31- Ders 31 Fıkhı Ekber hayat veren hayatveren
In this video
FIKH-I EKBER DERS 31
Bir insan kıymetli efendiler, ne zaman dinden dönmüş olur? Dinden dönmenin hükmü nedir? Yani buna mürted denmektedir. Kesin ve mütevatir delillerle farz oluşu ve haram oluşu sabit olmuş hükümleri inkâr eden kimse önce tövbeye davet edilir. Eğer tövbe ederse ne güzel. Tövbe etmezse kendisi kafir ve mürted olur. Bunların cezası da İslâm’da bellidir. Ağır cezaları vardır. Kıymetliler, münafıklık ve dinden dönmeye sebep olan durumlar bid’atlardır, kötülüklerdir. Nitekim Hallal’in es-Sünne adlı kitabında Muhammed bin Sîrin’e isnad ederek şöyle dediğini nakletmiştir: “En çok mürted olanlar havai insanlardır”. Dikkat et buraya. “En çok mürted olanlar havai insanlardır”. İbn-i Sîrin aşağıdaki ayetin onlar hakkında indiğine inanırdı:
Estaizübillah “Ve izâ raeytellezîne yahûdûne fî âyâtinâ fe a’rıd anhum hattâ yahûdû fî hadîsin gayrihî.” Tövbe Suresinin 40. ayetinde Yüce Rabbimiz ne buyuruyor bakın: “Ayetlerimiz hakkında alay yollu söz edenleri gördüğünüz zaman kendilerinden yüz çevir, yanlarında oturma. Ta ki Kur’an-ı Kerim’den başka bir söze dalsınlar”. İşte bakın, İslâm’la, Kur’an’la alay eden, Allah’ın ayetleriyle alay edenle oturmak bile caiz değil. Ona orada mutlaka gerçeği şöylemen gerekir. En azından orayı terk etmen gerekir. Her günah sebebiyle insanı tekfir eden Haricîlerin sözlerini bozacak şekilde umumiliği nefyetmek de gerekir. Hâricîler gibi Mûtezile’nin bazıları gibi efendim rastgele ona buna da kimse kafir deme hakkı yoktur. Çünkü bir insanın kafir olması için İslâm’da kesin emirlerden herhangi birini inkar, tekzip gibi inkâr alametlerinden biri olması lazım. Yoksa kimseye kafir denmez. Efendim, bid’atçının kafir olduğunu söylüyorlar. Bu söz Mûtezile ile Hâricîlerin mezhebine yakındır. Ehl-i sünnet o kadar itina eder ki ilmi tartışmalar içerisinde ilmi yanılgılar içerisinde hareket edenlerin, gerçeğe uymayan ilmi yorumları her ne kadar ehl-i sünnete uymuyor olduğu halde birçok ehl-i bidatın çoğunu ehl-i sünnet tekfir etmemiştir. Kimseye açıkça şahsiyet yaparak “kafir” dememiştir ve demezler. Açık hükümlere bakarlar. Ehl-i sünnet hükümlere bakar, ona göre hareket eder.
Bid’atçılar birbirine “kafir” derler. Bakın bid’atçılarda birbirlerine rahatlıkla “kafir” demek vardır ki ehl-i sünnet katiyyen bunu kabul etmez, reddeder. Bid’atçıların kusurlarından biri birbirlerine “kafir” demeleridir. Ehl-i sünnet ve’l-cematin (her yönü güzeldir) güzel taraflarından birisi ise hata edince birbirine “kafir” demezler. Evet, her kim Allah yaratıkları yaratmadan önce bilmiyordu, derse o kimse kafirdir. Yine Allah Teâlâ’nın cisim olduğunu, mekanı bulunduğunu, Allah Teâlâ üzerine zaman geçtiğini söyleyen kimse de kafirdir. Öyle bir kimse için iman hakikati sabit olmamıştır.
05:27 Hz. Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) “Sibabül müslimi fusukûn ve kıtalühu küfrün”. Bakın, burada ne buyrulmuştur. İbn-i Mâce’nin efendim ve Buhari’nin de rivayet ettikleri bir hadis-i şeriftir Sevgili Peygamberimizden (aleyhissalatu vesselam). Bakın, ne buyuruyor Peygamberimiz: “Müslümana sövmek fasıklıktır. Onu öldürmekse küfürdür.” demiştir. Bakın, bu söz Buhari, Müslim gibi rivayet eden kıymetli muhaddislerdir. Şimdi buradaki tevil şudur: Helal olduğunu kabul etmek manasına hamledilmiştir.
Müslümanı öldürmek helaldir, dersek derhal kafir olur. Öldüren katildir, öldürmek helaldir diyen direkt kafirdir. Çünkü Kur’an-ı Kerim “Bir insanı haksız yere öldüren, bütün insanlığı öldürmüş gibidir.” diye burada Cenab-ı Hak hükmünü vermiştir. “Bir Müslüman kardeşine “Ey kafir” dediği zaman bu sözün ikisinden birine döner”. Bakın, bunu da rivayet eden Buhari ve Müslim’dir. “İzâ gâle’l raculili ehırhi ya kâfiru fegadi bae bihâ ehaduhuma”. Peygamberimiz böyle buyurmuş. Müslüman, Müslümana “kafir” der mi? Derse bakın ne oluyor? “Kafir” diyenin küfür kendine dönüyor. Bir Müslüman kardeşine “Ey kafir” dediği zaman bu söz ikisinden birine döner. İşte kafir olduğuna inanırsa, manasına hamledilmiştir. Müslüman katiyen kafir değildir. Müslümanın kafir olduğuna inanmak küfürdür. Bunu diyen kendi kafir olur. Bakın, burada da tevil edilmiştir. Kıymetli efendiler, yine Maide Suresi 93. ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz bakın ne buyurdu:
“İman edip iyi amel işleyenler üzerine, bundan böyle sakındıkları güzel işlere devam ettikleri, sonra iman ve takvalarında kökleştikleri, daha sonra bu takvayla beraber güzel işlerle meşgul oldukları takdirde, önceden tattıkları yiyecek ve içeceklerde bir günah yoktur.” ayetini tevil ederek, kendisi ve kendisine uyan bir grup şarap içmişlerdir. Bu hal Hz. Ömer’e intikal edince bakın Hz. Ali bin Ebî Tâlib ve diğer sahabilerle birlikte, eğer onlar günahkâr olduklarını itiraf ederlerse had cezası ile cezalandırılmaları, helal olduğunda ısrar ederlerse bakın mürted cezası gerektiği üzerinde ittifak etmişlerdir. Hz. Ömer, Kuddame’ye şöyle demiştir: “Hata ettin. Senin gideceğin yer çukurdur (yani cehennemdir). Eğer sen Allah korkup ona inansaydın ve iyi amel yapsaydın içki içmezdin”. Bakın, bu ayet-i kerimeyi yanlış yorumlardan bir grup ne yapmışlar? Rakı, şarap içmişler.
10:11 Hz. Ali de bakın fetvayı veriyor Hz. Ömer’le beraber. Bak, burada fetvayı verenler ve Hz. Ali ve Hz. Ömer. Fetvayı verdiler. Ne dediler? Şarabın haram olduğuna inanarak içtilerse günahkârdırlar ağır şekilde. Eğer şarabın helal olduğunu itikat etmişlerse kafirdirler, demişlerdir. Kim diyor bunu? Hz. Ali ve Hz. Ömer bu fetvayı vermişlerdir diğer sahabelerle. Kur’an-ı Kerim’i yanlış anlayan bakın o günkü bir zihniyeti bu şekil düzeltmişlerdir ve doğruyu ortaya koymuşlardır. Yanlış anlayanların karşısında daima doğru olanlar var olagelmiştir. Ehl-i sünnet ve’l-cemaat yolu işte bu yoldur. Yanlışların karşısında doğru olandır. Şarabı haram kılınca bakın ve bu haram kılma işi Uhud Savaşından sonra vaki olunca sahabeden bir kısmı “Şarap yasak olmadan evvel şarap içtiği halde ölenlerin durumu ne olacak?” diye sorulmuş, “Uhud Savaşında karınlarında içki olduğu halde şehit olan arkadaşlarımızın durumu ne olacak?” dediler. Bunun üzerine Allah bu ayeti gönderdi çünkü ayet gelmeden önce o hüküm yasaklanmamıştı. İşte zikredilen ayet-i kerimeyi Cenab-ı Hak ayeti indirerek, orada şarap içmek haram kılınmadan evvel içip de ölenler için bir mahsur bulunmadığını Cenab-ı Hak kendi açıklamıştır. Cenab-ı Hak bir şeyi yasaklamamış. Yasakladıktan sonra kişi sorumludur. Bir günde inmedi ki İslâm’ın tamamı. 23 senede tamamlandı Yüce İslâm. İslâm tamamlandıktan sonra artık haramı haram, helali helaldir. Kuddâme’ye uyarak bu ayeti de delil kabul ederek o şarap içenler sonradan pişman olup hata ettiklerini anladılar ve tövbe etmekten de ümitlerini kestiler. Bakın bunun üzerine Hz. Ömer, Kuddâme’ye şu ayetle başlayan bir mektup yazdı:
“Hâ-Mîm. Tenzîlul kitâbi minallâhil azîzil alîm. Gâfiriz zenbi ve kâbilit tevbi şedîdil ikâbi zît tavl”. Bakın, Yüce Rabbimiz bu ayet-i kerimede “Hâ-Mîm.Bu kitap aziz, âlim olan Allah tarafından indirilmiştir. O, günah bağışlayan, tövbe kabul eden, azabı şiddetli olan, ihsan sahibi Allah tarafındandır ki ondan başka hiçbir ilah yoktur”. Bilmiyorum, senin iki günahından hangisi daha büyüktür? Haram olan bir işi helal kabul etmen mi, yoksa Allah’ın rahmetinden ümidini kesmen mi? Sahabenin ittifak ettiği bu husus bütün İslâm âlimleri arsında da ittifak edilen bir husustur.
