454- Tefsir Ders 454 hayat veren nurun keşif notları
454- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 454
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
(Kâf Sûresi 1’inci Âyet-i Kerime’den 29’uncu Âyet- Kerime’ler)
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Kıymetli dostlarımız,
Dersimiz Kâf Sûresine gelmiştir. Kâf Sûresi Mekke-i Mükerreme döneminde inzâl edilen sûrelerdendir âyet sayısı 45’dir, Kur’an-ı Kerim de sıra numarası 51’dir. (وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ) “Allah yaptıklarınızı görecektir.” Hudûda açılan bir kapı olduğunu görüyoruz iç ıslâhât ile yeniden cihâda hazırlayan Medine’de inen Hucûrat Sûresi’nden bu şekilde yine Mekke’de inen Kâf Sûresine geçilmesi İslam’ın cihâna yayılma için yavaş yavaş gelişmesindeki bir inkılap devresine daha işarettir. Sahîh-i Müslüm ve diğer hadis kitaplarında Câbir Bin Semüre (Radıyallâhu Anhü) ‘den rivâyet olduğu üzere Sevgili Peygamberimiz (Aleyhisselâtu Vesselâm) Efendimiz bu sûreyi birçok defa sabah namazında okurdu. İbn-i Mâce ve diğer hadis kitaplarında Kutbe Bin Mâlik’ten rivâyet olunduğuna göre de Peygamberimiz (Aleyhisselâtu Vesselâm) bu sûreyi sabah namazının ilk rekâtında okuyordu. Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce, Tirmizî ve Nesâi Ebû Vâkid Leysî ‘den rivâyet etmişlerdir ki; Sevgili Peygamberimiz (Aleyhisselâtu Vesselâm) bayramda ‘’Kâf ile İkterabet’’ okurdu rivâyeti vardır. Ebû Dâvûd, Beyhâkî, İbn-i Mâce ve İbn-i Şeybe, Ümmü Hişâm Binti Hârise ‘den de şöyle rivâyet etmişlerdir, demiştir ki: “Ben (قٓ۠ وَالْقُرْاٰنِ الْمَج۪يدۚ) başkasından değil yalnız Peygamberin mübârek ağzından almışımdır” rivâyeti yapılmıştır. “Her cuma minberde insanlara hitap ettiği zaman bu sûreyi okurdu rivâyeti” da vardır. İbn-i Merdiyye hadisinde de Ebû’l-Alâ (Radıyallâhu Anhü) ’den merfû olarak (قٓ۠ وَالْقُرْاٰنِ الْمَج۪يدۚ) “Bu sûre için öğreniniz” diye de rivâyet vardır. Bütün bunlar gösteriyor ki, bu sûre en büyük sûrelerdendir. ‘’Tıval-i Mufassal’’ denilen sûrelerde buradan başlar.
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
قٓ۠ وَالْقُرْاٰنِ الْمَج۪يدِۚ ﴿١﴾
بَلْ عَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْ فَقَالَ الْكَافِرُونَ هٰذَا شَيْءٌ عَج۪يبٌ﴿٢﴾
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباًۚ ذٰلِكَ رَجْعٌ بَع۪يدٌ﴿٣﴾
قَدْ عَلِمْنَا مَا تَنْقُصُ الْاَرْضُ مِنْهُمْۚ وَعِنْدَنَا كِتَابٌ حَف۪يظٌ﴿٤﴾
بَلْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْ فَهُمْ ف۪ٓي اَمْرٍ مَر۪يجٍ ﴿٥﴾
اَفَلَمْ يَنْظُرُٓوا اِلَى السَّمَٓاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِنْ فُرُوجٍ﴿٦﴾
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍۙ ﴿٧﴾
تَبْصِرَةً وَذِكْرٰى لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ ﴿٨﴾
وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً مُبَارَكاً فَاَنْبَتْنَا بِه۪ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَص۪يدِ﴿٩﴾
وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَهَا طَلْعٌ نَض۪يدٌۙ ﴿١٠﴾
رِزْقاً لِلْعِبَادِۙ وَاَحْيَيْنَا بِه۪ بَلْدَةً مَيْتاًۜ كَذٰلِكَ الْخُرُوجُ ﴿١١﴾
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَاَصْحَابُ الرَّسِّ وَثَمُودُۙ ﴿١٢﴾
وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ وَاِخْوَانُ لُوطٍۙ ﴿١٣﴾
وَاَصْحَابُ الْاَيْكَةِ وَقَوْمُ تُبَّعٍۜ كُلٌّ كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ وَع۪يدِ﴿١٤﴾
اَفَعَي۪ينَا بِالْخَلْقِ الْاَوَّلِۜ بَلْ هُمْ ف۪ي لَبْسٍ مِنْ خَلْقٍ جَد۪يدٍ۟ ﴿١٥﴾
صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ
Dakika 5:25
(قٓ۠) Kâf. Şanlı ve şerefli Kur’an-ı Kerim’e andolsun ki,
Doğrusu inkârcılar kendi içlerinden uyarıcı bir Peygamber geldiğine şaşırdılar da: “Bu şaşılacak bir şeydir!
Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi (tekrar) dirileceğiz? Bu dönüş çok uzaktır” dediler.
Fakat biz toprağın onlardan neyi eksilttiğini elbette biliyoruz. Yanımızda her şeyi kaydedip muhafaza eden bir kitap vardır. Her şeyin kaydedip bir, bir yazılı muhafaza eden bir kitap vardır.
Doğrusu hak kendilerine geldiği zaman yalanladılar da şimdi karmakarışık bir ızdırap içindeler.
Artık üslerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl bina etmiş ve süslemiş, onun hiçbir çatlağı yoktur.
Yeri de nasıl uzatmış, üzerine sabit dağlar oturmuşuz. Orada görünüşü güzel her çeşit bitkiden çiftler yetiştirdik.
Bunlar, Allah’a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ona ibret vermek içindir.
Bir de gökten bereketli bir su indirip de onunla bağlar, bahçeler ve biçilecek taneler bitirmekteyiz.
Tomurcukları birbiri üzerine dizilmiş uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik.
Bunları kullara rızık olması için (yetiştirmekteyiz). O su ile ölü bir toprağa can verdik, işte hayata çıkışta böyledir.
Onlardan önce Nuh’un Kavmi, Ress halkı ve Semûd da yalanlamıştı.
Âd Kavmi, Firavun, Lût’un kardeşleri de (yalanladılar).
‘’Eyke Halkı’’ Tübba Kavmi de, bunların hepsi peygamberleri yalanladılar da azâbın hak oldu helâk olup gittiler.
Biz ilk yaratmada acizlik mi gösterdik? Doğrusu onlar, yeni bir yaratılıştan şüphe içindedirler.
Cenab-ı Hak her şeyi yoktan yaratmış dirilmenin belgesi açıkça ortada şüphe eden kendini mahvetmiş olur. Kâf Dağından da bahsedilmiş bir işaret ile bakın ne deniyor açıkça emr-i hazır olması ihtimâli de söylenmiştir. Fahrettin Râzî burada önce şu hususlara dikkat çekmiştir; Yukarlarda anlatmıştık ki, böyle sûrelerin başındaki harfler, okunacak Kur’an’ı iyi dinlemek için dinleyicinin dikkatini uyandırmak üzere verilen uyarılardır. Yine anlatmıştır ki, ibadetin kalp ile olanı, dil ile olanı ve vücudun dış organları ile olanı vardır. Organ ile olanları içinde mânâsına akıl erende var, mânâsı akıl ile bilinmeyip sırf ibadetle ilgili olan da vardır.
