144- Amelde Fıkhı Ekber Ders 144
AMELDE FIKHI EKBER DERS 144
Çok kıymetli ve muhterem izleyenlerimiz. Amelde Fıkhı Ekber’den keşif notlarıyla dersimiz devam ediyor. Cizye akdi ve onunla ilgili konular ve onun hükmü hakkında dersimiz başlamaktadır. Savaşın sona ermesinin ve savaşılan kimselerin can, mal, ülke ve namuslarının koruma altına alınması sonucunu verir. Onları cizye ödemeye davet et. Eğer senin bu davetini kabul ederlerse sen de onların bu kabullerini kabul et ve onlara ilişme. Şanlı Peygamberimiz böyle tembih ederdi savaşa gidenler için. Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyenler ile küçülmüşler olarak kendi elleriyle cizyelerini verinceye dek savaşınız. ‘’Tövbe Suresi 29’’ İslam’ı kabul etmeleri yahut cizyeyi ödemeleri halinde kitap ehli ile savaşmaya son vermeyi istemektedir. Onlar cizyeyi ancak malları bizim mallarımız gibi kanları da bizim kanlarımız gibi olsun diye ödemiştir Peygamber efendimizden gelen Hz. Ali söylüyor. Dolayısıyla Hz. Ali’nin bu rivayetinde her kime bizim zimmetimiz verilmiş ise kanı bizim kanımız gibi, diyeti de bizim diyetimiz gibidir buyuruyor Peygamberimiz. İşte görüyorsunuz, yüce İslam kendi bünyesinde bütün milletleri tarihler boyunca kollamış ve kendi canı gibi de onların canını korumuş. Şunu bilin ki her kim bir antlaşmalıya zulmeder yahut onun anlaşmasından daha eksiğini buna uygular veya gücünden fazlasını buna yükler yahut gönül hoşluğu ile olmaksızın ondan bir şey alırsa, kıyamet gününde öyle bir şey yapanın karşısında ben olurum yani ben hasım olurum yani ben onun hasmıyım diyor. Yani zimmiler hakkında söylüyor bunu Peygamber Efendimiz. Bunu kıymetli Muhaddislerimizin rivayet ettiği bir hadis-i şeriftir. Yine sulh cizyesi miktarı belirlenir. Anveten tespit edilip konulan cizyedir ki buda Müslümanların gayrimüslimlere üstünlük sağlayıp topraklarını ellerine geçirmeleri ve İslam devlet başkanının, yani imamının onları halleri üzere bırakmaları halinde İslam devlet başkanı tarafından konulan cizyedir. Hanefi ve Hambeliler 10.000 dirhem ve daha fazlasına sahip olan kişi demektir. Yıllık 48 dirhem cizye koyar. Devlet başkanı zahiren zengin olan kimse üzerine 10.000 dirhem ve daha fazlasına sahip olan kimsedir ki yıllık 48 dirhem cizye koyar.
Dakika 5:23
Aylara bölünerek taksitle alınır. Her ay 4 dirhem alınır orta halli kimselere 200 dirhem ve yukarısına sahip olanlara yine aylara bölünmüş olarak her ay iki dirhem olmak üzere, 24 dirhem koyar. Çalışan fakir ise yine aylara bölünmüş olarak her ay bir dirhem olmak üzere 12 dirhem cizye öder. Bu ise zimmet ehlinin zenginler orta halliler ve çalışan fakirler olmak üzere üçe ayıran Hz. Ömer’in uygulaması gereği öngörülen bir uygulama olarak kayda alınmıştır. Malikiler cizye altın sahibi olan her bir kişiye yıllık 4 dinar, gümüş sahipleri üzerine de 40 dirhemdir demişlerdir. Şafiilere göre cizyenin en az miktarı 1 dinardır. Bir dinar veya onun değeri meğafir denilen elbiseden almasını emretmiştir. Meğafir Yemen kumaşı türüdür. Hz. Ömer’in uygulamasına uyulmuş olur. Yine zimmet akdinin özellikleri konusunda da zimmet akdinin bağlayıcı bir akit olduğunu da ittifak etmiştir bütün âlimlerimiz. Hanefiler ise ancak şu üç husustan birisi ile bozulabilir demişlerdir. İslam’a girmesi yahut Darül Harbe iltihak etmesi veya zimmilerin belli bir bölgeye üstünlük sağlayarak size karşı savaş açmaları, Cumhur’u ulema ise zimminin antlaşması cizyeyi ödememek ile bozulmuş olur savaşmak için bir araya toplanması bozulmuş olur. Yine yeni bir kilise, havra, manastır, ateş mabeti ve yeni bir kabristan yeniden Darül İslam’da yapmaları caiz değildir. Onlar sadece bu tür ibadet yerlerini tamir etme hakkına sahiptirler. Miktarı, ödenme zamanı ve cizyeyi düşüren sebepler ile ilgili Hanefi ve Hanbeliler zengin ise 48 dirhem ödemesi gerekir. Orta halli ise 24 dirhem, çalışan fakir ise 12 dirhem ödemesi gerekir. Bu belirlenen miktarlar Hz Ömer’den sabit olmuştur. Malikiler cizyenin miktarı 40 dirhem yani 4 dinardır demiştir. Malikilere göre bir dinar on dirhemdir. Şafiler ise sevgili Peygamberimiz (S.A.V) onu yemene gönderince ergenlik yaşına ulaşmış Her erkekten bir dinar veya onun dengi meğafir kumaşından almasını emretmiştir ki bu kumaşlar Yemen’de imal edilen kumaşlar idi.
Dakika 10:19
Şimdi kimi gönderiyordu Yemen’e? Muaz Hazretlerini. Ona söylemişti Peygamberimiz. Hanefi uleması cizyenin sene başından ödenmesi gerekir. Cizye zimminin himaye edilmesi içindir. Diğer mezheplere göre ise cizye sene sonunda ödenmelidir. Buradan bakınca her ikisinin de caiz olduğu işlerin kolaylaştığı görülmektedir. Fakihlerin ittifakı, zimminin İslam’ı kabul etmesi ile cizye düşer. Müslüman’ın üzerinde cizye yükümlülüğü yoktur. İslam’a giren kimse üzerinde cizye yükümlülüğü olmaz. Hanefi, Maliki ve Zeydilere göre cizye ölümle düşer. Şafiler ile Hanbelilere göre ise ölüm ile cizye düşmez terekeden alınır vacip olan bir borçtur demişlerdir. İmamı Azam Ebu Hanife ve Zeydilere göre ile de düşer. Yani cizye senenin geçmesi ve bir sonraki senenin girmesi ile de düşer. Tedahül eder, dolayısı ile bu cezada hadlerde olduğu gibi birbirleri ile iç içe girer. Yani tedahül eder. Diğer ulemaya göre ise cizye de tedahül söz konusu değildir. Cizye bir ivaz bedeldir, mali haklar seviyesinde değerlendirilir. Her konuda kıymetli âlimlerimiz değişik açılardan keşfetmişler, işler kolaylaşıyor, genişliyor ve rahmet yayılıyor. Zimmilerin hak ve görevleri konusunda da İmamı Azam’ın dışında Cumhur’un bakış açıları Mekke’nin Harem bölgesi dışında olmak üzere, İslam topraklarında yerleşmelerini kabul etmek müşrikler ancak bir necistir, pisliktir. Onun için bu yıllarından itibaren, onlar artık mescidi harama yaklaşmasınlar. ‘’Tövbe Suresi 28. Ayeti Kerime’’ Eğer fakirlikten korkarsanız diye buyurmasıdır ki İmamı Azam onların bütün Hicaz bölgesi gibi Mekke’nin Harem bölgesi girebilmelerini de caiz kabul eder. Ancak orayı vatan tutmalarına müsaade edilmez demiştir İmamı Azam. Malikiler gayrimüslimlerin Arap Yarımadası’nda yurt edinmelerini kabul etmezler. Hicaz Ve Yemen bölgesidir. Eman almak suretiyle beyti haram dışında caiz kabul ederler. Hanbeliler ise ticaret maksadıyla caiz kabul ederler. 3 günden sonra 4 günden fazla ikamet etmelerine imkân verilmez.
Dakika 15:02
İmamı Şafii ise Mekke ve Medine’nin haremine girmek imkânını vermeyi yasak kabul eder. Çıkartılması gerekir. Orada ölür ve defnedilecek olursa kabri açılır ve oradan çıkartılır. Canlarının ve mallarının akit ile koruma altına alınması dolayısı ile onlara ilişmemek, mabetlerini, şaraplarına, domuzlarını yine ilişmemek yani dokunmamak. Eğer şaraplarını ve açığa çıkartırlarsa onlar dökülür. Şafilerle, Hanbelilere göre tazminatı yoktur. Domuzun halkın içine çıkarıp açıkça dolaştıranlar ise tedip edilir uyarılır. Zimmilerin görevleri vardır. Senede bir defa her bir erkek için cizye ödemek. İmamı Şafi’ye göre bir dinardır Cumhur’a göre ise 4 dinardır. Üç gün süreyle konuk etmeleri, Müslüman kimseleri bulundukları bölgeden geçmeleri halinde Müslüman kimseleri üç gün süreyle konuk etmeleri, yerleşik bulundukları bölgeleri dışında ticaret mallarının onda birini vermeleri, Müslümanları küçülten hareketler de bulunmamaları, Yolun dar yerinden yolun geniş ve orta tarafında, yollardan geçerken orada zarar vermemeleri, zünnar gibi tanınmalarını sağlayacak bir alametlerinin olması, bunu terk etmeleri halinde de cezalandırılırlar. Yani onlar zünnar takıp kendilerinin hangi dinden olduklarını göstermeleri gerekir. Müslümanları aldatmamaları, herhangi bir casusu aralarında barındırmamaları, Müslümanların mabetlerine gelip konaklamalarına engel olmaları, Saygı göstermeleri, saygıyı. Hiç bir Müslüman’ı vuramaz, sövemez ve onu istihdam edemezler. Yani Müslüman’ı zimmiler gayrimüslimler çalıştıramaz işçi yapamaz. Çanlarını gizlice çalmaları ve dini ibadetlerinden herhangi bir şeyi açıktan yapmamaları, kendi mabetlerin de yapmaları ve hiçbir peygambere sövmemeleri ve inançlarını açıktan açığa dile getirmemeleri, kendi aralarında getirsinler mabetlerin de yapsınlar ama dışarıda Müslümanlara karşı propaganda yapmamaları gibi görevler vardır zimmilerde de. Herkes görevlidir, dünyada görevli olmayan kimse yok. Müslümanlar da onların hak ve hukukunu gözetmeleri, korumaları zaten önceki derslerimizde geçtik. İnsanlar konunun sonunu dinlerken başını unutabiliyor.
