15- Ders 15 Fıkhı Ekber hayat veren hayatveren
In this video
FIKH-I EKBER DERS 15
(„Rabbi eûzü bike min hemezâti’ş- şeyâtıyni ve eûzü bike rabbî en yahdurun.“)
(Estağfirullah bi adedi zünübüna hatta tufer Allahu Ekber hatta tufer)
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ (‚) اللَّهُ الصَّمَدُ (‚) لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ (‚) وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا أَحَدٌ
Kıymetli izleyenler, Fıkh-ı Ekber’den keşif notları. Ölümsüz hayat veren, o hayatın içinde ebedi güvende kalmasını temin eden iman ilminden bahsediyoruz. İman, gerçek iman, İslâm imanı ki ebedi güven ortamında yaşamanın adıdır. İman güvendir. Hem güven vermek hem de güven ortamında ebedi kalmaktır iman. İman ile İslâm ise insanın hem iç dünyasını hem dış dünyasını Yüce Allah’ın korumasına teslim eden yüce unsurların hepsi ordadır. Yüce Allah kulunu iman ve İslâm ile koruması altına ebedi almaktadır. Bize düşen gerçek mümin ve gerçek Müslüman olmaktır. İşte bunun ilmini, bunun okulunu okumak, tebliğ etmek, birbirimize faydalı olmak. Ebedi güven ortamında olmak, ebedi mutlu olmak, ölümsüz hayat tarzını yakalamak işte bu İslâm ve iman ile olmaktadır. İmâm-ı Âzam’a ve onun gibi nice âlimlerimiz ki bütün İslâm âlimlerine Allah çok rahmet eylesin, mağfiret eylesin. Ebedi onlardan razı olduğu kullar zümresinde bulunanlardan, Hz. Muhammed’e (aleyhi salatü ve selam) komşu olanlardan eylesin. İhlas Suresini de okuduğumuzu tabii ki duydunuz. Şimdi Allah’ın birliği.
“Allah-u Teâlâ (celle celaluhu) zatında birdir. Fakat bu birliği sayı cihetinden değil, ortağı bulunmamak yönündendir”. Yüce Allah’ın ezeli, ebedi ortağı olmaz. Ortağı olmadığı için o hep birdir. Allah’ın varlığı ve birliğine Kur’an-ı Kerim’den delil İhlas Suresidir. Diğer sürelerde olduğu gibi. Cenab-ı Allah (celle celaluhu) İhlas Suresinde şöyle buyuruyor: Kul hüvallâhü ehad قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ . Kul “de ki” diyor yani bu Kur’an-ı Kerim’i o gün Hz. Muhammed’in şahsına ve kalbine indirerek Kur’an-ı Kerim’i cihana anlat. “Söyle dünyaya Kur’an’ı ve de ki” buyurdu Kul hüvallâhü ehad. “O” diyor Allah ki “Allah birdir”. Bütün âlemler bütün insanlar bilsin ki Allah birdir.
Dakika 5:20
Allâhüssamed (اللَّهُ الصَّمَدُ) “Allah kimseye muhtaç değildir ama herkes ona muhtaçtır”. “Yüce Allah doğmamıştır, doğurmamıştır, baba olmamıştır”. Vacibü’l-vücuddur. Varlığı zatının iktizasıdır. Kendisine hiç kimse emsal olmamıştır. “Dengi yoktur, olmadı olmayacaktır.” Yani Allah zatında, sıfatlarında tektir.
وَأَنَّهُ تَعَالَى جَدُّ رَبِّنَا مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلَا وَلَدًا
(Cin /3) “Doğrusu Rabbinizin şanı çok yücedir ne eş edinmiştir ne de çocuk”. Allah’ın eşi olmaz. Allah’ın oğlu, kızı, evladı da olmaz. Kim Yüce Allah’a birini evlat isnat ederse şirk koşmuştur, Allah’a iftara etmiştir. İşte İhlas Suresini hepiniz biliyorsunuz. Diğer sure-i celile de Cin Suresinin 3. ayet-i kerimesidir. Kıymetli efendiler, Yüce Allah’ı dünya doğru tanısın diye Yüce Allah Kur’an ile dünyaya, bütün insanlara, cinlere kendini tanıtıyor. Hz. Muhammed bu gerçekleri açıkladı, görevini yaptı ve Hakka yürüdü. Âlemin yaratıcısı sadece Allah’tır. O birdir yani yaratıcı birdir. Eşsizdir. Vacibu’l-vücudun manasının ancak çeşitli kemâl sıfatlarıyla vasıflanan tek ve eşsiz bir zat üzerinde tasdik edilmesi de işte bundandır. Cenab-ı Allah da bakın şöyle buyuruyor:
لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا فَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ
“Yerde, gökte Allah’tan başka farz edilen başka ilâhlar bulunsa yer ile gök düzeni çoktan bozulurdu”. (Enbiya 22). Yani düzen kalmazdı, her şey bozulurdu. Efendiler işte buradan baktığımız zaman “burhan-i temânü” diye adlandırılan bir delil ortaya çıkmıştır. Bunun takriri şöyledir. Yani “burhan-i temânü”:
“Allah-u Teâlâ birdir. Eğer iki olsaydı yerde, gökte bütün düzen bozulurdu.” Kıymetliler, başka bir ayet-i kerimede:
مَا اتَّخَذَ اللَّهُ مِن وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ إِلَهٍ إِذًا لَّذَهَبَ كُلُّ إِلَهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ
“(Rabbimiz) Allah hiçbir evlat edinmemiştir. Ona ortak hiçbir ilâh da yoktur. Eğer böyle olsaydı her ilâh kendi yarattığını götürür, bazısı üzerine üstün gelirdi. Allah Teâlâ onların vasıflandırdıkları şirklerden münezzehtir”. (Mü’minun 23/91). Bunun için Allah-u Teâlâ her şeyinde birdir. Yüce Allah yarattığı şeylerden hiçbirine benzemez. Varlığı Allah’ın kendindendir. Varlığı kendinden olan sameddir yani kimseye muhtaç değildir. Her şey onun yaratmasına ve yardımına muhtaçtır.
