395- Tefsir Ders 395 hayat veren nurun keşif notları
395- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 395
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
(Enbiya Sûresi 42’nci Âyet-i Kerime’den 105’inci Âyet-i Kerime’ler)
(اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً ) “O inanmayanlar görmediler mi?” diyor Cenab-ı Hak. Niye düşünmüyorlar, niye bilenden sormuyorlar? Gerçek bilimle uğraşsalar vahyi ilâhîyi dinleseler Peygamberi, şanlı Kur’an’ı, İslam’ı dinleseler baksalar ya! Göklerle yer (كَانَتَا رَتْقاً ) bitişik idiler diyor Cenab-ı Hak. Bunlar bitişik idiler göklerle yer bitişik idiler. Yağmur yağmıyor yerde ot bitirmiyordu gök cisimleri ve yıldızları yok tek bir bütün hâlindeydi. (فَفَتَقْنَاهُمَاۜ) “Öyleyken biz onları koparıp ayırdık” buyuruyor burada ‘’ratktan’’ bahsediliyor bir de ‘’fatktan’’ bahsediliyor “ratk” biliyorsunuz yerlerin bitişmesi yerlerin göklerin bitişik hâlde olmasına “ratk” diyor Kur’an-ı Kerim. Birde bunun “fek” gibi koparıp ayırmak durumu var. Bunun için İbn-i Ömer ve İbn-i Abbâs Radıyallâhu Anh ’tan bir rivâyette gök “ratk” idi yağmur yağıyordu ve yer “ratk” idi ki ot bitmiyordu diyor. Şöyle bir bakalım Kur’an-ı Kerim astronomi konusunda insanlık âlemine yepyeni terâneler ve bilimsel gerçeklerin aslını esâsını ortaya koymaktadır. Sonra Yüce Allah göğü “fatk” etti yağmur yağdırdı yeri de “fatk” etti ot bitirdi denilmiştir. Bu 14 asır önce Hazreti Muhammed’in Ashâbları söylüyor bunları dikkat edin. Kur’an-ı Kerim’in dünya daha çok arkasından geliyor çok hem de. Kur’an-ı Kerim çağları kuşatmış insanlar Kur’an-ı Kerim’i anladığı kadar ilerleyeceklerdir. Kevnî âyetleri ve kitâbî âyetleri keşfettikleri kadar bilimsel olarak ilerleyeceklerdir. Burada fakat “ratk” ve “fatk” bir mecâzîdir. İbn-i Abbâs’tan İkrime, Hasan, Katâde ve İbn-i Cübeyr yollu bir rivâyette: “Gökler ve yer ikisi bitişik bir şeydi Allah aralarını ayırdı” denilmiştir. Bu mânâ ilk madde teorisine uygunluk gösterdiği gibi yerin güneşten ayrıldığı yolundaki son teoriye de değinmiş olur. ‘’Rad Sûresi 3’üncü âyetinin tefsirinde’’ de bunlar açıklandı buna göre “ratk” ve “fatk” hakîkattir. Fakat görme ilim veya görüş anlamındadır. “Ratk” yoklukta ortaklık, “fatk” yaratmak ve farklı kılmak anlamında olmaktadır.
Dakika 5:00
Başlangıçta biliyorsunuz ki, gökler ve yer duman gibi bir madde iken sonradan ne oldular; değişik şekiller alıp kitleler kütleler hâline geldiler ve değişik kütleler oldular farklı şekiller aldılar. (وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ) “Ve hayatı olan her şeyi sudan yarattık” diyor Cenab-ı Hak. Bitki olsun, canlılar olsun, insan olsun canlı olan her şeyin hayatına suyu sever kıldık anlamı da vardır. (كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ) “Hayatı olan her şeyi” su ile bir bağlantısı bulunmaktadır. Hidrojen bütün elementlerin temel esâsı gibi mütalaa olunmaya başladığına göre organik kimyada karbon bir temel element olarak mütalaa edilmektedir. Kur’an-ı Kerim’in bu uyarısı daha kapsamlı bir gerçeğe işareti de içine almış olur. Suyun “ratk” yani bitişik olma ve “fatk” ayırma ile münasebeti apaçık olup herkesçe bilinmektedir. Tabiata kalsaydı tabiat kendi kendine değişir miydi? Yer ile gök yokluktan varlığa gelirler miydi? Hiç kimse kendini bir yaratıcı olmadan yaratma şansına sahip mi hiç kimse? Oturaklı kıtalar omurgaları derinliklere gömülmüş parçalar… Yani “dağlar meydana getirdik” diyor Cenab-ı Hak. “Hâlbuki onları yaratan biz o yeryüzünde kendilerini sarsacak diye ağır baskılar yaptık.” Dağlar kürreyi arzın üzerine iyice oturtturuldu hem de oturaklı kıtalar, kıtalar omurgaları derinliklere gömülmüş parçalar hâlinde. Dağlar yeryüzüne iyice oturtturuldu ki, yeryüzünün merkezinde olan o sıvı maddelerin gazların dışarı çıkmaması… Yoksa her gün her tarafta volkanlar patlayabilirdim, daha başka depremlerin önüne geçilmezdi. (وَجَعَلْنَا ف۪يهَا فِجَاجاً سُبُلاً) “Orada bir takımı alanlar yollar yaptık” diyor Cenab-ı Hak. (لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ) “Doğru yolu bulabilsinler, gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık” diyor. (وَجَعَلْنَا السَّمَٓاءَ سَقْفاً مَحْفُوظاًۚ) (وَحَفِظْنَاهَا مِن كُلِّ شَيْطَانٍ رَّجِيمٍ ﴿١٧﴾) ‘’Hicr Sûresi 17’’ “Onları gökleri yani kovulmuş her şeytandan koruduk” diyor Cenab-ı Hak. “Doğrusu gökleri ve yeri zevâl bulmaktan Yüce Allah koruyup tutuyor. Andolsun ki, zevâl bulurlarsa onları ondan başka kimse tutamaz.” (وَهُمْ عَنْ اٰيَاتِهَا مُعْرِضُونَ) “Onlar ise bunun gökyüzünün alametlerinden yüz çevirmektedirler.” (وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ) “Hâlbuki geceyi gündüzü güneşi ve yıldızı yaratan O’dur. (كُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ) “Bunların her biri kendi dairesinde dolaşmaktadır.”