İbrahim bin Edhem arefeden bir gün evvel, terviye günü Basra’da görülmüş. Aynı gün de yine Mekke’de başkaları tarafından görülmüş. İbn-i Mukatil diyor ki “Bunun caiz olduğuna kim inanırsa tekfir edilir” demiş. “Çünkü bu mucizedir, keramet değildir”. Bana göre ise böyle bir kimse kafir değil cahildir.
15:07 Yani rasgele herkese kafir denmez. Kerametle mucizeyi de birbirinden ayırmak gerekir. Şimdi kıymetliler, burada şöyle bir düşünmek de lazım. Buradaki olay mucize değil keramettir çünkü mucizeler peygamberlerden zuhur eder. Burada ise böyle bir durum yoktur. Dolayısıyla mucize de değildir. Ehl-i sünnet ve’l-cemaate göre keramet caizdir. Ben derim ki muaraza, peygamberlik iddiasının bir parçasıdır. Peygamberimizden sonra böyle bir iddia ittifakla küfürdür. Çünkü hiçbir evliya “Ben mucize gösteriyorum” demez. Keramet de kimsenin elinde değildir. Hz. Peygambere uyan müminlerden harikaların ortaya çıkması ise ihtilafsız keramettir. Bakın, buralarda da dikkatli olmak lazım. Ehl-i kerameti de ve keramete inananları da tekfir etmemek lazım. Bir kimse itikat etmese de manasını bilerek küfür kelimesini konuşursa buna dikkat fakat bu kelime kendisinden zorlama olmaksızın isteği dahilinde çıkarsa şimdi bazılarınca tercih edilen görüşe göre küfrüne hükmedilir. Çünkü kendi isteğiyle küfür kelimesini konuşuyor. İman, tasdik ve ikrarın tamamına denir. Buraya da dikkat. İman, tasdik ve ikrarın tamamına denir. Küfür kelimesini söylediği için inkâr sebebiyle ikrar da değişmiş olur. İkrar yoksa, tasdik yoksa iman yoktur. Fakat bir kelimeyi konuşup bu kelimenin küfrü gerektirdiğini bilmese burada Kadıhanlarda belirtildiği gibi bu tercihsiz ihtilaf zikredilmiştir. Yani şöyle denilmiştir ki bir görüşe göre bu sözü şöyleyen bilmeme özrü sebebiyle kafir olmaz, demişler. Bir başkaları ise bilmese de bu sözü ile kişi kafir olur, demişlerdir. Yani küfür kelimelerinden uzak kalmaktan başka çare yoktur. Burada bakın, ben de derim ki en doğrusu şimdi küfür kelimelerinden uzak kalmaktır. Birinci doğrudur, ikinci doğrudur deseniz de tehlike ortada var olmaktadır. Önemli olan tehlikeden kurtulmaktır. Nedir tehlikeden kurtulmak? Küfür kelimesini asla söylememek. Bilinmesi zaruri olan dini bir mesele ise o zaman bilmemek sebebiyle özürlü kabul edilmez ve tekfir edilir. Dinin bilinmesi şart olanını niye bilmiyorsun? Niye öğrenmiyorsun? İşte o zaman küfrü- cehli ortaya çıkmaktadır. Cenab-ı Hak küfrün her türlüsünden, şirkin, nifakın her türlüsünden ümmet-i Muhammed’i Allah emin eylesin. Müslüman olmayanlara da Yüce İslâm’ı onlara hidayet. Biz bütün insanlığın kurtuluşuna çalışmaktan başka bir niyetimiz yok. Tüm niyetimizin hepsi de Allah’ın emri ve rızasıdır. Emrini yerine getirmeye çalışmak aczimizle ve onun rızasını kazanmaktır.
20:06 “Euzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi rabbil alemin vessalâtü vesselâmü âlâ rasûlina Muhammed ve alâ âlihi Muhammed, estağfirullah bi-adedi zünûbinâ hatta tufer, Allahu Ekber hatta tufer, Bismillahirrahmanirrahim. Men kefere billâhi min ba’di îmânihî illâ men ukrihe ve kalbuhu mutmainun bil îmâni ve lâkin men şeraha bil kufri sadran fe aleyhim gadabun minallâh. Sadakallahul azim.
21:07 Çok kıymetli ve muhterem izleyenler, Fıkh-ı Ekber’den keşif notları vermeye devam ediyoruz. Akaid, İslâm’ın, İslâm imanının fıkhıdır Fıkh-ı Ekber. Yani imanla ilgili bir ilim dalıdır Fıkh-ı Ekber ki bu akaid kelam imanla ilgili Kur’an-ı Kerim’e, sünnete, icmaya dayalı bir imanın dayandığı kökleri bize bu ilim dalı öğretirken imanı yok eden ne kadar küfür, tehlikeler varsa buradan da bize ipuçları veriyor, tehlikeleri haber veriyor. Önemli olan imanı yok eden küfür çeşitleridir. İnsan hangi küfrü işlerse iman yok olur. Bu konuda da Fıkh-ı Ekber bize gereken bilgileri vermektedir. Kuran’ı Kerim’i sözleri keşif notları altında tümünü izahta bu konulara değindik. Burada da özel olarak İmam-ı Âzam’ın Fıkh-ı Ekber’ini keşif notları olarak takdime çalışıyoruz ki imanla ilgili insanlık alemine görevimizi yapmaya çalışalım. İnsanlığın imanı tehlikeye düşmesin, küfür imana yaklaşmasın, imanı yok eden tehlikelere karşı bütün müminler uyanık, şuurlu olsunlar diye Fıkh-ı Ekber’in keşif notları üzerinde durmaya devam ediyoruz. Kıymetli efendiler, inşallah Fıkh-ı Ekber itikatla, imanla ilgili Fıkh-ı Ekber’imizden sonra ameli fıkıhın keşif notlarına geçeceğiz. İslâm’da fıkıh ekolü, en önde gelen dört mezhebin fıkıh ekolünden sizlere keşif notları vermeye de inşallah devam edeceğiz. Bunlar, Yüce Allah’ın birer birer, uçsuz bucaksız lütf-u keremidir. İlimsiz iman olmaz, amel-i salih olmaz. İlimsiz din, iman olmaz. Onun için Fıkh-ı Ekber iman ilmidir ve ameli fıkıh da bizzat ameli olarak yaşanan İslâm dininin yaşam şeklidir ve onun da ilmidir. Onun için Müslümanlar hem Fıkh-ı Ekber’i hem de ameli fıkıhı dünya Müslümanları çok iyi bilmelidir ki Kur’an-ı Kerim’e, sünnete, icmaya, kıyasa dayalı olarak yani köke dayalı olarak bilmesi gerekir. Bu da ilim olmadan olmuyor. İnşallah fıkıh ekolünün ameli fıkıh konusunda da keşif notlarımızı Yüce Allah’ın lütfuyla vermeye çalışacağız. Şimdi Fıkh-ı Ekber’le yani akaid imanla ilgili Fıkh-I Ekber’in keşif notlarını vermeye devam ediyoruz.
25:35 Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri bakın ne buyurdu: “Kalbi iman ile tatmin edilmiş olduğu halde zorlananlar dışında kim Allah’a küfrederse, inkar ederse onlar için şiddetli bir azap vardır. Ancak küfre karşı bağrını açanlar üzerine Allah’tan gazap ve kendilerine çok büyük bir azap vardır”. Şimdi kıymetliler, bu ayetle ilgili olarak bakın mürted şimdi hakkında bilgi vermeye devam edeceğiz. Mürted kimdir? Müslüman iken İslâm’dan çıkana, dinden dönene ve küfre girene, İslâm’ı terk eden kişiye mürted denir. İslâm’a gelmek, Müslüman olmak, bütün insanlığın ve cinlerin asli görevi, Allah’ın teklifidir. İman aslidir. İslâm aslidir. Bütün insanlığın Müslüman olmak zorunluluğu vardır. Kendi iradesi tabii özgür olarak. Ama Müslüman olmuşsan artık ebedi İslâm’ı terk etme şansın yoktur çünkü neyi terk ediyorsun? İmanı, İslam’ı aslı, esası hak ve gerçeklerin tümünü izzeti terk ediyorsun. Zilleti, küfrü, şirki, ebediyyil ebed hüsranı ne yapıyorsun? Tercih ediyorsun. Bu, yedi kat yerde göklerden düşüp parçalananın halinden daha kötü. Bir insan göklerden düşse, parçalansa, parçası bile bulunmasa bu şehit olur imanlı olduğu zaman. Veya imanla öldüğü için de ne olur? Yine cennete girer. Bakın, bunun paramparça olması ona hiçbir zarar vermez ama mürtedler öyle düşecekler ki cehennemin dibine düşüyorlar ve ebedi cenneti, Allah’ı terk ediyor. İslâm’ı, Kur’an’ı terk ediyor. Allah’ı, Peygamberi, bütün hak ve gerçek olan İslâm’ı, yüce değerlerini terk ediyor. Öyle düşüyor, öyle düşüyor ki cehennemin dibine düşüyor yani cehenneme düşüyor. Yazık değil mi? İmansız kişi ebediyyil ebed İslâm’ı terk eden kişi ebedi cennete giremez. Bir şansı yok mudur? Şansı, imana tekrar iman edip Müslüman olması gerekir hem de tövbe istiğfarla. Bu zındıklıktan vazgeçmesi gerekir. Bakın, bu konuda da Fıkh-ı Ekber’de, kıymetli âlimlerimiz de İmam-ı Âzam’ın sizlere görüşlerini, İslâm anlayışlarını haber vermeye çalışacağız.
