25- Ders 25 Fıkhı Ekber hayat veren hayatveren
FIKH-I EKBER DERS 25
Bismillahi ziş şanî azimü sultan şedidül bürhan kaviyyül erkan maşaaalhukan euzubillahimin külli şeytan insin ve can
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ
Çok kıymetli ve muhterem efendiler, sizlere Fıkh-ı Ekber’den keşif notlarımız devam etmektedir. Şimdi meleklerle insanların durumu hakkında bazı keşif notları vermeye çalışacağız. İnanç esaslarına ilave edilen efendim inançlardan biri de meleklerin insanlardan üstün tutulmasıdır. Meleklerin has olanları, peygamberlerden sonra bütün evliya ve âlimlerden daha üstündür. Meleklerin en faziletlisi Cebrail Aleyhisselamdır. Fakat meleklerin en üstünlerinden de peygamberler üstündür. Meleklerin has olanları, peygamberlerden sonra bütün evliya ve âlimlerden daha üstündür. Buraya dikkat et. Meleklerin has olanları, peygamberlerden sonra bütün evliya ve âlimlerden daha üstündür, demişler. Meleklerin en faziletlisi Cebrail Aleyhisselamdır. Mûtezile ise “Melekler peygamberlerden üstündürler” demişler. Mûtezile burada da ehl-i sünnete muhalefet etmiştir. Eş’ari’lerden bazı âlimler de bunlara uymuşlardır fakat ehl-i sünnetin tamamı ve çoğunluğu bunları reddetmiştir. Efendim aynı zamanda bütün topluluk ise bu meselede bir şey söylemeyip susmayı tercih edenlerden de olmuştur. Eş’ari’lerden bazı âlimler de bunlara uymuşlardır. Bir topluluk ise bu meselede bir şey söylemeyip susmayı tercih etmişlerdir. Efendim dolayısıyla İmâm-ı Âzam’ın da bu susan gruptan olduğunu söyleyenler vardır. Kıymetli efendiler, İblis cinlerdendi okumuş olduğum ayet-i kerimede Kehf Suresinin 50. ayetinde:
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاء مِن دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلًا
“İblis cinlerdendi. Bu sebeple Rabbinin emrinden dışarıya çıktı”.
Şimdi Hârut ile Mâruf’a gelince doğrusu onlar iki melek olup kendilerinden ne küfür ne de büyük günah zuhur etmemiştir. Onlara azap edilmesinin sebebi sitem yoluyla iledir. Yanılma zellesinden dolayı peygamberlere sitem yapıldığı gibi onlara da sitem yapılmak yolu iledir, denmiştir. Şimdi ittifakla sihir yapmak kesin haramdır.
Dakika 5:00
Üç türlü söz vardır. Sihir öğrenmek ve öğretmek konusunda üç türlü söz vardır. Bunlardan biri sihir öğrenmek ve öğretmek haramdır. İkinci görüş de mekruhtur. Üçüncü de mubahtır. Tabii bunların haram olmasının sebebi, mekruh olmasının sebebi, mübah olmasının da sebepleri vardır. Şimdi bunların zararlarından korunmak için sihir yapmak için sihrin gerçek dışı olan taraflarına inanmak için değil, sihirden korunmak için bunun mübah olduğunu söyleyenler olmuştur. Mekruh olduğunu söyleyenler olmuştur. Fakat sihir ittifakla haramdır, sihir yapmak. Buraya dikkat et. Sihir yapmak, yaptırmak ittifakla haramdır. Onun için Müslüman sihirden uzak kalmalıdır. Sihir yapmamalı, yaptırmamalıdır. Çünkü haramdır.
Şimdi Mesih hiçbir zaman Allah’ın kulu olmaktan çekinmez. Mukarebbun melekler de çekinmezler. Bunlar da Allah’ın birer kullarıdırlar. “Beşerin has kulları meleklerin has kullarından daha üstündür” sözü ile şimdi burada “Beşerin has kulları meleklerin has kullarından daha üstündür” diye söylenmiş. En doğru cevap şudur. Melekler sözü: Cemi’ siva’dır. Buna göre bütün meleklerin Mesih’ten üstün olmasını ifade eder. Yani tüm olarak üstünlük ifade eder. Her birinin üstünlüğünü ifade etmez. Bu makamda söylenecek çok söz vardır. İşin doğrusunu ise Yüce Allah bilir.
