fıkhı-ekber-ders-27-01

27- Ders 27 Fıkhı Ekber hayat veren hayatveren

In this video

FIKH-I EKBER DERS 27

Kâfirlerin Duaları Kabul Değildir

Euzü bi kelimatillaha’t-tammati minşerrime hâlâk ve zerze ve berae’’

Çok kıymetli ve muhterem izleyenler, Fıkh-ı Ekber’den keşif notlarıyla dersimiz devam ediyor. Hayatverennurun keşif notları ve irşad notları. Fıkh-ı Ekber ise imanın ilminden, onun delillerinden bahseden ebedi ölümsüzlüğün kaynağı makbul bir imandır. O da İslâm imanıdır. Onun için izleyenler, kıymetli ve muhterem efendiler, Fıkh-ı Ekber’in keşif notları devam etmektedir. Bunlardan konumuzun birisi de:

لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّ وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ لاَ يَسْتَجِيبُونَ لَهُم بِشَيْءٍ إِلاَّ كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ إِلَى الْمَاء لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِهِ وَمَا دُعَاء الْكَافِرِينَ إِلاَّ فِي ضَلاَلٍ

buyurdu Yüce Rabbimiz. Ra’d Suresi 14. ayet-i kerimede. Yine iman esaslarına bina edilen konulardan biri de inkârcıların duaları kabul değildir konusudur. Çünkü Cenab-ı Hak bu ayet-i kerimede “Kafirlerin duası” diyor “ancak delalettedir, boşunadır”. Yani onların duaları kabul değildir, buyuruyor. İblisin duası bakın dünyada kabul edilmiş. “İnne davete davetel mazlumi. Tüstecabu ve inkane kâfiran.- Kâfir de olsa mazlumun duası kabul edilir”. Efendim Ahmet bin Hanbel’in rivayet ettiği bir haberde. Fakat bunlar tabii asli olanlar, gerçekleri değiştirmeyen, gerçeklerin yanında bulunan, hikmete dayanan haberler istisnaidir. Yine Lokman Suresinin 32. ayet-i kerimesinde “Bir fırtına çıkacak, her taraftan dalgalar kendine doğru gelince Allah’ın dininde samimi olarak şöyle dua ederler. Yemin ederiz ki eğer bizi bundan kurtarırsan muhakkak şükreden kullarından olacağız. Gemiyi bindikleri zaman dini Allah’a tahsis ederek ona dua ederler. Onları karayı çıkarıp kurtardık mı hemen Allah’a ortak koşarlar”.

وَإِذَا غَشِيَهُم مَّوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُم مُّقْتَصِدٌ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ

İşte kıymetliler, inkârcıların ruh dünyaları böyledir. Fakat Cenab-ı Hak her şeyi takdiriyle yürütmektedir. Fakat kâfirlerin duası kabul değildir. Bir an için istedikleri verilse bile bunlar sürekli onların istekleri verilmez. Yine İmâm-ı Âzam (rahmetullahi aleyh ve aleyhim ecmain) ondan gelen haberde bakın ne diyor: “Bir kimsenin senden falancanın hakkı için, beytul haramın hakkı için, Eş’ârî haramın hakkı için yahut nebiler ve resuller hakkı için istiyorum diyerek Allah’tan bir şey istemesi mekruhtur, doğru değildir” demiştir İmâm-ı Âzam.

Dakika 5:10

Zira hiç kimsenin Allah Teâlâ üzerinde bir hakkı yoktur. İmâm-ı Âzam ile İmam-ı Muhammed “Bir kimsenin Allah’ın arşının izzeti için senden isterim demesi de mekruh kabul edilmiştir.”, mekruhtur demişlerdir. İmam Ebû Yusuf’un bunu caiz görmüştür. Çünkü bu hususta hadis-i şerifler gelmiştir. Ben de derim ki yine hadiste, hadis-i şerifte şöyle gelmiştir. “Allah’ım! Senden isteyenlerin hakkı için ve sana doğru varan yollar hakkı için” şeklinde hadisler gelmiştir. Burada haktan maksat hürmet göstermektir. Yani İmâm-ı Âzam’ın dedikleri doğrudur. Hürmet anlamında olursa ne âlâ. Hak anlamında olursa kimsenin Allah’ta hakkı yoktur ki. Allah üzerinde kimsenin hakkı olamaz. Sen Allah’a hangi nimetin şükrünü ödedin ki ne haktan bahsediyorsun. Yahut rahmet, gereği olarak vaad ettiği haktır. Yani Allah’ın vaatleri vardır. Bu da onun lütfundan, kereminden, fazlından. Kendinin vaatleridir. Yoksa kimsenin Allah üzerinde hakkı olamaz.

