaman bu evleri oğulları arasında bölüştürmüş Peygamberimiz de babasının hissesine düşen kısmı almış bulunuyordu. Hâşim oğullarının menzil ve meskenleri Şırb’da idi. Peygamberimiz (Aleyhissalâtu Vesselâm) Medine’ye hicret ettiği zaman Akîl ile Tâlib, hem kendi erkek ve kız kardeşlerinin, hem Peygamberimizin, hem de Hâşim oğullarından hicret edenlerin hepsinin Mekke’deki menzillerini zapt etmişlerdi. Tâlib zapt ettikleri menzillerden kendisine düşenin tümünü Bedir’de kardeşi Akîl’e satmıştı. Akîl’in vefâtından sonra Haccâc’ın kardeşi Muhammed Bin Yusuf Peygamberimizin doğduğu evi Akîl’in oğlundan yüz bin altına satın alıp “Beyzâ” diye anılan (konağına) katmıştı. O günden beri İbn-i Yusuf Konağı diye tanınan bu evin halîfe Mûsâ ve Hârun’un Anneleri Hayzürân Hâtun hacca geldiği zaman (Hicri 171)’de Muhammed Bin Yusuf’un konağından mevlit sokağına çıkarıp içinde namaz kılınır bir mescit hâline koydurdu. Peygamberimizin doğduğu bu evi (Hicri 576 yılında) Nâsırî Abbâsî o da (666) da Yemen hâkimi Melik Muzaffer (1740) da Melik Muzaffer’in torunu, Mücahit 758’de Mısır devlet adamları tamir ettirdiler ki bu (766’da ve 801’de) de tamir ettirdiler.

Dakika 5:00

Hicri yine (935 yıllında) Osmanlı padişahlarından Kânûnî Sultan Süleyman bu evde Peygamberimizin doğduğu yerin üzerindeki kubbeyi yenilettirdi ve (963)’te birisi buraya ve ikisi de Kâbe-i Şerif’e asılmak üzere üç kandil gönderdi. (Hicri 1009 yılında) Sultan Murad’ın oğlu Sultan Mehmet tarafından yeniden tamir ettirilip, üzerine büyük bir kubbe ve bir de minare yaptırıldı. Burası için Anadolu’da vakıflar tesis, müezzinler, imamlar ve kayyumlar tâyin edildi. Her yıl bu mescit ev için gerekli her şey gönderilmeye devam edildi. Hicri 1296 yılında da tekrar tamir ve te’zîm ettirildi. Evet, işte bu yıllardan sonra artık bakımı tamamen Osmanlılar yapmaya başladılar.

Evet, sevgili dostlarımız, Peygamberimizin doğumunun Abdulmuttalib’e müjdelenişi ve Kâbe-i Şerif’te Allah’a dua edilişi konusunda da;

Hz Âmine Peygamber’imiz doğduğu zaman dedesi Abdulmuttalib’e:

“Bir oğlan torunun doğdu. Gel de, gör onu!” diye haber saldı. Abdulmuttalib, o sırada Kâbe-i Şerif’in yanında, Hicr’de, oğlu ve kavminden bazı kimselerle birlikte oturuyordu.

Müjdeci, ona:

“Âmine bir erkek çocuk doğurdu!” diye haber verdi. Abdulmuttalib çok sevindi ve hemen ayağa kalkıp yanındakilerle birlikte Hz. Âmine’yi görmeye geldi.

Peygamberimize baktı. Hz. Âmine hamile iken rüyasında gördüğü şeyleri; kendisine neler söylendiğini ve koyacağı isim hakkında ne emir verildiğini Abdulmuttalib’e anlattı. Görüyorsunuz daha Âmine Annemiz Peygamberimize hamileyken rüyasında ona neler gösterdiler. Neler söylendiğini ve isminin ne olacağını ona bildirdiler. 

Evet, sevgili dostlarımız, Abdulmuttalib Peygamberimizi bir kumaş parçasına sarılmış olduğu hâlde kucağına alıp Kâbe-i Şerif’e girdi. Orada, Yüce Allah’a dua ve ihsânından dolayı şükrânını arz ettikten sonra, onu Annesine gönderdi.

