460- Tefsir Ders 460 hayat veren nurun keşif notları
460- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 460
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
(Necm Sûresi 33. Âyeti Kerime’den 62. Âyeti Kerime’ler)
(Kamer Sûresi 1. Âyeti Kerime’den 40. Âyeti Kerime’ler)
‘’Elhamdülillahi Rabbil-âlemin vesselâtü vesselâmü alâ Rasûlina Muhammedin ve alâ âli Muhammed’’
‘’ Rabbi Eûzu bike m‘in hemezâtiş şeyâtîn ve eûzu bike Rabbi en yahdurûn’’
‘’Eûzu bi kelimatillahittâmmâti min şerri mâ haleka ve zerea ve berea’’
‘’Bismillahillezi la yedurru mâismûhü şeyün filardı velâ fissemâ vehüvessemiûl âlim’’
‘’Eûzu billahis-semîîl- alimi mineşşeytanirracim min hemzihî ve nefgıhî ve nefsih’’
‘’Bismillahi Zişân azimû sultan şedidül burhan kaviyyül erkâm mâşââllahu kân Eûzubillahi min külli şeytani insün ve can’’
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
اَفَرَاَيْتَ الَّذ۪ي تَوَلّٰىۙ ﴿٣٣﴾
وَاَعْطٰى قَل۪يلاً وَاَكْدٰى ﴿٣٤﴾
اَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ فَهُوَ يَرٰى﴿٣٥﴾
اَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا ف۪ي صُحُفِ مُوسٰىۙ﴿٣٦﴾
وَاِبْرٰه۪يمَ الَّذ۪ي وَفّٰىۙ﴿٣٧﴾
اَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۙ﴿٣٨﴾
وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ﴿٣٩﴾
وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۖ﴿٤٠﴾
ثُمَّ يُجْزٰيهُ الْجَزَٓاءَ الْاَوْفٰىۙ ﴿٤١﴾
وَاَنَّ اِلٰى رَبِّكَ الْمُنْتَهٰىۙ ﴿٤٢﴾
وَاَنَّهُ هُوَ اَضْحَكَ وَاَبْكٰىۙ﴿٤٣﴾
وَاَنَّهُ هُوَ اَمَاتَ وَاَحْيَاۙ ﴿٤٤﴾
وَاَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْاُنْثٰىۙ ﴿٤٥﴾
مِنْ نُطْفَةٍ اِذَا تُمْنٰىۖ﴿٤٦﴾
وَاَنَّ عَلَيْهِ النَّشْاَةَ الْاُخْرٰىۙ﴿٤٧﴾
وَاَنَّهُ هُوَ اَغْنٰى وَاَقْنٰىۙ ﴿٤٨﴾
وَاَنَّهُ هُوَ رَبُّ الشِّعْرٰىۙ﴿٤٩﴾
وَاَنَّـهُٓ اَهْلَكَ عَاداًۨ الْاُو۫لٰىۙ ﴿٥٠﴾
وَثَمُودَا۬ فَمَٓا اَبْقٰىۙ﴿٥١﴾
وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا هُمْ اَظْلَمَ وَاَطْغٰىۜ ﴿٥٢﴾
وَالْمُؤْتَفِكَةَ اَهْوٰىۙ﴿٥٣﴾
فَغَشّٰيهَا مَا غَشّٰىۚ﴿٥٤﴾
فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكَ تَتَمَارٰى﴿٥٥﴾
هٰذَا نَذ۪يرٌ مِنَ النُّذُرِ الْاُو۫لٰى﴿٥٦﴾
اَزِفَتِ الْاٰزِفَةُۚ ﴿٥٧﴾
لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ كَاشِفَةٌ﴿٥٨﴾
اَفَمِنْ هٰذَا الْحَد۪يثِ تَعْجَبُونَۙ﴿٥٩﴾
وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَۙ ﴿٦٠﴾
وَاَنْتُمْ سَامِدُونَ﴿٦١﴾
فَاسْجُدُوا لِلّٰهِ وَاعْبُدُوا﴿٦٢﴾
صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ
Çok kıymetli ve muhterem izleyenlerimiz,
Necm Sûresi’nin 33’üncü âyeti ile dersimiz devam etmektedir. Size Kur’an-ı Kerim baştan sona kadar özlü olarak kâşif notları, irşâd notları adı altında sizlere hayat veren nurun derslerini Yüce Allah’ın rızâsını ve cemâline vuslata erdiren, ölümsüz hayata hazırlayan gerçek hayatın bizzat kendisini hayat veren gerçeğin, hakîkatin kendisini takdime çalışıyoruz. Bütün güzellikler yücelikler hepsi Allah da Celle Celâlühü, O’nun dini İslam’da, şanlı Kur’an’da, Muhammedî nur olan İslam’ın nizâmında, İslam şeriatındadır.
