411- Tefsir Ders 411 hayat veren nurun keşif notları
411- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 411
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
(Kasas Sûresi 1’inci Âyet-i Kerime’den 42’nci Âyet-i Kerime’ler)
‘’Bismillahi Zişân azimû sultan şedidül burhan kaviyyül erkâm mâşââllahu kân Eûzubillahi min külli şeytani insün ve can’’
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
‘’Elhamdülillahi Rabbil-âlemin vesselâtü vesselâmü alâ Rasûlina Muhammedin ve alâ âlihi ve ashabihî ecmaîn.’’
طٰسٓمٓۜ﴿١﴾
تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ﴿٢﴾
نَتْلُوا عَلَيْكَ مِنْ نَبَأِ مُوسٰى وَفِرْعَوْنَ بِالْحَقِّ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٣﴾
اِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْاَرْضِ وَجَعَلَ اَهْلَهَا شِيَعاً يَسْتَضْعِفُ طَٓائِفَةً مِنْهُمْ يُذَبِّـحُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَيَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ﴿٤﴾
وَنُر۪يدُ اَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْاَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ اَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِث۪ينَۙ﴿٥﴾
وَنُمَكِّنَ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَنُرِيَ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا مِنْهُمْ مَا كَانُوا يَحْذَرُونَ ﴿٦﴾
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّ مُوسٰٓى اَنْ اَرْضِع۪يهِۚ فَاِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَاَلْق۪يهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَاف۪ي وَلَا تَحْزَن۪يۚ اِنَّا رَٓادُّوهُ اِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ ﴿٧﴾
فَالْتَقَطَهُٓ اٰلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُواًّ وَحَزَناًۜ اِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِـ۪ٔينَ﴿٨﴾
وَقَالَتِ امْرَاَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ ل۪ي وَلَكَۜ لَا تَقْتُلُوهُۗ عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَداً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ﴿٩﴾
وَاَصْبَحَ فُؤٰادُ اُمِّ مُوسٰى فَارِغاًۜ اِنْ كَادَتْ لَتُبْد۪ي بِه۪ لَوْلَٓا اَنْ رَبَطْنَا عَلٰى قَلْبِهَا لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿١٠﴾
وَقَالَتْ لِاُخْتِه۪ قُصّ۪يهِۘ فَبَصُرَتْ بِه۪ عَنْ جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ﴿١١﴾
وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِنْ قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰٓى اَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ ﴿١٢﴾
فَرَدَدْنَاهُ اِلٰٓى اُمِّه۪ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَلِتَعْلَمَ اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ۟﴿١٣﴾
(صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ)
Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,
Hayat veren nurun dersleri, keşif notları, irşâd notları olarak derslerimiz devam ediyor. Dersimiz ‘’Kasas Sûresi ile’’ bugünkü dersimiz başlamıştır Kasas Sûresi de Mekkî Sûrelerdendir. Yani Mekke-i Mükerrem’e döneminde inzâl olunan sûrelerdendir âyet sayısı 88 ve sıra numarası Kur’an-ı Kerim’deki sırası 28’inci sırada yer almaktadır. Yalnız başka bir rivâyette (الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ) diyen âyeti kerimede (الْجَاهِلِينَ) bir diğer rivâyette de (إِنَّ الَّذِي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْآنَ ) âyeti ilk hicret esnasında Efendimiz Cuhfe ’de inzâl edildiği rivâyetleri bulunmaktadır.
Dakika 5:00
İbn-i Abbâs ve Câbir bin Zeyd’den rivâyet edildiği üzere ‘’Şuarâ Sûresi’’ indirilmiş, sonra ‘’Neml’’ daha sonra da ‘’Kasas Sûresi’’ inzâl edilmiştir ki, demek ki bu üç sûre indirilmelerininde ki sıra üzeredirler. Bunun içinde yani inme sırası neyse Kur’an-ı Kerim’e de konma sırası o diye rivâyet olunmuştur. Bunun yanında bir tarihi özet yapılarak ‘’Şuarâ Sûresi’nin’’ sonunda söz verilen inkılap, ‘’Neml Sûresi’nde’’ açıklandığı gibi Neml ’in sonunda ki sonundaki (سَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ فَتَعْرِفُونَهَا) “O, âyetlerini size gösterecek sizde onları görüp tanıyacaksınız.” Vaadinin örneği de bu ‘’Kasas Sûresi’’ ile açıklanacaktır. Zayıfların kuvvetlileri devirmesi bir tabiat işi değildir fiilen Allah’u Teâlâ’nın kudret delillerindendir. ‘’Kasas Sûresi’’ bu alınacak dersi anlatan bir tarih senfonisidir. Bir tam bu dersi anlatan bir tarih senfonisidir ki, şimdi zayıflar maddî gücü olmayanlar güçlü olanları deviriyor. İşte peygamberlere bakarsanız zahirde bunların topu, tüfeği, ordusu yoktur hatta yerleri yurtları bile ellerinden alınmak istemiştir. Hepsi de hicret etmiş “Muhâcir” olmuşlardır. Ama sonunda bütün Peygamberler zahirde böyle görünmelerine rağmen düşmanlarını hep devirmişlerdir. Niçin? Yüce Allah’ın yardımı doğruların yanındadır da onun için. Zâlim bir müddet at oynatır ama ondan sonra da ebedî sürünür hem de sürüm, sürüm sürünür. Bir müddet hoplar, zıplar, oynar ama ebedî ağlar. Zâlimlerin, kâfirlerin, münâfıkların, müşriklerin durumu bundan ibârettir. Îmân ve Amel-i Sâlih sahibi müttekilere hep kurtulmuştur mutlu sonuç hep onların olmuştur.