Evet kıymetliler, şimdi bir de sahabenin en üstünü kimdir, bu konuda da bazı bilgiler vermeye çalışalım. Ebû Mansur el-Bağdadî şöyle diyor, Şafiîlerin büyüklerinden: “Ehl-i sünnet ve’l-cemaat âlimleri sahabenin en üstününün Hz. Ebû Bekir, sonra Hz. Ömer, sonra Hz. Osman ve Hz. Ali, daha sonra da aşere-i mübeşşereden geride kalanlar, sonra Bedir Savaşına iştirak edenler, sonra Uhud Savaşından geri kalanlar, sonra Hudeybiye’de Bey’at’ür-Rıdvan’da bulunanlar olduğunda ittifak etmişlerdir”. İşte burada bazıları bazı ihtilaflar ortaya sürmüşlerse de bu konuda ittifak edildiği ortadadır. Hz. Ali’yle Hz. Osman arasında bir üstünlük üzerinde ihtilaf edenler olmuşlardır. “On kişi cennettedir. Bunlar da Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Zübeyr, Talha, Abdurrahman, Ebû Ubeyde, Sa’d bin Ebi Vakkas ve Sait bin Zeyyid’dir”. Bu hadis-i şerifi Tirmîzî rivayet etmiştir.
Dakika 10:03
Bunlar aşere-i mübeşşeredir. Hz. Fatma’nın da cennetlik kadınların en büyüğü, Hasan ile Hüseyin ise cennet gençlerinin büyükleri olduğu hususunda rivayetler gelmiştir. Bedir Savaşına iştirak edenlerin sayısı üç yüz on küsürdür. İbn-i Mâce, Rafi bin Hadic’den (radiyallahu anh) rivayet ettiğine göre Cebrail Aleyhisselam yahut bir melek Hz. Peygambere (sallallahu aleyhi ve sellem) gelerek “Bedir’de hazır olanları ne sayıyorsunuz?” diye sordu. Hz. Peygamber de: “Onlar bizim hayırlılarımızdır” buyurdu. Melek buna karşılık “Bize göre onlar meleklerin de hayırlılarıdır.” cevabını verdi. Ebû Davud’un rivayet ettiği ve Tirmîzî’nin sahih dediği bir hadis-i şerifte Sevgili Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdu: “Ağaç altında biat edenlerden hiçbiri cehennem ateşine girmeyecektir”. Bunu da Sahih-i Müslim rivayet etmiştir. Netice itibariyle muhacir ve ensardan ilk iman edenler diğerlerinden daha faziletlidirler. Şimdi Hadis Suresinin 10. ayet-i kerimesinde de Yüce Rabbimiz şöyle buyurdu:
وَمَا لَكُمْ أَلَّا تُنفِقُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلِلَّهِ مِيرَاثُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَا يَسْتَوِي مِنكُم مَّنْ أَنفَقَ مِن قَبْلِ الْفَتْحِ وَقَاتَلَ أُوْلَئِكَ أَعْظَمُ دَرَجَةً مِّنَ الَّذِينَ أَنفَقُوا مِن بَعْدُ وَقَاتَلُوا وَكُلًّا وَعَدَ اللَّهُ الْحُسْنَى وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ
“Fetihten önce malını Allah yolunda harcayıp Allah yolunda savaşan kimseyle bunun yapmayanlar bir değildir. Onlar, fetihten sonra malını harcayıp Allah yolunda savaşanlardan derece bakımından daha üstündürler”. İşte Yüce Rabbimizin kelamından bunları anlıyoruz. Sevgili efendiler yine tâbiûnun diğerlerine üstün tutulmasıdır. Çünkü ashaptan sonra tâbiûn üstün zat-ı muhteremlerdir. İnanç esaslarına ilave edilen hususlardan biri de tâbiûnun diğerlerine üstün tutulmasıdır. Çünkü Sahabe Devrinden sonra Tâbiûn Devri başlamıştır. Muslim, Ömer bin Hattab’tan rivayet edilen şu hadis-i şerifi rivayet etmektedir. Hz. Ömer (radiyallahu anhü) şöyle buyurdu: “Resulullahın (sallellahu aleyhi vesellem) şöyle buyurduğunu işittim: “İnna hayra tâbiîne raculun yukalu lehu uveysun-Tâbiûnun en hayırlısı Üveys denilen kişidir”. Hulasa, tâbiûn, sahabeden sonra bu ümmetin en üstün kişileridir. “Hayrul-kurûnî karnî sümmellezîne yelûnehüm.-Nesillerin en hayırlısı benim yaşadığım asırdakilerdir, buyurdu Peygamberimiz. Ondan sonra bu asrı takip edenler, ondan sonra bunları takip edenlerdir, buyurdu Hz. Peygamber. Bu da Mesabîh’te geçmektedir, bu hadis-i şerif.
