431- Tefsir Ders 431 hayat veren nurun keşif notları
431- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 431
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
(Yâsin Sûresi 1’inci Âyet-i Kerime’den 47’inci Âyet-i Kerime’ler)
Çok kıymetli muhterem izleyenlerimiz,
Hayat veren nurun dersleri, keşif notları ve irşâd notları isimli dersimiz ki bütün ebedî ölümsüz mutlu hayatın bizzat kendisi Yüce İslam yüce Kur’an ve O’nun önderi rehberi Hazreti Muhammed’dir. Yüce Allah’ın yüce Kitâb’ı Kur’an-ı Kerim’in Yâsin-i Şerif Sûresi ile dersimiz devam etmektedir Yâsin-i Şerif hakkında Sevgili Peygamberimiz’den yapılan rivâyetler de Ahmed Bin Hanbel’in de rivâyet ettiği gibi: ”Yâsin-i Şerif şanlı Kur’an’ın Azîmüşşân olan kerim ve hâkim olan Kur’an’ı Kerim’in kalbidir” buyurmuşlar. Hüccet ’ül İslam İmâm-ı Gazâlî ona bir gerekçe olmak üzere bu sûre de haşrın ve neşrin kıyâmet olaylarının en edebî ve en güzel bir şekilde anlatılmış olduğunu bizlere duyurmaktadır. Ve haşrı ve neşri kabul etmeninde îmânın kalbi mevkiinde bulunduğunu söylemiştir. İmâm-ı Râzî de bunu beğenmiştir. Keşif de şöyle denilmiştir;
“Bir şeyin kalbi onun özü ve aslıdır ki bunun hazırlıklarından veya tamamlayıcılarından sayılır.”
Bu sûreye kalp denilmesinde Peygamberimizin işareti Fâtihâ’-i Şerife Ümmü’l Kitap kitabın annesi denmesinde söylediğimiz izâh olsa gerektir. Yani peygamberler göndermek ve kitaplar indirmekten maksat, kulları âhirette kemâl yani olgunluk gayelerine iletmektir. O kemâl ise burada anlatılan tahakkuk ve ilgi ile olur ki buna doğru yola girmek denir. Bu sûrede işte onu açıklama ile ilgilidir. Bu haberin kaynağında da, Âlûsî gibi, el-Hindi gibi, Tirmizî gibi, Dârimî gibi zât-ı muhteremler bulunmaktadır.
Kalp hayatî heyecanın bir kaynağı olduğu gibi bu sûre de öldükten sonra dirilme sırrı ile dini bir heyecan ifade etmektedir. Kur’an-ı Kerim’in kalbi diye isimlendirilmiştir demek olur. Sahîh haberler de bu sûre-i celilin ölülere okunması hakkında emir de gelmiştir. Bu cümleden olarak İbn-i Mâce, Ma’kıl Bin Yesâr’dan şöyle rivâyet etmiştir;
Rasûlü Ekrem Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Efendimiz buyurdu ki: Yani (ıkraûhâ ında mevtâküm) yani (يس) “Onu ölülerinizin yanında okuyun.” Yani Yâsin-i Şerifi okuyun buyurmuşlar.
Dakika 5:05
Buradan ölülerden maksat can çekiştirme hâlinde ölmek üzere bulunanlardır deniliyor. Taybî demiştir ki: (الْعِلْمُ عِندَ اللَّهِ) “İlim, Allah katındadır” bunun sırrı şu olsa gerektir: Bu sûre-i kerime îmân esasları, ilminin ana prensiplerini, Peygamberlik dâvet şekli, ümmetlerin durumları, kulların yaptığı fiillerin Allah’u Teâlâ’ya istinat etmesi… Tevhîdin ispatı, zıtlığın olmayışı kıyâmet alâmetleri haşir ve yeniden dirilme gibi muteber meselelerin hepsini anlatıp açıklamakla dopdoludur bu sûre-i celile, diğer sûrelerde de olduğu gibi.
İbn-i Hibban: “Ölülerden maksat, ölmek üzere bulunan kimsedir der”. İbn-i Ebiddünyâ ile İbn-i Merdiyye’nin rivâyet ettikleri şu hadis-i şerifte bunu destekler. “Herhangi bir ölünün başucunda Yâsin-i Şerif okunursa, mutlaka Allah ona kolaylık verir.” Allah ona illa kolaylık verir buyrulmuştur. Bu hadis-i şerifi nakledenler de, Suyûtî el-Hindi nakletmişlerdir. Yine bununla beraber müteahhir âlimlerden son devir bilginlerinden bazıları hadisi, zâhiri ile almışlar “hayır, öldükten sonra okunur” demişlerdir. Bazıları da kabrinin başında okunması görüşünde bulunmuşlardır. İbn-i Adiyy ve diğerlerinin rivâyet ettiği şu haberde bunu destekler: “Her kim anasının babasının veya bunlardan birinin kabrini her cuma günü ziyaret eder de, yanlarında Yâsin okursa, her harfinin sayısınca ona mağfiret edilir.” Bu konuda daha başka hadis-i şerifler de nakledilmiştir Ma’kıl Bin Yesâr Radıyallâhu Anh’dan rivâyet edilmektedir ki şu hadis-i şeriftir;
(Enne Rasûlallah’i Sallallâhu Aleyhi ve Selleme kalbü’l Kur’an Yâsin) ‘’İlâ Âhiri’l Hadis’’ Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki:
“Kur’an-ı Kerim’in kalbi Yâsin-i Şerif’tir. Bir kimse Allah rızâsı ve âhiret sevabı umarak bu sûreyi okursa günahları bağışlanır. Onu ölüleriniz üzerine okuyunuz.” Bu hadis-i şerifi de Ahmed Bin Hanbel, Ebû Dâvûd, Nesâî ki hadisin sözleri ona aittir. Yani Nesâî ’ye aittir, İbn-i Mâce ve Hâkim rivâyet etmişlerdir Hâkim sahîh olduğunu söylemiştir.
Cündüp Radıyallâhu Anhüm ’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir, Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki: “Her kim bir gecede Allah’ın rızâsını isteyerek Yâsin-i Şerif Sûresi’ni okursa günahları bağışlanır.”
Dakika 10:35
Bu hadisi, İmâm-ı Mâlik, İbn-i Sünnî ve İbn-i Hibbân rivâyet etmişlerdir. Nakledenler de: Suyûtî Camiu’s Sağir de el-Hindi, Ahmed Bin Hanbel gibi zât-ı muhteremler de nakletmişlerdir. Fakat unutmamak gerekir ki, Kur’an-ı Kerim ölüler için değil, diriler için inmiştir. Bunu da yine Yâsin-i Şerif söylemektedir. Fakat Kur’an-ı Kerim bir rahmettir dirilere gelmiştir ama ölülere de rahmettir mağfiret vesilesidir ve mağfirettir. Bunun için Kur’an-ı Kerim’i baştan sona içerisini anlamalı, dinlemeli, hükmünce îmân ve amel etmelidir ve murâda ermelidir. Kur’an-ı Kerim insanlığa murâdına erdirmeye geldi. İslam murâda erme dinidir. Murâda ermek istiyor musun hem de ebedî? İslam’ı iyice kendi kaynağından öğren dil ve amel işle ilim, îmân, Amel-i Sâlih üçünü birleştir. Bu da neyle olur? Kur’an-ı Kerim’i hem metnini hem mânâsını bilmeli, duymalı gerekeni yapmalıdır.
