399- Tefsir Ders 399 hayat veren nurun keşif notları
399- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 399
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
(Nur Sûresi 11’inci Âyet-i Kerime’den 20’nci Âyet-i Kerime’ler)
Sevgili izleyenler,
Dersimiz Nur Sûresi’nin yüce âyetleri ile devam etmektir. Hayat veren nurun dersleri keşif notları irşâd notları olarak dersimiz devam ediyor. İslam tamamen nuru ilâhîdir Kur’an-ı Kerim tamamen nuru ilâhîdir ve Muhammedî nur âlemlere rahmet olarak Yüce Allah’ın tecellîsidir. Bunun için Yüce Allah insanlık âlemini nurun rahmetin ebedî saadetin içine dâvet ediyor dışında kalmayın diyor. Nurun dışı karanlıktır îmânın dışı karanlıktır. Îmân nuru, İslam nuru, Kur’an nuru, Muhammedî nuru bunların tümüne şöyle baktığınız zaman Allah’ın rahmetinin nurunun tecellîsidir. Bunun için insanoğlu bu nurdan gereken nasîbini almaya çalışmalıdır. Bunun için buradaki geldiğimiz Nur Sûresi’nin anlamını verdiğimiz yüce âyetlerin şimdi de keşif notları üzerinde duruyoruz. Cenab-ı Hak burada şunları açıklıyor; İntikam şeklinde bir kötüye kullanmaya meydan vermemek için bir teminattır. Nedir? Suçlulara cezâları verilirken bu intikam işin içine karışmayacaktır. İlâhî adâlet tecellî edecektir suç ne ise suça göre cezâ verilecektir. Cezâlar Allah’u Teâlâ’nın emri üzere verilir bunu azaltmaya da çoğaltmaya da kimsenin hakkı yoktur. Suça cezâyı Allah’u Teâlâ ne dediyse öyle yapılır. Yapmam diyemezsin çünkü adâlet esastır adâleti de uygulayacaksın merhameti de. Ve merhamet adâlet etmezsen merhamet etmiş olmazsın. Bunu da unutma! Hem merhamet edeceksin hem de adâleti ayakta tutacaksın. Çünkü gizli dövmelerin hiddetin zevkiyle işkence hâlini alması ve veya bir iltimasa uğraması mümkündür. Mesela birine had cezâsı uyguluyorsun yüz değnek veya seksen değnek suçu hak etmiş bu suçundan dolayı bu cezâyı hak etmiş bunlar bunun karşısında ne diyor Cenab-ı Hak; En azı üç ise de diyor zinâda şahit adedinin dâima en azı dört olmalıdır. En azından dört olması gerekir. Hattâ Hasen ’den rivâyete göre: “En azı on kişi olmalıdır” demiştir. Alûsî’nin rivâyetinde kayda aldığında, yine şahitliğe ehil hâlis mü’minler olmasıdır.
Dakika 5:05
İbn-i Abbâs’tan (R.A) gelen rivâyette de: “Allah’ı tasdik edenlerden kırk kişi kadar bulunsun” demişlerdir. Demek ki suçun hem bir terbiye eden yönü hem ibret olması için meydanda kimsenin bu suçlara teşebbüs etmemesi için suçluya cezâ uygulanırken şahitler bulunduruluyor ki, bu şahitler şu suça şöyle cezâ verildi diye toplumda duyulursa toplum bu tür suçlardan uzaklaşmasına vesile olur. Bunun bu gibi faydaları olduğu gibi bir de intikama dönüşmez. Çünkü açıkta yapılan işlerde yanlışlıklar karışmaz karışırsa müdahale edilir. Çünkü işkenceler hep gizlenerek yapılmıştır. Avrupalı Cezâ hukûkçularının dövme gibi bedeni cezâlandırılmaları hoş görmemeleri de hiç sebepsiz değildir. Fakat hapis gibi genellikle uygun görülebilen cezâların çoğu cismânî olmaktan kurtulamayacağı gibi gizli dövme kadar kötüye kullanmaya müsait bulunduğu da inkâr olunamaz. Bir mahpusa hele yalnız olan bir mahpusa karşı yani mahkûma karşı cezâevinde ne yapılmaz ki. Bunun içinde burada milletin gözü önünde yapılması ve aşikâr olması her konuda caydırıcı ve terbiye edici olması işin içine intikam ve işkence karışmaması. İşte dar ancak bu şahitlik ve kontrol altında açıkça olmak şartıyla meşrû kılınmıştır. Buraya dikkat ediyoruz! İşte dar ancak bu şahitlik ve kontrol altında açıkça olmak şartıyla meşrû kılınmıştır. Onun için adâlet uygulanırken kurallar adâletin hükümleri bir, bir yerine getirilmelidir hele bunu Allah emrediyorsa Allah’ın dedikleri bir, bir uygulanmalı eksik bırakılmamalıdır o zaman adâlet eksik uygulanmış olur. Bunda iffet ve namusum kıymetini ibret ve terbiyenin genelleştirilmesini ifade eden bir ilân ve sergileme vardır. Bu şahitlik yalnız bedeni olan celd cezâsının rûhî bir tamamlayıcısı olur. Bu cümleden olarak (عَذَابَهُمَا) “onların her ikisine uygulanan cezâya” buyurulması da buna işarettir. Birde bu şahitliğin âmme hukûku ile ilgisi vardır. (الزَّانِي لَا يَنكِحُ إلَّا زَانِيَةً أَوْ مُشْرِكَةً) “Zinâ eden erkek zinâ eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile nikâhlanmaz.”