Dinden dönen kişiye İslâm vücub yolu ile diyor değil de nedib yolu ile bir zorlama olmaksızın arz edilir. Yani İslâm’a geri gelmesi, Müslüman olması arz edilir. Gel Müslüman ol, sen mürted olmuşsun. 30:01 Bu mecburiyet yoluyla değil bu. Nedib yani zorlama olmadan mürtede tekrar “Gel, Müslüman ol” diye teklif edilir. Çünkü İslâm daveti kendisine daha önce ulaşmıştır. Mürtedler önceden Müslüman olduğu halde dinden çıktığı için bunlara tebliğ ulaşmıştır. Bu görüş İmam-ı Mâlik, İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Ahmed’in, Ahmed bin Hanbel’in tercih ettikleri görüştür. Kıymetliler, bunlara göre, bu yüksek âlimlerimize göre (rahmetüllahi aleyhim ecmain) buna üç gün mühlet verilir. İmana gelirse gelir, gelmezse bakın bunun cezası çok ağırdır. Bu şeriat devletinde bu tür cezalar uygulanır. Bu Allah’ın adaletinin gereğidir. Yine İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf’dan rivayet edildiğine göre mürted kişiye davet ve açıklama yapıldıktan sonra ister mühlet talebinde bulunsun ister bulunmasın üç gün mühlet verilir, diyor İmam-ı Âzam ve Ebû Yusuf. Üç gün mühlet verilir, diyor. Şimdi İmam-ı Şafiî efendim o anda diyor tövbe ederse eder diyor. İmam-ı Şafiî’nin görüşü böyle. Efendim yoksa cezası verilir, diyor. İbn-i Münzir’in tercih ettiği görüş de budur. Sevri Rahimeullah buyuruyor ki (rahmetullahi aleyhim ecmain) dönmesi umulduğu müddet tövbeye çağrılır, diyor. Ve ikinci ve üçüncü kere dinden diyor dönse yine tövbeye çağrılır. Çoğunluğun tabii âlimlerin görüşü budur. İmam-ı Mâlik, İmam-ı Ahmed bin Hanbel, bunlar da (rahmetullahi aleyhim ecmain) buyurdular ki dinden dönme olayı kendisinden birkaç kere tekerrür eden kimse tövbeye davet edilmesine gerek yok, demişlerdir. Çünkü o, dinden dönmeyi alışkanlık haline getirmiş, zındıklaşmış. Zındığın tövbesi kabul edilmez, demişlerdir. İmam-ı Mâlik bu görüştedir. Bir rivayete göre ise kabul edilir. İmam-ı Şafiî’nin sonraki görüşü de budur. İmam-ı Ebû Yusuf’tan rivayet edildiğine göre bir kimse birkaç kere dinden dönse kendine İslâm arz edilmeksizin cezası verilir, denmiştir. Çünkü İslâm, din ile alay edilemez. Müslüman oluyor, dinden çıkıyor. Bu dinle bir alaydır ve dinle alay edilemez. Buna müsaade de edilemez. Sen kimle alay ediyorsun? Din ne biliyor musun sen? Din, Allah ve onun ilkeleri, onun kanunları. Aklını başına al, ey zındık. Sana kimse zoraki “Müslüman ol” demiyor. Müslüman olmuşsan doğru Müslüman ol. Olmamışsan hangi gavurluğu tercih ediyorsan o senin bileceğin iş çünkü İslâm’la alay edemezsin. İslâm, senin babanın ortaya koyduğu kurallar değil. Bunlar Yüce Allah’ın ortaya koyduğu yüce ilkelerdir.
35:10 Yine sonra bil ki Hanefi âlimlerinden meşhur allame Bedr er-Reşid, küfrü gerektiren sözleri işaretleri ile birlikte toplamıştır. Şimdi burada onun rumuzlarını açıklayalım. Bu fetva kitabında şöyle denilmiştir. Bunlardan biri de Hâvî’l-Fetâvâ adlı eserde şöyle denmiştir: “Kalbi imanla tatmin olduğu halde bir kimse diliyle Allah’ı inkâr ederse yahut küfrü gerektirecek bir söz söylerse Allah katında bu kişi mümin değildir, kafirdir”. Çünkü diliyle ne yapıyor? Küfür olan, kafir yapan kelimeyi söylüyor. Bu kabul edilemez bu da. Ve bu şekil meşhur şeyh allame Bedr er-Reşid eserinde bu konuya değinmiştir. Okuduğumuz ayet-i kerimede de zaten ayet-i kerime buna gereken cevabı vermiş, Hakkı açıklamıştır.
Küfrü gerektiren düşünceyi akla getirmek. Şimdi kıymetliler bakın, insanların kalbine nice neler gelir. İnsanların bağrından hayat akarak gider. Sanki hayat ırmakları insanın bağrından, güzergahından geçer. Bunun için insanın kalbine neler gelir? Bu konuda da dikkatli olmak gerekiyor ve bu konuyu da bilmek gerekiyor. Bir kimsenin hatrına küfrü gerektirecek bir düşünce gelse konuştuğu takdirde kafir olmayı gerektirecek bu sözü konuşmazsa bu halis bir imandır. Kalbine gelmiş ama o kötü şey ama onu reddetmiş kalp yoluyla. Bu, diyor halis bir imandır. O kişi mümin, Müslümandır, diyor. Fakat dikkat edilmesi gerekir. Eğer o kalbine gelen küfrü diliyle isteyerek söylediği zaman durum böyle değil, kendini mahveder. Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Şeytanın saptırma işini vesveseye çeviren Allah’a hamd olsun”. Bakın, bu konuda yine kıymetli eserlerimizde şöyle yazar: “Yüz sene sonra kafir olmaya niyetlenen kimse şimdiki durumunda derhal kafir olur”. Çünkü iman ebedidir. Yüz senelik, beş yüz senelik iman olmaz. İman ebedidir. Hak, hakikat, İslâm ebedidir. Bunun için iman edilen esaslar ebedi, yüce değerlerdir. Peygamber Efendimizin bakın “Şeytanın saptırma işini vesveseye çeviren Allah’a hamd olsun”. Şimdi kalbe vesveseler gelebilir. O vesvesenin karşısına sen şeriatın, Kur’an ve sünnetin ilmi ile karşı çıkarsın. Senin dinine, imanına, Kur’an’a, sünnete uygunsa mesela imana, İslâm’a uygunsa, küfrü gerektirmiyorsa bunlar meşru ilham, ilim cinsindendir. Ama kalbine küfrü gerektiren vesveseler geldi. Şeriatın ilmiyle onu hemen reddedersin.
40:06 Bu ilim, irfan, ilham. İslam tamamen ilim, irfan, ilhamla dolu. Vehbi ve iktisabi. Şeytanın vesveselerini derhal reddedersin. Buradan cihat sevabı da alırsın çünkü kalbe şeytan geliyor. Sen onu ne yapıyorsun? Kovuyorsun. Aynı, cepheden düşman kovalar gibi kalbinden kovalıyorsun. Bu, cihadın en kıymetlisidir. Nefis ve İblis cihadıdır bu. Cephedeki düşmanla savaşırken cephedeki düşmana ok atarsın, kurşun atarsın, bomba atarsın, silah atarsın. Düşman açıkta ama kalbindeki düşman gizli. Buna ne atarsın? Buna da imanın ilkesi olan ilim, irfan ve ilham tevhid nurlarıyla onu yakar, tart edersin, kovarsın iç dünyandan. İşte bu da cihadın en büyüklerinden ki cihad-ı kebirdir. Cihad-ı ekber demiş bir haberde Peygamberimiz buna. En büyük cihat anlamında ve cephedeki düşmanla savaşmak ise cihad-ı asgar olarak nitelemiştir. Onun için kıymetliler, iman ebedidir. Bir insan küfrü seçtiği zaman, küfürde devamlı imansızlığı, küfrü devamlı olarak tercih ettiği için küfrün cezası cehennemde ebedi kalmaktır. İmanın da karşılığı lütf-u ilahi cennette ebedi kalmaktır çünkü iman ebedidir. Nasıl kişi küfrü, imansızlığı ebedi kendine seçmiş, iman etme niyetinde hiç olmamış, hiç onu düşünmemiş ve iman etmemiş. İmansız olarak gebermiş. Bunlar çok korkunç şeyler. “Allâhümme innî eûzü bike minel küfri vel fakri ve min azâbil kabri”. Bakın, peygamberlerin imanı garantilidir ama bak nasıl Allah’tan korkup Allah’a sığınıyor. Küfürden, fakirlikten, kabir azabından Allah’a sığınıyor. Diğerinde şirkten, nifaktan, küfürden, kötü ahlaktan, şigagtan ve diğer şerlerden Allah’a sığınıyor. Ümmetine örnek oluyor ki iyice siz de Allah’a sığının, diyor, küfürden korunun.