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
يٰسٓۜ ﴿١﴾
وَالْقُرْاٰنِ الْحَك۪يمِۙ﴿٢﴾
اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۙ ﴿٣﴾
عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۜ ﴿٤﴾
تَنْز۪يلَ الْعَز۪يزِ الرَّح۪يمِۙ ﴿٥﴾
لِتُنْذِرَ قَوْماً مَٓا اُنْذِرَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ ﴿٦﴾
لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلٰٓى اَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ﴿٧﴾
اِنَّا جَعَلْنَا ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْ اَغْلَالاً فَهِيَ اِلَى الْاَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ ﴿٨﴾
وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ سَداًّ وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَداًّ فَاَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ ﴿٩﴾
وَسَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٠﴾
اِنَّمَا تُنْذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِۚ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَاَجْرٍ كَر۪يمٍ﴿١١﴾
اِنَّا نَحْنُ نُحْـيِ الْمَوْتٰى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْۜ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ ف۪ٓي اِمَامٍ مُب۪ينٍ۟﴿١٢﴾
(يٰسٓۜ ) Yâsîn.
Ey Muhammed Mustafa Sallallâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem! Hikmetli Kur’an’a andolsun ki, sen rÎsâlet görevi tam Peygamberlik görevi ile gönderilen Peygamberlerdensin.
Dosdoğru bir yol üzerindesin. Kim diyor bunları? Yüce Allah söylüyor. Doğru yol Muhammed’in yoludur bunun adı da İslam’dır. Dosdoğru bir yol üzerindesin.
Babaları korkutulmamış ve kendileri de gâfil olan bir kavmi, çok güçlü ve çok merhametli olan Allah’ın indirdiği (şanlı Kur’an) ile korkutasın, uyarasın ve tehlikeleri önceden haber veresin ki akıllarını başlarına alsınlar Müslüman olsunlar.
Dakika 15:30
Andolsun ki onların çoğunun üzerine azâb sözü hak olmuştur. Onlar îmâna gelmezler. Sen Peygamberlik görevini yap îmâna gelmeyenler olacak îmâna gelenler olduğu gibi.
Çünkü biz onların boyunlarına kelepçeler geçirmişiz. O kelepçeler çenelerine dayanmıştır da burunları yukarı, gözleri aşağı somurtmaktadırlar. Îmânsızların hâli böyledir.
Hem önlerinden biri set, arkalarından bir set çekmişiz, kendilerini sarmıştır çepeçevre kuşattık onları baksalar da görmezler. Îmânsızın kalp gözü körelmiştir inkâr ede ede.
Onları korkutsan da korkutmasan da onlara göre birdir, inanmazlar. Ha Kur’an-ı duymuşlar, ha duymamışlar inanmazlar. Niye? Onlar şirki koşa koşa, küfre saplana saplana, günahları işleye, işleye kalp âlemlerini batırmışlar.
Sen ancak Kur’an-ı Kerim’e tâbî olan ve görünmediği hâlde Rahmân olan Allah’tan korkan kimseyi sakındırırsın. İşte onu bir bağışlanma ve çok şerefli bir mükâfatla müjdele.
Gerçekten biz ölüleri diriltiriz, onların önceden yapıp gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Zaten biz her şeyi açık bir kütükte, bir “İmâm-ı Mübin’de” (ana kitapta, yani Levh-i Mahfuz’da) sayıp tespit etmişizdir.
Kıymetli dostlarımız,
(Yâsin) bu kelimesi üzerinde çoğunluğun görüşüne göre Halil ve Sîbeveyh’in açıkladıkları gibi sûrenin ismidir ‘’Yâsin’’. Bazılarına göre yemindir, Allah’u Teâlâ’nın isimlerindendir. Bazılarına göre de Allah’u Teâlâ’nım kelâmını açtığı bir söz anahtarıdır. Bakara Sûresi’nin başında “Elif, Lâm, Mîm” (الٓمٓۚ) hakkında yapılan açıklama genel olarak burada da geçerlidir. İkrime vasıtasıyla İbn-i Abbâs’tan rivâyet edildiği üzere, “Ey insan!” demek olmasıdır. Bu haberi nakledenler Kurtûbî, Suyûtî, Âlûsî ’dirler.
Yine ibn-i Abbâs’tan rivâyet edildiği üzere: “Ey insan!” demek olmasıdır. Birisi de Saîd Bin Cübeyr’den rivâyet edildiği üzere Hazreti Peygamberin bir ismi olmasıdır. (اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۙ ) “Emin ol ki sen, hiç şüphesiz gönderilen Peygamberlerdensin.” hitabı bunu andırır. Yine bunun kaynağında da Kurtûbî vardır. Şifâ-i Şerif de anlatıldı üzere Nakkaş, Hazreti Peygamber’den: Benim Kur’an’da yedi ismim vardır: Muhammed, Ahmed, Tâhâ, Yâsin, Müddessir, Müzemmil, Abdullah” diye rivâyet etmiştir. Bu haberin de kaynağından Kâdî İyâz bulunmaktadır ki Şifa-i Şerif de zikreder. ‘’Yâsin-in’’ Yâsin-i Şerif’in “Hakâyık Tefsiri” sahibi Sülemî Vâsıtî’den ve Câfer Bin Muhammed’den: ‘’Yâsin’’ yani Seyyid (ey efendi) demek olduğunu da anlatmıştır.
Krâet: Ebû Bekir, Hamza, Kisâi, Ravh, Halefi, Âşir (Yâ’nın) fethasını imâle ile okurlar. Aşere kıraatlerinin hepsinde (sin) vakıfta ve vasıl da yani “duruşta ve geçişte” sakin okunur. Kâlûn İbn-i Kesîr, Ebû Amr, Hafs, Hamza “Nûn’u” vasılda izhâr varsın da insan diğerleri idğam ederler. Ancak Ebû Câfer hep sekit yaptığı için, onda da izhâr lâzım gelir. (وَالْقُرْاٰنِ الْحَك۪يمِۙ) de (Vâv) kasem (yemin) içindir. Yalnız Yâsin-i şerifte yemin mânâsı bulunduğuna göre, atıf için olmasını da câiz görenler olmuştur. Dilimizde ayrıca bir yemin harfi bulunmadığından, birçok yerler de kasemi “hakkı için” diyerek ifade ediyoruz ki şöyle demek olur: Yâsin (يس) hem Kur’an’ı Hakîm hakkı için. Hakîm: Hikmetli, hikmet söyleyen, hikmet sahibi yahut çok hakim ve pek muhkem (sağlam) mânâlarına gelir ki, Kur’an-ı Kerim hakkında hepsi de doğrudur. (اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۙ) “Emin ol ki sen, hiç şüphesiz risâlet görevi ile gönderilen Peygamberlerdensin.” Görülüyor ki bu hitap hem yemin, hem (اِنَّ) hem ( Lam) hem de isim cümlesiyle takviye edilip pekiştirilmiştir. Bu kadar kuvvetli tekit ise ancak muhatabın konuyu şiddetle inkâr ettiği makamda yakışır. O’nun için burada muhatap Peygamberin kendisi olduğu hâlde ona tebliğde bu drece tekide ne lüzum vardı? Diye bir soru sorulabilir. Buna cevap şudur:
Bu cümle (لَّكِنِ اللّهُ يَشْهَدُ بِمَا أَنزَلَ إِلَيْكَ أَنزَلَهُ بِعِلْمِهِ وَالْمَلآئِكَةُ يَشْهَدُونَ وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا) ‘’Nisâ Sûresi 166’’ “Fakat Allah sana indirdiği ile şahitlik eder ki, o bunu kendi ilmiyle indirmiştir.
