444- Tefsir Ders 444 hayat veren nurun keşif notları
444- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 444
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
(Şûrâ Sûresi 1’inci Âyet-i Kerime’den 40’ıncı Âyet-i Kerime’ler)
Hazreti Ali ve Fâtıma çocuklarını özel kılmak istemişlerdir. Bu akrabalığı yine Alûsî’nin naklettiği gibi Abd Bin Hamîd’in Hasen ’den rivâyet ettiği üzere, yakınlıkta sevgi, yani güzel amellerle Allah’a yakınlık hususunda sevgi demektir ki ‘’kurbâ’’ nesep, soy yakınlığı değil, ‘’kurbet’’ yani Allah’a yakın mânâsınadır. Bu haberi nakleden de Âlûsî’dir. ‘’Şekûr’’ biliyorsunuz ki güzel amellere, güzel sevap ve mükâfat ile karşılıkta bulunur. Kim? Cenab-ı Hak. İyiliklerin ecrini zâyî etmez.
Kur’an-ı Kerim vaatleri yerine bir, bir gelir. Bunun için göklerde canlılar var mıdır? Vardır. (وَمَا بَثَّ ف۪يهِمَا مِنْ دَٓابَّةٍۜ) Ve bu ikisini de yani göklerde ve yerde yaymış olduğu debelenen canlıda Allah’ın kudretinin delillerindendir. Bu âyetin ilk okunuşta anlaşılan mânâsına göre, göklerde de canlılar vardır. Mücahit de aynı kanaate varmıştır. Diğer bazıları ise göklerde ki “Dabbe ‘den” maksat havada uçuşan canlıların olduğu kanaatine varmışlarsa da böyle bir te’vile gerek yoktur göklerde canlılar vardır. Bunları böyle yaratıp yayan o Yüce Allah Celle Celalühü dileyince hepsini toplayıvermeye de (قَد۪يرٌ۟) Kadîr’dir tamamıyla Kadîr’dir gücü her şeye yetendir.
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
وَمَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ﴿٣٠﴾
وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ ﴿٣١﴾
وَمِنْ اٰيَاتِهِ الْجَوَارِ فِي الْبَحْرِ كَالْاَعْلَامِۜ ﴿٣٢﴾
اِنْ يَشَأْ يُسْكِنِ الرّ۪يحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍۙ﴿٣٣﴾
اَوْ يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا وَيَعْفُ عَنْ كَث۪يرٍۘ﴿٣٤﴾
وَيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ﴿٣٥﴾
فَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰى لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ﴿٣٦﴾
وَالَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَاِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَۚ﴿٣٧﴾
وَالَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۖ وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۚ﴿٣٨﴾
وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ ﴿٣٩﴾
وَجَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ ﴿٤٠﴾
Dakika 4:44
Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Bununla beraber Allah yine de çoğunu affeder.
Siz yeryüzünde (O’nu) âciz bırakamazsınız. Sizin Allah’tan başka bir dostunuz ve yardımcınız da yoktur.
Denizde denizlerde yüce dağlar gibi gemilerin yürümesi de O’nun kudretinin delillerindendir.
Eğer O dilerse rüzgârı durdurur da yelkenle giden gemiler denizin üzerinde duruverirler. Şüphesiz ki bunda sabırlı olan ve çok şükreden nice ibretler vardır.
Yahut da Allah kazandıkları günahlar yüzünden onları helâk eder ve birçoğunu da bağışlar.
Âyetlerimiz hakkında mücâdele edenler bilsinler ki kendileri için kaçacak bir yer yoktur.
Size verilen herhangi bir şey sadece dünya hayatının geçici bir menfaatidir. Allah katında bulunanlar ise îmân edip sadece Rablerine güvenen kimseler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
O îmân edenler, büyük günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınırlar. Onlar öfkelendikleri zamanda kusurları bağışlarlar.
Onlar, Rablerinin dâvetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri de kendi aralarında bir istişâre iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar Allah yolunda harcarlar.
Onlar, bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman birbirlerine yardım ederler, yardımlaşırlar.
وَلَمَنِ انْتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَا عَلَيْهِمْ مِنْ سَب۪يلٍۜ﴿٤١﴾
اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ وَيَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ﴿٤٢﴾
وَلَمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ اِنَّ ذٰلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ۟﴿٤٣﴾
Bu yüce âyet-i kerimelerde de Yüce Rabbimiz;
Bir kötülüğün cezâsı yine onun gibi bir kötülüktür, ama kim affeder, bağışlarsa onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz ki Allah zâlimleri sevmez.
Zulme uğradıktan sonra hakkını alan kimseye gelince, işte onların aleyhinde cezâ vermek için herhangi bir yol yoktur.
Yol ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenler aleyhinedir. İşte onlar için acı bir azâb vardır.
Her kimde sabreder ve kusuru bağışlarsa, işte bu elbette azmedilecek işlerdendir.
Kıymetli dostlarımız,
İşte bu kitap bu hitap ve sesleniş günahkârlaradır. Günahkâr olmayanların başlarına gelen musibet de yok değildir. Onlarda nedir? İmtihandır, derecenin yükselmesidir. Bunun için dünyada Müslüman imtihanları kazanmalı rütbe üstüne rütbe ve derecesini artırılmalıdır.
Dakika 10:00
Günahsız olanlarda imtihan edilirler. Günahkârlar da günahların cezâsını dünyada da görürler. Allah’a sığınıp O’nun emirlerine kânûnlarına göre görev yapmaktan başka şekilde korunmanın da çâresi yoktur korunmanın çâresi Allah’ın emirlerine kânûnlarına göre yaşayacaksın, korunma budur. Îmânın yarısı sabır, yarsı şükürdür. Kurtuluş ancak Allah’ın âyetlerini kabul ederek çalışmaktır. Çalışmadan olmaz, inanıyor musun; Amel-i Sâlih işleyeceksin ve çalışacaksın esas Müslümanlık çalışmaktır. Hangi yolda? Hayırlı ameller ile Allah yolunda. (مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا) “Hep dünya hayatının geçici metaıdır geçimidir.” Dünyalık kazanayım diye çalışırsan dünya önünde kaçar köle olursun. Allah için çalışırsan dünya sana köle olur, yani insanlığı köleleştirmek anlamında değil, insanlığa hürriyet verme anlamındadır. Ancak ona işlerini bırakırlar. Kime? Allah’a tevekkül ederler ve O’nun kudretine, vaatlerine ve tehditlerine güvenerek emri dairesinde görevlerini yaparlar ve her vesileyle rızâsını ararlar. Hazreti Ali’den rivâyet olunur ki Hazreti Ebû Bekir malının hepsini tasadduk etmiş, Allah yolunda harcamış. Bir takım kimseler onu kınamışlardır. Bu âyet o sebeple nazil oldu diyor Hazreti Ali. Îmân ve güven olduğu zaman başarının etmeli buradadır Allah’a Ebû Bekir güvenmiş, Rasûlüne güvenmiş ve tam bağlanmış malını Allah yolunda tamamını harcamış bu Ebû Bekir’in îmânının Allah’a olan güvenidir, tevekkülüdür ve ne kadar büyük bir zât-ı muhterem olduğunu gösterir. Millet için ne güzel düsturlardır başarının temelini iyi anlamalıdır. Îmân ve güven bunları başarının temelidir, bir millet için ne güzel düsturlardır.
Kebâir: Biliyorsunuz haddi gerektiren cezâyı gerektiren günahlara uygulanır. Üzerine tehdit gerçekleşen veya haddi yani şer’î cezâyı gerektiren veyahut da açıkça yasaklanmış olan günahlara Kebâir günahlar, büyük günahlar denir.
Fevâhiş ise, çirkinliği açık ve aşırı olan günahlardır. Bunlara da “Fevâhiş fuhşiyat” cinsinden. Ne zaman da gazâblarınlarsa onlar bağışlarlar, suçu onlar örterler kusuru bağışlarlar. Kim bunlar? Olgun Müslümanlar, gerçek anlamda kemâle erme yolunda yürüyen Müslümanlar. Gazâb (kızgınlık) hâlinde kusur ve günah bağışlayabilmek gâyet nâdir olan yüksek bir ahlâktır. Her babayiğit de bu yüksek özellikler bulunmaz.