Dakika 10:10
Müctehidlerin üstünü. Kıymetliler, bizler ise İmâm-ı Âzam’ın müctehid imamların en üstünü olduğuna, fakihlerin en mükemmeli bulunduğuna inanırız. Ondan sonra İmam-ı Mâlik’tir. Çünkü İmam-ı Mâlik, etbâut-tûbiîndendir. Ondan sonra İmam Şafiî gelir. Çünkü İmam-ı Şafiî, İmam-ı Mâlik’in talebesidir. Belki İmam-ı Muhammed’in de talebesidir. Sonra İmam-ı Ahmet bin Hanbel’dir. Ahmet bin Hanbel de İmam-ı Şafiî’nin talebesi gibidir. Şimdi zaten 14 asırlık parlayan yıldızlar kendini göstermişlerdir. İmâm-ı Âzam sürekli parlayarak gelmiş ilim yıldızı olarak. Ve diğer müçtehidlerimiz de bu şekilde parlayarak gelmektedirler.
Bir de kadınların üstünü. İnanç esaslarına ilave edilen hususlardan biri de kadınların üstün kılınması hususudur. Tirmîzî rivayet ettiği ve sahih dediği bir hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: “Bu dünyadaki kadınlardan sana İmran kızı Meryem, Huveylid kızı Hz. Hatice, Muhammed’in (aleyhissalatu vesselam) kızı Fatma-tüz-Zehra ve Firavun’un karısı Asiye yeter”. Buhari, Müslim’de Hz. Ali’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Efendimiz (aleyhisselatu vesellam) şöyle buyurdular: “Asrındaki kadınların en hayırlısı Meryem bint-i İmran, Hatice bint-i Hüveylid’dir”. Yani Haticetul Kübra (radiyallahu anha) Hatice annemizi kastediyor. Bu haberler Tirmîzî ve Müslim’de rivayet edilmişlerdir. Yine “Asrındaki kadınların en hayırlısı Meryem bint-i İmran ve Fatma tüz Zehra’dır (radiyallahu anha)” diye başka bir haber daha bulunmaktadır. “Yaşadığı devrin kadınlarının en hayırlısı Meryem, yine yaşadığı devrin kadınların en hayırlısı Fatma’dır”. Nesâî’nin rivayetinde ise “Fatma-tüz-Zehra (radiyallahu anha ve anhünne) cennet ehlinin kadınların efendisidir.” şeklinde rivayet edilmiştir. “Fatma, Meryem bint-i İmran’dan sonra, Fatma-tüz-Zehra (radiyallahu anha) Meryem bint-i İmran’dan sonra bütün âlemlerdeki kadınların en büyüğüdür.” diye de bir haber vardır. Bu da Haris bin Üsame, Müsned’de geçmektedir. Bazıları Fatma-tüz-Zehra’nın peygamberliğine hükmedecek kadar da ileri de gitmişlerdir. İmâm-ı Âzam, İmam-ı Beyzavî ve diğer âlimler Hz. Fatma’nın peygamber olmadığında icma bulunduğunu söylemişlerdir. Yine Hz. Hatice büyüklük dolaysıyla değil analığı dolayısıyla Fatma üzerine üstün kılınmıştır.
Dakika 20:02
Yine bir haber de İbni Davud’dan. Bunlardan hangisinin daha üstün olduğu sorulunca Hz. Fatma, cevabını verdi. Yine Sübkî’ye de aynı soru sorulunca efendim “Bizim tercih ettiğimiz ve inandığımız husus Hz. Muhammed’in kızı Fatma’nın en üstün olduğudur” demiştir. “Ondan sonra Hz. Hatice sonra Hz. Ayşe’dir” cevabını verdi. İbn-i Ammâd yine Hz. Hatice’nin Hz. Fatma’dan daha üstün olduğunu doğrulamıştır. Bunların arasındaki sıralamayı bakın yapmakta. Çünkü hepsi üstün şahsiyetler bunlar. İslâm âleminin en üstün kadınları olarak önde gelenleridir. Hepsi kıymetlidirler. Yine bakın bir haberde: “Hayır, vallahi Allah bana Hatice’den daha hayırlısını vermemiştir. Çünkü insanlar beni yalanladığı zaman o bana iman etti. İnsanlar bana vermediği zaman o malını bana verdi”. Hz. Peygamberin (aleyhisselatu vesellam) Hz. Ayşe Annemiz için bakın ne diyor: “Cebrail Aleyhisselam tarafından selam getirmesi” Hz. Ayşe’ye, bakın “Hz. Hatice’ye ise Cebrail Aleyhisselamın Allah tarafından selam getirmesi de Hz. Hatice’nin üstünlüğünü takviye eder”. Bakın hem Ayşe Annemize hem de Hatice Annemize selam gelmektedir Cebrail Aleyhisselam tarafından, Cenab-ı Haktan geliyor. Yine bu da Hz. Hatice’nin üstünlüğünü göstermektedir. Yine “Meryem, İsa Aleyhisselamın annesi Meryem Annemiz, Firavun’un karısı Asiye Annemiz ve Meryem Annemiz kemâl derecesine ulaşmıştır. Hz. Ayşe’nin diğer kadınlara üstünlüğü tirit yemeğinin diğer yemekler üzerine üstünlüğü gibidir”. Bu hadis-i şerifi Suyûti, En-Nikâye adlı kitapta zikretmiştir. Bu hadis-i şerifin sözleri Ahmet bin Hanbel, Buhari, Müslim, Tirmîzî ve İbn-i Mâce’nin Ebû Musa’dan rivayet ettiklerine göre el-Câmius-Sağîr’de şu şekilde bulunmaktadır: “Kadınlardan ancak Firavun’un karısı Asiye, İmran’ın kızı Meryem kemâl bulmuştur. Hz. Ayşe’nin diğer kadınlara göre üstünlüğü tirit yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir”. Kim söylüyor bunu? Hz. Muhammed (aleyhisselatu vesellam) söylüyor. Ve bunun kaynağında Buhari, Müslim ve diğerleri bulunmaktadır ve sahih bir kaynaktan geliyor. Bir öncekinin kaynağını bulmakta güçlük çekenler şimdi bu hadis-i şerife hiçbir şey deme şansları yoktur.