Dakika 10:00
Bak burada (فَلَكٍ يَسْبَحُونَ) buyuruyor. Felek yörünge yani döndürüyor değil onlar felekten ve her biri bir yörüngede yüzüyorlar Kur’an-ı Kerim böyle söylüyor. Felek devreden şey demek olduğuna göre bazıları feleği dolaşan bir cisim saymışlardır ki, bunlar zamanlarının ‘’Felak Telakkisine’’ kapılmış görünüyorlar hâlbuki Dahhâk’tan rivâyet olunduğu üzere felek yıldızların medarı yani dolaştığı yer diye tarif edilmiştir ki sırf “Riyazi” matematiksel bir ifadedir. Medar kelimesi gibi mahrek hareket yeri demek de kelime olmuştur. Biri devirden ismi mekân biri de hareketten ismi mekândır. Burada (يَسْبَحُونَ) “yüzerler” diyor Kur’an-ı Kerim uyulması dikkate değer bir ortaya görüntü ortaya çıkmaktadır burada bizim kâşiflerimiz ne diyorlar (وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ) buna birçok keşfi yorumlar getirmişlerdir. Güneş, ay ve yıldızlar takdirinde olmasıdır. (كُلٌّ) Sözcüğü ve çoğul sîgası olan (يَسْبَحُونَ) ile hepsinin işaret olunmuş demektir. Bütün yıldızların kastedilmiş olması yer, güneş, ay bütün gök cisimlerinden her biri bir yörüngede yüzüyorlar demek olur yörüngeleri vardır. Eski astronomi ilminin kabul ettiği bir teorinin reddedilmesi de vardır. Çünkü onlar güneş ile ayı yörünge hareket ettiriyor diyorlardı. Burada ise her birinin birer yörünge de kendilerinin yüzdükleri haber veriliyor ki, gök cisimlerinden her birinin feza da bir mehver yani en eksen veya mahrek yani yörünge üzerinde hareket ettiklerini söyleyen yeni astronomi nazariyesinin esâsı da budur. Bilim ilerledikçe Kuran’ı Kerim’e daha da yaklaşıyor. Kur’an-ı Kerim’in fenne karşı büyük bir zaferini okumaktayız. Kur’an şanlı Kur’an fenle uydurulmaya çalışılmamalı fen, Kur’an-ı Kerim ile bağdaştırılmaya uğraşılmalıdır. Çünkü bütün doğrular Kur’an-ı Kerim’dedir. İlim ilerledikçe Kur’an-ı Kerim’i dünya daha iyi anlayacaktır çünkü doğrular Kur’an-ı Kerimde’ dir. Neden? Allah kelâmı. Hiçbiri sakin değil hepsi de birer eksen etrafında periyodik hareketler yapmaktadır. Hepsi fezanın boşluğunda bir nizâm ve düzen içerisinde yollarına devam etmekte ve her türlü kusurdan korunmuş olarak yörüngelerinde yüzmektedirler. Bu ne hârika sanat ne büyük kudret ve ne büyük âyetlerdir. Bunların hepsinden Allah’ın birliği ve yüceliği okunur. İşte bilimle îmân yan yana hiç birbirine teksib etmez hak ilim hak îmân beraberdir aralarında çelişki olmaz.
Dakika 15:10
(وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ) sözü Yüce Allah’ın birliğinin ve kudretinin delillerini görünen âlemde gösterirken aynı zamanda Allah’ı gösteren delillerden birisi de Hazreti Muhammed’in nuru olduğunu göstermek için Hazreti Muhammed’in Peygamberliğini anlatacak husûsî bir delil olmak üzere yerin gökten ayrılmış olması gibi bilimsel bir gerçeği fizik ve Felsefe adamlarına ders verdikten sonra… ‘’Batlamyus Astronomisini’’ kökünden yıkan bir vecize ile astronomi bilginlerine de yeni bir fen ilmi buluş yani fennin başlangıcı olacak bilimsel bir genel kaide veriyor. Kim? Kur’an-ı Kerim. Gerçi Kopernik, Newton, Gaiplus gibi bu fen astronomi ile meşgul olan kimselerin böyle bir astronomik kânûnu bulmaları aslında çok bütün bilimsel bir başarı ve bir deha olmakla beraber bir mûcize sayılmazsa da bunu ümmî okuma yazması olmayan 14 asırdan fazla önce bir insanın bütün ilim dünyasına karşı meydan okurcasına haber vermiş olması onun Peygamberliğini ortaya koyan Allah’ın âyetlerindendir. Âyet olduğunda hiç şüpheye yer bırakmaz. Kur’an-ı Kerim insanüstü tabiatüstü yüce ilimlerin kaynağıdır. Bu dünya öyle bir imtihan ve deneme yeridir ki, her iyiliğin önünde bir şer engeli vardır. Bunun için bu imtihanları dünyada kazanmamız gerekiyor. “Bir de biz senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık” diyor Cenab-ı Hak. “O hâlde sanki sen ölürsen onları bâkî kalacaklar mı zannediyorlar?” diyor. Burada ilim karşıtı, peygamber karşıtı, kitap karşıtı güçlere Cenab-ı Hak ayrıca bir ültimatom da veriyor. “Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz diyor Cenab-ı Hak.