Dakika 15:00
“Öfkelerini yutanlar, insanların kusurlarından af ile geçenlerdir.” (وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ) ‘’Âli İmrân 134’üncü âyet-i kerime.’’ “İşte onlar Rableri için dâvete uymakta, namazı dürüst kılmaktadırlar.” Namazını güzel kılan kişi Kur’an-ı Kerim’den sürekli feyiz alan kişidir aydınlanır Kur’an-ı Kerim’le, Allah’ın huzurunda olduğunu bilir ve mîraçtadır. Bunun için toplumu sağlam tutan özelliklerden biri de budur sözü bir etmesini bilirler içtihâd sahibi “Hall-ü Akd” erbabının (meseleleri düşünüp çözüme bağlayacak toplanıp müzakere etmesiyledir). “İş hususunda onlarla müşâvere et” diyor Cenab-ı Hak (وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْر) buyuruyor. Savaşla ilgili meseleler de müşâvere ederdi Peygamberimiz Ashap gerek onda gerek hükümlere dâir meselelerde müşâvere ettiler. Yani Peygamberimizden sonra ashapta müşâvere ettiler. Hazreti Peygamberin vefatı üzerine halîfe seçimi ehli riddetle (dinden dönenlerle) savaş bu da dedenin mîrastan pay alması, şarap içenlere vurulacak “had cezâsının” sayısı ve Irak’ta fetih olunan arazilerin ahkâmı vesaire gibi meseleler hep bu kabildendir, yani bu konularda hep müşâvere edilmiştir. Şûrâ müzakereleri (görüşmeleri) icmâ meselelerinin aslını teşkil eder. İslam tarihinde de fıkıh usulünde yani metodoloji (yöntem) de maalesef bu “Şûrâ” düsturu sahabe devrinden sonra Kur’an-ı Kerim’in verdiği bu önem ile uyumlu bir biçimde geliştirilememiştir. Şûra aslında “Fütyâ” gibi “büşra” ölçüsünde mastar olup “teşavür” yani birbirinin görüşünü almak demektir. Kelimenin aslı arıdan bal alma mânâsı ile ilgilidir. İslam müçtehitlerini İslam âlimlerini bir araya getirip ilme değer verip işte bu ilmi Şûrâ’da müşâvere edilerek nice güzelim kararlar çıkabilirdi bunlar yapılmalıdır. Bunlar şanlı Kur’an-ı Kerim’in emridir ümmetin bir bütün olması içinde İslam müçtehitleri bir araya gelmelidir müşâvere edilmeli icmâ oluşmalıdır. Bunun için müşâvereye Müslümanlar bıraktıkları yerden başlamalı ve önem vermelidir. Cenab-ı Hak bu gerçekleri de ortaya koymuş ve hakların mutlaka korunmasını emretmiştir.
“Hukûkî Amme” (kamu hakkı) yani buna dikkat edilmelidir. Her mü’min kişinin haklarının toplumun taahhüt altında bulunması açısından ona karşı saldırı âmmenin haklarına saldırı demek olduğundan gerek dıştan ve gerek içten genel ve özel olarak yapılan saldırının savuşturulması ve cezânın verilmesi toplum görevi yani en azından farzı kifayedir.
Dakika 20:05
İçten olanlar da mahkemelerin adâletini temin, dıştan olandan da siyasi tedbirlerle bu yardımın yapılması ve yapılabilmesi bir milletin yüksekliğini ve yaşama hakkını gösteren en yüce faziletlerdendir. Zâlime dur demeli, adâleti uygulamalıdır azgınlığı edenden hakkıyla öcünü alan her galibi övmüştür Yüce İslam. Çünkü meydan zâlimlere verilemez. Hak yoluna doğrultmak, bunda ise en büyük övgü vardır. Zâlime yardım nasıl olur? Zâlimi zulmünden men edersin zâlimlikten onu da kurtarırsın. İslam kurtarıcıdır.
Kıymetli dostlar,
“Bana aranızda adâlet yapmam emir olundu.” Yani İslam’da adâlet esastır Peygamberlere birinci emir adâlettir diğerlerinin yanında. Yani afta ederler, intikamda alırlar bağımsızlıkları ile yaparlar bunları. Hukûkun üstünlüğüne dayalı olarak başka bir millet ve cemaatin etkisine mahkûm olmazlar olmamalıdır. Kötülüğün cezâsı da aynı dengi bir kötülüktür.
Fıkıhta Ukubât yani (cezâlar) ahkâmına büyük bir temel olan ve genel olarak cezâ kânûnlarına esas alınması gereken genel bir kânûndur kötülüğe meydan vermemektir. Suçlunun hoşuna gitmeyecek bir fil olmalıdır, cezâ caydırıcı olmalıdır, suça teşvik olmamalıdır. Yoksa o bir cezâ değil cürüm ve zulme teşvik olur. Yerine düşmeyen güzellik ise çirkin olur cezâ suçun dengi ve ona eşit olmalıdır yoksa adâlet olmaz. Her kimde affedip ıslâh ederse, onunda ecri Allah’a aittir. Bazı suçlar vardır affedilmek güzeldir ama bazılarını dünya bir araya gelse affedemezsin. Nefsinle ilgili şahsınla ilgili konularda affedebilirsin. Kamu hakkı, Allah hakkı ortaya çıktığı zaman affedemezsin. Bunun kamu hakkı olan meselelerde değil, şahsî haklar da cereyan edeceğine dair bir uyarı gibidir. “Muhakkak ki o Allah zulmedenleri sevmez.” Şimdi bağışlamayıp da misliyle aynen karşılık veren kimselere karşı cezâ için bir yol yoktur. Büyük ve değerli kimselerin şanından bulunduğunu ve dolayısıyla bağışlama ve kusurları örtmenin âcizlerden değil, gücü yetenlerden olmak şartıyla övülmeye değer olduğunu anlatır.
Cenab-ı Hak tüstün meziyetlerle donanmış kullarından eylesin.
Dakika 25:00
Kıymetli izleyenler,
Yüce Allah’ın şeriatının emri öyle dini ayakta tutma şu anda böyle “bağy” (çekememezlik kıskançlık dünya hırsı) ile tefrika ayrılık şüphe ve tereddüt içinde olduğundan dolayı ey Muhammed Mustafa Sallallâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem! (فَادْعُو) sen hemen dâvet et, o doğru dine tevhîd ve İslam dinine çağır. (فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ) Ve emir olunduğun gibi dosdoğru ol doğruluk et, doğru git. “Ve onların yani gerek müşriklerinden ve gerek ehli kitaptan dâvet eylediğin halkın heveslerine onların keyiflerine hevâlarına uyma.” Yani hakka uymayan İslam şeriatına, İslam nizâmına, hakka, hukûka, bilime ve faydaya uymayan onların heveslerine, arzu ve isteklerine uyma; yanlışa, bâtıla tâbî olma. Onların çeşitli hakka aykırı bâtıl arzularına tâbî olma. Çünkü dinin eğilmesi tefrikanın sebebi hep heveslere tabi olmaktır. Heveslere nefsin ve arzu ve istekleridir. Bunun doğru olanları İslam’a Allah’ın hak ve hukûkuna, adâletine gerçek uyanlar olduğu gibi, uymayanların haddi hesabı yok. Onun için kimsenin keyfine uyulmaz o zaman ne diyorsun; Allah’a diyorsun ki “Hâşâ!” ben senin emrine uymam, sen bana uyuyacaksın diyorsun Allah’a. Böyle diyorsan bunun hesabını verirsin. Bu sineklerin göklere meydan okumasına benzer. Sineğin çeliklere meydan okuduğu zaman, çelikten dağlara meydan okusa bir sinek ne olur; kendini ezilir. İşte Allah’a karşı koyan herkes de kendini ezmesin, mahvetmesin mesele bu.
Kıymetli dostlarımız, işte bütün tefrikaların bölünüp parçalanmaların kökeninde neler var? Allah’ın hükümlerini ve şeriatını adâlet ile tebliğ ve icrâ eleyeyim. Kim diyor bunu? Hazreti Muhammed’e Allah böyle de diyor. (وَأُمِرْتُ لِأَعْدِلَ بَيْنَكُمُ) “Ve emir olundum ki aranızda adâlet yapayım.” Bu adâlet nedir? Allah’ın hükümlerini ve şeriatını adâlet ile tebliğ ve icrâ eyleyeyim. Bakın, burada sadece tebliğ yok, birde icra var emirlerin uygulanması var. Şirk ve azgınlık hükümlerini atacaksın, hakkı uygulayacaksın. Eğer zulüm hükümlerini kaldırıp adâlet etmezsen, sende zulüm etmiş olursun. Zulüm hükümlerini kaldıracaksın ki adâlete edeceksin. Bunun için Müslümanlar bu gerçekleri iyi anlayıp kavradıkları zaman, dünya çok şey kazandı. Bunlar ne zaman ki insanlar hak ve adâletten saptılar, nefislerinin arzu ve isteklerine uyudular, işte o zaman dünyada huzur bozuldu. Ne teorik, ne pratik, ne aklî, ne naklî hiçbir tutanakları kalmaz. Ne zaman? Hak’tan saptıkları zaman…
Dakika 30:07
“Hak” ve “istikamet” karşısında yapılan münakaşa, sırf bir azgınlık ve haksızlıktır. Hak ve istikamete karşı konmaz, hakka hukûka karşı konmaz, o zaman ortaya azgınlık ve haksızlık çıkar. Hem de mîzan denge kânûnlarıyla Yüce Allah bu âlemi kurmuştur öyleyse her şey adâletle ayakta durmaktadır. Öyle ise ey insanoğlu! Adâlet edeceksin, sosyal adâleti dünyanın tümüne uygulayacaksın. İslam bütün mahlûkatı kucaklayan Allah’ın merhametinin, adâletinin, barışın tecellîsidir.
