İslam Tarihi Ders 64

İslam Tarihi Ders 64

64- İslam Tarihi Ders 64

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

Çok kıymetli ve muhterem izleyenler;

Sevgili Peygamberimizin artık dedesinin yanında bulunduğu devreden bahsedeceğiz:

Abdulmuttalib, babasız ve anasız kalan torununu (Sevgili Peygamberimizi) yanına alıp bağrına bastı. Hiçbir oğluna göstermediği şefkati, sevgiyi O’na gösterdi. O’nun üzerine titredi durdu. Abdulmuttalib, uyurken veya odasında yalnız iken, yanına hiç kimse giremez, Hicr’de serili minderine de kendisinden başkası oturamazdı. Fakat Peygamberimiz dedesinin yanından hiç ayrılmaz; odasında yalnız olduğu, uyuduğu sırada bile, Abdülmuttalib’in yanına serbestçe girer çıkardı. Kâbe-i Şerif’in gölgesinde Abdulmuttalib’e bir minder serilir babalarına tâzim ve saygılarından dolayı- oğullarından hiçbiri bu minderin üzerine oturmaz, çevresinde dururlarken; Peygamberimiz gelip serbestçe dedesinin minderine otururdu. Amcalarının, kendisini minderden beri çekmek için tuttuklarını görünce Abdulmuttalib:

“Bırakınız oğlumu! Vallâhi, O’nun büyük bir hâli şânı vardır!” der, minderinin üzerinde yanına oturtup sırtını eliyle sıvar, O ne yapsa hoşuna giderdi.

Peygamberimiz, yine bir gün dedesinin Hicr’de serili minderinin üzerine oturmuş, bir adam çekip minderden kaldırınca, Peygamberimiz ağlamaya başlamıştır. Abdulmuttalib:

“Oğlum ne için ağlıyor?” diye sordu.

“Mindere oturmak isteğine engel olundu!” dediler. Abdulmuttalib:

“Bırakınız oğlumu! Minderin üzerine otursun! Herhâlde O kendisinde bir şeref duyuyordur dedi. O’nun ne kendinden önce geçmiş, ne de sonradan gelecek hiçbir Arap’ın erişemeyeceği bir şerefe ereceğini umuyorum!” dedi.  Abdulmuttalib görüyorsunuz torununda küçük yaşta iken bu üstün mü üstün özellikleri görüyordu.

Abdulmuttalib, bu sevgili torununu yanına almadıkça yemek yemez;

“Oğlumu yanıma getiriniz!” der, yanına getirtirdi”.

Yemeği getirildiği zaman da Peygamberimizi yanına alır, bazen de dizine oturtup yemeğin en nefisini hep O’na yedirir. Peygamberimiz gelmedikçe yemeklere el sürmez, O’nun gelmesini bekler, sırtını sıvar, başını ve ağzını öper, sözleri ve hareketleri hoşuna giderdi. Peygamberimizin edep ve terbiyesine de çok dikkat ederdi.

İşte görüyorsunuz sevgili dostlar, Yüce Allah sevdiğini insanlara nasıl sevdiriyor.

Dakika 5:10

Görüyorsunuz îmânsızların bu sevgide nasipleri yok, kâfirlerin bu sevgide nasipleri yok. Cehennemi dolduracak olan ehli küfrün, ehli şirkin ve ehli zulmün ve zâlimlerin bu sevgide nasipleri yok. Çünkü Müslüman Allah’ın sevdiğini sever, Allah’ın buğuz ettiğine Allah’ın sevmediğine buğuz eder. Çünkü küfre sevgi olmaz, şirke olmaz, zulme olmaz, nifâka olmaz, fâsık ve fâcirliğe sevgi olmaz. Küfre rızâ küfürdür. Kâfiri küfründen dolayı destekleyen herkes kâfirdir. Onun için sevgili dostlarım, Yüce Allah’a gece-gündüz dua et.

Ya Rabbi sevdir bana sevdiklerini,

Yerdir bana yerdirdiklerini,

Yâr et bana erdirdiklerini.