Kıymetli dostlarınız,
Cenab-ı Mevlâ burada bunları söylerken;
قُلْ مَنْ يَكْلَؤُ۬كُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمٰنِۜ بَلْ هُمْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِمْ مُعْرِضُونَ﴿٤٢﴾
اَمْ لَهُمْ اٰلِهَةٌ تَمْنَعُهُمْ مِنْ دُونِنَاۜ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَ اَنْفُسِهِمْ وَلَا هُمْ مِنَّا يُصْحَبُونَ ﴿٤٣﴾
بَلْ مَتَّعْنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۜ اَفَلَا يَرَوْنَ اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ اَفَهُمُ الْغَالِبُونَ﴿٤٤﴾
قُلْ اِنَّـمَٓا اُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِۘ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَٓاءَ اِذَا مَا يُنْذَرُونَ﴿٤٥﴾
وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ﴿٤٦﴾
وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ﴿٤٧﴾
(Sadakallâhülazîm)
Dakika 20:15
De ki: “Geceleyin ve gündüzün sizi Rahmân’dan kim koruyabilir?” Ama onlar Rablerinin kitâbından yüz çevirmektedirler. Yoksa kendilerini bize karşı savunacak tanrıları mı var? O tanrılar bile kendilerine yardım edemezler, katımızdan da dostluk görmezler. Doğrusu biz o inkârcıları ve atalarını yaşattık, hattâ o ömür onlara uzun geldi. Fakat şimdi memleketlerini her yandan eksilttiğimizi görmüyorlar mı? O hâlde üstün gelen onlar mıdır? De ki: “Ben size ancak vahiy ile korkutup uyarıyorum,” uyarıldıkları zamanında sağırlar çağırıyor duymazlar. Hakîkate kulak tıkamayın diyor hakîkate kulak tıkayanlar gerçeği duymazlar. Yemin olsun ki, Rabbinin azâbından az bir şey onlara dokunursa, muhakkak “Vay bizlere, biz gerçekten zâlimlerdik” diyecekler. Biz kıyâmet günü için doğru terazileri kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan amel, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir (tartıya teraziye koyarız.). Hesap görenler olarak da biz kâfiyiz. Başka hesap soran olmaz. Allah hesap soracak o hesap soranların en süratlisidir ve o kâfidir yeterlidir gücü her şeye yeten işte O.
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى وَهٰرُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَٓاءً وَذِكْراً لِلْمُتَّق۪ينَۙ﴿٤٨﴾
اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ﴿٤٩﴾
Yemin olsun ki, Mûsâ Aleyhisselâm ve Hârun Aleyhisselâm’a eğriyi doğrudan ayıran kitâbı, takvâ sahipleri için bir ışık ve öğüt olarak verdik. Onlar görmedikleri hâlde Rablerinden korkarlar, kıyâmet saatinden de titrerler. Herkes Allah’a hesap verecek îmânın doğru îmân olsun, amelin sâlih amel olsun ve kendin muhlis kullardan ol ihlâs ile sırf Allah için ibadet et, kulluk yap.
وَهٰذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ اَنْزَلْنَاهُۜ اَفَاَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ۟﴿٥٠﴾
İşte bu (Şanlı Kur’an) da indirdiğimiz kutsal bir kitaptır. Kur’an’ı Kerim kutsal mı kutsal, yüce mi yüce, mübarek mi mübarek bir kitaptır. Şimdi siz bunu inkâr mı ediyorsunuz? Böyle bir kitâbı inkâr edenlerin vay hâline! (وَهٰذَا) İşte bu da şanlı Kur’an da (ذِكْرٌ مُبَارَكٌ) mübârek bir kitaptır öyle mübarek bir zikirdir ki, (اَنْزَلْنَاهُۜ) onu biz indirdik biz. (اَفَاَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ۟) Şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz?
Dakika 25:05
Bu bütün varlığınla inanıp tasdik edeceğin bir kitap bütün varlığınla. Çünkü Kur’an ’sız yaşanmaz. Ruhların, kalplerin hayat veren kitabı ölümsüz mutluluğa seni hazırlayan Hakk’ın Kitâb’ı bizzat hakîkatin kendisi. İnkâr eden kendi bilir hiçbir âyeti ve kelimesi inkâr edilemez. İnkâr etmeyenlerde bu Kitâb’ın hükmünce amel etsinler tasdik ediyorsanız hükmünce îmân ve amel edin îmânımızı amelle ispat edin. Güzel ahlâkla, gerçek adâletle, Allah’a itaat taatle, işte yeryüzünde ilim irfan ile merhametle bunu ispat edin.