Dakika 10:10
هَاأَنتُمْ هَؤُلَاء تُدْعَوْنَ لِتُنفِقُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَمِنكُم مَّن يَبْخَلُ وَمَن يَبْخَلْ فَإِنَّمَا يَبْخَلُ عَن نَّفْسِهِ وَاللَّهُ الْغَنِيُّ وَأَنتُمُ الْفُقَرَاء وَإِن تَتَوَلَّوْا يَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُونُوا أَمْثَالَكُمْ
“Allah kimseye muhtaç değildir, sizler ise muhtaçsınız”. (Muhammed 47/38). Allah’tan başka kime bakarsanız hepsi muhtaçtır, herkes Allah’a muhtaçtır. Allah ise kimseye muhtaç olmadı, olmaz. O halde kıymetli izleyenler Allah’ın varlığı zatının aynıdır. Allah’ı sıfatları ise zatının aynı değil, gayrı da değildir. Filozoflar göre bu görüşe muhalefet vardır. Onlara göre, Allah’ın sıfatları zatının aynıdır. Mûtezileye göre de Allah’ın sıfatları zatının aynıdır. Bu görüşü ehl-i sünnet ve İmâm-ı Âzam gibi zatlar reddetmişlerdir. Yüce Allah’ın sıfatları zatının ne aynıdır ne gayrıdır. Şimdi filozoflarla Mûtezile kadim olan varlıkların birkaç tane olmasından sakınarak Allah’ın sıfatlarının kabul etmediler. Hâşâ! Bu da korkunç tehlike işte! Eş’ariler de Allah’ın sıfatları zatının ne aynıdır ne de gayrıdır, diyerek görüşlerini belirttiler. Ve burada Eş’ariler ehl-i sünnet içerisindedirler, ehl-i sünnet ile beraberdirler.
Kıymetli efendiler, Allah’ın yarattığı şeylerden hiçbir varlık Allah’a benzemez.
فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Benzetenler “leyse ke mislihî şey’un”, Şura Suresinin 11. ayetine muhalefetlerinden dolayı küfre giderler. Sakın ola ki Allah’ın yarattığı şeylerden hiçbir varlık Allah’a benzemez. Allah gibi hiçbir şey yoktur. “Leyse ke mislihî şey’un”. Bu Şura Suresinin 11. ayet-i kerimesidir. Yine “Konevi Şerhi”nde şöyle der: Nuaym bin Hammad’ın da bildirdiği gibi: “Kim Allah’ı, yarattığı varlıklardan herhangi birine benzetirse kâfir olur. Kim, Allah’ın kendini vasıflandırdığı sıfatı inkâr ederse o da kâfir olur” demişlerdir. İşte Konevi’nin Şerhinde Nuaym bin Hammad da böyle söylemişlerdi. Yine İshak bin Rahaveyhi de şöyle demiştir: “Kim Allah’ı bir vasıf ile vasıflandırıp onun sıfatlarını Allah’ın yaratıklarından birinin sıfatına benzetirse o kimse kâfir-i bülah’il-âzimdir” demiştir. Yani dikkat etsin herkes. Yüce Allah’ın kullarına benzeyen vasıfları yoktur. Kulların vasıfları da Allah’a benzemez, Allah’ın vasıflarına. Allah’ı bir vasıf ile vasıflandırıp onun sıfatlarını Allah’ın yaratıklarından birinin sıfatına benzetirse o kimse kâfir olur. Kafir-i billâhil azîm. Bunu da söyleyen İshak bin Raheveyh’dir. Allâme Cehm, Cehmiye taifesinin reisidir. Ehl-i sünnette karşı çıkmışlar ve yalan isnat ederek ehl-i sünnete “müşabihe: Allah’ı yaratıklara benzeten” adını vermişlerdir ki yalan söylemişlerdir.
Dakika 15:05
Ehl-i sünnete iftira etmek istemişlerdir. Çünkü kendileri sapık yoldadırlar. Ehl-i sünnetin meşhur olan görüşü, Allah’ın isimlerinde, sıfatlarında ve işlerinde yaratıklardan hiçbirine benzemediğini kastettikleri yolundadır. Ehl-i sünnet görüşü budur. İşte ayet-i kerime açıkça ortadadır.
Zati ve fiili sıfatları. Cenab-ı Allah geçmişte ve gelecekte zati ve fiili sıfatlar ile vasıflanmıştır. Bu sıfatlar kadimdir efendiler. İlim, hayat ve kelâm gibi sıfatlar olup ittifakla bunlar, bu sıfatlar kadimdir. Fiili sıfatları teşkil etmekte olup efendim bu sıfatların kadim olduğunda ise ihtilâf vardır. Mâturîdilerin mezhebi ise bu sıfatların kadim olduğudur. Eş’arilerin mezhebine göre fiili sıfatlar kadim değil hadistir. Hâlbuki Allah’ın varlığın vacip olduğu, varlığı kendinden olduğu sabit olmuştur. Bu konuda Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:
يَا أَيُّهَا النَّاسُ أَنتُمُ الْفُقَرَاء إِلَى اللَّهِ وَاللَّهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ
“Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir”. Allah yarattığı kâinatı yaratmaya muhtaç değildir. Allah yarattığı kâinatı yaratmaya muhtaç değildir. Allah isimleri ve sıfatlarıyla övülmüştür. Allah’ın kemâl sıfatlarının ilgili bulunduğu yaratıkların hadis olmasından sıfatların da yaratılmış olması gerekmez. İmâm-ı Âzam ve buradaki ehl-i sünnettin bu görüşü diğerlerinden ayrılır. Allah rızk veren, gören, işitendir. Bu sıfatlar yaratılmış değildir. Allah gördüğü, rızık verdiği ve işittiği şeylerin yaratılmış olmasından, Allah’ın bu sıfatlarının da yaratılmış olması gerekmez.
Daha önceki derslerimizde de bu konulara değindik. Şimdi keşif notları vermeye devam ediyoruz. Yüce Rabbimizin zati sıfatları. Allah’ın zatı sıfatları Hayat, kudret, ilim, kelâm, semi’, basar, irade efendim gibi sıfatları Yüce Allah’ın zati sıfatlarıdır.
Hayat, Allah Teâlâ’nın ezeli bir hayatı vardır. Hep ezeli ve ebedidir. Onun yokluğu hiç düşünülmeyen tek varlıktır.
Kudret, gücü yetmek demektir. Bu da ezeli bir sıfattır. Ezeli, ebedi olan hayatı ile yaşamaktadır yani Allah’ın hayatı ezeli ve ebedidir ve sermedi (sonsuz) sıfatı olan kudretiyle her istediğini yapmaya gücü yetendir.
Allah-u Teâlâ el-Hayyul-Kayyûmdur. Yani kendi zatıyla kaim olup yaratıkların varlığını da devam ettirmektedir. Yani her şeyin varlığını o devam ettiriyor. Kendi varlığı kendine ait.
Dakika 20:00
Başkalarını da o devam ettiriyor. Allah’ın bu âlemi yaratması ile yaratmamasına ona göre eşittir. Yani bu âlemi kendinin ihtiyacından dolayı değil. Allah hiçbir şeye muhtaç değil. Gökleri, âlemleri o tutuyor. Âlemler ona muhtaç. Bütün âlemleri insan için yarattığını söylüyor. İnsanlar Allah’a muhtaçtır. Dolayısıyla Allah kullarının ihtiyaçları için âlemleri yaratmıştır ve içindekileri yaratmıştır.