Ders 24:35 25.07
Kıymetli efendiler, Hz. Ayşe’nin tek tek bütün kadınlardan daha üstün olduğunu ifade etmekte açıktır. Hz. Ayşe’nin üstünlüğü nereden geliyor? İlim ve amel yönünden. Hz. Ayşe, allam-i cihan annelerimizden birisidir. Ve ashab-ı güzinin fakihleri çoktur. Onlardan biri de fakihe olarak, fıkıh âlimi olarak Hz. Ayşe’dir. Hele kadınlarla ilgili, kadınların gizli halleriyle ilgili birçok bilgiler Hz. Ayşe’nin ilmi deryasından faydalanmıştır. Dünya âlimlerinin rivayetleri oradan gelmektedir. Çünkü genç yaşında çok hadis-i şerif, Peygamberden çok bilgi almıştır. Bu tartışmasız Ayşe Annemiz allam-i cihan bir kadındır. Muhammedi okulda okumuştur genç yaşında. Taberânî’nin rivayet ettiği gibi Ümm-i Seleme’den şu hadis-i şerif rivayet edilmiştir. “Ümm-i Seleme şöyle diyor: Dedim ki, Ya Resûlullah, dünya kadınları mı üstündür mü yoksa cennetteki huriler mi? Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Yüzün astar üzerine üstünlüğü gibi dünya kadınları hurilerden daha üstündür”. “Ya Resûlullah bu ne sebebi iledir, diye sorunca “Namaz kıldıkları, oruç tuttukları ve Allah-u Teâlâ’ya ibadet ettikleri içindir.” diye buyurdu. Huriler özel olarak cennet için yaratılmışlar ama dünya kadınları Allah-u Teâlâ’ya iman ve ibadetle cennete gitmektedirler. Onun için huriler orada dünyadan giden cennetlik kadınlara hizmet edeceklerdir. Bunun için Peygamberimiz dünyadan giden kadınların daha üstün olduğunu buyurmuşlardır.
Sahabe çocuklarının üstünlüğü de ortadır. Çünkü sahabe çocukları da sahabeden gelen üstünlük nedeniyle bu üstünlük vardır. Fatma’nın (radiyallahu anha) evladı bu hükümden hariçtir. Zira onun evladı Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman’ın çocuklarından daha üstündür. Çünkü bunlar Hz. Resûlullaha (sallallahu aleyhi ve sellem) yakındırlar ve Allah Teâlâ’nın kendilerinden günahları sıyırdığı tertemiz bir nesildir. Kifaye kitabında böyle yazılmıştır. Sahabenin bütün çocukları üstündür ama sıralamada Peygamberimizin nesli tabii önde gelmektedir. O da Fatma Annemizin çocuklarıdır.
Hiçbir veli peygamber derecesine ulaşamaz. Bunu da inanç esaslarına ilave edilen hususlarından bir diğeri de budur. Yani hiçbir evliya, hiçbir veli peygamber derecesine ulaşamaz. Yükselir yükselir ama peygamber olamaz. Hiçbir veli, evliya peygamber derecesine ulaşamaz. Çünkü peygamberler günah işlemekten korunmuşlar, son nefeslerinde imanın yok olma korkusundan da emindirler. Bunlar masum olarak. Peygamberlerde ismet sıfatı vardır. Vahiyle ikram edilmişlerdir. Keza melekleri görmekle ikram edilmişlerdir. Dine ait hükümleri tebliğ etmekle emredilmişlerdir. İnsanlık âlemini doğru yola sevk etmekle vazifelidirler. Kerramiye taifesi, oradaki bazı kişilerden nakledildiği üzere bir velinin peygamberden üstün olmasının caiz olduğu yolunda inanç küfürdür, sapıklıktır, ilhaddır, cehalettir.