Oğlu Ebu Tâlib’e de:

“Bu, benim sana, yanında bulundurup üzerine kanat gereceğin emânetimdir.” dedi. Muhakkak, bu oğlumun hâli ve şânı yüce olacaktır!” dedi. Peygamberimizin her hareketinden doğmadan, doğduktan sonra çocukluğunda O’nda O’nun yüksek bir şahsiyet olacağının alâmetleri parıl parıl parlıyordu. Bunu görmeyen kalmadı, bilmeyen de kalmadı.

Bakın Peygamberimizin Hz Âmine ve Süveybe Hâtun tarafından emzirilmesi;

Evet, Peygamberimizin sütannesinden biride Süveybe’dir. İlk önce emzirenlerdendir.

Dakika 10:06

Peygamberimizi, önce Âmine üç gün veya yedi gün emzirdi. Bundan sonra, Süveybe Hâtun, oğlu Mesrûh ile birlikte, günlerce emzirdi. Süveybe Hâtun, daha önce Hz. Hamza’yı, sonradan Peygamberimiz ile birlikte, Ebû Seleme b. Abdul-Esed’i de emzirmişti. Bunun için, Hz. Hamza ile Ebû Seleme, Peygamberimiz sütkardeşi idiler. Peygamberimiz (Aleyhissalâtu Vesselâm), Mekke-i Mükerreme ’de iken, Süveybe Hâtun’a harçlık verir, Hz. Hatice de ikrâmda bulunurdu. O zaman Süveybe Hâtun; Ebû Leheb ’in câriyesi idi. Hz. Hatice onu âzâd etmek için Ebû Leheb ’den satın almak istemişse de, Ebû Leheb yanaşmadı. Peygamberimiz Medine’ye hicret ettiği zaman, Ebû Leheb onu kendiliğinden âzâd etti. Peygamberimiz, Medine-i Münevvere’de Süveybe Hâtun’a harçlık ve elbise gönderirdi. Hicretin yedinci yılında, Hayber’den dönerken, onun vefât etmiş olduğunu haber aldı. “Oğlu Mesrûh ne yapıyor?” diye sordu. O da: “Annesinden önce, vefât etti!” denildi. Peygamberimiz (Aleyhissalâtu Vesselâm),  “Onların akrabalarından sağ kalan kim var?” diye sordu; “Bir kimse yok!” dediler.

Ebû Leheb ‘in azâbının Süveybe Hâtun’dan dolayı cehennemde hafifletildiği hakkında da bakın habere bakın;

Ebû Leheb öldükten sonra aile halkından bazılarına rüyada kötü bir durumda gösterildi. “Sana ne oldu?” diye sorulduğu zaman Ebû Leheb:

“Ne olacak, Süveybe’yi âzâdlığımdan dolayı şununla sulanmaktan başka bir hayra, bir rahata kavuşmadım” diyerek başparmağı ile şehâdet parmağı arasında bir deliğe işaret etti.

Rivâyete göre: Ebû Leheb’i rüyasında gören Hz. Abbâs idi. Hz. Abbâs der ki:

“Ebû Leheb’i ölümünden sonra bir yıl geçtiği hâlde rüyada görmemiştim. Sonra onu kötü bir durumda gördüm. Sizden sonra her Pazartesi günü bana azâbın biraz hafifletilmesinden başka hiçbir rahata kavuşamadım” dedi.

Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) Pazartesi günü doğunca Süveybe Hâtun: O’nun doğduğunu kardeşin Abdullah’a Âmine’nin bir oğlan çocuğu doğurduğunu biliyor musun?” diyerek müjdelemiş. Ebû Leheb ’de ona: “Git sen hürsün!” demişti. Bundan dolayı Ebû Leheb ‘in Pazartesi günleri azâbı biraz hafifletilmekte idi.

Bir açıklama konusunda da: Yukarıda Süveybe Hâtun’u Hz. Hatice’nin satın alıp âzâd etmek istediği Ebû Leheb ‘in kabul etmediği fakat hicretten sonra kentliğinden âzâd ettiği geçmişti.