Dakika 10:03
Nitekim hacda şeytanları taşlamak, sa’y ve benzeri diğer bazı ibadetler böyledir. Kalple ilgili inançlar içinde Allah’ın birliğini ispatlama ilmi ve insanların mahşerde toplanmalarının mümkün olması, Allah’ın sıfatı ve Peygamberin doğruluğu gibi hem aklın delille bildiği kısım vardır. Hem de kıldan ince kılıçtan keskin sırat ve amelleri tartacak mîzan gibi şeriatla ilgili olmadıkça kesinlikle kabul etmek ve doğrulamak mümkün olmayan kısımlar vardır. Şu hâlde dil ile yapılan ibadet olan zikirlerde de böyle olması gerekir bunların da Şanlı Kur’an’ını çoğu gibi hem mânâsına akıl eren kısmı vardır, hem de bu heceleme harfleri gibi mânâsını aklın kavrayamayacağı veya anlamadığı kısım vardır. Çünkü olur okumaktan maksat, yalnız emre boyun eğmektir. Yoksa konuşma da alışıldığı üzere bir hüküm veya hoş bir hikâye veyâhut “Ey Rabbimiz! Bizi bağışla ve bize merhamet et!” gibi güzel bir maksadı ifade etmek değildir. Bilâkis sır söylemek sadece ibadet olur. Bu şu hususta destekler; Bu harflere yemin edilmiş bulunuyor kendilerine yemin edilmiş durumdadırlar. Hâlbuki Allah’u Teâlâ’nın incir ve zeytine yemin etmesi onlara şeref vermek olduğu gibi, Allah’ı tanımanın delili ve tarifin âleti olan şerefli sözünün aslı olan harflere yemin etmesi de onların ayrıca bir şerefe sahip olduklarını öncelikle ifâde eder. Şöyle bir düşünelim (وَالنَّجْمِ), (وَالْعَصْر) gibi (ن), (ق), (ص) gibi. (وَالسَّمَاء وَالطَّارِقِ ), (وَالضُّحَى), (وَاللَّيْلِ إِذَا سَجَى), (طسم), (يس), (حم), (طه) gibi (فَالتَّالِيَاتِ), (فَالزَّاجِرَاتِ), (وَالصَّافَّاتِ) gibi. (الم), (طسم), (المر) gibi. (وَالسَّمَاء ذَاتِ الْبُرُوجِ), (وَالذَّارِيَاتِ), (وَالطُّور) (وَالتِّينِ) gibi. (المص),(المر) gibi. (وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفًا), (وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًا), (وَالْفَجْر) gibi. (حم), (عسق), (كهيعص) gibi beş harfe olmuştur. (وَالشَّمْسِ وَضُحَاهَا) Şems Sûresi’nde olduğu gibi. (وَالنَّجْمِ ), (وَالطُّور), (وَالشَّمْسِ) de olduğu gibi. Yüce Allah (tin), (tur), gibi eşyaya yemin etmiş birleşiminde maddesi en güzel bir şekilde bulunmaktadır. Bunların hikmetlerine, sırlarına bunların şifrelerine, bitmez tükenmez hazinelerin anahtarlarına iyi bakmak gerekmektedir. Harflere yemin yirmi sekiz Sûrededir sayıları harflerin yarısı kadar olan şeylere yemini (وَالشَّمْسِ) başka Sûrelerdedir on dört Sûrededir.
Dakika 15:10
(وَالْقَمَرِ), (وَاللَّيْلِ إِذْ أَدْبَرَ) “O aya ve döndüğü an o geceye andolsun” gibi harfleri yemin ise ancak sûrelerin baş tarafındadır. Harflere yemin Kur’an-ı Kerim’in iki yarısının ikisinde de hattâ yedi kısmında da vardır. (وَالصَّافَّاتِ)’den başkası son kısımdadır. (يس), (وَالْقُرْآنِ الْحَكِيمِ) “Yasin hikmet dolu Kur’an hakkı için” (الم), (ذَلِكَ الْكِتَابُ), (الم) “o kitap” (لاَ رَيْبَ فِيهِ) “kendi hakkında hiç şüphe bulunmayan Allah kitâbı” diğerlerinde buyurulmuş. İşte Kur’an’ın hepsi harflerle ifâde edilen bir mûcize olduğundan onlar her kısımda bulunmuş olup sayılı şeylere yemin ise böyle değildir. Bundan sonra Râzî (ق)’a ait konulardan olmak üzere şunu da ilâve eder; (ق) yeryüzünü kuşatan bir dağdır ki göğün etrafı onun üzerindedir denilmiş bu görüş birkaç yönden zayıftır: Okunuşu vakıf üzeredir. (وَالطُّور) gibi yemin harf ile söylemesi gerekirdi. Öyle olsa (ق) yazılırdı. (بِكَافٍ عَبْدَهُ) “kuluna yetmez mi” ‘’Zümer 36’’ (عَيْنٌ جَارِيَةٌ) “akan bir pınar vardır.” ‘’Gaşiye 12’’ türünden olurdu hâlbuki bütün Mushaflar da (ق) harfi yazılmıştır bunda açıkça anlaşılan harf olmasıdır. Demek ki Râzî aslında “Kafdağı” diye söylenegelen rivâyeti inkâr etmiyor burada onunla tefsir edilmesi zayıf bulunuyor. “Karâfî”, kaf dağının bulunup bulunmadığını ileri sürmüş ve bunu açık delil getirecek delili olmayan şeye inanmanın câiz olmayacağını söylemiştir. Çünkü zelzeleler yeryüzünün sertliği ile beraber çıkmak isteyen buharların baskısındandır. Bizde şu münâsebetle şunu söyleyelim ki daha bilgin olan Râzî bu hususta daha insaflı hareket etmiştir. İbn-i Abbâs şöyle demiştir; Yüce Allah bu yeryüzünü arkasında onu kuşatan bir deniz, onun arkasından bir dağ yaratmıştır ki, ona (ق) “Kâf” denilir dünya gölü onun üzerinde sarmaktadır. Bu haberi nakleden Suyûtî, Âlûsî ’dir. Demek ki (ق) Kâf yeryüzünü kaplanmış olan büyük okyanusu kuşatmıştır bu ifâdeye göre ‘’Kafdağı’’ denilen şey hava küresi atmosfer olmuş olur. Çünkü biz biliyoruz ki, yeryüzünü çevresinden kaplayan bir büyük okyanusu vardır büyük okyanusu da atmosfer tabakası kaplamıştır. Dünya gölünün etekleri bu atmosfer tabakası üzerindedir bizim gök dediğimiz zümrüt gibi göklük burada parlamaktadır.