Hâlen (tutum ve davranışla) ve kâlen (dil ile) insanoğlu dosdoğru olmak zorundadır. “Siz doğru söyleyenleri iseniz bu tehdit ne zaman?” Bakın inanmayanlar hep böyle söylediler. Küfürle, haksızlıkla dengenin, adâletin bozulmasına, âlemin nizâmının (düzeninin) ihlâline sebep olmak sûretiyle fiilen acele ederler. Yani inanamayan belâsını hemen ister, hemen helâk olmayı ister çünkü inanmıyor sürekli Allah’ın belâsını ister Allah’ta her şeyi takdire bağlanmıştır. Onun acele etmesiyle durum değişmez, vakti saati gelince de başına belâ iner eğer tövbe etmemiş aklını başına almamış ise. Vakti saati gelince belâsını mutlaka bulur. Yazık olur kendine yazık eder o kadar. Âlemin fâniliği gözle görülür elle tutulur denecek kadar kuvvetli iken onun âciz olduğuna yol bulamayan ondan ötesine hiç bulamaz. Ey insanoğlu! Allah bâki her şey fânidir gel bâkiye sarıl fâni seni aldatmasın.
Yüce Allah (هُوَ الْقَوِيُّ العَزِيزُ) “Ve öyle güçlü öyle azizdir ezelî ebedî gâliptir.” Onun için “Allah’ın kulları” denilmesi ya şeref için olarak “îmân edenler ise ondan çekinirler.” Bakın sonucun zorunlu olmayıp lütuf ve ilahi dileme eseri olduğunu anlatıyor. Cenab-ı Hak bazı yerlerde ne diyor; Kulları demesi şereflendirmek içindir. Bana Rabbim kulum dese bütün şerefler benim olur. Çünkü Rabbim demiştir. Yüceler yücesi bana kulun dedi mi işte sana dedi mi şeref üzerine şeref odur O, kulluğuna kabul etmezse bütün şerefler yok olur. İşte insanoğlunu en üst biçimde yarattı sonra birilerini tuttu Esfele Sâfilîn’e attı. Kim bunlar? İşte Rabbisini tanımayan, O’na itaat etmeyen, inanmayan İslam gerçeğini, Kur’an gerçeğini, Muhammed Peygamberlik gerçeğini bir türlü kabul etmeyenler kendilerine yazık ettiler.
Dakika 34:50
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
اَللّٰهُ لَط۪يفٌ بِعِبَادِه۪ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ۟ ﴿١٩﴾
Allah kullarına çok lütufkârdır dilediğine rızık verir o çok kuvvetlidir çok güçlüdür.
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ۚ وَمَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ نَص۪يبٍ﴿٢٠﴾
Korkunç haber var dikkat et!
Her kim âhiret kazancını isterse, biz onun kazancını artırırız, ne güzel burası her kimde dünya kazancını isterse ona da ondan veririz, ama onun âhirette hiçbir nasîbi yoktur. Dikkat et! Her şeyi dünyadan ibâret dediğin an, âhireti hesaba katmadığın an, âhirete hazırlanmaz mahşere büyük mahkemeye Allah’ın huzuruna çıkacağını hesaba katmadan her şeyi dünyadan ibâret dersen, âhirette hiç nasîbin yok sadece yerin yurdun cehennemdir. Yazık korkunç bir şey bu; Îmânınla yaşa dünyada senin ukba da senin niye kaybediyorsun ki bu şansı.
اَمْ لَهُمْ شُرَكٰٓؤُ۬ا شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٢١﴾
تَرَى الظَّالِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا كَسَبُوا وَهُوَ وَاقِـعٌ بِهِمْۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ف۪ي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِۚ لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪ير﴿٢٢﴾
ذٰلِكَ الَّذ۪ي يُبَشِّرُ اللّٰهُ عِبَادَهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰىۜ وَمَنْ يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَزِدْ لَهُ ف۪يهَا حُسْناًۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ شَكُورٌ ﴿٢٣﴾
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۚ فَاِنْ يَشَأِ اللّٰهُ يَخْتِمْ عَلٰى قَلْبِكَۜ وَيَمْحُ اللّٰهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ﴿٢٤﴾
وَهُوَ الَّذ۪ي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَعْفُوا عَنِ السَّيِّـَٔاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَۙ ﴿٢٥﴾
Yoksa onların, Allah’ın dinde izin vermediği şeyi kendilerine meşrû kılacak ortakları mı vardır? Eğer azâbın ertelenmesine dâir kesin yargı sözü olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilir, işleri bitirilirdi. Gerçekten zâlimler için acı bir azâb vardır.
Sen kıyâmet günü kazandıkları şeyin cezâsı başlarına gelirken zâlimlerin korkudan titrediklerini görürsün. Îmân edip sâlih amel işleyenler ise cennet bahçelerindedirler. Rablerinin yanında onlar için istedikleri her şey vardır. İşte büyük lütuf budur.
İşte Allah îmân edip sâlih amel işleyen kullarını bununla müjdeler. Ey Muhammed! De ki: Aleyhisselatu Vesselam: “Ben bu tebliğime karşı sizden akrabalık da sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum.” Her kim bir iyilik yaparsa biz onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, şükrün karşılığını verir.
Yoksa onlar, senin hakkında: “Allah’a karşı yalan uydurdu?” mu diyorlar. Eğer Allah dilerse senin de kalbini mühürler; bâtılı yok eder ve sözleriyle hakkı gerçekleştirir. Şüphesiz ki O kalpler de bulunan şeyleri hakkıyla bilir.
Dakika 40:28
وَيَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَالْكَافِرُونَ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ ﴿٢٦﴾
وَلَوْ بَسَطَ اللّٰهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِه۪ لَبَغَوْا فِي الْاَرْضِ وَلٰكِنْ يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ بِعِبَادِه۪ خَب۪يرٌ بَص۪يرٌ ﴿٢٧﴾
وَهُوَ الَّذ۪ي يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُۜ وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَم۪يدُ﴿٢٨﴾
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَثَّ ف۪يهِمَا مِنْ دَٓابَّةٍۜ وَهُوَ عَلٰى جَمْعِهِمْ اِذَا يَشَٓاءُ قَد۪يرٌ۟﴿٢٩﴾
Kıymet izleyenler,
Bu yüce âyetlerin de yüce anlamına şöyle bir bakalım;
Kullarının tövbesini kabul eden, kötülükleri affeden ve sizin yaptıklarınızı bilen O’dur.
Allah îmân edip, sâlih amel işleyenlerin tövbesini kabul eder, onlara lütfundan daha fazlasını verir. Kâfirler için ise şiddetli bir azâb vardır.
Eğer Allah kullarına rızkı bol bol verseydi mutlaka yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Fakat o dilediğini belli bir ölçüye göre indiriyor. Şüphesiz ki O kullarından haberdardır, onları hakkıyla görür.
İnsanlar ümitlerini kestikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini her tarafa yayan O’dur. Övülmeye lâyık olan gerçek dost O’dur.
Gökleri yeri ve her ikisin de yaydığı canlıları yaratması da Allah’ın kudretinin delillerindendir. O’nun dilediği zaman onları bir araya toplamaya da gücü yeter.
Kıymetli dostlarım, hars: Yeri onarıp tohum atmak demektir. ‘’Zer’’ ekin ekmektir .‘’Hars’’ aynı zamanda sürmek mânâsında gelir. ‘’Mahrusa’’ yani ekilen tarlaya ve ondan meydana gelen ekine de “hars” denilir. “Ekim” ve “ekin” diye ifade edebiliriz. Amel din işi bir “hars” yani ucunda hasılat almak, kazanmak maksadıyla yapılan bir ekim bir kültür işidir. “Hars” iki kısımdır. Birisi âhiret gayesi, âhiret sevabı diğeri de dünya faydası menfaati arzu edilendir. Kat kat fazlasıyla vereceğimiz gibi dünyasından da veririz. Demek ki (نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ۚ) “Biz ona kazancında fazlalık veririz, kat kat veririz.” Dünya hayatında geleceği bir maslahat ve gaye için çalışırsa, Allah’ın dilediği kadar dünyadan da ona verilir yeter ki özü ve sözü doğru olsun, îmânı yerli yerince olsun. Çünkü ameller sırf niyetler iledir, bunun içinde ameller sırf niyetledir ki ve her kişiye niyet ettiği vardır. Meselâ her kimin hicreti Allah ve Rasûlüne ise onun hicreti Allah’a de Rasûlüne ’dir.