وَلَقَدْ اٰتَيْنَٓا اِبْرٰه۪يمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِه۪ عَالِم۪ينَۚ﴿٥١﴾
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا هٰذِهِ التَّمَاث۪يلُ الَّت۪ٓي اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ﴿٥٢﴾
قَالُوا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا لَهَا عَابِد۪ينَ﴿٥٣﴾
قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ﴿٥٤﴾
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ اَمْ اَنْتَ مِنَ اللَّاعِب۪ينَ﴿٥٥﴾
قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الَّذ۪ي فَطَرَهُنَّۘ وَاَنَا۬ عَلٰى ذٰلِكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ ﴿٥٦﴾
وَتَاللّٰهِ لَاَك۪يدَنَّ اَصْنَامَكُمْ بَعْدَ اَنْ تُوَلُّوا مُدْبِر۪ينَ﴿٥٧﴾
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذاً اِلَّا كَب۪يراً لَهُمْ لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ﴿٥٨﴾
قَالُوا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا اِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ﴿٥٩﴾
قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَـهُٓ اِبْرٰه۪يمُۜ ﴿٦٠﴾
Bu yüce âyetlerin şöyle bir yüce mânâsına bir bakalım;
Andolsun ki biz daha önce İbrâhim’e de rüştünü vermiştik (akla uygun olanı göstermiştik). Biz onu biliyorduk. O zaman o, babasına ve kavmine: “Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir?” demişti. Onlar: “Biz atalarımızı bunlara tapar bulduk” dediler. İbrâhim Aleyhisselâm: “Andolsun ki sizler de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz” dedi. Onlar: “Sen bize gerçeği mi getirdin, (Sen ciddi mi söylüyorsun), yoksa şaka mı ediyorsun?” dediler. O şöyle dedi: “Hayır, Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbi ’dir ki onları O yaratmıştır. Ben de buna şahitlik edenlerdenim” dedi. “Allah’a yemin ederim ki, siz arkanıza dönüp gittikten sonra, ben putlarınıza elbette bir tuzak kuracağım” dedi İbrâhim. Derken o, bunları parça parça etti, putları parçaladı İbrâhim. Yalnız kendisine başvursunlar diye onların büyüğünü sağlam bıraktı. (Kavmi): “Tanrılarımızı bunu kim yaptı? Doğrusu o zâlimlerden biridir” dediler. (Bazıları): “İbrâhim denen bir gencin, onları diline dolandığını duymuştuk” dediler. İşte bakın neler oluyor İbrâhim (AS.) babasının putunu kırdı.
Dakika 30:03
Kavminin putunu da kırdı daha kırılmaya devam ediyor. Bu bir hak mücadelesidir tevhîd îmânı şirke karşı kendini gösterir. İbrâhim böyle bir tevhit îmânında hak mücadelesini veren hem büyük bir peygamber hem büyük bir mücahit hem de tevhîd inancında bir değerli Müslüman.
قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَـهُٓ اِبْرٰه۪يمُۜ﴿٦٠﴾
قَالُوا فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ﴿٦١﴾
قَالُٓوا ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ﴿٦٢﴾
قَالَ بَلْ فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا فَسْـَٔلُوهُمْ اِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ﴿٦٣﴾
فَرَجَعُٓوا اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ فَقَالُٓوا اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ ﴿٦٤﴾
ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ﴿٦٥﴾
قَالَ اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـٔاً وَلَا يَضُرُّكُمْۜ﴿٦٦﴾
اُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ﴿٦٧﴾
قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ﴿٦٨﴾
قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً وَسَلَاماً عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ﴿٦٩﴾
وَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ ﴿٧٠﴾
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطاً اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ﴿٧١﴾
Bakın İbrâhim Aleyhisselâm ile bu put kırma mücadelesi şimdi başladı devam ediyor.
“O hâlde onu insanların gözleri önüne getirin, olur ki (aleyhinde) şahitlik ederler” dediler. (İbrâhim gelince ona) “Ey İbrâhim bunu tanrılarımıza sen mi yaptın?” dediler. İbrâhim: “Belki onu şu büyükleri yapmıştır, konuşabiliyorlarsa onlara sorun” dedi. Bunun üzerine vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) dediler ki: “Doğrusu siz haksızsınız.” Sonra yine (eski) kafalarına döndüler: “Andolsun ki, ey İbrâhim! Bunların konuşamayacağını sende bilirsin” dediler. İbrâhim dedi ki Aleyhisselâm: “O hâlde, Allah’ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara mı tapıyorsunuz?” dedi. “Size de, Allah’ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun, siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?” dedi İbrâhim Aleyhisselâm. Onlar: “ Bir şey yapacaksanız, şunu yakın da tanrılarınıza yardım edin” dediler. Görüyorsunuz İbrâhim’i yakmaya ateşe atmaya karar verdiler putperestlik böyledir. İslam dünyaya doğuncaya kadar doğuda, batıda insanlar diri diri yakılıyordu. Ve kim doğruyu söylerse bâtıl inançlar onları cezalandırıyordu. Şöyle bir bakın çevrenize din adına neler uyduruldu? Çünkü din İslam’dır o da Allah’ın ortaya koyduğu değerlerdir. Dinde yücelik vardır yanlışlık olmaz yanlışlık din adına yanlış yapanlardadır.
Dakika 35:00
Bakın doğru söylediği için İbrâhim’i yakmaya karar verdiler hem İbrâhim’i yakıp tanrılarına böyle yardım edecekler bu putperest kafaları hep böyledir. Biz: “Ey ateş! Cenab-ı Hak diyor ki ateşe: “Ey ateş! İbrâhim’e karşı serin ve zararsız ol” dedik. Ona düzen kurmak istediler, fakat biz kendilerini daha fazla hüsrana uğrattık diyor Cenab-ı Hak.
وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ﴿٧٢﴾
وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ﴿٧٣﴾
Onu da, Lût’u da, âlemler için bereketli ve kutsal kıldığımız yere ulaştırıp kurtardık. Ne oldu? İbrâhim’in karşısında putperest ‘’Nemrut Devleti’’ yıkıldı. Allah İbrâhim’i ateşten kurtardı. Lût kavmine Allah yerin dibine geçirdi tepelerine taş yağdırdı hem de cehennem taşları. Lût’u da inananları yanında kaç kişiyse çok az onları da kurtardı. Ona İbrâhim’e İshâk’ı üstelik birde Yâkub’u ihsân ettik ve her birisini sâlih kimseler kıldık. Onları buyruğumuz altında (insanlara) doğru gösterecek önderler kıldık. Kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahiy ettik. Onlar bize kulluk eden kimselerdir. (وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ) buyuruyor Cenab-ı Hak.