Cenab-ı Hak bu yüce nazmını metnini verdiğim bu âyetlerin yüce anlamları şöyle bir bakalım; (طٰسٓمٓۜ) Tâ, Sîn, Mîm. Bunlar apaçık Kitâb’ın âyetleridir. Îmân edecek bir kavim için Mûsâ ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana dosdoğru okuyacağız. Bakın bir kısmını Kur’an-ı Kerim’de kısım, kısım ayrı, ayrı birer taraflarını anlatılmış ama daha nice anlatılmayan peygamberler var. Bu kıssaları bile anlatılmayan yerlerinin olduğu açıklanmaktadır. Yalnız anlatılan her yönünü insanlık âlemi iyi değerlendirirse dersini alır.
Çünkü Firavun (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını parça parça etmişti. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, öldürüyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Belli ki o bozgunculardandı.
Dakika 10:20
Biz ise istiyorduk ki, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunalım, onları önderler yapalım, onlara (ötekilerin) yerini aldıralım. Allah’ın isteği o ezilen mazlumları zâlimlerin yerine geçirmek. Yalnız o mazlumlar sonradan azıp da zâlim olurlarsa aynı durum onların başına da gelmiştir gelecektir.
Ve o yerde onları hâkim kılalım, Firavun ile Hâmân ve ordularına, onlardan çekinmekte oldukları şeyi gösterelim.
O esnada Mûsâ’nın anasına “Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden kaygılandığından onu denize yani (Nil Nehrine) bırakıver. Çünkü onu öldürecek Firavun Mûsâ da yeni doğmuş bir çocuk. Bak annesine Cenab-ı Hak böyle diyor; Hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu tekrar sana vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız” diye bildirdik. Bu onun gönlüne ilhâm olarak bildirildi.
Nihâyet Firavun ailesi onu yitik olarak aldı. Çünkü o sonunda kendileri için bir düşman ve bir tasa olacaktı. Şüphesiz Firavun ile Hâmân ve askerleri yanılıyorlardı. Birçok erkek çocuğu öldürdüler binlerce, ama öldürmek istedikleri çocuk Mûsâ idi fakat Allah Mûsâ’yı bakın firavunun kucağında büyüttürecek onlara.
Firavun’un karısı (sepetin içinden çocuk çıkınca kocasına), “İkimizin de gözü aydın! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlat ediniriz “dedi. Hâlbuki onlar işin sonunu sezemiyorlardı. Mûsâ’nın anasının yüreği (tasadan) bomboş kalıverdi. Eğer biz, (vaadimize) inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş, olsaydık neredeyse işi meydana çıkaracaktık. Anneleri öyledir işin sonunu düşünemezler çünkü merhametler öne geçer.
Annesi Mûsâ’nın ablasına, “Onun izini takip et” dedi. O da, onlar farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi. Çünkü sanduka içinde bir sepet içinde ‘’Nil Irmağına’’ bırakmıştı Mûsâ’yı, Firavun’un ailesi onu oradan aldı ve saraya taşıdılar.
Biz (annesine geri vermezden) daha önce onun sütanalarının sütünü kabulüne müsaade etmedik. Bunun üzerine ablası, “Size onun bakımını sizin namınıza üstlenecek, hem de ona iyi davranacak bir aile göstereyim mi?” dedi. Böylelikle biz onu, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu bilsin, diye anasına geri verdik. Yani sütanne aradı Firavun ailesi Mûsâ kimseyi emmedi. Neticede Mûsâ’nın annesi sütanne olarak oraya getirildi onu emmeye başladı.
