fıkhı-ekber-ders-23-01

23- Ders 23 Fıkhı Ekber hayat veren hayatveren

FIKH-I EKBER DERS 23

(„Rabbi eûzü bike min hemezâti’ş- şeyâtıyni ve eûzü bike rabbî en yahdurun.“)

(Euzubillahimin mestaazeihi Muhammed Mustafa Sallahu Teâlâ Aleyhi vessellem ve musa ve isa ve ibraimüllezi veffa ve min şerrima hâlâka ve zerea ve berea veminşerrima yüttega veminşerrima taftessera ve min şerri iblîse ve cünûdihi ve min şerri mâ yüttega)

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُواْ لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ ﴿١٥٢﴾

Çok kıymetli ve muhterem efendiler, Kur’an-ı Kerim, Mushaflarda yazılı olan Allah kelamıdır. İmâm-ı Âzam’ın Fıkh-ı Ekber’inden sizlere keşif notları vermeye devam ediyoruz. Şanlı Kur’an, azimüşşan olan Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim, Hz. Muhammed’e (aleyhissalatu vesselam) indirilen Mushaflarda yazılı olan Allah kelamıdır. Bütün dünya Müslümanlarının Kur’an-ı Kerim hakkında da tam bir doğru bilgiye, doğru bir inanca sahip olmaları gereklidir. Şimdi, İmâm-ı Âzam’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Kendi yaratılışını, göklerin ve yerin yaratılışını gören ve düşünebilen hiçbir akıl sahibi kişi için Allah’ı bilmeme konusunda özür yoktur”. Yani herkes aklı varsa ve bu kâinatı da görüyorsa artık Allah’ı bilmeme konusunda özür yoktur, diyor İmâm-ı Âzam. Mâturîdi de bu yolu takip etmiştir. “Akıllarıyla tanımaları farzdır”. Kimi? Allah Teâlâ’yı (celle celaluhu) akıllarıyla tanımaları farz oldu, diyor. “Eğer Allah Teâlâ peygamber göndermeseydi insanların yine Allah’ı (celle celaluhu) akıllarıyla tanımaları farz olurdu”. Peygamberler geldi, kitaplar indi, ilim, irfan ortaya kondu. Artık Allah’ı tanımamak ebediyyil ebed bedbahtlık, nasipsizliktir. Akıl bir alettir. Allah-u Teâlâ akla o hükmü tanıtır. Yüce Allah (celle celaluhu) işte, bulunan güzellik ve çirkinliği akla göstermesi sebebiyle akla o hükmü tanıtır. Eş’ariler, peygamber gönderilmedikçe akıl yoluyla efendim Allah-u Teâlâ’yı insanlar tanıyamazlar, demiştir. Akıl, Allah-u Teâlâ’nın hükümlerinden bir hükmü bilemez, demişler. Biz diyoruz ki; akıl, Allah’ın hükümlerinden bir kısmını peygamber gönderilmeksizin de bilebilir. Bir kısmını. Bu da peygamberin peygamberliğini tasdik etmenin gerekliliği, zararlı olan yalanın haram oluşu gibi düşünme ve araştırmaya ihtiyaç olmaksızın olur yahut kâinata bakıp düşünmek suretiyle olur.

Dakika 5:05

Kıymetliler, dünyada bütün milletlerde yalancılık bak onların, Allah inancı olmayan milletlerde bile yalancılık onlarda da biliyorsunuz yasaktır. Onlar da dürüst olmak istenir ama ne yazık ki Allah’ı tanımadan yapılan bütün işler mezar ve mahşerde geçersizdir. Şimdi şöyle bir bakalım. Emir ve yasak olmadan işlere taat ve masiyet adını vermekse istikbale göre bir şeye ad verme kabilinden efendim mecazdır, denmiştir. Cenab-ı Hak okuduğum ayet-i kerimede “Fezkurûnî ezkurkum-Beni anın ki sizi ben de anayım. Beni zikredin ben de sizi zikredeyim anayım” diyor Cenab-ı Hak. (Bakara Suresi 2/152).

“ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ-Biz peygamber göndermedikçe azap edici olmadık” diyor bu ayet-i kerimede de. İsra Suresi 15. ayet-i kerime.