Dakika 20:00
İbn-i Münzîr’in, Ebû Şeyh’in, Hâkimin, İbn-i Merdiyye’nin, Abdullah Bin Büreyre’den rivâyetlerinde: (ق) Kâf dünyayı kuşatan zümrütten bir dağdır ki göğün etekleri onun üzerindedir diye zümrüt ile ifade edilmesi de teşbih-i beliğ türünden olmak üzere bu renge takviye eder. Buna dağ denilmesi de küresel şekliyle ufuk üstünde yükselme ve büyüklüğü itibariyle veya bir kaynak bir de ambar olması bakımından olması gerekir. Bununla beraber İbn-i Ebiddünyâ ve Ebû’ş-Şeyh rivâyetlerinde (ق) Kâf, yalnız dünyayı değil kâinatın kuşatmış olmak üzere de nakledilmiştir. Bu da atmosferin olduğunu daha da güçlendirmektedir. Ve damarları yeryüzünün içine kadar indiği de depremler onun damarlarının hareketinden meydana geldiği de söylemiştir. Bu noktaya gelince (ق) kelimesi bize eski Yunanlılar da bilinen ve her şeyin kaynağı olmak üzere maddenin bir kür karışımı niteliğinde düşünülen ilk durumunu ifâde eden (chos kao) kelimesine hatırlatmıştır. Kafdağı rivâyetleri Hazreti Peygamber’e istinâd getirilmemiş bulunduğu için bunu eski zamanlarda pek yaygın olmuş bir teori türünde saymakta hiçbir sakınca yoktur.
Mecid: Şerefli çok şerefli, Mecid, geniş lütuf ve lütuf ile ilgili bir şeref ve şandır. “Kur’an-ı Mecid” şerefli kitapların hepsinden büyük olan yahut mânâsını bilip kendisi ile amel edeni şereflendiren Şanlı Kur’an demek olur. (و) (Vav) veyahut yemine alt içindir. (ق) ile Şanlı Kur’an’a yemin edilmiştir. Kur’an-ı Kerim kitapların en şanlısı en büyük mûcizedir. Hayat ilmi bilinse de bir insanın özelliğini meydana getiren bütün sırları keşfedilse bir kimseyi öldürüp yeniden diriltmek pek uzak sayılmazdı hâlbuki Allah’u Teâlâ onu bilmiş ve yaratmıştır. Eksilen nedir şöyle bir bak! Ruh mudur, beden midir? İnsan sürekli eksiliyor önce kemâle geliyor, sonra eksilmeye başlıyor. Bedenin maddesi ve parçaları mıdır, yoksa birbirine benzeyen parçalar arasında hayatı da aynılığı ifâde eden delili ve özel bir oran mıdır? Cüzî ve küllî parça ve bütün hiçbir şeyi kaçırmaz Levh-i Mahfuzda yazıyla sağlamlaştırılmış olarak tecellî etmektedir. Gerek bir toplumu gerek bir şahsı öldükten sonra diriltmek ve haşr etmek Allah’a göre uzak bir uygulama olmadığı bu düşünceyle belli olur ki Allah için bunlar pek kolay olduğu bu âlemleri yoktan yaratmasından bellidir. Bu görünen yoksa îmânımız O’nun her şeye kâdir olduğunu dilediği bir şeye (كُنْ) dediğini (كُنْ) der demez (فَيَكُونُ) her şeyin oluverdiğini îmânımız kesin biliyor, tasdik ediyor.
