453- Tefsir Ders 453 hayat veren nurun keşif notları
453- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 453
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
‘‘’Elhamdülillahi Rabbil-âlemin vesselâtü vesselâmü alâ Rasûlina Muhammedin ve alâ âli Muhammed’’
“Estağfirullah bi-adedi zünûbina hattâ tuğfer Allah’u ekber hattâ tuğfer.”
Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,
Hayat veren nurun dersleri, keşif notları ve irşâd notları adlı dersimiz Hucûrat Sûresi’nin 12 ve 13’üncü âyetlerinin keşif notlarıyla devam etmektedir.
(إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ ) Yüce Allah Tevvâb’dır Rahîm’dir.
Tevvâb ismi şerifine şöyle bir bakalım; Kendisine tövbe eden ve yönelen kulları çok demektir. Öyle çok tövbe kabul eder ki tövbe ile her günahı affedebilir. Yeter ki dilesin önünde onun için ezelî ebedî bir engel yoktur. Hiç bir günahkârın tövbeyle af olunamayacak bir günahı düşünülemez çünkü en büyük günah şirktir. Tövbe ve îmân ile Allah onu da affeder. Yalnız dikkat et! “Tövbe ve îmân ile” Şirkten vazgeçersen, küfürden vazgeçer tövbe eder îmân edersen İslam’ın îmânını ortaya koyduğu İslam îmânını eğer kalbin tasdik eder, dilin ikrâr eder, îmân eder tövbe edersen bakın affedilmez günahları affediyor. Şirk, küfür, nifâk biliyorsunuz îmân edilip tövbe edildiği zaman bunlardan da Cenab-ı Hak kullarına kurtarıyor. Ki, İslam’ın zaten bütün dünyayı tüm insanlığı kurtarmaya gelmiştir. Bütün insanlık kurtulması içindir ne varsa, ne kadar insan varsa o kadar insanı cinler de dâhil kurtarmak için Yüce İslam Allah’ın rahmetinin, mağfiretinin, rahmetinin tecellîsidir. Bunun için bütün insanlık âlemi gerçekten îmân etmeli, tövbe etmeli Yüce Allah Tevvâb’dır, Rahîm’dir, yüce sıfatlar en güzel isimler hep O’nundur, eksik sıfatlardan münezzehtir, kemâl sıfatlarla muttasıftır. (لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ) Cenab-ı Hak ne diyor; “Kendisine şirk koşulmasını aslâ bağışlamaz.” Bağışlaması için ne lâzım? Îmâna gelmesi, şirkten vazgeçmesi, tevhîd îmânıyla Allah’a, O’nun Peygamberi Muhammed’in Peygamberliğine Muhammed’e inzâl edilen İslam’ın tümüne îmân etmesi, kalbi ile tasdik, diliyle ikrâr etmesi ebediyyû’l-ebed inkârdan, şüpheden, tekzipten uzak kalması gerekir.
Dakika 5:00
Tövbeyi kabul de çok fasih’tir öyle ki tövbe eden bir günahkârı hiç günah yapmamış gibi ne yapar onun tövbesini kabul edip, rahmetiyle mutlu kılar. Yeter ki O dilesin. Rivâyet olunur ki Selmân-ı Fârisî (Radıyallâhu Anhüm) Sahâbeden iki kimseye hizmet eder, yemeklerini yapardı, bir gün işinden uyuya kalmış. Olur ya insanlık hâli, bunun üzerine bir katık istemek için onu Peygamber Efendimize gönderdiler (Aleyhisselâtu Vesselâm), Peygamberin yemeğine de Usâme bakıyordu (Radıyallâhu Anhü) yanımda bir şey yok dedi. Selmân’da gidip haber verdi. O iki zat aralarında Selmân hakkında “Biz onu taşkın bir kuyuya göndersek suyu çekilir” demişlerdi. Sonra bu iki zat Resulullah’ın Sallallâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem huzuruna geldiklerinde Rasûlullah, “Niye ben sizin ağızlarınız da et yeşilliği görüyorum?” buyurdu. Et yemedik dediler. “Herhâlde siz gıybet etmişsiniz” buyurdu ki bu âyet geldi. Yani gıybet edenlerin ölmüş kardeşinin etini yemiş gibi böyle bir günaha giriftar olduklarını açıklayan âyetler geldi. Nitekim gıybet etmenin ölmüş kardeşinin etini yemek gibidir. Bunun içinde gıybeti yüce İslam tamamen yasaklanmıştır. (يَا أَيُّهَا النَّاسُ) “Ey insanlar haberiniz olsun ki biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık” buyuruyor. Kıymetli dostlarımız ve sizi milletler ve kabileler yaptık ki (لِتَعَارَفُوا) tanışasınız. Tabii insanların ferdî, içtimâi, millî ve devlet olarak yaşaması için millî birliğe bütünlüğe ruh birliğine, kardeşliğe, dayanışmaya tabii ki ihtiyaçları vardır. Bunun içinde birliği zedeleyecek ruhları kalpleri zedeleyecek kötü söz düşünce davranışların tamamını Yüce İslam yasaklamış en güzel ahlâkı ortaya koymuştur ki Yüce İslam yüce ahlâktır.