İlim sıfatı. Allah’ın zati sıfatlarından biri de ilimdir. Bilgi meydana getiren ezeli bir sıfattır. İlim sıfatı, yaratıklara taalluk ettiği zaman bilgi meydana getiren ezeli bir sıfattır. Yani bütün mahlûkata bilgiyi Allah-u Teâlâ kendi verir. Allah’ın verdiği kadar insanlarda bilgi vardır. Kıymetli efendiler, zerre kadar hiçbir şey onun bilgisinden gizli değildir. Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Gizliden daha gizlisini gayba ait olan her şeyi bilir. Allah’ın bilgisi her şeyi kuşatmıştır. Hem ezeli hem de ebedi. Kadim ilmiyle bilir. Allah’ın şanı sonradan olma bilgilerden münezzehtir. Mahlûkatın bilgisi sonradan olmadır. Allah’ın ilmi ezeli, ebedidir. Sonra mahlûkata ne bilgi verdiyse o verdi. İlmi ispat eden cehaleti nefyetmiş olur.
أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ
“Yaratan bilmez mi? O lâtiftir, her şeyden haberdir”. Bu da Mülk Suresinin 14. ayet-i kerimesi.
وَعِندَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لاَ يَعْلَمُهَا إِلاَّ هُوَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَا تَسْقُطُ مِن وَرَقَةٍ إِلاَّ يَعْلَمُهَا وَلاَ حَبَّةٍ فِي ظُلُمَاتِ الأَرْضِ وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ
وَهُوَ الَّذِي يَتَوَفَّاكُم بِاللَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُم بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ فِيهِ لِيُقْضَى أَجَلٌ مُّسَمًّى ثُمَّ إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
“Gaybın anahtarları Allah katındadır. Onları ancak Allah bilir. Karada ve denizde ne varsa hepsini o bilir. Onun bilgisi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içinde tek bir dane, yaş ve kuru her şey Allah’ın emridir. O Allah’tır ki sizleri geceleyin uyutarak ölü gibi yapıyor, gündüz de yaptığınız işleri biliyor. Nihayet dönüşünüz onadır”. (En’âm 59 ve 60).
: Yüce Allah’ın ilim sıfatı kelam sıfatıdır
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظِيمٌ
“Şüphesiz kıyametin zelzelesi büyük bir şeydir.” (Hacc 1). İşte bakın Cenab-ı Hak ezelden ebede her şeyi biliyor. Eğer Allah ezeli bilgisinden onlarda bir hayır takdir etseydi elbette onlara duyururdu. Bu durumda Allah kullarına efendim ne yapar? Onlara din iman nasip etseydi bile yine onlar muhakkak ki Haktan yüz çevirerek döner giderlerdi, imandan çıkarlardı. Yani iman nasip olmayan insanların durumunu Cenab-ı Hak her şey bildiği gibi biliyor. Onlara iman nasip olsa imandan tekrar vazgeçecekleri söylüyor. Allah onlardan eylemesin. İmanı kâmil, daim, ebedi imanlı olanlardan eylesin. (Enam 27/28).
Dakika 25:00
وَلَوْ تَرَىَ إِذْ وُقِفُواْ عَلَى النَّارِ فَقَالُواْ يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ وَلاَ نُكَذِّبَ بِآيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
“Onların, ateşin üzerinde durduruldukları zaman: “Ne olurdu dünyaya döndürülseydik, Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık da müminlerden olsaydık” dediklerini bir görsen.”
بَلْ بَدَا لَهُم مَّا كَانُواْ يُخْفُونَ مِن قَبْلُ وَلَوْ رُدُّواْ لَعَادُواْ لِمَا نُهُواْ عَنْهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
“Hayır, evvelce gizleyip durdukları işleri karşılarına çıktı da ondan böyle söylüyorlar. Yoksa (dünyaya) geri çevrilseler bile o alıkonmak istedikleri fenalığa yine döneceklerdi. Şüphesiz ki onlar yine yalancıdırlar”. (Enam 27, 28). Şimdi bazıları ahirette “Biz dünyaya dönelim de artık hiç kötülük işlemeyelim. Hep iyilik yapalım” derler. Yüce Rab onların istikbalini de iyi bildiği için “Onlar dünyaya geri gelseler yine aynı yanlışları yaparlar” diyor. Çünkü Yüce Allah yarattığı kullarını biliyor. Karakterini bozmuş kullar var. Kul bunu kendi bozuyor. Yüce Allah herkesin fıtratını İslâm fıtratıyla yaratmıştır. Ve bu fıtratını yükselişe gelişmesi içinde Hz. Muhammed’i, Kur’an-ı Kerim’i göndermiştir. İnsanlar yükselsin, geliştirsin fıtratını, kemâle ulaşsınlar diye. Ne yazık ki insanların birçoğu fıtratını bozuyor; yukarı gideceğine aşağı gidiyor ve kendini çağdaş zannediyor. Tamam çağdaştır ama küfürde çağdaştır, inkâr da çağdaştır, zulümde, cehalette çağdaştır. Çağdaş küfür, çağdaş cehalet. Hakkı ve Hakkın ortaya koyduğu değerleri kabul etmeyenlerin hâli böyledir. İslâm onları da kucaklamış, kurtarmak için gelmiş ama onlar bu rahmet kucağından kaçıyorlar. Ezeli, ebedi kucaklayan rahmet-i rahmandan kaçıyorlar. İslâm, rahmet-i rahmanın tecellisidir. Kıymetli efendiler kelam sıfatı da Allah’ın zatına ait sıfatlarındandır. “Onlar kendi aralarında “Allah bizi söylediklerimiz sebebiyle azaplandırsa ya” derler”. (El-Mücadele, ayet 8)
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ نُهُوا عَنِ النَّجْوَى ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَيَتَنَاجَوْنَ بِالْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ وَإِذَا جَاؤُوكَ حَيَّوْكَ بِمَا لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللَّهُ وَيَقُولُونَ فِي أَنفُسِهِمْ لَوْلَا يُعَذِّبُنَا اللَّهُ بِمَا نَقُولُ حَسْبُهُمْ جَهَنَّمُ يَصْلَوْنَهَا فَبِئْسَ الْمَصِيرُ
Cenab-ı Hak ne zaman ceza vereceğini iyi bilir. Çünkü her şeyi takdire bağlamıştır. “Bi külli şey‚in kadîra”. Cenab-ı Allah, Yüce Allah’ın kelamı harf ve ses cihetinden değildir. Yüce Allah’ın (celle celaluhu) kelamı bir tek sıfattır. Onun için harfsiz ve sessiz. Çünkü harflere, seslere onun ihtiyacı yoktur. Onlar mahluk. “Allah Teâlâ bir işe hüküm verdiği zaman yalnız “ol” der, o da derhal oluverir”. Cenab-ı Allah bir şey yaratmak isteyince o şey var olur. Otoritenin tamamı ondadır. Ölüleri diriltecektir lakin sura üflemek suretiyle diriltecektir. Bak, Cenab-ı Hak sebepler yaratmıştır. Sebeplerin, bütün sebeplerin tamamı da ve onun müsebbibi kendisidir. Müteşabih ayetlerde olduğu gibi bu ayetlerin tevili ile meşgul olmadan onlara iman etmek vaciptir. Eş’arilere göre eşyanın varlığı “kün (yani ol)” hitabı iledir. Başka türlü değildir. Ehl-i sünnette göre ise Allah’ın icadı (yaratma) iledir. Başka bir şey ile değildir. Yaratmanın her türlüsünü, icat etmenin her türlüsünü biliyor. Ders 30:09 17.01 Cenab-ı Allah yarattığı mahlukattan biriyle konuşacağı zaman Allah’ın emriyle levh-i mahvuzda yazılan kadim kelamına delalet eden kelime ve harflerle yazılmış bulunan kelamı ile konuşur.