وَلُوطاً اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماً وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَٓائِثَۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِق۪ينَۙ ﴿٧٤﴾
وَاَدْخَلْنَاهُ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ۟﴿٧٥﴾
Biz Lût’a da bir hüküm bir ilim verdik, Lût Aleyhisselâm bu. Onu çirkin işler işleyen kasabadan kurtardık. Lût Kavmi çirkin işler yapıyordu doğrusu onlar kötü, fâsık bir kavimdi diyor Cenab-ı Hak. Onu ise rahmetimizin içine aldık. Çünkü o Sâlihlerdendi diyor inananlar hep kurtuldu. İnanç îmân önderleri, Hakk’ın önderleri peygamberlerdir.
وَنُوحاً اِذْ نَادٰى مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ﴿٧٦﴾
وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَ﴿٧٧﴾
Nuh da daha önceleri bize yalvarmıştı; Nuh Aleyhisselâm biz de onun duasını kabul ettik, kendisini ve ailesine büyük sıkıntıdan kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayan kavminden onun öcünü aldık. Şüphesiz onlar kötü bir kavimdiler. Bizde hepsini suda boğduk suya gark ettik.
وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ﴿٧٨﴾
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ﴿٧٩﴾
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْۚ فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ﴿٨٠﴾
Dakika 40:40
Dâvûd ve Süleyman’ı da (hatırla) diyor. Hani onlar ekin hakkında hüküm veriyorlardı. Hani milletin koyunları (geceleyin) içinde yayılmıştı, biz onların hükmüne şahitlik. Biz onun hükmünü hemen Süleyman’a bildirmiştik; (zaten) her birine hüküm ve illim vermiştik. Dâvûd’la beraber tesbih etsinler diye, dağları ve kuşları buyruk altına aldık. (Bütün bunları) yapan bizdik. Cenab-ı Hak bunu duyururken bak ne diyor; Ona, sizi savaşta korumak için zırh yapma sanatımı öğrettik, Dâvûd Aleyhisselâm’a. Artık şükreder misiniz?
وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ عَاصِفَةً تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ٓ اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِم۪ينَ﴿٨١﴾
وَمِنَ الشَّيَاط۪ينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلاً دُونَ ذٰلِكَۚ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظ۪ينَۙ﴿٨٢﴾
Bereketli kıldığımız yere doğru, Süleyman’ın emriyle yürüyen şiddetli rüzgârı, onun buyruğuna verdik. Biz her şeyi biliyorduk. Onun için dalgıçlık yapan ve bundan başka işlerde gören şeytanlardan da onun buyruğu altına verdik. Onların hepsini bir gözetliyorduk.(اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ) Hani onlar ikisi de ekin hakkında hükmettiler. (اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ) Hani milletin koyunları içinde yayılmıştı? Rivâyet olunduğuna göre Dâvûd Aleyhisselâm koyunların tazminatı olarak tarla sahibine verilmesini hükmetmişti. Süleyman Aleyhisselâm ise, ekinin koyun sahibinde kalıp eski hâline gelene kadar tarla sahibinin tazminat olarak koyunların sütünden yararlanmasını her iki taraf için de daha uygun olduğunu düşünmüştü. (وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ) Biz onların hükümlerine şahittik diyor Cenab-ı Hak.
وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ﴿٨٣﴾
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ﴿٨٤﴾
Eyyûb Aleyhisselâm da: “Başıma bir belâ geldi, (sana sığındım) sana merhametlilerin en merhametlisi olarak yalvarıyorum. Sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye Rabbine nida etti. Kim? Eyyûb Aleyhisselâm. Bizde onun duasını kabul ettik de başına gelenleri kaldırdık. Tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir hâtıra olmak üzere, ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha verdik.
Dakika 45:15
وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِدْر۪يسَ وَذَا الْكِفْلِۜ كُلٌّ مِنَ الصَّابِر۪ينَۚ﴿٨٥﴾
وَاَدْخَلْنَاهُمْ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُمْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ﴿٨٦﴾
İsmâil Aleyhisselâm’ı İdrîs ve Zülkifl’i Aleyhisselâm’ı da (hatırla). Onların hepsi de sabredenlerdendi. Onları da rahmetimizin içine aldık. Onlar gerçekten sâlih olanlardandı.
وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِباً فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ﴿٨٧﴾
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ﴿٨٨﴾
Zünnun’u (balık sahibini de hatırla.) Kim bu? Yunus Aleyhisselâm. Hani o, öfkelenerek gitmişti de bizim kendisini hiçbir zaman sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Fakat sonunda karanlıklar içinde: “Senden başka ilâh yoktur, sen münezzehsin. Şüphesiz ben haksızlık edenlerden oldum” diye seslenmişti. Ne diyordu? (لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ) diye yalvarıyordu. Allah’ı böyle tesbih ediyordu, böyle zikrediyordu, böyle sesleniyordu. Bizde duasını kabul ile icâbet ettik diyor Cenab-ı Hak. Kendisini üzüntüden kurtardık. İşte biz îmân edenleri böyle kurtarırız. (لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ) Bunu Müslümanlar bu yüce âyeti bu tesbihi bu yalvarışı da dilinden bırakmamalıdır gönlünden dilinden. Virt hâline getirmeli Kur’an-ı Kerim’in bu yüce âyetleri bütün peygamberlerin örnek duaları var başta Hazreti Muhammed olmak üzere. Ne diyor (لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ) diyor. “Senden başka ilâh yoktur, sen münezzehsin. Şüphesiz ben haksızlık edenlerden oldum” diyordu. ( اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ) diyordu.