Dakika 15:15
Annenin de gönlü mesrur oldu yavrusuna kavuştu benim yavrum demiyor ama onu emziriyor bakıyor emin bir ortamda olduğundan da gönlü rahat içinde evladına bu şekilde yakinen bağrına basa, basa sütannelik yapıyordu. Fakat yine de pek çoğu (bunu) bilmezler. Bunu kim yaptı? Allah’u Teâlâ Celle Celâlühü. Bakın dilediğini Allah böyle kurtarıyor ve dilediğini cennetine alıyor, diledikleri şehit oluyor, diledikleri gazi oluyor, diledikleri kahraman oluyor, oluyor da oluyor. Sen Allah’a kul ol kulluk et kalanına karışma! İşte burada (الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ) güzel parlak kitap açıkça ortaya koyan gerçekleri açıklayan kitap ki tabii bu kastedilen kitap Kur’an-ı Kerim’dir. Fakat Kur’an-ı Kerim tabii onun aslı da Levh-i Mahfûz da olduğu için Levh-i Mahfûz da diyenler de vardır. Tilâvet; takip etmek demektir okumak veya içindeki emir ve yasağı teşvik ve sakındırmayı dikkatle takip etmektir tilâvet. Yani Kuran okuyacaksın içine anlayacaksın gereğini yerine getireceksin tilâvet budur diyor. Demek ki tilâvet okumaktan bir yönden daha özeldir.
Peygamberlerin çocuklarının da bu Firavun peygamber çocuklarını da kesiyordu. Kızları erkeksiz bırakarak dilediği gibi kullanmak istiyordu. Firavun Benî İsrâil’e böyle yapıyordu. Hâmân Firavun’un veziridir bu şer işlerin işin içinde, kötü işlerin içinde Hâmân bulunuyordu. İlhâm veya riyâ demek olduğunu söylüyorlar. Demek ki, ilhâm Kelâm’cıların dediği gibi ilim sebeplerinden değildir. Fakat sahibi için ameli gerektirecek bir kuvvet olabilir demişlerdir. Burada ilhâmdan maksat Mûsâ’nın annesinin kalbine gelen ilhâmlardır Cenab-ı Hak Mûsâ’nın annesinin kalbine ilhâmlar getirdiği onu ‘’Nil Irmağına’’ bıraktırdı ve oradan da Firavun ailesine aldırdı saraya taşındı Mûsâ daha yavru çocukken. Peygamberliği değilse de Velî’lerin kerâmeti çeşidinden olduğunda şüphe yoktur. Şimdi bunları peygamber kabul etmiş bazıları ilhâmla vahyi ilâhî’yi birbirinden ayırmayanlar Mûsâ’nın annesine de peygamber demişler, Meryem Annemize de peygamber demişler. Bunlar kerâmet cinsindendir peygamberlik kadınlara verilmemiş ama bunlar tabii ki ilhâma keramete ulaştırılmış kadınlarımızdandır.
Dakika 20:10
Telaş ve acele ile haber alacağım diye yaptığını sevdirecek duruma geldi. Kim? Mûsâ’nın Annesi. Yani yavrum başına ne geldi ne oldu diye merak ediyordu ‘’Nil Irmağına’’ bırakınca bak, Cenab-ı Hak orada da onun kalbini yatıştırdı. Neredeyse Mûsâ’yı kendi eliyle açığa çıkaracaktı ele verecekti o zaman onu da Firavun tabii ki öldürecekti. Fakat Cenab-ı Hak ne dilerse onu yapar her şeye kâdirdir.
وَلَمَّا بَلَغَ اَشُدَّهُ وَاسْتَوٰٓى اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماًۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ ﴿١٤﴾
وَدَخَلَ الْمَد۪ينَةَ عَلٰى ح۪ينِ غَفْلَةٍ مِنْ اَهْلِهَا فَوَجَدَ ف۪يهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِۘ هٰذَا مِنْ ش۪يعَتِه۪ وَهٰذَا مِنْ عَدُوِّه۪ۚ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذ۪ي مِنْ ش۪يعَتِه۪ عَلَى الَّذ۪ي مِنْ عَدُوِّه۪ۙ فَوَكَزَهُ مُوسٰى فَقَضٰى عَلَيْهِۘ قَالَ هٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ عَدُوٌّ مُضِلٌّ مُب۪ينٌ﴿١٥﴾
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي فَاغْفِرْ ل۪ي فَغَفَرَ لَهُۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿١٦﴾
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَنْعَمْتَ عَلَيَّ فَلَنْ اَكُونَ ظَه۪يراً لِلْمُجْرِم۪ينَ﴿١٧﴾
فَاَصْبَحَ فِي الْمَد۪ينَةِ خَٓائِفاً يَتَرَقَّبُ فَاِذَا الَّذِي اسْتَنْصَرَهُ بِالْاَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُۜ قَالَ لَهُ مُوسٰٓى اِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُب۪ينٌ﴿١٨﴾
فَلَمَّٓا اَنْ اَرَادَ اَنْ يَبْطِشَ بِالَّذ۪ي هُوَ عَدُوٌّ لَهُمَاۙ قَالَ يَا مُوسٰٓى اَتُر۪يدُ اَنْ تَقْتُلَن۪ي كَمَا قَتَلْتَ نَفْساً بِالْاَمْسِۗ اِنْ تُر۪يدُ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ جَبَّاراً فِي الْاَرْضِ وَمَا تُر۪يدُ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِح۪ينَ﴿١٩﴾
وَجَٓاءَ رَجُلٌ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ يَسْعٰىۘ قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنَّ الْمَلَاَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ فَاخْرُجْ اِنّ۪ي لَكَ مِنَ النَّاصِح۪ينَ﴿٢٠﴾
فَخَرَجَ مِنْهَا خَٓائِفاً يَتَرَقَّبُۘ قَالَ رَبِّ نَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟﴿٢١﴾
Bu duaları da okumalıdır.