Dakika 30:24
Hadis olan kelam ile konuşmaz. Zira hadis olan kelâm, onun kelâmına delalet eden harfler ve kelimeler olup Allah’ın zatıyla kaim olan kelamın hakikati değildir. Bunun için Allah kelamı diğer sıfatlarda olduğu gibi yaratıkların kelamına benzemez. “Hiçbir insan yoktur ki Allah onunla doğrudan doğruya konuşmuş olsun; ancak vahy ile yahut perde arkasından yahut bir peygamber gönderip de kendi izniyle dilediğini vahyetmesi suretiyle olur”. Yüce Allah, peygamberlere yaptığı gibi rüyada da kuluna vahyeder yahut Allah velilerinde olduğu gibi ilham eder. “Allah Ömer’in lisanı üzere konuşur” diyerek ona ilham veriyor, Hz. Ömer’e ilhamlar nasip etmiştir. Onun için “Faruk” ismini almıştır. Allah’ın kelamı kendi zatı ile kaimdir. Mûtezile’ye göre ise durum böyle olduğunu anlayamamışlarıdır. Mûtezile daima hakkın dışında kalacak yanlışlara sapmaya devam etmiştir, doğruları olmakla beraber. Nitekim Hanbelilerin içinde de böyle yanlış anlayanlar olmuştur.
Görme ve işitme sıfatları. Semi ve basar sıfatları Allah’ın (celle celaluhu) zati sıfatlarındandır. Allah her şeyi işiten ve görendir. Âlem-i şuhûdda (bu dünyada) eşyaya gıyabî olarak taalluk ettikleri gibi eşya var olunca hadis olan (yani sonradan var olan) bu şeylere de zahiri olarak taalluk ederler. Allah’ın zatında kâmil olduğu gibi onun bütün sıfatları da kâmildir. Yani hiç eksiği, kusuru olmaz. Bütün yüceliklerin hepsi Allah’tadır.
Kıymetli efendiler, irade sıfatı da Allah’ın zati sıfatlarındandır. Allah Teâlâ kadim olan irade sıfatıyla olmuş ve olacak şeyleri diler. Allah’ın dilediği şey mutlaka olur. Dilemediği şey katiyen olmaz. Kötülükten kaçış, itaate muvaffak (başarılı) oluş ancak Allah’ın yardımı iledir. Kurtuluş, sığınış ancak Allah’adır. “Sizler ancak Allah’ın dilediklerini dileyebilirsiniz.” (El- İnsan ayet 30)
وَمَا تَشَاؤُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا
“Dilediğinizi yapınız” buyuruyor. (Fussilet ayet 40)
إِنَّ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي آيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَا أَفَمَن يُلْقَى فِي النَّارِ خَيْرٌ أَم مَّن يَأْتِي آمِنًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Kıymetliler, Allah’ın irade ve meşîet sıfatına şu ayetle de delalet etmektedirler bu ayet-i kerimeler:
“Allah dilediğini yapar.” (Hacc 18. ayet)
إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يَشَاء
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَوْفُواْ بِالْعُقُودِ أُحِلَّتْ لَكُم بَهِيمَةُ الأَنْعَامِ إِلاَّ مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنتُمْ حُرُمٌ إِنَّ اللّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ
“Şüphesiz Yüce Allah dilediğine hükmeder.” (Maide 1. ayet)
Dakika 35:00
Meşîet (icat etmek) ile irade bize göre Allah’ın hakkında düşünüldüğü zaman aynı şeylerdir. Fakat kullar yönünden düşünüldüğü takdirde manaları değişir. Mesela bir kimse karısına “Beraddü talak talakaki-İrade sığasıyla “seni boşamak istedim” dese karısı boş olmaz. Fakat “Şittu talakike talakaki- Meşîet sığası ile seni boşamak istedim dese karısı boş olur. Çünkü “irade” kelimesi “revede” efendim kökünden alınmıştır. Bu kelimenin manası talep etmektir. Meşîet kelimesi ise icat etmekten ibarettir. İşte, aradaki anlam kullar için farklıdır. Ama Yüce Allah için aynı manayı ifade eder, demişlerdir. Bu görüşte ihtilaf vardır. Meşîet tam bir dilemeden ibarettir. Kıymetli efendiler, eğer irade ve meşîet sıfatı sizin zannettiğiniz gibi bir olsaydı bunların da iman etmeleri gerekirdi. Çünkü meşîet icat etmektir. Allah’ın istemesi iki şekilde olur. Biri mükelleften ihtiyari olarak bir işi istemesidir ki buna emir deniliyor.
Yine hikmet sıfatıyla Cenab-ı Hak. Nedir? Hikmet sıfatı o da o ezelî sıfatlarındandır. Eş’ariye göre tekvin sıfatı sonradan var olan bir sıfattır. Fakat ehl-i sünnet için bu böyle, yine İmâm-ı Âzam ekolundakiler için diğer ehl-i sünnetin de kanalında bu böyle değildir.
Allah’ın kitabında irade iki türlüdür. Biri kaderle ilgili kevni (varlıkla ilgili) ve hılkî (yaratılıştan) tabi, iradedir ki o iradenin sembolü meşîettir. Bütün yaratıklara şamildir (kapsayan). Çünkü Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Allah kimi hidayete erdirmek isterse onun kalbini İslâm’a açar, gönlüne de genişlik verir. Her kimi de sapıklığa da sevk etmek isterse onun kalbini öyle daraltır, sıkıştırır ki iman etmek teklifi karşısında göğe çıkacakmış gibi zorlanır”. (Enam ayet 125)
فَمَن يُرِدِ اللّهُ أَن يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلإِسْلاَمِ وَمَن يُرِدْ أَن يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَأَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَاء كَذَلِكَ يَجْعَلُ اللّهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
İradenin ikinci türlüsü din, şeriat ve emirlerle ilgili iradedir. Bu türlü irade ise muhabbet ve rızayı gerektirir. Nitekim bu konuda Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor.
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَن كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُواْ الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُواْ اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Allah sizin için kolaylık murat eder, güçlük murat etmez”. (Bakara 185).
İşte kıymetliler emir ise bu ikinci çeşit iradeyi gerektirir. Birinci tür iradeyi gerektirmez.