Dakika 15:00

Burada ise Peygamberimizin doğumunu müjdelemesi üzerine, âzâdlanmış olduğu bildirilmektedir. Her iki haberde doğru olduğuna göre Ebû Leheb önce: “Hürsün!” sözünü sarf etmiş sonrada bundan dönmüş demektir. İşte o zaman dönmeseydi biraz daha faydası fazla olacaktı. O zaman sözünden döndü, daha sonrada Süveybe’yi âzâd etti.            Yine de bakın o azılı Peygamber düşmanına bu iyiliğinden dolayı cehennem de ve kabir azâbı çekerken kabrinde bak onun Pazartesi günlerde azâbının hafifletildiği ondan sonra yine azâbın şiddeti devam etmektedir.

(فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْراً يَرَهُۜ ﴿٧﴾)

(وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَراًّ يَرَهُ﴿٨﴾)

Ey insanoğlu! Bunu hesaba öyle kaydet ki hiç unutma! Zerre miskâli hayrı da göreceksin, zerre miskâli şer işlediğin zaman onu da amel defterinde göreceksin. Hayır yapmaya devam et, şerden günahlardan uzak kal! Aklını başına al ey insanoğlu! Bu âlem ibretlerle dolu, Ebû Leheb denen bu adam, ateş babası cehennemin tam adamı. Bakın bunun hâline bakın (Tebbet Sûresi) bu adam için geldi. Peygamberimizin öz ve öz Amcası bunlar. Ammâ o kadar büyük Devleti, o kadar yaygın rahmeti, o kadar ebedî saadeti bu adam kaçırdı bunun gibi niceleri… Onun için insanoğlu aklını başına almalı! Îmândan, İslam’dan zerre kadar tâviz vermeyin! Ey Dünya Müslümanları! İslam Allah’ın emir ve kânûnlarıdır. İşte Müslümanlar Allah’ın emrinde bir bütün olarak birlikte hep berâber Allah’ın emrine sıkı bağlanırlarsa Allah’ın emrine göre hareket ederlerse bu Allah’ın yeryüzünde yenilmez ordusu bulur. Gelin birlik berâberlik içinde Allah’ın emrinde bir kul olun, İslam nizâmını yaşayın, dünyanın başına da hâkim kılan ki dünyada kurtulsun. Bu gerçekleri bilenler biliyor, bilmeyenler bilmiyor. Onlar da öğrenirlerse bu gerçeklerden nasiplerini alırlar.

Peygamberimiz için ziyafet verilmesi;

Sevgili dostlarımız!

Peygamberimizin doğumunun yedinci günü, dedesi Abdulmuttalib, develer, davarlar kestirerek Mekke halkına, Mekke toplumuna üç kez yemek yedirilmesini, oğlu Ebû Tâlib’e emreyledi. Ayrıca, Mekke mahallelerinden her mahallede develer kesilerek bırakıldı. Onlardan insanların, kurtların, kuşların yararlanmalarına engel olunmadı, onlarda faydalandılar. Kureyşîler, ziyafetten sonra:

“Ey Abdulmuttalib! Doğumu sebebiyle bize ikrâmda bulunduğun bu oğluna ne isim verdin?” diye soruldu. Abdulmuttalib:

“Muhammed ismini verdim!” dedi. Kureyşîler:

“Ne için, aile halkının, atalarının isimlerinden birini takmaya özen göstermedin de Muhammed ismini taktın?” diye sordular. Abdulmuttalib:

“Gökte Allah’ın, yerde de insanların O’nu övmelerini istedim!” dedi.

Dakika 20:30

İşte görüyorsunuz Hz. Muhammed hem Ahmed, hem Muhammed, hem Mustafa, hem de en güzel beşerî isimler hep O’nda. Bir insan da bulunacak en müthiş isimler yüzden fazla Peygamberimizin kıymetli isimleri var, en başını da bunlar çekmektedir. Daha önceki derslerimizde de olduğu gibi gelecek dersimizde de bunları İnşâ’Allah vereceğiz.