Mûsâ Aleyhisselâm yiğitlik çağına girip olgunlaşınca, biz ona hikmet ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz öyle mükâfatlandırırız. Mûsâ, Aleyhisselâm halkının habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada biri kendi tarafından diğeri de düşman tarafından olan iki adamı birbirleriyle dövüşür buldu. Kendi tarafı olan, düşmana karşı ondan yardım diledi. Mûsâ ötekine bir yumruk indirip onun ölümüne sebep oldu. “Bu, şeytan işidir. O gerçekten saptırıcı, apaçık bir düşmandır” dedi.
Mûsâ Aleyhisselâm: “Rabbim! Doğrusu kendimi ziyâna uğrattım. “Beni bağışla!” dedi, Allah da, onu bağışladı. Çünkü çok bağışlayıcı, çok merhamet edici olan ancak O’dur. Mûsâ Aleyhisselam: “Rabbim! Bana lütfettiğin nimetlere andolsun ki, artık suçlulara asla arka olmayacağım” dedi.
Dakika 25:05
Şehirde korku içinde, (etrafı) gözetleyerek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse feryat ederek yine ondan imdat istiyor. Mûsâ ona dedi ki: “Doğrusu sen, besbelli bir azgınsın!”
Mûsâ ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam dedi ki: “Ey Mûsâ! Dün bir cana kıydığın gibi, bana da mı kıymak istiyorsun? Demek arabuluculardan olmak istemiyor da, bu yerde illâ yaman bir zorba olmayı arzuluyorsun sen!” dedi.
Şehrin öbür ucundan bir adam geldi ve söyledi: “Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında müzakere ediyorlar. Derhâl (buradan) çık! İnan ki ben senin iyiliğini isteyenlerdenim.”
Mûsâ korka korka (etrafı) gözetleyerek oradan çıktı. “Rabbim! Beni zâlimler güruhundan kurtar” dedi.
وَلَمَّا تَوَجَّهَ تِلْقَٓاءَ مَدْيَنَ قَالَ عَسٰى رَبّ۪ٓي اَنْ يَهْدِيَن۪ي سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ﴿٢٢﴾
وَلَمَّا وَرَدَ مَٓاءَ مَدْيَنَ وَجَدَ عَلَيْهِ اُمَّةً مِنَ النَّاسِ يَسْقُونَۘ وَوَجَدَ مِنْ دُونِهِمُ امْرَاَتَيْنِ تَذُودَانِۚ قَالَ مَا خَطْبُكُمَاۜ قَالَتَا لَا نَسْق۪ي حَتّٰى يُصْدِرَ الرِّعَٓاءُ وَاَبُونَا شَيْخٌ كَب۪يرٌ﴿٢٣﴾
فَسَقٰى لَهُمَا ثُمَّ تَوَلّٰٓى اِلَى الظِّلِّ فَقَالَ رَبِّ اِنّ۪ي لِمَٓا اَنْزَلْتَ اِلَيَّ مِنْ خَيْرٍ فَق۪يرٌ﴿٢٤﴾
فَجَٓاءَتْهُ اِحْدٰيهُمَا تَمْش۪ي عَلَى اسْتِحْيَٓاءٍۘ قَالَتْ اِنَّ اَب۪ي يَدْعُوكَ لِيَجْزِيَكَ اَجْرَ مَا سَقَيْتَ لَنَاۜ فَلَمَّا جَٓاءَهُ وَقَصَّ عَلَيْهِ الْقَصَصَۙ قَالَ لَا تَخَفْ۠ نَجَوْتَ مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ﴿٢٥﴾
قَالَتْ اِحْدٰيهُمَا يَٓا اَبَتِ اسْتَأْجِرْهُۘ اِنَّ خَيْرَ مَنِ اسْتَأْجَرْتَ الْقَوِيُّ الْاَم۪ينُ﴿٢٦﴾
قَالَ اِنّ۪ٓي اُر۪يدُ اَنْ اُنْكِحَكَ اِحْدَى ابْنَتَيَّ هَاتَيْنِ عَلٰٓى اَنْ تَأْجُرَن۪ي ثَمَانِيَ حِجَجٍۚ فَاِنْ اَتْمَمْتَ عَشْراً فَمِنْ عِنْدِكَۚ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ اَشُقَّ عَلَيْكَۜ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ﴿٢٧﴾
قَالَ ذٰلِكَ بَيْن۪ي وَبَيْنَكَۜ اَيَّمَا الْاَجَلَيْنِ قَضَيْتُ فَلَا عُدْوَانَ عَلَيَّۜ وَاللّٰهُ عَلٰى مَا نَقُولُ وَك۪يلٌ۟ ﴿٢٨﴾
Mûsâ Aleyhisselâm artık Firavun’un memleketini terk etti. Medyen’e doğru yöneldiğinde: “Umarım Rabbim beni doğru yola iletir.” dedi.