Dakika 45:20
“Her kimin hicreti ereceği bir dünyaya veya nikâh edeceği bir kadına ise onun hicreti de hicrete kalkıştığınadır.” Yani “ameller niyetlere göredir.” Dünya ehlini sakındırma de hakir kılmak üzere öbür âyetin sonuna bağlanır. Allah izin vermediği şeyleri meşrû kılmak iççin şeriat yapmaya kalkışmak dünya kazancı adına yapılan fenalıkların, şirklerin başında sayılması gerekeceğini hatırlatır. (اَمْ لَهُمْ شُرَكٰٓؤُ۬ا شَرَعُوا) “Yoksa onlar için birtakım ortaklar mı var?” Buraya dikkat et! Şirklerin başında, ne dir o? Allah’ın izin vermediği şeyleri meşrû kılmak için şeriat yapmaya kalkışmak dünya kazancı adına yapılan fenalıklar, şirklerin başında sayılması gerekeceğini hatırlatır. “Sizin için dinden Nuh’a tavsiye ettiğini ve sana vahyettiğimizi…” diyor. Bakın, müşriklerin cinâyetlerini ele alıyor. Ve Allah’ın şeriatına karşı gelmek için yoksa o müşriklerin, o çağdaş inkârcıların birtakım ortakları, Allah’a ortak olmak için ortaklık kuruluş inkâr ortakları şeytanlar var ve istedikleri gibi şeriat koyma yetkisini ellerinde bulunduruyorlar da, (شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ) “Dinden Allah’ın izin vermediği şeyleri onlara meşrû mu kırdılar?” Meselâ Müşriklik, çeşitli hükümlere uyma, âhireti inkâr, zulüm, verdiği sözü çiğnemek, güç yetirilmesi imkânsız şeylerin yapılmasını istemek gibi Allah’ın izin vermediği, meşrû kılmadığı bir takım şeyleri meşrû kılıyorlar, diledikleri gibi din yapıyorlar öyle mi? Fakat Allah’ın meşrû kılmadığını meşrû kılacak hiçbir kuvvet yoktur. İnsanların teşride ki (kânûn yapmada ki) çalışıp çabalaması Allah’ın izin verdiği sınırı aşmamalıdır. Allah’ın ortaya koyduğu kânûnlar insanların menfaatine hedeflemiştir. Allah’ın izin vermedikleri ise insanlara zararından dolayıdır birde emir O’nundur, hüküm O’nundur otorite O’na aittir. Çeşitli hükümlere uymak müşrikliktir. Allah’ın hükümlerini yok saymak işte bu müşrikliktir. Hem inkâr, hem şirk bunların başında âhireti inkâr, zulüm ve insanların hak ve hukûkunu çiğnemek ve insanların gücünün yetmediği şeyleri insanlara teklif etmek gibi nice Allah’ın izin vermediği şeyler vardır.
Yüce Allah şeriatının hükmü olan “fasıl” ve “kaza” ezelde vakit ve saadetine geri bırakılmakla icrasız kalmayacaktır. Dikkat et buraya! (وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ) “Şüphesiz zâlimler için can yakıcı bir azâb vardır.” Bu yüce ifadesi ile tamama erdirilip beyân buyuruluyor yani hak dinin gereği olan Allah şeriatının hükmü olan “fasıl” ve “kaza” ezelde vakit ve saatine geri bırakılmakla icrasız kalmayacaktır.
Dakika 50:40
Ravza: Sulu yeşillik yerler olur bağların, bahçelerin en güzel oturulacak yerlerine denir. İşte îmân ve Amel-i Sâlih’in sonucu insanları ravzaya götürüyor ki bu da Ravza’yı Cennet’tir. Cemâlinin şerefi ile şerefleneceklerdir.
Akrabalıkta sevgi, saygı elbette çok önemlidir diğerlerinde olduğu gibi meşrû olanlar. Bakın burada (إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى) âyeti sorulmuş da Hazreti Abbâs’a sorulmuş, Saîd Bin Cübeyr: Âl-i Muhammed akrabalığı deyivermiş. Bu haberin kaynağından Buhârî Tirmizî, Ahmed Bin Hanbel gibi muhaddislerimiz bulunmaktadır. Bunun üzerine İbn-i Abbâs demiştir ki: Acele ettin, Kureyş ’ten hiçbir soy yoktur ki Peygamberliğe akrabalığı olmasın. Evet, Saîd Bin Cübeyr: Âl-i Muhammed akrabalığı değil demiş, hemen İbn-i Abbâs da ona acele ettin demiş. Kureyş ‘ten hiçbir soy yoktur ki Peygambere (Aleyhisselâtu Vesselâm) akrabalığı olmasın demiş. Akrabalığa saygı gösterin yalnız bu saygı İslâmî ölçüler dâhilindedir. Kavukçuluğa, yağcılığa götürmemelidir ölçülü olmalıdır. Söylediklerimi dinleyin düşmanlık etmeyin diyor. Kim? Yüce Rabbimiz. Yani akrabamı sevmenizi isterim diye mânâ verenler de olmuştur ki bu da Peygamberimize istinad ediyor. Nitekim Saîd Bin Cubeyr’in sözü bunu gösteriyordu.
Dakika 53:40
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
‘’Elhamdülillahi Rabbil-âlemin vesselâtü vesselâmü alâ Rasûlina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihî vesellem’’
‘’Estağfiruke ve etûbü ileyk Allahümeslih ümmete Muhammed verham ümmete Muhammed Allahümmağfirlî cemîan ümmete Muhammed’’
“Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âlî Muhammed
“Estağfirullah bi-adedi zünûbina hattâ tuğfer Allah’u ekber hattâ tuğfer.”
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
حٰمٓ ﴿١﴾
عٓسٓقٓ۠ ﴿٢﴾
كَذٰلِكَ يُوح۪ٓي اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۙ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ﴿٣﴾
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ ﴿٤﴾
تَكَادُ السَّمٰوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْ فَوْقِهِنَّ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَنْ فِي الْاَرْضِۜ اَلَٓا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ﴿٥﴾
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْۘ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ ﴿٦﴾
وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ فَر۪يقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَر۪يقٌ فِي السَّع۪يرِ﴿٧﴾
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَهُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ﴿٨﴾
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۚ فَاللّٰهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْـيِ الْمَوْتٰىۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟ ﴿٩﴾
صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ
Çok kıymetli ve muhterem izleyenler, derseniz Şûrâ Sûresi’ne sûre-i celileye gelmiş bulunmaktadır ki Şûrâ Sûresi de Mekki Sûrelerimizdendir ve âyet sayısı 54, sıra numarası ise 42’dir. Bu yüce sûrenin yüce anlamlarıyla, keşif notları, irşâd notları hayat veren nurun dersleri olarak bu ebediyyû’l-ebed hayat çeşmesinden içerek ölümsüzlüğün bize Allah tarafından lütuf edildiğini, yüce Kur’an’ın bize hayat verdiğini… İslam’ın hayat dini olduğunu, bizi ölümsüz hayata hazırladığını iyi anlayarak işte hayat veren nurun derslerini kaçırmamaya gayret etmemiz gerekmektedir. Bu hem ezelî ve ebedî nurun çeşmesidir ki bu deryâ, Kur’an-ı Kerim’in İslam deryâsıdır ve bunun önderi, âlemlere rahmet Peygamberi Hazreti Muhammed Mustafa’dır Aleyhisselâtu Vesselâm. Yüce nazmını, yüce lafzını, metnini okuduğum bu yüce âyetlerin şimdi de yüce anlamlarına yüce mânâsına bir bakalım.
(حٰمٓ ), (عٓسٓقٓ۠ ) Hâ, Mîm, Ayn, Sîn, Kâf.
Ey Muhammed Aleyhisselâtu Vesselâm! Çok güçlü hüküm ve hikmet sahibi olan Allah sana da senden öncekilere de böylece vahiy eder. Çünkü Yüce Allah Peygamberlerine vahiy gönderir göndermiştir Hazreti Muhammed ile İslam dini yüce Kur’an vahiy edilmiştir.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur yani Yüce Allah’ındır (C.C). Her şey O’nundur; çünkü O yaratmıştır yaratmakta da ortağı yoktur, idâre de de ortağı yoktur, emrinde tebliğinde ortağı yoktur sadece dilediğini yaratır ve emreder.
Dakika 1:00:05
O çok yücedir çok büyüktür kendi dediği gibi büyük. İnsanlar ne kadar O’nu tekbir etseler tehlil de, tesbihte, teskirde bulunsalar hakkıyla övemezler. Çünkü Allah, kendi dediği gibidir. O, öyle yüce büyük ki kendi dediği gibi bir büyüktür. Onun için kendi büyüklüğünü hakkıyla anlatacak, bilecek, bildirecek kendisidir. O, kendini nasıl eşsiz büyük olarak tanıtmışsa zâtında büyük, sıfatların da, her şeyinde eşsiz büyük. O, onun dediği gibidir.
Neredeyse gökler O’nun azametinden tâ üstlerinden çatlayacak gibi titreşiyorlar. Melekler Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar ve yeryüzünde bulunan kimseler için mağfiret diliyorlar. İyi bilin ki Allah’a çok hem de pek çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
Allah’tan başka dostlar edinenlere gelince, Allah onların üzerinde devamlı bir gözetleyicidir. Ama sen onların üzerinde bir vekil değilsin.
Böylece biz sana Arapça bir Kur’an indirdik ey şanlı Peygamber! Ey Muhammed Mustafa Sallallâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem! Ki, şehirlerin anası (olan Mekke) halkının ve etrafındakileri uyarasın ve hakkında hiç şüphe olmayan kıyâmet gününün dehşetinden onları korkutasın. Bir grup cennettedir, bir grupta cehennemdedir.
Eğer Allah dileseydi bütün insanları bir tek ümmet yapardı. Fakat o yalnız dilediğini rahmetinin içine almaktadır. Zâlimler için ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.
Yoksa onlar Allah’tan başka dostlar mı edindiler? Oysa asıl dost Yüce Allah’tır Celle Celâlühü. Ölüleri diriltecek olan da O’dur. O’nun her şeye gücü yeter.