Şimdi bunlar birer birer gerçek ve doğru olanlardır. Fakat akıl yoluyla insanlar Rabbisini de bilmelidirler. Fakat peygamberler gelmiş geçen zaman diliminde. Âdem Aleyhisselamla bu iş başlamış, ta bugüne kadar Adem’le Hz. Muhammed arasında nice peygamberler gelmiş ve kitaplar inmiş, insanlara gerçekler söylenmiş, insanlık uyarılmıştır. Artık insanoğlunun kendi bilir. Şafiî mezhebinde tercih edilen görüşe göre çocukların imanında olduğu gibi kendisine bir peygamberin daveti ulaşmayan kişinin imanı sahih değildir. Diğer üç imama göre durum böyle değildir. Çocukların durumu diğer büyük müctehidlere göre böyle değildir ama Şafiîler böyle demişlerdir. Fakat tabii bu müctehidlerin anladıkları ve dayandıkları deliller çok mükemmeldir. Her birisi bir gerçeğe doğru işaret etmişlerdir. İnsanlar zahirde onu anlayamasalar da onlar kökte mükemmel birliği korumuşlardır. Dallarda ise zenginlik ortaya çıkmıştır. Hanefilere göre şöyle bir bakalım, yine musibetler karşısındaki vaadi icabı bir ihsan-ı ilahi olarak böyle bir teklif caiz değildir. Mesela Allah-u Teâlâ kula bir dağı yüklenmesini teklif etmesi ve bu işi yapmadığı takdirde azap etmesi caiz değildir. Çünkü “Yüce Allah kuluna gücünün yetmediğini teklif etmez”.

لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا

Hanefiler bu gerçeklere dayanarak böyle demişler. Eş’ariler ise yine bu ayete dayanarak bakın caiz görmüşlerdir. Bak, anlamadan anlamaya ne kadar fark var. Önceden bir işin neticesini bilmenin mükellefin kudretinin yok olmasında bir tesiri yoktur. Burayı da iyice anla. Önceden bir işin neticesini bilmenin mükellefin kudretinin yok olmasında bir tesiri yoktur. Yani burada bir zorlama yoktur.

Dakika 10:07

Bilmek ayrı şey, zorlamak ayrı şey. Cenab-ı Hak hiçbir kulunu şu kötülüğü yap, şu iyiliği yap diye zorlamamıştır. Ama ezelden kimin ne yapacağını hep ilmiyle kuşatmış, her şeyi bilmektedir. İşte insanoğlu buraları da iyi anlarsa çok iyi olur. Allah-u Teâlâ hakkında zulüm düşünmek muhaldir. Allah zulümden münezzehtir. Allah zulmetmez. Adaletini uygular. O da herkesin suçuna göredir. Yine Yüce Allah (celle celaluhu) bir şey yapmak için Allah’ı kimse mecbur tutamaz. Allah’a, şu işi yapmak sana vaciptir, denmez. Efendim onun işleri ya adaleti yahut fazlı ve ihsanının gereğidir. İşte İslâm’ın amentüsünü dünya Müslümanları iyi bilmelidir. Bizim bu konuda, Fıkh-ı Ekber’in keşif notları konusunda iyice anlaşılsın diye bakın itina göstermeye çalışıyoruz Yüce Rabbimizin lütfuyla. Hatta bazen de bunları tekrar ediyoruz ki hiç unutulması caiz olmayan dersler bunlar. Kıymetli efendiler, iman işi olduğu için bunlar imanın ilmi bunlar herkesin kalbinde, ruhunda nakşedilmesi, çok iyi bilinmesi gereken dersler. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) iman üzerinde ölmüştür. Peygamberlerin imanı garanti olduğu gibi Hz. Muhammed de iman üzere ölmüştür. Çünkü peygamberler masumdur. En büyük peygamber de Hz. Muhammed’dir. Öbür peygamberler birer zaman dilimi için, geçici bir zaman için görevli idiler. Hz. Muhammed son peygamber ve bütün çağların ebedi peygamberidir. Bütün milletlerin peygamberidir.