Mûsâ Aleyhisselâm, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan birçok insan buldu. Onların gerisinde de (hayvanlarını suyun olduğu yerden) geri çeken iki kadın gördü. Onlara: “Derdiniz nedir?” dedi. Baktı ki onlar gariban arkada bekliyorlar. Şöyle cevap verdiler: “Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanlarınızı) sulayamayız; babamız da çok yaşlıdır. Bunun üzerine Mûsâ Aleyhisselâm, onların davarlarını suladı. Sonra gölgeye çekildi ve: “Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım” dedi.
Dakika 30:30
Derken, o iki kadından biri utana, utana yürüyerek ona geldi. “Babam, dedi bizim yerimize (hayvanları) sulamanın karşılığını ödemek için seni çağırıyor.” yani ücretini verecek. Mûsâ, ona (Hazreti Şuâyb’a) gelip başından geçeni anlatınca o, “korkma, o zâlim kavimden kurtuldun” dedi.
(Şuâyb’ın) iki kızından biri: “Babacığım! Onu ücretle (çoban) tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi kimse bu güçlü ve güvenilir adamdır” dedi.
Şuâyb Aleyhisselâm dedi ki: “Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o kendinden; yoksa sana ağırlık vermek istemem. İnşâ’Allah beni iyi kimselerden bulacaksın” dedi Şuâyb Aleyhisselam.
Mûsâ Aleyhisselâm da şöyle cevap verdi: “Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım demek ki, bana karşı husumet yok. Söylediklerimize Allah vekildir” dedi Mûsâ da, Aleyhisselam. (حَتّٰى يُصْدِرَ الرِّعَٓاءُ) Vürut suya gitmek, südur sudan dönmek, ıstarda hayvanların sudan çekip götürmektir. (Riaün, rainin çoğulu) yani çobanlar demek, zevt engel olmak ve geri çekmek anlamlarına gelmektedir.
فَلَمَّا قَضٰى مُوسَى الْاَجَلَ وَسَارَ بِاَهْلِه۪ٓ اٰنَسَ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ نَاراًۚ قَالَ لِاَهْلِهِ امْكُثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراً لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ اَوْ جَذْوَةٍ مِنَ النَّارِ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ ﴿٢٩﴾
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ مِنْ شَاطِئِ الْوَادِ الْاَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ اَنْ يَا مُوسٰٓى اِنّ۪ٓي اَنَا اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَۙ ﴿٣٠﴾
وَاَنْ اَلْقِ عَصَاكَۜ فَلَمَّا رَاٰهَا تَهْتَزُّ كَاَنَّهَا جَٓانٌّ وَلّٰى مُدْبِراً وَلَمْ يُعَقِّبْۜ يَا مُوسٰٓى اَقْبِلْ وَلَا تَخَفْ۠ اِنَّكَ مِنَ الْاٰمِن۪ينَ ﴿٣١﴾
اُسْلُكْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍۘ وَاضْمُمْ اِلَيْكَ جَنَاحَكَ مِنَ الرَّهْبِ فَذَانِكَ بُرْهَانَانِ مِنْ رَبِّكَ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ﴿٣٢﴾
وَاَخ۪ي هٰرُونُ هُوَ اَفْصَحُ مِنّ۪ي لِسَاناً فَاَرْسِلْهُ مَعِيَ رِدْءاً يُصَدِّقُن۪يۘ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِ ﴿٣٤
قَالَ سَنَشُدُّ عَضُدَكَ بِاَخ۪يكَ وَنَجْعَلُ لَكُمَا سُلْطَاناً فَلَا يَصِلُونَ اِلَيْكُمَا بِاٰيَاتِنَاۚ اَنْتُمَا وَمَنِ اتَّـبَعَكُمَا الْغَالِبُونَ﴿٣٥﴾
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُفْتَرًى وَمَا سَمِعْنَا بِهٰذَا ف۪ٓي اٰبَٓائِنَا الْاَوَّل۪ينَ﴿٣٦﴾
وَقَالَ مُوسٰى رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى مِنْ عِنْدِه۪ وَمَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ﴿٣٧﴾
وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ مَا عَلِمْتُ لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْر۪يۚ فَاَوْقِدْ ل۪ي يَا هَامَانُ عَلَى الطّ۪ينِ فَاجْعَلْ ل۪ي صَرْحاً لَعَلّ۪ٓي اَطَّلِعُ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰىۙ وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ ﴿٣٨﴾
وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ﴿٣٩﴾
فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِم۪ينَ﴿٤٠﴾
وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ لَا يُنْصَرُونَ ﴿٤١﴾
وَاَتْبَعْنَاهُمْ ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةًۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ هُمْ مِنَ الْمَقْبُوح۪ينَ۟﴿٤٢﴾
Dakika 36:40
Artık Mûsâ Aleyhisselâm süreyi doldurup ailesiyle yola çıkınca, Tûr tarafında bir ateş gördü. Ailesine: “Siz (burada) bekleyin; ben bir ateş gördüm, belki oradan size bir haber yahut ısınmanız için o ateşten bir parça getiririm” dedi.