Dakika 20:00
Bunlar her iki tarafında huzuru için önemli tedbirlerdir. Şimdi bir de dersimiz fey ve ganimet malları diye bilinen İslam devletinin mücahitlerden herhangi birisine tahsis ettiği özel bir isimle anılır ki söz konusu bu mallar enfal diye bilinirler. Bu nedenle dersimiz şimdi enfal ile devam edecektir. Nefel fazlalık anlamındadır. Terim olarak İslam devlet başkanının savaşa teşvik etmek kastı ile bazı mücahitlere özel olarak tahsis ettiği maldan ibarettir. Nefel adının verilmesi mücahidin ganimetteki payından fazla olarak verilmesi dolayısıyladır. Tenfil ise bazı mücahitlere bu fazlalığı tahsis etmektir. Veliyyü’l Emrin her kim bir şeyi elde ederse onun dörtte bire yahut üçte biri onundur. Her kim birini işte şu şekil söyle yaparsa onun selebi, üzerindeki araç ve gereçleri ona ait olacaktır veya askeri bir birliğe ele ne geçirirseniz sizin olacaktır demesi gibi. Savaşa bir teşvik anlamı ortaya çıkmaktadır. Yüce Allah (C.C.) Peygamberimizin şahsında bütün Müslümanlara Ey Peygamber, Müminleri kâfirlere karşı savaşmaya teşvik et buyuruyor. ‘’Enfal Suresi 65. Ayeti Kerime’’ Müminleri kâfirlere karşı savaşmaya teşvik et buyurmaktadır. İşte bunlar da bir tür teşviktirler. Seleb öldürülenin elbiseleri, beraberindeki silahlar ve onunla beraber bulunan maldır. Her kim birisini öldürecek olursa onun selebi öldürene aittir. Peygamberimiz böyle buyurmuştur. İşte bu da bir teşviktir. Ebu Talha’nın Hayber günü 20 kişiyi öldürüp hepsinin de seleblerini aldığı da rivayet edilmiştir. Her kim birisini öldürürse onun selebi de öldürene aittir. Peygamberimiz böyle buyuruyor. Savaş anında tabii bunlar. Hanefi ile Malikiler seleb Huneyn günü dışında öldürene verilmemiştir. Bazı mücahitlere selebin tahsis edilmesi devlet başkanının içtihadına bağlıdır. Efendimizden bu söz İmam olma sıfatı ile sadır olmuştur. Yani imam İslam devlet başkanının adıdır. Şafiiler ile Hanbeliler fetva verme yoluyla ortaya çıkmış bir tasarruftur. seleb Resulullah ’tan İmam olma sıfatı ile değil de fetva verme yoluyla ortaya çıkmış bir tasarruftur demişlerdir Şafiler ve Hanbeliler.
Dakika 25:01
Her kim ölü bir araziyi İhya ederse orası onundur hadisinin anlaşılmasında da aynen cereyan etmektedir. Yine tem filin hükmü öldüren savaşçıya ait olur. Temfil yapılan şey, bu yol ile sadece katile, öldüren savaşçıya ait olur. Burada katil yerine Mücahit kelimesinin kullanılması gerekir. Çünkü savaşta düşmanı öldürmek katillik değildir o bir cihattır. Fey geri dönmek, terim olarak ise harbilerden savaş olmaksızın alınan şeydir. Cizye ve haraç gibi barış yoluyla alınan maldır. Allah’ın onlara ait olanlardan Resulüne verdiği fey’e gelince siz onun için ne at oynattınız, nede binek fakat Allah Peygamberlerini dilediği kimselere musallat kılar. Allah her şeye kadirdir. ‘’Haşr Suresi Ayeti Kerime 6’’ böyle buyrulmuştur. Nadir oğullarının malları Yüce Allah’ın Resulüne fey olarak verdiği mallar idiler ve bunlar sadece ona ait idi. O bu mallardan aile halkının bir yıllık masrafını çıkartırdı. Geri kalanların ise at ve savaş için araç gereçler gibi binekler ve silah için ayırırdı. Devlet başkanları kavimlerinin manevi gücünden güç alırlar. Peygamber Efendimiz ise Allah’ın ona ihsan etmiş olduğu ve ona has olan heybet ile muzaffer olur. Bir aylık mesafeden düşmanımın kalbine korku salmak suretiyle bana yardım olunur buyuruyor Peygamber Efendimiz. Ganimet ve hükümleri hakkında da zorluk çekmeksizin bir şeyi ele geçirmek demektir. Terim olarak da kahretmek ve galip gelmek yoluyla alınan mallardır. Hüküm ganimetler de hak ve mülkiyetin sabit olması konusunda, bu konuda da kıymetli âlimlerimiz gereken teşhisleri koydular. Hanefiler kabul ettikleri bu esastan hareketle fıkhi hükümleri de söz konusu etmişlerdir. Sevgili Peygamberimizden gelen haber de bana beş şey verilmiş ki benden önceki Peygamberlerin hiçbirisine verilmiş değildir. Bir aylık mesafedeki düşmanımın gönlüne korku düşürülerek bana yardım olundu. Yeryüzü benim için hem mescit hem de teyemmüm ile temizleme aracı kılındı. O bakımdan Ümmetimden herhangi bir kimse namaz vaktine erişirse namazını kılıversin. Ayrıca bana ganimetler helal kılındı, benden önce kimseye helal kılınmadı. Bana şefaat yetkisi verildi, benden önce Peygamberler özel olarak kendi kavmine gönderilirken ben bütün insanlara Peygamber olarak gönderildim.
Dakika 30:07
Bu hadisi şerif bir grup başka Sahabeden daha rivayet edilmiştir ki Mütevatır bir hadisi şeriftir. Buhari, Müslim ve birçok muhaddisimiz ve birçok sahabe rivayet etmiştir. Mütevatır bir haberdir. Bu böyle olduğu halde birileri şefaat yoktur diye diretiyorlar. Ne ayetten anlıyorlar, ne hadisi şeriften anlıyorlar. Ne de Mütevatır haberden anlıyorlar. İşte görüyorsunuz bana şefaat yetkisi verildi diyor. Evet, kıymetliler, dersimiz tekrar konumuza dönerek Hanefiler mübah bir mal, mülkiyet ifade eder. Yani mübah bir mal hakkında söz konusu olursa mülkiyet ifade eder. Hanefilerin dışındakiler mülkiyetin sebebi tam eksiksiz bir istiladır dediler. Bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyi buyuran Ayeti Kerimede Enfal 41. olduğu gibi bu Ayeti Kerimede. Yine diğer bir hükümle ilgili eğer Allah’a ve kulumuza hak ile batılın ayrıldığı gün iki ordunun birbiriyle karşılaştıkları o günde indirdiğimize inanmışsanız bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah’ın Resulünün, akrabalarının, yetimlerin, yoksulların ve yolcunundur. Allah her şeye gücü yetendir. Ganimet 5 paya ayrılır. Beşte biri ayeti kerimede buyrulduğu gibi bu şahıslara, beşte dördü ise ganimet alanlara pay edilir. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V) bir askeri birlik gönderip de 1 ganimet alacak olurlarsa ganimeti beşe böler, bunlardan bir payı da 5’e ayırırdı dedikten sonra eğer Allah’a ve kulunuza ayetini okudu. Bu arada Allah’ın ve Resul’ünün payına bir pay, akrabalara bir pay tespit ederdi. Bu iki payı ayrıca at ve silah olarak ordunun gücüne harcardı. Yetimlerin ve yolcuların paylarında kendilerinden başkalarına vermezdi. Geri kalan beşte dördü İse ata iki, binicisine bir ve piyade olana da 1 pay olmak üzere paylaştırırdı. Kimi âlimler 6 paya birincisinin Kâbe’ye harcanacağını söylerler. Yine ulemanın çoğunluğu Hz. Peygamber (S.A.V) efendimizin kendisinin de aile halkına ihtiyaçlarına yetecek kadar olanını alır ve 1 yıllık ihtiyacını da bu gelirinden biriktirirdi. Daha sonra geriye kalanını da silah satın almak ve buna benzer Müslümanların kamu menfaatine olan yerlere harcardı. Biz Peygamberler topluluğu miras bırakmayız. Neyi terk edersek o sadakadır buyuruyor Şanlı Peygamberimiz. (S.A.V)
Dakika 35:00
Yine Hanefi uleması akrabaların payı sadece Hz. Peygamberin fakir olan akrabalarına harcanır. Fakihlerin Cumhur’u ise akrabaların paylarında zengin de fakir de, kadınlarda ortaktır. Akrabalar ifadesi mutlaktır. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V) amcası Hz. Abbas ’a da bu paydan vermiştir. Hz. Abbas’ta Kureyş’in zenginlerinden idi. Hz. Zübeyir’de Hz. Peygamberin halası olan annesi Safiye’nin de payını alırdı. Şafilerin de bulunduğu bir grup ulema sevgili Peygamberimizin payı kendisinden sonra gelen halifeye aittir derler. Evet, kıymetliler bir başka grup akrabaların payı halifenin akrabalarına verilir demektedir Peygamberden sonra. Cihat için at, silah gibi Müslümanların umumi menfaatlerine harcanacağı üzerinden icma etmişlerdir. Hanefiler şöyle derler. Peygamber efendimizin vefatı ile ona ait olan pay düşmüştür. Risalet vasfı ile alıyordu devlet başkanı olması ile değil. Bu ise Cumhurun kanaatine aykırıdır. Günümüzde ise kamu maslahatlarına harcanır. Peygamberlikten sonra Hanefilerin görüşüne göre bu beşte bir 3 paya ayrılır. Birisi yetimlere, birisi fakir ve yoksullara, diğeri de yolculara. Allah’ın adı ile teberrük içindir. Peygamber (S.A.V) Efendimize ait olan mal ise onun vefatı ile düşmüştür. Efendimizin bir zırhı, bir kılıç gibi ganimet arasında kendisi için seçtiği şeyin adı olan safi de düşmüştür. Akrabalar ise bu payları Peygambere yardımcı olmaları sebebiyle hak ediyorlardı. Fakirlikleri sebebiyle hak kazanırlar. Ne zaman vefatından sonra ise artık ona yardımcı olmaları söz konusu olmadığından, bu paya fakirlikleri sebebiyle hak kazanırlar. Şafii, Ahmet, Zahiriler yani İmamı Şafii, İmamı Ahmet ve zahiri uleması ve muhaddislerin çoğunluğu ganimet 5 paya ayrılır demişlerdir. Birincisi kamu menfaatlerine, Allah’ın ve Resul’ünün payı. İkincisi ise Hazreti Fatma ve başkalarına soyundan gelen Haşimoğluları diye bilinen akrabalara, geri kalan üç pay ise Yüce Allah’ın ayeti kerime de belirttiği kimselere ayrılır. İmamı Malik paylaştırma işi devlet başkanına havale edilmiştir der. Yani devletin yetkili organlarına. O maslahat olarak neyi görürse onu yapar. Beşte dördü ise ganimet alanlara aittir. Cihat düşmanın kalbine korku salmaktır. Kadın mümeyyiz küçük ve zimmilerin ise tam bir payları yoktur.