Dakika 30:05
Şimdi onun için evliyacıların buna da çok dikkat etmeleri gerekmektedir. Evliyalarımız çok kıymetli şahsiyetlerdir ama (kaddesallahu esrarahum) hiçbiri peygamber değildir. “Bir âlimin abidden üstünlüğü benim sizden en düşük mertebede olan üzerine üstünlüğüm gibidir”. Âlimler çok üstün kişilerdir. Taberânî bunu ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir ve diğerleri de. Bunu Peygamberimiz söylemiştir. “Fazlül âlimi alel abidi tevazli ala etnaküm” buyurdu Sevgili Peygamberimiz. Âlimler çok üstün kişilerdir ama hiçbir âlim peygamber değildir, peygamber olamaz. “Bir âlimin abidden üstünlüğü benim sizden en düşük mertebede olan üzerine üstünlüğüm gibidir” buyurdu Peygamberimiz. Veliliğin Allah Teâlâ’yı ve sıfatlarını bilmekten, Allah’a yakın olmaktan ve Allah katında keramete ermekten ibaret olduğu; peygamberliğin ise kul ile Allah arasında bir elçilikten ve hükümlerini tebliğ etmekten, kulun faydasına taalluk eden hizmetleri yapmaktan ibaret kabul ederek velilik makamının daha üstün olduğunu söylemişlerdir fakat bu görüşü savunanlar aynı zamanda gaibin şahide, haliki mahluka kıyas etmişler ve veliyi padişahın meclisinde oturan kişiye, peygamberi ise padişahın vezirine benzetmişlerdir ki bu görüş yanlıştır. Halbuki onlar cem-ül cem makamının peygamberlerde toplandığını ve bütün evliya ve asfiyanın peygambere uyması gerektiğini hesaba katmadılar. Cem-ül cem makamı, çokluğun onları vahdetten men etmemesi, vahdetin de onları kesretten menetmemesidir. Yani peygamberler vahdette kesret, kesrette vahdetten uzak kalmazlar. Hem Allah ile beraber bulunurlar hem de halk ile birlikte olup onların maslahatlarını görürler. Bu makam, bütün evliyanın makamı olan sırf vahdet makamından daha üstündür.
İşte kıymetliler, sofilerden bazısının velilik makamının peygamberlik makamından daha üstün olduğu yolundaki sözlerinin manası peygamberin veliliği onun peygamberliğinden üstündür. Peygamberin veliliği onun peygamberliğinden üstündür. Bazı sofilerin de “Veliliğin başlangıcı peygamberliğin sonudur.” sözlerinin manası velilik sahibinin peygamber tarafından kararlaştırılan bütün hükümleri yerine getirdikten sonra ancak gerçekleşir, demektir. Çünkü veli, manevi lezzetlere devam eden ve bir günah irtikap etmeyen kişidir. Emirleri tutmak ve yasaklardan kaçınmak üzere devam ettiği müddetçe her ne kadar lügat manası bakımından her mümin için veli denebiliyorsa da örfte böyle bir mümine veli adı verilmez. Kıymetliler, Şanlı Kur’an’da Cenab-ı Hak müminlerin velisi olduğunu kendisi söylemektedir.
Dakika 35:02
Hiç kimse peygamber olamaz, peygamberlik derecesine çıkamaz. Evliyalarımız, âlimlerimiz çok kıymetli şahsiyetlerdir ama peygamber değillerdir, peygamber olamazlar.