Dakika 10:00
Tekrar ediyorum, “zinâ eden erkek zinâ eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile nikâhlanamaz.” Çünkü îmânı ve namusu olan temiz sâlihâ kadınlar ondan nefret eder. Zinâ eden erkekten temiz bir kadın nefret eder, temiz bir erkek namuslu bir erkekte zinâ eden bir kadından nefret eder. Çünkü îmânı ve namusu olan temiz sâlihâ kadınlar ondan nefret eder ona tenezzül etmez ve etmemelidirler. Çünkü Yüce Allah böyle emrediyor namusu emrediyor ve şerefi iffeti emrediyor. Zinâ şirke, şirk zinâya böyle yakın olduğu da bu âyet-i kerime de gösteriliyor. Zinânın maddesi (karı) olduğuna işaret edilmişti fakat nikâh konusuna gelince bunda erkeğin rağbet ve isteği asil ve öncül olduğuna ve erkeğin ahlâkının iffet bakımından kadın üzerindeki nüfus ve tesirine işaret inceliği ve nüktesi gösterilmiştir. Zinâ eden kadın bununla da zinâ eden erkek veya müşrik bir erkekten başkası nikâh edemez. (وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ) Yani iffet ve namusu olanlar zinâ eden kadından nefret eder erkekte böyle. Nikâhına tenezzül etmez çünkü zânîdir. Onu nikâh etse, etse bir zinâ suçu işlemiş veya ancak bir müşrik nikâh eder. (اَلْخَب۪يثَاتُ لِلْخَب۪يث۪ينَ وَالْخَب۪يثُونَ لِلْخَب۪يثَاتِۚ ) “Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara yaraşır.” Bu da ‘’Nur Sûresi’nin 26’ncı âyet-i kerimesidir’’ (وَحُرِّمَ ذٰلِكَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ ) “İlâ Âhiri’l Âyeh.” Yani o nikâh müminlere haram kılındı. Bakara Sûresi’nde yine Cenab-ı Hak ne diyor, Bakara Sûresi 221’inci âyette de şöyle diyor: “Îmân edinceye kadar müşrik kadınlarla evlenmeyin.” Îmân etmiş bir câriye beğenseniz bile müşrik bir kadından kesinlikle daha iyidir. Çünkü ruh dünyasında îmân vardır şirk yoktur ve namusludur. “Îmân edinceye kadar müşrik erkeklere de mü’min kadınları nikâhlamayın.” “İnanmış bir köle müşrik bir kimseden daha hayırlıdır.” Cenab-ı Hak bu âyet-i kerimede ve bunları söylüyor bu yüce âyetten biz bunları anlıyoruz. Bazıları nikâhın hükmünü açıklamak değil zinânın kötülüğünü açıklamadır.
Dakika 15:00
Bu âyet-i kerimede böyle demişlerdir. Çiftleşme mânâsı verilmesi doğru değildir bir de bu mânâca âyetin hiçbir fayda ifade etmemiş olacağı gösterilmiştir. Diğerinde de şöyle bir evveli akılsızlık âhiri nikâhtır. Sevgili Peygamberimiz bunu da. Evveli akılsızlık âhiri nikâhtır. Haram helâli haraplaştırmaz. Nakledilmiştir bu şekilde bunun da kaynağında Âlûsî bulunmaktadır bu rivâyetin kaynağında. Ebû Bekir Sıddık, İbn-i Ömer, İbn-i Abbâs ve Câbir’den ve Tâvûs Saîd Bin Müseyyeb, Câbir Bin Zeyd Atâ Hasen ’den ve 4 imamdan nakil olunan görüş de câiz oluşudur. Ancak Fahrur Râzî tefsirinde zikredildiği üzere: “Zinâ eden erkek ve zinâ eden kadının istekli erkek ve iffetli kadın ile ve iffetli erkek ve iffetli kadının zinâ eden erkek ve zinâ eden kadın ile evlenmesinin haram olması…” Hazreti Âişe de İbn-i Mes’ûd gibi Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ömer ve Hazreti Ali’nin de mezhepleridir deniliyor. Bununda kaynağında Fahrur Râzî bulunmaktadır.
Hazreti Âişe’den rivâyet edilmiştir ki (Radıyallâhu Anha): “Bir erkek bir kadınla zinâ etse onu nikahlayamaz bu âyette haramdır o işe başladığında zinâ etmiş olur.” Ebû Hayyân tefsirinde Ashâb-ı Kirâm’dan İbn-u Mes’ûd ve Berâ Bin Azip (Radıyallâhu Anhum), bunların da diyor görüşlerinin böyle olduğu bildirilmiştir. Fakat bu âyeti böyle anlamayıp karşıt görüşlerde bulunmaktadır. Buna karşılık Sevgili Peygamberimizden şu rivâyet vardır; Bu Efendimizden sorulmuş, Peygamberimizde; “Evveli akılsızlık, âhiri nikâhtır haram helâli haramlaştırmaz” buyurmuşlardır. Ki, fetvâ da bu konu üzerinde verilmektedir zaten açıklaması da yapılmıştır. Biraz önceki açıklamalarımız da bu konuda idi. Hasen ’in görüşüne göre Hazreti Ali, böylesinin nikâhını ret etti diye rivâyet edilmiştir. Bazıları daha sonra nesh edildiğini söylemişlerdir. (وَأَنكِحُوا الْأَيَامَى مِنكُمْ ) “Aranızdaki bekârları evlendirin.” (فَانكِحُواْ مَا طَابَ لَكُم مِّنَ النِّسَاء) “Size helâl olan kadınlardan nikâhlayın”. ‘’Nisâ Sûresi 3’üncü âyet, Nur Sûresi 32’nci âyet-i kerimelerde’’ böyle buyurulmuştur. Yine bu âyetlerde anladığınızı göre umumlarıyla birlikte nesh edildiği rivâyet edilmiş ve bu görüş yaygınlık kazanmıştır. Evet, bunun yine bu görüşün kaynağında Âlûsî Ruhu’l Meâni de kayıtlıdır.
Dakika 20:00
Mu’tezile ’den Cübbâî de icmâ ile nesh olunmuştur demiş. Fakat Fahrur Râzî tefsirinde açıklandığı üzere araştırmacı âlimler bu iki görüşün ikisinin de zayıf olduğunu anlatmışlardır. İcmâ’nın nâsih olmayacağı olamayacağı fıkıh usulü ilminde sabittir. Bir de Ebû Bekir, Ömer, Ali gibi zatların muhâlefetleri bulunan bir konuda icmâ sahîh olmaz denmiştir ve bu görüşler doğrudur. (فَانكِحُواْ مَا طَابَ لَكُم) (وَأَنكِحُوا الْأَيَامَى مِنكُمْ) İşte bunların emirleri gereği ki bu da genel bir emirdir, neshe hükmetmek doğru olmaz. (وَفَرَضْنَاهَا) “Onu farz kıldık” kelâmı bu sûrede mensûh ve hüküm bulunmadığını anlatmak için yeterlidir. Bunun da kaynağında Suyûtî Ed-Dürrü’l Mensûr da kayıtlıdır bunlarda. Demek oluyor ki, Nur Sûresinde mensûh bir durum yoktur diyor.