Sevdin Habîbin Muhammedi bütün kâinata sevdirdin;

Hilat-i risâleti giydirdin.

O’nu Makâm-ı İbrâhim ’den aldın Makâm-ı Mahmûd’a erdirdin.

Salât-ü selâm, tahıyyât-ü ikrâm, her türlü ihtiram O’na,

Âline, Ashâbına, Etbâına Ya Rabbe’l-âlemin! Ya Rabbe’l-âlemin! Ya Rabbe’l-âlemin!“

Sevgili dostlarımız, Allah’ın rızâsını, sevgisini kazanan kişi her şeyi kazanmıştır. Allah’ın sevgisini kaybeden, gazâbını kazanan her şeyi kaybetmiştir. Allah’ın sevgisini kaybettin mi, gazâbını celp ettin mi her şeyi kaybedersin.

Evet, sevgili dostlarımız!

Şimdide Seyf b. Zî-Yezen ’in Peygamberimiz Hakkında Tefşir ve Tavsiyeleri (Seyf b. Zî-Yezen ‘in Durumu Peygamberimiz Hakkında ki Tavsiyeleri);

Kâbe-i Şerif’i yıkmaya gelen Yemen kralı Ebrehet-ül Eşrem’in helâkinden sonra yerine oğlu Yeksûn geçmişti. Yemen de Habeşlilerin gidişâtı kötüleşmiş ulu kişileri de Yemen’den göç etmişlerdi. O sırada Seyf b. Zî-Yezen Kisrâ Hürmüz b. Nûşirevân’a gidip Habeşlilerden şikâyetlendi. Onlarla savaşmak üzere kendisiyle birlikte bir ordu göndermesini istedi. Kisrâ ’da Vehriz’in kumandasının altında yedi bin beş yüz kişilik bir ordu gönderdi. Bunlar deniz yoluyla Yemen’e geldiler. Onların geldiğini işiten Yemenlilerden birçok kişiler gelip orduya katıldılar, Habeşlilerle savaşa tutuştular ve onları bozguna uğratıp dağıttılar, birçoklarını da öldürdüler, kadınlarını ve çocuklarını da esir ettiler.

Dakika 10:10

Seyf b. Zî-Yezen Kisrâ tarafından “Yemen Hükümdarlığına” tâyin edildi. Zaten Seyf ’in babası da Yemen hükümdarlarındandı. Seyf ‘in ata soyu yukarıya doğru şöyle sıralanır;

Seyf b. Zî-Yezen b. Âfir Eslem b. Zeyd b. Sâ’d b. Avf b. Adiyy b. Mâlik b. Zeyd-ül Cumhur.

Seyf b. Zî-Yezen Yemen’i Habeşlilerden geri alıp tahtına oturduktan sonra her taraftan Arap heyetleri, eşrâfı, şairleri gelerek kendisinin zaferini tebrik ettiler. Abdulmuttalib b. Hâşim’in başkanlığı altında giden tebrik heyetinde on kişi olup Kureyş eşrâfından Ümeyye b. Abdi Şems, Esed b. Abdüluzzâ, Abdullah b. Cüdan, Hüveylid b. Esed b. Abdüluzzâ, Vehb b. Abdimenâf b. Zühre Kusâyy b. Abdüddâr ve daha başkaları heyete katılmış bulmuyorlardı. Seyf b. Zî-Yezen San’a da “Ğumdan sarayı”nda idi. Abdulmuttalib ve arkadaşları San’a şehrine geldiler, develerini ıhtırdılar içeri girmek için izin istediler, izin verilince içeri girdiler. Hükümdar altından bir taht üzerine oturmuştu misk ve amber kokusu sürünmüş biri “rıda” diğeri “izar” le iki yeşil bürdeye de bürünmüştü. Hükümdarın kılıcı önünde duruyordu sağında-solunda krallar, şehzadeler altından kürsüler üzerinde oturuyorlardı.

Abdulmuttalib ve arkadaşları hükümdarı, hükümdar selâmı ile selâmladılar. Onlara da altından kürsüler konuldu Abdülmuttalib’ten aşka bütün arkadaşları kürsülere oturdular.