Peygamberimizin isimleri konusunda bakın;

Peygamberimiz buyurmuşlardır ki: “Benim bir takım isimlerim vardır;

Ben Muhammed’im, Ben Ahmed’im, Nen Mâhî’yim ki, Yüce Allah küfrü benimle yok edecektir!

“Ben Hâşir’im ki, insanlar, kıyâmet günü benim izimce haşr olacaklardır!”

“Ben Âkıb’im ki, benden sonra Peygamber yoktur!”

“Ben rahmet Peygamberiyim!”

“Ben savaşlar Peygamberiyim!”

Peygamberimiz Kur’an-ı Kerim’de dört kere Muhammed ismi ile bir kere de Ahmed ismi ile anılır. Muhammed; övülmeye lâyık, hasletleri çok olan zât-ı muhterem demektir ki Hz. Muhammed’in Allah’ın övdüğü bir Peygamber. Ahmed de: En çok övülen veya en çok hamd ve şükür eden, ya da bu hasletlerle anılan zât mânâlarına gelmektedir. Peygamberimiz en çok Muhammed ismi ile anılırdı. Nitekim Medine-i Münevvere’de bulunan Mekkeli ve Medineli Müslümanlarla Yahûdîler ve iki tarafın müttefikleri arasında ki idârî münasebetleri tespit eden vesika da “Muhammed” ismi yazılı bulunduğu gibi Kureyş müşrikleriyle yapılan Hudeybiye muahedesine ait yazıya da Kureyş temsilcisinin “Rasûlullah” sıfatına itirazı üzerine sadece Peygamberimizin kendi ismi ile Babasının ismi olmak üzere “Muhammed b. Abdullah” yazdırılmıştı. Hükümdarlara gönderilen İslamiyet’e dâvet yazılarında da “Muhammed” ismi yazılı yani “ Muhammedür Rasûlullah”  mührü basılı bulunuyordu. Peygamberimizin “Muhammed ve Ahmed” isminden başka Kur’an-ı Kerim’de ve daha önceki peygamberlere indirilmiş olan kitaplarda geçen daha birçok isimleri de vardır. İsimlerin çokluğu ise Hz. Muhammed’in şerefinin üstünlüğüne ve yüksekliğine delâlet eder. İmâm-ı Kastalânî, Peygamberimizin sıfatları olan bu isimlerden bir haylisini kitabına alfabetik sırayla kaydetmiştir. İbn-i Fâris el-Lügavî de Peygamberimizin isimlerinden yirmi üçünü şöyle sıralamıştır;

Dakika 24:45

Muhammed, Ahmed, Mâhî, Hâşır, Âkib, Mügaffî, Nebîyyur-Rahme, Nebîyyut-Tevbe, Nebîyyul-Velâhim, Şâhid, Mübeşşîr, Bedir, Dahuk, Kattâl, Mütevekkil,  Fâkih, Emin, Hâtem, Mustafa, Rasûl, Nebî, Ümmî, Kusem. Kur’an-ı Kerim’de Beşîr, Mübeşşîr, Tâhâ, Yâsin gibi isimleri de bulunmaktadır ki bunların sayısı yüzden fazladır. Evet, Aleyhissalâtu Vesselâm;

“Allâhümme Salli ve Sellim ve Bârik Alâ Muhammedin ve Alâ Âlî Muhammed bi-adedi ilmih”

Mevlid ve mevlidi törenleri hakkında da;

Sevgili dostlarımız, Peygamber Efendimizin mevlid törenleri hakkında bakın tarihsel yönüne şöyle bir bakalım;