Dakika 25:15
Allah îmânı kâmil ve Amel-i Sâlih sahibi ve ebediyyû’l-ebed îmânı dâim olan kullarından eylesin. Allah’ın ilmini ve gönderdiği kitâbını ve Peygamberini gelir gelmez tasdik edenler olduğu gibi yalanlayanlarında haddi hesabı olmadı. Cehennem dolacak cennette mü’minlerin olacaktır.
Behîç, gözlere gönüllere neşe ve sevinç veren, sevimli güzel demektir Behîç.
Zevc: Çift, inbât, görünüşe göre bitkiler için ise de ‘’Zevc-i Behic’’ insan dâhil olmak üzere diğerlerinin de hoş (güzel) sınıfını kapsamaktadır.
Rabbine gönül verecek her kulun gözüne göstermek ve öğüt vermek içindir.
Tebsira ( تبصره): Göze görme kuvveti hem de kalbe basîret (seziş) kuvveti vermektir. Akli yönü ifâde ettiği gibi Yüce Allah’u Teâlâ’nın ilmine ve ölümden sonra diriltme kudretine delâlet eder.
Münib, kaydı da Allah’a yönelmeye teşvik etmek içindir ki münib, Allah’a yönelendir. Şanlı Kur’an’da bu mübârek suya benzer. (فَأَنبَتْنَا بِهِ) İndirip de onunla, o su sebebiyle biriktirmekteyiz.
Bâsik: Uzun, düzgün veya yüklü anlamındadır kuru toprağa hayat vermektedir Yüce Allah. Ölmüş bir toplumdan Hakk’ın feyiz ve bereketiyle bakın, İslam’ın ortaya çıkması ve yeni bir hayat ile başkalarına karşı dirilip canlanması ve ölümsüz hayata mü’minleri insanlığı hazırlanmasıdır. Ki, tabii mü’minler yararlanacak faydalanacaktır inanmayan mahrum kalacaktır.
Vaîd, tehdit ve uyarma ifâde eder acı ve korkunçtur. Kur’an-ı Kerim’de vaîdler vardır vaat da vardır dikkat edilmesi lâzım gelir ki, vaîdler acı ve korkunç, tehdit ve uyarma ifâde eder. Eğer uyanmazsa bu Allah’ın vaîdi olan azâba, hışmına, gazâbına çarpılırlar.
Lebs: Karıştırıp şüphe düşürmek demektir. Kıyası tabii kânûnu bırakıyorlar da kudrete karşı şüpheye düşerek çelişkide bulunuyorlar. Allah’ın kudretinden şüphe edilir mi? Arap’a gelen yeni bir yaratmanın sürekliliğinden ibâret olduğunu açıklamaktadır. Şeyh Muhyiddin-i Arabî buradan bütün eşyanın arazlar gibi maddeler de her an yeni bir yaratılış ile yenilendiğini istimbâta delillerden hareketle sonuç çıkarmaya kadar gitmiş.