Cinlerin kâfirleri için cehennem azabı vardır. Kıymetliler,

وَلَوْ شِئْنَا لَآتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدَاهَا وَلَكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنِّي لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

Bu ayet-i kerimede Rabbimiz bakın ne buyurdular: “Muhakkak cehennemi cinlerle ve insanlarla dolduracağım.” buyuruyor. (Secde Suresi 13. ayet).  “Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimse için iki cennet vardır. (Biri insanlara diğeri ise cinlere ait). O halde Rabbinizin hangi nimetlerini inkâr edersiniz?”

وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ جَنَّتَانِ

فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

“Sizi elim azaptan kurtarsın” buyuruyor.

يَا قَوْمَنَا أَجِيبُوا دَاعِيَ اللَّهِ وَآمِنُوا بِهِ يَغْفِرْ لَكُم مِّن ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُم مِّنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ

Taat ve ibadeti lezzet yapmıştır kıymetliler. Meleklerin bakın öyle bir lezzetleri vardır ki Allah-u Teâlâ dünyada onlara taat ve ibadeti lezzet yapmıştır. Ahirette de onların lezzetleri yine böyledir. Mümin, Müslümanlar bütün ibadetlerinden son derece zevk alırlar. Cennette, cennet ehli için zikir, şükür, çeşitli marifetler ve Allah’a yaklaşmalar sebebiyle hasıl olur ki Allah Teâlâ’ya yakınlığın sonu Allah’ı görmektir. Öyle ki bunun lezzeti yanında diğer bütün lezzetler unutulur. İşte bütün arzu “İlahî ente maksudî ve rizake matlubi” diye el-aman diye çırpınan velilerin, bütün müminlerin amacı Allah’ın rızası ve cemâli olmuştur, olmalıdır.

Şeytanların insanlar üzerinde tasarrufu konusunda bakın Yüce Rabbimiz ne buyurdular: (Bakara Suresi 268) Dakika 10:00

الشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُم بِالْفَحْشَاء وَاللّهُ يَعِدُكُم مَّغْفِرَةً مِّنْهُ وَفَضْلاً وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ

“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size kötülükleri emreder”.

إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّا إِنَّمَا يَدْعُو حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ أَصْحَابِ السَّعِيرِ

“Şüphesiz şeytan sizin düşmanınızdır. Onu düşman edinin. Çünkü o etrafında toplanan yardımcılarını ancak cehennem ehli olmaya çağırır.” (Fâtır Suresi 6. ayet). “Şüphesiz şeytan insanoğlunun kan dolaşımında dolaşır”. Şeytanların bizi göreceği fakat bizim onları görmeyeceğiz şekilde yaratılmalarının sebebi çirkin bir şekilde yaratıldıkları içindir. Melekler ise nurdan yaratılmışlardır. Eğer melekleri görseydik gözlerimiz onlara dikilir ve canlarımız orada dikilir kalırdı veya başka durum zuhur ederdi. “Cinleri de daha önce şiddetli ateşten yarattık”.

Kıymetliler, yine İslâm amentüsüne bina edenlerinden birisi de Allah-u Teâlâ’nın haber verdiği cennet ehline ait huriler, köşkler, nehirlerle; cehennem ehline ait olan zakkum, hamim, zincir, bukağı gibi şeylerin varlığı, gerçek olduğudur. Bâtıniler ise bu görüşe muhalefet ediyorlar. Nasların zahirinden dönerek Bâtınilerin iddia ettiği manayı almak ise küfür ve ilhaddır. Çünkü Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislerin komplesi zahiri manası öncelikle alınır. Kıymetliler, buradan da anlaşıldığına göre şeytanların müminler ve insanlar üzerinde bir saltanatı yoktur. Sadece vesvese verirler. Onun vesvesenin karşısına senin ilmin, irfanın, firaset nurların, tevhid nurların, şeriat bilgin şeytanın vesvesesini reddettiği zaman hiçbir tesiri kalmaz. Sende ilim, irfan, eğer şeriatın hak bilgileri sende yoksa şeytanın vesvesesine eğer kulak veriyor, onu dinleyip sözünü tutarsan o zaman aldatılmış olursun. Bu da şeytanın saltanatı değil onun seni aldatması, senin aldanmandır. Aldanmamak için birçok imkanlar vardır. Aldanmak için hiçbir sebep yoktur mümin için. Çünkü mümin Rabbisini, Kur’an’ı, Allah’ı, Peygamberi, kalbine gelen ilhamı şeriata uygun olup olmayan taraflarını düşünürsen şeytanlar seni kandıramaz, şeytanlar çarpamaz. Sen şeytanları çarparsın biiznillâhi teâlâ.