Kur’an-ı Kerim’den bazı âyetlerle Peygamberimizin doğumu ve Peygamberliği hakkında yazılmış olana naat ve manzumelerin okunup dinlenmesinden, salât-u selâmlar getirilmesinden ve âlemlere rahmet olan Peygamberimize bağlılık, sevgi ve saygı duygularının bir tezâhüründen ibâret bulunan mevlid-i şerif töreni… Hicrî üçüncü asırdan sonra ihdas edilmiş makbul ve hasene cinsinden bir bid’at sayılmıştır. İslam tarihinde Peygamberimizin doğum günü münâsebetiyle tören yapılmasına da ilk defa Mısır’da Fâtımîler devrinde rastlanmaktadır. Fâtımîler devrinde Peygamberimizin doğumu, Hz. Ali’nin doğumu, Hz. Hasan’ın doğumu, Hz. Hüseyin’in, Hz. Fâtımâ’nın doğumları bir de hâlihazırdaki halîfenin doğumun için törenler yapılırdı. Bu törenlerden (efendime söyleyeyim) bazıları bir ara Efdâl b. Emir el-Cürüş tarafından iptal ve ilga olunmuş ise de müteâkiben ihyâ edilmiştir.  Her bir Atabeklerinden Türkmen asıllı Ebû Sâid Gökbörü b. Ebû’l-Hasan esas mevlit törenini yerli yerince uygulayan bu Türkmen Paşasıdır. Muzafferettin vefâtı (630) iyi bir Devlet Adamı olduğu gibi son derece de dindar idi bu Türkmen Paşası. Bugünkü Erbil üzerinde orada kendisi O oranın lideriydi. Âlimlerin ve sofilerin meclislerine devam eder semalara katılırdı. Muzafferettin Gökbörü, topluma iyilik yapmayı ve hayır işlemiyle de çok severdi. Ülkesindeki muhtaçlara mevsimine göre elbise, altın ve gümüş para, aynı zamanda her gün ihtiyaçları nispetine ekmekte dağıtırdı. Dullar ve yetim çocuklar için yurtlar yaptırmış ve onlara yetişecek kadar gelir bağlamıştı. Melik Muzafferettin her yıl Peygamberimizin mevlidi münâsebetiyle çok büyük şenliklerde yaptırırdı. Bunlar bir yıl 8 Rebiyülevvelde bir yılda 12 Rebiyülevvelde yapılırdı. Bu da doğum tarihi hakkındaki rivâyetleri birleştirmek, bağdaştırmak içindi.

Dakika 30:15

Her yıl Muharrem ayından başlayarak Bağdat, Musul, Sincar, Nusaybin ve Îran’dan birçok fâkihler, sofiler, vaizler, hafızlar, kârîler ve şairler Erbil’e gelirlerdi. Görüyorsunuz ilimde ileri derecede olan herkes oraya getirilir, dâvet edilirlerdi. Melik Muzafferettin şehrin dışına otağlar kurdururdu. Peygamberimizin doğum gününe iki gün kala kaleden sürülerle deve, sığır ve davar indirilir şehrin büyük ve geniş meydanında bunlar hep kurban edilir kesirler, ocaklar çatılar çatılır çeşit çeşit yemekleri pişirilirdi. Mevlid gecesi akşam namazından sonra sema yapılır fener alayları ile kaleden şehre inilirdi. Mevlid-i Şerif günü askerlerin geçit resmi yapılır, kurulan kürsülerde vaazlar verilir, topluma vaiz ve şairleri elbiseler dağıtılır, yemekler yedirilir o gün ikindiye kadar buna devam edilirdi. Gece de sabaha kadar semâ meclisleri yapılırdı. Bundan sonra dışarıdan gelmiş olanlar yurtlarına dönerlerdi. Muzafferettin Gökbörü, onların her birine yol harçlıklarını vermeyi de ihmâl etmezdi. Hadis-i şerif, lügat ve edebiyat üstatlarından Ebû’l Hattâb b. Dihye bunun da vefâtı (633) Horasan’a giderken 604 yılında Erbil’e uğrayıp Melik Muzafferettin Gökbörünün mevlit törenine şahit olmuştu. Kaleme aldığı Kitâb-üt Tenvir fi-Mevlîd-is-Sîrâc-il-Münîr isimli kitabını 625 yılı Cumâdel-Âhire’sinde 6 oturumda Muzafferettin Gökbörü ’ye bizzat okumuştu. Gökbörü ona bin dînâr altın ihsân etmiş, Erbil’de kaldığı müddetçe de kendisinin ağırlanmasına son derece de özen göstermişti. İşte bizim ecdâdımız hükümdarlarımız, Müslüman Türk hükümdarları bakın âlimlere nasıl saygı, hürmet gösteriyorlar, nasıl da ödüllendiriyorlar. Muzafferettin Gökbörü ’nün yaptırdığı mevlid-i şerif törenlerinde bulunmuş olanlardan bazılarının bildirdiklerine göre tören için:

Beş bin kızarmış baş, on bin tavuk, on bin kâse kaymak, otuz bin sahan helva hazırlanır ve her yıl bu tören için üç yüz bin dînâr altın, misafirhane için yüz bin dînâr altın, Haremeyn Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere suları içinde otuz bin dînâr altın harcar ve bunlar kadar da fakirlere sadaka olarak gizlice dağıtırdı. Cenazesinin Mekke’ye götürülmesini vasiyet etmişse de bunun üzerinde görüş birliği sağlanamadığı için Meşhed-i Âli’ye gömülmüştür. Yüce Allah rahmetine gark eylesin. Ne güzel Müslüman Türk hükümdarları vardır.

Dakika 35:17

İşte dünyada İslam’a hizmet eden Peygamberimizin Sahâbîleri, ondan sonraki dört halîfe ve ondan sonra tâ Abbâsî’lerin sonuna kadar Araplar ve bu arada Müslüman Türkler İslam’ın artık hizmet bayraktarlığını cephelerde en büyük İslam’ı savunan kahramanlığını üstlenmiş durumdadırlar.

Evet, sevgili dostlarımız, Kastalânî vefâtı (924) ve Îyâl-i Bekrî vefâtı (990) bunlara göre Mekke’de Peygamberimizin doğum mahalli olan mescit evi Rebiyülevvelin on iki gecesinde ziyaret etmek âdetti. Her yıl Rebiyülevvelin 12’sinde akşam namazı Mescid-i Haram’da kılındıktan sonra cemaatle birlikte Peygamberimizin doğduğu yer olan mescit eve gidilir, yatsı namazı da orada kılınırdı. Bu mescit evi, evin çevresinde oturanlar da mevlid gecelerinde evlerini ışıklarla donatır, bayraklar ve kumaşlarla süslerler, birbirleriyle tebrikleşirler konuklarına helvalar, şekerler ikrâm ederlerdi. Medine halkı da mevlit gecelerini Mescid-i Nebevî’de geçirirler sabaha karşı Bâbün-nisâ önündeki kumlukta beş mevlithan tarafından okunan mevlidi dinledikten ve dağıtılan şerbetleri içtikten sonra dağılırlardı. O gün dükkânlar süslenir, alışverişler kesilir, büyük-küçük, zengin-fakir herkes temiz ve yeni elbiselerini giyerler atılan toplar ve fişeklerle bir bayram havası yaşarlardı. Osmanlı padişahlarından ikinci Sultan Mustafa (Hicri 1113 yılından) itibâren her yıl Ramazan-ı Şerif’in 27’nci gecesinde Peygamberimizin ilk vahye mazhâr oluşu hatırasını kutlamak maksadıyla Mekke-i Mükerreme ’de Rebiyülevvelin 12’nci gecesinde de Peygamberimizin doğum hanesi O’nun hatırasını kutlamak maksadı ile Medine-i Münevvere’de birer dernek kurulmasını ve her biri Mısır Âşârından her yıl 3300 kuruş ayrılmasını emir ve ferman eylemişti. Osmanlılar devrinde ilk mevlid kitabı, Sultan Yıldırım Beyâzid’in imamı Süleyman Çelebi tarafından (Hicri 812 yılında) yazıldıktan sonra ölüm-doğum ve sünnet gibi çeşitli vesilelerle Mevlid-i Şerifler okutulur şekerler, şerbetler sunulur, yemekler yedirilir olmuştur. Mevlid-i Şerif töreni, Osmanlılar devrinde İstanbul’da büyük bir ihtişâm ile yapılır ve belli bir camide yapılan törene başta padişah olmak üzere bütün Devlet erkânı katılırdı.