Dakika 30:10
Fransız Filozofu ünlü Dekart da bu şekilde yeni bir yaratılış nazariyesini ileri sürmüştür. Yüce Allah, sürekli hayatı yenilemektedir. “Sizleri geceleyin ölü gibi uyutan, gündüz de yaptığınız işleri bilen O’dur.” ‘’En’âm Sûresi 60’ıncı âyet-i kerime’’ Hayat öyle bir yenilenmektedir ki bir nehrin suyu gibi değişip duran maddi parçalarının tıpkı tıpkısına kendilerinde ve âdetlerinde değil, aralarındaki düzenli oranla ifâde ettikleri benzene birliğiyle rûhânî doğrulukta gözetmek gerekir. “Acbü’z-zeneb” kuyruk sokumu kemiği insanların çekirdeği budur işte buradan insanlar diriltileceklerdir mezarlarından bu çekirdeklerinde insanlar dirilecek, diriltilecek kalkacaklar mahşere fırlayacaklardır. (كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ) “Onun zâtından başka bir şey olacaktır ve yine O diriltecektir, O yaşatacaktır, O öldürecektir, O diriltecektir.” Çünkü yaratma yaşatma, rızık verme, öldürme, mezardan kaldırma, mahşere getirme hep O’na aittir. Sonuç Mahkeme-i Kübrâ da hüküm O’na aittir. Her an değişmeye mârûz ve her değişmede yeni bir yaratılış ile birbirine karışmaz ya karıştırma içindedir. “Biz gökten bir su indirdik de orada her güzel çiftten bitirdik.” Bakın, suyu yaratan toprağı o şekilde oluşturan bunların tümünü yaratan bütün sebeplerin hepsi Allah’ın irâdesine bağlıdır. Buyurulması da bu mânâ ile ilgilidir. Bütün kâinat böyle yeni yaratılma içinde âhirete doğru giderken onu Allah’ın kudretinden uzak görerek inkâr etmek ve yalanlamak o geleceğin mutluluğunu yaşamaya azmedenler için bir sapıklıktan başka bir şey değildir. Dikkat et! Bütün kâinat ve yeni yaratılma içinde âhirete doğru giderken onu Allah’ın kudretinden uzak görerek inkâr etmek ve yalanlamak o geleceğin mutluluğunu yaşamaya azmedenler için… Dikkat et! Ve geleceğin mutluluğunu yaşamaya azmedenler için bir sapıklıktan başka bir şey değildir. Hem Allah’ın kudretini inkâr ediyorsun hem de boş hayaller peşinde koşuyorsun.
Kıymetli dostlarımız,
Tabii ki bunlar ipuçları, keşif notlarıdır yoksa her kelime ayrı bir izâh gerektirmektedir. “Biz gökten bir su indirdik de onda her güzel çiftten bitirdik.” buyurulması da bu mânâ ile ilgilidir. Âlûsî’nin bu mânâyı uzak görmesi bir garip görünür. Demek ki, insanların bazen göremediği yanıldığı taraflar bulunmaktadır.
Dakika 35:00
İsterse bu âlimde olsa yanıldığı noktalar olabilir tevekkülden teslimiyetten ve acze düşeceğini unutmamak aczini, cehlini, gafletini bilmek rivâyeti iyi anlayıp dirâyete öyle geçmek gerekir aslı kökü anlamadan terakkî edemezsin. Buna dikkat et bunları kendime söylüyorum.
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِه۪ نَفْسُهُۚ وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ﴿١٦﴾
اِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَم۪ينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَع۪يدٌ ﴿١٧﴾
مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلَّا لَدَيْهِ رَق۪يبٌ عَت۪يدٌ﴿١٨﴾
وَجَٓاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّۜ ذٰلِكَ مَا كُنْتَ مِنْهُ تَح۪يدُ ﴿١٩﴾
وَنُفِـخَ فِي الصُّورِۜ ذٰلِكَ يَوْمُ الْوَع۪يدِ ﴿٢٠﴾
وَجَٓاءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَعَهَا سَٓائِقٌ وَشَه۪يدٌ﴿٢١﴾
لَقَدْ كُنْتَ ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا فَكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَٓاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَد۪يدٌ ﴿٢٢﴾
وَقَالَ قَر۪ينُهُ هٰذَا مَا لَدَيَّ عَت۪يدٌۜ ﴿٢٣﴾
اَلْقِيَا ف۪ي جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَن۪يدٍۙ﴿٢٤﴾
مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ مُر۪يبٍۙ ﴿٢٥﴾
اَلَّذ۪ي جَعَلَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَاَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّد۪يدِ﴿٢٦﴾
قَالَ قَر۪ينُهُ رَبَّنَا مَٓا اَطْغَيْتُهُ وَلٰكِنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ ﴿٢٧﴾
قَالَ لَا تَخْتَصِمُوا لَدَيَّ وَقَدْ قَدَّمْتُ اِلَيْكُمْ بِالْوَع۪يدِ﴿٢٨﴾
مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ وَمَٓا اَنَا۬ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ۟ ﴿٢٩﴾
Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız.
Onun sağında ve solunda oturmuş iki melek zabıt tutarken,
İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında (onu) gözetleyen, dediklerini zapt eden bir melek hazır bulunmasın. Daima hazır bulunur derhâl yazar.
Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldiğinde: “Ey insan! İşte bu senin öteden beri kaçtığın şeydir” denir. Mutlaka öleceksin.