Abdullah Bin Ömer’den (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) İbn-i Abbâs’tan, Mücâhid ’den, Saîd bin Cübeyr ’den ve Saîd Bin Müseyyeb ’den gelen rivâyetlere göre bu âyetin iniş sebebi şudur; Câhiliye devrinde fahişeleri işleten kira haneler yani kerhaneler ve kerhaneciler vardı. İslam geldiği vakit Medine’de bunlardan Ümmü Menzûl gibi meşhûr karılarla kapıları bayraklı, alâmetli dokuz kadar kerhane bulunuyordu. Bu putperest âlemin de bulunan bir olay. İslam tabii gelince İslam, namusu, iffeti, haysiyeti, şerefi emretti. Alâmetli dokuz kadar kerhane bulunuyordu bu karılar bu kerhaneciler hep müşriklerden idi içlerinde servet edinmiş olanları vardı. İslam da zinâ haram olduğundan bu fahişelerden bazıları yeni Müslüman olmuş olan bazısına nikâh teklif etmiş ve kabul ederlerse nafakalarını tâğût etmiş tağut etmek istemiş onlar da fakirlikleri ve ihtiyaç içinde bulunduklarından dolayı Rasûlullah ’tan izin istemişler, bunun üzerine bu âyet indirilmiş. O nikâhının mü’minlere haram olduğu anlatılmıştır. Bundan dolayı bazı tefsircisiler bu haramlığın nüzûl sebebi olanlara mahsûs olduğunu zannetmişler ki (Elif Lam’lar) ahd için olur gerçi karîne tamam olduğu zaman hüküm nüzûl sebebine tahsis olunabilir. Fakat burada mümkün umûmî sıfat üzerine gelmiş ve bu sûretle haramlığa sebep olanların şahısların da değil ötede zinâ kârlık beri de îmân vasıflar arasında zıtlık da gösterilmiştir. Bu ise tamim yani umûmîlik karinesidir öyle ki ‘’Lam’’ ahde yorumlansa bile hüküm kıyas ile genelleştirilmesi zorunlu olacaktır.
Dakika 25:00
Bundan dolayı nüzul sebebine mahsustur diyenlerin muradı da bu hayal kurmanın özellikle kerhane fahişeleri hakkında olduğunu söylemektir ve bu fahişelerin belirgin özelliği ise zinâyı helâl kabul etme veya hafife alma demektir ki küfürdür. İslamiyet’in hâkimiyeti ile o câhiliyet kalıntısı olan kerhaneler kalkmış ve had cezâlarının konulması ve uygulanması İslam topraklarında artık öylelerinin ortaya çıkmasına meydan bırakmamış olduğu müddetçe bunların nevî şahıslarına münhasır kalmış olmasından dolayı bu onların şahıslarına mahsus kaldı diyenler de olmuştur bununla beraber. Tefsircilerin çoğunun açıklamasına göre bu haram kılma zinâ edenleri nikâhlamaktan mü’minleri sakındırıp korkutmak için mübâlağa içindir. Günahkârlar topluluğunda oturmakta bile günahlar işlemeyen maruz kalmak tehlikesi ne kadar çoktur. Artık zinâ eden kadınlar işte bunlarla evlenmek nasıl olur? (وَأَنكِحُوا الْأَيَامَى مِنكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَإِمَائِكُمْ ) “Aranızda ki bekârları kölelerinizden ve câriyelerinizden iyi olanları evlendirin.” Bakın, iyi olanları diyor. Salâh iyi olanlar kaydında da bu mânâya dikkat çekilmiştir. Ancak bir mü’min kaçınılması gereken böyle haram bir nikâhı faraza yapmış olsa o nikâh olur mu, yoksa o da bir zinâ mı olur? Şimdi buna ve bakalım; Müşrikler zinâyı helâl kabul edip hafife alanlar birde böyle olmayanlar var. Şimdi bunları bu şekil inceleyelim. Şirk koşan bir erkekle nikâh sahîh olmaz olamaz. Herhangi bir mü’min erkeğin veya mü’min kadının şirk koşan bir kadın veya şirk koşan bir erkekle nikâhı sahih olamaz kesinlikle haramdır o bir zinâdır nikâh değildir o bir zinâdır. Şimdi diğer birisi de, zinâ eden erkek ve zinâ eden kadın âyetin nüzûl sebebi olan kerhaneciler ve sermaye olarak kullandıkları kadınlar gibi zinâyı helâl gören… Ve zinâyı hafife alan takımlar ise haramlığı nas ile belirlenmiş olan helâl kabul etme veya hafife alma. Küfür olduğu için bunlar müşrik hükmünde olduklarından nikâhları nikâh olmaz. Bir kişi zinâya eğer helâl diyorsa veya hafife alıyorsa bunların müşrik hükmündedir bunlar nikâhları nikâh olmaz kesinlikle haramdır müşrik nikâhı gibidir. Onun için âyette zinâ eden erkek ve kadın müşrik erkek ve kadına denk tutulmuş (وَحُرِّمَ ذَلِكَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ) “Bu mü’minlere haram kılınmıştır” buyrulmuştur.
Dakika 30:00
“Ancak gerçekten tövbe etmiş olanlar başka.” Âyet bu iki kısmın nikâhının haram oluşuna delildir ancak gerçekten tövbe etmiş olanlar başka. Gerçekten tövbe etmek gerçek Müslüman olmaktır îmâna gelmek, İslam’a gelmek, namuslu olmak ve iffetli olmaya kesin karar vermedir. Helâl sayma veya hafife alma gibi küfür delili olmayarak zinâsı tespit olunmuş önceden de başından hiç nikâh geçmemiş ise, iffet sahibi müminlerin bunları nikâhlamaları tahrimen mekruh, fakat nikâhları sahih olur. Ama bu sahih olan nikâh tahrimen mekruh olarak sahîh olur. Âyetin tahriminin bu kısmı içine aldığı hususunda bir çeşit şüphe vardır. Onun için içtihâda yol açılmıştır işte zikredilen ihtilaf bu kısım hakkındadır. Yalnız Hazreti Âişe ve İbn-i Mes’ûd ve Berâ Bin Azip, hiçbirisinde nikâhlamayı uygun bulmamış bu kısmın karanlığına da diğer iki kısım derecesinde tutmuşlardır. İşte zinânın sonucu öyle azâb böyle mahrum bırakmaktır mümin olanların zinâdan sakınmaları ve cezâsını uygulamaları farz olduğu gibi zâni ve zâniyeyi nikâhlanmaktan kaçınmaları ve birbirlerini böyle töhmetlerden korumaları da gerekir. Yoksa sakınma bahanesiyle ona buna zinâ isnat ederek iffet sahiplerinin namusuna dokunmakta böyle bir cinâyettir suçtur. Suçtur ki buna ‘’Remî veya Kazf’’ denilir. Bunun da cezâsı vardır hem de hafif değildir. İftiranın namuslu insanlara iftira atmanın da cezâsı ‘’Remî veya Kazf’’ denilir buna bir cezâsı vardır. (وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ) “Ve muhasenelere, muhsenelere zinâ isnat eden muhsene kimdir? Evlenmiş iffetli kadına namuslu kadınlara, birde evlenmiş olsun olmasın mutlaka iffetli ve ırzı sağlam olana denilir ki, Kazf âyetinde ihsânda bu mânâ kast olunduğunda görüş birliği vardır. Yani burada evlenmiş olmak şart değil namuslu olmak şart. zinâdan temiz olmam şarttır bundan dolayı yetişkin kızları da içine alır. Fâkihler bu ihsânda İslam akıl, buluğ, hür olmak ve iffetli olmak üzere beş şart saymışlardır. Erkeklere zinâ isnat etmek aynı hükümde delâlet yönüyle dâhildir kimseye iftira edilemez. Namusu sağlam olanlara atan zinâ isnat eden yani iftira atan zinâ isnat eden (ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَ) sonra da dört şahit getiremeyen kimseler, demek ki birine iftira yaptığın zaman dört şahit getireceksin onu ispat edebilmek için.