Abdulmuttalib, temsilci olarak ayakta, hükümdarın önünde durdu. Konuşmak için, hükümdardan izin istedi. Seyf b. Zî-Yezen:

“Eğer krallar önünde konuşabilir kimselerden isen, sana izin verilmiştir. Konuş bakalım!” dedi. Abdulmuttalib;

Seyf b. Zî-Yezen ‘in bulunduğu makâma liyâkatini, asâletini, meziyetlerini babasının çok hayırlı bir hükümdar, kendisinin de onun hayırlı bir halefi olduğunu belirttikten sonra:

“Ey hükümdar! Bizler, Allah’ın dokunulmaz kıldığı Harem’inin halkı ve Beyti’nin yani (Kâbe-i Şerif’in) hâdimleri olup, zaferini tebrik heyetiyiz; ziyaretçi heyet değiliz!” dedi.

Hükümdar Seyf: “Ey konuşan kişi! Sen kimsin?” diye sordu. Abdulmuttalib:

“Ben, Abdulmuttalib b. Hâşim’im” dedi. Hükümdar:

“Demek, sen kız kardeşimizin oğlusun ha!” dedi. Abdulmuttalib:

“Evet!” deyince, Hükümdar:

“Yakınıma gel!” dedi. Yaklaşınca, hem ona, hem arkadaşlarına:

“Demek, sizler, Kureyşü’l-Ebâtıh’sınız?” dedi.

Dakika 15:15

“Evet!” diye cevap verdiler. Hükümdar:

“Hoş geldiniz, safa geldiniz! Sizler, yanında emniyet ve huzur bulacağınız, bol bol ihsânlar veren bir Kral’ın yanına geldiniz! Kral ilk konuşmanızdaki sözlerinizi dinledi ve akraba olduğunuzu anladı, ziyaret vesilenizi kabul etti. Sizler burada oturduğunuz müddetçe, gece ve gündüz sohbet edilmeye, oturulup konuşulmaya, övülmeye, ağırlanmaya, ayrılıp giderken de ihsân olunmaya lâyık, şerefli, şanlı kişilersiniz!” dedikten sonra, konuklar ve elçiler konağına götürülüp kondurulmalarını emretti. Emri yerine getirildi. Bir ay orada oturdular. Bu müddet içinde ne Hükümdarla görüşebildiler, ne de kendilerinin yurtlarına dönüp gitmelerine izin verildi. Hükümdar, bir gün, Kureyş heyetini birden hatırladı. Onların içinden Abdulmuttalib’e haber salıp:

“Arkadaşlarının arasından bir tek sen benim yanıma gel!” dedi.

Abdulmuttalib, hükümdarın huzuruna vardığı zaman, onu yalnız olarak buldu. Yanında hiç kimse yoktu.

Hükümdar Abdulmuttalib’i yanına yaklaştırdı, kendi tahtında onunla birlikte oturdu.

“Merhaba! Hoş geldin, safâ geldin!” dedikten sonra;

“Ey Abdulmuttalib! Ben sana bildiğim bir işin sırrını emânet edeceğim ki, o sırrı, senin yerinde başkası olsaydı, açmazdım! Fakat ben, onun madenini sende gördüm. Bunun için, onu sana açıklayacağım! Yüce Allah bu hususta izin verinceye kadar, bu sır senin yanında mâsun ve mahfuz kalsın! Şüphesiz ki, Allah emrini yerine getirir.” dedi.

Ben, gizli Kitap’ta, kendimize tahsis edip başkasına kapalı tuttuğumuz ilimde; yaşamanın şerefi, ölmenin fazileti bulunan, umûmiyetle bütün insanları ve heyet arkadaşlarını, husûsî ile de seni ilgilendiren çok büyük, çok şanlı haber buldum!” dedi. Abdulmuttalib:

“Ey hükümdar! Bütün göçebe halkı ard arda sana fedâ olsun! Nedir o büyük ve şanlı haber?” diye sordu. Hükümdar:

“Tihâme bölgesinde bir çocuk doğacak. Alâmet olarak, iki küreği arasında bir ben bulunacak! Kıyâmet gününe kadar, kendisinde imamlık, Peygamberlik ve rehberlik sizde de seyyidlik olacak!” dedi. Abdulmuttalib:

“Zât-ı Devletinden, lânet ve nefreti mûcib hâller sâdır olmasın!” diyerek onu hükümdar selâmı ve duasıyla selâmlayıp:

“Eğer hükümdarlık makâmının heybetini, ululuğunu göz önünde tutmak zorunluluğu olmasaydı, sevincimi arttıracak beşâreti biraz daha açıklamak lütfunda da bulunmalarını kendilerinden dilerdim!” dedi.