Sur’a üfürülür, işte bu, tehdidin gerçekleşme günüdür.
Her can, kendisiyle beraber bir sek memuru ve bir şahit bulunduğu hâlde gelir.
(Allah ona): “Andolsun sen bundan gaflet içinde idin. Şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık, bugün artık gözün keskindir” der.
Beraberindeki melek “işte yanımızdaki hazır” der.
(Allah iki meleğe buyurur ki): “Haydi ikiniz, atın cehenneme her inatçı nankörü!”
İyiliklere (sürekli) engel olan, saldırgan, şüpheci…
O ki Allah’ın yanında başka ilâh edinmiştir. “Haydi, ikiniz birlikte onu şiddetli azâba atın.”
Yanındaki arkadaşı (şeytan) der ki: “Rabbimiz ben onu azdırmadım, fakat kendisi derin bir sapıklık içindeydi.”
Dakika 40:05
Yüce Allah buyurur ki, Azze ve Celle: “Huzurunda çekişmeyin! Ben size daha önce uyarıcı göndermiştim.”
Benim huzurunda söz değiştirilmez ve ben kullara aslâ zulmedici değilim. Herkesin amelinin karşılığına göre hak ettiği cezâsını veririm.
İşte kıymetli dostlar, nefsin vesvesesini Cenab-ı Hak herkesin nefsi kendine hangi vesveseyi veriyor buna dikkat etsin herkes Cenab-ı Hak bunları biliyor. İçinden kendine söylediği gönlünden geçirdiği gizli duygular, cehimler, hatıralar, kuruntular, kararlar gibi bütün hiç duyguları kapsar. Gizli gelen hatıralar nefisle ilgili şeylerin Allah bilir her şeyi bilen Allah onu da bilir. Yaratıcı ile yarattıkları arasındaki ilişki yaratılan ile nefsi arasındaki ilişkiden daha önceliklidir. Yaratıcı ile yarattıkları arasındaki ilişki, yaratılan ile nefsi arasındaki ilişkiden daha önceliklidir. Cenab-ı Hak, “Kullarım, sana benden sorarlarsa, (söyle onlara) ben onlara yakınım.”
Anatomide iki çeşit damar sayarlar, vücudun etrafında kalbe gelen, yani siyah kanı vücudun etrafından kalbe götüren damarlara verîd (toplardamar), çoğuluna (evride) denmektedir. Kalpten vücudun etrafına giden kırmızı kant bedene dağıtan damarlara da şerayin (atardamar) denilir. Atardamarların kökü kalbin sol karıncığından çıkan (vücutta kan dağıtan büyük atardamar) aottur boyunda gırtlağın yanlarından geçen ve “vedecân” denilen şah damarları bundan şahlanır. Kalpte şah damarlarının bağlandıkları büyük damara da vetîn (şahdamarı) denilir iç şah damarı yani vetîn (anatomide) dokulara temasında oksijenini kaybetmiş olan siyah kanı kalbin sağ kulakçığına ulaştırır. Sol karıncık ile sağ kulakçık arasında meydana gelmiş olan bütün bu kaplardaki kan dolaşımına büyük kan dolaşımı denilir. Siyah kan sol kulakçıktan sağ karıncığa ve sağ karıncıktan akciğer atardamarına geçer. Akciğer atardamarına giren kan akciğerde kılcal kaplar içerisinde hava ile temas sağlayınca kırmızı kana dönüşerek akciğer toplardamarları ile sol kulakçığa, ondan sonra sol karıncığa dökülür. Sağ karıncığı sol kulakçık birleştiren bütün kaplardaki dolaşıma da küçük kan dolaşımı denilir. Büyük kan dolaşımında ise, atardamarlar da kırmızı toplardamarlar da siyah kan vardır.
Dakika 45:00
Küçük kan dolaşımında ise, atardamarlar da siyah ve toplardamarlar da kırmızı kan vardır. Bundan dolayı kırmızı kana atardamar kanı ve siyah kana toplardamar kanı demek her zaman doğru olmaz. Tabii bunları kaleme alan zatı muhteremlerden birisi de İbnü’l Esîr’dir. Nîsâbûrî de buna benzer görüşler beyân etmiştir. Habl-i verîd’den maksadın ruh olduğunu söylemiştir. Bu da Râgıp el-İsfahânî bu görüşü ileri sürmüştür. Kalpten etrafa doğru dağılıp uzaklaştığı, verîdde ise etraftan baştan kalbe doğru toplanıp geldiği için yakınlık temsiline verîd toplardamar zikredilmiştir. “Üzerinde kudret yürütüp tesir meydana getirme de daha yakın, kendisine daha çok mâlik ve tasarruf sahibiyiz demektir.”