Dakika 40:16
Fakat devlet başkanı onlara ganimet payından bir miktar pay ayırır. Buna radıh denmektedir. İmamı Azam Ebu Hanife ve Şia’nın İmamiye koluna göre süvariye 2 pay, piyadeye tek bir pay verilir. İmamı Ebu Yusuf ve imamı Muhammed bilim adamlarının Cumhur’u, Şia’nındı zeydiyye kolu. Süvariye 3 pay, piyadeye de tek bir pay verilir diye kanaatlerini ortaya koymuşlardır. Atın ihtiyaçlarının kendisinin karşılamasıdır. Cumhurun görüşünü daha uygun bulanlar olmuştur. Sevgili Peygamberimiz Huneyn gününde süvariye 3 pay vermiştir. Süvari’nin 2 payı piyadenin ise bir payı vardır. Bu da Dare Kutni’nin hadisi ise senet itibariyle zayıf olduğunu söylemişlerdir. Hâlbuki birine göre o zayıf kabul edilen öbürüne daha güçlü senetle gelmiş olduğunu görüyoruz. İmamı Azam’ın ilim halkasında muhaddisler olduğuna göre işte bu ortaya çıkmaktadır. İmamı Azam’a güçlü senetle gelen bir hadis, hadisi şerif bir başkasını zayıf senetle gitmiş olabiliyor, bunu imamı Malik dile getirmiştir. Ganimete hak kazanan savaşçının niteliği konusunda da savaşçının belirlenmesinde Hanefi uleması cihat kastı ile Darül Harbe girdiği vakittir. Biraz önce radıh kelimesi geçmişti terim olarak. Takdir edilen maldır. Beşte birinden fazladan verilen şey demektir. Fakihlerin Cumhur’u çarpışmada hazır olan kimsedir. Ganimet savaşta hazır bulunan kimselere aittir. Ganimetlerin paylaştırılacağı yer konusunda da harpte paylaştırılması caizdir, Darül Harpte, hatta müstehaptır. Ulemanın çoğunluğu böyle söylemişlerdir. Cumhuru fukaha, zahiriler, Şia’dan İmamiye ve Zeydiye böyle söylediklerini görüyoruz. Hanefîler şöyle derler. Ordu Darül İslam’a çıkmadıkça Darül Harpte ganimetlerin paylaştırılması caiz değildir derler. İhraz ile korumalı olarak ele geçirmek suretiyle tamam olabilir. İmam yani devlet başkanı, mücahitlerin ihtiyaçları dolayısı ile Darül Harp’te ganimetleri paylaştırılacak olursa bu paylaştırma sahih olur dedi yine Hanefiler.
Dakika 45:00
Müslümanların mallarını ele geçirme istila konusuna gelince Cumhur’u ulema eğer Müslümanlar ile savaşan düşmanlar Darül İslam’da üstünlükle galip gelmek suretiyle Müslümanların ya da zimmilerin mallarına malik olmuş kabul edilirler. Cumhurun delilleri de şöyle açıklanmıştır. Sevgili Peygamberimizden gelen haberde eğer deveni paylaştırılmadan önce bulursan onu al. Eğer paylaştırılmış bulduğunu görürsen arzu ettiğin takdirde semenini ödemek karşılığında onu almaktan sen daha çok hak sahibisin. Peygamberimizden bu Cumhur’u ulema tarafından delil gösterilmiştir. Hanefilerin ortaya koyduğu kâfirler mülk altında bulunmayan ve mübah bir malı istila etmişlerdir. Hanefilerin dışında kalanların delili istila mülk edilmenin sebebidir demişlerdir. Sonra mal sahibi malını bilecek olursa Hanefi ulemasına göre kıymetini ödemesinden sonra o malı alabilir. Şafiiler, Zahiriler ve Şia’nın İmamiye kolu ödemesi gerekmeksizin hak kazanır dediler ve her birisi baktıkları pencereden çok güzel keşifler yaptılar, içtihatlar ortaya koydular, delilleri güzel incelediler. Kıymetli izleyenler; dersimiz esirler ile devam ediyor. Esirler konusunda canlı olarak ele geçirdikleri düşman askerleri, düşman savaşçıları demektir. Yine bunlara sebi adı verilir. Bunların kadın ve çocuk olanlarına Arap lisanında sebi adı verilir. Onları esir alın ve hapis edin, Ayeti Kerime Tövbe Suresi 5. Ayeti Kerimede. Yine Muhammed Suresinin 4. ayetinde Yüce Rabbimiz onlardan çokça kişiyi öldürüp onları yenilgiye uğrattığınızda artık bağı sıkı tutun buyurmaktadır. Kimi esirleri karşılıksız serbest bıraktığı halde, kimilerini öldürdüğü, bir kısmını ise mal karşılığında yahut diğer Müslüman esirler karşılığında serbest bıraktığı şeklindedir. Yani Peygamberimizin bu tür uygulama yaptığı rivayet olunmuştur. Tabi kıymetli kaynaklarımızda bunlar yerini almışlardır. Kadın ve çocuklar konusunda öldürülmek, köle edilmek, karşılıksız olarak serbest bırakılmak ve fidye karşılığı serbest bırakılmaktan ibarettir bunların hükmü dediler. Tabii bunların hepsi savaşın durumu, esirlerin durumu, hepsi gözden geçirilerek gerekenin yapılması, ona göre tespit edilmesi gerekmektedir. Öldürmek kadınlar ve çocuklar için caiz değildir esir aldıktan sonra bilhassa. Bu konuda ittifak vardır. Bütün ilim, İslam âlimlerinin ittifakı vardır. Esir alınanlar ister kitap ehlinden olsunlar, ister Dehriler gibi kitabı olmayan birilerinden olsunlar, ister putperest, ister hayır ve şer olmak üzere iki ilaha tapanlar, yani senediyye olsunlar fark etmez. Şayet kadın ve çocuklar savaşa katılacak olurlarsa savaş esnasında öldürülmeleri caiz olur. Ama savaştan sonra esir alınırsa öldürmek caiz değildir.
Dakika 51:25
Hanefiler bu konuda bunak ile kadın ve küçüğün öldürülmesini caiz görmemişlerdir. Çünkü birisi bunamış aklı yok, öbürü kadın, biri de çocuk. Hanefi uleması güzel teşhis ve tespitlerinden sonra bu hükme varmışlardır. Savaş esnasında öldürülmeleri ise mübahtır. Malikiler devlet başkanının muhayyer bırakıldığı bırakılacağı görüşündedir. Yani maslahata hangisi uygunsa devlet onu yapar diyor Malikilerde. Hanefi uleması İslam devlet başkanı onları ehilleştirir. Peygamber (S.A.V) Hevazın kadın ve çocuklarını ehlilleştirmişlerdir ve hizmete alınmışlardır, hizmet ehli olarak. Ashabı Kiram ’da Arap mürtetlerin kadınlarını ve çocuklarını hizmete almışlardır. Şafii, Hanbeli ve Şia’nın Zeydiye ve İmamiye kolları esir almakla birlikte bunlar zaten köle olurlar ve ganimet ile birlikte pay edilirler demişlerdir. Malı nasıl paylaştırılıyorsa kadın ve çocuk köleleri de böylece paylaştırırdı diye rivayet bulunmaktadır. Evet, her günün şartları ve kuralları değiştiği için yüce İslâm değişen şartlara göre hükümlerini vermektedir. Dehriyye, dehir’e mensup olanlar demektir. Biz ancak dehir bizi ancak dehir, zaman ile helak eder derlerdi. Kendiliğinden var olduğunu söylerler. Dehrin kalıcılığını kabul ederler. Ayrıca bu âlemin herhangi bir yaratıcısı, yaratıcı olmadan kendiliğinden var olduğunu söylerler haşa sümme haşa. Böylelikle onlar mutlak kudret sahibi kâinatın yöneticisi yaratıcının varlığını inkâr ediyorlardı. Dehriler bunlar
Dakika 55:01
Kıymetliler; Bunlar da bugünkü materyalist tabiatı ilahlaştıranların bir tipi bunlar da. Şimdi karşılıksız serbest bırakma konusu da konumuz esirlerle ilgili. Maliki uleması caizdir kadın ve çocuk köleleri karşılıksız bırakmasını caiz görmüşlerdir. Şafii ve Hanbeliler ile Veliyyü’l Emrin için böyle salahiyeti vardır dediler. Hanefiler ise caiz görmezler. Karşılıksız bırakmazlar Hanefilere göre. Böylelikle esir alınan bu kadın ve çocuklar tekrar Müslümanlara karşı savaşmak imkânını bulamaz. Duruma göre Hanefilerin dedikleri şartların durumuna göre daha uygundur öbürlerinde de olduğu gibi. Yine esirlerin fidye karşılığı bırakılması. Malikiler bunun caiz olduğunu söylerler. İslam Devleti, devlet başkanı ve yetkililer kadın yahut çocuk gibi hayat sahibi varlıklar karşılığında fidye ile bırakabilir demişlerdir. Şafiiler esirler yahut mal karşılığında bunu yapmanın caiz olduğunu onlar da söylemişlerdir. Kureyza oğullarının kadın ve çocuklarını esir almaları ve onları müşriklere satmasıdır. Hanefi ve Hanbeliler kadın ve çocukların ister mal karşılığı ister onların kavimlerinin ellerinde bulunan Müslüman esirler karşılığında olsun fidye ile bırakılmaları caiz kabul etmezler. Hanefi ve Hanbeliler kadın ve çocukların ister mal karşılığı ister onların kavimlerinden kavimlerinin ellerinde bulunan Müslüman esirler karşılığında olsun fidye ile bırakılmalarını caiz kabul etmezler. Yine esirler konusunda İslam fakihleri, Veliyyü’l Emrin yani İslam devlet yöneticisinin uygun gördüğü uygulamayı yapabileceğin de ittifak etmişlerdir. Hanefi uleması Veliyyü’l Emir esirlere üç husustan birisini uygulamakta serbesttir. Ya onları öldürür, ya köleleştirir, ya da Müslümanlar ile zimmilik antlaşması yapan hürler haline getirir. İstisna Arap müşrikleri ile mürtetlerdir. İslam’a girmedikleri takdirde öldürülürler. Bunlar köleleştirilmez ve bunlar ile zimmet Akti de yapılmaz. Kim bunlar? Arap Müşrikler ile mürtetler. Siz yakında çetin, savaşçı bir kavimle savaşmaya çağırılacaksınız veya onlar İslam’a geleceklerdir. Fetih Suresi 16. Ayeti Kerimede. Peygamberimizin buyruğu da bunu gerektirmektedir. Arap Yarımadası’nda iki din bir arada olmaz.