Sevgili efendiler, yine kıymetli eserlerden Hulâsat’ül-Fetâvâ gibi kıymetli eserlerimizde “Küfür kelimesini konuşan kimsenin bu sözüne razı olarak gülen kimse de kafir olur”. Çünkü mümin, Müslüman kimsenin kafir olmasına razı olmaz. Yanında biri kafir olacak kelimeyi kullanıyor, yanında öbürü de ona gülüyor. Küfre rıza gösteriyor, hoşuna gidiyor. Bunlar da küfürdür, kişiyi mahveder. Çünkü Müslüman ne kendi küfrüne ne başkasının küfrüne razı olmaz. Sakın ola ki bu derslerimizin işte esas amacı, tüm insanlığı küfür tehlikesinden, şirk, nifak tehlikesinden, imana zarar veren tüm tehlikelerden korunmak için işte Fıkh-ı Ekber’in, Nurlu İslâm’ın, Şanlı Kur’an’ın keşif notlarını vermeye bunun için devam ediyoruz. Bu, Allah’ın en büyük lütfudur, keremidir.
“Sümme sümme Elhamdülillah, Elhamdülillah bi adede halkîhî ve mil’el mîzân ve müntehe’l-ilm ve meblağa’r-rızâ ve zinete’l-arş. Allahummehfeznâ bi hıfzi’l-imân vefesu aleynâ”. Bu duayı da çok yap. “Allahummehfeznâ bil kur’âni vefesu aleynâ. Allahummehfezni bil İslâmi gayiben ve gaiden ve ragiden ve lâ tuşmit biye aduven ve lâ hasida”. Bu duaları çok yap. Bunların emsali, tüm dualar geçmiş derslerimizde örnekleri vererek geldik, vererek gideceğiz inşallahü teâlâ. Bunlar Yüce Allah’ın lütf-u keremi, hidayeti, tevfik-i ilahisidir.
45:54 Evet kıymetliler, kimsenin küfrüne sakın sebep olma, hidayet vesilesi ol, küfre razı da olma. Kimsenin küfrüne de razı olma. Yine kıymetli eserlerimizde bakın “Kim bir küfür kelimesini konuşup bu söz sebebiyle başkası gülerse bu kimse kafir olur”. Bir de bak örnek veriyor. “Vaaz veren bir âlim vaazı icabı küfür kelimelerini söyler de cemaat bunu kabul ederse hepsi kafir olur”. Ey cemaatler, ey hatipler, vaizler, bunlara dikkat edin. Kaş yapıyorum derken gözleri çıkarmayın. Ayak tedavisi yapıyorum derken kalpleri parçalamayın. Hz. Ali’nin Peygamberimizden bir rivayeti vardır: Kıymetli hatipler, diyor, insanları Allah’tan ümit kestirmez ve emin olmasına da yol açmazlar. Korku ve ümit arasında beşir, nezir ayetlerini ve ilahi emirleri dengeli tutarlar. Vaaz ve nasihatlerinde tehlikeli ortamlara da girmezler. Girerlerse tedbirini alırlar ki cemaate zarar vermesin diye. Ey kıymetli, nicelerini nice hatipler ne yapar? Dinsizleri dinli, imanlı olmasına sebep olurken, niceleri de dinden çıkarırlar. Cahil tabipler candan ettiği gibi cahil hatipler de insanlığı dinden, imandan ederler. Bunlara azami derecede dikkat etmemiz gerekiyor. İmam-ı Âzam oğluna işte ne yaptı? Felsefi kelamdan oğlunu men ederken “Biz” diyor “karşıyla konuşurken başımızda kuş varmış, onu kaçırmamak için dikkat edilen gibi” diyor “karşının ayaklarının kaymamasına biz gayret gösterirdik. Siz ise üstün gelmeye bakıyorsunuz” diyor. Karşı ne olursa olsun. İşte, irşat, mürşit, gerçek ilim, gerçek ehliyet. Mürşit kimdir? İrşat ehli kimdir? İlimle donanmadıkça, karşıyı keşfedip kuşatmadıkça mürşit olamazsın. Sahte mürşitten kurtul. Gerçek mürşitleri, ilim, irfanı bul. Sahte mürşitlerden kurtulmadıkça iman etmiş olmazsın çünkü onlar zaten kendileri kör ki kalp körlüğü seni de ne yapıyorlar? Kendileri bilmedikleri zifiri karanlığa götürüyorlar. Hem onlar helak olurlar hem sen. Onları terk et. İlme gel, irfana gel. Müçtehid derecesinde Kur’an-ı Kerim’i, sünneti, icmayı ve müçtehidi, onun ilmini, usül erbabını bul. Usul erbabını bulmadıkça Hakka vuslat olmaz. O da ilimdir, Kur’an-ı Kerim’in kendisidir. Onu doğru anlamak, doğru anlamak, ilim erbabından sormak, öğrenmek, bu ekolde talebe olmak ta mezara kadar.
50:19 Kıymetliler, işte vaaz ve nasihat edenlerin durumu da böyledir. Buraya da dikkatler çekildi. Bu mazur da sayılmazlar, mazeret yoktur. Çünkü anlatan doğru anlatacak, dinleyen doğru dinleyecek. Şimdi çocuk seviyesinde, beyinleri gelişmemiş insanlara onların seviyesinde, akıllarının alacağı miktarda anlatılmasını Peygamberimiz özellikle emrediyor ve kelimeleri anlatırken, ayetleri, hadisleri toplumun anlayacağı şekle getirmek gerekiyor. Tehlikeli durumları ne yapacaksın? Oralara dikkat edeceksin. Tam tehlikeden kurtaracak cümleler kullanacaksın. Karşının yanlış anlamasına asla sebep olmayacaksın. Bu da hatibin dehasına bağlıdır, ehliyetine. Her hatip, hatip değildir. Nice hatibeler rahibe gibidirler, nice hatipler de papaz gibidirler. Aklını başına al.
Şimdi bir de hadis-i şerifleri inkâr etmek. Bu konuda da bazı bilgiler vermeye çalışalım. Birçok, Kur’an-ı Kerim’den sonra İslâm’ın ikinci asli kaynağı hadis-i şeriflerdir. Bunları inkâr edenleri durumları nedir? Bakın bu konuda kıymetli eserlerimizde, Fıkh-ı Ekber’de de olduğu gibi şeriatta bakın dikkat et şeriatta mütevatir hadisleri inkâr eden kişi kafirdir. Buraları doğru anla. Mütevatir hadis-i şerifleri. Mütevatir haber nedir? Yalan söylemek üzere bir toplumun bir araya gelmesi mümkün olmayan, güvenilir toplulukların verdiği haberlere mütevatir haberler denir. Bu kanaldan gelen hadis-i şerifler var. Bunlara mütevatir hadisler deniyor. Şimdi bazı asli, kati delillere dayanan haberler vardır. Bir de zanni delillere dayanan haberler vardır. Şeriatla ilgili olmayan bakın tevatür derecesindeki haberleri inkâr edenin kafir olmayacağına binaendir. Şimdi mesela Hâtem-i Taî’nin cömertliğini dünya bilir. Ama bu şeri bir emir olmadığı için şeri bir, bu Hâtem-i Taî’nin kendisiyle ilgili olduğu için. Mesela Hz. Ali’nin kuvvetli olması bütün dünyaca bilinir. Şimdi bu şeriatla, ayet ve hadisle ilgili olmadığı için, bir kişisel kıymetli bir kabiliyet olduğu için şimdi burada Hz. Ali’nin veya Hâtem-i Taî’nin bu özellikleri, sıfatları şahsi olduğu için şimdi bunları inkâr eden kişi her ne kadar yanlış yapmıştır ama kafir denemez. Çünkü Kur’an’la, sünnetle, şeriatla ilgili bir durum değil. İlahi bir emir değil. Allah’tan direkt gelmiş veya Peygamberden tevatür yoluyla sudur etmiş değildir.
55:03 Şimdi bunun gibi haberlere dikkat ederiz. Biz, Hz. Ali’nin dünyada en büyük kahraman olduğunu, güçlü, kuvvetli, allame-i cihan olduğunu biz biliyoruz, kabul ediyoruz. Bu konu ayrı. Mesela nice evliyalarımız var. Hâtem-i Taî de onlardan birisi.