Onun için kıymetli dostlarımız Kur’an-ı Kerim baştan sona tam bir zikir tam bir hayat Kitâbı’dır tam bir hakîkattir.
وَزَكَرِيَّٓا اِذْ نَادٰى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْن۪ي فَرْداً وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ﴿٨٩﴾
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۘ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَباً وَرَهَباًۜ وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ﴿٩٠﴾
Zekeriya Aleyhisselâm da hani Rabbine: “Rabbim! Beni tek başıma bırakma, sen vârislerin en hayırlısısın” diye nida etmişti. Biz de duasını kabul ile icâbet ettik de kendisine Yahyâ’yı Aleyhisselâm ihsân ettik. Ve eşini (doğum yapmaya) elverişli hâle getirdik doğrusu onlar iyiliklerde yarışıyorlar, umarak ve korkarak bize yalvarıyorlardı. Bize karşı derin saygı duyuyorlardı. (وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ) (رَبِّ لَا تَذَرْن۪ي فَرْداً وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ) Bu da Zekeriya Aleyhisselâmın duasıdır; “Rabbim beni tek başıma bırakma gerçi sen vârislerin en hayırlısısın” diyordu.
Dakika 50:43
وَالَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ﴿٩١﴾
Irzını koruyan namusunu koyan Meryem’e ruhumuzdan üflemiş, onu ve oğlunu, âlemlerin için bir mûcize kılmıştık bir âyet kılmıştık. (وَالَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا) O hanım yani “Meryem Annemiz” ki ırzını sağlam korudu. (فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا) Kendi ruhumuzdan üfledik yani (قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي) De ki: “Ruh benim Rabbimin emrindendir.” ‘’İsrâ Sûresi 85’inci Âyet’’ Ruh Allah’ın emirlerinden bir emirdir. Emirimizden olan ve Âdeme üflenen ruh cinsinden üfledik. Âdeme de insanoğluna da ruh verildi Îsâ’ya da verildi. İçinde Îsâ’yı canlandırdık. Kimin? Meryem’in. Ruhu’l Kudüs vâsıtasıyla üfledik demekte olur. Nitekim Meryem ‘’Meryem Sûresi’nde 17’nci âyetinde’’ ( فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا) Ona Meryem’e ruhumuzu yani Cebrâil’i gönderdik âyetinin bu anlamda olduğu rivâyet edilmektedir. ‘’Tahrim Sûresi 12’nci âyetinde’’ de bu mânâyı bulabilmekteyiz. (وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ) “Onu ve oğlunu, âlemlere bir âyet kıldık mûcize kıldık.” Bu da ‘’Meryem Sûresi 91’inci âyet-i kerimesinde’’ bu âyetlerde bu sûrelerde bu tür mânâları bu konuyla ilgili anlamları bulmamız mümkündür. Âdem Aleyhisselâm’a üflenen ruhtan ona da üflenmiştir. Âdem anasız babasız yaratıldı Îsâ da babasız yaratıldı. Allah bir şey yaratmayı dileyince ona (كُنْ) der. (كُنْ) deyince (فَيَكُونُ) derhâl olur. Allah için olmaz diye bir durum yoktur.
اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ﴿٩٢﴾
وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۜ كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟﴿٩٣﴾
فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه۪ۚ وَاِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ﴿٩٤﴾
وَحَرَامٌ عَلٰى قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَٓا اَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ﴿٩٥﴾
حَتّٰٓى اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ﴿٩٦﴾
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِم۪ينَ﴿٩٧﴾
اِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَۜ اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ﴿٩٨﴾
لَوْ كَانَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اٰلِهَةً مَا وَرَدُوهَاۜ وَكُلٌّ ف۪يهَا خَالِدُونَ﴿٩٩﴾
لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَهُمْ ف۪يهَا لَا يَسْمَعُونَ﴿١٠٠﴾
Dakika 55:33
Doğrusu bu sizin ümmetiniz (tevhîd dini olan Müslümanlık) var ya, İslam ümmeti İslam milleti var ya bir tek ümmettir ki, (bir tek din olarak sizin dininizdir). Ben de sizin Rabbinizim diyor Cenab-ı Hak. O hâlde bana kulluk edin. İyi anla ey Müslüman yüce bu âyeti! Doğrusu bu sizin ümmetiniz tevhîd dini olan Müslümanlık bir tek ümmettir (bir tek din olarak sizin dininizdir). Ben de sizin Rabbinizim. O hâlde bana kulluk edin diyor Cenab-ı Hak. (وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ) diyor. Ama insanların din konusunda aralarında bölüklere ayrıldılar ama hepsi bize dönecekler. Allah’ın dinini bırakıp başka din tutulmaz. Başka din yine olmaz Allah’ın dini olacak hak din o da İslam. İnanmış olarak faydalı iş işleyenin emeği inkâr edilmeyecektir. Biz şüphesiz onu yazmaktayız. Yok, ettiğiniz bir memleket (ahâlisinin âhiretteki cezâsını da çekmek üzere) bize dönmemesi gerçekten imkânsızdır. Herkes bizim huzurumuza dönecektir. Nihâyet Ye’cûc ve Me’cûc(un seddi) açıldığı zaman ki onlar hem dere ve tepeden akın edip çıkarlar. Ve gerçek vaad yaklaştığında, işte o zaman inkârcı olanların sözleri beleriverir. “Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gaflet içindeydik, hayır biz zâlim kimselerdik” derler. Ama iş işten geçtikten sonra… Gel iş işten geçmeden şuanda hemen Allah’ı Allah’ın hak dini İslam’ı tanı ve Müslüman ol günahlarına tövbe et gerçek Müslüman ol. Müslümanım deyip de İslam’a yakışmayan davranışlarla kendini aldatma gerçek Müslüman ol. Cenab-ı Hak ne diyor; Siz ve Allah’tan başka taptıklarınız, cehennemin yakıtısınız cehennemin odunlarısınız. Kim? Siz ve Allah’tan başka taptıklarınız oraya gideceksiniz. Eğer onlar ilâh olsalardı, oraya girmeyeceklerdi. Hepsi orada temelli kalacaktır. Temelli cehennemde kalacaklardır. Orada onlara inleme vardır. Bunlar orada (sağır olup) bir şey de işitemezler. Cehennemdeki azâbtan ne duyacak ne işitecek ki azâb üstüne azâb.
اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ﴿١٠١﴾
لَا يَسْمَعُونَ حَس۪يسَهَاۚ وَهُمْ ف۪ي مَا اشْتَهَتْ اَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَۚ﴿١٠٢﴾
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْاَكْبَرُ وَتَتَلَقّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ هٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذ۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ﴿١٠٣﴾
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَٓاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۜ كَمَا بَدَأْنَٓا اَوَّلَ خَلْقٍ نُع۪يدُهُۜ وَعْداً عَلَيْنَاۜ اِنَّا كُنَّا فَاعِل۪ينَ﴿١٠٤﴾
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ﴿١٠٥﴾
Dakika 1:00:43
Şüphesiz tarafımızdan kendileri için güzel şey takdir edilmiş olanlar, işte oradan (cehennemden) uzak tutulanlardır. Bunlar onun (cehennemin) uğultusunu bile duymazlar. Canlarının istediği şeyler içinde temelli kalırlar. Nerede? Cennet-i Âlâ’da. O en büyük korku bunları üzmez; kendilerini melekler: “Size söz verilen gün işte bugündür” diye melekler bunları karşılarlar. Göğü, kitap dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi, katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz bunları yaparız bizim gücümüz her şeye yeter. Bir yaratmanın her türlüsünü ben biliyorum diyor Cenab-ı Hak. Bilmeseydi yaratır mıydı bu âlemi? Andolsun ki, Tevrât’tan sonra Zebur’da da yeryüzüne ancak iyi kullarımın mîrasçı olduğunu yazmıştık diyor. Yeryüzüne vâris olanlar Allah’ın sâlih iyi kullarıdır. Bir tek ümmet olarak… Dikkat et! İmamı rehber ve önderi bir, şeriatı bir (اُمَّتُكُمْ) sizin ümmetinizdir bir tek ümmet olarak. Neden? Bu İslam ümmetinin İslam milletinin imamı önderi bir, şeriatı bir kıblesi bir olarak öne düşmüş bir cemaat hâlinde (وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ) “Ben de sizin Rabbinizim” diyor Yüce Allah. (فَاعْبُدُونِ) “O hâlde bana ibadet edip kulluk yapın” başkasına değil sadece Allah’a (وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۜ) “Hâlbuki onlar kumandanlarını yani hükümetlerini aralarında parçaladılar, milli birliği bozdular.” (كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟﴿) “Fakat hepsi bize dönerler.” İslam birliğini kimsenin bölmeye hakkı yoktur. Gruplar, mezhepler milletlerin taptıkları ve uyudukları türlü ilâhlar ve önderler hepsi de bir Allah’ın yanında hiçtir. Hepsi mahlûk Allah Hâlik ’tır. (فَمَنْ يَعْمَلْ) Mümin olarak sâlih amel işleyenlerin emeği inkâr edilmeyecektir biz şüphesiz onu yazmaktayız. “Eyvah bizler zâlim idik feryat ede ede biçilip söneceklerdir.” Yok, ettiğimiz bir memleket halkının da bize gelmemesi gerçekten imkânsızdır hem de nasıl dönecekler; “Eyvah bizler zâlim idik feryat ede ede biçilip söneceklerdir.”