Dakika 1:00:00
Bunu imamı Malik ve diğer birçokları rivayet etmişlerdir. Arap Yarımadası’nda 2 din bırakılmaz diye haber mevcuttur. Ebu Hanife’den İmamı Azam’dan gelen rivayet fidye yoluyla bırakmak caiz değildir. İmameyn’e göre ise caizdir. İmameyn kimdir? Hanefi ulemasının İmamı Azam’dan sonra gelen iki büyük imamıdır, İmamı Azam’ın baş talebeleri imamı Ebu Yusuf ve imamı Muhammed’dir. Sevgili Peygamberimizden Müslim’in Sahihi’nde gelen haber de müşrik bir esir karşılığında iki Müslüman’ı fidye yoluyla esaretten kurtardığı sabit olmuştur. Ayrıca esir alınmış bir kadının Mekke’de esir edilmiş bir grup Müslüman karşılığında da fidye olarak serbest bırakmıştır. Bedir günü esirleri mali fidye karşılığında bırakmıştır. Hanefilerin Cumhuruna göre ise esirleri karşılıksız bırakmak haramdır. Savaşma imkânını vermiş olursun ona. Evet, kıymetli efendiler; Sevgili Peygamberimiz Fezâre oğullarından bir kadını esir almış yine bu kadını Mekke’ye gönderip onun karşılığında Mekke’de esir alınmış bir grup Müslüman’ın fidye yoluyla serbest bırakılmasını sağlamıştır. Yine Sevgili Peygamberimiz Bedir günü cahiliye halkı kişilerin fidyesini 400 dirhem olarak tespit etmiştir. İmamı Muhammed ise bunun caiz olduğunu söylemiştir. Mescitteki direklerden birisine bağlanan Hanife oğullarına mensup Sümame Bin Üsal’i karşılıksız bırakmıştır. Bu da İslam devlet başkanının, İslam devletinin uygun bulduğu şeyi yapmakta serbest ve caiz olduğunu göstermektedir imamı Muhammed’e göre. Şafii, Hanbeli ve Zahirilerin görüşü İmam, yani İslam devlet başkanı dört işten birisini yapma yetkisi vardır. Öldürmek, köleleştirmek, karşılıksız bırakmak, mal veya esirler karşılığında fidye ile bırakmak. Yine içtihadı ile yapar. Kim? İslam devlet başkanı ve yetkili organları. Maliki uleması İmam, İslam Devleti 5 husustan birisini seçer. Öldürmek, köleleştirmek, karşılıksız bırakmak, fidye karşılığında bırakmak ve onları cizye mükellefi yapmak. Aşağı yukarı ulemanın görüşleri birbirinin aynısı veya ona yakındır birbirlerinde. Bu konuda dayandıkları gerçek naslar bulunmakta deliller ki Kuran’ı Kerim’de Tövbe suresinin 5. Ayeti haram aylar çıktığı zaman artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürünüz.
Dakika 1:05:18
Bedir günü bazı esirleri öldürmüş ve Ukbe Bin Muayt ve En Nadır Bin El Haris ’in öldürülmelerini emretmiştir. Sevgili peygamberimize ve ashabına eziyet ve işkence etmeleri nedeniyle Müslümanlara bunlar çok zulmettiler, çok işkence yaptılar. Yine sevgili Peygamberimiz Uhud günü serbest bıraktığı şair Ebu Acze’nin öldürülmesini emretmiştir. Savaşmayı teşvik eden bir şiir söylemişti. Mekke’yi fethettiğinde ise Hilal Bin Hatal Mıkyes Bin Subabe ve Abdullah Bin Ebu Seyh’in öldürülmelerini emretmiş. Onları Kâbe’nin örtülerine yapışmış olarak bulsanız dahi öldürünüz diye buyurmuştur Peygamberimiz. Bunlar o kadar Müslümanlara kötülük ediyorlardı ki her fırsat buldukça Yüce İslam’ın adaletine çarpıldılar. Fesadın kökünü koparmak, tohumlarını kurtarmak ve fitnenin damarlarını kesmek, bütün mesele, hikmet burada toplanmaktadır. İnkâr edenler ile karşılaştığınızda boyunlarını vurunuz. Onlardan çokça kişiyi öldürüp kahrettiğinizde artık sıkıca bağlayın, esir alın. Sonra ya karşılıksız bırakın yahut fidye alın. Muhammed suresi 4. Ayeti Kerime bu da. Düşmanın durumuna göre işi sıkı tutmayı emrediyor Yüce Allah. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’de Kureyşlilerden Naci oğullarını köle etmelerini de delil gösterirler. Ayrıca Ashabı Kiram İran ve Bizans topraklarını fethetmiş ve uygun delil bulduklarını, kadın ve çocuklarını, İslam terbiyesine onun medeniyetine tabi tutmuşlardır ve bu işi onlar hizmetli olarak başlamışlardır. Bundan sonra ya serbest bırakırsınız veya fidye karşılığında bırakırsınız diyen Ayeti Kerimede yine Muhammed suresi 4. Ayet. Bu ayeti kerimenin daha önce hep sözü geçen Tövbe Suresinde ki ayet ile nesh edildiğinin iddiasının delili yoktur. Müşrikleri nerede bulursanız öldürünüz ayetidir. Sözü geçen Tövbe Suresinde Ayeti Kerime ise bu Ayeti Kerime’dir. Sevgili Peygamberimizin Yemenlilerin efendisi Beni Hanife’ye mensup Sümame Bin Üsal’i karşılıksız olarak serbest bırakmıştır. Nitekim Şair Ebu Acze El Cumahi, Ebul As Bin Rabi, El Muttalip Bin Hattap adındaki şahısları da bedir günü karşılıksız bırakmıştır. Yine Mekke fethinde Mekke halkını şu buyrukları ile serbest bırakmıştır. Mekke halkının tamamının istisnai birkaç kişi hariç. Haydi, gidiniz siz artık serbestsiniz. Hayber halkını da karşılıksız bırakmıştır. Bedir esirleri hakkında da şöyle buyurmuştur;
Dakika 1:10:01
Şayet Mutin Bin Adi hayatta olup sonra da bu pis herifler hakkında serbest bırakmak için bana bir şeyler söylemiş olsaydı bütün bunları ona bağışlardım buyuruyor Peygamber Efendimiz. Bundan sonra ya karşılıksız salıvermek veya karşılıklı olarak salıvermek. Abdullah Bin Cahş seriyyenin akabinde görülür. İlk fidye alınan olaydır bu. Sevgili Peygamberimiz Bedir gazasından iki ay önce olan bu seriyye de esir alınan iki esirin fidyesini almıştır. Daha sonra Bedir gazasından sonra da esirlerin fidyeleri 4000 dirhem miktar olarak tespit edilmiştir. Parası olmayan kimselere de, ensar çocuklarına okuma ve yazma öğretmeleri emrini vermişti o şanlı Peygamber. Dünyayı okutan ve ashabını okutup gökyüzünde yıldızlar gibi parlatan Peygamber. Bütün dünyaya ilmin irfanın yollarını açan Peygamber (S.A.V) işte görüyorsunuz. Çok kıymetli ve muhterem izleyenler; Amelde Fıkhı Ekber ile ve onun keşif notları ile dersimiz devam ediyor. Konumuz İslam’da yargı, yani onun terim olarak kelime olarak kazadır. Yani kaza, yargı hâkimin verdiği hüküm anlamındadır. Bu konuda inşallah bilgi alarak bilgi vererek keşif notlarımızı sizlere takdim edeceğiz. Kaza hüküm vermek demektir. Kadı, yani bu da hâkim demektir. Şeri bir terim olarak davaları çözüp neticeye bağlamanın adı da bunun da şeri bir terim olarak anlamış olmaktayız. Şafii uleması davayı Yüce Allah’ın hükmü ile sonuçlandırmaktır diye tarif ettiklerini görüyoruz, güzel bir tariftir. Şeriatın hükmünü açığa çıkarmaktır. Yine Şafilerin tarifidir. Kazaya hüküm denilmesinin sebebi hikmetinin bulunmasındandır. Zulmünden alıkonulur. Neyin zulmünden? Zalimin zulmünden alıkonulmasıdır. Yine hüküm sağlamlaştırmak, ihkam yani muhkem kılmak gibi anlamlar taşımaktadır. Kitap, sünnet ve icma’nın delileridir kazanım meşru olmasının delilleri kitap, sünnet ve icmadır. Şanlı Kur’an’daki delillerine de şöyle bir bakalım; Cenabı Hak Maide Suresinin 49. Ayeti Kerimesinde yine 42. Ayeti Kerimede, Nisa 105’te biz Mevla Ey Davut biz seni yeryüzünde halife kıldık. İnsanlar arasında hak ile hükmet heva’na uyma ki seni Allah’ın yolundan saptırmasın.