Kıymetliler, tevatürden maksat lafzi olan tevatür olmayıp manevi teavatürdür. Şimdi mütevatir haber haberlerden. Şimdi mesela yalan üzerinde ittifak etmeleri düşünülmeyen bir topluluğun kendileri gibi bir topluluktan rivayet ettikleri haberdir. Mütevatir hadisler de böyle gelmiştir. Şimdi bu haberi inkâr eden kafir olur. Buna dikkat et. Ama şeriatla ilgili olacak tabii. Kur’an’la, sünnetle, şeriatla, asli delillerle ilgisi olacak. İkincisi meşhur haberdir. Mütevatir derecesine ulaşmamış ama meşhur bir haber mesela vardır. O yoldan gelmiş bazı hadis-i şeriflerle. Meşhur haber, önce güvenilir bir kişinin bir kişiden, sonra bir topluluğun bir topluluktan rivayet ettiği hadis-i şeriflerdir. Bakın, önce bir kişiyle başlamış ama sonra topluluklar haline gelmiş haberler. Şimdi bu konuda da bakın İsa bin Eban dışında bütün âlimlere göre böyle bir haberi inkâr edenin durumu küfre gider, demişler yani meşhur haberde. Ama İsa bin Eban ise şimdi meşhur hadisleri inkâr eden kimse sapıktır, demiş. Kafir denmez ona ama sapıktır, demiş. Doğrusu da budur çünkü meşhur haberleri inkâr eden kimse de sapıktır. Kafir kelimesine insanları ağzının alışmaması için buna dikkat lazım. Kafir olduğu kesin bilinmedikçe kimseye kafir deme ama kafir olduğu kesin biliniyorsa o başka. Diğer bir, tek kişinin haberi. Mesela öyle hadis-i şerifler vardır ki tek kişi yoluyla gelmiştir bu haberler, bu hadis-i şerifler. Tek kişinin sonuna kadar tek kişiden rivayet ettiği haberdir. Bu haberi inkâr eden kişi ise kafir olmaz. Ancak eğer sahih yahut hasen ise böyle bir hadisi kabul etmediği için bunlar ağır günahkâr olurlar. Çünkü sağlam. Tek kişiden geliyor ama hadis-i şerifler sahih ve sağlam olduğu ortada olduğu müddetçe bunları inkâr edenler günahkâr olurlar, ağır günahkâr. Şimdi mümin de Müslüman da dininin hiçbir emrini inkara kendini alıştırmasın. Hiçbir emri. Aklını başına al. İnkara kendini alıştıran bugün “Ahad haberi inkâr ediyorum” derken mütevatir haberi veya ayet-i kerimelerden birini inkâr ediverir, ayakları kayar, kafir olur. Kıymetliler, size bu dersleri böyle ayrıntılı olarak vermemizin sebebi şu, kimse bu dünyada kafir ölmesin. Mümin imanlı yaşasın, imanlı ölsün bu dünyadan göçerken. İnsanlığı ne kadar sevdiğimizi, insanlığı ne kadar düşündüğümüzü bir defa şöyle bir idrak edin, tefekkür edin şöyle. Biz kimsenin bu dünyada, hiç kimsenin istisnasız kafir olmasını istemeyiz. Herkes iman etsin, Müslüman olsun, imanla yaşasın, imanla ölsün, ebediyyil ebed imanlı ve cennet ve Allah’ın cemâline nail olsun. 1:00:20 Allah’ın uçsuz bucaksız nimetleri var. Öyle cennetler var ki. Uçsuz, bucaksız cennetler var. Niye cehenneme gidiyorsun ki? Küfür sonra insanların uydurduğu şey. Küfrün aslı, esası yok ki. İman asli, İslâm aslidir. Gerçek haktır, fıtridir. Bunun yok olması mümkün değildir. Sen kimi inkâr ediyorsun? Kendini mahvediyorsun. Aklını başına al. Olmayacak bir iş yapıyorsun. İmansızlık, İslamsızlık Hakka, hakikate, asliyete, fıtrata aykırı. İman asli, fıtri. İslâm asli ve fıtri. Ezeli, ebedi, hak ve gerçek. Nasıl inkâr edebilirsin bunu? Birisini beğenmiyorsun “İşte şu Müslüman da bak şunun haline bak. Böyle Müslüman olur mu?”. Adam, sen insanlara bakıyorsun, insanlara göre hareket ediyorsun. Allah ve emirlerine göre hareket et. İnsanların yanlışı, doğrusu olur. İnsana insan örnek alınmaz. Peygamberi, Muhammed’i örnek al. Kur’an-ı Kerim’i örnek al. Allah’a ve emirlerine bak. Ona sıkı sarıl. Yoksa bir Müslüman her şeyi bilmeyebilir, günahları olabilir. Günahsız insan mı var? Hatası olabilir. Hatasız insan mı var bu dünyada? İnsanlar bir günde tahsilini tamamlıyor mu? Bugün profesörler var nice abdest almayı bilmiyor, arkasına tahareti bilmiyor. Filozoflar var, Allah’ı inkâr ediyor. Gerçekçi olanlara bir sözümüz yok. Gerçek proflara, gerçek filoflara bir sözümüz yok. Bakın, filof olmak, prof olmak işi da halletmiyor. Gerçekçi olacaksın, gerçekçi. Hak ve hakikati, Allah’ı tanı, emrine bağlan. İman sahibi ol, iman. İşte İmamı Âzam Fıkh-ı Ekber’ini bütün insanlığın üzerinde parlayan, ilim yıldızı olarak parlamaya devam ediyor (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmain). İslâm âlimlerinin hepsi böyle. İnsanlığı en çok seven onlar, insanlığa ilim olarak parlayan onlar. Yüce Allah, İslâm âlimleriyle insanlığa ne büyük lütufta bulunmuş. Ben onların talebesiyim. Mezara kadar talebeyim. Var mı diyeceğin? Mezara kadar talebeyim. Ve insanlığın, İslâm’ın hizmetindeyim. İslâm’ın hizmetkârı, insanlığın hizmetkârıyım. İslâm’ı insanlığa doğru anlatırsan işte Allah’ın emrini, Peygamberin emrini, en hayırlı ameli işlemiş olursun. Böyle emrediliyor. Amir hükümler böyle. Şimdi İslâm evrensel, cihanşümul, ezeli, ebedi bir barış. Adalet, sevgi, merhamet, ilim, irfan. Cehalet yok İslâm’da. Zulüm yok. Fakir bırakmak kimseyi yok. Herkesi en üst seviyeye çıkarmak var. Eğer hastalıkları, mikropları yok edip sağlıklı, ölümsüz hayata hazırlanmak var. İslâm bu. Koruyucu hekimlik İslam’ın ta kendisi. Hasta olacaksın, mikropları bulaştıracaksın, tedavi olacağım diye doktor doktor sürüneceksin. İslâm her şeyi önceden halletmiş. Koruyucu hekimliğiyle önceden tedbirleri almış. İslâm’ı a’dan z’ye bilsen var ya ölümsüz bir sarayın içine Yüce Allah’ın kurduğu mutlu sarayın, hayat tarzının içine girer, İslâm’da her mutluluğu bulursun.
1:05:18 Benim övdüklerimden çok yüce İslâm. Ben bir Allah kuluyum. İnsanlığın da bir parçasıyım, insanlık âleminin. İslâm ise ilahi müessese. O okulun talebesiyim ben. Okuyorum ve okutuyorum. Kırk-elli senedir okuyorum, okutuyorum. “Ben bileyim, başkası bilmesin” demedim, demiyorum, diyemem. Çünkü öyle bir emir yok. Bileceğim, bildireceğim. Öğreneceğim, öğreteceğim. Kendi canım gibi başkasının canlarını da koruyacağım, faydalı olacağım. İslâm’ın amir hükümleri böyle. Sen İslâm’ı öğren kardeşim. Gel, beraber öğrenelim.
Şimdi yine bakın ancak bir kimse tek yolla gelen bir haberi, hakaret ve alay yollu inkâr ederek reddederse o zaman kişi kafir olur. Çünkü İslâm’ın hiçbir emrine hakaret edemezsin. Tek haber de olsa Peygamberden geliyor mu? Hakaret edemezsin. Edersen kafirsin. Bakın, öyle diyor âlimlerimiz. El-Hulâsa adlı kitabı aç, bak. Fetâvâ-i Zahirîye’ye aç, bak. Daha diğerlerini de El-Muhît’i aç bak. Başka kıymetli eserlerimiz dolu. Fıkh-ı Ekber’i aç bak. Bakın yine kıymetli eserlerimizde, bir kimse Hz. Peygamberin “Kabrim ile minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir” hadisini rivayet eder de diğeri “Ben kabir ile minberi görüyorum. Orada bir şey yoktur” derse bakın Peygamberi yalanlamış olacağından dolayı kafir olur. Çünkü o sözü Peygamber söyledi (aleyhissalatu vesselam). Gayb alemine de inanmamış oluyorsun. İnsanlar göremediği, bilemediği şeyleri inkâr ederse bütün değerleri ve gerçekleri inkâr etmiş olur. Şimdi ruhun var göremiyorsun. Bak aklın var göremiyorsun. Aklı inkâr etsen sonra sana “deli” derler. Ruhu inkâr etsen “Bu ruhsuz, bu serseri” derler. Şimdi bakın yaratılmışsın. Yaratanı inkâr etsen bakın Hakkı, hak olan Allah’ı inkâr etmiş oluyorsun. Dünyayı görüp ahireti inkâr etsen gayb alemini, gerçek alemi inkâr ediyorsun. Gerçek alem ahiret alemi. Aklını başına al.
Kıymetliler çünkü söz alay manasına gelmekte ve inkâr manasını ifade etmektedir. Çünkü inkâr ve alay bir arada. Bu korkunç bir olay. İşte gaybi şeylere inanan kimse olmadığı ortaya çıkıyor. Çünkü İslâm’da imanın aslı gayba imandır. Biz Allah-u Teâlâ’nın âlemlerin Rabbisi olduğunu, bütün her şeyi yaratanın o olduğunu, aklımızla, ruhumuzla, ilimle, irfanla, irademizle, ruh kuvvetleriyle biz Allah’ı ne yapıyoruz? Varlığını tanıyıp kesin iman ediyoruz. Onu dış gözümüzle görme gücümüz yok. Şimdi kendi gücümüz yok diye yüce kudreti inkâr edebilir misin? Mesela gözlerin görmüyor, güneş doğmuş. Güneşi inkâr edebilir misin? Yaratılmışsın, yaratanı inkâr edebilir misin? Ölünce dirileceksin. Seni yoktan yaratan diriltmeyi bilmiyor mu? Gücü yetmiyor mu yoktan yaratan? Bunları inkâr edemezsin.