Eûzü billâhi mine’ş-şeytânirracîm min hefhihi ve nefsihi ve hemzihi‚. Bismillahillezi lâ yedurru maasmihi şeyün fil erdi velâ fissemâi ve hüvessemiulalim”.

(“Rabbi eûzü bike min hemezâti’ş- şeyâtıyni ve eûzü bike rabbî en yahdurun“)

Rabbine sığınmayı bil. Kalbine gelenlerin şeriata uygun olup olmadığına bak. İlham mıdır, vesvese midir, nefsin hevası mıdır, hevacisten midir, vesise midir, visvas mıdır yoksa ilham mıdır? Bunları mümin seçmeli, ayırt etmeli; haram yememeli, günah işlememelidir.

Dakika 15:00

Haram yiyen insanlar kalbe gelenin ilham mı vesvese mi olduğunu fark edemezler. Çünkü haram vücutta olduğu müddetçe nefis ve şeytan yardımlaşırlar.

Yine inanç esaslarımıza bina edilen amentüde bulunan bakın birisi de müctehid hata da isabet de edebilir. Müctehidler konusunda. Akli konularda gerekse şeriata ait asli ve feri konularda müctehidin hata da isabet de edebileceğidir. Eş’arilerle Mûtezile’den bir kısmı müctehidin kesin delil bulunmayan şeri ve feri meselelerde düşündüklerinin doğru olduğu görüşünü kabul etmişlerdir. Allah-u Teâlâ’nın (celle celaluhu) belli bir hükmü bulunmayan meselelerde hüküm müctehidin reyine göredir. Eğer onun hakkında nas yoksa)i şimdi müctehid isabet eder, doğru düşünür. Hüküm tayin edilmiştir fakat Allah tarafından bu hüküm üzerine bir delil açıklanmamıştır. Bu hükmü bulmak bir defineyi bulmak gibidir. Hüküm bellidir ve kesin delili de vardır. Hüküm bellidir fakat delili zannidir. İşte bu ihtimaller üzerinde ne yapılır? Müctehidler bütün ilmi kuvvetlerini harekete geçirirler. Hüküm belliyse ve bu hükme ait delil zanni ise müctehid bu delili bulur da ona göre hükmederse isabet eder. Eğer bulamazsa hataya düşer. Sebebi gizli ve kapalı olmasıdır. Yani delilin sebebi gizli ve kapalı olmasıdır. Müctehid mazur kabul edilmektedir. Çünkü o bütün gücüyle doğruyu aramaktadır. Doğruyu bulan müctehid için iki sevap, hataya düşen için ise bir sevap vardır, denmiştir. Kıymetliler, yine bir hadis-i şerifte haber böyle gelmiştir:

(فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ)

“Biz Süleyman’a (doğru olan hükmü) bildirdik”. Bakın, Davud Aleyhisselamla Süleyman Aleyhisselam farklı hükümlerde bulunmuşlardı. Bir koyun sürüsü bir tarlanın ekinini harap etmişti. Davud ve Süleyman zamanında (aleyhimüsselam). Durum Davud Aleyhisselama intikal edince koyunların tarla sahibine, tarlanın da koyun sahibine verilmesine böylece ödeşmelerine hükmetti. Kim? Davud Aleyhisselam. Süleyman Aleyhisselam ise koyunların tarla sahibine muvakkaten verilmesini, gelecek sene tarla eski haline gelinceye kadar tarla sahibinin koyunlardan faydalanmasını, tarlanın da koyun sahibinin elinde kalmasına ve mahsul eski haline gelince birbirlerine mallarını iade etmelerine, böylece mahsul sahibine yapılmış olan zararın ödenmesine hükmetti. Kim? Bu emri de veren Süleyman Aleyhisselam. Bu onların şeriatında böyle idi.

Dakika 20:00

Bizim şeriatımızda ise Ebû Hanîfe ve ashabına göre ister gece olsun ister gündüz olsun bir şey ödemek gerekmez. Ancak hayvanların bekçisi varsa o zaman koyun sahibinin ekin zararını ödemesi gerekir. İşte görüyorsunuz burada Davud, Süleyman ve İmâm-ı Âzam o şeriatta öyle hükümler verirken İmâm-ı Âzam bu günkü durumda bakın böyle fetva vermiştir, içtihatta bulunmuştur. “Onların her ikisine de hükmü ve ilmi bildirdik”. Bakın, Davud Aleyhisselama da Süleyman Aleyhisselama da bakın hükümler böyle bildiriliyor. (Enbiya Suresi ayet 79). Fakat fetva, Süleyman’ın verdiği fetvaya göre Süleyman’ın içtihadına göre hüküm veriliyor. O günkü şeriat tabii bugün olsaydı İmâm-ı Âzam’ın verdiği hüküm uygulanırdı. Çünkü bugünkü şeriatla o günkü şeriat arasında da farklar bulunmaktadır.