Kıymetli dostlar, kıymetli muhterem izleyenler,
Yüce Kur’an-ı Kerim bir vahiy ile Peygamberimize inzâl edilmiştir. Bununla birlikte hiçbir beşer için mümkün değildir ki Allah ona başka sûretle kelam söylesin. Ancak vahiy ile veya bir perde arkasından veyahut bir elçi gönderip de izniyle ona dilediğini vahiy etmesi müstesnâdır. (عٓسٓقٓ۠ ) da 3 tarza rumuz olması muhtemeldir. Nisâ Sûresindeki âyeti kerime de “Nuh’a ondan sonraki Peygamberlere vahyettiğimiz ve İbrâhim’e, İsmâil’e, İshâk’a, Yâkub’a, evlatlarına, Îsâ’ya, Eyyûb’a, Yunus’a, Hârun’a ve Süleyman’a vahiy ettiğimiz ve Dâvûd’a Zebur verdiğimiz gibi şüphesiz sana da vahiy ettik biz Ey Şanlı Peygamber, Ey Muhammed Mustafa (S.A.V).”
Dakika 1:05:15
“Nerde ise gökler içlerinden çatlayacak gibi titreşiyorlar.” Neden korkuyor bu gökler? Allah’ın azametinden, O’na duydukları derin saygıdan. Çünkü onun büyüklüğünü Cenab-ı Hak onların fıtratına öğretmiş, koymuş. Gökler O’nun celâl ve azametinin heybeti altında üstlerinden çatlayı verecek gibi ezilip titremektedir. Neden? (مِنْ فَوْقِهِنَّ) Çünkü O’nun azamet ve kudreti her şeyi kuşatmış. Âyetlerin en büyükleri semaların üstünde “Arş’ı Âlâ ve Kürsi” ve Arş’ın etrafında tesbih ve takdis ile çalkalanan meleklerin safları ve daha nasıl olduğunu Allah’tan başkasının bilemeyeceği büyük saltanat eserleridir.
Ey insanoğlu! Büyük saltanatın eşsiz yüce hükümdarı olan Yüce Allah’ı iyi tanı (C.C). (وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَنْ فِي الْاَرْضِۜ) “Yeryüzündekilere için mağfiret isterler.” Görüyorsunuz ki oradaki melekler yeryüzündekiler için Yüce Allah’a istiğfar da bulunuyorlar, mağfiret istiyorlar. Tekabül (karşılık olarak) bakın “kabu” tekabül karinesi ile mü’minlere tahsis olunduğu takdirde ise maksat şefaattir. Yani şefaat mü’minlere mahsustur.
وَمَا اخْتَلَفْتُمْ ف۪يهِ مِنْ شَيْءٍ فَحُكْمُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبّ۪ي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ ﴿١٠﴾
فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً وَمِنَ الْاَنْعَامِ اَزْوَاجاًۚ يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ﴿١١﴾
لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿١٢﴾
شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا وَصّٰى بِه۪ نُوحاً وَالَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِه۪ٓ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى وَع۪يسٰٓى اَنْ اَق۪يمُوا الدّ۪ينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا ف۪يهِۜ كَـبُرَ عَلَى الْمُشْرِك۪ينَ مَا تَدْعُوهُمْ اِلَيْهِۜ اَللّٰهُ يَجْتَب۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يُن۪يبُ ﴿١٣﴾
وَمَا تَفَرَّقُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫رِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ ﴿١٤﴾
فَلِذٰلِكَ فَادْعُۚ وَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْۚ وَقُلْ اٰمَنْتُ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنْ كِتَابٍۚ وَاُمِرْتُ لِاَعْدِلَ بَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۜ لَـنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۜ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَاۚ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُۜ ﴿١٥﴾
وَالَّذ۪ينَ يُحَٓاجُّونَ فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا اسْتُج۪يبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ ﴿١٦﴾
اَللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْم۪يزَانَۜ وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ﴿١٧﴾
يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَاۚ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَاۙ وَيَعْلَمُونَ اَنَّهَا الْحَقُّۜ اَلَٓا اِنَّ الَّذ۪ينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ ﴿١٨﴾
صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ
Dakika 1:11:03
Kıymetli izleyenler,
Şu yüce âyetlerin şu yüce mânâsına bakın;
Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte benim Rabbim olan Allah budur. Ben yalnız O’na güvendim ve yalnız O’na yöneliyorum.
O göklerin ve yerin yaratıcısıdır. O, sizin için kendi nefsinizden eşler ve hayvanlardan da cifler yaratmıştır. O, sizi bu düzen içerisinde üretip çoğaltıyor. O’nun benzeri olan hiçbir şey yoktur. O, her şeyi işitir ve görür.
Göklerin ve yerin kilitleri O’na aittir. O, dilediğine rızıkları genişletir ve daraltır. Şüphesiz ki O, her şeyi hakkıyla bilir.
Allah dinden Nuh’a tavsiye buyurduğu şeyi sizin için de bir kânûn yaptı ve (Ey Muhammed Mustafa Sallallahu Teâlâ Aleyhi ve Sellem!) Sana vahyettiğimizi, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya tavsiye buyurduğumuzu da şeriat kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. Fakat senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.
Onlar kendilerine bilgi geldikten sonra, ancak aralarındaki, çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbin tarafından azâbın ertelendiğine dâir bir söz geçmemiş olsaydı aralarında mutlaka hüküm ve gereken yapılırdı. Yani hüküm verilirdi. Kendilerinden sonra kitâba vâris kılınan kitap ehli de Kur’an-ı Kerim hakkında bir şüphe ve tereddüt içindedirler. Kur’an-ı Kerim hakkında şüphe îmânı yok eder.
Ey Muhammed Mustafa Sallallâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem! İşte bunun için insanları tevhîde dâvet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların keyiflerine uyma ve de ki: “Ben Allah’ın kitaptan indirdiğine inandın ve bana aranızda adâleti gerçekleştirmem emredildi. Allah bizim de Rabbimiz sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir tartışmaya yer yoktur. Allah hepinizi bir araya toplayacaktır. Dönüş yalnız O’nadır.”
Allah’ın dâvetine uyulduktan sonra, hâlâ O’nun dini hakkında mücadele edenlerin, getirdikleri deliller Rableri yanında bâtıldır. Onların üzerinde bir gazâb de kendileri için şiddetli bir azâb vardır.
Dakika 1:15:20
Bu Kitâb’ı ve ölçüyü hakla indiren Allah’tır. Ne bilirsin, belki de kıyâmet saati yakındır!
O’na inanmayanlar kıyâmetin çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise O’ndan korkarlar ve O’nun hak olduğunu bilirler. İyi bilin ki, kıyâmet saati hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler. Şeksiz şüphesiz kıyâmet kopacaktır.
İnsanoğlu üç kıyâmeti göz önünde tutsun. Birincisi, kendisinin yaşayıp ölümüdür, ikincisi bir asır insanın mezara toptan dökülmesidir. Bir asır yaşar bir toplum o nesil komple mezara iner, yeni bir nesil devam eder. Bu büyük kıyâmete kadar böyledir. Büyük kıyâmette artık yerler, gökler bu âlem yok edilir tekrar öbür âleme tebdil edilir. Yani âhiret âlemi denilen âlem ortaya çıkar bu kıyâmetle olacaktır. Şunu bilenler biliyor bilmeyenler bilsinler Yüce Allah’a bütün varlığınla tevekkül et. (عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ) de, ama bunu ruhunla söyle kalbinle söyle fiiliyatınla da Rabbine sıkıca tevekkül et. Ben ona tevekkül etmişim (وَإِلَيْهِ أُنِيبُ) ve hep ona yüz tutarım de bütün varlığınla da sıkıca bağlan. Yaşantın dilini yalanlamasın dilinle hâlin, kavlinle hâlin birbirine uysun. Şunu hiçbir zaman unutma! (لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ) “Yüce Allah’ın dengi, eşi benzeri, misli olmadı olmayacaktır O’nun misli gibi bir şey yoktur.” Yüce Allah’ın hiç benzeri hiç misli yoktur. O, her şeyinde benzeri olmayan tek varlıktır zâtında, sıfatlarında, efâlinde her şeyinde O birdir dengi, benzeri, misâli yoktur. Sakın ola ki Allah’ı birilerine benzetmeye kalkma, şirke düşersin mahvolursun. Allah’ın misli yoktur.
Mümâselet: “Yerini tutabilecek şekilde özel sıfatta ortaklık” ki bu mahlûkat için düşünülür Allah için bu katiyen muhal ve mümtenidir. Onun için her açıdan Allah’ın başkasına benzerliğinin olmadığını ifade etmektedir bu âyet-i kerime. Ez-Zemahşeri’nin de beyân ettiği gibi “O’na eş olmayacağının ifadesi de burada açıkça ortadadır.” (وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ) “Hiçbir şey onun dengi değildir.” Allah’ın dengi yoktur. Onun için eşi olmaz, benzeri olmaz şeriki, naziri olmadı olmayacaktır. “Hiçbir işte onun mislide yoktur.” Bu göz kamaştırıcı eşsiz idârenin içine dâhil işlerden hiçbir işte O’nun misli yoktur, ortağı yoktur, şeriki yoktur, yardımcısı yoktur, dengi yoktur. Onun için Yüce Allah’ın mahlûkatın da hiçbirine benzemez.