Dakika 1:15:02
Ve Onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet, aralarında adaletle hükmet. Muhakkak biz sana kitabı Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmetmen için hak olarak indirdik diyen şanlı Kuran’ı Kerim’den ayetlere bakıyoruz. Şanlı Kur’an bu konuda bize gereken mesajları hakkı ile vermiştir. Şanlı ve şerefli sahih sünnetteki yeri ise hâkim içtihat edip ispat ederse onun için iki ecir vardır. İçtihat edip hata ederse onun için bir ecir vardır buyuruyor şanlı Peygamberimiz (S.A.V) Burada da hâkimin müçtehit derecesinde olması gerekiyor. İslami ilimlerin tümünü bilmeli, istimbat âlimi olabilmelidir. Onun için on ecir vardır diyen haber de var. Hâkim hüküm vermek üzere oturduğunda yüce Allah ona yolunu doğrultan ve onu muvaffakiyete eriştiren iki melek gönderir. Eğer adalet yaparsa yanında kalmaya devam ederler. Eğer zulmederse buradan ayrılıp onu terk ederler. Görüyorsunuz burada insanlığın bilemeyeceği, ancak Cenabı Hakk’ın Peygamberlerine bildirdiği bakın bunlar ne kadar mükemmel bilimlerdir, ilimlerdir, ilimler üstü ilimlerdir bunlar. Yine Şanlı Peygamber (S.A.V) kendisi bizzat hüküm vermiştir Peygamberimiz. Hz. Ali’yi hüküm vermek üzere Yemen’e göndermiştir. Hülefa’i Raşidin ’de insanlar arasında hâkimlik yapmışlardır. Hz. Ömer, Ebu Musa El Eş ‘ari (R.A) Busra’ya Abdullah Bin Mesud’ uda Kafe’ye hâkim, kadı olarak tayin etmiştir. Müslümanlar bu konuda İcma etmişlerdir. Yargı ile hak yerini bulur. Zulüm mazlumun hakkını zalimden adalet ile alacak bir hâkimin varlığı kaçınılmazdır. Onun için zulümden kurtulmanın yolu işte işlem adaleti, İslam yargısıdır. Meşruluğunun konusunda yargı yani kaza İslam âlimlerinin ittifakı ile farzı kifaye olan muhkem bir farizadır. İmam, yani İslam devlet başkanının hâkim tayin etmesi görevidir, farzdır. Bu farziyetin diyetinde delili de Nisa Suresi 135. Ayeti Kerimede yüce Allah (C.C) ey iman edenler, adaleti titizlikle ayakta tutun, tutanlar ve Allah için şahitlik edenler olunuz. İşte açıkça bu ayeti kerimenin yargının mutlaka olmasının gerektiğini açıkça bildirmektedir. Hâkim tayinin farzı kifaye oluşuna bakınca marufu emretmek, münkerden nehy etmektir. İkisi de farz-ı kifayedir. Hüküm vermek yargı din işlerinde bir iş yine Müslümanların maslahatlarından bir maslahattır, ihtiyaçları çok büyüktür.
Dakika 1:20:13
Yine hüküm, yargı, aziz ve celil olan Allah’a yaklaştırıcı ibadet türlerinden birisidir. İbni Mesut Hazretleri bakın ne diyor: iki kişi arasında hüküm vermek üzere hâkim olarak oturmak benim için 70 yıl ibadet etmekten daha sevimli bir iştir diye İbni Mesut’tan gelen haberi böyle anlamaktayız. Şimdi kadıda yani hâkimde bakın neler olması gerekir. Akıllı, erginlik, hür, Müslüman eşinden işiten, gören, konuşan, adaletli, erkek ve müçtehit olmanın şart olup olmadığı konusunda kıymetli görüşler beyan edilmiştir. Görüyorsunuz burada bu vasıfların, şartların yanında hâkimin müçtehit olma konusunda zengin görüşlerle izah edilmiştir. Adaletli olmak Maliki, Şafii ve Hanbelilere göre bir şarttır. Ey iman edenler eğer bir fasık size bir haber getirirse onu iyice araştırın. Hucûrat Suresi 6. Ayeti Kerime de böyle bir olduğunu görüyoruz. Hanefi uleması fasık hâkim olma ehliyetine sahiptir. Tayin edilmemesi gerekir. Fasık’ın hâkim olarak tayin edilmemesi gerekir. Yargı ve şahitlik hallerinde böyle birisini hâkimliğe kabul eden ile böyle birisinin şahitliğini kabul eden günahkârdır. Bakın Hanefiler hem böyle derken hem de durumun sakıncalı yönlerini de keşfetmişlerdir. Ehliyetin yeterli olmadığını da görmekteyiz. Kazif mesela Hanefilere göre hâkim olarak da tayin edilmez. Kimdir kazif, iftira eden kişi demektir. Erkek olmak Hanefilerin dışındakilere göre şarttır. İşlerinin başına bir kadın getiren bir topluluk asla iflah olmaz diyen habere istinaden Hanefilerin dışındakiler erkek olmasını ileri sürmüşlerdir. Hâkimlik mükemmel bir görüş, tam bir akıl, zekâ, hayati işlere dâhil bilgi getirmektedir. Kadının zayıflığı sebebiyle isabeti azdır demiştir Hanefilerin dışındaki ulema. Yine kadının ise fitneden uzak durması için erkekler ile birlikte oturup kalkması men edilmiştir demiştir yine aynı ekolün âlimleri. Şanı Yüce Allah kadının unutkanlığına dikkat çekmek üzerine de şöyle buyurmaktadır: o iki kadından birisi unutursa diğeri hatırlatır buyurmaktadır. Yine hâkimin erkek olmasını ileri sürenler bu Ayeti Kerimeyi de kadının zayıflığını, ağır yüklerin kadına yüklenilmemesinin gerektiğini ileri sürmüşlerdir.
Dakika 1:25:03
Kadın İmameti Uzma’ya, halifeliği ve ülke yönetimine uygun bir aday değildir. Peygamber (S.A.V) Efendimiz onun halifelerinden herhangi birisi olsun onlardan sonrakiler olsun bir kadını hâkim veya bir belde valisi olarak görevlendirmemişlerdir. Hanefiler bu görüşte değiller. Hanefilere bakın ne diyorlar: kadının mali hususlarda yani medeni konularda hâkimlik yapması caizdir diyor Hanefiler. Kadının muamelat hakkındaki şahitliği de caizdir dediler. İşlerinin başına bir kadın getiren bir topluluk asla İflah olmaz hadisi gereği dolayısıyla onu öyle bir görevin başına getiren günahkâr olur. Had ve kısaslar da ise yani cezai mahkemelerde kadın hâkim olarak tayin edilemez. Yani had ve kısaslarda ise yani cezayı mahkemelerde kadın hâkim olarak tayin edilemez. Çünkü onun bu konuda şehadeti yoktur. Kaza ehliyeti şahitlik ehliyeti ile yakından ilgilidir. Had ve kısaslar biliyorsunuz en ağır cezalardır. En ağır cezalar da kadını rahatsız etmek bu ağır yükleri kadına yüklemenin doğru olmadığını bütün âlimler kabul etmişlerdir. İbni Cerit Taberin de şöyle der: Kadının her hususta mutlak olarak hâkim olması caizdir der. Bu da İbni Cerit Taberin söyler bunu. Hâkim de içtihat edebilme özelliğinin bulunması Maliki, Şafii ve Hanbeliler ile Hudri gibi bazı Hanefi âlimlerine göre şarttır. Şer’i hükümleri bilmeyen kimse bu makamların başına getirilemez. Bu erkekler için de aynıdır kadın için de aynıdır. Mukallit yani imamının mezhebini iyice belirlemek ile birlikte ve delillerini ortaya koyamayan kimsede bu makama gelemez. Mukallit fetva veremez. Fetva veremeyen bir kimsenin hâkim olamaması ise öncelikle söz konusudur. Fetva veremeyen hâkim olamaz. Şimdi aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Maide Suresi 49. Bu Ayeti Kerimede başkalarını taklit ederek hüküm ver verilmemektedir. Ne diyor? Allah’ın indirdiği ile hükmet. Yani sen bu İslami ilimleri Allah’ın indirdiklerini iyi bilecek hâkim ve müftü, fetva veren kişi, müçtehit iyi bilecek ki o ehliyeti ulaşacak. Yine Yüce Allah (C.C.) insanların arasında Allah’ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye buyuran Ayeti Kerimede de herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a ve Resulüne havale ediniz diye, Nisa Suresi yine 59. Ayeti Kerimede buyurmaktadır. Hâkimler üç türlüdür. Bir türü cennetedir. İkisi cehennemdedir. Kim buyuruyor bunu? Peygamber Efendimiz. Cennette olan hakkı bilip de onun gereğince hükmeden kişidir.