Dakika 20:15

Bunun üzerine, Hükümdar:

“Bu zaman, O’nun doğacağı zamandır. Hattâ belki de doğmuştur! Onun ismi Muhammed; babası ve annesi ölmüş olacak! Kendisinin bakımını, dedesi ve amcası üzerine alacak! Yüce Allah, O’nu açıkça tebligat yapan Peygamber gönderecek! Bizden, O’na Ensâr (yardımcılar) yapacak! Dostlarını onlarla azîz, düşmanlarını da onlarla zelîl kılacak! O, arzın en kıymetli yerlerini fethedecek! O’nun doğumu ile ateş gede sönecek! Mecûsi’nin ateşi sönecek! Bir olan Rahmân’a ibadet edilecek! Küfür ve taşkınlıklar yasaklanacak! Putlar kırılacak! Şeytan recm olunacak! O’nun sözü hak ile bâtıl arasını ayırıcı, hükmü sırf adâlet, tam ve dosdoğru hüküm olacak! O dâima iyiliği buyuracak ve işleyecek, kötülükten de sakındıracak ve onları ortadan kaldıracaktır!” dedi. Abdulmuttalib:

“Ömrün uzun, saltanatın sürekli, şan ve şerefin yüce olsun! Acaba hükümdar bu hususta beni sevindirecek bazı açıklamalar daha yapmak lütfunda bulunurlar mı?” dedi. Hükümdar Seyf:

“Örtülerle örtülü Beytullâh’a, mûcizelere ve semâvî kitaplara andolsun ki, ey Abdulmuttalib! Hiç hilâf yok, muhakkak ki sen onun atasısın yani O’nun dedesi sensin!” deyince, Abdulmuttalib sevincinden yere kapandı.

Ey dünya, ey Tevrât okuyanlar, İncîl okuyanlar bu gerçekleri duyun! O Peygamberi o Tevrât’ta, o İncîl’de siz tanıyordunuz neden inkâr ettiniz, inkâr ediyorsunuz? Cehennem de yanmak sisiz için daha mı kolay?

Hükümdar: “Başını yerden kaldır! Kalbin ferahladı. Ömrün uzadı. İşin yükseldi! Sana, anlattıklarımdan, idrâk ettiğin, kavuştuğun bir şey var mıdır?” dedi. Abdulmuttalib:

“Evet, ey hükümdar! Benim çok sevgili, üzerine titrediğim bir oğlum vardı. Onu kavminin şereflilerinden birinin kızı olan Âmine Binti Vehb b. Abdimenâf ile evlendirmiştim. Âmine, bir çocuk dünyaya getirdi. O’nun ismini Muhammed koydum. İki küreğinin arasında da bir ben vardır! Anlattığın alâmetlerin hepsi de kendisinde mevcuttur. O’nun babası ve annesi de vefât etmiştir. Kendisinin bakımını, ben ve amcası, üzerimize almış bulunuyoruz” dedi.

İşte görüyorsunuz ey dünya! Gerçekler biliniyordu, haber verilmişti. Hz. Muhammedin geleceğini; Peygamberler, İlâhî kitaplar daha önce haber vermişti, yerler-gökler O’nu bekliyordu.