Dakika 35:00
Demek ki ikrâr bulunmadıkça en az dört şahittir buda hâlbuki iki âdil şahit ile kısas ile sabit olur. Demek ki namuslu bir kimseyi özellikle ırz ve namus sahibi bir kadına zinâ ile itham etmek canını almaktan ağırdır. Namuslular için böyledir. O zaman bu iftiracıya ne diyor Cenab-ı Hak; (فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَان۪ينَ جَلْدَةً) “Bunlara da o iftira attıklarından dolayı 80 sopa vurunuz” diyor. Dikkat et! Buna da 80 sopa vurunuz diyor. Zinâ edene 100 sopa vururken iftira edene de 80 sobayı emrediyor bu âyet-i kerime. Şimdi iffetli olmayanlara “Kazf” had cezâsını gerektirmez fakat tâzir cezâsını gerektirir. Bu da Fahrur Râzî’den nakledilmiştir nakledenlerden birisi de bizim merhum elmalıdır. (وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً اَبَداً) “Hem de bunların ebedî olarak şahitliklerini kabul etmeyiniz.” Bakın, 80 değneğin yanında bir de bunların ebedî diyor şahitliğimi kabul etmeyiniz. Bu iftiracıların artık şahitlikte sözleri geçerli olmuyor. O zinâ iftirası suçunu fırlatan dilin ebedî olarak yani ölünceye kadar bu sûretle hükmünü düşürmek bu da bu cezânın tamamlayıcı unsurudur. Celd ’in acısı cisme ait bunun acısı ise ruha aittir. (وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَۙ) Bunlar fâsıklar güruhundan ibarettir bunlar fısk ile mahkûm kimselerdir. (اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُواۚ ) “Ancak ondan sonra tövbe edip kendilerini ıslâh edenler müstesnâ. Bakın, Cenab-ı Hakk’ın merhamet mağfiret kapısı hep açık, açık tutuyor bütün insanlığa derhâl tövbeye çağırıyor. Bakın, Yüce Allah’ın rahmetine, merhametine, mağfiretine bakın. “Ancak ondan sonra tövbe edip kendilerini ıslâh edenler müstesnâ” buyuruyor. Tabii tövbe de helâlleşmekten başlayarak hâl ve amelini yücelten kimseler fâsıklık hükmünde müstesnâ olurlar. Tövbe ile had cezâsının düşmediğinde icmâ vardır. Ancak Şâfiî mezhebinde bu istisnânın yukarıdaki cümleden ikisine ait olduğu ve bu sebepten böyle tövbe ettikleri takdirde had cezâsı düşmezse de fâsıklıkları gittiği gibi şehaâdetlerinin de kabul olabileceği söylememiştir. Fakat Hanefi mezhebinde bu yalnız sonundaki (فَاسِقُونَ) cümlesinden istisnâdır Kazf haddi ile cezâlı olanlar tövbe ile hadden kurtulamayacakları gibi şehadetlerinin kabul olunmaması da ebedîlik kaydıyla kayıtlıdır.
Dakika 40:00
Bundan dolayı bu hükümden istisnânın faydası kul hakkı ile ilgisi olmayan ve yalnız Allah hakkı olan yönde olur. (فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ) “Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.” Fakat “Kazf” de had ve şehâdet yalnız Allah hakkı değil aynı zamanda kul hakkıdır. Dikkat et! “Kazf” de had ve şehâdet yalnız Allah hakkı değil aynı zamanda kul hakkıdır. Kazf olunanın dâvâsı üzerine cereyân eder bu sebepten kul hakkını ilgilendirir ve şahitliğin reddi hükmü tövbe ile düşmezse de yalnız Allah hakkı olan günah bağışlanabilir. Ve bu yönüyle bu suçlarda suçu gizleyip açığa çıkarmamak daha uygundur. Zinâyı ispatta dört şahit şartı da bununla ilgilidir. Bir kişi bir zinâyı görecek olursa o bir yabancının zinâsı olduğu takdirde kendisine bir ar gerektirmeyeceğinden gizlemesi daha uygun olur. Fakat zevcesi olduğu takdirde ar gelir neshebi bozulur sabredemez. O hâlde başka şahitte bulmakta mümkün değil gibidir. Bundan dolayı burada şöyle bir soru vardır. Rivâyet edildiğine göre, “Kazf Âyeti” indirilip okunduğu zaman Ensâr’dan Sâ’d bin Ubâde ve Âsım Bin Adî: Birisi ayağa kalkıp bir adam karısı ile birisini görse ne olacak? Dâvâ etse 80 değnek vurulacak ve şehâdeti reddedilecek fâsıklığına hükmolunacak vurup öldürse katlolunacak. Dört şahit bulup getirinceye kadar ise işini bitirecek. Bir açıklık getir Allah’ım dedi. Bu haberin kaynağında da Ahmed Bin Hanbel bulunmaktadır. Bu zatlar çıkar çıkmaz Damadı Hilal Bin Ümeyye veya Üveymir kendini karşıladı. “Ne var?” dedi. “Şer var” dedi. ‘’Muhafazan Allah.’’ Bu haberin kaynağında da Buhârî bulunmaktadır, Buhârî Şerif. Karımı, Şüreyk Bin Semha ile buldum dedi ve dedi ki: Amcası oğlu idi. Vallâhi dedi bu benim sualim ne çabuk müptela oldum. Bunun üzerine ikisi bir Rasûlullah’a vardılar haber verdiler. Rasûlullah, kadını getirip sorguya çekti. Kadın, inkâr etti. Ashâb toplanmıştı koca önceki âyet gereğince Kazf cezâsına mahkûm olacaktı. Gözlerimle gördüm, kulaklarımla dinledim Allah biliyor ki, ben doğruyum ancak hakkı söyledim herhâlde Allah’ım buna açıklık getireceğini ümit ederim diyordu. Olayı gören kişi bunu diyen… Derken Rasûlullah’a vahiy gelmeye başladı. Yani bu âyetler Efendimize gelmeye başladı. Ashâb bunu işaretlerden tanıyordu tanıyorlardı hepsi sustular beklediler. O zaman şu liân yani liân veya milâne lânetleşme demektir ki, yani bu liân âyetleri indirilmişti ki Kazf âyetinin genelinden bir istisnâ niteliğinde ve özellikle kocaların kendi zevcelerine kazfi hakkındadır.