Dakika 1:30:04
Birisi de hakkı bildiği halde hükümde haksızlık yapandır. Bu kimse cehennemdedir. Bir diğeri ise bilmediği halde insanlar hakkında hüküm verir o da cehennemdedir. İşte kıymetlileri, müçtehidin varlığı ile birlikte mukallidin bu görevin başına getirilmesinin sahih olduğu şeklindedir. Ama hangi mukallit? Gerçeklerin mukallidi, hakikatin mukallidi. İçtihat ehliyeti ise Kuran’ı Kerim ve sünneti seniyye de ahkâma taalluk eden hususları, icmayı, anlaşmazlık konularını, kıyası ve Arap dilini bilmek ile gerçekleşir. Bahis konusu ile alakalı hususları bilmesi yeterlidir. Hanefilerin Cumhur’u ise hâkimin müçtehit olması şartı yoktur. İçtihada ehil olmak öncelik için bir şarttır. Haini yine bu ehliyete sabit olanların haini menduptur müstehaptır. Müçtehit olmayanın hâkimlik makamına getirilmesi de câizdir. Başkasının verdiği fetva ile yani bir müçtehidi taklit ederek hüküm verebilir. Kazadan maksat hakkın hak sahibine ulaştırılmasıdır. Takrir-i ile gerçekleştirilebilir. Hükümleri bilmeyen yani Şer’i hükümleri, tahsili olarak ve istimbatları hükümlerin alındıkları kaynakları bakımından Şer’i hükümlerin delillerini bilmeyen bir kimsenin böyle bir göreve getirilmemesi gerekir getirilmesi ise caiz değildir. Cahil bir kimse yapacağım derken bozar. Batıl ile de hüküm verebilir. Bu İslam’ı hükümleri müçtehit olmayan bir kişi hâkimlik yapmaya yapacaksa müçtehitlerin hükmünü bilmesi gerekir. Bu da ilim istiyor, bu da ayrı bir ilimdir. İmamı Gazali şöyle der: Adalet, içtihat ve buna benzer şartların bir arada bulunması çağımızda müçtehit ve adil kimse bulunmadığından dolayı imkânsızdır. Şer’i şerifi uygulamak kuvveti imkânına sahip olan her yetkili kimsenin görevlendirdiği her bir hâkimin hükmünü cahil ve fasık olsa dahi geçerli kılmalıdır diyor. Bu da Gazali’nin zarurete istinaden bir görüşünü ortaya koymasıdır. Şafiler zaruret dolayısıyla onun verdiği hüküm yürürlüğe girer. Zaten Gazali’de Şafii ekolündedir. İlim, dindarlık, vera, adalet, iffet ve kuvvet bakımından daha faziletli olana öncelik tanınır. Yani eğer birisi hâkimlik yapmaya ehil kişi ise ehil kişi, ehil iki kişi bulunacak olursa, ilim, dindarlık, vera, iffet, kuvvet bakımından daha faziletli olana öncelik tanınır. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V) her kim Müslümanların işlerinden herhangi bir şeyi yönetmeyi üstüne alıp da aralarında bu işe daha ehil ve layık Allah’ın kitabına, Resulünün sünnetini daha iyi bilenin bulunduğunu bildiği halde başlarına başka birisini tayin edecek olursa Allah’a ve Resulüne ve Müslüman cemaate hainlik etmiş olur.
Dakika 1:35:25
Bu hadisi şerif İbni Abbas’tan gelen bir hadisi şeriftir. Yine Huzeyfe Bin El Yeman’dan rivayet etmektedir ve hadis güçlü hadislerden bir hadis olduğu görülmektedir. Taberani mucem’inde ‘’Me’âcimut- Taberânî’’ bunu rivayet etmektedir. Hâkim ile İbni Adl’le Ahmet Bin Hanbel yine rivayet etmektedirler. Adı geçen kıymetli sahabelerden. Bu hadisi şerifi her idareci bir defa kulağına değil kalbine küpe etmesi lazım şanlı Kuranı Kerim’de olduğu gibi. Ne diyor Peygamberimiz? Önemine binaen tekrar ediyorum. Her kim Müslümanların işlerinden herhangi bir şeyi yönetmeyi üstüne alıp da aralarında bu işe daha ehil ve layık Allah’ın kitabını, Resulünün sünnetini daha iyi bilenin bulunduğunu bildiği halde başlarına başka birisini tayin edecek olursa, Allah’a, Resulüne ve Müslüman cemaate hainlik etmiş olur. Bunu İslam dünyası öncelikle unutmasın, işi ehline versin. Kur’an’a karşı şeriata karşı, adalete karşı insanları siz dine imana karşı insanları hâkim yaparsanız adaleti kim uygulayacak? Tavukları siz gidip tilkiye teslim ederseniz, bu tavukları kim koruyacak? Koyunları kurtlara teslim ederseniz bu koyunları kim koruyacak? Yüce İslam her işi ehline veriniz, ehline, bile bile vermeyenler işte Allah’a, Resulüne, Müslüman cemaate hainlik etmiş olur diyor Peygamberimiz. Ey Müslümanlar, işi ehline veriniz. Ben demiyorum ki bana veriniz demiyorum. Falana verin de demiyorum, filan da demiyorum. Allah’u Teâlâ, Peygamberimiz ne diyor, işi ehline ver diyor. Yüce İslam’ın ortaya koyduğu ehliyeti taşıyacak, ehliyet odur. Yüce Allah’u Teâlâ şanlı İslam’da ve İslam şeriatında, ehliyet ne ise o ehliyeti taşıyanlara vereceksin emaneti, o görülecek işleri. Şimdi bu görevi kabul etme konusunda ondan başka ehil bulunmayacak olursa, sana hâkimliği teklif ettiler. Bu görevi istemesi ve verildiği takdirde kabul etmesi gerekir. Eğer ondan başka ehil kimse yoksa. Yapmayacak olursa günahkâr olur. İnsanların ihtiyaçları vardır. Ehil insanlar bu işten geri durursa cahiller ortaya çıkarsa insanlar zarar görürler. Adalet mekanizması bozulur. Çok sayıda kimse varsa bu görevin kabul edilmesi de edilmemesi de o zaman caizdir. Ehil çok insan varsa o zaman isteyen kabul eder, isteyen etmez.
Dakika 1:40:07
Cumhur’u ulema insanlar arasında hâkim olarak tayin edilen bir kimse bıçaksız olarak kesilmiş gibidir. Bunu buyuran kimdir? Peygamber Efendimiz. İbni Ömer gibi bazı sahabeler ve Ebu Hanife gibi ileri gelen fakihler, hâkimliği kabul etmek istememişlerdir. Çünkü tehlikede vardır. Abdurrahman Bin Semra, sen emirlik isteme. Çünkü sen istemek sizin sana emirlik verilecek olursa bu işte sana yardım olunur. Eğer istediğin için o sana verilecek olursa, o işinle sen baş başa bırakılırsın. Kim buyuruyor bunu? Peygamber Efendimiz (S.A.V) Hâkimlik isteyen bir kimse kendi nefsi ile baş başa bırakılır. Bu görevi yapmak için mecbur edilen bir kimsenin üzerine ise onu doğrultan bir melek iner. Cenabı Hak tarafından. Sizler yakın bir gelecekte emirlik elde etmek için hırs göstereceksiniz. Fakat kıyamet gününde de bu pişmanlık sebebi olacaktır. O bakımdan süt emziren ne iyi eder, sütten kesen de ne kötü eder. Âlimin hâkimlik talebinde bulunması menduptur. Geçinme ihtiyacı bulunan bir kimsenin böyle bir talepte bulunması da menduptur. Çünkü kaza bir tür ibadettir. Korkan yine haksızlık yapmayacağından emin olmayan kimselerin bu işi kabul etmesi mekruhtur. Eğer kabul etmezlerse kurtulmuş olurlar. Bir de onun yanlışından başkaları da kurtulmuş olur. Hâkimliği kabul etmek daha faziletlidir. Kimi âlimler böyle söylemişlerdir. Bunların hepsi doğrudur ama iş ehlinde olduğu zaman. Doğru adaletle hüküm edildiği zaman. Allah rızası gözetilecek olursa katıksız halis bir ibadet olur. Adaletli bir imamın yani İslam devlet yöneticisinin bir günü 60 yıllık ibadetten daha faziletlidir. Yeryüzünde hakkı ile uygulanan bir had Allah’ın öngördüğü ceza orası için 40 günlük yağmurdan daha temizdir. Kim buyuruyor? Peygamber Efendimiz buyuruyor bunları da. Adil olanlar Rahman olan Allah’ın sağ tarafında nurdan minberler üzerindedirler. Zaten onun her iki eli de sağdır. O adil olanlar ise hem verdikleri hükümlerinde hem aileleri hakkında hem de velayetleri altında olanlar da adalet yapanlardır. Fasık, cahil hâkim, fasık olan hâkim rüşvet almak, yine bunun gibi durumlarda ise kimse hakkında kabul edilmemelidir. Farzı ise şeriat kaidelerine uygun olarak hükmetmektir.
Dakika 1:45:04
İslam’da hâkim şeriatın hükmüne göre hükmetmezse bu hâkim, hâkim değildir. Çünkü bunu da söyleyen Hanefi ulemasından Kuduri gibi şahsiyetlerdir. Hâkimlik isteğinde bulunan bir kimse kendi başına bırakılır. Onu kabul etmeye mecbur tutulan bir kimsenin üzerine ise onu doğrultacak bir melek nazil olur buyurmuştur sevgili Peygamberimiz. Yetki konusunda da sulh ile hükmü kabul etmeye mecbur etmek yolu ile anlaşmazlığı çözmek, zalimleri engellemek, mazlumlara yardımcı olmak, hak sahibine hakkı ulaştırmak. Hâkimin bunlar yetkisi dâhilindedir. Hadleri uygulamak, yüce Allah’ın haklarını yerine getirmek, davalara bakmak, yetimlerin ve delilerin mallarına nezaret etmek, vasileri ön plana çıkartmak, vakıflara nezaret etmek, vasiyetleri yerine getirmek, verileri bulunmadığı yahut velileri tarafından engellenmeleri halinde kadınların nikâh akitlerini yapmak, evlendirmek, yol ve benzeri kamu maslahatlarına gereken şekilde nezaret etmek, sözlü olarak hem de fiilen marufu emretmek, münkerden alıkoymak. Bunlar hâkimlerin yetkisi dâhilinde olanlardır. Görev bakımından Şer’i hükümleri ne ile verir ve verdiği hükümlerin niteliği konusunda, bu konuda da bakın ne buyruldu: Allah’ın hükmü olduğu sabit olan hükümle hükmetmesi icap eder. Kimin? Hâkimin. Allah’ın hükmü olduğu sabit olan hükümle hükmetmesi icap eder. Bu ya kati bir delil Allah’ın kitabından olduğunda şüphe bulunmayan, açıklayıcı nas veya Mütevatır veya meşru sünnet ya da İcma yahut ta zahir bir delil ile olur. Yani kendisi ile ameli gerektiren zahir bir delil ile olur. İçtihadi meselelerde şeriat ile amel eder. Kitap sünnet, İcma ve kıyas da olayın hükmünü bulamayacak olursa kendisi müçtehit ise içtihadına göre amel etmesi icap eder. Kendisine göre içtihadın sonucu açık olan haktır ve başkasının içtihadı ile amel etmez. Daha fakih olan bir başka müçtehidin görüşü ile hüküm verebilir mi? İmamı Azam Ebu Hanife onun görüşü ile hüküm verebileceği görüşündedir. Ebu Yusuf ile Muhammed ise o görüş ile hüküm veremez demişlerdir. Kendisi müçtehit ise buradaki konu bu. Müçtehit değilse bakın burada daha fakih ve daha takvalı birisinin görüşünü seçer.