1:10:13 Şimdi kıymetliler, bir de Peygamber Efendimize hakaret etmek, sövmek, efendim dil uzatmak gibi durumlara geldik. Bir insanı zorluyorlar Peygambere söveceksin diye. Şimdi diliyle inkâr edip de ölüm karşısında kalan bir insan. Öldürecekler. Bir zorlama, icbar altında kalıyor. Bu kişi diliyle inkâr edip kalbi imanla dolu olursa imanına zarar vermez. Bu, ölüm karşısında. Yine kalbinden ismi mesela İslâm dışında birisinin adını niyet ederek mesela o kişiye niyet ederek, İslâm dışında birine niyet ederek düşmanın söylediklerini söylerse veya içindeki imanını muhafaza ederse kalbi imanla dopdolu olarak, dilinin ölüm karşısında bir şeyler söylemesi imanına zarar vermez. Bu bir ruhsattır, denilmiştir. Ancak bu zorlamanın mutlaka öldürmek yahut sakatlanacak biçimde dövmek, yani mutlaka bir yerini sakat edecekler, öldürmeyecekler ama sakat kalacak, şimdi böyle bir tehdit ile olması ve zorlayanın bu işi yapmaya gücü yetmesi, yani senin gücün yok birileri gücü var. Şimdi gücün de olmadığı için karşı da koyma şansın yok. Zorlanan müminin de bundan kurtulmaya ve karşı koymaya gücü yetmemesi şarttır. Mesela düşmana gücün yetiyor. O düşman da “Peygambere küfret” diyor. O düşmana gücün yete yete. Ortada ölüm yok, sakatlık olacak bir tehlike de yok. Orada o küfür kelimesini senin gücün yete yete söylersen kafir olursun. Aklını başına al. Buraları iyice anla. Biz anlatmaya çalışıyoruz Allah’ın lütf-u keremi ile. Şimdi sen de doğru anlamaya çalış.
Şimdi yine bakın Ebû Yusuf’un yanında, Halife Memun’un da huzurunda Peygamber Efendimizin sevdiği şeylerden birisini orada bulunan biri “Sevmem ben” demiş. Ebû Yusuf onu cezalandıracağını anlayınca tövbe istiğfara gelmiş adam ve kusurunu, hatasını anlamış. “Estağfirullah. Bu söylediğim sözden ve küfrü gerektiren bütün söz ve davranışlardan Allah’ın mağfiretini isterim” dedikten sonra “Eşhedü en lâ ilahe illellah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resîlühû” dedi de adam buradaki yanlışını anladı ve cezadan da kurtuldu. Çünkü Müslümanın, İslâm aleminin baş hâkimiydi Ebû Yusuf o zaman. Baş hâkimlere baş kadı deniyordu. İşte onun üzerine İmam-ı Ebû Yusuf bu adamın bu hali üzerine ona ceza vermekten vazgeçti, diyor. Çünkü adam hakaret ve alay tarzında söylemişti. Peygamberin sevdiğine hakaret edilir mi? Mesela bir mazeretin varsa yemeyebilirsin çünkü yiyemiyorsun. Ama hakaret etmek, alay etmek hakkın mı? Peygamberin veya İslâm’ın ortaya koyduğu meşru bir meselesi hakkında. İslâm’ın meşru bir hükmü var. Allah, Peygamber onu meşru olarak, o hükmü ortaya koymuş. Mesela yeme-içme konusunda. Peygamberimiz kabağı çok severmiş. 1:15:03 Tamam, kabak helal olan, meşru bir nimet. Belki senin yiyemeyen mazeretin olabilir. O başka, alay etmek başka. Peygamber sevdiği için alay etmek başka ve Peygamber sevdiği için inkâr etmek başka bir olay. Onun için kıymetliler, hakaret edemezsin, alay edemezsin. Sonra harama “helal” diyemediğin gibi helallere de hakaret edemezsin. Hele Peygamberin ortaya koyduğu gerçek bir hükme karşı hakaret, alay, inkâr. Bunlar mümin ve Müslümanda olmaz, olmamalıdır.
El-Ecnâs adlı bir eserde de bakın Ebû Hanîfe’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir. İmâm-ı Âzam şöyle diyor: “Peygamberlerle meleklerden başkası için salavat-ı şerife getirilmez. Bunlardan başkasına salavat getirenler ehl-i bid’attırlar ve Şîa’nın Galiye Taifesindendirler”, demiştir. Şimdi Allah-u Teâlâ’yı adını duyunca ne yapıyoruz? “Celle celâlühu” diyoruz. Peygambere salavat getiriyoruz. Mesela Hz. Ali’nin adını duyduk. Esattan birine “radiyallahu anh veya anhüm” diyoruz. Kadın sahabilerden birine “radiyallahu anha” diyoruz veyahut “anhünne” diyoruz. Şimdi birisine, Peygambere, Allah’ın getirdiği salavatı sen tutup da peygamber olmayana salavat getirirsen onu peygamberliğe yükseltmiş oluyorsun. Kimse peygamber olamaz. İmâm-ı Âzam bunu diyor. Herkes haddini bilsin. Evliyaların adı anılınca ya “Rahmetullahi aleyh” dersin veya “Kaddesallâhu esrârahum” dersin. Peygambere getirdiğin salavat gibi evliyaya bile salavat getiremezsin. Ashap da böyle. Ama bu haddi aşanlar ne yapmışlar? Haddi aşanlar, yoldan sapmışlar ki bunlara ehl-i bid’at ve delalet deniyor. Hz. Ali’ye Allah diyenler gibi. Allah olur mu? Hz. Ali kıymetli bir Müslüman, bir İslâm halifesi, bir kahraman ve kıymetli bir allame-i cihan, Fatma-tüz-Zehra’nın efendisi, Peygamberimizin damadı, amcaoğlu. Buna ilahlık payı verilir mi? İsa Aleyhisselama yapılan, Üzeyir Aleyhisselama yapılan başkalarına yapıldığı zaman senin halin nedir? O da müşrik, sen de müşriksin. İslâm’la alakan kalmadı. Ali’yi Ali olarak bil (radiyallahu anh), Veli’yi Veli olarak. Ashabı ashap bil, evliyayı evliya bil, peygamberi peygamber olarak bil. Bunları birbirine karıştırma. Karıştırırsan işte o zaman senin imanın da karışır, imanlıktan çıkar.
Kıraat ve namazla ilgili küfür sözleri. Kıymetliler, dersimiz inşallah bunlarla devam edecektir. Şimdi bir insan kıraat, Kur’an-ı Kerim’i okuma, namazla ilgili mesela hakaret içeren, efendim alay, istihza konusu yapıldığı zaman bakın bu konuda Yüce İslâm âlimleri ne dediler. Şimdi birisi dese ki “Kur’an-ı Kerim yazıldığı zaman cisimdir, okunduğu zaman arazdır” diyen kimsenin kafir olduğu ile hükmetmek vaciptir, demişlerdir. Kur’an-ı Kerim, Allah kelamıdır. Aklını başına al.
1:20:08 Yazıldığı zaman onu sadece oradaki mürekkebi, kâğıdı nedir? Bunlar mahluktur. İşte o da mürekkep ve kâğıt olan. Fakat Kur’an-ı Kerim’in kendisi nedir? Allah kelamı. Okunduğu zaman ne okunuyor? Allah kelamı okunuyor. Orada mahluk olan ne? Senin sesin. Bak, senin sesin ve sana ait olan kısımlar mahluk. Kur’an-ı Kerim’in kendisi yine Allah kelamı. Kur’an-ı Kerim kimseye hulûl de etmez. O Allah kelamı çünkü ezeli-ebedi kelam. Bunun için kıymetliler, Kur’an-ı Kerim hakkında, namaz hakkında, İslami değerler hakkında herkes haddini bilmelidir. Bir kimse tef çalarak yahut kılınç oynayarak Kur’an okursa bu Kur’an-ı Kerim’e hakarettir. Oyun aleti olamaz Kur’an- kerim. Oyun, oyuncaklara alet yapamazsın. Adam tef çalıyor, Kur’an okuyor. Hopluyor, oynuyor, Kur’an okuyor, oynayarak. Bunları böyle yapanlar Kur’an-ı Kerim’e hakaret olarak kabul edilmiş. Bunu yapanlar da kafir olur, diye bakın burada kayda alınmış Fıkh-ı Ekber’de. El-Hulâsa denilen kıymetli esere bakınız. Yine burada bakın, ilimden nasibi olanlar ne diyor? Tef çalarak zikretmek de böyledir, diyorlar. Adam tefi eline alıyor, müritlerini toplamış, hopluyor da hopluyor, zıplıyor da zıplıyor. Tef çalarak Allah’ı zikrediyor. Bu bir oyun, eğlencedir. İbadetler böyle olmaz ki. Oyuna, eğlenceye Kur’an, zikir, Allah alet edilir mi, diyor kim? İlimden nasibi olanlar diyor. Şimdi bunlar tehlikeli işlerdir. Bunları yapma. Hz. Peygambere bu şekilde naat (övme, anlatma) okumak da aynıdır. Bunlar küfür tehlikesine en yakın korkunç tehlikelerdir. Zikir yaparken el çırpmak da böyledir, çünkü el çırpmanın ibadetle bir alakası yoktur. İbadet, Allah’ın Peygambere emrettiği gibi, peygamberin gösterdiği gibi olur. Hz. Muhammed ibadetlerin nasıl yapılacağını ashabına ve ashabı da tâbiîne ve sonrakilere nasıl yapıldığını ve yapılacağını öğretmiştir. Kur’an, sünnet, İslâm âlimleri bunun belgesidir. Senin oyuncağın olamaz İslâm’ın ibadetleri. Oyuncak yaparsın imanını mahvedersin, zarar sana ama İslami değerlerle alay edilmesine Müslümanlar, İslâm’ın kendisi, Allah peygamber razı değildir. Kimse diniyle oyuncak gibi oynatılmasına izin vermez. Hem kendini koru, kurtar hem de İslâm’a hakaret etme. El çırparak bunlar olmaz.