Bunun içinde ‘’şuûb’’ bakın ‘’şâbın’’ çoğulu ‘’kabâil’’ Kabilenin çoğuludur. İnsanın kafatasını meydana getiren kemiklerden her birine kabile ve hepsine ‘’kabâil’’ denir. Ve bu baş kemiklerinin birbirine kavuşup bitiştiği eke de “şâ’b” denilir.
Dakika 10:00
Bir babanın sulbünden dallanan çok bir topluluğa bundan alınmış olarak kabile denildiği gibi çeşitli kabileleri toplayan ve hepsi bir asla mensup olan büyük cemiyete de ‘’re’s’’ veya ‘’şâ’b’’ denilir. Bu şekilde bir asla mensup olan toplumların hepsinin başı ve büyüğü olan toplum şâ’b’dır ki kabileleri içinde bulundurur. Kabile emareleri içinde bulundurur ki sadır, yani göğüs derecesindedir. Amâre batınları içinde bulundurur ki, Türkçede göbek deyimine benzer. Batın fahızları içinde alır, fahızlar da fasileleri içine alır, toplamı altı tabaka eder. Bazıları fasileden sonra yedinci olarak aşireti saymışlardır. Meselâ Huzeyme bir şâ’b, Kinâne bir kabile, Kureyş Amâre, Arap batınlarına şuûbun da Acem yani Arab’ın dışındaki kavim batınlarına işaret olunduğunu söylemişlerdir. Netice olarak bir erkekle bir dişiden yaratılıp da şuûb ve kabilelere ayırış daralıp, daralıp dağılmak ve dövüşmek, sövüşmek için değil tanışıp yardımlaşarak sevişmek ve güzel ahlâkları tatbik ederek daha büyük daha güzel toplumlar meydana getirip korunmak içindir. ( إِ نَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ) Zirâ muhakkak ki Allah indinde en itibarlınız en takvâlınızdır, üstünlük takvâdadır. Şu veya bu kimsenin mezhebinden veya filan kavmin soyundan olmak değildir takvâdadır üstünlük. “Sûra üfürülünce artık aralarında mezhep yoktur.” diyor Cenab-ı Hak. ‘’Mu’minûn Sûresi 101înci âyet-i kerimesinde’’ Allah yanında yüksek derecelere ulaşmak isteyenler takvâya sarılmalıdırlar. Milletleri devletleri yükselten asîl yükselten takvâdır.
Şimdi “Etkâ” takvâdan ism-i tafdil’dir. Korunup sakınmak demektir. Takvâ, etkâ korunup sakınmaktır. Aslı ‘’vakya’dır’’ ‘’vav’’ harfi tüklan ve tücâh gibi “ta” harfine, ‘’ya’’ harfi de bakvâ gibi ‘’vav’’ harfine kalbedilmiştir ki nefsi korkulacak şeylerden muhafazaya koyup korumak, diğer bir ifadeyle sipere girip korunmak demektir. Bu tabii ki şeriatta iki mânâda kullanılır. Birisi geniş olan âmm mânâsındaki sonunda âhirette zararlı olandan sakınıp korunmak demektir.
Dakika 15:00
Bunun fazlayı ve eksiği kabul eden geniş bir sahası vardır ki, en aşağısı cehennem de ebedî kalmayı neticelendiren şirkten sakınmaktır. En yükseği de sırrını haktan alıkoyabilecek her hususta temiz tutarak bütün varlığı ile Hakk’a dönüştür. Bütün mânâsına Allah’ın korumasına girmektir, Yüce Allah’ın himâyesinde bulunmaktır takvâ budur.