Dakika 25:00
(Buna) melekler de şahitlik ederler. (Aslında) şahit olarak Allah yeter Celle Celâlühü.” Buyrulduğu üzere, gerçekte Allah tarafından Hz Muhammed’in Peygamberliğine bir şahitliktir. Bundan dolayı bu tekitler, işin başında şiddetli küfür ve inkârlarla karşılaşan Peygamberi kamu karşısında lâyıkıyla tatmin etmek ve güvence vermek içindir. O peygamberlerin Peygamber Muhammed’in hak bir Peygamber olduğunu Yüce Allah pekiştirerek bütün âlemlere ne yapıyor; İlân ediyor kendi şahitliği ile birlikte. (عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۜ ) “Dosdoğru bir yol üzeresin” diyor Sevgili Peygamberi Hazreti Muhammed’e.
Hiç eğriliği olmayan, dosdoğru Allah’a götüren yepyeni bir cadde üzerinde gönderildin ki, o İslam şeriatıdır. (تَنْز۪يلَ الْعَز۪يزِ الرَّح۪يمِۙ ) Tenzile, nasb ile de ref ile de okunur. Yani zaman zaman indirdiği vahiyle (الْعَز۪يزِ الرَّح۪يمِۙ) O, Azîz ve Rahîm’in bütün güç ve kuvvet, galibiyet ve zafer kendisinin olan ve kudretini tanıyan mü’minlere vereceği nimet ve rahmetine nihâyet olmayan yüce kudret sahibi Allah’ın burada Esma-ül Hüsna Allah’ın güzel isimlerinden özellikle bu iki yüce ismin anılması.
(كَتَبَ اللَّهُ لَأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي) Allah şöyle yazmıştır: “Andolsun ki, gâlib gelecek olan ben ve peygamberlerimdir.” ‘’Mücâdele Sûresi 21’inci âyet-i kerimesinin’’ ifadesiyle: (وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ) “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” bakın ifadesine de ayrıca işarettir ki bu da ‘’Enbiya Sûresi’nin 107’nci âyet-i kerimesidir.’’
Bu yüce Kur’an’ın bakın ne diyor burada bu yüce Kur’an’ın indirilmesinin hikmeti (لِتُنْذِرَ) korkutup sakındırman içindir. Allah’ın çetin azîm büyük azâbları var. Bundan insanların kurtulması korunması var, bir de Allah’u Teâlâ’nın sınırsız lutfu keremi var, rahmeti var, mağfireti var. Bir de bu Allah’ın lütfuna mazhâr olsunlar diye. Bir yandan azâbından kurtarmak, bir yandan da Allah’ın lütuflarına mazhâr olmak için Peygamber gönderiyor. (مَٓا اُنْذِرَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ) “Babaları korkutulmadı.” Bir milletin eğer kökeni yanlış yolda yürüyorsa o millet mutlaka uyarılmalıdır. (فَهُمْ غَافِلُونَ) “Çünkü onlar gaflet içindeler.”
Dakika 30:05
Cenab-ı Hak; “Andolsun ki biz, ilk kuşakları helâk ettikten sonra Mûsâ’ya kitap verdik diyor. İlk kuşakların helâk edilmesinden sonra bakın kitap veriliyor. Önceki peygamberlerde de kitap vardı. İnsanlar çoğaldıkça şartlar değiştikçe Allah kitapların sayfasına artırdı, kitâbı büyüttü çoğalttı sayfalarını şartlar değiştikçe. İnsanlar yanlış yola saptıkça yeni peygamberler de gönderdi. İsrâiloğulları’na birçok peygamberler gönderilmiş olduğu hâlde Araplara doğrudan doğruya bir peygamber gönderilmemiş olduğundan büsbütün gaflet ve dini bilgilerden mahrumiyet içindeydiler. Bilhassa Îsâ ile Hazreti Muhammed arasında Araplar bir “Fetret Devri” yaşamışlardır. Böylece Allah’ın rahmeti, Kur’an-ı Kerim’in Arapça olmasını ve son Peygamberin Araplardan gelmesini gerektirmişti. Gerçi Kur’an-ı Kerim’in uyarısı Arap’a, Türk’e, Acem’e mahsus değildir bütün milletleredir. Ve Rasûlullah, (يَا أَهْلَ الْكِتَابِ) ‘’İlâ Âhiri’l Âyeh’’
“Ey kitap ehli! Peygamberlerin arasının kesildiği bir dönemde bize ne bir müjdeci, ne de bir uyarıcı gelmedi demeyesiniz diye, size açıkça anlatan Peygamberimiz gelmiştir. İşte böylece size müjdeci de, uyarıcı da gelmiştir.” ‘’Mâide Sûresi 19’uncu âyet-i kerimesinde’’ buyurulduğu üzere hem bütün kitap gönderilmiş Hazreti Muhammed, hem de diğer bütün milletlere gönderilmiş. Hem de (وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا) “Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.” Hazreti Muhammed bütün Yahûdîlerin ve Hristiyanların da Peygamber’idir. Çünkü Allah bu âyet-i kerimede ‘’Sebe Sûresi 28’inci âyetinde’’ ne diyor: “Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak seni Peygamber olarak gönderdik” diyor. Hazreti Muhammed bütün milletlerin, bütün çağların Peygamber’idir tâ kıyâmeti göreceğimiz görülecek zamana, kıyâmet kopana kadar. Mahşerde de bütün umûmî şefaat onun için öncelikle ona verilmiş Makâm-ı Mahmûd ’da onundur.