İmâm-ı Âzam (rahmetüllahi aleyh) Allah’ın bu zati olan yedi sıfatına zikretmiştir. Bunlardan biri zatında bir olmak, diğeri sıfatında bir olmak, üçüncüsü mümkün olan varlıklara muhtaç olmamak, dördüncüsü azamet ve kibriya sıfatıyla muttasıf (vasıflanmış) olmak sıfatları da bu yedi sıfattandır. “Vel-kibriya-u rida-i vel Âzametu izahi”. Bu da Ahmed bin Hanbel’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Rabbimiz bakın ne diyor. Bu hadis-i kutsidir:
Dakika 40:10
“Kibriya (büyüklük) benim ridamdır, azamet ise izarımdır”. (Rida, umre veya hac yapmak isteyen kimsenin ihrama girmek için mutat elbiselerini çıkararak büründükleri iki parça havlu türü örtüden baş hariç vücudun belden yukarı kısmını örten parçaya denir. Belden aşağısını örten kısma da „izâr“ denir) buyurmuşlardır. (Allâh-u Ekber), sözü namazın anahtarı yapılmıştır. Yani Allah en büyüktür. Onun için büyüklük “Kibriya” diyor “benim ridamdır. Büyüklük, azamet ise izarımdır” buyuruyor.
Hayat, ilim, semi’, baka, irade, kudret, kelâm, tekvin gibi sıfatları Yüce Allah-u Teâlâ’nın zati sıfatlarıdır. Bütün sıfatları kadim olan efendim sıfatlarıdır.
Fî’lî Sıfatlar ise Yüce Allah’ın fi’lî sıfatları ise tahlîk, terzîk, inşâ, ibda’, sun’, ihya, ifna, inbat, inmâ, gibi iş ile ilgili olan sıfatlardır. Tahlîk, yaratmak demektir. Tarzîk, yaratıkları rızklandırmaktır. Yaratmış olduklarını rızıklandırıyor. İnşâ ilk başta yaratmak, ibda’, eşsiz bir şekilde yaratmaktır. Sun’, Allah’ın sanatı demektir. İhya diriltmesi, ifna yok etmesi, inmâ büyütmek, üretmek. İşte bu sıfatların hepsi tekvin sıfatının manası içine girmektedirler.
Evet kıymetliler “Allah sizin için kolaylık murat eder güçlük murat etmez”. (Nisa ayet 164)
وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِن قَبْلُ وَرُسُلاً لَّمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ وَكَلَّمَ اللّهُ مُوسَى تَكْلِيمًا
“Ve Allah Musa ile konuştu.”. “Allah kıyamette onlarla konuşmayacaktır.” (Âli Îmran ayet 77). Bakın sevmedikleriyle konuşmuyor, diledikleriyle konuşuyor. Yine nefyedilmesi sebebiyle zıttı sabit olan sıfatlar zati sıfatlardır. Nefyedilmesi sebebiyle zıttı sabit olan sıfatlar zati sıfatlardır. Nefyedilmesinden zıddı bir mana sabit olmayan sıfatlar ise fiili sıfatlardandır. İrade sıfatını menfi olarak kullanırsan bundan dolayı cebir lâzım gelir; kelâm sıfatını nefyedersen yani “Allah konuşmaz” dersen bundan dolayı dilsiz olmak lâzım gelir ki bunlar muhal ve mümtenidir (imkânsız). Allah için bunlar düşünülmez düşünülemez. Bize göre Allah kendisini vasıfladığı ve zıttı ile vasıflanması caiz olmayan her sıfat zati sıfatlarındandır. İşte ehl-i sünnettin görüşü budur. Buraya dikkat et. Allah kendisini vasıfladığı ve zıttı ile vasıflanması caiz olmayan her sıfat zati sıfatlarındandır. Kudret, ilim, azamet gibi hem kendisi ile hem de zıttı ile Allah’ı vasıflandırmak caiz olan sıfatlar ise fiili sıfatlardandır. Mesela şefkat (refret), rahmet, gazap, sanat sıfatları gibi.
Eş’ariler ile Mûtezilenin bu noktadaki şüpheleri şudur: “Eğer tekvin sıfatı ezeli olsaydı yaratılan varlıklara ezelde taalluk etmesi gerekirdi” derler ki bunu Hanefi ekolu bunu reddetmiştir.
Dakika 45:00
Tekvin yaratma sıfatının hadis yani ezelî olmaması gerekir, demişler onlar. Şimdi Mûtezile de yanlış görüşte bulunmuş. Bunu “Allah her an bir iştedir.” (Rahman 55)
يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Hulâsa biz diyoruz ki bakın bunlara karşı tekvin yaratma sıfatı kadim bir sıfattır. İşte ehl-i sünnetin, Hanefi ekolunun görüşü budur. Tekvin sıfatı kadim (başlangıcı olmayan) bir sıfattır. Allah’ın bu yaratma sıfatı ebediyen bakidir. Zira ibda’ bir şeyi sonradan yoktan var etmektir. Tahlîk böyle değildir. Tahlîk de yaratmaktır fakat bu sıfat ibdâ’dan daha umumidir yahut onun karşılığıdır. İnşâ, eşyanın evveline mahsus bir yaratma sıfatıdır. Fiil, hayır ve şer konusunda irtibat edilen her amelden kinayedir. Sun’ ise muhkem ve güzel yaratmak, güzel nizam vermek manasını taşır. Nitekim Cenab-ı Hak bu manaya Kur’an-ı Kerim’de şöyle işaret ediyor:
وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ صُنْعَ اللَّهِ الَّذِي أَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍ إِنَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ
“Bu her şeyin muhkem yapan Allah’ın işidir.” (Neml ayet 88) İşte kıymetliler sun’ Allah’ın güzel yaratması da güzel sanatın adıdır. Terzik bir şeyin rızkını ihdas etmek, ona azık yaratmaktır. İşte onun için Rabbimiz razzâku’l âlemindir. Bütün rızka ihtiyacı olanların rızkını yaratan yalnız Allah Teâlâ’dır. Onun için rızka muhtaç olan herkesin rızkını Allah yaratmıştır.
اللَّهُ الَّذِي خَلَقَكُمْ ثُمَّ رَزَقَكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ هَلْ مِن شُرَكَائِكُم مَّن يَفْعَلُ مِن ذَلِكُم مِّن شَيْءٍ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
“Allah sizi önce yarattı, sonrada rızk verdi”. Bakın bu ayet-i kerime de Rum Suresi 40. ayet-i kerimesidir.
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
“Ben insan ve cinleri ancak bana ibadet etmeleri, kulluk etmeleri, beni tanımaları için yarattım”. Beni bilsinler için yarattım diye bunun içinde bu tür manaların hepsi bulunmaktadır. (Zarriyat ayet 56). Yine bir haberde şöyle buyrulmuştur: “Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim. Beni bilmeleri içinde halkı (mahlukatı) yarattım” diye Yüce Rabbimize istinat edilen bir hadis-i kutsi vardır.