Dakika 1:20:22
O, tek bir varlık, burayı eğer iyi anlayabilirsek Allah’ın lütfuyla tevhîd inancına ulaşmış oluruz yine Allah’ın lütfuyla. Bazısını değil her şeyi duyan O’dur. Bütün mahlûkata duyuran, işittiren de O’dur. Bakın işitmek şanından olan bütün mahlûkata işitmeyi, görmeyi vermiştir. Kendisi her şeyi görendir bazı şeyleri değil her şeyi bazı şeyleri değil her şeyi duyandır. Ezelî duyduğu gibi ebedî, ebedî duyduğu gibi ezelî, göklerin üzerini duyduğu gibi yedi kat yerin altlarını, orayı duyduğu gibi üstlerini duyar. Onun için engel diye bir şey yoktur O’na hiçbir şey gizli, kapalı değildir zamandan, mekândan münezzehtir. Zaman bizim içindir, mekân bizim içindir. Yüce Allah bunun için ortaya bir din olarak İslam’ı ortaya koymuştur. Şimdi din konusunda da şöyle bir bakalım. Yüce Rabbinizim ne diyor (أَقِيمُوا الدِّينَ) diyor bak; Dini ikâme edin, dürüşt, doğru kılın, dosdoğru dininizi çarpıtmayın, doğru din üzere dosdoğru gidin, doğru tutun, doğru din tutun ve doğru tutun. İslam A’dan Z’ye doğrudur… Eğer bunu eğritmeye kalkarsan kendin saparsın dini eğriltemezsin din dosdoğrudur.
Şimdi din nedir derseniz; Hak Teâlâ katında en güzel akıbete ermek için tutulacak yoldur. En güzel akıbet, ebedî mutlu sonuç istiyor musun mutlu son? İşte bu mutlu yolun kendisi İslam dinidir. Tekrar ediyorum iyi anla iyi dinle! Yüce Allah’ın katında en güzel akıbete ermek için tutulacak yol dindir o da İslam’dır. Cenab-ı Hak (zorlama) bakın ıztırar (mecbur kalma zorda kalma) baskılarının üstüne istekleriyle yükseltecek olan bir hürriyet yolu, yani siz hürriyet ve iraâdenin başarı ve sorumluluğu kânûnudur. İyi anla burayı! Bu şekilde din insanları tabiatta cereyan eden cebir bakın (zorlama) ıztırar (mecbur kalma zorunda kalma) baskılarının üstüne istekleriyle yükseltecek olan bir hürriyet yolu yani bir hürriyet ve irâdenin başarı ve sorumluluğu kânûnudur. Bu hürriyet yolu bu irâdenin başarısı ve bu irâdenin sorumluluğu bakın nereden geliyor; din bir kânûndur. Cenab-ı Hak irâde önüne bu kânûnları koyuyor bunu seve seve dine tutunup yükselmen mutlu sonuca ulaşman gerekiyor. Tam bir hürriyet yolu dini İslam…
Dakika 1:25:07
Dini doğru anlayamayan, doğru keşfedemeyen insanlar dini bir zorlayıcı zannetmişlerdir ki bu onların kafa yapılarında kaynaklanan bir eksikliktir. Yüce İslam ise, bütün yüce değerlerin tamamını içinde toplar, Allah’a giden hürriyet yoludur Allah’tan gelen de kânûnlardır. Bunun için Yüce İslam’ı bir defa tartışmasız iyi öğrenmemiz, iyi keşfetmemiz gerekiyor. Şöyle bir düşünelim (لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ) “O’nun misli gibi bir şey yoktur.” Böyle misli olmayan bir hükümdarın, mutlak hükümdarın, muktedir hükümdarın kânûnlarını kabul etmeyeceksin, O’nu tanımayacaksın başkalarına kuzu, kuzu itaat edeceksin ve Allah’ın huzuruna çıkıp Allah’a nasıl hesap vereceksin? İşte düşün! (اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ), (صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ) “Bizi doğru yola kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet hidâyet eyle.” Günde beş vakit namaz kılan bir Müslüman bakın Yüce Allah’a günde en az kırk defa ‘’Elhâm’’ okuyor “Fâtihâ’yı Şerif’i” okuyor. Ne diyor (صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ) “Bizi doğru yola işte hürriyet yolu İslam’ın kendisine bizâtihi kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, hidâyet eyle” diye günde kırk defa bu âyeti okuyorsun. Ağzından çıkanı kulağın haberi var mı? Kulağın haberi varsa, bu mânâyı kalbine taşıyabiliyor musun? Ağzından çıkanları kulak duyacak, mânâ kalbe ulaşacak ve nefsi de bu mânâ kuşatacak, nefis Allah’ın emrine boyun eğecek. İşte o zaman ilim hâsıl olur. İlim mânânın nefse ulaşmasıyla ortaya çıkar eğer mânâ nefse ulaşmıyorsa, ağzından çıktığını kulağı duymuyorsa ortada ilim yoktur. Îmân ve amelde ihlâs ile tatbik etmektir Allah’ın hükmüne îmân ve itaat, işte bunun adı İslam’dır. Nedir? Allah’ın hükmüne îmân ve itaat, yani İslam’dır. Îmân varsa Allah’a, O’nun hükümlerinin tamamına ki bu hükümler İslam hükümleridir bunların tamamına îmân ve itaat varsa işte orta da İslam vardır ve bu îmânın, bu itaatin sahibine de Müslüman denir. Kimde bu îmân varsa ve kim Rabbisinin bu hükümleriyle Allah’a itaat ediyorsa, o kişi Müslüman’dır. Müslümanın demekle bu işi yetmiyor, ya gerçek îmân olacak ve itaat olacak Allah’a hem de Allah’ın bütün hükümlerine. Îmân ki kalbin tasdik etmesi, dilin ikrâr etmesi ve Allah’a itaat edilmesidir ve isyân edilmemesidir. Îmân ve amelde ihlâs ile tatbik etmektir. Yani güzel itaatin olacak, amelin olacak ama ihlâs ile tatbik olacaktır.
Dakika 1:30:08
İhlâs nedir? Yaptıklarını bütün ibadetlerini sırf Allah’a ve Allah için yapacaksın başka bir şey için karıştırmayacaksın. Falan-filanı karıştırırsan ihlâs olmaz ki. Kânûn-i Esâsî nedir? Kânûni Esâsî (Anayasası), Yüce Allah’ın bir şeriatıdır ki Peygamberler bunu tatbik için gönderilmişlerdir. Aklını başına al ey Müslüman kardeşim! Kânûn-i Esâsî ki, bu bir Allah’ın Anayasası ki bir şeriatıdır ki bütün peygamberler bunu tatbik için gönderilmişlerdir. Yani Allah’u Teâlâ’nın olan Kânûn-i Esâsî Anayasası, Allah’ın şeriatıdır bütün peygamberler bunu tatbik için gönderilmişlerdir. Hz Muhammed’in şeriatı kıyâmete kadar devam etmektedir, onun vârisleri İslam âlimleridir. ( „El ulamâu verasetul enbiyâi’’) Peygamberlere kimse vâris olamaz, hakîkî gerçek âlimler vâristirler buyurulmuştur. Sakın bu konuda tefrikaya düşmeyin, dağılıp parçalanmayın gerek yok, çünkü Allah’ın emirleri hükümleri belli. Eğer insanlar dağılıp parçalanıyorsa bu İslam’dan kaynaklanıyor, bu insanların kendinden kaynaklanan bir durumdur ki çünkü Kur’an-ı Kerim’in muhkem açık emirlerine bütün Müslümanlar uyduğu zaman, bağlandığı zaman birlik oluşur. Şimdi ilim işine gelince gerçek âlimler bir araya gelir, onlarda da icmayı onlar oluşturur, birlik daha da güçlenir de rahmete dönüşür, kuvvete dönüşür, yenilmez kuvvete dönüşür. Bunu birileri parçalıyor ki Müslümanların kuvveti parçalansın birlik olmasınlar diye yapılıyor. Perdenin arkasına bakın dünya da sağı da, solu da kullanan kimler; aynı merkezden kullanılıyor. Bu oyundan gelenler kimler? Bu oyuna gelenler şunlar: Direkt Kur’an’ı, sünneti, icmâyı ve müçtehidi söz sahibi yapmayıp başkalarını kıyıdan, köşeden destekleyip, perdenin arkasından, ilim ehli olmayanların kitaplarını tefrika yayan kitaplarını ve fikirlerini dünyaya empoze ediyorlar bunları yayıyorlar ikiliği kışkırtıyorlar. Nerede ikiliğe sebep olacak bir şey varsa orayı sürekli ne yapıyorlar; orayı destekliyorlar ve oranın üzerinde, oranın reklamı yapılıyor ki o ayrılığa, bölünmeye, parçalanmaya bak şurada bir fırsat vardır orayı destekleyelim diye bu birlikten, beraberlikten, huzurdan, barıştan, hukûkun üstünlüğünden korkan bir hak hakîkat düşmanları var. İşte bunu onların yapıyor bunların başka türlü sebepleri de var. Çünkü Hakk’a dalâlet, bâtıl karşıdır, hakîkatte bâtıla karşıdır hakîkati dünyaya egemen kılmazsanız bâtıl taraftar bulur.