Onun için, peygamberlerin iman üzerinde öldüğü kesindir. Hz. Muhammed de iman üzere ölmüştür (aleyhissalatu vesselam ve aleyhimus-selam). Bütün peygamberlere de selam olsun. Bazı harikalar ve olgun hallerde güzel ibadetler zuhur etse de Hz. Peygamberin dışında kalan Allah’ın velileri, saf kullarının iman üzerinde öldüklerine kesinlikle hükmedemeyiz. Yani peygamberlerden başka kimsenin iman üzere öldü deme kesinliği yoktur. Biz Müslüman biliriz, mümin biliriz ama iman üzere ölüp ölmediğini Allah bilir. Peygamberler böyle değil, onlar garantili iman üzere ölmüşlerdir. Bu kesindir, onlar masumdur. Evet kıymetliler bakın, onun için evliyaların, âlimlerin herkesten daha çok korktuklarına, Allah korkusuyla titrediklerine baktığımız zaman ne kadar haklılar. Peygamberler imanları garantili olduğu halde onlar herkesten Allah’ı daha çok seviyorlar ve daha çok korkuyorlar. Ve bütün dünyanın her türlü tehlikesine karşı göğüs geriyorlar ve gerdiler. Allah korkusundan başka korku tanımadılar. Âlim ve evliyalar da Allah korkusundan, Allah sevgisinden ve ona ümitleri tam olarak, tam da korkarak, onlar titreyerek Allah’ın huzurunda el pençe durmak için ellerinden geleni yapmaya çalıştılar âlim ve evliyalar.

Dakika 15:05

Öyleyken onların imanı bile garantili, onlar da iman üzere öldü deme şansı yok. Biz onları çok değerli şahsiyetler biliriz ama iman üzerinde ölüp ölmediklerini Allah biliyor sadece. Peygamberlerinki garantili. Ama işte bütün müminler, Müslümanlar Allah’tan çok korkmalı ve ondan hiç mi hiç ümit kesmemeli, bütün varlığınla Allah’ı sevmeli, ona iyi teslim olmalı, gece gündüz onun huzurunda olmalı, kalbini Allah’a süslemeli. Evini, ocağını şu, bu falan gelecek filan gelecek diye süslüyorsun. Allah sürekli kalbine bakıyor. Kalbini hazırla Allah Teâlâ’ya. Kalbin kalb-i selim olsun. Bunu için çırpın. Birinci görevin İslâm’ın amentüsünü iyi bilmen gerekiyor. İmanla ilimleri iyi bilmen gerekiyor. İşte İmâm-ı Âzam Fıkh-ı Ekber’ini bunun için dünyaya ne yapmış? İlmi imanın İslâm’daki delilleriyle beraber, İslâm’ın amentüsüyle ilgili ilmini ortaya koymuştur. Onun için cennetle müjdelenen on sahabe ve benzeri sahabe sonunda hallerinin değişmesinden ve kötüye varmasından korkarlardı. Bakın, evliyaların hiçbir sahabe derecesine ulaşamaz. Sahabelerin derecesi daha üstündür, pek üstündür. Onlar dahi bakın nasıl korkuyorlar. Bunlar cennetle müjdelenmiş olanlar dahi, belki bir hata ederiz de imanımız tehlikeye girer, diye bakın hallerinin değişmesinden ve kötüye varmasından pek çok korkarlardı. Sahabelerin durumu böyle olunca âlim ve diğer evliyaların durumunu da bir kıyas etmek lazım. Peygamberlerden sonra sahabeler dünyanın en derecesi yüksek insanlardır. Ve cennetlikle müjdelenmiş insanlar bunlar. Öyle iken korkuyorlar. Hiç ümit kesmiyorlar ama pek çok korkuyorlar. Bunları da ümit ve korku arasında bulunması için müminin bu dersleri hiç kaçırmamalı, iyi öğrenmelidir. Peygamberlerden başka hiç kimse için cennetlik denilemez. Bu görüş Muhammed bin Hanefiyye ile Evzâi’den nakledilmiştir. Tabii bunlar büyük, yüksek âlimler. Muhammed bin Hanefiyye de Evzâi de yüksek şahsiyetlerdir. Allah hepsine çok çok rahmet eylesin. Yine her mümin için cennetle şahadet edilir. Bakın, bunun hakkında da nas vardır. İlim adamlarının çoğunluğu bu görüştedir. Ancak bu zanni bir hüküm ifade eder. Yine Buhari ve Müslim’de geçtiği üzere, müminlerin şahit olduğu kişiler için de cennetlik denilebilir. “Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bir cenazeye rastladı ki onu hayırla andılar ve bu cenaze için “Vacip oldu” buyurdu. Başka bir cenazeye uğradığında onu da kötülükle andılar. Bu cenaze için de yine “Vacip oldu” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer (radiyallahu anhü ve erdahim ecmain), “Ya Resulallah, vacip olan nedir?” diye bir soru sordu.