Tekvin sıfatı Allah’ın ezeli sıfatıdır. Efendiler, tekvin sıfatı Allah için ezelde ve ebette sabit olan bir sıfattır. Yaratılanlar da hepsi hadistir. Fahr’ul İslâm Ali el-Pezdevî, Usül-i Fıkıh adlı kitabından şöyle diyor: “İman ile İslâm’ın açıklaması, Allah Teâlâ’yı olduğu gibi sıfatları ve isimleri ile ikrar ve tasdik etmektir; hükümlerine boyun eğmek, şeriatlarını kabul etmektir. Bu tasdik ve kabul de iki türlüdür. Biri Müslümanlar arasında doğup büyümek ve ana ve babadan hangisi Müslümansa ona bakarak Müslümanlığın sabit olmasıdır. İkincisi ise Müslümanlığını tasdikini kendi ifadesiyle beyan etmek ve Allah’ı olduğu gibi vasıflandırmak suretiyle sabittir. Ancak bu bir kemâl derecesidir”.
Dakika 50:08
İşte kıymetliler, tasdik ve ikrarın icmali olarak sabit olmasıdır. Yani iman tasdik ve ikrarın icmali olarak sabit olmasıdır, diyor Pezdevî. Tasdikte vacip olan müminden Allah’ın sıfatlarının sorulmasıdır. Mesela şöyle denebilir: Allah şu sıfatla vasıflanmış mıdır? Allah’ın subuti, selbi, zati ve fiili sıfatları var mıdır? Eğer evet derse o müminin, Müslümanlığının kemâl derecede olduğu ortaya çıkar. Bu sıfatlar kendinden sorulduğu halde Allah’ın kendine lâyık olan sıfatlarla vasıflamayı bilmeyen kişi mümin değildir. Bu sebepten İmam-ı Muhammed, el-Camiu’l Kebîr adlı kitabında Müslüman ana-babadan olma küçük bir kız çocuğu nikâhlansa, buluğ (erginlik) çağına girince İslâm’ı anlatamasa, kocasından talâk-i bâin ile boş olur, demiştir. Yani buradan anlaşılan şudur ki kadın-erkek kim olursa olsun Allah’ı tanımalıdır. İsimleri, sıfatlarıyla; zati, subuti, fiili sıfatlarıyla Allah’ı tanımalıdır.
51:07 Ders 24.01
Yoksa Mümin değildir, dedi. Bakın, allame-i cihan olan büyük bir âlim. Kim? İmam-ı Muhammed, İmâm-ı Âzam’ın ikinci talebesidir. Dünyaca bir büyük âlimdir. İmâm-ı Âzam’dan sonra üçüncü derecede bir âlimdir. Evet kıymetliler, birinci derece İmâm-ı Âzam, ikinci Ebû Yusuf, üçüncü sırada İmam-ı Muhammed. Sıralamada böyle geldiği söylenmiştir değerli İslâm âlimleri tarafından.
Allah’ın isim ve sıfatları. Allah Teâlâ’nın (celle celaluhu) isimleri ve sıfatları vardır. Onun hiçbir ismi ve hiçbir sıfatı hadis (sonradan yaratılan) değildir. Hadis ne demek? Unutma. Hep açıklayarak geliyoruz da insan unutkandır. Hadis, sonradan yaratılanlara hadis denir. Allah’ın isim ve sıfatları hadis değildir. Allah’ın kendisinde mevcut olan ezeli, ebedi sıfatlardır. Allah’ın bütün sıfatları ve isimleri ezelidir. Başlangıcı yoktur. Ebedidir, sonu yoktur. Allah’ın isimlerinden herhangi bir isim, sıfatlarından herhangi bir sıfat yenilenmemiştir. Hepsi ezelde vardır, hepsi ebette vardır. Çünkü Cenab-ı Allah’ın varlığı kendindendir. Zatından ve sıfatlarında kâmildir, noksansızdır. Kur’an-ı Kerim’de zikredilen haberler çoğunlukla mazi (geçmiş zaman) lafzı ile gelmiştir. Mesela:
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ فَلَبِثَ فِيهِمْ أَلْفَ سَنَةٍ إِلَّا خَمْسِينَ عَامًا فَأَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ
“Biz Nuh’u kavmine gönderdik”. (Ankebût, ayet 14). Bakın, Kur’an-ı Kerim inzal edildiği zamandan nice asırlar önce Nuh devrini anlatıyor Kur’an-ı Kerim.
فَعَصَى فِرْعَوْنُ الرَّسُولَ فَأَخَذْنَاهُ أَخْذًا وَبِيلًا
“Firavun Allah’a isyan etti”. (Muzzemil ayet 16). Bak, Firavun devri, nice devirler önce mesela zuhur etmiş hadiselerdendir.
Dakika 55:05
Kur’an-ı Kerim bize geçmişi anlatıyor. Ezeli, ebedi haber veriyor. Allah’ın haber vermesi ezelde mazi (geçmiş zaman), hal yahut istikbal ile vasıflanmaz. Çünkü Allah hakkında zaman yoktur. Bu insanlar için diyor zaman, mekân. Mutlaktan kasıt, zamanla kayıtlı olmadan, demektir. Allah-u Teâlâ zamandan, mekândan münezzehtir.
Efendim bütün sıfatlar Yüce Allah’ın ezelidir. Allah-u Teâlâ’nın ilim sıfatıyla eşyayı bilmesi gerçektir. İlim sıfatı ezelde Allah’ın sıfatıdır. Allah’ın ilmi ezelidir, ebedidir. Ziyade ve noksanı kabul etmekten münezzehtir. Allah’ta ziyadelik, eksiklik de olmaz. O, tam bir kemâl varlıktır. Bütün yüceliklerin hepsi onda mevcuttur. Kudret sıfatıyla Allah’ın her şeye gücü yeter. Kudret sıfatı Allah’ın ezeli sıfatıdır. Allah zati ve kutsi olan kelâmıyla konuşur. Kelâm sıfatı ezelde Allah’ın sıfatıdır. Allah, tahlik yaratma sıfatıyla vasıflanmıştır. Yaratma sıfatı ezelde Allah’ın sıfatıdır. Allah yaptıklarını fiili sıfatı ile yapar. Fiil ezelde Allah’ın sıfatıdır. İş yapan Allah-u Teâlâ’dır. İşinde, sanatında ve hükmünde ona kimse ortak olamaz. Fiil sıfatı ezelde Allah’ın sıfatıdır. Yapılan işler ise yaratıktır. Allah’ın işi ise yaratık değildir. Yaratmış oldukları mahluktur. İşte buraları doğru anlamayanlar ne yapmışlardır? Başka kanaatlere sapmışlardır. İmâm-ı Âzam bu konuda da dünyada ışık tutmaktadır. Allah zatında, sıfatlarında ve işlerinde birdir, eşsizdir. Ne gariptir ki İbn-i Humam bu kelamdan gafil olarak şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe’nin sözünde tekvin sıfatının kadim ve önce geçen sıfatlar üzerine zaid (artan) olduğu hususunda bir açıklama yoktur” demiş. Müteahhir (sonra gelen) âlimlerin efendim kabul ettikleri şu sözü vardır: “Allah Teâlâ yaratmadan evvelden de yaratıcı idi. Rızk vermeden evvelden de rızk verici idi”. Burada da İmâm-ı Âzam’ı doğru anlayamayanların da olması mümkündür.