Dakika 25:00

Bunun üzerine, hükümdar Seyf: “O’nun hakkında sana söylediklerim, senin söylediğin gibidir. Oğlunu iyi koru! O’nun hakkında Yahûdî’lerden sakın! Çünkü Yahûdîler O’na düşmandırlar! Ey dünya bunu iyi anla! Tevrât’ta bu Peygamberi Allah Yahûdî’ye tanıttığı hâlde Yahûdî Allah’ı dinlemiyor, Kitâb’ı Tevrât’ını dinlemiyor, peygamberleri dinlemiyor, peygamberleri öldürüyor, Hz. Muhammed’e de azılı düşman oluyorlar. İşte görüyorsunuz durum meydanda. Bugünde Müslümanlara zulmeden yine o Yahûdî’dir ve Emperyalistlerdir, insanlığın ve İslam’ın ve insanlığın azılı düşmanlarıdırlar.

Evet, bakın ne dedi Hükümdar: Yahûdîler, O’na düşmandırlar.

Fakat Allah onlara bu hususta yol ve fırsat vermeyecektir. Vermedi işte. Yanındaki heyet arkadaşlarından, yalnız sana açmış olduğum şeyleri onlara da dürülü tut! Sakın açayım deme, onlara bu sırrı verme! Sizde bulunacak reisliği, onların ve oğullarının da kıskanıp onun başına gaileler çıkarmayacaklarından kendisine tuzaklar kurmayacaklarından emin değilim. Çünkü kıskançlık önce kendi yakınından gelmektedir. Peygamberimizi en çok kıskananlar kendi yakın akrabalarından olduğu, en iyi Müslümanlarda yakın akrabalarından olduğu gibi, azılı düşmanlarda yine Peygamberimizin yakınlarından oldu. Çünkü haset çekememezlik başrol oynamaktadır.

Eğer O’nun Peygamber olarak gönderileceğinden önce ölmeyeceğimi bilseydim, süvârîlerim ve piyadelerimle, askerlerim, ordularımla birlikte gider, Yesrib’i (Medine’yi) hicret yurdu, devletime başkent yapardım!

İşte görüyorsunuz; Ben, Nâtık Kitap’ta ve Sâbık ilimde buldum ki: Yesrib yani (Medine-i Münevvere) O’nun hicret ve nusret yurdu, işinin muhkemleşeceği, kabrinin ve yardımcılarının bulunacağı yer olacaktır!

Ey dünya! Şu haberlere bakın işte Ensâr denilen zât-ı muhteremler Medine toplumudur, Medine Müslümanlarıdır. Muhâcirler ise Medine’ye göğsünde ki îmânı alıp İslam ve îmân ile her şeyini bırakıp Medine’ye başka yerlere hicret edip sonuçta Medine-i Münevvere’de toplanan Müslümanlara da oraya gelenlere de Muhâcirler denmektedir, hicret ehli denmektedir. Bakın bu Hükümdar ne diyor;

Ne olurdu, O’nu âfet ve belâlardan ben koruya bilseydim, ömrüm O’na ulaşsaydı!” diyor.

İşte îmânın, İslam’ın ne olduğunu onun yüce değerini bilenler böyle… Îmânsızlar, değersizler cehennemin odunları ise bu dünya da O Peygamber’e, O’nun ümmetine, O’nun Kitâb’ı Kur’an’a, Yüce İslam’a azılı düşman olanlar ise cehennemin odunlaradırlar. Hem de canlı odunları.

Dakika 30:05

Çünkü insanın kâfiri, zâlimi, münafığı, müşriki, fâciri, fâsığı, zâlimi cehennemin canlı canlı, diri diri odunlarıdırlar. Cehennemde odun yerine insanlar, kâfir insanlar yakılacaktır. Îmân İslam düşmanları yakılacaktır. Taşlar ve insanlardır cehennemin odunları. Ey Müslüman sende bu İslam’ın kıymetini bil de iyi Müslüman ol! İslam’ın yüz karası olanlardan olma! Müslümanım deyip de gâvur gibi yaşama! Müslümanım deyip de bugün Müslüman olmayanlardan bir farksız hâlde yaşama! Gâvuru taklit etme, küfrü taklit etme! Şirki, nifâkı, cehâleti, zulmü taklit etme! Doğuyu-batıyı taklit etme! Senin değerlerin Yüce İslam’ın değerleridir, senin taklit edeceğin hiçbir şey yoktur. Çünkü bütün dünya senin değerlerine muhtaçtır. Sen dünyaya önder ve örnek olacak şahsiyet sensin, ey Müslüman bu kıymetini bil! İslam’ın yüz karası olma! İslam seninle şan ve şerefini arttıran bir İslam’ın yüce elemanı kahramanı olmak onun mücahidi olmak hepimizin görevidir.