Dakika 45:20
(وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ اَزْوَاجَهُمْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ شُهَدَٓاءُ اِلَّٓا اَنْفُسُهُمْ فَشَهَادَةُ اَحَدِهِمْ اَرْبَعُ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ اِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ﴿٦﴾)
“Kendi zevcelerine zinâ isnat edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince; (فَشَهَادَةُ اَحَدِهِمْ) “Onların her birinin şahitliği” yani o eşlerden herhangi birinin Kazf cezâsından kurtulması için şeran dikkate değer bulunacak meşru ve uygun şahâdeti (اَرْبَعُ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ اِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ) “Kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dâir dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesidir.” Yani şahâdet ederim (بِاللّٰهِۙ) hiç şüphesiz ona attığım sözde kesinlikle doğruyum diye tekrar tekrar dört kere yemin etmesidir. Bir de bunun beşincisi var. (وَالْخَامِسَةُ اَنَّ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كَانَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ) Beşincisi de: “Eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir.” Yani beşinci defada böyle şahâdet edecektir. Kocanın yalanı takdirinde Allah tarafından lânete uğratılmasını ifade eder bir şekildedir. Nitekim Rasûlullah da bu beşinci mûcib yani gerekçedir buyurmuştur. Koca böyle beş kere şehâdet ve liân yapınca Kazf cezâsından kurtulur ithâmı karısına yönelir. (وَيَدْرَؤُ۬ا عَنْهَا الْعَذَابَ اَنْ تَشْهَدَ) Zevceden de azâbı yani o dünyada verilecek azâbı ki sonu evliler hakkında zinâ cezâsının neticesi olan recm’dir. O zevcenin kendisinin söyle şahâdet etmesi üzerinde kaldırılır. (اَرْبَعَ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ اِنَّهُ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۙ) Kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ile şahitlik etmesi (وَالْخَامِسَةَ) Beşincisi de; (اَنَّ غَضَبَ اللّٰهِ عَلَيْهَٓا اِنْ كَانَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ ) Eğer hocası doğru söyleyenlerden ise, Allah’ın gazâbının kendi üzerine olmasını dilemesidir. Bu da kadının kendini savunması açısından yapacağı şahitlidir. Erkek tarafında lânet kadın tarafında gazâb üzerine ona yemin verilmesi kadınlar üzerine gazâbın lânetten daha tesirli olmasındandır. Böylece zevce de bu beş yemin ile şehâdet ederse zinâ cezâsını kendi üzerinden kaldırmış olur ve artık karı koca arasında ayrılık meydana gelir. Çünkü ikisi de yemin ettiler. 5’erden 10 kere. Fakat zevce bu 5 şehadeti yapmaz da liân yapmaktan kaçınırsa azâbı defedemez, zevce dediği kadın.
Dakika 50:05
O hâlde ne yapılır? Burası âyetin mefhum-i muhâlifin’e aittir. Şâfiî hemen had cezâsının yapılmasına hüküm vermiş. Fakat Hanefîler kesinlik gerekli olan böyle yerlerde yalnız mefhum-i muhâlif ile amel etmeyi câiz görmediklerinden 4 şahit yok iken ikrârda bulunmayınca zinânın sabit olmasıyla had cezâsının yerine getirilmesine hüküm verilemeyeceğini… Ve bundan dolayı ya liânı kabul veya had yerine getirmek üzere ikrâr edinceye kadar hapse hükmetmişlerdir. Bu da Hanefî hukûkçularının durumudur. Netice olarak Kazf zinâ gibi çok çirkin karı-kocalık namusu da çok önemli olduğundan bir taraf açısından Kazf cezâsı, diğer taraf açısından da zinâ cezâsı yerine geçecek olacak liân da böyle önemli bir kurtuluş çâresidir ki bunları Allah’u Teâlâ emir ve hüküm bulundu. (وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ) “Allah’ın size bol lütfu ve merhameti olmasaydı (وَاَنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ حَك۪يمٌ۟) ve Allah tövbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı hâliniz nice olurdu.”
اِنَّ الَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ بِالْاِفْكِ عُصْبَةٌ مِنْكُمْۜ لَا تَحْسَبُوهُ شَراًّ لَكُمْۜ بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ مَا اكْتَسَبَ مِنَ الْاِثْمِۚ وَالَّذ۪ي تَوَلّٰى كِبْرَهُ مِنْهُمْ لَهُ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ﴿١١﴾
لَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِاَنْفُسِهِمْ خَيْراًۙ وَقَالُوا هٰذَٓا اِفْكٌ مُب۪ينٌ ﴿١٢﴾
لَوْلَا جَٓاؤُ۫ عَلَيْهِ بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَۚ فَاِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَٓاءِ فَاُو۬لٰٓئِكَ عِنْدَ اللّٰهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ ﴿١٣﴾
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ لَمَسَّكُمْ ف۪ي مَٓا اَفَضْتُمْ ف۪يهِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۚ ﴿١٤﴾
اِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُولُونَ بِاَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّناًۗ وَهُوَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظ۪يمٌ ﴿١٥﴾
Haberiniz olsun ki (Muhammed’in eşine) (Aleyhisselâtu Vesselâm) Âişe Annemize bu ağır “ifki” (iftirayı) uyduranlar sizin içinizden bir gruptur diyor Cenab-ı Hak. İşte Yüce Allah Âişe Annemize iftira atanlara bu âyetleri gönderdi ki ‘’Nur Sûresi’’ geldi. ‘’Nur Sûresi’’ Âişe Annemizin nur gibi bir kadın olduğunun da ayrıca delilidir. İftira atanların da perişan oldukları görülmüştür. Hattâ dünyada mezar ve mahşerde ağır cezâlara çarpıldıkları, çarpılacakları da ortadadır tövbe edip de îmâna gelenler müstesnâ. Bunu kendiniz için bir kötülük saymayın; aksine o, sizin için bir iyiliktir. İftiraya uğrayanlara Cenab-ı hak ne diyor; Sizin diyor bir suçunuz yok size biri iftira atmış bu sizin için kötülük zannetmeyin bu sizin için iyiliktir. Çünkü günahlarınız gidiyor ve Allah indinde de derece alıyorsunuz.