Kıymetliler, bakın peygamberlerin mutlak içtihad etme yetkisi vardır. Vahiy gelirse ona göre hükmederler, gelmezse içtihat ederler. Hanefiler bu görüştedirler.

Çok kıymetli ve muhterem efendiler, iman artma ve eksilme kabul etmez. Şimdi iman, inanılacak esaslar bakımından böyledir. Yoksa kişinin tasdiki, yakini, amelleri kişiden kişiye fark eder. Ama inanılması lazım gelen hükümler bakımından iman artma ve eksilme kabul etmez. Çünkü imanın hakikati kesinlik ve iz’an derecesine ulaşan tarzda kalpten tasdik etmektir. Cumhura göre meşhur olan da budur. İmam-ı Ebû Hanîfe İmâm-ı Âzam’ın zikrettiği gibi ilk müminler önce toptan Allah tarafından gönderilen her şeye iman etmişlerdi. Sonradan farzlar indikçe, hükümler geldikçe her bir farzın hükmüne de teker teker iman etmişlerdir. Cihat ittifakla hactan önce farz kılınmıştır.

İman, inanılacak hususların artmasıyla artardı. Bu durum ise Hz. Peygamberin asrından başka zamanlar için düşünülemez. Din tamamlanmış, nimet tamamlanmış, inanılacak esaslar tastamam. Artık yeniden vahiy gelecek durumda değil, vahiy tamamlanmış. Onun için inanılacak esaslar bakımından herkes eşittir. Eksilme, azalma olma durumu yoktur. Zira iman, Hz. Peygamberin Allah tarafından getirdiği bütün hükümlere ve ayetlere iman etmekten ibaret olunca artık o hükümler tamam, tamamlanmış. Bu hükümlerin tamamına kim inanmış, tasdik etmiş, ikrar etmişse mümindir. İmanın daha fazla olması çünkü din tamamlanınca o dinin üzerine ek yapılmaz. Ziyade de yoktur, eksilme de yoktur. Daha mükemmel olmasına ise teslim olunmuştur. Eş’arilerden İmamü’l- Haremeyn ve büyük bir cemaat kabul ettiğini nakletmekle beraber bu düşünceyi hiç kimse kabul etmemiştir.

Dakika 25:08

Şimdi imanın nuru amellerin çokluğu sebebiyle artar, kötülükleri işlemek suretiyle de azalır. Demek ki imanı parlatan sevap, çok sevap işlediğin zaman iman parlar. Günah işlemeye devam edersen imanın nuru azalmaya başlar. Cüneyd’e “Arif kişi zina eder mi?” diye sorulunca şöyle cevap vermiştir:

وَكَانَ أَمْرُ اللَّهِ قَدَرًا مَّقْدُورًا

“Allah’ın işi kaderle takdir edilmiştir” diye cevap vermiştir. (Ahzap Suresi 38. ayet-i kerimede). İman kuvvet ve zaaf bakımından farklı olur, demişlerdir. Bu da inanılması gereken esaslar bakımından beri de ibadetin ihlasın ilmi, irfanı herkeste aynı olmadığındandır. Herkes âlim değildir. Herkes de yâkin efendim ibadetlerin kemâliyeti farzlara, vaciplere, sünnetlere bunlara gereği gibi fıkhı ölçülerine göre ihlasla yapıp yapmama konusunda insanlar farklıdır. “Haber görmek gibi değildir”. Zira ayan makamı, beyan makamının üstündedir. Bunların üstünde bir makam daha vardır ki buna hakkal-yakîn denilir. İman-ı gaybinin yeri bu dünyadır. Aynî iman ise ahirettedir. Hakiki iman da cennet-ül me’vaya giriş esnasında ve Allah Teâlâ’nın cemâlini müşahede esnasındadır. Bu dünyada gayba iman, ilmel yâkin iman herkeste olmalıdır.