Oraya gelince, o mübârek yerdeki vadinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi: “Ey Mûsâ Aleyhisselâm! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’ım.” Yüce Allah ona artık vahiy ile onunla konuşuyordu. Ve: “Âsânı at!” denildi. (Mûsâ attığı) Âsâyı yılan gibi depreniyor görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. “Ey Mûsâ!” beri gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın” (buyuruldu.).
“Elini koynuna koy kusursuz bembeyaz çıkacaktır. Korkudan (açılan) kollarını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir.” Yani bunları mûcize olarak sana veriyorum dedi Cenab-ı Hak biri “Âsâ ’yı Mûsâ” biri de “Yedi Beyda.” “Çünkü onlar yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır” (diye seslendi). Yani Firavun’u artık dine dâvet edeceksin dedi Cenab-ı Hak, peygamberlik veriyordu Mûsâ’ya.
Mûsâ Aleyhisselâm dedi ki: “Rabbim! Ben onlardan birinin öldürülmesine sebep oldum bir yumruk attım öldürmek istemedim ama ölümüne sebep oldum öldü adam. Beni öldürmelerinden korkuyorum” dedi Mûsâ.
“Kardeşim Hârun’un dili benimkinden daha düzgündür. Onu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder dedi. Zîrâ bana yalancılık ithamında bulunmalarından endişe ediyorum” dedi.
Yüce Allah Celle Celâlühü buyurdu: “Seni kardeşinle yani Hârun’la destekleyeceğiz ve size öyle bir kudret vereceğiz ki, âyetlerimiz sayesinde onlar size erişemeyecekler.” Siz ve size tâbî olanlar üstün geleceksiniz dedi Cenab-ı Hak.
Dakika 40:18
Mûsâ Aleyhisselâm onlara apaçık âyetlerimizi getirince, “Bu olsa olsa uydurulmuş bir sihirdir” dediler. Peygamberleri hep sihirbazlıkla nitelediler. “Biz önceki atalarımızdan böylesini işitmemiştik” dediler.
Mûsâ Aleyhisselâm şöyle dedi: “Rabbim, kendi katından kimin hidâyet rehberi getirdiğini ve hayırlı akıbetin kime nasîb olacağını en iyi bilendir. Muhakkak ki zâlimler kurtuluşa eremezler” dedi.
Firavun: “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum” dedi. İşte Tâğûtlar Firavun’lar böyledir bunlar belâ isterler ama istedikleri belâda başlarına iner ve indi. “Ey Hâmân diyor bakın Firavun; haydi benim için çamur üzerinde ateş yak (ve tuğla imâl et), bana bir kule yap ki, Mûsâ’nın ilâhına göklerde bakayım diyor göklere çıkayım da diyor bakayım diyor. Ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir” diyor Firavun. Hâşâ! Yalancı kendisi, Firavun’lar hep yalancıdır Tâğûtlar yalancı sahtekârdırlar peygamberler hiç yalan söylemezler.
O ve askerleri, yani Firavun ve askerleri yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar. Herkes Allah’ın huzuruna dönecek Allah’a hesap verecek kim olursan ol.
Bizde onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Cenab-ı Hak Firavun’u da askerlerini de denizde boğdu. Bir bak, zâlimlerin sonu nice oldu!
Onları insanları ateşe çağıran öncüler kıldık. Firavun’lar, Tâğûtlar Allah’tan başkasına çağıranlar ateşe çağıranlardır bunların önderi de firavunlardır, tağutlardır. Bunlar insanlık âlemini ateşe çağırırlar yani cehenneme çağırırlar. Peygamberler Allah’a ve cennete çağırırlar. Onun için Kur’an-ı Kerim insanlığı ve Hazreti Muhammed cennete hazırlıyor ve Allah’ın cemâline hazırlıyor, ölümsüz en mutlu bir hayata hazırlıyor. Ölümsüz nurun hayatı işte Kur’an-ı Kerim’in, İslam’ın ortaya koyduğu hayat tarzıdır.