Dakika 20:05

Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) Hz. Muhammed, cihan peygamberi buyurdu ki: “Şu cenaze” dedi “Bu hayırla andığınız cenazeye cennet vacip olmuştur. Şu kötülükle andığınız cenazeye de cehennem vacip olmuştur. Sizler, Allah’ın yeryüzündeki şahitlerisiniz” buyurdu. İşte kıymetliler, tabii Peygamberimizin keşfi başkalarına benzemez. O keşfi onun en önde gelen mükemmel keşfi ve mucizesi vardır. Onun için de eğer Müslümanların, iyi Müslümanlar, bir kişi hakkında iyi diyorlarsa bu konuda müjdeli haberler var. Eğer Müslümanlar bir insanın kötü olduğunu çoğunluk söylüyorsa ellerinde de belge varsa orada tehlike vardır. Yalnız neticeyi yine de kesinkes Allah bilir.

Şimdi Ebû Tâlib hakkında zahirî belgeler var. Bir de gizli rivayetlere dayanan durumlar da bulunmaktadır. Mesela:

إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يَشَاء وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ ﴿٥٦﴾

“Şüphesiz sen, istediğini doğru yola sevk edemezsin. Lakin Allah dilediğini doğru yola iletir”. El-Kasas Sure-i Celilesi ayet 56’da. Peygamberimiz, Ebû Talib’in Müslüman olmasını çok istemişti. Ne yazık ki hidayet Allah’tan olduğu için Cenab-ı Hak bu ayeti gönderiyor. Diyor: “Şüphesiz sen, istediğini doğru yola sevk edemezsin. Lakin Allah dilediğini doğru yola iletir, hidayet eder”. Allah’ın hidayet etmediğini peygamberler de hidayet edemiyorlar. Ebû Tâlib’in zahirî durumu çok tehlikelidir ama öbür yönünü yine biz Rabbimize havale ediyoruz. “Müşriklerin cehennemlik oldukları belli olduktan sonra müşrikler akraba da olsalar ne peygambere ne de müminlere onlar için istiğfar etmek yoktur”. Bakın, müşriklere dua etmek yok, cenazelerini kılmak da yok. Peygamber de onlara dua edemez, müminler de onlara dua edip cenazelerini kılamaz, ruhlarına bir Fatiha dahi okuyamaz. Yani mümin, Müslüman bilmediğin kişilerin ruhlarına rahmet okunmaz. Kişinin “lâ ilâhe illallah” dediğini veya camiye gidip geldiğinin bir alameti, Müslüman olup olmadığına dair bir alamet gereklidir. Yoksa inkârı açıkta, İslâm’ın hükümlerini açıkça inkâr eden, küfrü, şirki, nifakı belli olan insanlara rahmet okunmaz, cenazeleri kılınmaz, ruhlarına bir Fatiha bile okunmaz. Baban olsun isterse. İbrahim Aleyhisselam babası için çok uğraştı. Yüce Allah onu uyardı, “Senin baban müşriktir” dedi. O da bir daha babasını hatırlamak istemedi. Çünkü Cenab-ı Hak uyardı. Nuh Aleyhisselam oğlu için uyarıldı. Burada da Hz. Muhammed (aleyhissalatu vesselam) amcası Ebû Talib için, onun şahsında bütün insanlık âlemine ders veriliyor, insanlık uyarılıyor.

Dakika 25:00

Yüce Allah’a gece gündüz dua et. Allah’ım, şirkten, küfürden, nifaktan, şikaktan, kötü ahlaktan sana sığınırım, diye gece gündüz Allah’a dua et. “Allahumme e’dınî îmânen Saliha??? ve yâkinen leyse ba’dehû küfran”. Ne diyor burada Peygamberimizden haber: “Bana sadık dosdoğru bir iman nasip et. Senden onu istiyorum” diyor. Ve hiç ebedi küfrü bulunmayan inkâr, şirk, nifak bulunmayan bir iman, dosdoğru bir iman istiyorum. Gerçek iman, hak iman. “ve yakînen leyse ba’dehû küfr”. Yakîn ki tam gerçek iman, kesin iman. “ve rahmeten enâlü bihâ şerefe kerametike fiddünyâ vel âhira”. Bunlar ve bunlar emsali nice dualar var, istiazeler var. Gece gündüz gerçek ilim, iman, amel-i salihle Allah’a yalvar ve bu duaları samimi olarak, kulluk görevini yaparak dua et. Yatarak, isyan ederek, itaatleri terk ederek yapılan duaların altyapısı yoktur. Amel-i salih olmadan, yüce kelimeler olmadan hiçbir dua Allah’a yükselmez. Aklını başını al, istisnalar da kaideyi bozmaz.