İman inanılacak şeylerin farklılığı sebebiyle farklı olur. Halbuki İslâm’da inanılacak esaslar devr-i saadette Hz. Muhammed’e vahy-i ilahi tamamlanmış, İslâm kemâle ermiştir. Bir kimsenin imanı her yönden meleklerin ve peygamberlerin imanıyla eşit olamaz. İşte bu da kişiden kişiye fark eden durumlar buralardadır. Yoksa peygamberler de aynı iman esaslarına iman ediyorlar. Ama onların yâkini seninki gibi değildir. Onlar ilmel yâkin, aynel yâkin, hakkel yâkin dereceye ulaşmışlar. Mesela Ebû Bekir’in imanı ile devrinin imanı, devrindeki insanların imanı tartılınca Ebû Bekir’inki ağır gelir, denmiştir. Demek ki inanılacak esaslara iman edebilme tasdik bakımında, yâkin bakımından, ihlas bakımından, ilim, irfan bakımından herkesinki orada birbirini tutmuyor. İnanılacak esaslar bakımından eşittir ama inanan insanların durumu bakımından farklıdır. Kıymetliler, bir elçi Hz. Peygambere (sallallahu aleyhi ve sellem) gelerek: “Ya Resulullah! İman artıp eksilir mi?” diye sordular. Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) “Hayır, iman mükemmeldir (kalp de mükemmeldir). Artması ve eksilmesi küfürdür.” buyurdular. Yani buradaki durum şudur Kur’an-ı Kerim’in bütününe inanman gerekiyor. Eğer bir kısmına inanmadığın zaman işte orada iman küfre dönüşür, bir kısmına inanıp bir kısmına inanmadığın zaman. İslâm’ın bütününe inandığın zaman orada imanda azalma, eksilme olmaz; çoğalma da olmaz. Çünkü İslâm bir bütün. Onu azaltamazsın, çoğaltamazsın. İnanılacak esaslar da böyle. Azaltamazsın, çoğaltamazsın. Ama inanan kişinin ilmi, irfanı, ihlası, yâkini tabii birbirini insanlar tutmaz bu açıdan.

İman ile İslâm birdir. İslâm, şeri hükümleri kabul etmek manasında boyun eğmektir. Bu da tasdikin hakikatidir. Zahiri yönden boyun eğmekse ikrar etmektir. Aralarında başkalık itibar yönündendir. Onun için kıymetliler, iman kalbin tasdiki, dilin ikrarı. Bak, İslâm ise şeri hükümleri kabul etmek manasında boyun eğmektir. Bu da tasdikin hakikatidir ki iman ile İslâm birdir.

“Nihayet Lût’un memleketinden bulunan müminleri çıkardık. Fakat bir ev dışında orada Müslüman evi bulamadık”. Bakın Zariyat Suresi 35, 36’da Cenab-ı Hak böyle buyurdu. “Babanız İbrahim’de olduğu gibi din işinde sizin üzerinizde bir güçlük kılmadı. Size Müslüman ismini Allah verdi”. Bütün peygamberler Müslümandır. Onlara inanan da tarihte ve bugün Müslümandırlar.

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa bu ondan kabul edilmez”. Çünkü bütün peygamberler İslâm peygamberi olarak tarihte geldiler, kendi zaman dilimlerinde görev yaptılar. Bütün peygamberler İslâm dini üzere görevlidirler. Her peygamber Müslümandır. “Ben İslâm’ı sizin için din olarak seçtim, razı oldum.” buyuruyor. Kim? Yüce Rabbimiz. Maide Suresi 3. ayet-i kerimede. “ve radîtu lekumul islâme dînâ” buyurdu. “Ve men yebtegi gayral islâmi dînen fe len yukbele minhu-Kim İslâm’dan başka din ararsa bu ondan kabul edilmez” buyurdu Yüce Rabbimiz. Bu da Âl-i İmrân Suresinin 85. ayet-i kerimesidir.

“Çölde yaşayanlar (Bedeviler) iman ettik, dediler. De ki iman etmediniz. Lakin Müslüman olduk, deyiniz”. Bu zahiri, resmi Müslümanlık. Daha iman kalplerine girmemiş. Şeriatta muteber olan İslâm imansız bulunmaz. Ayette zikredilen İslâm, batini yönden değil, zahiri bakımından boyun eğmek manasındadır. Her ne kadar İslâm’a boyun eğmişler ama daha iman içlerine yerleşmemiş. Böyle olanlara da Cenab-ı Hak ne dedi? Siz zahirde Müslümansınız ama daha içinizde iman yok, dedi onlara. İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etmektir. Tabii ahiret gününe, ölünce dirilmeye, kaderin hayrın ve şerrin, kaderin içinde bulunan hayrına ve şerrine ölünce dirilmek bir bir iman etmek. Bunlar imanın asli esaslarındandır. Bu esaslara bağlı da İslâm’ın bütün hükümleridir. Bu esaslara dayalı ve bağlıdır. Allah’a bak, meleklerine, kitaplarına diyor. Peygamberlerine, ahiret gününe, kazaya, kadere, hayrın-şerrin Allah’ın yaratması, kulun kesbiyle olduğuna. Bunlar ölünceye dirilmeye İslâm’ın tümünün dayandığı asli esaslar bunlardır. İşte Fıkh-ı Ekber’de de bu amentüye ait olan esaslar öz olarak, keşif notları olarak vermeye devam ediyoruz.