Dakika 1:50:01
Görüyorsunuz hâkim ya müçtehit olacak, ya müçtehitlerin içtihadını bilecek. Yine hâkimin hüküm verme konusunda âlimlerin Cumhur’u zahiren geçerlilik kazanır. Yani hâkimin hükmü bâtınen değil, zahiren geçerlilik kazanır. Gizlilikler ise Allah’a aittir. Sizler gelip benim yanımda davalaşıyorsunuz, Peygamberimiz buyuruyor. Olur ki biriniz delilini ötekinden daha açık bir şekilde ortaya koyabilir. Ben de ondan işittiğime uygun olarak lehine hüküm verebilirim. Her kime böyle kuvvetli bir delile dayanarak kardeşinin hakkından herhangi bir şey hükmedip verecek olursam, sakın onu almasın. Çünkü ben aslında ona cehennem ateşinden bir parça kesip veriyorum demektir. Yani bunu iki taraf davacı ile davalı kendinin haksız olduğunu bile bile ortaya delil gösterip de karşının hakkını alıp, hâkimi yanıltırsa bu o davacıyı kurtarmaz veya öbürü bu haksızlığı yaparsa onu da kurtarmaz. Peygamberimiz bunu diyor hâkimi yanıltabilirsiniz. Ama hâkim o hükmü verdiği zaman sen bunu bile bile kardeşinin hakkını üzerine geçirirsen işte burada ne oluyor, cehennem ateşinden bir parça kesip verilmiş olur diyor. İmamı Azam Ebu Hanife aksine helal olan hakkına uygun olandır. İmamı Azam hâkim bir akit fesih veya talak hakkında hüküm verecek olursa onun verdiği bu hüküm hem zahiren hem bâtınen geçerlilik kazanır demiştir. Yine hakkın ispat edilme konusunda şeri ispat yolları beyyine açık delil, ikrar, yemin, yine beyyine hakkı ortaya çıkartı ittifakla. Şahitlerin adaletinin kendisine göre sabit olması şartı vardır. İkrar ise mutlak olarak bir delildir. Hâkimin kendi bilgisi ile hüküm vermesi konusunda da bakın ulema ne dedi: Maliki ve Hanbeliler hâkimlik meclisinde mahkemede bildiğin şeyler gereğince hüküm vermesi onun için caizdir dediler. Peygamber Efendimizden gelen habere istinaden ben bir insan, sizler ise benim önümde davalaşıyorsunuz. Belki kiminiz ötekinden delilini daha açık bir dilden ortaya koyabilir. Ben de işittiğime göre hüküm veririm. Her kime kardeşinin hakkında bir şey hükmedecek olursam onu almasın. Buraya dikkat! Onu almasın, çünkü ben aslında ona ateşten bir parça kesip veriyorum buyuruyor. Ya senin getireceğin iki şahit veya onun yemini olacak. Senin ona karşı bundan başka bir hakkın yoktur buyurdu Peygamberimiz. Hanefiler ise bakın neler söylediler:
Dakika 1:55:03
Kabul edilebilir beyyine hâkimin velayeti görevi zamanında şahitleri dinlemesidir. Hanefilerin müteahhir âlimleri, çağımızın hâkimlerinin bozulması sebebiyle çağımızda hâkimin kendi bildiği ile hüküm vermesi mutlak olarak caiz değildir dedi Hanefi uleması. İlla hâkim Allah’ın emirlerini bütün müçtehitlerin de içtihatlarını bilmesi ona göre hüküm vermesi gerekir dedi Hanefi uleması. Bilhassa Hanefilerin sonraki mütekaddimin değil müteahhirin uleması böyle dediler. Şafiilerde Allah’ın, Yüce Allah’ın (C.C) hadleri müstesna. Bilgisine göre hüküm verebilir. Hâkimin mali konularda, bilgisine göre hüküm vermesi kesinlikle caizdir. Kısas ve kazif haddinde de hüküm böyledir. Hırsızlık, yol kesicilik, sarhoşluk, bunların kapatılması örtülmesi gibi durumlarda şayet itikat edecek olursa, onu recm ediniz diye buyuruyor. Şimdi aslında müçtehitlerin hepsi doğru söylüyor. Kendi bildiği ile hükmetmesi caizdir derken, yani doğru bilgi sahibi olması gerekir. Doğru bilgi ile hükmetmesi gerekir. O zaman hepsi aynı şeyi söylüyor zaten. Evet, kıymetliler, mali haklar da, haklara dair hüküm verileceği üzerinde ittifak etmiş fakihler. Hangi konuda? Hâkimin bir başka hâkimin kendisine sabit olan mali haklara dair yazmış olduğu mektup gereğince hüküm verilebileceği üzerindeki ittifaktır bu İmamı Malik hadlerde, kısaslarda bir diğer hâkimin mektubu ile hüküm vermesi caiz görmüştür. Hâkimin şahitlerden işitmiş olduğu şehadeti yazmasıdır. Bunların hepsi hakka, hakikate, doğruya dayanması gerekiyor. Bütün bilgilerin temeli oraya dayanıyor. Olur diyenlerin ki de olmaz diyenlerin ki de hakka hakikate dayanıyor. Beyyine, açık delil bulunması, şahitlik konusu, yine mühürlü olmalıdır. Ne? Gönderilen mektup şahitlik etmelidirler. Hâkim bunu bizlere okudu şehadet de bulunmaları gerekir. Yolculuk mesafesinin bulunması mektubun konusu, medeni yahut şahsi haklar olmalıdır. Diğer mezhep imamları da bu görüştedirler. Mektubun hak ve kısaslara dair olmaması gerekir. Aranızdan adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun. Yüce Allah Talak Suresin de buyuruyor 2. ayetinde. Yani şahitlerin de adil olması gerekiyor. İmamı Malik, hadlerde ve bütün mali haklar da şehadet üstüne şehadet kabul edilir demiştir. Yine hâkimin lehine hüküm verilene karşı görevleri. Hâkimin kendi lehine annesi, babası hakkında ne kadar geri giderlerse gitsinler zevcesi lehine, çocukları ne kadar aşağı inerlerse insinler ve lehlerine şahitliği caiz değildir.
Dakika 2:00:11
Lehlerine şahitlik caiz olan herkesin lehine hüküm vermesi caiz değildir. Töhmetin varlığı sebebiyle caiz değildir. Hüküm verilen kimse yani lehine hüküm verilen kimse hüküm zamanında hazır olmalıdır. Vekil hazır olduğu takdirde hüküm vermesi caiz olur. Yargı hakka götüren bir yoldur. Yine Hanefi uleması hazır olması icap eder. Hüküm verilenin hazır olması. Peygamber Efendimiz ben onun lehine duyduklarıma göre hüküm veririm. Hz. Ali Yemen’e gönderdiğin de şöyle buyurmuştur. Hasımlardan herhangi birisinin lehine ötekinin sözlerini işitmedikçe hüküm verme buyurmuştur. Yine Hanefi uleması zaruret halinde olabilir bunlar demişlerdir. Ey Ali diyor Peygamberimiz Hazreti Ali’ye, senin huzurunda iki hasım oturduğu vakit birinden nasıl dinlediysen öbüründen de dinlemedikçe aralarında hüküm verme. Çünkü böyle yaptığın takdirde vereceğin hüküm senin için açıklık kazanır. Maliki, Şafii, Hanbeliler gibi kıymetli ekollere göre de uzaklarda hüküm vermek caizdir. Mesela adam uzakta bulunuyor, onun gıyabına. Allah’ın halis hakkı olan hadlerde ise hazır olmayan kişinin aleyhinde hüküm verilemez. Ey Allah’ın Resulü Ebu Süfyan cimri bir adamdır ve bana ve çocuğuma yetecek kadarını vermiyor. Ne yapayım? O Şanlı Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurdu: Kendine ve çocuğuna maruf ölçüler içerisinde yetecek kadarını al. Hindin lehine kocası da hazır değilken hüküm vermiştir. Ebu Süfyan, Mekke’de hazır bulunuyordu. Bu olayı da Mekke’de Hindin Resulullah’a biat etmek üzere geldiğinde olmuştur. İbni Hazm şöyle der: Hz. Osman’ın hazır olmayan hakkında hüküm verdiği sabit olduğu gibi Hz. Ömer’in yine kocası kaybolmuş Mefkud’un hanımı hakkında 4 yıl ve ayrıca 4 ay 10 gün bekleyeceği hükmünü vermiştir. Muhalefet de olmamıştır. Sabahleyin yerinden kalkan kimsenin geceleyin dönemeyeceği kadar uzak olan bir mesafede bulunması lazımdır. Namazı kastetmek, kısaltarak kılmak mesafesi olduğu da söylenmiştir. Şimdi adap konusunda da Adabu’l Kudat denmektedir buna da, Hz. Ömer (r. a.) Hazretlerinin Ebu Musa El Eş ‘ari Hazretlerine yargı ve siyasete dair yazmış olduğu mektuptan aldığımız bilgiler Hanefilere göre umumu adap, diğerleri de ise özel adap olarak kısımlara ayırdıklarını görüyoruz.