Hz. Muhammed’in çocuklarını da İmâm-ı Âzam saymıştır. Tahir, Kasım ve İbrahim; Hz. Peygamberin, Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin oğulları idi. Tahir, Kasım ve İbrahim. Fatma-tüz- Zehra, Zeynep, Rûkiyye, Ümm-i Gülsüm de kızları idiler. Allah hepsinden razı olsun (radiyallahu anhüm ve radiyallahu anhümme). Zübeyr bin Bekkâr’ın naklettiğine göre Hz. Peygamberin (aleyhissalatu vesselam) Kasım ve İbrahim’den başka Abdullah isimli diye bir oğlu da daha vardı ki Mekke’de bulunduğu sırada küçükken vefat etmişti. Bu oğlu Tayyib ve Taehir adını da taşımaktaydı. Efendim, bunlarla birlikte üç ismi vardı. Neseb âlimlerin çoğunun görüşü de budur. Ebû Amr de bu görüştedir. Dârekutnî; en doğrusu da budur, Abdullah’a Tayyib ve Tahir de denilmekteydi, diyor. Peygamberliğinden sonra doğduğu için ona Tayyib ve Tahir de denilmektedir. Evet kıymetliler Tayyib ve Muttayyip isimli iki oğlu ile yine bir batında dünyaya gelmiş Tahir ve Mutahhir isimli başka çift oğulları daha vardı. Nitekim Safve adlı kitapta da bu şekilde yazılmıştır. Evet kıymetliler “Kalp mahzun olur, göz yaşarır. Allah’ın gücünü gidecek söz söylemeyiz. Ey İbrahim! Şüphesiz biz senden ayrıldığımıza üzgünüz”. Peygamberimizin (aleyhissalatu vesselam) İbrahim isimli çocuğu ölünce Efendimizin böyle buyurduğu rivayet olunur.

Dakika 30:00

Hz. Peygamberin bu oğlu İbrahim 70 günlük yahut daha çok günlük iken vefat etmiştir, diye haberler vardır ve Baki’ Mezarlığında defnedilmiştir. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), “Önceden gönderdiğimiz kardeşimizin yanına defnedelim.” buyurmuş ve süt kardeşi Osman bin Ma’zûn’un yanında defnetmiştir.

Zeynep, Hz. Peygamberin kızlarının en büyüğü idi. Çoğunun görüşü budur. Bazılarına göre de Rûkıyye kızların en büyüğü idi. Efendim, Zeynep, kocası ve teyze oğlu Eb’ul-Âs Lâkit’in yanında hicretin sekizinci senesinde vefat etmiştir. Ali isimli bir çocuğu gelmiş fakat bu çocuk küçükken vefat etmiştir. İlim sahibi bir hanımdı. Mekke fethedildiği zaman Hz. Peygamberin bindiği devenin arkasında idi. Bir çocuğu da Ümame isimli kızı idi. Hz. Fatma’nın vefatından sonra Hz. Ali’nin onunla evlendiği rivayeti vardır. Yani Ümame adlı kızı ile. Yani baldızının kızı ile.

Betûl adıyla da anılan Fatima-tüz-Zehra (radiyallahu anha ve anhümme) Hz. Peygamber kırk bir yaşındayken dünyaya gelmiştir. Yukarıdaki metinde Zeynep’ten önce zikredilmesinin sebebi rütbe bakımından daha üstün olmasına binaendir. “Fatma’ya bu adın verilmesinin sebebi kıyamete kadar Allah Teâlâ onun zürriyetini cehennem ateşinden koruduğu için”. Hafız ed-Dımeşki bu hadisi tahric etmiştir. Böyle de rivayet vardır.

Yine İmam Nesaî’nin merfu olarak rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Fatma-tüz- Zehra’ya (radiyallahu anha) bu adın verilmesi hususunda şöyle buyuruyor: “Fatma’ya Fatma adının verilmesi sebebi Allah Teâlâ (celle celaluhu), onu ve sevenlerini cehennem ateşinden kestiği ve koruduğu içindir. Betûl adı verilmesinin sebebi ise dindarlık, fazilet, şeref ve nesep bakımından diğer kadınlardan ayrıldığı ve farklı bulunduğu içindir” diye rivayetler vardır. Dünyadan alakasını kestiği için bu adı almıştır, diye de rivayet vardır. Hz. Fatma, hicretin üçüncü senesi Hz. Ali’yle evlenmiştir. Hz. Fatma’nın evlenmesi Allah’ın emri ve vahyi ile olmuştur. Hz. Fatma, Hz. Peygamberin çocukları içinde en çok sevdiği idi. Bir sefere gitmek istediği zaman en son dakikalarında onunla vaktini geçirirdi. Yine bir seferden döndüğü zaman ilk onunla meşgul olurdu. “Fatma benden bir parçadır” diyor Sevgili Peygamberimiz. “Kim onu sevmezse beni de sevmez”. Bu hadis Buhar-i Şerif’te rivayet edilmiştir. Müslim’in rivayetinde ise Hz. Peygamber (sallallahü teala aleyhi ve sellem) Hz. Fatma’ya (radiyallahu anha) ne diyor: “Ela terdine en tekuni seyide ten nisail müminin.-