Şimdi, kuldan hiçbir suretle teklifler düşmez. Kul akıllı ve ergin olduğu müddetçe Allah Teâlâ’nın yasakları ve emirleri onun sorumluğundan düşmez, ta ölünceye kadar. Herkes görevini yapmakla mükelleftir, akıllı olduğu müddetçe. Aklı yok olursa o zaman durum değişir. Cenab-ı Hak ne diyor:
“Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyekel yakîn-Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et”. “Yakin” burada ittifakla “ölüm” anlamındadır. Böyle demişlerdir âlimlerimiz. İbahiciyelerden bir kısmı, bir kul son derece Allah’a muhabbet makamına erişip kalbi gafletten temizlenirse ve imanı küfür ve küfran üzerine tercih ederse emir ve yasak sorumluluklarının kendisi üzerinden düşeceğine ve bundan sonra büyük günahlar kazandığından dolayı Allah-u Teâlâ’nın bu kimseyi cehennem ateşine sokmayacağı görüşünü kabul etmişler. Kim? İbahiciyeler. Bu sakat bir görüştür ve yanlıştır. Bu kısmı da böyle bir kimseden namaz, oruç gibi zahiri ibadetlerin sorumluğunun düşeceğini ve bu kimsenin ibadetlerinin düşünme ve iç dünyası bakımından ahlakını düzeltmek olacağını söylemişlerdir. Bu inanç nedir biliyor musunuz? Küfürdür. Bunu böyle kabul edenler dinden, imandan çıkmışlardır. Çünkü ayete aykırıdır onların bu görüşleri. Bunlar hem küfürdür hem zındıklıktır hem sapıklıktır, cehalettir. Büyüklerimiz, büyük âlimlerimiz bu konuda (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmain) bu gibi kimselerin cezası ağırdır, demişlerdir. Hatta “Yüz kafiri öldürmekten böyle bir sapığın cezasını vermek, hakkından gelmek daha iyidir.” diyen Gazali gibi âlimlerimiz bulunmaktadır. Allah tüm âlimlerimize rahmet eylesin. Bütün sapıkların, zındıkların insanlığı küfre teşvik eden, imanını mahvetmeye çalışan tüm sapıkların şerlerinden, ehl-i bid’atın şerhinden Allah emin eylesin. “Allah-u Teâlâ bir kulu sevdiği zaman ona günah zarar vermez”. Şimdi böyle bir haber rivayet edilmiştir. Bunun manası Allah Teâlâ onu günah işlemekten korur anlamı vardır. Tövbe etmeye muvaffak kılar. Allah kime buğz ederse ona taat fayda vermez. Doğru anlamak gerekiyor bunları da. Kaynağı bulunsa, bulunduğu takdirde bile kaynağa olanları da bulamadıklarını da doğru anlamak gerekiyor. Bazı süflilerden şu görüş nakledilmiştir: efendim, Salih mertebesindeki kul, marifet makamına ulaştığı zaman ondan ibadet sorumluğu kalkar. Sofilerden bazı araştırıcılar bu sözü şöyle tevil etmişlerdir: “Teklif” sözü “külfet” sözünden alınmıştır. Külfet zorluk manasınadır. Arif olan kişiden çıkan ibadet külfetsiz olur, diye anlamışlardır.
Dakika 40:05
Yani bir zorluk ve meşakkat olmadan Allah Teâlâ’ya ibadet eder. Çünkü o her tarafı sevgiyle doludur ve Allah korkusuyla, ümitle, korkuyla ona ibadet eder. Velilerin onun için ibadetleri zevk doludur. Belki ibadetlerinden dolayı lezzet alırlar. Kalbi taatla genişlik duyar, şevki artar, ilmi artıkça sevinci de artar. Bu sebeple bazı âlimler dünya ahiretten daha üstündür, demişlerdir. Çünkü dünya hizmet evidir, ahiret ise nimet evidir. Hizmet makamı nimet makamından daha iyidir, demişlerdir. Bunlar ibadetin zevkini alan babayiğitlerdir. İşte kıymetliler, Hz. Ali’nin de şöyle dediği rivayet edilmiştir (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn): “Mescide girmek yahut cennete girmek hususunda serbest bırakılsam mescide girmeye tercih ederim. Çünkü mescide girmek Allah’ın hakkıdır. Cenneti girmek ise nefsin hazzıdır. Bu sebeple bazı veliler ahirette Allah’a kavuşmak mutluluğu bulunduğu halde dünyada uzun zaman kalmayı ölmeye tercih etmişlerdir. Hülasa terakki etmek, devamlı yükselmek duraklamaktan daha hayırlıdır. Dünya, eğer Allah yolunda cihat etmeye, ibadete, hayırda yarışmaya devam edersen dünya senin için hayırlıdır çünkü derecen yükselmeye devam eder. Bu da dünyada Allah yolunda olanların muradıdır. Yoksa günah üstüne günah kazananların, imanda imanı tehlikede olanların, Allah’a isyan edenlerin dünyada yaşamaları onları bir şey kazandırmaz. Günahlarının cezalarını arttırır.