Evet, sevgili dostlarımız!

Kureyş Heyetinin Bol İhsânlarla Mekke’ye Döndürülmesi Meselesi;

Hükümdar; Kureyş heyetinden her bir delegeye onar köle, onar câriye, yüzer deve, beşer (rıtl) altın, onar (rıtl) gümüş, Yemen elbiselerinden ikişer kat elbise, içi amberle doldurulmuş birer kutu; Abdulmuttalib’e ise, bunlardan onar kat verilmesini emretti ve ona:

“Bir yıl geçince, O’nun işinden neler vukua geldiğinin haberini bana getir!” dedi. Abdulmuttalib, heyet arkadaşlarına, sık sık:

“Ey Kureyş cemaati! İçinizden hiç kimse hükümdarın bana olan bol ihsânına gıpta ve kıskançlık da etmesin! Hükümdarın bütün bu ihsânı, bana ve benden sonra soyumdan geleceklere olacak şeref ve izzetin yanında, çok az kalacaktır!” derdi. Bu Hz. Muhammed’in tâ çocukluğunda ki kalplere, ruhlara saran sevgisinin bereketi dışa taşan rahmetiydi. İşte Cenab-ı Hak, Habîb’i Muhammed hürmetine tâ O çocukken Hükümdarın kalbine O’nun sevgisini koymuş, bu bahşişler Hz. Muhammed’in çocukken dünya da varlığını anlayan bir Hükümdar, Peygamber olacağını anlayan bir Hükümdar. Onun için bakın böyle bir Hükümdar işte dünya da hükümdarlar hep böyle olsa dünya ne güzel olur.

Kendisine: “Bu, ne zaman olacak?” dediklerinde de:

“Bir zaman sonra zuhur edecek, açığa çıkacak; dediğim şey bilinecektir!” derdi.

Abdulmuttalib üstü kapalı Peygamberimizin ileride Peygamberliğini ilân edeceğini burada üstü kapalı söyledi. Kime? Yanındaki arkadaşlarına. Çünkü yakın nişan kör olur derler. Yakınındakiler bu gerçeği göremiyorlar. Görenler müstesnâ! Niye? Haset ve kıskançlıkla bakıyorlar da onun için, Abdulmuttalib’i kıskanıyorlar.

Dakika 35:15

Çok değerli bir şahsiyet onun soyundan dünyaya bir rahmet Peygamberi geleceğini bakın üstü kapalı Abdulmuttalib bunları söylüyor. Çünkü açığa vursa zaten haset ve fesatlığından Peygamberimizi öldürmeye kalkacaklar Yahûdî’nin yaptığı gibi.

Sevgili dostlarım,  Hükümdar Seyf b. Zî-Yezen ‘in Habeşli Hizmetçileri Tarafından Mızrakla (mızraklanıp) Öldürülüşü;

Bakın bu Hükümdar şehit edildi. Seyf b. Zî-Yezen yıl geçmeden öldü. Ama sağlam bir itikatla güzel bir beklenti içinde öldü. Kendisi ölmemiş öldürülmüştü. Yemen’den tart ettiği Habeşlilerden edindiği hizmetçiler bir gün hükümdarı kendisine mahsus avlanma yerinde yalnız başına bulunduğu sırada harbeleriyle mızraklayarak öldürüp dağ başlarına kaçmışlar, Hükümdarın adamları da onların hepsini yakalayıp öldürmüşlerdir. Yani o kâtillerin yaptıkları yanına kalmadı.

Evet, sevgili ve muhterem efendiler!