Dakika 1:35:00
Eğer hakîkati hâkim kılarsanız, hakîkat taraftar bulduğu zaman bâtıl ortadan kaybolur. Burada dünya da aklı başında olan hukûkun, adâletin üstünlüğünden barıştan yana sosyal adâlet ve sevgi ve merhametten yana olan insanlar artık bir araya gelmeli haktan, hakîkatten yana olmalıdır. Yüce Allah’ın Kânûn-i Esâsî’sini iyi tanımalıdır. Bu Yüce Allah’ın dünyaya son olarak ortaya koyduğu anayasası, Hazreti Muhammed’e inzâl edilen İslam dinidir, O’nun şeriatıdır. Şeriat düşmanlığı yaparak bâtılı şeriat haline getirirseniz, yanlışı şeriat hâline getirir de dayatma ve zorbacıların dayatmasını şeriat olarak uygularsanız işte dünya da hakkın anayasasını ortadan kaldırır, başkalarının dayatmasını da şeriat olarak insanlara dayatır ve zorlarsınız. Burada demokrasinin sistem olarak kurduğunuz zaman onun mekanizmasını hakîkate gerçeğe ayarlamazsanız orada da problemleri görür ve yaşarsınız. Çünkü meydan hakîkate ayarlanmalı, çarkın ayarı dönen hayat çarkının nizâmın sistemin ayarı iyi yapılmalıdır. Yanlışa ayarladığınız her konuda problemler yaşarsınız. Dünya şuanda çok problemli sebebi budur. Hakk’ın anayasası ihmâl edilmiştir bunun cezâsını insanoğlu çekmektedir. İster kabul et, ister etme bu bir gerçektir.
Kıymetli dostlarım,
Yüce Allah sizin için dinden Nuh’a tavsiye ettiğini sana vahiy eylediğimizi İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya tavsiye kıldığımızı kânûn yaptı diyor bak Cenab-ı Hak. Şöyle ki: “Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” Bak ‘’Şûrâ Sûresi 13’üncü âyetinde’’ Yüce Rabbimiz böyle buyurdu. Peki, insanlar ne yapıyor; Bakın bütün peygamberlerin değişmez bir ezelî ebedî bir anayasa var. Nuh Peygambere de, İbrâhim’e de, Mûsâ’ya da, Îsâ’ya da tavsiye kıldığımız bir diyor kânûn var. Bunu diyor biz Hazreti Muhammed’e de ne yaptık; Vahiy eyledik diyor ve sana da bunu bir kânûn yaptık diyor. Dikkat edin! Bütün peygamberlerin bir ortak noktası var bir değişmeyen anayasası var Kânûn-i Esâsî var. Bu nedir? Allah ezelde de birdir ebedî de birdir. Allah’ın eşi benzeri ezelde ebette yoktur. Bütün peygamberlerin Amentüsü aynıdır, bütün îmânlar peygamberlerin îmânı gerçek hak îmândır. Ortaya konanda Allah’ın kânûnlarıdır bu konuları yenileyen de Allah’ın kendisidir. Geçmiş İslam şeriatıyla komple Allah yenilemiştir. Bir itirazın olabilir mi? Olamaz. Niye? Allah’a itiraz edilmez. Ha, ettin tamam, nefsin feveran etti bunun hesabını vereceksin. Sende vereceksin, bende vereceğim yani bunun hesabını vermeyecek yok ki herkes verecek.
Dakika 1:40:03
Birisinin inanmamış hesap verecek, bir inanmış hesap verecek. Biri Allah’u Teâlâ’nın kânûnları itaat etmiş olarak hesap verecek, biri isyân etmiş olarak hesap verecek. Herkes hesap verecek ama birde neticeye bakalım. Îmân edenle isyan edenin neticesi Mahkeme-i Kübrâ da bir olur mu? Oraya gelecek kânûn, anayasa hem de cezâyı müeyyide kânûnları, cezâ kânûnları Kur’an-ı Kerim’in İslam’ın kânûnlarıdır. Allah ezelînde, ebedînde Allah’ı. Hz Muhammed’e İslam dini Allah tarafından vahiy edilip, inzâl edilip, indirildikten sonra dünyadaki bütün milletlerin dini İslam’dır. Mahşerde Kur’an-ı Kerim’e dâvet edilecek herkes gelin bakalım. Muhammed’e Kur’an indikten sonra, İslam dini yerleştikten sonra dünyanın sonuna kadar bütün çağların ve milletlerin Peygamberi Hazreti Muhammed, Kitâb’ı Kur’an’dır. Mahşerde herkes bu Kitâb’a çağırılacak, bunun hükmüne göre mahkemeden geçecek herkes. Bunun emrine uydun uydun, uymadın bunun sonucuna hepimiz katlanacağız. Katlanman diyecek var mı? Yok. Katlanmam deyip de ben yapmam etmem diyecek birisi var mı? Azrâil’e ben can vermem diyen biri var mı? Yok. Mezara girmem, ben mezardan kalkmam, ben yaratılmam, dünyaya gelmem diye itiraz kabul var mı? Yok. Bak dünyaya nasıl yaratıldın? Geldin yoktan, yoktan yaratıldın sen bir müddet önce yoktun. Bak yoktun var edildin, yaşayıp öleceksin yine mezarından kalkıp mahşer de Allah’a hesap vereceksin. Etmem, yapmam öyle dava yok. Kime karşı koyuyorsun sen? Bir Firavun öbür Firavun’a karşı koyar ordusu vardır, askeri vardır ya yener ya yenilir. Şeytanlar da böyledir, insanlar da böyledir hepsinin karşılığı şeriki vardır, dengi vardır Allah’tan başka herkesin. Ama Allah’ın eşi benzeri yok ki… O, bir şeye ol dediği zaman O yaratıcı otorite ki derhâl o oluveriyor. Olmam deme şansı yok ki. Allah’ı tanı ve O’nun hükümlerine bağlı kal. Bunu Azrâil Aleyhisselâm gelmeden, ölüm gelmeden, mezara girmeden çarçabuk bu işi hallet yoksa yazık olur. Ama kimse sakın ola ki İslam herkesi cennete çağırıyor kimseye bir zarar gelmesin diye uyarıyor. Bu işi ihmâl etme, sakın bir nefes erteleme derhâl Müslüman ol tövbe istiğfar et. Bunları Müslümanlar da yapsın, öbürleri de herkes yapsın. Müslüman daha iyi Müslüman olmanın gayretine baksın, öbürleri de bu hakîkati artık baksınlar, görsünler. Bu herkesin kendi kârine zorlayıcı bir şey yok, İslam da dayatma yok. İslam bir gerçek, bir hakîkat… Hakîkat dâima ezelî, ebedî o varlığını sürdürür. Ancak hakîkati kabul etmeyen kişi dalâlette kalır. Her dalâletin başı belâdadır, her hakîkatin sonu selâmettir, önü de selâmettir, sonu da selâmettir. Dalâletin önü de berbat, sonu da berbattır. Allah’u Teâlâ bir şeye hak dedi mi o haktır, işte o İslam’dır hak din Hakk’ın dini Yüce İslam’dır.
Dakika 1:45:04
Bunun Peygamberi Hz Muhammed’dir, bunun Kânûn-i Esâsî’si işte Kur’an-ı Kerim’dir. Onun yanında sünnet-i şerif ve icmâ ki yüksek müçtehitlerin, yüksek âlimlerimizin bir araya gelip bir konuda ittifâk hâle gelmesi müttefik (Muttefekun Aleyh) Bir konuda ittifâk etmeleridir ve yine yüksek Ulemâ’nın içtihâd oluşturarak bilinenden bilinmeyeni yani Kıyâs-ı Fukahâ Fakihlerin kıyas etmesidir. Bu da mükemmel aslî delillerdendir. Çünkü bilinenden bilinmeyene terakkî etmek değişen şartlara Kur’an-ı Kerim dâima cüzüm getirmiştir. Çünkü Kur’an-ı Kerim çağları değişecek şartları kuşatmıştır. Bunda 14 asır önce sonradan sana vasıtaları mevcut vasıtaları sayarken bakın sonradan icâd edilecek vasıtalara hemen kapıyı açmıştır tâ o gün. Havada, karada, denizde daha nice vardır vasıtalar yaratacağını tâ o gün söylemiştir 14 asır önce. Kur’an-ı Kerim hak ve gerçektir Allah Kitâbı’dır Kelâmullahtır kayıtsız-şartsız, şeksiz-şüphesiz. Yüce Allah’tan kalbi selim isteyin ve doğru lîsân isteyin.