Dakika 55:08
Onlardan her bir kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun karşılığı cezâ) vardır. (Elebaşılık yapan, iftira öncüleri iftira önderleri bu yüzden de) bu günahın büyüğünü yüklenen kimseler için elbette ki çok büyük bir azâb vardır. İftiracılar iftiracı önderleri bunlar için çok büyük azâb vardır diyor. Peygamber hanımına bile iftira eden dünyada zihniyeti vardır, çağdaş iftiracılar vardır. Allah şerrinden emin eylesin. Erkek ve kadın müminlerin bu iftirayı işittiklerinde kendi vicdanlarıyla hüsnü zanda bulunup da: “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? Hele bir Müslüman diğer bir Müslüman hakkında bir şey duyunca ilk hükmedeceği şey hüsnü zandır Müslüman kötülük yapmaz. O iş delillerle açığa çıkmadıkça bu kanaat korunmalıdır katiyyen şüphe edilmemelidir. Tamamen deliller ortaya çıktığı zaman hüküm verildiği zaman insanlar o zaman suçu varsa ortaya çıkar. Yoksa bugün yargısız infazlar büyük iftiralardır suizanlardır. Müslüman da hüsnü zan bulunur. Bir insanın suçu ispat edilmedikçe o hüsnü zanla karşılanır. Cenab-ı Hak öyle diyor; “Bu apaçık bir iftiradır demeleri gerekmez miydi?” Bir Peygamber hanımına yapılıyor bu iftira. (Bu iddiayı ortaya atanların) da bu konuda 4 şahit getirmeleri gerekmez miydi? Mademki şahitler getirip ispat edemediler, öyle ise onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendisidirler, iftiracıların ta kendisidirler alçaktırlar. Namuslu insanlara iftira edilemez hiçbir kimseye. Peygamber hanımları ise ümmetin annesidir onlar bütün insanlığın anneleridir peygamber hanımları ümmetin anneleridir. Peygamber hanımına iftira kişinin kendi annesine iftira etmiş olmasıdır. Birde tam yalan ve tam iftira, iftira da gerçek payı yoktur. İftira tam yalandır tam karalamadır tam haysiyet ve şerefle oynamak için yapılır. Eğer dünyada ve âhirette Allah’ın lütuf ve merhameti üstünüzde olmasaydı, size mutlaka büyük bir azâb isabet ederdi. Çünkü siz bu iftirayı, gelişi güzel birbirinizin ağzınızdan alıyor ve hakkında bilgi sahibi olmadığınız (bu uydurma haberi) ağızlarınız da geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsun. Hâlbuki bu Allah katında çok büyük bir suçtur iftira büyük suçlardandır.
وَلَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُمْ مَا يَكُونُ لَـنَٓا اَنْ نَتَكَلَّمَ بِهٰذَاۗ سُبْحَانَكَ هٰذَا بُهْتَانٌ عَظ۪يمٌ ﴿١٦﴾
يَعِظُكُمُ اللّٰهُ اَنْ تَعُودُوا لِمِثْلِه۪ٓ اَبَداً اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ ﴿١٧﴾
Dakika 1:00:08
Onu duyduğunuzda “Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Hâşâ! Bu, çok büyük bir iftiracıdır…” demeli değil miydiniz? Cenab-ı Hak diyor bunları. Bakın, Âişe Annemizi Ebû Bekir müdafaa etmiyor Peygamberimiz müdafaa etmiyor Allah müdafaa ediyor onun tertemiz olduğunu Yüce Allah ortaya koyuyor. Âişe Annemiz hakkında âyet gelmiş temiz bir kadındır. Onun için (Radıyallâhu Anha ve Erdahünne) Allah annelerimizin Ashâb-ı Güzin’in bütün kadınlarından o mü’mine olan namuslu iffetli Sahâbe-i Güzin olan Sahâbe olan bütün kadınlarımızdan Allah râzı olsun. Onlar kadınlar âleminin parlayan gökteki yıldızlarıdırlar. Kadınlar âlemi üzerinde onlar bir nur olarak parlarlar. Âişe Annemiz hakkında da ‘’Nur Sûresi’’ gelmiştir. Bunun için Allah bu iftiraları iftiracıların suratına çarpmıştır. Dünyada, mezarda ve mahşerde daha neler olacaktır. Her iftiracı cezâsını bulmuştur bulacaktır. Eğer inanmış insanlarsanız, diyor Cenab-ı Hak Allah, bir daha buna benzer tutumu tekrarlamaktan sizi sakındırıp uyarır. Sakın bir daha böyle iftirada bulunmayın diyor Cenab-ı Hak, derhâl tövbe edin diyor bak orada da merhameti sonsuz.
وَيُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ ﴿١٨﴾
Ve Allah âyetlerini size açıklıyor. Allah, (işin iç yüzünü) çok iyi bilir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحِبُّونَ اَنْ تَش۪يعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ﴿١٩﴾
İnananlar arasında kötü söz ve davranışın yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da, âhirette de acı veren bir azâb vardır. (Her şeyi) Allah bilir; siz bilmezsiniz.
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَاَنَّ اللّٰهَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿٢٠﴾
Ya sizin üstünüze Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı; Allah çok şefkatli ve merhametli olmasaydı (hâliniz nice olurdu.)?
Şimdi bu âyeti kerimeler ifk âyetleridir ifk iftira konusunda gelen âyetlerdir. (اِنَّ الَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ بِالْاِفْكِ) “Şunlar ki ifk ile geldiler.” İfk yalan iftira bühtan demektir bühtan iftira demektir.
Dakika 1:05:00
Hazreti Âişe (Radıyallâhu Anha) dedi ki; Şimdi iftiranın olayını anlatıyor: Âişe Annemiz Rasûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) sefere çıkmak istediği zaman, kadınları arasında Kur’a çeker, hangisinin ismi çıkarsa onunla giderdi. Buhârî Şerif var bu haberin kaynağında Ebû Dâvûd var Dârimî bulunmaktadır. Benî Müstalik gazâsından önce yaptığı gazada da aramızda kura çekti, benim ismim çıktı, bundan dolayı Rasûlullah ile beraber çıktım ve bu, hicab (örtünme) âyetinin indirilmesinden sonra idi. Dikkat edin! Örtünme âyetinin indirilmesinden sonra idi. Kur’an-ı Kerim’de örtünme var mı yok mu diyenlere… Kur’an-ı Kerim’de örtünme kesin var işte Âişe Annemizde bunu açıkça kendisi söylüyor. Onun için bir hevdece (deve üzerine konulan kapalı taşıyıcıya) konuldum, dönüşte Rasûlullah Medine’ye yaklaşınca bir yerde konakladı, sonra da yola çıkmaya nida ettirdi. Yola çıkmaya seslendikleri sırada ben kalktım ve yürüyüp ordugâhı geçtim, tuvalete gittim, yerime dönerken göğsümü yokladım, ne göreyim Zafâr boncuklarından bir dizim vardı, o dizi baktım ki düşürmüşüm kopmuş ve düşmüş. Bunun üzerine döndüm, kaybolan dizimi aradım, bunu aramak beni alıkoydu. Yani biraz geç kaldım diyor. Benim yol nakliyemi yapmakta olan grup varmışlar, hevdeci yüklemişler ve beni içinde zannetmişler. Çünkü hafif idim, daha kilom falan yoktu zayıf yapıdaydım, henüz küçük yaşta bir taze idim; beni hevdecte sanmışlar, deveyi çekmişler gitmişler. Döndüğüm zaman orada kimseyi bulamadım, bundan dolayı belki beni aramak için dönerler dedim, oturdum. Derken uyumuşum, Safvân Bin Muattal ordunun arkasına kalır, insanların eşyalarını araştırır, bir şey kalmış ise kaybolmaması için diğer konak yerine götürürdü, beni görünce tanımış. Bak Adam ne diyor; (إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ) bak ölümü hatırlatarak ölüm âyeti okuyarak geliyor. Bu haberin kaynağında da yine Buhârî Şerif bulunmaktadır. Ne diyor; (إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ) Âişe Annemizi bu âyetle uyarıyor: “Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz.” (Bakara Sûresi 156’ncı âyet-i kerimesi) bu âyeti diyor okuması ile uyandım, hemen feracemle yüzümü örttüm, devesinden indi beni bininceye kadar çekildi, ötede durdu bende deveye bindim. Sonra deveyi çekti, yürüdü, öğle sıcağında orduya yetiştik; inmişler, bağrışıyorlardı. İndikleri zaman beni bulamadıklarından insanlar çalkalanmış, o sırada imiş ben üzerlerine varıverdim, artık herkes beni konuşmuş. Beni lakırdıya almış, helâk olan helâk olmuş.