Allah’ın sıfatları yaratılmış değildir. Allah Teâlâ’nın (celle celaluhu) sıfatları ezelde yaratılmış değildir. Allah’ın sıfatlarının yaratılmış olduğunu söyleyen yahut bu konuda duraklama gösteren yahut şüpheye düşen kimse kâfir-i billâh’tır, kafir olur, demişlerdir. Çünkü Allah-u Teâlâ’da yaratılmışlara benzeyen bir şey yoktur. Yaratılmışlar ona benzemez. O, yaratılmışlara benzemez. Bu sıfatlar da hayat, ilim, kudret, kelâm, semi’, basar, irade, tahlîk, tarzîk sıfatlarıdır.
Kur’an-ı Kerim Allah kelâmıdır, yaratılmış değildir. Kur’an-ı Kerim mahluk değildir. Kur’an-ı Kerim Mushaflarda yazılıdır.
Dakika 1:00:00
Kalplerde mahfuzdur (saklı). Lisanlarda okunan kelâmdır. Burada Kur’an-ı Kerim’den maksat Allah Teâlâ’nın kelâm-ı nefsîsidir (Cenab-ı Hakkın kelâmıdır. Yani kudretine ait Kur’an-ı Kerim’in Cenab-ı Hakkın kudretine zatına ait olduğunu anlatan yüce kelimedir o. Mana: Nefsi Cenab-ı Hakkın zatına ait demek.) Mushaflarda yazılan, kalplerde mahfuz bulunan ve lisanlarda okunan kelâm bu nefsi kelâma delalet eder. Kelâm-ı lafziyi Allah’tan nefyetmek sahih olmaz (Yani Kur’an-ı Kerim’in lafzının manasını Allah-u Teâlâ’dan saymamak, Allah’ın zatına ait olduğunu söylememek bir defa bâtıldır, diyor. Allah’a aittir; lafzen, manen, nefsen Allah’ın kelâmıdır. Kur’an-ı Kerim’in kendi kelimeleri kelâm anlamında kelâm-ı kadim anlamında) İcazı (İcaz demek Kur’an-ı Kerim’in mucize olması karşısında herkesi aciz bırakması) taşıyan da kelâm-ı lafzidir. Abdestsiz ve cünüp kimselerle hayız haldeki kadınların kelam-ı lafzi olan Kur’an-ı Kerim’e dokunmaları yasaktır. Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) üzerine indirilmiştir.
مَا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍ مَّن رَّبِّهِم مُّحْدَثٍ إِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَ
Kıymetli efendiler “Rablerinden kendilerine gelen ihtarı hep eğlenerek dinliyorlar”. (Enbiya ayet 2). Bak, Rablerinden gelen, diyor. Buraya da dikkat. Kur’an-ı Kerim Allah’tan geldi. Muhdes مُّحْدَثٍ (eskiden olmayan, yeni) kelimesinden maksat Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin indirilmesidir. Allah’ın nefsi kelâmı intikalden münezzehtir. Bizim Kur’an-ı Kerim’i telaffuz edişimiz bize ait olanlar yaratıktır, yaratılmıştır. Kur’an’ı yazmamız ve onu okumamız da yaratılmıştır. Kur’an-ı Kerim’in kendi değil. Allah’ın kelâm-ı nefsisi olan Kur’an, Allah kelâmıdır, yaratılmış değildir. Bizim kendi işlerimiz o kalem, mürekkep, harfler mesela kâğıt, bizim sesimiz bunlar yaratıktır. Kur’an-ı Kerim’in kendisi Allah kelâmıdır. “Eğer (taarruza uğrayan) müşriklerden biri aman (yardım dileği) dilerse ona aman ver; ta ki Allah’ın kelamını dinlesin”. (Tövbe Suresi Ayet 6)
وَإِنْ أَحَدٌ مِّنَ الْمُشْرِكِينَ اسْتَجَارَكَ فَأَجِرْهُ حَتَّى يَسْمَعَ كَلاَمَ اللّهِ ثُمَّ أَبْلِغْهُ مَأْمَنَهُ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَعْلَمُونَ
İşte Kur’an-ı Kerim’in Allah kelâmı olduğunu da bu ayet-i kerime açıkça beyan ediyor. Efendiler, Kur’an-ı Kerim Allah’ın kelamıdır. “Nihayet ortaya varınca, bereketli yerdeki vaadinin sağ kıyısından, ağaç tarafından şöyle nida edildi: “Ey Musa! Gerçekten ben âlemlerin Rabbi olan Allah’ım”.
فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِي مِن شَاطِئِ الْوَادِي الْأَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ أَن يَا مُوسَى إِنِّي أَنَا اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Bu ayet-i kerime de Kur’an-ı Kerim’in Allah kelamı olduğunu bildirmektedir. İmâm-ı Âzam’ın kelamından bu konuda geniş bilgi verilecektir. İmâm-ı Âzam (rahmetüllahi aleyh) El-Vasıyye adlı kitabında şöyle diyor: “Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın kelamı, sıfatı, vahyi ve onun indirmesi olduğunu, zatının ne aynı ne de gayrı olduğunu ikrar ederiz. Bil ki Kur’an-ı Kerim gerçekten Mushaflarda yazılan, lisanlarda okunan, kalplerde mahfuz bulunan fakat buralara hulul etmeyen bir sıfatıdır”. Kur’an-ı Kerim hiçbir şeye hulul da etmez. Harfler, harekeler, kâğıt, yazı bunların hepsi yaratılmıştır. Çünkü bunlar kulların işleridir. Allah’ın kelamı ise yaratılmış değildir. Çünkü yazı, harfler, kelimeler ve ayetlerin hepsi kulların ihtiyacına binaen Kur’an okumaya birer alettir. Allah’ın kelamı ise kendi zatı ile kaimdir. “Allah’ın kelamı yaratılmıştır” diyen kimse kâfir-i billahtır. Allah Teâlâ mabuttur.