Dakika 35:02

-Müminlerin hanımlarının en büyüğü olmaya razı olmaz mısın?” buyurdu. Bunu da İbn Mâce rivayet etmiştir. “Fatma tüz efdalü’i nisai’l ehlü’l cenneti.- Fatma-tüz-Zehra Annemiz (radiyallahu anha) cennet kadınlarının en faziletlisidir”. Bunu da Ahmet bin Hanbel, Müsned’inde rivayet etmiştir.

Evet kıymetliler, Fatma Annemiz, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatından altı ay sonra 29 yaşında, en genç bir çağındayken vefat etmiştir. Hz. Ali’den, cennet ehlinin gençlerinin efendisi olan Hasan ile Hüseyin’i dünyaya getirmiştir. Bir de Muhsin isimli çocuğu olmuştur ki bu çocuğu Hz. Ali’den olup küçükken vefat etmiştir. Ümm-i Gülsüm ve Zeynep isimli iki de kız çocuğu olmuştu. Hz. Peygamberin soyu yalnız Hz. Fatma-tüz-Zehra neslinden devam etmiş ve yayılmıştır. Yani Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin neslinden devam etmiştir Peygamberimizin soyu. Bunlara seyidler şerifler, şerifler seyidler denilmektedir.

Peygamber Efendimizin hanımları, annelerimiz, tüm müminlerin anneleri olan Hz. Peygamberin hanımları şunlardır: Hz. Hatice-tüz-Zehra (Hatice’tül Kübra), Hz. Sevde, Hz. Ayşe, Hz. Hafsa, Hz. Ümm-i Seleme. Hz. Ümm-i Habibe, Hz. Zeyneb bint-i Cahş, Hz. Zeynep bint-i Hazîme, Hz. Meymûne, Hz. Cüveyriye, Hz. Safiyye. Allah Teâlâ hepsinden razı olsun (radiyallahu anhümme). Bu sayılanlar Hz. Peygamberin gerdeğe girdiği on bir hanımıdır. Siyer âlimleri ile diğer âlimler arasında bunlarda ihtilaf yoktur. İmâm-ı Âzam el-Vasıyye adlı kitabında şöyle diyor (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn): “Hz. Hatice’den sonra gelmiş geçmiş kadınların en faziletlisi (ilim itibariyle de) Hz. Ayşe Validemizdir. O, müminlerin annesidir. Zinadan ve Rafızîlerin isnat ettikleri iftiradan beridir. Hz. Ayşe hakkında Nur Suresi özel olarak gelmiştir Kur’an-ı Kerim’de. Rafızîler, Hz. Ayşe hakkında dine, imana sığmayan, vicdansız, alçakça iftiraları vardır. Dolayısıyla Allah’a iftiradır, Kur’an-ı Kerim’e iftiradır, Hz. Muhammed’e iftiradır. Çünkü Nur Suresinde Hz. Ayşe Annemizin nur gibi tertemiz kadın olduğunu Allah-u Teâlâ ortaya koymuştur. Kur’an-ı Kerim şahittir. Hz. Ayşe’ye zina iftirasında bulunanın kendisi veled-i zinadır. Peygamberin hanımlarına dil uzatanların kendisi orospu çocuğudur. Onlar zina uşaklarıdır ve dünyanın en alçak şahsiyetleridir.