2:05:33
Umumu adap, müşavere, bir grup fakihler ile birlikte bulunması menduptur. İş hususunda onlarla müşavere et buyuruyor Yüce Allah (C.C.) Ali İmran 159. Ayeti Kerimede. Ben Ashabı ile Resulullah (S.A.V)’den daha çok müşavere eden bir kimse görmedim. Ebu Hureyre söylüyor bunu da. Eğer Hülefa’i-i Raşidi’nin yaptığı gibi fakihler ittifakla görüş belirtmiş ise mesele yoktur. Fakihler farklı görüşler ortaya koyarsa en güzelini alır, ona göre hüküm verir demişlerdir. Hanefi uleması müşavere kolunda bunları derken ikincisinde oturma yerlerinde de yönelmekte hasımlar arasında eşitlik, hasımlar arasında adaleti sağlaması gerekir. Müslümanlar arasında hüküm vermekle iptila ve imtihan olunan bir kimse oturdukları yerlerde işarette ve bakışta aralarında eşitlik sağlasın. Hasımlardan herhangi birisine ötekinden daha fazla sesini yükseltmesin. Hz. Ömer’in yine mektubunda, teveccühün de, adaletin de ve meclisinde insanlar arasında eşitlik sağla ki, soylu bir kimse haksızlık yapacağına dair ümitlenmesin, zayıf bir kimsede adaletinden yana ümit kesmesin. Bakın El Hasan’da şöyle diyor: Adamın birisi gelip Hz. Ali (r.a) misafiri oldu. Hz. Ali onu ağırladı. O ben dava açmak istiyorum deyince Hz. Ali ona şöyle dedi: buradan çekil git. Çünkü Hz. Peygamber (S.A.V) öbür davacı onunla birlikte olmadıkça taraflardan herhangi birisini misafir etmemizi nehy etti. Resulullah’ın (S.A.V) sünneti her iki hasmın da hâkimin önünde oturtulması şeklindedir. Yine Resulullah’ın (S.A.V) her iki hasımın hâkimin önünde oturması emrini vermiştir. Birine otur birine dikel diyemez. Orada da her konuda da adabı muaşerete, Adabu’l kudat yani hâkimlik adabı bunlara dikkat edilmesi gerekiyor diyor. Hz. Peygamber (S.A.V.) bize da davacılardan birisini öbürü de onunla birlikte olmadıkça misafir etmemizi nehy etmiştir. Yine Peygamber Efendimiz hasımlardan birisinin öbüründen ayrı olarak misafir edilmesini nehy etmiştir yani yasaklamıştır.
Dakika 2:10:00
Her kim Müslümanlar arasında hâkimlik ile imtihan edilirse bakışında, işaretinde ve oturmasında aralarında adalet yapsın. Görüyorsunuz her konuda yüce İslam şanlı Peygamber, adaleti emrediyor. Sonra hâkimin hediye kabulü meselesi hediye veren kişinin eğer o esnada bir davası bulunuyor ise hediyesinin kabul edilmesi haramdır. Bu rüşvet anlamına gelir. Şanlı Peygamber Efendimiz devlet memurlarının hediye almaları ganimet hırsızlığıdır buyurmuştur. Devlet memurlarının, amirlerin hediyesi haramdır diye de rivayet vardır. Yöneticilerin aldıkları hediyeler haramdır şeklinde de haber vardır. Bizler her kimi bir görevin başına tayin edecek olur da ona maaş bağlayacak olursak, artık bundan sonra aldığı şey bir hırsızlıktır. Bir amire ne oluyor ki biz onu gönderiyoruz, o da gelip bize bu sizindir şu da bana hediye verilmiştir diyor. Annesinin evinde otursa idi bakalım, ona hediye edilip edilmeyeceğine bir baksaydı, bunu da Peygamberimizden gelen haber. Hediye kabul etmenin haram olduğunun delilidir bu anlatılanlar. Evet, kıymetli izleyenler; Yine başka bir güçlü haber de şanlı Peygamber (S.A.V) İbni Rubbiye denilen Ezitlilerden bir kişiyi zekat toplayıcısı olarak görevlendirmişti. Görevini yapıp geri döndüğünde bu sizindir şu da bana hediye olarak verildi deyince Allah’ın Resulü (S.A.V) minbere çıktı, yüce Allah’a Hamdü Sena ettikten sonra şöyle buyurdu: Gönderdiğim bir amire ne oluyor ki bu sizindir şu da bana hediye olarak verildi diyebiliyor. Babasının yahut annesinin evinde otursa idi acaba kendisine bu hediye verilir miydi? Muhammed’in nefsinin de olana yüce Allah’a yemin ederim ki her kim bu zekâttan haksız yere bir şey alacak olursa mutlaka kıyamet gününde onu boynunda yüklenmiş olarak gelir. Eğer onun çaldığı bu şey bir deve ise böğürerek gelir. Bir inek ise böğürerek gelir, bir koyun ise meleyerek gelir. Daha sonra ellerini koltuk altlarının beyazlarını görünceye kadar kaldırıp Allah’ım tebliğ ettin mi diye 2 yahut 3 defa söyledi. İşte görüyorsunuz İslam hâkiminin ne kadar adil ve takva ehli olmasının gerekliliğini. Kalplerin iyilik yapanlara karşı sevgi beslemesi insanın fıtri bir özelliğidir. Hâkim bunun farkında da olmayarak o iyiliğin tesiri altında kalarak ne yapar adaletten sapma olabilir. Davete icabet etmek bu konuda da yine cenazede bulunmak ve hasta ziyareti Müslüman’ın Müslüman üzerinde 5 hakkı vardır.
Dakika 2:15:18
Selamını almak, hapşırana teşmit, Elhamdülillah demesi halinde Yerhamükellah demek, davetine icabet etmek, hastaya hastayı ziyaret etmek, cenazelerin arkasından gitmek ve nasihat istediği takdirde ona nasihat vermektir. Şimdi bu sayılanlar genel olan hâkim de görülen adaptır, görülmesi istenen. Özel konulara gelince edebi özel konular. Özel adabı konulara gelince yargı yeri, mescidin yargı için kullanılması mekruhtur. Mescitte kaybettiği bir şeyin ilanını yapanın sesini işitince sevgili Peygamberimiz mescitlerimiz böyle bir şey için yapılmamıştır. Mescitler ne için ise o şey için yapılmıştır. Mescitlerde hüküm verdiklerine dair gelen rivayetlerde böyle sınırlı bazı hallere hamledilerek açıklanır. Yine kadı, hâkim yardımcıları yani hâkimin yardımcıları görevlinin olması menduptur. Mübaşir yani bekçi adı verilir. Yardımcılarının da bulunması gerekir. Tercümanı da olmalıdır. Kâtip edilmesi de gerekir. Kâtibin şahadet ehliyetine sahip iffetli olması gerekir. Fıkhi bilgisi de olmalıdır. Anlaşmazlık konusunun anlaşılması, onlara dikkat kesilir. Sana bir şey söylenecek olursa onu iyice anla ve belle. Çünkü herhangi bir geçerliliği olmayan bir hakkın söylenmesinin faydası yoktur. Hâkimin ruhi durumunun sakin olması, hüküm vereceği zaman da huzursuz, kırgın ve mustarip olmaması gerekir. Kırgınlıktan ve huzursuzluktan sakın. Hâkim kızgın iken hüküm veremez. Azaptan, huzursuzluktan canı sıkkın ve insanlardan rahatsız olmaktan sakın. Dava esnasında onlara hoş görünmeyecek bir durumda da olma. Sen hasmın kasten zulme yöneldiğini görecek olursan başını ağrıt. Çünkü hâkim kızacak olursa aklı değişir, ölçü ve düşüncesini toparlayamaz. Düşünce, uyuklama, açlık susuzluk, tıka basa yemiş olmak, korku, hastalık, ileri derecede üzüntü, sevinç, küçük ve büyük abdestinin tutmaya çalışmak, kızgınlık bunların hepsi kızgınlık hükmündedir. Hâkim kızgın, kederli, musibete uğramış iken hüküm veremez aç karnına iken de hüküm veremez.
Dakika 2:20:07
Hanbeli uleması bu konularda geçerlilik kazanmaz demişlerdir. Şafiiler ise geçerli olur demişlerdir. Hiçbir hâkim kızgın iken iki kişi arasında sakın hüküm vermesin. Bu da Peygamberimizden gelen haberdir. Hâkim ihtiyacını karşılamış ve doymuş vaziyette olmadıkça hüküm vermemelidir. Yine Peygamberimizden gelen haberdir bunlar. Evet, kıymetli ve muhterem izleyenler; Şahitlerin tezkiye edilmesi, kendisi adil olmayan bir kimse nasıl başkasının adil olduğunu söyleyebilecektir. O büyük allame-i cihan İmamı Azam, Ebu Yusuf bir fazilet ve bir kemal şartıdır. Say hakkında söylemişlerdir. İmamı Muhammed’e göre ise cevaz şartıdır. Tezkiye şahadet anlamındadır. İmamı Azam hâkim Cerh edenin sözü ile amel eder. Yine hasımları barıştırmak konusunda sulh daha hayırlıdır buyuruyor Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de. Yine Hz. Ömer davalıları birbirleri ile sulh yapıncaya kadar geri çeviriniz. Çünkü yargı yolu ile verilen hüküm aralarında kinin yeşermesine sebep olur. Yine velayetin sona erme konusu, yine borçlunun medinin hapsedilmesi, ne zaman caiz olma konusunda da varlıklının borcunu savsaklaması bir zulümdür buyurmuştur Peygamberimiz. Zalim kişi hapsedilir. Eğer darlık içinde ise ona geniş bir zamana kadar süre tanıyın buyuruyor şanlı Kur’an Yüce Allah’u Teâlâ Ayeti Kerimesinde, borçlunun durumu şüpheli kalırsa fakihlerin Cumhuruna göre hapis edilebilir demişlerdir. Ödeme imkânı olmayan borçlu İçin hapis olmaz. Hapsedilmesi bir zulümdür demişlerdir. Ödemeyi geciktirecek olursa iki yahut üç ay daha fazla veya daha çok hapsetmesi caizdir. Bu da tespit ve teşhisten sonra İmamı Azam ve İmamı Züfer borcunu ödeyinceye kadar hapsedilmesi devam eder demişlerdir. Ebu Yusuf ile Muhammed diğer Mezhep imamları, ne dediler? Sonucu elde edilemezse, haciz altına alınır. Yani hapis ile borçlarını ödemesi sonucu elde edilemezse malı satılır demişlerdir. Hanımının nafakası dolayısıyla koca hapsedilir fakat oğlunun borcu sebebi ile baba hapsedilemez. Yine Hanefi uleması savsaklama olduğu ortaya çıkarsa borçlu hapsedilir demişlerdir. Şeri hapsin keyfiyeti bir evde, mescitte kapatmak, mülazemet yakın takip, özel hapishaneler yoktu o zaman. Hz. Ömer ev satın aldı ve orayı bir hapishane olarak kullandı.
Dakika 2:25:17
Yine ulemanın çoğunluğu hâkimin hapishane edinme hakkı vardır. Hz. Ömer’in (r.a) Safvan Bin Ümeyye’den 4000 dirheme bir ev satın alarak orayı hapishane olarak kullanmıştır. İşte kıymetli ve muhterem izleyenler dersimiz bu şekilde devam ediyor.
Dakika 2:26:01