(Allahümme eselüke kalben selimâ ve lisânen sâdika)
Doğru sözlü, doğru özlü kalbi selim olan, dili doğruyu söyleyen bir kul işte Müslümanın yapısı budur. Müslüman özünde de, sözünden dostluğudur kalbi selim bir kalptir lisânı hakkı doğruyu söyler. Bunu da tabi İslam sana yerleşecek sen İslam’a, İslam’ın bütün hükümlerine teslim olacaksın, İslam’ın deryâsında yaşayacaksın. Kenara kaçıp da işine geldiğini alıp, işine gelmediğini almazsan bu İslam değildir. Bu nefsine göre hareket emektir, nefsin hevâsına uymaktır, nefsi putlaştırmak ve tanrılaştırmaktır. Gök kubbenin altında en büyük günah hevâya uymaktır o da nefsin arzu ve isteklerinin tanrılaşması, ilâhlaşması demektir. Hakk‘ı tanımıyor, hakîkati tanımıyor da nefsi ne isterse onu yapıyor. Yani sen nefsine de, kendine de iyilik yaptığını mı zannediyorsun? Nefsin cenneti kendine tapmasında mı? Yoksa İslam’ın ölümsüz hayata seni ayarlamasında mı? Ayarları İslam yapar ama Allah’a itaatle, kullukla gerçek îmânla olur bu iş, bunun içinde ana sermaye ilim, irfândır.
Kıymetli dostlar,
Cenab-ı Hak bu âyet-i kerimede bu yüce fermanını buyurduktan sonra o her zaman millette o zamanın şeriatıdır onun üzerinde bir araya gelmemizi ve onda ayrılık çıkarmamayı bir ve bütün olmayı emreyledi. Meselâ Hazreti Muhammed’den önce Îsâ şeriatı geçerliydi, ondan önce Mûsâ’nın ki geçerliydi, ondan önce İbrâhim’in ki geçerliydi, ondan önce Nuh’unki geçerliydi.
Dakika 1:50:04
En son hepsini yenileyen Hazreti Muhammed’e inzâl edilen İslam şeriatıdır. Bütün dünya içinde bulunduğu ortamda hangi peygamber hangi şeriatla gönderildiyse bütün milletler ona inanıp ve ona bağlanması orada birlik ve beraberlik oluşturması gerekmektedir. Bu gerçeği bir türlü hazmedemeyenler dünya da bakın birliği, beraberliği, kardeşliği, merhameti, sosyal adâleti, evrensel adâleti, evrensel barışı bakın işte burada engelliyorlar, önüne geçiyorlar barışı gerçekleştirmiyorlar. Burada insanoğlu suçu kendinde arasın. Cenab-ı Hak bakın ne diyor; (Yedullahi meal cemeati‘) Sevgili Peygamberimizden bakın bu rivâyet: “Allah’ın eli cemaatle beraberdir.” Sevgili Peygamberimiz bakın bu hadis-i şerif bize neyi gösteriyor? Bize birliğin, beraberliğin bir rahmet olduğunu, kuvvet olduğunu birlikte bir kuvvetin olduğunu açıkça gösteriyor. “Allah’ın eli cemaatle beraberdir” diyor. Cemaat nedir? İslam birliğidir, İslâm kardeşliği ki bu bütün insanlığı kucaklayan evrensel barışın adıdır. Haktan taviz vererek değil, hakkı hâkim kılarak, bâtıla boyun eğerek değil, bâtılı yanlıştan kurtarmaya çalışarak. Ne yazık ki bugün taviz vermeyi barış zannediyorlar. Hakkı gizlemeyi, doğruyu gizlemeyi barış veya tolerans veya uyum zannediyorlar, hoşgörü zannediyorlar. Hayır, hakîkati hakîkat ortaya koymadığınız müddetçe hoşgörü denilen şeyin değeri olmaz, tutunacak tarafı da olmaz, barışta gerçekleşmez, barış hakîkatle gerçekleşir. Onun için dalkavukluğu, yağcılığı, yanlışı, bâtılı ortaya koyup da barış gelecek demek işte ortalığı tozu dumana vermek demektir. Ortalık da toz duman yüzdüğü müddetçe orada huzur olur mu? Mikrop kaynar tozun dumanın olduğu yerde mikroplar da kaynar, barış ortadan kaybolur, hastalıklar artar. İşte anarşinin, monarşinin ve dünyadaki kargaşanın terörün ortaya çıkmasının bütün sebepleri nedir? Bâtılın yanlışın taraftar bulmasıdır. Hakkı, hakîkati ortaya konması ve onu hâkim kılması konusunda dünyanın başarısı şu anda yeterli değildir. Hâkimlerden bakın (يَدُ اللَّهِ) “Yedullah” yani kuvvet, cemaat iledir. Hâkimlerden (bilge kişilerden) birisi vefat ederken evladına vasiyet etti. Onlar da bir topluluk idiler. O bilge kişi: “Bana bir kucak değnek getirin” dedi. Getirdiler, tuttu onları toplayıp bir deste yaptı, “Bunu böyle toplu olarak kırın” dedi kıramadılar. Sonra dağıttı “Birer birer kırın” dedi kırdılar. “İşte dedi, siz de benden sonra böylesiniz, toplu olduğunuz sürece mağlup olmaz yenilmezsiniz.
Dakika 1:55:00
Ayrıldınız mı düşmanınız fırsat bulup sizi mahveder işte dini tutacak olanlar da böyledir. Dini ayakta tutma hususunda bir araya gelip de dağılmadıkları takdirde düşman onlara kahredemez. İnsan kendin nefsinde de böyledir. Nefsinde kendini toplayıp da Allah’ın dinini yerine getirmeye azmettiği zaman ne insanlardan, ne cinlerden bir şeytan vereceği vesveseyle onu îmânın ve meleğin yardımı karşısında şeytanlar yenemez.” Bakın fertte birlik iç dünyanda dinini toparlar gerçek dini bilgi sentezi oluştur, cehâleti kov, bilgiyle donan ama hak bilgiyle hak bilginin kaynağı Kur’an-ı Kerim’i doğru bilmek dünyaya doğru anlatmaktır.
Kıskançlık, çekememezlik dünya hırsı ile haksızlık haksız istekler aşırı sevdalar yüzündendir. Nedir bu parçalanmaları sebebi? Ancak kendilerine ilim geldikten sonra şöyle bir bakın niye parçalandılar? (بَغْيًا بَيْنَهُمْ) Aralarındaki azgınlıktan dolayıdır. Kıskançlık, çekememezlik dünya hırsı ile haksız istekler aşırı sevdalar yüzündendir, işte bu bölünmelerin parçalanmaların sebebi. Demek ki ilim insanların düzelmesi için yeterli değildir nefsi emmarenin öyle kötü hisleri vardır ki insanları bildiklerinin tersine açık açık fenalıklara sürükler. Hislerin seslenmesi geliştirilmesi için pratik bir terbiye daha lâzımdır. Yani insanlara terbiye de lâzımdır bu da ahlâkın düzeltilmesi konusunda ilimden başka hislerin… Dikkat et! İlimden başka hislerin süslenmesi, geliştirilmesi için pratik bir daha lâzımdır. Bir eğitim, bir öğretim vardır öğretim varsa, eğitim yoksa olmaz. Çünkü teoride olan pratikte de olması gerekiyor. Teoride ki ilim bir de yaşanan ilim, yaşanan ahlâk vardır yaşanan ahlâk onun terbiyesi lâzımdır. Dini terbiyenin bu özelliği de özel bir önemi vardır. İşte o özel önemi olan yaşanan ahlâkın terbiyesi mutlaka verilmelidir tüm insanlık âlemine A‘dan Z’ye verilmelidir ama bir defa hak kavramı üzerinde anlaşmak gerekiyor. Allah’ın hak dediğine öbürü başka diyorsa orada zaten bir kargaşa vardır bugünkü dünyada ir kargaşa vardır eğitim sistemi içinde de bir kargaşa vardır. Bilhassa da ahlâk ve hukûk konusunda dünya gerçek anlamda anlaşmış değildir. Çünkü Yüce Allah’ın ortaya koyduğu ahlâk ahlâktır, kânûn da kânûndur, hukûkta hukûktur. Çünkü bütün hakları mahlûkuna Allah vermiştir hukûkun üstünlüğü buradadır bütün haklar Allah’tadır ve bütün hakları veren her yarattığına da hakkını veren Allah’tır.
Dakika 2:00:05
Eğer bu insanoğlu uygulamazsa hak sahiplerine hakkını vermezse zulmetmiş olur ve orada adâlet yoktur. Eğer Rabbinden bir kelime geçmiş olmasaydı, azâb içinde ezelde bir vakit ve saat takdir edilmiş bulunmasaydı belirlenmiş bir süreye kadar diye, “Bir zümrenin cennete, bir zümrenin de cehenneme gideceği hükmü de verilmiş olmasaydı aralarında hüküm yerine getirilir.” Yani bölünmenin parçalanmanın cezâsını Allah hemen verirdi. Ama bir takdir var vazgeçtiği yok ama ertelediği bir durum var. Niye? İnsanoğluna dâima aklını başına alsın, tövbe etsin, îmâna gelsin diye bir zaman tanıyor Cenab-ı Hak, mehil-müddet veriyor. Yoksa işinizi bitiririm diyor dağılıp parçalanmak büyük suçtur. Hakta hakîkatten uzaklaşamazsın. Hemen ayrıldıkları sırada cezâları verilir, işleri bitirilirdi. “Onlara vaad olunan asil vakit o saattir.” Yani biz bir de bu işin son saati var ondan sonra bunun artık ertelenmesi falan yok hüküm tamamen gerçekleşiyor. Ya cenneti bulacaksın veyahut da öbür âlemi.
Dakika 2:02:06