Yine bir kimse Allah’ın kitaplarından herhangi birine inanmaz yahut Allah’ın vaatlerinden birine yahut cezalarla ilgili ayetlerden birine iman etmez yahut Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinden herhangi birini yalanlarsa bu kişinin durumu açıktır, direkt kafirdir. Hz. Peygambere bu şekilde naat okumak da aynıdır. Peygambere naat okuyor, oynuyor, zıplıyor, tef-tömbelek çalıyor. Bunları yaparak yapıyor bunları. Bunlar da tehlikelidir, tehlikelidir. Bu küfür tehlikesine en yakın korkunç tehlikelerdir. Zikir yaparken el çırpmak da böyledir çünkü el çırpmanın ibadetle bir alakası yok ki. Şeriatta yeri yok bunların. İbadet nasıl olur? Allah’ın Peygambere emrettiği gibi, Peygamberin gösterdiği gibi. İbadetler öyledir. Kur’an, sünnette Hz. Muhammed ibadetlerin nasıl yapılacağını ashabına, ashabı da tabiine ve sonrakilere ibadetlerin nasıl yapıldığını ve yapılacağını Peygamberimiz öğretmiştir. Kur’an, sünnet bunun belgesidir. İslâm âlimleri bunun belgesidir. Senin oyuncağın olmaz İslâm’ın ibadetleri. O zaman kendine oyuncak yaparsın, imanını mahvedersin. Zarar sana. Ama İslâm’la da alay edemezsin. Kur’an’la alay edemezsin. Peygamberle alay edemezsin. Kendini mahvedersin ama İslami değerlerle alay edilmesine Müslümanlar, İslâm’ın kendisi, Allah, Peygamber razı değil. Kimse diniyle oyuncak oynatmaz sana. Hem kendini koru, kurtar hem de İslâm’a hakaret etme. Çünkü el çırparak da bunlar olmaz. Yine bir kimse Allah’ın kitaplarından herhangi birine inanmaz yahut Allah’ın vaatlerinden birine yahut cezalarla ilgili ayetlerden birine iman etmez yahut Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinden herhangi birini yalanlarsa bu kişinin durumu açıktır, direkt kafirdir. 1:25:25 Kafir olduğu noktasında bir ihtilaf bahis konusu da değildir. İttifakla, bütün âlimlerin ittifakıyla kişi kafir olur. Kur’an-ı Kerim, Allah kelamıdır. Tek bir kelimesini inkâr edemezsin ne hükmünü ne manasını. Cevahir’ul Fıkıh adlı kitapta şöyle deniyor: “Can çekişme zamanında bir kimse” Şimdi ölüyor. Cana kurumuş, can çekişiyor. Şimdi bu öyle bir durumdayken diyor “kabirde, kıyamette, sıratta, cennette ve cehennemdeki korkuları inkâr ederse yine kafir olur”. Çünkü bu konularda pek çok ayetler var, sahih haberler var, mütevatir haber var. Dikkat et. “Can çekişme zamanında bir kimse “kabirde, kıyamette, sıratta, cennette ve cehennemdeki korkuları inkâr ederse yine kafir olur”. Burada cennetteki korkudan maksat, oraya girinceye kadar geçirilen korkular, demektir. Ancak Mûtezile kabir azabına, mizana, sıratın varlığına ne yapmıştır? Bunlar hükmetmemişlerdir. Bakın, Mûtezile’nin korkunç durumları vardır. Kabir azabını, mizanı, sıratı kabul etmiyor. Aman, bu durumlara kimse düşmesin. Şimdi “Onları bu sebeple tekfir etmek caiz değildir” demişlerdir. Sapıktırlar, ehl-i bid’attırlar ama kafir demeye ağzını alıştırma kimseye. Ancak kesin olarak Kur’an’da, sünnette mesela kafir olduğu kesin ortaya çıkarsa o başka. Yine kıymetli kaynaklarda “Bir kimse herhangi bir mesele için “Anlamıyorum, Allah bunu neden Kur’an’da zikretmiştir?” derse, bunu kasıtlı söylerse kafir olur. Yani bu söz inkâr şeklindeyse kafir olur. Eğer öğrenmek maksadına dayalı bir soru sormak tarzında ise o zaman öğrenmeye çalıştığı anlaşılır, kafir denmez. Ama konuşmayı becerememiş insanlar da bulunuyor. El-Muhît adlı yine kaynakta İmam-ı Âzam’a Noktalı “dat” yerine noktalı “zı”, yahut “ashab’un-nâr” yerine “ashab’ul-cenne” şeklinde okuyan kimsenin durumunu sormuşlar İmam-ı Âzam’a. “İmamlığı caiz olmaz” demiş “fakat bunu bile bile, kasten yaparsa kafir olur.” demiş. Kur’an’ı yanlış okumak, kasten yanlış okuyan kafir olur. Kasten yanlış mana veren de kafir olur, kasten. Kıymetliler, ama mesela “dat”ı “zı” okuyor. Veyahut “ashâbunnâr” yerine “eshabülcenne” okuyor. Yanılmış da bunları yapıyorsa onlar imam olamazlar, peşlerinde namaz kılınmaz fakat kasten bunu yapmadıkları için de bunlara kafir denmez. Hata etmiştir yahut özrü varsa veyahut da cahilse bunlar eğitmek gerekir bunları.
1:30:05 Böylelerinin peşinde namaz kılınmaz. İmamlığı caiz olmaz ama bunları bile bile yaparsa işte o zaman kafir olur, demiştir İmam-ı Âzam. Yine kıymetli bir eserde “Bir kimse Kur’an-ı Kerim’le yahut mescitle yahut şeriat nazarında saygı gösterilen kutsal yerlerle alay ederse kafir olur”, demişlerdir. Çünkü İslâm’da, şeriatın indinde bir şey kıymetli, değerliyse o zaman şeriat nazarında saygı gösterilecek olanlardan ise şimdi sen bunlarla alay edemezsin, hakaret edemezsin. Edersen kafir olur, demişlerdir. Biz tehlikeleri haber veriyoruz. Herkes aklını başına alır veya almaz, bunu kendi bilir. “Yine bir kimse yemin ederken alay ederek ve hakaret için Mushaf üzerine ayağını koysa” yani Kur’an-ı Kerim üzerine ayağını koysa “kafir olur”.
Cevâhir-ül-Fıkh adlı kitapta da bakın ne deniyor: “Bir kimseye Kur’an-ı Kerim okusana yahut Kur’an’ı çok okusana denilse ve bu kimse de tevil etmeksizin cevap olarak “Kur’an okumaktan doydum” dese” Bakın, bunlar tehlikeli söz. Eğer tevilsiz bunu kasten söylüyorsa kişinin imanı tehlikededir. “yahut onu okumayı çirkin görüyorum derse” Bakın, iman gümbürtüye gider, kafir olur. “yahut Allah’ın kitabından herhangi bir ayeti çirkin görüyorum derse yahut Allah.’ın kitabında bulunan herhangi bir ayeti inkar ederse” Ha çirkin görmüş ha inkar etmiş. “yahut Kur’an-ı Kerim’de bulunan hususlardan herhangi birini eleştirirse, kötülerse” Kur’an-ı Kerim’in açık hükmünü. Hiçbir hükmü eleştirilemez. Biliyorsan ne âlâ. Bilmiyorsan öğreneceksin “yahut muâvizeteynin (yani Felak, Nas Sureleri) Kur’an-ı Kerim’den olduğunu inkâr ederse bunlar kafir olur” birer-birer. Onun için kıymetliler, Kur’an-ı Kerim ebedi bozulmadı, bozulmayacak. Eksiklik de yok, noksanlık yok, fazlalık yok. Kur’an-ı Kerim Allah’tan geldiği gibi tastamam. Ebedi böyle Allah’ın koruması altında. Bugün Kur’an-ı Kerim’e Alevilik veya Emevilik iddialarıyla Kur’an-ı Kerim Emevi’nin tekelindeymiş gibi, Abbasi’nin veya bir başkasının tekelindeymiş gibi Kur’an-ı Kerim’e el katıldı, bozuldu diyenler kafirdir. Kur’an-ı Kerim ne azalır ne çoğalır. Onun için Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın koruması altında olduğunu söyleyen ayetlere ve Kur’an-ı Kerim’in kendisine karşı koymaktır, Allah’a karşı koymaktır. Emevilikle Aleviliği birbirine karıştırıp Kur’an-ı Kerim’e dil uzatmak kimsenin haddine değildir. Kur’an-ı Kerim ne Emevi’nindir ne Yezid’indir ne de Hz. Ali’nin yolundan sapan sapık Şîa’nındır. Tüm Müslümanlarındır Kur’an-ı Kerim. Bozulmadı, bozulmayacaktır. Kendinizi küfre göndermeyin. Kendinizi mahvetmeyin. Sen gidip kayalara kafanı çarparsan, kayalara bir şey olmaz, senin kafan parçalanır. 1:35:06 Şimdi sen gitmişsin kayaya kafanı vuruyorsun. Aklına göre kayaları, dağları öte iteceksin. Senin kafa parçalanır ey serseri! Kur’an-ı Kerim’e dil uzatma. Eğer senin dilin iman ve hakikatin dili ise Kur’an-ı Kerim’i öğren. İman et, amel et. Gereği gibi iman ve amel et. Önce öğren saygı ve sevgiyle.