Bütün insanları dâvetle görevli bir müjdeci ve uyarıcı ise de bu dâvet ve uyarı işin başında nereden başlayacak her işin bir başlama noktası vardır. Başlama noktası, (وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ) “Ey şanlı Peygamber! En yakın akrabalarını uyar.” İşe bakın oradan başladı emir böyle geldi. ‘’Şuarâ Sûresi 214’üncü âyet-i kerimesinde’’ emri uyarınca (وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ) ‘’İbrâhim Sûresi 4’’
Dakika 35:00
“Biz hiçbir Peygamberi kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, onlara apaçık anlatsın diye.” Bu da İbrâhim Sûresi’nin 4’üncü âyeti gelince de; Arap’tan başlayacaktı bakın başlama noktası kendi en yakınlarından ve Arap’tan başlaması ve bütün dünyaya Peygamber olarak gönderilmesidir başlangıcı böyledir. Ama bütün çağların, bütün milletlerin Peygamberidir.
(لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلٰٓى اَكْثَرِهِمْ) “Andolsun ki daha çoklarına karşı (azâb) sözü hak oldu. (لَقَد) kelimesinden (Lâm) kaseme cevaptır. (وَاللّهِ لَقَدْ) Allah’a yemin ederim ki muhakkak takdirinde Allah’u Teâlâ’nın yüce ismine bir yemini işaret eder. “Andolsun ki cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan dolduracağım” diyor Cenab-ı Hak. Diyelim ki birileri Kur’an-ı Kerim’i, İslam’ı, Hazreti Muhammed’i ve onun Peygamberliğini kabul etmiyor, kabul etmezseniz işte Cenab-ı Hak emri fermanını cihâna ilân ediyor. Ne diyor?
(لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ ) ‘’Secde Sûresi 13’’ “Andolsun ki cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan dolduracağım” diyor.
İnanmazsan cehennemi doldurursun bu Allah’u Teâlâ’nın yüce sözüdür. Kimseye bir şey yapmazsın kendini mahvedersin, birde kendin gibileri kandırmışsan biraz da iki katlı yük altında kalırsın kandırdığın insanları da onlar ebedî yakmış olursun, kendini de ebedî yakmış olursun. Cenab-ı Hak;
“Şüphesiz Rabbinin kelimesi üzerlerine hak olanlar inanmazlar.” ‘’Yunus Sûresi 96’ncı âyet-i kerime’’.
“Halkı ıslâh edici kimseler olduğu halde Rabbi o ülkeleri zulüm ile helâk edecek değildi.”
Yani toplumun içinde, dünya da, cemiyetler de, mahalleler de şehirler de yeteri kadar ıslâh edici ıslahatçı kimseler olmalıdır. Eğer toplumun ıslahı için çalışılıyorsa Rabbin o ülkeleri zulüm ile helâk edecek değildir diyor. Ama nemelâzım ortalığı almış yürümüş herkes kendi rantına bağlanmış, keyfine ve kendi çıkarına ıslâh ediciler kalmamışsa toplumda Kur’an-ı Kerim’i İslam’ı dosdoğru anlatanlar yeteri kadar kalmamışsa o toplumlar helâk olurlar.
(وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً) ‘’İsrâ Sûresi 15’’ “Biz bir peygamber gönderinceye kadar hiçbir kavme azâb edecek değiliz.” Bakın Peygamber gelmiş İslam bu dünyaya ilân edilmiş, İslam yerleştirilmiş, bir de 14 asırdır dünya da dünyaya hükmeden 14 asır dünyayı aydınlatan bir yüce İslam yüce din var ortada. Onun için bunu görmemezlikten, bilmemezlikten gelenler perişan oldular perişan olacaklardır.
Dakika 40:05
Çünkü hak hakîkat Allah’ın ortaya koyduğu yüce değerlerdir o da İslam’dır. Bu okuduğum âyet-i kerime de ‘’İsrâ Sûresi’nin 15’inci âyet-i kerimesidir’’. Ebû Cehil gibi inat edip kabul etmeyenlere burada ne yapıyor; işaret ediyor. Her çağın çağdaş Ebû Cehilleri vardır ki bunlar gerçeği bile, bile inkâr ederler. Ebû Cehil bir gün şöyle diyordu; Muhammed aramız da emin ve sadık idi hiç şüphe yok bunda Muhammed doğru söylüyor. Ama neden tasdik etmiyorsun diyenlere Kureyş’in kızları işte yenilgiyi kabul etti de Muhammed’e tâbî oldu diyecekler diye ben ona ebedî bağlanmam tâbî olmam dedi Ebû Cehil. Neye bağlandı? Kendi hevâsına nefsini tanrılaştırdı nefsinin arzu ve isteklerine uydu helâk oldu. Bugünkü çağınıza bakın enfüsî âlemle âfâkî âlem arasında ki gerçek dengeyi kuran yüce kudreti göremeyenler, obje ile subje’yi ve şu âlemde ki nefisler de ruhlar da âfâkî ve enfüsî âlem de yüce kudretin nasıl mükemmel dengeler kurduğunu bir âlem de öyle bir nizâm öyle bir dizayn var ki bu yüce kudreti göremeyenler nefsini tanrılaştırmışlar. Kimisi kendi nefsine tapıyor, kimisi natürist tabiata tapıyor. Her biri bir yanlışa saplanmış. Doğruyu ortaya koyan ise Kur’an-ı Kerim’dir Yüce İslam Hazreti Muhammed bu işi iyi bilen İslam âlimleridir ve ilim ehlidir bu işi iyi bilenler ki, Kur’an-ı Kerim’i iyi bilmeye, sünneti iyi bilmeye dayalıdır. Bunlar aslîdir bunun yanında icmâ, ümmet kıyâs-ı fukahâ vardır ki İslam hukûkçularının İslam Fâkih’lerinin ortaya koydukları, bilinenden bilinmeyene terakkî ettikleri hüküm çıkartan değerli şahsiyetler ki bunlar işte kıyas-ı fukahâ Fâkihlerin kıyasıdır.
Kıymetli dostlarımız,
Yüce İslam’ı yüce bilgiyle anlatan Hazreti Muhammed’dir. Murâd-ı İlâhi’yi Kur’an’dan iyi anlayabilmek için Hazreti Muhammed’in anladığı, anlattığı, yaşadığı ve yerleştirdiği İslam’ı Ehl-i Sünnet âlimleri koruyarak gelmişlerdir ehl-i bid’attan korumak için. Bunun için Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâat yüksek âlimlerinin Peygamberden aldıkları doğru bilgilere dikkat ediniz.
Bunun için (Ağlal’den) (اَغْلَالا) bahsediyor Kur’an-ı Kerim de bu âyetler. (اَغْلَالا) nedir Ağlal. Gull: Zorlama, tazyik, azâb etmek, esirlik mânâsıyla boynu saran ve boyun ile beraber iki veya bir eli de bağlayandır. Râgıb da şöyle der: Organları ortasına alan bağdır. Yani her taraftan bağlanıyor bütün organlar. Bazıları da azâb etmek ve şiddet göstermek için eli boynuna bağlayan bağdır diye ifade etmişlerdir.
Dakika 45:03
Kamus mütercimi de hapsedilenin ve delilin boynuna geçirdikleri toka ve laleye halkaya denilir diye anlatmıştır. Âsım Efendi ve Ebû Hayyân bulunuyor bu haberin kaynağında da. Demek ki (Gull) kelepçe ve lâle (yani halka) denilen demir bağlıdır demir bağlara de diyor bu.