Dakika 40:00

Müezzin mahfilinde önce “Fetih Sûresi” okunur, sonra Ayasofya Kürsü Şeyh’i, onun arkasından sultan Ahmet Kürsü Şeyh’i kürsüye çıkıp kısa birer vaaz-ı nasihat yaparlar. Kendilerine kürk giydirilir ayrıca kese içinde para da ihsân olunurdu. O sırada şerbet dağıtılırdı sonra birinci Mevlithan mevlidi okumaya başlar, arkasından da ikinci Mevlithan okumaya devam ederdi.

“Geldi bir akkuş kanadı ile revân, Sırtımı sığâdı kuvvetle hemân”

Beyti okununca cemaat ayağa kalkarak tâzimde bulunurdu. Padişaha Medine’den gönderilen hurmadan devlet erkânına gümüş tabak içinde sunulurdu. Üçüncü Mevlithan mevlidin son kısmını okuduktan sonra mevlithanlara hil’at’lar giydirilir, atiyyeler verilirdi.

İşte sevgili dostlarımız, Peygamber sevgisi ilmî olarak başlamış ve mükemmel bir mevlit törenleri düzenlenmiş âlimlerin ilminden toplum faydalansın diye neler yapılmış. Ama sonradan bu ilmî olmaktan çıkarılmış, töre haline getirilmiş. Ondan sonra okuyan da, dinleyen de bu töresel bir hareket olarak ilmî yönünden uzaklaşılarak bugünkü hâlini almıştır. Bugünkü hâlin de ilmî bir durun görülmemektedir, sadece Peygamber sevgisinin hissi olarak devam ettiğini görüyoruz toplamda. Ama bunu ilmî olarak topluma yansıtılsaydı toplum şuurlandırılsaydı. Osmanlılar o günkü mevlit dilini biliyorlardı Osmanlıca yazılmış Mevlid-i Şerifler. Bugün hâlâ Osmanlıcayı bilmeyen, anlamayan toplumun yarıdan çoğu bu dil üzere kurulan Mevlid-i Şerif’i, sadece ses güzelliğine ve Peygamber sevgisine dayalı olarak hissi olarak dinlemektedir. Ve artık bu iş ilmî olmaktan çıkarılmış, töre hâline getirilmiş ve bunu yeniden ilmî hüviyetine kavuşturmak için Mevlid-i Şerif’in içeriğini orada iyice anlatılmalı, ondan sonra okunan Kur’an-ı Kerim’lerin anlamları topluma verilmeli, ilmî bir hüviyet kazandırılmalıdır ki işte kalıcı olsun. Şimdi toplum artık ilmî hüviyetinden uzaklaştığı için yavaş yavaş Mevlid-i Şerif’in de toplumdan uzaklaştığını görüyoruz. Niye? Ehil olmayanların elinde kaldı da ondan. Ehliyetli insanlar hem Mevlid-i Şerif’in anlamını, hem okunan Kur’an-ı Kerim’lerin, Salavât-ı Şerif’lerin anlamını topluma tam irşâdî bir üslupla ve tam ihlâs ile bunları anlatabilmelidir.
Âfâkî durumlardan, ilimden uzak durumlardan kaçınılmalı, bu işe tam bir ehliyet kazandırılmalıdır. O zaman bu güzelim bu tören işte maslahata uygun faydayı celb eder zarı def eden bir hüviyet kazanır. Bunu kazandırmaya çalışmak gerekmektedir.

Evet, sevgili dostlarımız, İnşâ’Allah bir sonraki dersimizde de Peygamberimizin (Aleyhissalâtu Vesselâm) sütanneye verilişi konusunda dersimiz devam edecektir. Yüce Mevlâ Hz. Muhammed’e Allah’tan indirilen Yüce İslam’ın, yüce şeriatın bütün emir ve kurallarına sıkı sıkıya tâbî olan İslam şeriatını Hz. Muhammed’in şahsında yaşayan ve İslam’ın bütün kurallarına riâyet ederek İslam birliğini kuran ve onun yüce değerlerini yaşayan iki cihânda mutlu olan kullarından eylesin.

Dakika 46:08

(Visited 13 times, 1 visits today)