Eğer yola Emevilikle yola çıkarsan, Yezid’le yola çıkarsan, Hz. Ali’nin yoluna hiç uymayan Şîa’yla, Alevî’yle yola çıkarsan, gerçek Alevîlere bir sözümüz yok. Kur’an-ı Kerim’e dil uzatan sapıklardan bahsediyoruz, bunlarla yola çıkarsın onlarla beraber ateş kuyularına düşersin, paramparça olursun, mahvedersin. Gece karanlıkta odun topluyorum diye zehirli yılanları toplar sırtına sararsın. Ondan sonra da yılanlar ısırdıkça hoplarsın ve zehirlenir, geberir gidersin. Zaten zehirlemişler seni. Kur’an-ı Kerim’e dil uzatmışsın, sen zehirlenmişsin. Dil uzatan herkes mikroplu bir sakız çiğniyor. Kur’an-ı Kerim’e, Hz. Muhammed’e, İslâm’a dil uzatanlar dürüm dürüm kaynayan mikroplu sakızları çiğniyorlar. Aklını başına al. O mikroplardan paçanı kurtar. İslâm kurtarmaya geldi. Herkesi. Onun için Hz. Ali’yi seven her Müslüman eğer Ali’yi sevmekle Alevî olunuyorsa ben canım kadar Hz. Ali’yi seviyorum. Belki canımdan fazla. Hz. Hasan, Hüseyin, ehl-i beyti seviyorum komple. Ama Hz. Ali’nin yolunda gideceksin ki bu sevgi gerçek olsun. Ali’nin yolu Kur’an-ı Kerim, sünnet yoludur. Peygamberin yoluna sünnet yolu denir. Sünnilik kelimesi de buradan gelir. Sünnî-Alevî ayrımını yapmaya da hakkın yok. Peygamberin yolu sünnet yoludur. Kim bu sünnet yoluna hakkıyla uyuyorsa, Hz. Muhammed’e, onun şeriatına tabi oluyorsa, o sünnet yolundadır ki ona Sünnî denir. Hz. Ali, Peygamberin yolundadır ve Sünni’dir. On iki imamlar, ehl-i beytin sünnet yolunda bağlı olanlar, bütün seyitler, şerifler hep Sünni’dir. Sünnete, Peygambere Kur’an-ı Kerim’e bağlı olanlar. Hz. Ali’yi sevmekle eğer Alevî olunuyorsa, bütün Müslümanlar Hz. Ali’yi seviyorlar. Bütün ehl-i beyti seviyorlar bütün Sünnîler. Ben sevmeyen kimseyi görmedim. Eğer görürsem ona da gerekeni yaparım. Görürsem yaparım. O zaman o zır cahildir, yanlış bir yerden bir mikrop kapmıştır. Sevmeyen varsa bir tane o da yanlış bir mikrop kapanlardır. Biz ehl-i beyti sen “sevme” desen de seviyoruz. Senin değil ki. Bütün İslâm âleminin yüce şahsiyetleridir onlar. Bütün Müslümanların onlar. Birilerinin değil onlar. Tüm Müslümanların. Müslümanların değerlerini kimse kendi tekeline alamaz. Bunu da bil.
İşte kıymetliler, yine bu gerçekleri size duyurmaya sizi çok sevdiğim için yana yakıla söylüyoruz ki kimsenin imanına zarar gelmesin. Amacımız bu. Herkes gerçek Müslüman olsun. Neticede dünyada bütün insanlık Allah’ın kulları, Peygamberin ümmeti ve Âdem’in, Havva’nın çocukları. Birbirimize doğruyu söyleyelim.
1:40:33 Evet kıymetliler, şimdi sonradan gelen âlimlerden bazıları ki bunlara ulema-i müteahhirin denir bunlar demişlerdir ki ister tevil etsin ister etmesin bu sözleri sarf eden kimse, diyor yani Kur’an-ı Kerim hakkında bu kelimeleri sarf eden kişi kafir olur, demişlerdir. Ancak birinci görüş tabii daha doğrudur. Fetva da bunun üzerindedir. Yine bir kimse Kur’an-ı Kerim’in tamamını yahut Kur’an-ı Kerim surelerinden herhangi bir sureyi yahut Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinden herhangi bir ayeti inkâr ederse hatta bir kelimeyi inkâr ederse yahut mütevatir olan bir okuyuş tarzını inkâr ederse yahut bir kelimenin ve ayetin Allah kelamından olmadığına inanırsa yine kafir olur, demişlerdir. Bu sayılanları kim böyle inkâr ederse bir bir kafir olurlar, demişlerdir. Yani bu ayetin Kur’an-ı Kerim’den oluşu üzerinde ittifak olursa kafir olur. Çünkü Kur’an-ı Kerim’den olan ayetleri inkâr eden kafir olur. Kur’an-ı Kerim’in ayetleri belli. Elham-ı Şerifle başlıyor, efendim Bakara, İmran Suresi, Nisa, Maide derken sureler 114 sure, içinde ayetleri de belli, Nas Suresiyle sona eriyor. Kur’an-ı Kerim’in bütün sureleri, ayetleri belli. Onun için bu ayetlerden, bu surelerden bir kelimeyi dahi kimse inkâr edemez. Ederse işte küfre girer. Mesela Neml Suresindeki Besmele ayetinde olduğu gibi. Bütün surelerin evvelindeki Besmelenin Kur’an-ı Kerim’den olduğunu inkâr etmek böyle değildir ama Neml Suresindeki Besmele kesin Kur’an-ı Kerim’e ait bir ayettir. Mesela Malikîlere göre Kur’an-ı Kerim’den besmeleler Kur’an-ı Kerim’den değildir, Şafiîiler ise bu görüşte değildir. Hanefîlerden araştırıcı, akademik âlimlere göre Besmele, Kur’an-ı Kerim’den müstakil bir ayettir. Bakın, müstakil bir ayettir. Surelerin arasını ayırmak için inzal edilmiştir, diyor Hanefî âlimleri. Mesela Câfer-i Sâdık Hazretleri Muhammed Bakır, İmam-ı Âzam’la içtihadları aynıdır, aralarında fark yok. Bu farkı koyanlar İslâm düşmanları. İçtihad farkları ise zaten onlar bir rahmet. İçtihad farkı olur. Ama Kur’an, sünnet, icma, kıyas, bunların asli delillerinde aralarında bir problem yok. Bunları düşman gibi göstermek kimin işine yarıyor?
Sevgili izleyenler, müminler kardeştirler. Bir defa imanda, tevhid imanında dünya Müslümanları bir ve bütün olmalı. Kardeştirler, kardeş olmalı. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de “İnnemâl mu’minûne ihvetun- Ancak müminler kardeştir”, diyor. Seni bu kardeşliği bozmaya ne hakkın var? Bu kardeşleri düşman etmeye birbirine ne hakkın var? Bunları bölmeye, parçalamaya ne hakkın var şucu veya bucu diye? Doğruları ilmen ortaya koy, ilmen. Besmele çekmeyi bilmiyorsun şundan bundan bahsediyor, ahkam kesiyorsun. Bu cahillikten vazgeç.
1:45:29 Sevgili dinleyenler, muhterem efendiler Kur’an-ı Kerim okumakla alay etmek. Bakın, bu konuda da Fıkh-ı Ekber’de de keşif notlarımız devam ediyor. Ne diyor? Bir kimse Kur’an-ı Kerim okunuşunu dinlese ve alay ederek dinlediği bu ses için “Name sesidir” dese Kur’an-ı Kerim’le alay ettiği takdirde kafir olur. Kafir olmasının sebebi, okuyuşun kendisiyle alay etmesidir. Fakat sesinin çirkinliği dolayısıyla okuyanla alay ederse Kur’an-ı Kerim’le değil, okuyanla, onun sesini Kur’an-ı Kerim’e yakışmadığı gibi bir durum ortada varsa o zaman kafir olmaz ama yine de Kur’an okuyanla bu işi yapmaması lâzım. Çünkü herkesin sesinin güzel olması, çirkin olması herkesin kendi elinde değil ki. Bazılarının sesi çok güzeldir, bazılarınınki farklıdır. Bununla da alay etmeye kendini alıştırma. Ama herkesin Kur’an-ı Kerim’i doğru okuması, güzel okuması, herkesten istenir. Fetâvâ-i Zahirîyye’de şöyle deniliyor: “Eğlence tarzında bir kimse Kur’an-ı Kerim’den bir ayet okursa kafir olur”. Kur’an-ı Kerim’le alay edilmez. Eğlence değildir. Allah kelamı eğlence olur mu?
“Ve mâ huve bil hezli- Kur’an-ı Kerim eğlence değil”. Oyun değil. Eğlence değil. Efendim alay vesilesi olmaz. Allah kelamı. Onun için istihza, eğlence, oyun şeklinde Kur’an-ı Kerim’den bi ayet okursa, eğlence maksadıyla, istihza maksadıyla, kafir olur.
Çünkü Cenab-ı Hak “İnnehu le kavlun faslun ve mâ huve bil hezli” buyurdular. “Muhakkak Şanlı Kur’an hak ile bâtılı birbirinden ayıran Allah kelamıdır”.
1:48:08