Naslar zahiri manalarına alınır. Yine inanç esaslarına ilaveten bakan bir de şudur: Kitap ve sünnete ait naslar, yani Kur’an-ı Kerim’de ve Peygamberimizin hadis-i şeriflerinde, bu naslar müteşabih kabilinden olmadıkça zahiri manasına alınır. Bu hususta selef âlimleriyle sonradan gelen âlimler arasında tevilin caiz olup olmaması noktasında meşhur ihtilaf vardır. Nasların zahiri manalarından mülhitlerin (imansız), Bâtınilerle zındıkların iddia ettikleri manalara dönmek ise zındıklıktır. Bazı sufilerin kabul ettikleri şu görüş ise böyle değildir. Bu görüş de şudur: Naslar ibarelerinin zahiri üzerindedir. Ancak bu naslarda bazı işaretler vardır ki bu işaretleri imanın kemâli ve irfan mertebesinin güzelliklerindendir. Nitekim bu görüşte olan kıymetli âlimlerimiz vardır. İmam-ı Gazali de onlardandır. “Melekler içinde köpek bulunan eve girmezler”. Şimdi bu hadis-i şerifi Buhârî, Tirmîzî rivayet etmişlerdir. Bu hadisten sıfat-ı sebiyyenin yerleştiği bir kalbe Allah’ın rahmetinin girmeyeceği manasına işaret çıkarmıştır. Bakın, sıfat-ı sebiyyenin yerleştiği bir kalbe Allah’ın rahmetinin girmeyeceği manasına işaret çıkarmıştır. Kim? İmam-ı Gazali (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn).
Dakika 45:05
Allah-u Teâlâ’yı görmek hakkındaki ihtilaflar. Çoğunluk mümkün ve sabit olduğunu ispat etmişlerdir. Yüce Allah’ı görmek mümkündür ve çoğunluk bunun mümkün olduğunu söylemiş, sabit olduğunu da ispat etmişler. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Efendimize de tahsis etmişlerdir. Selef ve halef âlimleriyle Allah’ın veli kulları ihtilaf halindedir. Doğrusu Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) miraçta Allah-u Teâlâ’yı baş gözüyle değil kalp gözüyle görmüştür. Akaid Şerhi’nde ve diğer kitaplarda bu şekilde yazılmıştır.
Ben Allah’ı dünyada baş gözüyle görüyorum, diyen mümin eğer bununla Allah’ı rüyada gördüğünü kastediyorsa bunun cevazında da ilim adamlar arasında meşhur ihtilaflar vardır. Uyanıklık halini kastediyorsa ve bu sözünden muzaf kelimesinin hazf edildiğini murat ederek Allah Teâlâ’nın sıfatlarının nurlarını, yaratıklarının eserlerinin gördüğünü kastediyorsa bu şüphesiz caizdir. Nitekim bazı sofilerden “Hiçbir şey yoktur ki o şeyde, o şeyle beraber, o şeyden önce yahut o şeyden sonra Allah’ı görmüş olmayayım.” dediği rivayet edilmiştir. Fakat bu manayı tevil etmeden bizzat kendisi için kastederse bu inanç bozuk bir itikattır. İnsanları doğru yoldan uzaklaştırıcı sapık bir düşüncedir.
Kıymetli efendiler, yine bazı eserlerde bu iddiada bulunan kişiye inanmamak gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir. Efendim “et-Taarruf Fit-Tasavvuf” adlı kitap tasavvuf konusunda benzeri yazılmamış bir kitaptır. Tasavvufçular bu konuda kitap ve bazı risaleler de yazmışlardır. Ebû’Saîd el-Harraz, Cüneyd-i Bağdadî bunlardandır. Bu âlimler kitap ve risalelerinde bu sözü söyleyen kişinin melik ve müteal olan Allah’ı tanıyamadığını açıklamışlardır. Şeyh Alâuddîn el-Konevî de bu hususta onu tevil etmek mümkün olur. “Bir kimseden böyle bir davanın çıktığı sahih olursa onu tevil etmek mümkün olur” demiştir. “Onu daima gözü önüne getirirse o şey önünde bulunuyor gibi olur”. İhsan hadisi de bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Bu hadis-i şerifte ihsan, Allah’ı görür gibi ona ibadet etmendir. Abdullah bin Ömer’in de sözü de yine bu görüşü kuvvetlendirir. İbn-i Ömer şöyle demiştir: “Biz tavaf ederken Allah’ı görürdük”. Avârif ul Maârif adlı kitabın sahibi A’lâm’ul Huda ve Akîdetü Erbab’it-Tükâ adlı kitabında şöyle diyor: “Bu dünyada Allah’ı ayan beyan görmek mümkün değildir. Çünkü bu dünya fanidir. Ahiret ise bakidir. Kalbim Rabbimi gördü” demiştir. Şimdi bakın “Kalbim Rabbimi gördü”.
Dakika 50:25
Hülasa, ehl-i sünnet âlimleri hiç kimsenin Allah Teâlâ’yı bu dünyada aynen baş gözüyle göremeyeceğinde ittifak etmişlerdir. Fakat aralarında bu konuda bir çekişme de yoktur. Ancak Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) miraca teşrif edince Allah-u Teâlâ’yı baş gözüyle görüp görmediği hususunda sadece ihtilaf edilmiştir.