Şimdi en yükseğe üzerinde takvânın bir daha duralım.
Sırrını haktan alıkoyabilecek her husustan temiz tutarak bütün varlığı ile Hakk’a dönüştür. Allah’ Celle Celâlühü bütün varlığınla kalbimle, kalbini de tertemiz tutarak O’na yönelmek, O’na bağlanmak… Ve O’nun seni gördüğünü hiç unutmamak, O’na derin bir saygı içinde bulunmak, O’na göre de bu saygı, bu edep, bu terbiye içinde de Allah’a ihlâs ile kullukta bulunmak ve haram ve günahların şüphelilerin de tamamından sakınmaktır. Bu Allah’ın himâyesidir O’nun korunması altında bulunmanın adı takvâdır. (اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ) “Allah’tan hakkıyla korununuz korkunuz.” Zaten korunmak korkmakla Yüce Allah’ı sevmekle ortaya çıkar Allah’tan korunmanın adı azâbından korunmaktır, azâbına çarpılmamaktır. Çarpılmamak için haram ve günahlardan uzak kalmak ki bu Allah korkusunu ve bütün zevkle yapılan ibadetlerin tamamı da Allah sevgisini gerektirir. Allah’u Teâlâ’yı bütün varlığıyla sevenler ibadetlerini zevkle seve seve yaparlar. Allah’tan korkanlar haram ve günahları terk ederler Allah’ın azâbından korunurlar. Yoksa siper altına girmekle, gidip de bir kodamanın himâyesine girmek ile işte benim patronun zengindir, benim önderim güçlüdür, benim torpilim vardır bunlar korunmak değildir. Korunmak, Yüce Allah’ın ortaya koyduğu yüce kuralları İslam’ın ölçülerine, şeriatın ölçülerine uyarak yaşamaktır.
Birde şeriatta bilinen özel mânâsı vardır ki mutlak olarak takvâ denildiği ve karine bulunmadığı zaman maksat bu olur; Nefsi günaha lâyık kılacak gerek fiil ve gerek terk, herhangi bir günahtan korumaktır. Kişi kendi nefsini bütün günahlardan koruyabiliyorsa orada takvâ vardır. Cenab-ı Hak; (الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ ) “Ufak tefek kusur dışında onlar, büyük günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınırlar.” Takvânın burada başladığını görüyoruz. Büyük günahlardan hayâsızlıktan kaçınırlar, edepsizlikten kaçınırlar.
Dakika 20:00
Kıymetli dostlar,
Kul zarar olan şeyden sakınmak için kendisinde zarar olmayan şeyi terk etmedikçe mattakilerden olmaz.” Tirmizî’nin İbn-i Mâce’nin rivâyet ettiği bu hadis-i şerifte: Kul zarar olan şeyden sakınmak için… Buraya dikkat et! Zarar, zarar olan şeyden sakınmak için kendisinde zarar olmayan şeyi terk etmedikçe muttakilerden olmaz, demiş Peygamberimiz. Şimdi eğer şu anda yaptığın bir şey seni zararı olmayan bir şey ama biraz sonra bu şey seni zarara götürecekse, günaha onu terk etmen gerekiyor. Çünkü bazı vâsıtalar vardır ki seni harama sürükler. Meselâ bakmak zinânın köprüsüdür, zinâya yol açar. (وَلاَ تَقْرَبُواْ الزِّنَى) bakın zinâyı işlemeden önce yaklaşmayın. Burada yaklaşmak nedir? Zinânın işlenmesine bizzat vesiledir onun yoludur. Bunun için harama götüren yolları da, günaha götüren zarara götüren yolları da bilmelidir ve zarara günaha götüren köprü yapmamalıdır. Daima faydalı olanı celb etmeli, zararı def edecek yapıda îmânda ve Amel-i Sâlih’te bulunmalıdır. Haram şüphesi olan helâllerden… Dikkat et! Haram şüphesi olan helâllerden yani tahrimen mekruh olanlardan da kaçınmak gerekir.