Müdlic Oğullarından Bir Cemaatin Peygamberimiz Hakkındaki Teşhisleri ve Abdulmuttalib’i Uyarmaları;

Bakın nice nice uyarılar var. Peygamberimizin Peygamberliğini bilenler var, Peygamber olacağını çocukken bilenler var. Peygamberimiz sekiz yaşına kadar dedesi Abdülmuttalib’in vefâtına kadar onun yanında kaldı. Peygamberimiz bir gün çocuklarla oyuna dalarak Redm’e kadar varıp dayanmışlardı. Orada, Müdlic oğullarından bir cemaat, Peygamberimiz görünce yanlarına çağırdılar. Kendisinin iki ayağına baktılar ve izini izlediler. O sırada, Abdulmuttalib ile karşılaşıp kucaklaştılar. Abdulmuttalib’e:

“Bu çocuk senin neslinden midir?” diye sordular. Abdulmuttalib:

“Oğlumdur” dedi. Müdlic oğulları:

“O’nu iyi koru! Çünkü biz, Makâm’daki ayak izine bununkinden daha çok benzeyenini görmedik” dediler. Yani Makâm-ı İbrâhim ’deki İbrâhim (Aleyhisselâm)’ın ayak izini biliyorlardı onlar bu işten iyi anlıyorlardı. Peygamberimize de baktılar İbrâhim (Aleyhisselâm)’ın makâmda ki izinin aynısı Peygamber’imizde de gördüler.

Abdulmuttalib, oğlu Ebû Tâlib’e: “Bak! Bunlar ne söylüyorlar? İşit!” dedi. Bunun için, Ebû Tâlib Peygamberimizi titizlikle korur dururdu. Müdlic oğulları; kıyafet, alâmet ve ayak izlerinden anlamaktaki maharetleriyle tanınırlardı. Makâm-ı İbrâhim, üzerinde İbrâhim (Aleyhisselâm)’ın iki ayağının izi bulunan mübârek bir taş olup, Kur’an-ı Kerîm’de de “Makâm-ı İbrâhim” diye anılmaktadır sevgili dostlarımız.

Dakika 39:50

Şimdide bakın Necrân Oğulları, Necrân Uskufunun Peygamberimiz Hakkındaki Teşhisi;

Peygamberimizin dedesi Abdulmuttalib, bir gün, Kâbe-i Şerif’in yanında, Hicr’de oturuyor, kendisinin dostu olan Necrân Uskufu da yanında bulunuyordu. Uskuf, söz arasında:

“İsmâil oğullarından gelecek olan son peygamberin sıfatını kitaplarda bulduk. Kendisinin doğum yeri burasıdır. Sıfatları da şöyledir, şöyledir” diyerek onları birer birer saydığı sırada, Peygamberimiz oraya geliverdi. Uskuf Peygamberimize baktı. Peygamberimizin gözlerine baktı, sırtına baktı, ayaklarına baktı da:

“İşte O, budur! O gelecek son Peygamber budur! Bu çocuk senin neslinden midir?” dedi. Abdulmuttalib:

“Oğlumdur” dedi. Uskuf:

“Biz O’nun babasını kitaplarda sağ bulmadık! O anadan-babadan yetim olmalı, dedesi bakmalı ” dedi. Abdulmuttalib:

“O, benim oğlumun oğludur! Yani (torunumdur). Bu daha doğmadan, annesi buna hamile iken, babası vefât etmişti” deyince, Uskuf:

“Şimdi doğrusunu söyledin!” dedi. Abdulmuttalib, oğullarına:

“Kardeşinizin oğlunu iyi koruyunuz! O’nun hakkında söylenilen şeyi işitmiyor musunuz?” dedi.