Dakika 1:10:00
Rasûlullah Medine’ye ayakbastı ve bana bir ağrı, sızı meydana geldi. Fakat rahatsız olduğum zamanlar Peygamber Efendimizden (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ’den) tanıya geldiğim alâka ve lütfu bu defa görmedim, ancak yanıma giriyor, “nasıl o?” diyordu. Bu beni işkillendirdi, henüz söylenen sözlerden haberim yoktu, nihâyet nekahet dönemine geldim. Bir gece Mıstah’ın annesi ile hacetimiz için dışarı çıktım, işimiz biter bitmez yine Mıstah’ın annesiyle odama doğru döndük. Derken Mıstah’ın annesi ‘’Mırtı’’, yani yün çarşafı içinde sürçtü. (Taise Mistah) dedi. Ben buna itiraz ettim. “Bedir’de bulunmuş bir zâta sen sövüyor musun?” dedim. Burada (Taise Mistah) demek Mıstah helâk oldu veya olsun mânâsına gelmektedir. Ben buna itiraz ettim. “Bedir’de bulunmuş bir zâta sövüyor musun?” dedim. “Haberin yok mu” dedi “ve var” dedim. “Ben dedi, şehâdet ederim ki sen hakîkaten (mü’minâtün gâfilâtün) “Habersiz mü’min hanımlar“ dansın sen tertemiz bir kadınsın. Sonra ifk’cilerin yani iftiracıların dediklerini anlattı. Derhâl hastalık üstüne hastalığım arttı, hemen ağlayarak döndüm. Sonra Rasûlullah girdi ve “nasıl o?” dedi. “Bana izin ver ana-babamın yanına gideyim” dedim. İzin verdi, bende anama babama gittim. Anneme: “Ey anne, dedim insanlar neler söylüyorlar?” “Kızcağazım! Dedi, kendini üzme, Vallâhi bir erkeğin yanında sevgili parlak bir kadın olsun ve ortakları bulunsun da aleyhinde çok laf etmesinler, pek azdır. Daha dedi, bu âna kadar söylenilen sana mâlûm olmadı mı?” Ben ağlamaya başladım bütün gece sabahı ettim, yine ağlıyordum. Ağlarken babam yanıma geldi, anneme, “Bu niye ağlıyor?” dedi. “Bu ana kadar söylenilenlerden bilgisi yokmuş” dedi. Babam da ağladı. “Sus kızım” dedi. O gün durdum gözyaşım dinmiyordu, annem babama ağlamak ciğerimi parçalayacak gibi geliyordu. İkisi de yanımda oturmuş ben ağlarken Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem üzerimize geliverdi, selâm verdi, sonra oturdu. Hakkında söylenilenden beri yanımda oturmamıştı ve bir ay olmuş Allah’u Teâlâ ona benim bu işimle ilgili vahiy indirmemişti. Sonra dedi ki; ( Emma Ba’dü) “Ey Âişe (Radıyallâhu Anha)! Hâl önemli, senden bana şöyle, şöyle söz yetişti.
Dakika 1:15:00
Şimdi sen bu durumdan temiz ve beri isen Allah, muhakkak seni atlayacak ve eğer bir günaha düştünse Allah’a istiğfar ile tövbe et. Çünkü kul tövbe edince Allah’u Teâlâ tövbeyi kabul eder.” Ne zamanki Peygamber (Aleyhisselâtu Vesselâm) konuşmasını bitirdi, gözyaşlarım boşandı, sonra babama: “Tarafımdan Rasûlullah’a cevap ver” dedim. “Vallâhi ne diyeceğimi bilmiyorum.” dedi. Bunun üzerine anneme, dedim, “Tarafından Rasûlullah’a cevap ver.” O da “Vallâhi ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi. Ben henüz küçük yaşta bir taze idim, Kur’an-ı Kerim’den çok okuyamazdım. Yani çok delil getirebilecek hâlde değildim. Dedim ki: “Vallâhi ben anladım. Siz bunu işitmişsiniz, hattâ gönüllerinizde yer etmiş, inanmışsınız. Şimdi ben size beriyim desem inanmayacaksınız ve eğer benim muhakkak tertemiz olduğumu Allah bilip dururken size kötü bir iftirada bulunsam hemen tasdik edeceksiniz. Vallâhi benimle size başka bir mesel bulamıyorum, ancak Yusuf’un babası o sâlih kulun ki ismini zikir etmemiştim dediği gibi: (فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ ) “Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin anlattığınıza göre, yardımınıza sığınılacak ancak Allah’tır.” (Yusuf Sûresi 18’inci âyet-i kerime). Böyle dedim, sonra dönüp yatağıma yattım diyor Âişe annemiz. O hâlde ben Vallâhi biliyordum ki, Allah (C.C) Allah’u Teâlâ muhakkak beni temize çıkarır. Fakat Vallâhi, hakkımda Vahy-i Metluv (Kur’an-ı Kerim âyet) indireceğini zannetmiyordum. Benim işim nefsine göre, Allah’u Teâlâ’nın öyle okunup tilâvet olunacak bir emir ile tekellüm buyuracağı dereceden çok hakir idi. Ve fakat umuyordum ki, Rasûlullah uykuda bir rüya görür de Allah, beni onunla temize çıkarır. Allah bilir ya, Rasûlullah yerinden kalkmamıştı, ehl-i beytten kimse de dışarı çıkmamıştı. Allah’u Teâlâ Peygamberine vahyi indiriverdi. Bu Nur Sûresi ona indirilmeye başlandı âyetler geliyordu Nur Sûresi’nin âyetleri. Âişe tertemizdi ona iftira edilmişti. Ona vahiy edilirken ola gelen hâl hemen geliverdi ki, kış gününde bile vahyin ağırlığından dolu tanesi gibi ter dökülürdü. Bunun üzerine, bir örtü örtüldü ve başının altına bir yastık konuldu. Vallâhi ben telaş etmedim, aldırmadım, çünkü beraatımı, suçsuzluğumu biliyordum suçsuzdum. Fakat Rasûlallah açılıncaya kadar, insanların dediklerine hak verecek bir vahiy gelivermek korkusundan, anamın babamın canları çıkacak zannettim.