Nefsimdeki vesveseyi bilmekte daha yakın demektir. Çünkü Yüce Allah yarattıklarını herkesten daha iyi bilmektedir çünkü her şeyi bilmektedir. Yüce Allah’ın ilminin kemâlini genişliğini beyândır emrimiz onda damarlarındaki kanın akışı gibi cereyan eder. Yüce Allah’ın emrinin ulaşmadığı bir yer olmaz. Zâtın yakınlığı ile ilmin yakınlığına mecâz yapılmıştır, çünkü o onun gerekçesidir. Burada Vahdet-i Vücûd görüşünde olanlarını sözleri hâl sahibi olmayanlar için zor anlaşılır şeylerdendir denmiştir. Burada Vahdet-i Vücûdu doğru anlayamayanlar yanlışa saplanırlar. Zâtında birleşme, ittihat, intizaç, hulûl bunlar İslam’da ret olunmuştur.
“En yakın olanı huzuru huzurların en yücesidir. O huzur keşif ehli için zâtın huzurundadır zât ile birleşme değildir. O huzur hakkında günahkâr denilen kimse hakkında içinde uzaklık bulunan bir yakınlıktır.”
İşitmemiz, görmemiz, ayağa kalkmamız, oturmamız, istememiz, hükmümüz O’nunladır. Hayat hükmünün akışı ve kanların yolu olmasından ibârettir. Çünkü biz O’nun sûreti üzere mahlûkları olduğumuz cihetle bizim emsâl menzilesine koydu. Allah’u Teâlâ kendisine yakınlık yollarını meşrû kıldı onun kulağı gözü ve bütün duyguları olana kadar bu şekilde kul zillet ve ihtiyacından dolayı ona zıttı. (Küntü semahu ve basarahu) “Ben onun kulağı ve gözü olurum.” diye onun bütün kuvvetleriyle bütün duyguları olduğunu haber verdiği yakınlık ile yaklaşmıştır. Yani gözlerine gördürmesi, kulaklarına duyurması ki, Hakk’ı göstermesi, hakîkati duyurması hep O’ndandır.
Dakika 50:10
Kâinatta başka yok, ancak o Esma-i Hüsna’nın menzillerinde kendiliğinden yüce münezzeh ve Subhân olan Allah vardır. Millet ve mezhebi ile insanlar kıyâmette seçilirler bazı noktalarda hâl ehli olmayan kimselere bunlar ağırdır. Dünya semâsına inişten mekân itibariyle yakınlık değil, emir itibariyle yakınlık anlamak gerekir. Hadiste iniş varsa da arştan kaydı yoktur. Sonundan da vahdet birlik çıkarmalı, ittihat birleşme çıkarmamalıdır. Çünkü O’nun huzurunda emrinden herkes birleşmelidir. Ama ittihat, imtizaç, hulûl gibi şeyler şirktir. Allah’ın zâtından, sıfatlarından ve fiillerinden başka mevcut yoktur. (وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ) “Sizi de yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır.” Sıfat zâtının aynı değildir, aynı veya başkası değildir, fiilde failinin aynı olmaz. Yaratan sadece Allah’tır yaratıcı ile yaratık aynen bir olmaz. Allah’ın olmayan hiçbir şey yoktur, hepsi Allah’ındır. Ama Allah zâtında, sıfatında, efâlinde birdir benzeri yoktur, yarattıklarına benzemez. Velî’lik makâmına nâil olarak bütün kuvvetinden ilâhî kudret tecellî eder. Herkeste kudret, kuvvet Allah’ın vermesi, yaratmasıyla olur. “O Arş üzerine hükümrandır.” Zât yakınlığı ile değil, sıfat yakınlığıyla tefsir edilmiştir. O her nerede olsanız sizinle beraberdir.” İlim veya kudret yakınlığı ile bunlar tefsir edilmiştir. Bunun için kudret ise ilmi gerektirir kudret ile yakınlık kast edildiği takdirde ilim yakınlığı da ifâde edilmiş olacaktır.
Dakika 53:26