Ragıp der ki: Şeriatın tarifinde takvâ: Nefsi günahtan korumaktır, bu ise haramı terk ile olur, bu da işlenmesi mübah olan şeyleri terk ile tamamlanır. Çünkü rivâyet olunan “Helâl belli, haramda bellidir, aralarında şüpheli şeyler vardır…” Hadis-i şerifi gereğince korunun kenarında otlayan içine düşebilir.
(el harâmu beyyinün vel harâmü beyyinün ve beynehümâ müştehibâtün) buyurmuş sevgili Peygamberimiz.
Buhârî Müslim ve diğerlerinde rivâyet olunduğuna göre Rasûlullah Sallallâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem Efendimiz buyurmuştur ki: “Helâl, belli haram da bellidir, yani şeran açıklanmıştır.” Fakat bu ikisi arasında her ikisine de benzeyebilen şüpheli şeyler vardır ki, insanların çoğu onları bilmez. Bundan dolayı şüpheli şeylerden korunan kimse dinini ve ırzını temiz tutmuş olur şüpheli şeylere düşen ise harama düşer, nitekim koru kenarında (koyun) güden çobanın koruya düşmesi pek mümkündür, yasak bölge de bulunduğu müddetçe bir gün o yasak bölgeye koyunları kaçırır ve cezâyı görür. Haberiniz olsun ki her padişahın bir korusu vardır. Allah’ın korusu da yasak kıldığı haram ve günah ne varsa bunları Allah’ın korusudur.
Dakika 25:00
Haberiniz olsun ki cesette bir et parçası vardır, o iyi olursa cesedin hepsi iyi olur, o bozuk olursa cesedin hepsi bozuk olur biliniz ki o kalptir. Birgivî bu hadisi naklettikten sonra der ki; sözlük mânâsı, şeriata mümkün olduğu kadar geçerlidir. Aşırı korunma mânâsı ise küçük günahlardan ve şüpheli şeylerden bile korunmayı gerektirir. Fakat bu zamanda şüpheli şeylerin hepsinden korunmak mümkün değildir. Onun için harama yakın olan şüphelerden başkası hâriç olur. İbadet ve itaat, güç yetirebilen miktar ve ölçüdedir. O hâlde takvânın meydana gelmesinde her bir haramdan, bir da harama yakın bir kerâhetle mekruh olanlardan kaçınmak gereği ortaya çıkmış olur… Bu açıklamada takvânın yukarlarda zikredilmiş olan üç derecesine de işaret edilmiş oldu, bunlar gösteriyor ki, takvâlı olabilmek için korunulmuş korunulması gereken günahları, tehlikeleri bilmek gerekecektir. Yani emin olmadan takvâ olmayacaktır. İlim, ilim, ilim hak ilim İslam ilmini fıkıh ilmini lehine ve aleyhine bu dinde ne varsa bilmeye çalışmak ve sürekli hak bilgisini arttırmak gerekmektedir. Yüce Allah Fâtır Sûresi’nin 28’inci âyetinde bakın Yüce Rabbimiz ne buyuruyor; (إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء) “Kulları içinden ancak âlimler Allah’tan gereğince korkar.” Niçin âlimler korkuyor? İlimleri var, hak ilim bu yoksa papağanların ve ilmine amel etmeyen bozuk ruhluların ilminden bahsedilmiyor. Bu hak ilim îmân ve Amel-i Sâlih ile ihlâsla birleşmiş bir ilim bu ki gerçek ilim gerçek âlim. Kıymetli dostlar, Allah’tan en çok korkan mânâsını da ifade eder. Yani başta Peygamberler ve Peygamberimiz ondan sonra da “Sıddıklar, Şehitleri Sâlihler” ki işte âlimler protokolde Sıddıkların yanındadır. Gerçek âlimler Peygamberden sonra Peygambere vâris olan Ulemâ’dır. Bunun için; “Allah nezdinde en şerefliniz Allah’tan en çok korkanınızdır” buyurulmuştur. Cenab-ı Hak; “İşte bu kimseler Allah’ın, kalplerini takvâ ile imtihan ettiği kimselerdir.” Hucûrat 3’üncü âyet-i kerimede böyle buyururken, “Her kimi insanların en şereflisi olmak sevindirirse Allah’a takvâlı olsun” buyurdu Sevgili Peygamberimiz. Bir hadis-i şeriftir ki bu hadisin naklini yapan da Kurtubî ‘dir. Sevgili Peygamberimiz Aleyhisselâtu Vesselâm yine buyurdular ki; “Ey insanlar! İnsanlar iki kişiden ibârettir: Biri mü’min, muttaki, Allah yanında şerefli; biri de fâcir, kötü, Allah’ın yanında değersiz.”