Ebû Hayyân Bahir’de diyor ki: Zâhir olan bu (اِنَّا جَعَلْنَا ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْ اَغْلَالاً) âyetinin istiâre değil, hakîkat olmasıdır diyor. Bunun için de dikkat edilmesi: “Biz her insanın kuşunu yaptıklarını kendi boynuna doladık” diyor. Yani bütün günahlar boynuna geçirilmiş ve artık boynuna ateşten halkalarla o günahların boynuma geçtiğini ve ilerde de kesin boynuna geçeceğini anlatmaktadır. Şimdiden aklını başına al, tövbe istiğfar et, îmân et, Müslüman ol. Âyeti gereğince kazanılmış bir cezâ hâlinde tabiat ve ondan ayrılmayışını tasvirdir. Çünkü tomruk ve kelepçe gibi bağların cezâ ve azâb âletlerinden olması itibariyle zorunlu olan yaratılışları değil kazanmakla hak edişi gerektiren cezâi bir zorlamayı ifade eder. İlk bakışta çağdaş medeniyetin boyun bağlarını hatırlatır. Şimdi şu çağdaş denilen medeniyetin insanların boynuna vurduğu boyun bağlarına ip dikkat edin. Hürriyet dediklerin gerçek ve hürriyet midir, yoksa tam bir boyun bağı esâret midir? İnsanları nereye sürüklediler? Bunları hatırlatır gibi görünen bu (اَغْلَالا) “Ağlal” hem ferdin yaratılış kabiliyetini yanlış hedeflere sevk eden toplum baskısının kötü sıkıntılarını, hem de bâtıl itikatlar, çirkin alışkanlıklar, kötü huylar, taklit, taassup, nefsin arzuları gibi… Kültür ve günahlardan hoşlandırıp, îmândan kaçındıran îmândan İslam’dan nefret ettirmeye çalışan fena huylara ve durumlara nefislerin alıştırıla, alıştırıla değişmez hâle getirilmiş olmasını temsildir. Evet, o kelepçeler (خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ) “Allah onların kalplerini mühürlemiştir”. Kötülüğü işleye işleye kötülüklere insanları alıştıra, alıştıra ne oluyor? Kötülükler boyunlarına öyle bir halka olarak geçiyor ki kurtarabilirsen kurtar. İşte bu âyet-i kerimenin ifadesi üzere çıkmaz bir şekilde boyunlarına geçirilmiş. Hattâ boyundan da aşağıya inmiş boyunları kapladığı gibi kalbine de müdür olarak basılmış. (فَهِيَ) Onlar, o demir çemberler, enli, dik yakalıklar hâlinde (اِلَى الْاَذْقَانِ) çenelere dayanmıştır. (فَهُمْ مُقْمَحُونَ) Burunları yukarı, gözleri aşağı somurtmuş kalmışlardır.
Dakika 50:00
Gerçeği görmek için etraflarına bakmazlar ve bakamazlar. Niye? Kötülük işleye işleye boyunlarına geçmiş, kalplerine yerleşmemiş, mühür olarak basılmış, kalpler paslanmış ve mühürlenmiş. Hem önlerinden bir set, arkalarından bir set çekmişizdir diyor.
(وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ سَداًّ وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَداًّ فَاَغْشَيْنَاهُمْ) Kendilerini sarmışızdır da (فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ) artık baksalar da görmezler. Gerçeği görecek hâl bırakmamışlar ki, kendilerinde kötülüğü işleye işleye günahlar boyunlarına demir ateşten halkalar gibi geçmiş, kalpler mühürlenmiş. (وَسَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ) Onlara karşı birdir. Ne? (ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ) Ha nasihat etmişsin, gerçekleri söylemişsin, korkutmuşsun kendilerini, ha korkutmamışsın hiçbir şey söylememişsin
(لَا يُؤْمِنُونَ) Îmân etmezler. Niye? Adamların içi dışı bozulmuş, îmâna gelmezler (اِنَّمَاتُنْذِرُ) Ancak o kimseyi korkutup uyarırsın ki, (مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ) bakın yani çoğunluk öyle olmakla beraber sen yine herkesi de uyaracaksın. Bakın, çünkü uyarmanın o kimselere faydası olur o kimseleri sakındırır korundurursun ki; Kim onlar? (مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ) Zikri yani Kur’an-ı Kerim’i takip etmekte Kitâb’ı, Kur’an-ı Kerim’i gerçekten düşünerek virt etmekte nasihat dinlemekte olanlar var. Kur’an’ın dersini ders olarak hiç kaçırmaz anlarlar, dinlerler ve anlamak, îmân etmek için, amel etmek için Kur’an’ı takip ederler. Hiç Kur’an’dan ayrı durmazlar. İşte bunlara diyor bunlara mutlaka fayda verir bunları uyarırsın, nasihatleri bunların faydası çok büyüktür. (وَخَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِۚ) O Rahmân olan Allah’a görüyormuş gibi gaybda korku beslemektedirler. Çünkü Allah bizi görüyor derler kesin; çünkü Allah her şeyi görüyor bizi görüyor diye Allah’ı görüyor gibi O’na gıyaben îmân ederler ve Allah’a itaat ederler. Nasihat onlara işte tamı tamına fayda verir bunlar, Kur’an’dan hiç ayrı durmazlar Kur’an-ı Kerim’i anlarlar dinlerler. Dinlerini öğrenirler ve gereğini yaparlar. O’nun yüceliğini Yüce Allah’ın eşsiz yüceliğini ve büyüklüğünü sayarak azâbından korkarlar. Rahmân’dır diye rahmetine güvenip aldanmazlar, azâbından da korkarlar, rahmetinden de ümit kesmezler.
(نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ) (وَ أَنَّ عَذَابِي هُوَ الْعَذَابُ الأَلِيمَ) “Kullarıma haber ver ki ben çok bağışlayıcıyım, ama çok merhamet ediciyim benim azâbımda çok acı vericidir çok şiddetli bir azâbdır.” İkisini de unutma! Allah’u Teâlâ’nın rahmetini de unutma mağfiretini de merhametini de ama daha şiddetli azâbını da unutma, ayağını denk al! Allah’a itaat et.
Dakika 55:05
Günahlardan kaç, sevapları işlemeye devam et. Farzlardan, vaciplerden, sünnetlerden, müstehaplardan tâviz verme. Farzları vacipler tamamlar, vacipleri sünnetler tamamlar, sünnetleri müstehaplar tamamlar din burada tamamlanır. Haramlardan tamamen uzak kal bütün günahları terk et şüpheliden de uzaklaşınca burada da dinin tamamlanır. Şüpheliden de uzak kal bu da dinin berasıdır. Aklını başına al!