Dakika 40:00

Peygamber hanımları, hiçbir peygamberin hanımında geçmişte de gelecekte de Hz. Muhammed’den önce de hiçbir peygamberin hanımında da bu sıfat zikredilmemiştir. Hepsi namusludur, iffetlidir. Ayşe Annemiz hakkında ise Kur’an-ı Kerim’in Nur Suresinde Allah kendi şahittir. Dünyada Peygambere, onun hanımlarına dil uzatan dünyanın, ukbanın en alçaklarıdırlar. Hz. Ayşe’ye, bu o nur kadına, annemize iftira atan kişinin Kur’an-ı Kerim ayetlerini inkâr eden bir kâfir olduğu apaçıktır. Yani Ayşe Annemize kim dil uzatıyorsa o kızıl kâfirdir. Niye? Nur Suresi onun hakkında geldi. Kur’an şahit onun tertemiz olduğuna. Alçak herifler, namussuz herifler. Peygambere ve müminlerin annesine, Allah’a, Kur’an’a iftira edecek kadar alçak herifler. Onun için İmâm-ı Âzam burada bu konuya işaret ederek bakın ne dediler “Hatice’den sonra gelmiş geçmiş” bakın dikkat edin “gelmiş geçmiş kadınların en faziletlisi Hz. Ayşe Validemizdir” diyor. Var mı bir diyeceğin? İmâm-ı Âzam, ehl-i beyti seven ve canını o yolda veren ulu bir şahsiyet. İmamların en büyüklerinden. Hz. Ali’yi sevdiğini söyleyen, Peygamberi sevdiğini söyleyen Peygamberin hanımına iftira eder mi? Kızıl kâfir bunlar. Bir de ben şuyum veya buyum, diyor. Sen nesin? Sen bir kızıl kâfirsin. Ayşe Annemize iftira eden, Kur’an-ı Kerim’i inkâr eden kafirdir. Biz Fatma annemize de Hasan, Hüseyin’e, ehl-i beyte de Hatice Annemize ve diğer annelerimize de toz kondurmayız. Aklını başını al, ey kâfirin ağzına tükürdüğü herif. İslâm düşmanı senin ağzına tükürmüş, bir zehirli iftira dolu sakız vermiş ağzına. Sen kâfir sakızını çiğniyorsun haberin olsun. Müminleri annesinin hakkında o dillerin çürüsün. O iftira eden dillerin. Kahrolasın, alçak herifler.

Kıymetliler, bir de İmâm-ı Âzam imandaki şüpheleri gidermek için bakın ne diyor. İman şüpheyi kabul etmez. İmanda herhangi bir konuda, inanılması gereken bir konuda şüphen varsa o şüpheyi derhal gidermen gerekir. Bakın ne diyor o büyük imam, allam-i cihan olan, ilmiyle cihanı aydınlatan o imam (rahmetüllahi aleyh) ne diyor: “Bir kimse tevhid ilminin ince noktalarında bir şüphe içine girerse soracağı bir âlim buluncaya kadar “O durumda Allah katında en doğrusu hangisi ise ona inanıyorum demesi gerekir”. Bu şarttır, şarttır, şarttır. Hemen böyle diyecek. Gerçek bir âlim arayacak onu sormak için. Buluncaya kadar da “Allah katında en doğrusu hangisiyse ona inanıyorum” diyerek âlim arayacak. Böyle diyerek arayacak. Neme lâzım değil; kulak şapırdatarak gidersen o iman mahvolur gider.