Bu dünyada arkalarına lânet taktık diyor Cenab-ı Hak. Şimdi Firavun’lar hep melundurlar hep lanet edilmişlerdir kıyâmete kadar da bunlar lânet edilirler. Onlar, kıyâmet gününde de kötülenmişler arasındadırlar, çünkü kötülerin öncüsüdürler.
Kıymetli dostlar,
Bu âyetlerden alınacak derslerin özetinde şunu görüyoruz; Allah’u Teâlâ’yı ve onun ilkelerini kabul etmeyenler helâk oldular ve helâk olacaklardır. Kula kulluk etmeyin gelin Kur’an-ı Kerim’in hayat veren nurun derslerine bu Arş Üniversitesine Levh-i Mahfûz Üniversitesine kayıt olun bu dersleri kaçırmayın.
Dakika 45:00
Bunun içinde Mûsâ’nın kıssasından ve diğerlerinin kıssalarından iyi ders almalıdır. Kur’an-ı Kerim’in bir tek kelimesini bile kaçırma iyi anlamaya iyi keşfetmeye çalış.
Mûsâ Aleyhisselâm kış mevsiminde ailesiyle malıyla çıkmış ve Şam Melikinden çekinerek ana yoldan başka bir yol tutmuştu, hanımı da hamileydi çölde gidiyordu yollarını da bilmiyorlardı. Tûr’un sağına batı tarafına götürmüştü işte ‘’Tûr Dağında’’ da ona peygamberlik geldi. Hanımına doğum sancıları tuttu çakmağını çaktı ateş almadı, uzaktan bir ateş parlıyor gördü. İşte orada ona o ateş parlayan yerde peygamberlik de ona geldi ve Cenab-ı Hak Mûsâ’yla konuştu. Onun için Mûsâ’ya “Kelimullah” denilir. Mûsâ Kelimullah, Hazreti Muhammed “Habibullah”, Hz. İbrâhim “Safiyullah Halilullah” ve Hazreti Âdem ve “Safiyullah”,
Îsâ “Ruhullah” olarak Allah’ın emirlerinden bir emirdir o da. Bunun için her peygamberin üstün bir güzel bir sıfatların bulunmaktadır. En büyük tabi sıfat Habibullah’ tır Allah’ın sevgilisi bütün peygamberlerin imamı önderi Hazreti Muhammed’dir Aleyhisselâtu Vesselâm.
Orada bir ağaçta tabii ki ateş yanıyor gördü bu ağacı bazıları unnap kına, bazıları semüre, bazıları deve dikeni cinsinden bir çöl ağcı, bazıları da avseç yani sincan dikeni veya Mûsâ Ağacı denilen dikenli bir ağaç, bazıları da ulleyk yani sarmaşık veya böğürtlen diye rivâyet etmişlerdir. Tevrât’ta bahsedilen de ulleyka’dır ‘’Ulleyke Ağacıdır.’’ bu haberinde kaynağında Âlûsî bulunmaktadır. Yine her sûre de o seslenmenin bir kısmını nakletmiştir diğerlerinde söylenmeyen bir yönüyle açıklanmış olduğunda bunlar tekrar değil söylenmeyen kısımları anlatılmaktadır.
Mu’tezile demişlerdir ki: “Allah bir cisim de olmaktan münezzehtir.” demek ki, Yüce Allah’ın konuşması ancak bir cisimde söz yaratmaktır demiş Mu’tezile. Buna karşı kelâm sıfatının ezelî olduğunu kabul eden Ebû Mensûr Mâturîdî ve Maveraünnehir Türk âlimleri derler ki: “Allah’u Teâlâ’nın zât-ı ile ezelî olan kelâmı kadim işitilmez işitilen ancak ses ve harflerdir” demişlerdir. Ve işte ağaç da yaratılan ve ondan işitilen odur demişlerdir.”
Cenab-ı Hak bütün İslam âlimlerine çok, çok rahmet eylesin. Türklerde çok güzel âlimler yetiştirmişlerdir. Yani Maveraünnehir âlimleri pek çoğu Türk’tür çok yüksek âlimler yetişmiştir.
Ebu’l Hasenî Eş‘arî de demiştir ki: “Cisim ve araz olmayan zâtının görülmesi mümkün olduğu gibi harf ve ses olmayan ilâhî kelâmın da işitilmesi mümkündür” demiştir.