Sonra “Allah’ı görüyorum” diyen kişi eğer bu sözüyle yukarıda geçen tevili kabul ederse ne güzel. Eğer kabul etmez de sözünde ısrar ederse ve nakli delile rağmen akli düşüncesinden vazgeçmezse bunu azarlamak ve teşhir etmek gerekir. Allah’ın büyüklüğüne yakışmayan hususları ona nisbet ederek Allah-u Teâlâ’ya iftirada bulunacak, bu ise en büyük günahtır. Belki bazı âlimler Hz. Peygambere yalan isnat etmeyi de küfür saymışlardır.
Allah’a yalan ve iftira eden daha zalim kim vardır? Allah’a yalan ve iftira edenden daha zalim kim vardır? Yahut karşılıklı yön ve mesafe, şekil ve mekân isnat etmeye şamil olacak şekilde muayyen bir iddiada bulunan kimseden daha zalimi kim vardır? Daha zalimi var mıdır? Bunları iddia eden mutlaka, Allah muhafaza buyursun, kafir olur. Onun için Yüce Allah-u Teâlâ’yı şanına yakışan sıfatlarla biz tavsif ederiz, noksan sıfatlardan tenzih ederiz.
وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ تَرَى الَّذِينَ كَذَبُواْ عَلَى اللَّهِ وُجُوهُهُم مُّسْوَدَّةٌ أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِّلْمُتَكَبِّرِينَ
“Kıyamet gününde Allah’ı yalanlayanların yüzlerinin kararmış olduğunu görürsün”. Bu da Zumer Suresinin 60. ayet-i kerimesi.
Kıymetli efendiler, Küvvaşî, Necm Suresinin tefsirinde şöyle diyor: “Sevgili Peygamberden (aleyhissalatu vesselam) başkası için Allah’ı dünya gözüyle görmenin caiz olduğuna inanan kimse Müslüman değildir”. Yani dünyada baş gözüyle insanlar Allah’ı göremez. “Gördüm” diyorsa Müslüman değildir, diyor. Küvvaşî, Necm Suresinin tefsirinde böyle diyor. Ama kalp gözüyle Allah-u Teâlâ’nın dilediği şekil insanlar Cenab-ı Hakkın dilediği kadarını görür. Bu da Rabbin lütfuna bağlıdır. O da kalp gözüyle olandır. Erdebîli ise kitabı olan El Envâr’da şöyle diyor: “Bir kimse, eğer dünyada ben Allah’ı gözümle görüyorum yahut Allah benimle şifahen konuşuyor, derse muhakkak kâfir olur”. Efendim küfrüne hükmetmek hem güç hem de tehlikeli bir iştir. Çünkü kolay kolay kimseye kafir denmez. Ama öyle bir tehlikenin içine kimse girmelidir.
Evet kıymetliler, dersimiz Fıkh-ı Ekber’in keşif notlarıyla devam ediyor. Bir de Yüce Allah’ı rüyada görmek meselesi ki inanç esaslarına bina edilenlerinden birisi de Allah-u Teâlâ’yı rüyada görmek.
Dakika 55:05
Çoğunluk keyfiyetsiz, yönsüz ve şekilsiz olarak Allah’ı rüyada görmenin caiz olduğuna hükmetmişlerdir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe ’nin (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmain) “Rüyada doksan dokuz kere Allah’ı gördüm” dediği rivayet edilmiştir. Sonra bir kere daha görmüştür. Böylece yüzü tamamlamıştır. Bunun hikayesi çok uzundur. Bu makama sığmaz. İmam-ı Ahmet bin Hanbel’in de “Rabbimi rüyada gördüm ve Ya Rabbi! Sana yaklaşanlar neyle yaklaşır? diye sordum. Benim kelâmım ile (yani Kur’an-ı Kerim ile) ya Ahmed! buyurdu. Anlayarak mı anlamayarak mı? diye tekrar sordum. “Anlasa da anlamasa da”. İmanlı ve ihlaslı kullar okudukları müddetçe. Şimdi tabii anlayarak, ihlas ile onu dinleyerek ve yine onu bu şekil okuyarak olması faziletin önünde gelenlerindendir. Bu şekilde rivayet edilmiştir. Hz. Peygamberden de “Rüyada Rabbimi gördüm.” dediği rivayet edilmiştir. Şimdi seleften birçok kişiden de bu makamda bu tarzda sözler nakledilmiştir. Evet kıymetliler, rüya hayalin tasarrufudur.
Bunun için öldürülen eceli ile ölür. Şimdi inanç esaslarına dahil olanlarından biri de her öldürülen eceli ile ölür. Ecelsiz kimse ölmez. Şimdi inşallah dersimiz burayla devam edecektir. Yüce Allah, imanı kâmil ve daim, tüm amelleri salih olan kullarından eylesin.
Dakika 57:44