Cenab-ı Hak Hicr Sûresi’nin 49 ve 50’nci âyetlerinde de yüce emrini böyle buyurdular. İşte onu hem bir bağışlanma hem de şerefli bir mükâfatla müjdele. Buradaki mağfiret ve ecirdeki tenvinler tefhim yani büyüklük içindir. Yani hiçbir günah bırakmayıp örten geniş önemli bir mağfiret (bağışlanma) ve hiçbir nimet ve eksikliği olmayan şanlı, şerefli güzel bir “ecir” ile müjdele. Buradaki tenvinler oraya boşa konmamış hiçbir şey boşa yaratılmadığı gibi Kur’an-ı Kerim’in her kelimesi mânâ doludur.
(اِنَّا نَحْنُ) Gerçekten biz biziz. Allah Teâlâ’nın “biz” buyurması büyüklük ve yücelik içindir. Yani büyüklük şanımız olan biz, güç ve kuvveti bilinen Allah’ım diyor Cenab-ı Hak. Yahut biz başka değil yalnız biz diyor. (نُحْـيِ الْمَوْتٰى) Biz biziz ölüleri diriltiriz. (وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا) ve önceden gönderdikleri şeyleri; hayatlarında yaptıkları iyi ve kötü bütün amelleri (وَاٰثَارَهُمْۜ) ve eserlerini, yani geriye bıraktıkları faydalı veya zararlı eserlerini, gerek okuttukları ilimler, yazdıkları kitaplar, yaptıkları vakıflar, medreseler, mescitler, mektepler, yollar çeşmeler, köprüler, hastaneler, çeşitli imaretler gibi… Hayır ve hasenat kuruluşlarını ve gerek zulüm ve düşmanlık kânûnlarını tesis günah ve isyân örnekleri tertip eden fesat ocakları gibi uğursuz şer ve kötülüklerini ve hattâ bütün izlerini ve gölgelerini yazarız adlarına, hesaplarına geçiririz. Sahîh bir hadiste rivâyet edilmiştir ki: “İnsan öldüğü zaman şu üçten başka bütün ameli kesilir: Sadaka-i cariye (devam eden sadaka) bu kesilmez. Kendisinden faydalanan ilim bu da kesilmez. Ona dua eden sâlih evlat buda kesilmez.” Bu haberin kaynağından Müslîm, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, Ahmed Bin Hanbel gibi zât-ı muhteremler muhaddisler bulunmaktadır.
Dakika 1:00:00
Kıymetli izleyenler, muhterem dinleyenler!
Kötü eserlerinde yazılacağını açık açık açıklıyor demek ki bu hadis-i şerif kalacak hayırlı eserlerin kısımlarını açıklamıştır. Âyet bunların zıttı olan kötü eserlerinde yazılacağını açıklıyor. (وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ ف۪ٓي اِمَامٍ مُب۪ينٍ) Ve zaten her şeyi önce açık bir kütükte, bir ana kitapta yani Levh-i Mahfuz’da sayıp yazmışızdır. Yani her şey oluşundan önce Allah’ın ilminde belli olup Levh-i Mahfuz’da bütün sayısıyla zapt edilmiş olmakla beraber olduktan sonra da bütün izleri ve gölgeleriyle yazılır. Ve insanlar bu şekilde yaptıklarından sorumlu tutulur. Böyle işte korkut ve böyle müjdele diyor Cenab-ı Hak. Korkular gerçek haberlerdir, bu müjdeler gerçek haberlerdir herkes aklını başına almalıdır.
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً اَصْحَابَ الْقَرْيَةِۢ اِذْ جَٓاءَهَا الْمُرْسَلُونَۚ﴿١٣﴾
اِذْ اَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُٓوا اِنَّٓا اِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ ﴿١٤﴾
قَالُوا مَٓا اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۙ وَمَٓا اَنْزَلَ الرَّحْمٰنُ مِنْ شَيْءٍۙ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَكْذِبُونَ﴿١٥﴾
قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ﴿١٦﴾
وَمَا عَلَيْنَٓا اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ ﴿١٧﴾
قَالُٓوا اِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْۚ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ﴿١٨﴾
قَالُوا طَٓائِرُكُمْ مَعَكُمْۜ اَئِنْ ذُكِّرْتُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ﴿١٩﴾
وَجَٓاءَ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ رَجُلٌ يَسْعٰى قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَل۪ينَۙ﴿٢٠﴾
اِتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْـَٔلُكُمْ اَجْراً وَهُمْ مُهْتَدُونَ﴿٢١﴾
وَمَا لِيَ لَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ي فَطَرَن۪ي وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ﴿٢٢﴾
ءَاَتَّخِذُ مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً اِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنّ۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـٔاً وَلَا يُنْقِذُونِۚ﴿٢٣﴾
اِنّ۪ٓي اِذاً لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿٢٤﴾
اِنّ۪ٓي اٰمَنْتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِۜ ﴿٢٥﴾
ق۪يلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَۜ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْم۪ي يَعْلَمُونَۙ﴿٢٦﴾
بِمَا غَفَرَ ل۪ي رَبّ۪ي وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُكْرَم۪ينَ﴿٢٧﴾
وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلٰى قَوْمِه۪ مِنْ بَعْدِه۪ مِنْ جُنْدٍ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا كُنَّا مُنْزِل۪ينَ ﴿٢٨﴾
اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ خَامِدُونَ﴿٢٩﴾
يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِۚ مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ﴿٣٠﴾
اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ اَنَّهُمْ اِلَيْهِمْ لَا يَرْجِعُونَ ﴿٣١﴾
وَاِنْ كُلٌّ لَمَّا جَم۪يعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ۟ ﴿٣٢﴾
صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ
Sen onlara o şehir halkını örnek ver. Hani oraya peygamberler gelmişti.
Hani biz onlara iki peygamber göndermiştik, fakat onlar ikisini de yalanlamışlardı. Biz de (onları) üçüncü bir peygamberle destekledik. Onlara: “Şüphesiz ki biz size gönderilmiş elçileriz” dediler.
Onlar da: “Siz bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz, hem Rahmân olan Allah, hiçbir şey indirmedi. Siz sadece yalan söylüyorsunuz” dediler peygamberleri yalanladılar.
Peygamberlerde dediler ki: “Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.”
“Bize düşende sadece apaçık tebliğdir.”
Onlar dediler ki: “Herhalde biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun ki, sizi hiç tınmadan taşlarız ve mutlaka bizden size pek acıklı azâb dokunur” dediler.
Dakika 1:05:12
Peygamberlerde şöyle cevap verdiler: “Sizin uğursuzluğunuz beraberinizdedir. Size öğüt verildi diye mi (uğursuzluğa uğradınız)? Doğrusu siz isrâfı âdet etmiş bir kavimsiniz.” Yani gerçek kabul etmiyorsunuz haddi aşıyorsunuz.
O sırada şehrin ta ucundan bir adam koşarak geldi ve: “Ey kavmim! Uyun o elçilere! Onların sözünü kabul edin.”
“Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o zatlara ki, onlar hidâyete ermişlerdir.”
“Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim beni yaratana? Hiç kulluk etmem mi ben elbette Rabbime kulluk etmeliyim. Hep döndürülüp O’na götüreceksiniz.”