Dakika 1:20:10
Ne zaman ki Rasûlullah açıldı, ona gelen ‘’Nur Sûresi’nin’’ bu âyetleri geldi. Ve Peygamberimiz gülüyordu, ilk söylediği kelime şu oldu; “Büşra, Büşra ya, Âişe Büşra diyordu. Bak ne diyor; “Müjde ey Âişe! Rahat ol, Vallâhi Allah, seni kat’i olarak akladı” dedi. Senin tertemiz olduğun nur gibi olduğu ortaya çıktı dedi.
(Elhamdülillahi lâ yahmedike ve bi-hamdi eshâbike)
Bakın Âişe ne diyor; “Hamd, Allah’a; ne sana, nede ashâbına” dedim. Annem, dedi “Kalk ona! Ben, “Vallâhi ne ona kalkarım, nede beraatımı indiren Allah’tan başkasına hamd ederim dedim. Sadece Allah’a hamd ederim dedi. Bu haberin kaynağında da yine Buhârî Şerif bulunmaktadır. Burada Allah’u Teâlâ (إِنَّ الَّذِينَ جَاؤُوا بِالْإِفْكِ عُصْبَةٌ مِّنكُمْ )’ den itibaren 10 âyet indirmişti. Bunun üzerine Ebû Bekir “Vallâhi bundan sonra artık Mıstah’a infak etmem” dedi. Çünkü ona yakınlığı ve fakirliği sebebiyle nafaka veriyordu. Bu sebeple de Allah’u Teâlâ (C.C) şu âyeti indirdi. (وَلَا يَأْتَلِ اُو۬لُوا الْفَضْلِ مِنْكُمْ) ‘’İlâ âhir’’ “İçinizden faziletli olanlar (yakınlara…) vermemeye yemin etmesinler. Allah’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız?” (Nur Sûresi 22’nci âyet bu da.) Bunun üzerine Ebû Bekir de “Evet, Vallâhi Allah’ın beni mağfiret etmesini severim” dedi. Mıstah’a yine nafakası verilmeye devam edildi. Netice olarak özrün nâzil olunca Rasûlullah kalktı minbere çıktı, bunları anlattı ve Kur’an-ı Kerimi okudu ve minderden indi vakitte Abdullah Bin Ubeyy’e, Mıstah’a, Hamne’ye Hassan’a had cezâsı vurdu. (عُصْبَةٌ مِّنكُمْ) İçinizden bir usbedir. Usbe, 10’dan, 40’a kadar bir topluluk yani iftiracılar. Kıymet ve derecenin yükselmesine kerâmetin ortaya çıkmasına netice olarak kıymet ve derecenin yükselmesine sebep olur. Ne diyor Cenab-ı Hak; (لَا تَحْسَبُوهُ شَرًّا لَّكُم بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ) “O onu sizin için bir şer sanmayınız belki o ifk sizin için bir hayırdır.” Ne oldu? Âişe Annemizin ne kadar kıymetli bir kadın olduğu kerâmetin ortaya çıkmasına ve kıymet ve derecenin yükselmesine sebep oldu.
Dakika 25:10
Âişe Annemizin derecesinin yüksekliği ortaya çıktı. Aslında ifk o iftira yalanı büyük bir şerdir ama bu iftirayı yapanlara. (لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ) Onlardan o güruhtan her birinin (مَا اكْتَسَبَ مِنَ الْاِثْمِۚ) kazandığı vebâli kendisinindir işlerinden onu o vebalin büyüklüğünü yüklenen (لَهُ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ) ve aynı zamanda büyük bir azâb da bunlar için vardır” diyor. Bu Abdullah Bin Ubey hakkındadır münâfıkların reisi önderiydi münafık başı o iftirayı önce o atmış propaganda yaptırmıştı. Aldanan Şair Hassan ve fakir Mıstah gibi 1, 2 saf dilde o Ubey oğlunun açıklamalarına iftiralarına kapılıp “Kazf” cezâsına müstehap olmuşlardı. Safvan, Hassan’a hücum edip vurdu bir kılıç darbesiyle gözünü söndürmüş ve demişti ki, benden kılıç diyor kırağısından sakın. Çünkü ben bir kulum hicve kalkışıldığım zaman şair değilim ve fakat ben kolumu himaye ederim ve zevahiri beri kimseyi atan bühtan ’cıdan korunurum diye bir yine şiir okumuştu orada. Zannın menşei nefiste bir kıyastır. (هٰذَٓا اِفْكٌ مُب۪ينٌ) de bu açık bir ifk’tir iftiradır deselerdi diyor Cenab-ı Hak. ‘Ne vardı o yalanı işittiğiniz zaman mü’minler ve mü’mineler kadın erkek kendi nefislerine hayır zannetseler de bu açık bir iftiradır deselerdi ya. Hemen birden neden iftirayı onayladılar ve bunun propagandasını yapanlara âlet oldular? Mü’min ve mü’mineler hakkında iyi zanda bulunmaları beraeti zimmetin asîl olduğunu bilmeleri açık ve görünen hâlin aksine olan desteksiz de delilsiz lakırdılara açık bir iftira demeleri gerekirdi diyor Cenab-ı Hak. (لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ) “Bu iftiracılar için insanlar arasında kötü sözün yayılmasını arzulayan kimseler var ya işte onlar için dünyada da âhirette de acı veren bir azâb vardır.” Dünyadaki azâb Kazf’tir ve neticeleridir. Nitekim Mıstah, Hassan, Hamne haklarında Kazf cezâsı uygulandı ve Safvân bir kılıç darbesiyle Hassan’ı vurup bir gözünün söndürdü. Dünyadaki cezâları da iftiracılar için rezil ve rüsva olmaktan başka bir şey değildir.
Allah’a iftiracıların bütün iftiralarından emin eylesin.
Dakika 1:30:15