Dakika 1:05:00
Yani kendisine ibadet edilendir. Allah’ın kelamı ise okunur, yazılır, Allah’ın zatından ayrılmadan ezberlenir. İşte kıymetliler Fahru’l İslâm demiştir ki; İmam Ebû Yusuf’un şöyle dediği sahih rivayetle sabittir, diyor: Kur’an-ı Kerim’in yaratılması meselesinde İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe ile münazara ettim. Sonunda ikimizin görüşü şu noktada birleşti: “Kur’an-ı Kerim’in yaratılmış olduğuna hükmeden kafirdir”. Bu kanaate vardık ikimiz de diyor. Bu söz İmam-ı Muhammed’den de sahih bir rivayet olarak sabit olmuştur. “Kur’an-ı Kerim Allah’ın kelâmıdır, yaratılmış değildir”. İşte ehl-i sünnetin Kur’an-ı Kerim hakkındaki inancı budur. Kıymetli efendiler, İslâm’ın amentüsünü Müslümanlar doğru bilmelidir. Hanbelilerin bazı cahilleri de bu görüşe meyletmişlerdir. “Şerh’ul Akâid” adlı kitapta zikredildiği üzere Hz. Peygamber buyurmuştur ki “Kur’an-ı Kerim, Allah’ın kelamıdır, yaratılmış değildir. Kim yaratılmıştır derse kâfir-i billahtır.” mealindeki hadisin aslı konusunda efendim bazıları itiraz etmişlerdir. Fakat biraz önceki İmâm-ı Âzam’la İmam-ı Muhammed’in ve o, bugün tâbiîn ve ashapla görüşen, Kur’an-ı Kerim’i a’dan z’ye iyi bilen bu zat-ı muhteremlerin görüşü de bu hadis-i şerif kaynağına itiraz edilse dahi birleşmektedir. Sahabe ve tâbiûn ve diğer müctehidler (Allah onların hepsinden razı olsun) Allah’ın sıfatlarından her birinin zatının ne aynı ne de gayrı olduğunda ittifak etmişlerdir. Allah’ın sıfatları, zihindeki mefhum (mana) itibariyle Allah’ın aynı değildir. Burayı iyice dinle işte. Allah’ın sıfatları, zihindeki mefhum itibariyle Allah’ın aynı değildir. Çünkü zihinler o sıfatları tam anlamaktan acizdir. Bu zihinlerle ilgisi bakımından aynı değildir. Allah’ın sıfatları zihindeki mefhum itibariyle Allah’ın aynı değildir. Çünkü Allah’ın yüceliği zihinlere sığınmaz. Haricî (zorba, asi) varlık itibariyle de Allah’ın zatının gayrı değildir. Zira sıfatın manası zatın manasının başkası değildir. Ancak sıfatlar kâinattaki tezahürleri (meydana çıkma) itibariyle Allah’ın zatına mugayir (zıt) değildir. Onun için burada kuldan yansıyan yönüyle kulun aciz olması zihindeki mevhum itibariyle aynının olmaması. Yoksa Yüce Allah’ın katında, Allah-u Teâlâ’nın kendi ilminde Allah kendini nasıl vasıflandırdıysa Allah öyledir. Çünkü Allah kendi zatını, şanlı, yüce varlığını kendisi tam tarif edince o zaman Allah kendi dediği gibi ortaya çıkar. Kulların ise zihindeki mevhum itibariyle işte aynı değildir çünkü zihinler hakkıyla Allah-u Teâlâ’nın yüceliğini kavramaktan acizdir. Hülasa, Allah’ın kelamı Allah’ın sıfatlarındandır. Allah da zatı ve sıfatlarıyla kadimdir. Kıymetli efendiler Yüce Allah (Hadid -3):
هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Dakika 1:10:00
“O evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır. O her şeyi bilendir”. (Hadid Suresi 3.ayet). Yani Allah’ın başlangıcı olmadan o evveldir. Sonu olmadan ahirdir.
وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ
İşte kıymetli ve muhterem efendiler, “Ay için seyir menzilleri tayin ettik. Öyle ki kurumuş eski hurma dalında olduğu gibi yay şeklini almıştır”. (Yasin Suresi 39.ayet). “Bir de inkârcılar iman eden hakkında şöyle dediler:
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا لَوْ كَانَ خَيْرًا مَّا سَبَقُونَا إِلَيْهِ وَإِذْ لَمْ يَهْتَدُوا بِهِ فَسَيَقُولُونَ هَذَا إِفْكٌ قَدِيمٌ
Eğer o peygamber hayırlı olsaydı bizden evvel (fakir, çaresiz, biçareler) ona koşmazlardı”. Kim? Fakir ve çaresiz, biçare zavallılar ona koşmazlardı. “Böyle demekle maksatlarına erişemeyince de şöyle diyecekler: Bu Kur’an-ı Kerim birilerin tabii uydurması eski masaldır.” diyecekler (Ahkaf Suresi 11.ayet). Bu kâfirlerin iddiasıdır ve Kur’an-ı Kerim, Allah kelâmıdır. Bu da müminlerin ebediyyil ebed tasdiki ve imanı, ikrarıdır.
Evet kıymetliler, kayyum sıfatı ezeli ve ebedi manasına delalet eder. Kadim sözü ise bu manaya delalet etmez. Kayyum sıfatı, yine Allah Teâlâ’nın kendi kendine var olduğuna da delalet eder. İşte bu Allah Teâlâ’nın vacib’ul-vücud olduğunun manasıdır. “El-Hayyül Kayyûm” isminin ism-i âzam olduğu söyleniyor. Hz. Peygamberden sahih olarak rivayet edilen şu hadis-i şerif de bu manayı takviye eder: Sevgili Efendimiz buyuruyor (aleyhi salatü ve selam): Cenab-ı Hakkın (Allahu Lâ ilâhe illâ huvel-hayyül-kayyûm) sözü Kur’an’daki ayetlerin en büyüğüdür”. Bunu Tirmîzî rivayet etmiştir bu hadis-i şerifi. İnne kavluhu Teâla Allahu La ilâhe illâ huvel-hayyül-kayyûm. Ense mi ayatı fil kuran.-Cenab-ı Allah kendi zatı ile kaimdir, hiçbir suretle başkalarına benzemez. Başkalarını da ayakta tutan odur. Bütün âlemleri ayakta tutan Allah Teâlâ’dır. Allah’ın kudreti olmadan hiçbir şey ayakta duramaz.
İşte kıymetliler şanlı Kur’an’la ilgili İmâm-ı Âzam’ın Fıkh-ı Ekber’inden keşif notları vermeye devam ediyoruz. Yüce Allah’ın (celle celaluhu) Kur’an-ı Kerim’de Musa Aleyhisselâm’dan, diğer peygamberlerden, Firavundan ve şeytandan bahsettiği hususların hepsi Allah Teâlâ’nın kelâmıdır, onlardan haber vermektedir. Yani haberi veren Allah’tır ve Allah’ın kelamıdır. Evet kıymetliler, Cenab-ı Hak, Hakkı Hak bilen, ona tabi olan; bâtılı da bâtıl bilen, ondan da içtinap (çekinme) eden ve Allah’ın yolunda mücahid olan, Hz. Muhammed’e onun getirdiği yüce ilkelere tabi olan kullarından eylesin.
Dakika 1:14:19