“Hiç ben O’ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahmân, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni kurtaramazlar”
“Şüphesiz ki ben, o zaman apaçık bir sapıklık içinde olurum.”
“Şüphesiz ki ben, Rabbinize îmân getirdim, gelin dinleyin beni.”
(Sonra ona) “haydi gir cennete!” denildi. O da dedi ki: “Ne olurdu kavmim bilseydi.”
“Rabbimin beni bağışladığını ve beni kendilerine ikrâm edilen kullarından kıldığını bir bilselerdi.”
Biz arkasından kavminin üzerine bir ordu indirmedik, indirecek de değildik.
Sadece bir gürültü oldu, onlarda hemen sönüverdiler.
Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine gelen bir peygamberle mutlaka alay ediyorlardı.
Görmediler mi ki, kendilerinden önce nice kuşakları helâk etmişiz. Onlar artık kendilerine dönüp gelmiyorlar.
Onların hepsi toplanıp sadece bizim huzurumuza getirilmişlerdir.
Kıymetli dostlar,
İşte bu yüce Kur’an’ın yüce âyetlerine iyi bakmak lâzım. Gerek üzerlerine azâb sözü hak olanları korkutmak ve gerekse Kur’an-ı Kerim’e uyanları müjdelemek inkılapların önemli bir örneğini vermektir. Bu itibarla Yâsin-i Şerif Yâsin-in işte kalbi denilse yeridir Yâsin Yâsin’in kalbi denilse yeridir yani Hristiyanlığın karşısında müşrik Romalılar nasıl söndü ise İslamiyet’in karşısında da öyle devletler yıkılacak. (لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ) Yüce İslam öyle bir dindir ki: “Onu bütün dinlere üstün kılma” bize özelliği de Allah gönderdi İslam’ı. Çünkü İslam’dan başka hak ve gerçek yok ki, öbürlerine din denmez sadece mecâzen denmektedir. Aslî olarak sadece hak din İslam’dır. Fetih Sûresi 28’inci âyetinin sırrı ortaya çıkmıştır yine de çıkmaya devam edecektir.
Dakika 1:10:07
Antakya elçilerinde burada bu şehrin yani bu elçilerin geldiği şehrin Antakya olduğu elçilerinde Îsâ’nın Havarilerinden gönderilenler olduğu naklediliyor. O hâlde şehir halkının, memleket halkı ve anılan kavminde Romalılar olduğu anlaşılıyor. Buradan baktığımız zaman İbn-i Abbâs’ın ve Kâb’ın görüşü bu şekildedir. “Siz ancak bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz” dediler. Elçileri böyle karşıladılar olması da buna delâlet eder. Çünkü bu konuşma peygamberlere karşı olur. Burada Yuhanna ile Pavlus olduğunu (فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ) “Biz (o peygamberleri) bir üçüncüsü ile destekledik.” Bu üçüncüsünün de Şem’unussafâ olduğunu söylemişlerdir Hazreti Muhammed’in Peygamberliğini şan ve şerefini temsilde açık denecek kadar bir işaretle göstermek içindir. Yani ikinin bir üçüncü ile takviyesi Hazreti Mûsâ ve Hazreti Îsâ’nın sonradan Hazreti Muhammed’in Peygamberliği ile (مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ) “Kendisinden öncekileri tasdik edici olarak” önce Mûsâ ve Îsâ’yı göndermiştik, bunları yalanladılar, sonra da Muhammed Mustafa ile bunlara güç ve kuvvet verdik denilmiş gibi olmaktadır. Elçiler o şehre vardılar da (فَقَالُٓوا اِنَّٓا اِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ) “Haberiniz olsun biz, sizlere gönderilmiş elçileriz” dediler.
Onlara şöyle dediler: “Siz bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz” diye cevap verdiler. Romalılar müşrik putperest idiler o zaman.
O esnada şehrin ta öbür ucundan bir adam, bu adam bu kahraman fedai, bu büyük mücahit, bu güzel vâiz, doğru cennete giden ve Allah Teâlâ’nın özellikle ikramına kavuşan bu sevgili şehit, işte Yâsin sahibi Habîbi Neccar diye tanınmaktadır. İşte Yâsin sahibi Habîbi Neccar diye tanımaktadır.
Medine: Şehir demektir. Medine’nin Aksası şehrin en ucu, anlamındadır. Şehir her tarafından işitilmiş yani bu elçilerin durumu şehrin her tarafından işitilmiş açık tebliğ yapılmıştı. Büyük ve geniş bir şehir olduğunu söylüyorlar. “Medine’nin Aksâsından” demek, o memleket idarecilerinin en ileri gelenlerinden bir zat mânâsını da andırır. Elçilere suikast edilmek üzere bulunduğunu haber alıp bu zat geldi. (يَسْعٰى) koşuyordu yani koşarak geldi: “Ey benim kavmim!” dedi (اتَّبِعُوا الْمُرْسَل۪ينَۙ) uyun o gönderilen elçilere; uyun dedi sözlerini tuttun” dedi.
Dakika 1:15:00
Hemşerilik şefkatini ileri sürerek övdü takdir ve onların Rasûl olduklarını haber vermekle îmânını açıkladı. İşte doğruları karşısında zâlimler ne yapıyorlar? Uyun o kimseye ki sizden bir ücret istemez, kendileriyse hidâyete ermiş doğru yolu tutmuş elçilerdir dedi. Burada “Kıyas-ı Mukassim” yani (ikilem yani mantıkta iki şıkka da aynı sonuca varan kıyas) bir dilem vardır. Bir yolcunun bir rehbere uyması için iki engel düşünülebilir. Ya biçimsiz bir ücret istemesi yahut ehliyetine güven duyulmamasıdır. Bunlar bu elçiler ücret istemiyorlar hem hidâyet sahibi kimseler yani güvenilir insanlar, güvenilir elçiler. (وَمَا لِيَ لَٓا اَعْبُدُ) “Hem benim neyime ki ibadet ve kulluk etmeyeyim?” (الَّذ۪ي فَطَرَن۪ي) O beni yaratana. Hiç yaratana ibadet edilmez mi? Burada söz irşatta incelik için şefkat gösterilmiştir güzel bir dokunmadır fakat karşı taraf anlarsa tabii. “Ben sizi kendim gibi düşünüyorum.” Yani sizde kurtulun doğruyu bulun diyor ama karşı taraf bunu anlamıyor ki (وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ) “Hâlbuki hep döndürülüp ona götüreceksiniz, Allah’ın huzuruna çıkıp hesap vereceksiniz.”
“Hiç ben ondan başka ilâhları mı edinirim, başka mâbûdlar mı tutarım? Eğer o Rahmân, ya beni bir zararla, bir sıkıntı ile sıkmak istese onların benden yana şefaatleri hiçbir fayda vermez.” Yani Allah’tan başkasına tapılanların var ya hiç faydası olmaz, hem de başına belâ olur ve beni kimse kurtaramaz.
“Şüphesiz ki o takdirde apaçık bir sapıklık içinde olurum. Ben sizin Rabbinize îmân ettim beni dinleyin.”