İman kalpten tasdik etmek olup batini inkıyat kabilindendir. İslâm ise bu inkıyata batini lisan ile ikrar ederek açıklamak ve İslâm’a ait hükümleri kabul etmektir. Bir kimseye iman sorulsa da ikrar etmese bu inadi bir küfürdür. İmanda inadı terk etmek şarttır. İşte bu sözün de manası budur.

İman ile İslâm’ın beraber bulunması lazımdır ki bir kimse hakkında iman ehlinden olduğu hususunda hükmedilebilsin. Eğer birinde iman gizli var da İslâm yoksa o kişiye Müslüman muamelesi yapılmaz. Çünkü imanını açığa vurmamış, Müslüman olduğu belli değil. İslâm’ın hükümlerini yaşadığı zaman Müslüman olduğu ortaya çıkar. “İman nedir bilir misiniz?” buyurdu. O topluluk da “Allah ve resulü daha iyi bilir.” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) “Allah’tan başka bir ilah bulunmadığına, Hz. Muhammed’in onun elçisi ve kulu olduğuna şehadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan-ı Şerifte oruç tutmaktır.” buyurdular. “İman yetmiş kusur şubedir. En âlâsı Lâ ilâhe illeallah, demektir. En ednası da insanlara eziyet veren şeyleri yoldan atmaktır”. Sevgili Peygamberimizden bu rivayetler yapılmıştır. Şimdi Ebû Davud, Buhari, Müslim yine diğer muhaddislerimiz rivayet etmişlerdir. “Cennette ancak iman etmiş nefis girecektir-La yedhulul cennete illa nefsün müminetin”. Yani iman etmiş kişiden başkası, imanı olandan başkası cennete giremez, buyuruyor. Bu da Müslim’in rivayet ettiği bir hadis-i şerif. Sevgili Peygamberimizden rivayet edilmektedir.

Allah-u Teâlâ’yı (celle celaluhu) akıl ile bulmak herkese farzdır. Akıl Allah’ı bilmenin aletidir. Bu da amentüye, İslâm amentüsüne bina edilen hükümlerden biri de budur. Ebû Hanîfe’nin “Gökleri ve yeri, kendi yaratılışını görüp düşünen kimse için Allah’ı bilmemek konusunda bir mazeret yoktur.” dediğini rivayet etmişlerdir. Yüce Allah bakın “Gökleri ve yeri yaratan Allah’ın varlığında şüphe mi vardır?”

أَفِي اللّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ

Buyurdu Cenab-ı Hak. “Onlara göklere ve yeri kim yarattı, diye sorarsanız elbette Allah yarattı, derler”. “Her doğan İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra ana-babası onu Yahudileştirir, Hristiyanlaştırır yahut Mecusileştirir”.

Dakika 40:15

Şeyh Ebû Mansur el Mâturîdi, anlama çağına gelen çocuk hakkında, böyle kimse üzerine Allah’ı tanımak farz olur, diyor. Yani aklı başı gelince insanlar, akıl bağlı olunca Allah’ı tanımak o kişiye farz olur, diyor Mâturîdi. “Kalem üç taifeden kaldırılmıştır. Biri çocuktur. Baliğ oluncaya kadar kalem onun için bir günah yazmaz”. Tabii çocuk, bir de uykudaki olanlar ve aklını kaybedenler. Eş’ârî’ye göre çocuklar için Allah’ı bilmek ve tanımak farz değildir. Bu aklı kemâle ermeyen çocuklar için olursa da fakat aklı yerinde olan çocuklarda fıtratının gereği. Çünkü her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Allah’ı bilmesi gerekir. “Biz peygamber göndermedikçe azap edici olmadık”. İslâm’a ait bir davet ulaşmayan ve herhangi bir peygamberin varlığını duymadan ölen kişi Allah Teâlâ’nın varlığına iman etmekle mükelleftir. Allah’ı bilmesi, inanması gerekir. Şeriatı duymamış, peygamber duymamış fakat Allah’ı bilmesi gerekir. Devamlı olarak deli olan kimseyle çocuklar da azap edilmez. Çünkü aklı olmayanla çocuklara günah yazılmaz.