Kitap ehli olanlar yani (Yahûdîler ve Hristiyanlar) Peygamberimizi kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanımakta idiler. Bakın bunu da (Bakara Sûresi 146’ncı âyet-i Kerime)’de Yüce Allah açıkça bildiriyor. Tefsir derslerimizde bunlar zaten iyiden iyiye anlatılmaya çalışıldı sevgili dostlarımız, işte gerçekler ortada daha neler daha neler… Bu nûrun doğacağının alâmetleri bilinerek geldi O, nûr-u ilâhî doğdu. Ama bu nurdan, bu îmân ve İslam’dan kaçanlar küfrün karanlığında kaldılar. Ey dünya küfrün karanlığından çık îmânın, İslam’ın aydınlığına gel! Aydınlık burada, yükseliş burada, ileri en ileri ilericilik burada ey gerici yobazlar! Ey îmân, İslam, Kur’an düşmanı kâfirler! Dünyanın aydınlığına, mezarın berzahın aydınlığına, mahşerin aydınlığına gelin bu îmân ve İslam’dır. İncîl-Tevrât bunu haber veriyor, Îsâ-Mûsâ haber veriyor, sen inkâr ediyorsun, sen inkâr ediyorsun. Sen ne Mûsâ’dan yanasın, ne Îsâ’dan, ne gerçek İncîl ‘den, ne gerçek Tevrât ’tan yanasın. Azılı da Kur’an-ı Kerim düşmanısın, azılı Muhammed düşmanısın. Kendi peygamberlerini öldürenler sizlersiniz. Bundan vazgeçin! Ey dünya sizi kandıranlar var, aldatanlar var, Allah’ın gazâbına sizi çağıranlar var, sapanlar var, sapıtanlar var! İşte bunu Kur’an-ı Kerim haber veriyor. Gelin îmâna İslam’a ki işte gerçek îmân, îmân İslam îmânı, gerçek hak din İslam dini. Biz bir hatırlatıyoruz ister inan ister inanma sen bilirsin! Bugün dünya yarın Mevlâ! Mahkeme-i Kübrâ da sende hesap vereceksin, bende hesap vereceğim.

Dakika 45:02

Onun için iyilikler lehimize, kötülükler aleyhimize olduğunu unutma! Evet,  sevgili dostlarımız, iki cihânda gönlü pak yüzü ak Ashâb-ı Yesir olan kullarından eylesin! Ahmet Bin Hanbel ’in (Rahmetullâhi Aleyh) dediği gibi: “Cenab-ı Hak: “Dile dileğini ya Ahmet!” dediği zaman: “Ya Rabbi her şeyi affet hiçbir şey sorma!” diyor o büyük allâme-i cihân mezhep İmâm-ı Ahmet Bin Hanbel böyle diyor. “Her şeyi affet ya Rabbi hiçbir şey sorma!” diyor. Ömür boyu itaat eden Allah’ın emrinden çıkmak istemeyen Allah’ın yolunda nice işkencelere, zulümlere duçâr olan Ahmet Bin Hanbel böyle diyor. Allah’tan öyle korkuyor öyle korkuyor ki hesaba çekilmekten ya Rabbi hesap verecek hâlim mi var; her şeyi affet de bir şey sorma!” diyor. Evet, sevgili dostlarımız, bu böyle. Şâfiî ’si böyle, Mâlikî’si böyle. İmâm-ı Âzâm ise, kırk yıl yatsı abdestiyle sabah namazı kılmış. İki ayağının üzerinde iki rekât namaz da Kur’an-ı Kerim’i hatmeden, ömür boyu Allah’ın yoluna kendi ömrünü vakfeden ve o yolda nice işkenceler gören görülen zindanlara atılan, zehirlenip şehit edilen zât-ı muhterem de öyle Allah sevgisi, öyle Allah korkusu ile yaşamış ki bunlar. İşte geceleri ibadet edip ibadet esnâsında ağlarken gece ağlamasından bütün komşular onun hâline acırlarmış. İşte Allah’ı tanıyanlar böyle, câhiller ise başka türlü. Allah’ı tanıyan âlimler Allah’tan korkmasını iyi biliyorlar. Onlar O’nun sevgisinden mahrum olmaktan öyle korkuyorlar. Onun için âlimler Allah’tan en çok korkanlar olduğunu Kur’an-ı Kerim haber veriyor.

Sevgili dostlarımız, İnşâ’Allah’u Teâlâ Ümmü Eymen’in Peygamberimiz hakkındaki uyarılışı ile bir sonraki dersimiz devam edecektir İnşâ’Allah’u Teâlâ.

Dakika 48:41

 

 

 

 

(Visited 13 times, 1 visits today)