Dakika 45:10

“Kendisinden bilgi öğreneceği ilim adamını aramak işini tehir etmek caiz değildir”. Derhal harekete geç âlime sormak için. Hakiki âlime. Rastgele ona, buna soru sorulmaz. İlmi olana soracaksın. Gerçek âlime. Adamın yanı başında ebcedi, hevvezi bilmeyene tutuyor fetva soruyor. O da cahil adam, aklına ne gelirse onu konuşuyor, ondan sonra fetva aldım diye gidiyor. Bunlar zır cehalettir. Bunlardan da uzak kalınması gerekir. “Böyle bir kişi” bakın “sorup araştırmadan beklediğinden ötürü mazur kabul edilemez”. Eğer âlim aramıyorsa o halde de ölürse kâfir gider. Mazur da kabul edilmez. Niye aramadın, niye sormadın? “Allah’ın sıfatlarından herhangi biri hakkında bilgi sahibi olmadığı halde bir ilim adamını araştırmayıp beklerse bir şüphe manasına geleceği için böyle bir kimse kâfir olur” demiştir. Gördün mü? Allah’ın sıfatlarını bilmeden Allah’ı tanıyamazsın ki. Allah’ın sıfatlarını bileceksin, doğru bileceksin. Gerçek âlimden öğreneceksin bunu. Bugünkü dünyada Müslümanların bu konuda ne kadar gevşediğini görmekteyiz. İstisnalar hariç. İmana aykırı düşen ve imanı sarsan şüpheler ve inkâr durumlarıdır ki bunlar bir defa kesinkes doğru bilgiyle tasdik edilmeli, doğru bilgiye ulaşılmalıdır. Gerçek âlime derhal sorulmalıdır. Ahirete iman etmekle ilgili hususlardır. Yine İmâm-ı Âzam şeriata ait bazı hükümlerde duraklamış, bir şey söylememiştir. Çünkü bunlar İslâm şeriatı dahilinde olan hükümlerdi. Ahkama dair meselelerde duraklamak ve ihtilafa düşmek rahmettir. Tevhid ve İslâm inancına ait meselelerde ihtilafa düşmekse sapıklıktır. Buraları da vatandaş ömründe hiç duymamış, bilmiyor, duymak da istemiyor. İşte Müslümanlar ne hale geldiler. Dili tevhid okuyor fakat içini dolduramıyor, içi boş. İçinde hak ilim olacak. Allah’ı, Allah’ın kitabı, sıfatlarıyla, esmasıyla tanıyacaksın, hak ilimle. İnanılması lazım gelen hiçbir hükmü inkâr etmeyeceksin. İnanılması lâzım gelen nelerdir? İşte İmâm-ı Âzam, Kur’an-ı Kerim’i, İslam’ı özetliyor bu eserinde. Biz de onun keşif notlarını veriyoruz. Ahkama dahil meselelere duraklamak ve ihtilafa düşmek rahmettir. Tevhid ve İslâm inancına ait meselelerde ihtilafa düşmek ise sapıklıktır, bid’attır. İçtihadi konular müctehidin sahasındadır. Oradaki ihtilaflar rahmettir. Ama itikadi, tevhid ve İslâm inancına ait meselelerde ihtilafa düşmekse sapıklıktır, bid’attır, diyor. Şeriata ait hüküm ihtiva eden meselelerdeki hatalar affedilir. Belki bu hükmü çıkaran sevap da alır. Bunlar içtihadi konular yine.

Dakika 50:10

Fakat usul-i şeriat değil bunlar, fürû’ şeriat hakkında. Dikkat et buraya. Usuli şeriat inkâr edilirse mahvoldun gittin ama fürû’ şeriat, içtihada dayalı olan zamanın değişmesiyle efendim yeni hükümlerin gelmesi, yeni içtihatların oluşması İmâm-ı Âzam bunu kastetti. Dikkat et bunlara da. Tevhid inancına ait meselelerdeki hükümlerde hataya düşmek küfürdür ve günahtır. Bu hataya düşenler de mecbur değil mezurdur (yani günahkârdır). Tevhid inancına ait meselelerdeki hükümlerde hataya düşmek küfürdür ve günahtır. Bu da doğruyu araştırırken ve gerçeklerle hareket ederken beşer iktizası olarak böyle bir duruma düşenlerden bahsedilmektedir.

Miraca inanmak da haktır. Hz. Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) miraç haberi haktır. Miracı inkâr eden bid’atçı ve sapıktır, demiştir. Cesediyle birlikte göğe, yüksek makamlara kadar çıkması gerçektir. İşte bu konuda da ayetin hükmü kesindir. Hadisin rivayeti ve dirayeti ise zannidir. Miraç birkaç defa vuku bulmuştur. Cennete kadar, bir rivayete göre arşa kadar, bir rivayete kadar arşın üstüne kadar gitmiştir. Arşın üstü “Denâ Fetedellâ, fekâne kâbe kavseyni ev edn’a” makamıdır. Onun için kıymetliler miraç da haktır ve onu inkâr eden bid’atçıdır, sapıktır. İmâm-ı Âzam bu konuda da böyle buyurmuştur.

Şimdi sizlere Deccal, Ye’cüc-Me’cüc’ün çıkması ve İsa Aleyhisselamın inmesi hakkında da İmâm-ı Âzam’ın bakın delillere dayanarak bakın ne diyor: “Deccalın çıkması, Ye’cüc ve Me’cücün cıkması, güneşin batıdan doğması, İsa Aleyhisselamın gökten inmesi sağlam haberlerle geldiği üzere diğer kıyamet alametlerin çıkması haktır, olacaktır. Allah dileyeni doğru yola sevk eder”. İşte İmâm-ı Âzam. Şimdi bunların dayandığı deliller de bir bir gelecektir. Cenab-ı Hak imanı kâmil ve daim olan, bütün amelleri ihlaslı, salih olan kullarından eylesin.

Dakika 54:14

 

(Visited 285 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}