Allah Teâlâ zulme gücü yetmekle vasıflanmaz. Kıymetli efendiler, Allah zulümden münezzehtir. Allah’ın gücü her şeye yeter ama Allah zulümden münezzehtir. Adaletini uygular ama zulmetmez. İkrar ve tasdik bulununca imanını gerçekleştirmek için “Ben gerçekten müminim” demesi sahih olur. “İnşallah ben müminim.” demesi doğru olmaz. Zira eğer bu söz şüpheden ötürü ise küfürdür. Eğer terbiye icabı ise ve işleri Allah’ın irade ve meşietine bırakmak kabilinden ise o zaman bu küfür sayılmaz. Veyahut da geleceği konusunda Rabbisinden yardım isteme bakımından, onun lütf-u keremini dilemesi bakımından, efendim böbürlenmekten uzak olmak için eğer bunu söylemiş ise bu gibi nedenlerle küfür olmaz ama şüphe varsa küfürdür. Kıymetli efendiler, yine küfür değilse bile en azından bu sözü sarf etmek şimdi doğru değildir, demişlerdir. Mesela şüpheli olma noktasında açıktır. Ama alışkanlığı icabı, Rabbisine tevekkül gereği, hiç imanında şüphesi olmadan bunları söyleyenler tabii küfre girmezler. Ama iman kesin tasdik ister. Kesin tasdiki olan kişi “Ben müminim” demesi gerekir. Selef hatta sahabe ve tâbiûn, caiz olduğu görüşündedirler. Bunlar “İnşallahu” kelimesini dillerinde alışkanlık haline getirmişlerdir.

Dakika 45:02

Her konuda doğrudur meşru olarak ama iman konusunda iman kesin tasdik ister. Onun için Şafiî’nin görüşüne göre bunda bir mahsur yoktur, demiştir. Tabii kötü sonuçtan Allah’a sığınırız. Kötü bir sonuca Allah kimseyi götürmesin, hiçbir mümini. Çünkü hüsn-i hâtimeyle ölüm çok önemlidir. İman-ı kâmil ile dünyadan göçebilmektir. Yine bir kaynakta bu sözler terbiye icabı söylenmiştir, imanındaki şüphesinden dolayı değildir, denmiştir. “İnşallah Mescid-i Haram’a emniyet içinde gireceksiniz”.

“Ey, kabir ehli! Müminler! Sizlere selam olsun. İnşallah biz de size yetişeceğiz”. Peygamberimiz mezardakileri böyle selamlamıştır. Yahut inşallahın manası Allah dilediği zaman demektir. Allah-u Teâlâ kullarına imanı teklif etmiştir, dilemiştir. Artık kesin tasdik ve ikrar etmek kula düşer. Evet kıymetliler, “Onlar gerçekten müminlerdir. Onlar için mağfiret ve güzel rızık vardır”. Tasdikin meydana gelmesi ancak Allah Teâlâ’nın dilemesinin hükmü altındadır. Allah’ım, bilerek herhangi bir şeyi ortak koşmaktan sana sığınırım. Evet kıymetliler, kesin tasdik etmeli, ikrar etmeli, Yüce Allah’a da iyi sığınmalı, iyi tevekkül etmeli. “İnşallah demeden ben bir şey yapacağım, deme”. Bu, tasdik ve imanın, ikrarın dışındaki her konuda bu doğru. Efendim iman konusunda da “Allah’ın lütfuyla kesin iman ettim, onun hidayetiyle kesin iman ettim, tasdik ettim. Ben mümin ve Müslümanım” diyebilmelidir. Allah Teâlâ ezelde mümin olarak öleceğini bildiği bir kafiri sever. Sahabe, Müslüman olmadan önce de Allah katında sevilen kişilerdi. İblis ve ona uyarak dininden dönen kimselere de Allah-u Teâlâ ezelde buğz etmektedir. Çünkü Cenab-ı Hak ezelden ebede her şeyi bildiği için kimin Müslüman olacağını, mümin olacağını, kimin kafir olarak gideceğini de bilmektedir. Şüphe bakın kastederse bu istisnadan men edilir.

İmanda itibar sonucadır. Kıymetliler, insanlar imanla yaşamalı, imanla ölmeli. İşte, itibar sonucadır. İmanla dünyadan göçebilmektir. Niceleri cennet ameli işler sonra cehenneme yönelir, niceleri cehennem ameli işler sonra cennet tarafına yönelir. “İblis, Âdem’e secde emrine imtisal etmekten kaçındı, kibirlendi ve kafirlerden oldu”. “Bahtiyar olacak iyi kişi annesinin karnında iyi olandır. Kötü kişi de anasının karnında kötü olandır”. Yani her şey ana rahminde belirlenmektedir. Sait olacaklar da şaki, eşkıya olacaklar da belirlenmektedir. Allah’ın ilmiyse her şeyi bilmektedir. “Artık kim azgınlık ve sapıklığa sevk edenleri tanımayıp da iman ederse muhakkak ki o kopması mümkün olmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır”.