Dakika 30:16
İbn-i Abbas’ta şöyle rivâyet etmişlerdir, İbn-i Abbâs’tan rivâyet olunmuştur ki: Dünyanın şerefi zenginlik, âhiretin şerefi takvâdır. Şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir ve her şeyden haberdardır. Yalnız takvâ dünyanın da berzah âleminin de, ukba âleminin de şereflidir takvânın üzerinde şeref olmaz. Cenab-ı Hak takvâlı Müslümanın bir defa kurtuluşunun garanti olduğu Vaad-i Sübhânîsine şanlı Kur’an ‘da, sünnette görüyoruz.
“Biz filan oğulları ve filan oğulları gibi sana savaş açmadık, ağırlık ve ailelerimizle geldik” diyorlar. Sadaka gözetiyorlardı ve Müslümanlıklarını da sanki Peygamberimizin yüzüne kakıyorlardı. De ki: “Siz îmân etmediniz” (قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا) siz îmân etmediniz. Çünkü îmân yalnız dil ile ikrârdan ibaret değil yürekten sevgiyle güven ve inançla kesin bir şekilde tasdik olması gerekir. Yoksa Müslüman olduk diye Peygamberi minnettar etmeye kalkışılmaz veya gerçek îmân etmiş olsaydınız. Ve fakat henüz îmân kalplerinize girmemiş olduğu hâlde İslam’a geldik deyin, Müslüman olmaya karar verdik, sulha girdik deyin, böyle derseniz yalan söylememiş olursunuz. Çünkü harbin zıttı da olan sulha girmek ve bağlanmak mânâsına İslam savaşı terk edipte görünüşte karar vermekle oluşabilir. Hâlbuki kalpte sağlam tasdik olmadan îmân ettik demek yalan olur. Çünkü kalp İslam’ın tümünü tasdikten geçirmesi gerekiyor hiç mi hiç şüphe etmeden. Bunun için Cenab-ı Hak; “siz îmân etmediniz fakat İslam’a girdiniz” denilmektedir. Genel ile özelin farkı vardır îmân ancak kalp ile olur. Bazen onunla beraber lîsân ile olur İslam ise daha geneldir. Fakat özel şeklinde genel ile özel birleşmiş olur. Fahrur Râzî bu izahta bulunmuş. Ragıp da müfredatında şöyle der; İslam şeriatta iki kısımdır birisi îmânın altındadır ki bu dil ile ikrârdır, bununla kalp korunmuş olunur beraberinde itikat gerek olsun, gerek olmasın. “O A’râbiler inandık, dediler, de ki: Siz îmân etmediniz fakat İslam’a geldik deyin.” âyetinde bu mânâ kastedilmiştir birisi de îmânın üstündedir ki, bunda dil ile ifade ile beraber hem kalben îmân, hem vefa hem de Allah’u Teâlâ’ya bütün kaza ve kaderinde teslimiyet vardır. Nitekim İbrâhim Aleyhisselâm hakkında (إِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُ أَسْلِمْ قَالَ أَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ) “Rabbi ona: “İslam ol, teslim ol” dediği anda, “Âlemlerin Rabbine teslim oldum” dedi.