İşte haberiniz olsun: “Ey Rasûller! Ben sizin Rabbinize gerçekten îmân ettim. Şimdi beni duyunda şahit olun, yarın âhirette onun huzurunda şahitlik edin.” Bunu derken o kavmine de sizde îmân edin Müslüman olun dedi. İnsanları da dâhil olmak üzere duyma kabiliyeti olan herkese hitap veya yemin olarak haberiniz olsun ben îmân getirdim Rabbiniz aşkına bundan böyle dinleyin beni benim hitabımı macera ve menkıbelerimi ey duygusu olanlar! Bakınız sonuç ne oldu? Bu mübareği onlar orada şehit ettiler öldürdüler. Cenab-ı Hakta ne dedi? (ق۪يلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَۜ) “Gir cennete” denildi. Yani şehit edildi doğrudan doğruya cennete girmekle kendisine ikrâm edildi ki Allah yolunda şehit olanlar hep böyledirler.
Dakika 1:20:00
Tabii o cenneti gördü Allah’ın lütfuna erdi ve dedi ki; Ya bu ne güzelmiş bu cennet
(يَا لَيْتَ قَوْم۪ي يَعْلَمُونَۙ) keşke kavmim bilselerdi. (بِمَا غَفَرَ ل۪ي رَبّ۪ي) Rabbim bana ne büyük mağfiret buyurdu da (وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُكْرَم۪ينَ) beni böyle ikrâm edilen kullarından kıldı.” Demek kavmini unutuvermemiş kin ve intikam duygusu da beslememiş. Bakın düşmanlarına bile merhamet eden evliya ruhu ile istemişti ki, kendinin erdiği mutluluğu bilseler de, cinâyetlerine, küfürlerine tövbe edip îmân ve ibadet yolunu tutsalar, Allah yolunda fedailik etseler. Bununla beraber bu temenni, haklı bir öğünme mânâsından uzak değildir.
Öldüren kavmini de Cenabı Hak sağ bıraktı mı o kavmi? Hayır. Onun arkasından da kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedi. Kim oluyor ki onlar Allah’ın ordularına, onlara bir tek sinek gönderse hepsini helâk eder. Ne yaptı Cenab-ı Hak? Bakın Rasûllerin elinde bir orduda yoktu. Gökten bir orduda indirmedik, diyor. Ya? (وَمَا كُنَّا مُنْزِل۪ينَ ) indirmişte değildir. Peki, ne yaptı? Dikkat et işte ne yaptığını göreceksiniz. Olağanüstü olarak da indirmedik. Kavmi mahvetmesi için öyle ordular indirmesine gerek yoktur. “Bedir’de, Hendek’te” melekler indirmesi bile sadece müminlere bir müjdeyle kalplerini huzura kavuşturmak içindi. O, bir iş dileyince sadece “ol” der oluverir.
Onun için (اِنْ كَانَتْ) olan hadise başka değil, Ne? (اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً) Sâde bir gürültü oldu. Tek bir ses bir haykırma Cebrâil Aleyhisselâm bir haykırmasıyla ne oldular; (فَاِذَا هُمْ خَامِدُونَ) hemen sönüvermişlerdi. Önüne geleni yapmak isteyen o ateşli kavim, o zaman itibaren sönmüşlerdir. Roma Devleti’nin ortadan kalkmış olduğunu anlamak daha kapsamlıdır. Yani ne oldular? Roma Devleti söndü. Allahu Teâlâ’nın sevgili bir kulunu öldürürseniz ve zulmederseniz Allah yapacağını bilir. Âlemler Allah’ın kuşatması altındadır. Bakın bir sayha ile o memleket yok edildi. Roma Devleti söndü başına ne belâlar geldi neler oldu neler oldu… Kur’an-ı Kerim o kadar mükemmel anlatır ki sana özü verir o özün teferruatını da tefekkürüne bırakır ve zamanını da hiç isrâf etmeden sana gerçekleri Kur’an-ı Kerim verir.
Yazıklar olsun o kullara… Ya görmediler de mi onlar?
Kendilerinden önce ne kadar nesiller helâk etmişiz. Yani inkâr edince Hakk’a hakîkate karşı koyunca kurtulacak mısın?
Dakika 1:25:00
Hep helâk oldular hep helâk olacaklar. Kim? İnkârcı zâlimler. Onlar kendilerine dönüp gelmiyorlar, dünyaya bir daha da dönmüyorlar.
Ve hepsi yalnız toplanıp bizim huzurumuza getirilmekte olan bir toplum bulunuyorlar.
İhzar: Rızâsıyla gelmeyen kimseyi tutup zorla, hani polisler yakalar ya kaçakları bunun gibi bütün Allah’ın orduları bu zâlimleri kaçaklar hepsi kuşatılmış yakalanmış büyük mahkemeye hepsi getirilmiştir. Hak Teâlâ’nın huzuruna toplanıp hepsi sevk ediliyorlar. Kurtuluş yoktur. Kurtuluş İslam’dadır, îmândadır, ilimde irfânda, Amel-i Sâlih’tedir Allah’a itaat etmek isyân etmemektir ki, bunun adı adresi İslam’dır. İslam mutluluk rahmet deryâsıdır ki gel bu deryâda rahmetin içinde yaşa.
وَاٰيَةٌ لَهُمُ الْاَرْضُ الْمَيْتَةُۚ اَحْيَيْنَاهَا وَاَخْرَجْنَا مِنْهَا حَباًّ فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ﴿٣٣﴾
وَجَعَلْنَا ف۪يهَا جَنَّاتٍ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍ وَفَجَّرْنَا ف۪يهَا مِنَ الْعُيُونِۙ ﴿٣٤﴾
لِيَأْكُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ۙ وَمَا عَمِلَتْهُ اَيْد۪يهِمْۜ اَفَلَا يَشْكُرُونَ﴿٣٥﴾
سُبْحَانَ الَّذ۪ي خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ وَمِنْ اَنْفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ ﴿٣٦﴾
وَاٰيَةٌ لَهُمُ الَّيْلُۚ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَاِذَا هُمْ مُظْلِمُونَۙ ﴿٣٧﴾
وَالشَّمْسُ تَجْر۪ي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِۜ ﴿٣٨﴾
وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتّٰى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَد۪يمِ ﴿٣٩﴾
لَا الشَّمْسُ يَنْبَغ۪ي لَـهَٓا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِۜ وَكُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ﴿٤٠﴾
وَاٰيَةٌ لَهُمْ اَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ﴿٤١﴾
وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِه۪ مَا يَرْكَبُونَ﴿٤٢﴾
وَاِنْ نَشَأْ نُغْرِقْهُمْ فَلَا صَر۪يخَ لَهُمْ وَلَا هُمْ يُنْقَذُونَۙ ﴿٤٣﴾
اِلَّا رَحْمَةً مِنَّا وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ﴿٤٤﴾
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ اَيْد۪يكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ﴿٤٥﴾
وَمَا تَأْت۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ﴿٤٦﴾
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۙ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ﴿٤٧﴾
Dakika 1:28:18