Dakika 50:10

فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

buyurdu Rabbimiz. “İman kalbe girdiği zaman yok olmaktan emin olur”. İnkâr, şirk, tekzip gibi herhangi bir nifak gibi bir durum olmadıkça iman kalpte devam eder. Eş’ariler yine şöyle demişlerdir: “Şüphesiz İblis meleklere öğretmenlik yaparken de kafir idi”. Bu görüşleri için “İblis kafirlerden olmuştur.” ayetini buna delil getirmişlerdir. Yani Allah’ın önce geçen bilgisinde kafir idi. Elbette Cenab-ı Hak, İblis’in o anını da sonraki anını da hepsini Allah , her şeyi bilen Allah onu da biliyordu.

Allah kula gücünün yetmediğini teklif etmez.

لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا

Amentüye işte bina edilenlerden biri de budur. Hiç kimseye, bu İslâm’da kimseye gücünün yetmediği teklif olunmamıştır. Köre görmeyi teklif etmek, çok zayıf hastaya, mesela komada bulunana, bulunan hastaya, yürümeyi teklif etmek. İslâm’da gücü yetmeyene, gücünün yetmediği teklif edilmemiştir. “Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediğini yükleme”. Güç yetmeyen şeyin kula yükletilmesinden Allah’a sığınmaktır. Mesela bir dağı yüklenmesi gibi.

Kulun iki türlü makamı vardır. Biri şeriatın zahiri emirlerini yerine getirmek, ikincisi Allah’ın tecellilerinin başlangıcına dalmaktır. Bu da Allah Teâlâ’yı tanımakla, onun taatı ile nimetlerinin şükrü ile meşgul olmaktır. Birinci makamda ibadetleri ifa etmenin vereceği ağırlığı terk etmeyi ister. İkinci makamda benden, senin büyüklüğüne layık hamd kemâline layık şükür, senin azametine ve hazretine layık bir marifet zatını tanıma isteme. Zira benim zikrim, fikrim ve şükrüm senin azametin, celâlin ve kemâline layık değildir ve benim buna gücüm yetmez, deyip aczini itiraf etmektir.

Kıymetliler, imanının yaratılmış olup olmadığı Hanefi mezhebine mensup ilim adamları bu konuda ihtilafa düşmüşlerdir. Semerkand âlimleri imanın yaratılmış olduğu görüşünü kabul etmişlerdir. Buhara âlimleri ise yaratılmış olmadığını savunmuşlardır. Kulun bütün amellerinin yaratılmış olduğunda ittifak halindedirler. Zira iman kalp ile tasdik, dil ile ikrardır. Bunlardan her biri ise kulun kendi işlerindendir. Ebû Hanîfe’nin el-Vâsıyye adlı kitabında bakın ne buyurmuşlardır: “İkrar ederiz ki kul bütün işleriyle, ikrarı ile ve Allah’a ait bilgileriyle yaratılmıştır. İşi yapan kul yaratılmış olunca onun yaptığı işin yaratılmış olması daha doğrudur”. Ehl-i sünnetin Allah kelamının dile, kalbe yahut Mushaf’a geçtiğini söylemeyi yasaklamış olduklarını nakletmişlerdir. Yine Eş’ârî, imanın yaratılmış olduğunu görüşünü kabul eden arasında Haris el-Muhasibî, Ca’fer bin Harb, Abdullah bin Küllâb’ı efendim bunları zikrettikten sonra Ahmet bin Hanbel ile hadis ehli bir topluluğun da imanın yaratılmış olmadığı görüşünde bulunduklarını söylemişlerdir. Yine Eş’ârî’nin de Kur’an-ı Kerim’in yaratılmış olmadığı görüşüne meylettiğini söylemişlerdir.

Uyku, gaflet, bayılma ve ölüm hallerinde iman kişide devam eder. Amentüde bulunması gerekenlerden biri de budur. İman uyku, gaflet, bayılma ve ölüm hallerinde de iman devam eder. Mûtezile buraya da muhalefet etmiştir. Cenab-ı Hak kendi katındaki hak olan ilimle, imanla, içi dışı iman dolu kullarından eylesin. Biz İslâm’a bütün varlığımızla iman ettik. Mümin ve Müslümanız. Allah kendi katında bizi sıddıklardan, sadıklardan eylesin. “Es’eluke Allahumme inni es’eluke kalben selima ve lisanen zakira ve eselüke min hayri mâ ??? ve neûzü bike min şerri ma ??? ve estağfiruke ima la a’lem ?????Ya Rabbelalemin.

Dakika 57:20

 

(Visited 297 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}