Dakika 35:30
İşte Bakara Sûresi 131’inci âyetinde buyurulması böyledir. B unun gibi, (إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ ) “Allah nezdinde hak din ancak İslam’dır.” Âyeti ve (تَوَفَّنِي مُسْلِمًا) “Beni Müslüman olarak öldür” âyeti de bu mânâyadır. “Beni rızâna teslim olan kullarından eyle demektir. Şeytanın bağlamasından güvenli kıl mânâsına olması da câizdir. Bu görüşte Ragıp el İsfahani ’ye aittir. İmâm-ı Âzâma nispet edilen Fıkh-ı Ekber’de de şöyle denilmiştir: Îmân ikrâr ve tasdiktir, İslam Allah’u Teâlâ’nın emirlerine teslim olmak ve bağlanmaktır. Bundan dolayı îmân ile İslam arasında lügat yönünden fark vardır. Fakat şer’i hükümde İslam ’sız îmân, îmânsız İslam olmaz. Bu ikisi zâhir ile bâtın yüz ile astar gibidir din de îmân ve İslam ve şeriatın hepsini birden konulan isimdir… Demek olur ki yukarılar da (إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ ) “Allah nezdinde hak din ancak İslam’dır.” Âyetinde ve daha bazı yerlerde geçtiği üzere İslam kelimesi sözlükte asıl maddesi olan barış ve güven hemzesinin duhul ve müteaddi hâle koyma ve diğer mânâlarına göre barış ve karşılıklı anlaşmaya girmek veya koymak, güvenliğe çıkarmak, kurtulmak veya kurtarmak… İhlâs ve teslimiyet ve bağlanmak gibi birçok mânâya geldiğinden İslam ve îmân kavramların da sözlük bakımından çeşitli farklar bulunduğundan şeriat daha çok bunların ikisinin birlikte toplanmasına ve gerçekleşmesine itibar etmiş olmakla beraber sözlük anlamlarına da az çok gözden uzaklaştırmamış bulunmasından dolayı şer’i kullanılışta üç mânâ meydana gelmiş olur. Mü’min ve müslim gerçekçi bir sayılmıştır yine samîmî Müslümanlık karşılığında resmi Müslümanlık diye de ifade edilebilir. Bu henüz Müslümanlık değil Müslümanlığa bir giriştir. Demek ki mü’min ve müslim gerçekte bir sayılır ki çünkü îmân ile İslam içi içedir.
Üçüncüsüne baktığımız zaman ihsân mertebesini daha kendisinde bulunduran ihsan mertebesini yaşayan Müslümanlardır ki işte “Allah nezdinde din ancak İslam’dır” gerçeğinin ifade ettiği ve
“Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız ondan en çok korkanınızdır” buyurulmuştur.
Dakika 40:15
İkrâr edildiği gibi kalben de samîmîyetle îmâna yükselip olgun mü’min dost doğru Müslüman olmak üzere gereğince amel ederek Allah ve Rasûlünün emirlerini seve seve yerine getirirseniz Allah size amellerinizden hiçbirini eksik olarak ödemez, tamam öder çok çok lütfuyla da fazlasını verir.
Mü’min nasıl olur, denilirse: mü’minler ancak o kimselerdir ki Allah ve Rasûlüne îmân etmişlerdir ve bunlar sonra da hiç şüpheye düşmemiş işkillenmemiş, aslâ şüphe onların içinden geçmemiştir şüpheye yer vermezler şüpheden uzak olmakta şarttır. Çünkü îmânlı olmak için sonradan da şüpheye düşmüşlerdir. Mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihâd etmektedirler, yani Allah’a itaat yolunda her türlü zahmet ve sıkıntıya göğüs germektedirler. Mallar ve canlar ile cihâd malî ve bedeni her türlü ibadeti içine alır. (أُوْلَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ) Ve işte onlar Sâdıklar’dır îmân dâvâsında sadık verdikleri ikrâra kalpleriyle ve fiilleri ile içten bağlılık göstermiş samîmî müslümanlardır. De ki: Allah’a dininizi öğretiyor musunuz? Birileri kendi keyfine göre din anlayışını ortaya koyar haşa Allah’a da din öğretmeye kalkar bunlar ne mü’mindir, ne de Müslümandır. Bunlar göstermelik belki resmiyette öyle görünebilirler resmiyette Müslüman gibi görünürler ama Yüce Allah’ın ortaya koyduğu İslam’ın bütün emir ve kurallarını şeksiz şüphesiz tasdikten geçirmedikçe, Allah’ın emirlerine bağlanmadıkça, teslim olmadıkça gerçek anlamda Müslüman olamaz.
Minnet: O nimettir ki onu veren verdiği kimseden hiçbir sevap istemez, yalnız onun ihtiyacını kesmek ister ki bu ebedî şükre değer bir nimet olur. Veren hiçbir karşılık beklemediği ve hiçbir şey yapmamış gibi kesip attığı için alan kimse ebedîyyen minnettar kalır öyle nimet cana minnet kesilir. İşte fiilen böyle bir nimet ile minnettar etmeye başa kakma denildiği gibi onu hesaba alıp söylemeye yani başa kakmaya da mennetmek minnet saymak denilir. İkisi de kesmek mânâsına men’den alınmıştır. İn’âm fiili ihtiyacı keser, söylemek de nimeti keser ve şükrün kesilmesini gerektirir. Fakat Ragıp, bu men ve minnetin ağırlık ölçülerinden olan batman mânâsına menden alınmış olduğuna inanmış olarak der ki: minnet ağır nimet demektir. Ve bu iki şekilde söylenir. Birisi fiil ile olur filan filana men etti denir ki, nimet ile ağırlaştırdı yani çok nimet verdi demektir.