Dakika 1:05:00
(حَتّٰٓى اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ) Nihâyet Ye’cûc ve Me’cûc bunlar çıkacak bunların setti açıldığı zaman. Ye’cûc ve Me’cûc’ü tutan o pek sağlam çelik set tevhîd dininin setti açılıp o ne olduğu belirsiz halk boşandığı zaman. ‘’Kehf Sûresi 93 de’’ geçtiği gibi. (وَهُم مِّن كُلِّ حَدَبٍ يَنسِلُونَ ) Ve bunlar her dere tepeden akın ederek çıktığı (وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ ) ve gerçek vaad yaklaştığı vakit yani kıyâmet alâmetleri ortaya çıkıp hesap gününün yaklaştığı vakit (فَاِذَا هِيَ ) artık öyle dehşet verici bir durum ki (شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ ) o inkârcı olanların bunlara inanmayıp toplumun birlik ve beraberliğini bozan o nankör inkârcıların gözleri fırlamış. (يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا ) Vay bizlere biz bundan gerçekten gaflet içindeydik. (بَلْ كُنَّا ظَالِم۪ينَ) Hayır, bizler zâlim idik diye çırpınacaklar da çırpınacaklar. Bu duruma düşmemek için tabii ki Müslüman elinden geleni yapmalıdır. Mutluluk kendileri için mukadder olan kullara gelince (و۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ) onlar oradan uzak tutulmuşlardır. Yani cehenneme yaklaşmazlar yaklaştırılmazlar. Onun için mutluluk kendileri için mukadder olan kullara gelince meselâ Îsâ (AS.) bana tapın demedi, ben Allah’ın oğluyum da demedi ama birileri onu tanrı edindiler. Üzeyir (AS.) da melekler de böyle bir şey demediler bunlar ikram olunan kullardır bunların bir suçu yok bunların adına bunlara iftira ederek uydurulmuş ve bunları ilâh diye tapanların kendi suçudur Îsâ’nın bir suçu yoktur. Üzeyir’in meleklerin bir suçu yoktur. Onun için “siz ve Allah’tan başka taptıklarınız cehennemin yakıtısınız” bunu diyen hükmün dışındadır bunlar. Kim? İşte Îsâ gibi Üzeyir gibi melekler gibiler bu hükmün dışındadırlar. Eğer bunlar içinde inkârcıların iddia ettikleri gibi ilâhlık dâvâ edenler bulunsaydı yukarıda geçtiği üzere bunlar içinde kim ben Allah’tan başka bir tanrıyım derse işte onu cehennemle cezâlandırırız diyor Cenab-ı Hak. (وَمَن يَقُلْ مِنْهُمْ إِنِّي إِلَهٌ مِّن دُونِهِ فَذَلِكَ نَجْزِيهِ جَهَنَّمَ ) buyurmaktadır. Bunlar sırf tevhîd için gönderilmiş tevhîd için cihâd etmişlerdir. Kimler? Peygamberler. Peygamberler tevhîd için gönderildiler Îsâ da Allah’ın birliğini söylerdi. Üzeyir de söyledi melekler de öyle hiç aklı başında olan kimse Allah iki demedi hele hiçbir peygamber yanlış söylemez. Bunlar tevhîd için cihâd etmişlerdir. (“Evvelâ ma halakallahu nûri” ) bak Peygamberimiz Hz. Muhammed ne diyor; Allah ilk yarattığı Yüce Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur diyor. (“Evvelü mâ halakallâhu nûrî’’ ) diyor.
Dakika 1:10:00
(“Evvelü mâ halakallâhu kalem’’ ), (“Evvelü mâ halakallâhu aklû’’ ) Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur, Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir, Allah’ın ilk yarattığı şey akıldır diyor. Keşfül Hafâ da Ahmed bin Hanbel’in de rivâyet ettiği bu hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimizden bu rivâyet vardır. Onun için üç tane hadis-i şerif rivâyet edildiğine göre ilk akılda, ilk kalemde Hazreti Muhammed’in nuru demektir. O hâlde tekrar diriltme Hazreti Muhammed’in nuru ile başlayacaktır. (وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ) “Andolsun ki Tevrât’tan sonra Zebur’da da yazdık.” (اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ ) “Ki yeryüzüne ancak iyi kullarım sâlih kullarım mîrasçı olur diye yazdık” diyor. Yeryüzü fitne fesat çıkaranlardan alınır verâsete layık halîfeliğe salâhiyetli olan Cenab-ı Hakk’a kulluk yapanlara verilir. Yani uzunca yaşama sırrı dürüst olma prensibine dayanır. Bozuk olanların yaşama hakkı onlar yaşasalar da yaşamış sayılmazlar. Çünkü mutlu olmazlar. Küfrün olduğu yerde mutluluk olmaz şirkin, zulmün olduğu yerde mutluluk olmaz. Mutluluk îmânda, Amel-i Sâlih de, ilimde, îmânda Kur’an’ın Kur’an-ı Kerim’in hayat veren nurundadır. Firavun ve diğer zorbaların boğulma ve yok olmaları onların güçsüz gördükleri kulların kutsal yerin Kudüs’ün doğu ve batısına mîrasçı kılınmaları Dâvûd’un Câlût’u öldürüp
(يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُم بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَى ) ‘’Sad Sûresi 26’’
Ey Dâvûd diyor Cenab-ı Hak; “Seni şüphesiz yeryüzünde halîfe kıldık o hâlde insanlar arasında adâletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma. Bakın bu yüce emirle Yüce Allah’ın bu emriyle halîfelik makamına getirilmesi gibi hadiselerle bir hatırlatma yapıldıktan sonra Zebur’da da bu kânûn belirtilmiş ve âhir zaman da Hazreti Muhammed’in ümmetinin mîrasçılığına işaret olunmuştur. Yeryüzüne mîrasçı olan ümmet Muhammed’in ümmetidir. Neden? İslam A’dan Z’ye barıştır, adâlettir, haktır, Hakk’ın dinidir geçmişi yenilemiştir. Bütün çağların bütün milletlerin Peygamber’idir, Kitâbı’dır, dinidir Kur’an’ı Kerim. ‘’Allah Kânûnu’’ veya ‘’Elyak Kânûnu’’ denilen bu kânûnun hükmü iledir ki, önce genel olarak insanlık cemaati içinde kitap ehli olan milletlerle diğerleri arasında meydana gelen sürtüşme de sonunda kitap gibi galip gelmiş. İkinci olarak kitap ehli olanların içinde önce Yahûdîler galebe etmiş sonra Hristiyanlar daha sonra Müslümanlar üstün gelmiş. Ve liyakatini koruduğu müddetçe yine gelecektir üstünlük tamamen Hak’ta hakîkatte İslam’dadır. Zebur da belirtildiği gibi burada Kur’an ile de haber veriliyor ki Hz. Muhammed’in Peygamber olarak gönderilmesi ……
Dakika 1:15:26