Dakika 50:10
İmâm Gazâlî de bunu desteklemiştir. Sofiyye’den bazıları da demiştir ki: “Ses ile söylenen sözü işitti ve bu Yüce Allah’ın hikmeti gereğince ile deldiği şekillerden birinde görünmesinden sonra oldu.” Öyle ki her türlü mekân, zaman ve eksikliklerden münezzeh olan beri olan Allah’u Teâlâ görünmesine rağmen yine kendi zât-ı hâli üzere hattâ bu kayıttan bile uzak olarak bâkî ve ebedî sahîh hadis de rivâyet edildiğine göre Allah’u Teâlâ kıyâmet gününde kullarına bir sûrette görünecek; “Ben Rabbinizim, diyecek te tanımayacaklar.” Sonra diğer bir sûrette görünecek o zaman tanıyacaklar. Müslim’in Ahmed bin Hanbel’in rivâyet ettiği bir hadis. Bunun mahiyetini Allah tabii eşi benzeri olmadığı için bunların gerçek durumunu mahiyetini Allah’tan başka doğru bilen olmaz en güzelini Allah bilir tam bilir.
Onun için Mûsâ Aleyhisselâm (أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ) Bana kendini göster göreyim dileğine ihtiyaç duymaz veya (لَن تَرَانِي) sen beni asla göremezsin diyen ‘’A’râf Sûresi 1432üncü âyet.’’ Rabbi o dağa tecellî edince onu paramparça etti Mûsâ da baygın düştü.
Hasan’ı Basri Hazretleri Mûsâ Aleyhisselâm’a vahiy seslenmesi ile seslenildi diyor. “Vahiy edilene kulak ver” diyor ‘’Tâhâ Sûresi 13’üncü âyetinde.’’ (وَكَلَّمَ اللّهُ مُوسَى تَكْلِيمًا) “Ve Allah Mûsâ ile gerçekten konuştu.” Bu da ‘’Nisâ Sûresi 164’üncü âyet-i kerime.’’ Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur yahut bir elçi gönderip izniyle ona dileğini vahiy eder. O, yücedir hakîmdir. Şu hâlde Hasan’ı Basri Hazretlerinin maksadın bu olması gerekir. Çünkü bu âyette vahiy elçi göndermek sûretiyle vahye karşılık söylediğinden vasıtasız vahiy demektir bu da yalnız mânânın kalbe verilmesiyle olabileceği gibi lafzın verilmesiyle de olabilir ve Mûsâ’ya da böyle olmuştur. Bu gibi Fa’lara fasiha denilmektedir. Bundan dolayı hâl delâletiyle hasf olunmuş cümleleri haber verir ki, bunun üzerine bıraktı bırakınca sanki bir yılan gibi yılan imiş gibi oynamaya başladı öyle oynuyor görünce demektir. Burada da o cümleyi açıklıyor ilmi metotlara istinâd ederek. Ceyb, aslında gömleğin cübbenin baş tarafındaki açıklığa denir. Elini koynuna Mûsâ koyunca eli bembeyaz çıkıyordu bu da bir mûcizesiydi Cenab-ı Hak ona böyle bir mûcize vermişti. “Kollarını ovuşturup emre hazır ol cesâret göster” diye de Mûsâ’yı Cenab-ı Hak teselli etti.
Dakika 55:05
Faydalı olan şeyleri eskiden yoktur diye reddedenler mahrum kalırlar. Çünkü her faydanın eskisi yenisi olmaz fayda faydadır. İslam dininin faydalı celp zararı def eden geçmişin bütün faydası geleceğin faydaları İslam ile tecellî etmiştir. Hep O’na kul olsun kul olanlar yalnız Allah’a kul olsunlar. Firavun zamanında tuğla yapmayı ilk Firavun düşünmüş olduğundan bu şekilde sanatı öğretmiş olduğu söyleniyor. Yani kule yaptırmış.
Yine kıymetli dostlar, öncüler böyle başkumandanlar yaptık ki diyor öyle öncüler öyle başkumandanlar yaptı ki bunlar (يَدْعُونَ إِلَى النَّار) ateşe çağırırlar cehenneme götürecek işte hareketlere davet ederler. Yani falan önderdir, falan liderdir diye aldanma! Ne yaptığına bak cennete mi çağırıyor, cehenneme mi? Allah’a itaate mi çağırıyor kendine itaate mi? Kendini Rab yerine mi koymak istiyor? Bu Firavun’ları, Tâğûtlar’ı, sahte komutanları, sahte liderleri iyi anla iyi kavra iyisiyle kötüsünü ayır birbirinden.
Bir kutsi hadiste Cenab-ı Hak ne diyor; “Kibriya benim rıdâm, azâmet izârımdır her kim bunlardan birisin de benimle çekişirse ben onu ateşe koyarım” diyor. Ahmed bin Hanbel’in rivâyet ettiği bir hadis-i şeriftir.
Cenab-ı Hak Yüce Allah’a kul olmayı, nurun içinde kalmayı, ebedî mutlu olmayı bu hayat veren nurun derslerini en iyi şekilde buradan bu dersleri iyi takip edip nasîbini alıp iki cihânda mutlu olmayı Cenab-ı Hak nasîb eylesin.
Dakika 57:52