Dakika 45:00
“Allah mü’minlere büyük lütuf vermiştir.” “Allah size lütfetti.” “Andolsun Mûsâ’ya da nimetler verdik.” “Allah nimetini… Dilediğine lütfeder.” “İstiyorduk ki… Onlara lütufta bulunalım”. İşte Kasas Sûresi 5, İbrâhim 11 ve diğerlerinde bu şekilde nimetin esas sahibinin Allah olduğunu ebediyyû’l-ebed biz O’na minnettar olduğumuzu bilmemiz gerekiyor. Hakîkatte bu ancak Allah’u Teâlâ’dan olur. Çünkü nimeti O yaratır O verir. Şimdi tabii ki ağırlık laf ile verilir ki insanlar arasında bu çirkin sayılır ancak nimeti inkâr mealinde de olursa başka ve bu çirkin olduğu için minnet iyiliği yıkar denilmiştir. “Onlar İslam’la girdiklerini sana karşı başa kakıyorlar” âyet-i kerimesinde onlardan olan minnet söz ile Allah’tan onları olan minnet ve fiil iledir ki, onlara hidâyettir, onları doğru yola eriştirmedir. Kul Rabbisine: Ya Rabbi! Bütün nimetler senindir, sendendir diye şükreder tasdik eder dil ile ama nimeti Allah bizzat yaratır sana lütfeder verir. Bak o fiilen yaratıyor nimeti de veriyor, sen de o nimetin sahibine şükretmen ve O’na kulluk etmen ebediyyû’l-ebed ona minnettar olman gerekiyor. Onlardan olan minnet söz ile Allah’tan olan Allah’tan onlara olan minnette fiil iledir ki, onlara bu hidâyettir. Bakın Cenab-ı Hak hem bize nimeti veriyor, hem de hidâyet veriyor, hem de Müslümanlık nasîb ediyor Müslümanlık ile de ebedî lütuflar da bulunuyor. Onları doğru yola eriştirilmektedir ki bakın burada doğru yola İslam’ın Sırât-ı Müstakîm ’ine hidâyeti veren de O, Cenab-ı Hak’tır. De ki : “İslam’ınızı bana minnet saymayın, benim başıma kakmayın belki Allah size minnet eder.” Yani başa kakmak sizin hakkınız değil aksine Allah’ın hakkıdır. Çünkü yaratan o veren o ona kulluk etmeyip de nankörlük eden hâşâ, inkârda, şirkte, küfürde, nifâkta bulunursan zâlimlikte, haksızlıkta bulunursan işte başına kakılacak biri varsa nankörlerdir ve bu nimetin sahibi de Allah’tır. Îmân çok büyük bir nimet, buna hidâyet Allah’tan bir minnet olduğu için siz buna şükretmeyip de onu Peygamberin başına kakarsanız Allah’u Teâlâ bu hidâyete karşı küfrünüzden dolayı sizin başınıza kakar hak ettiğiniz cezâyı da verir. Ağırlığı altında ezer, nimetini keser, çünkü birileri cennette ebedî nimetlerin içinde bulunurken, bir taraf azâb içinde yüzmektedir.
Dakika 50:00
Müslümanlığınızda doğru olup olmadığınızı kalpleriniz de îmân ve doğruluk bulunup bulunmadığını niyetlerinizden neler geçirdiğinizi tamamen bildiği gibi âlemde göklerde ve yerde neler olacağını ve sizlerin nelerle karşılaşacağınızı da tamamen bilmektedir. ( وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ ) Yüce Allah bütün amellerinizi görür, ne yapıyorsanız görür, bilmektedir kendisi şahittir ve nice şahitleri de bulunmaktadır nerede olursan ol üzerinde şahitler var. Yüce Allah biz diyor şahidiz nerede olursanız olun. Bunun için içinizi dışınızı düzelterek ona göre korunup ona göre çalışınız.
Dakika 51:11