Dakika 5:03
Burayı iyi anlayan, iyi kavrayan, burayı iyi yaşayanlar marifet yolculuğuna çıkarlar ve vuslata doğru giderler bunlar Allah’ın lütfu keremiyledir. Şeriatı, İslam’ı, hak ilimleri tamamlamadan irşâda ulaşmadan, gerçekleri şeriatın içeriğinde keşfetmeden, züht’e ulaşmadan marifet yolculuğuna çıkamazsın. Bunun için dersimiz hayat veren nurun yani Kur’an-ı Kerim’in bizzat kendi dersidir ve keşif notları, irşâd notlara hâlinde devam etmektedir. Bu okul Kur’an-ı Kerim’in okuludur vahyin penceresinden falan değil, vahyin bizzat kendisidir, vahyin okulunun içinde okumaktır. Pencereden bakarsın ama içinde olmayınca olmaz. Vahyin içinde, Kur’an okulunun içinde mezara kadar talep olacaksın. Geriden bakma, pencereden de bakma okulun içine gir, Kur’an-ı Kerim okulunun içine gir orada talebe ol ve irşâda, rüşte ulaş marifet yolculuğuna çık. Bu dersler seni Allah’ın rızâsına, cemâline götürür, ağaya paşaya götürmez. Mevki makamların en yücesi Allah’ın rızâsına ulaşmaktır, O’nun cemâline nail olmaktır bütün varlığıyla ona çalış. Firavun’un da mevki makamı vardı ne oldu? Kârûn ’unda serveti vardı ne oldu? İblîs de meleklerin arasındaydı ne oldu? Âdem de cennette idi niye çıkarıldı? Aklını başına al! Nuh bir peygamberdi oğlunu niye kurtaramadı? Hazreti Muhammed Ebû Tâlibi seviyordu neden hidâyet edemedi? Çünkü hidâyet Allah’tandır, peygamberlerden de değildir. Peygamberler zâti muhteremler Aleyhimüsselâm bunlar sadece hidâyet yolunu gösterirler. Onların çağırdığı tamamen hidâyet rahmettir. Kabul ettiğin zaman Allah’tan sana hidâyet ulaşır. Hidâyet Allah’tandır ama peygamberle hidâyet önderidirler. İşte hidâyete, vuslata ermek için Peygambere tâbî ol da gel diyor Cenab-ı Hak. (قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٣١﴾) De ki diyor (إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ) “Eğer Allah’ı seviyorsanız (فَاتَّبِعُونِي) bana tâbî olun.” Kime diyor bu âyeti kerimeyle Allah? Hazreti Muhammed’e diyor. “De ki insanlara Allah’ı seviyorsanız benim getirdiğim peygamberliğime ve İslam şeriatına, İslam nizamına tâbî olun bana tâbî olun ki Allah sizi sevsin” diyor bunu Yüce Allah söylüyor Peygamberimize ki bunu böyle söyle diyor. Hazreti Muhammed’e tâbî olursa işte o zaman hidâyete Allah’ın hidâyetine mazhâr olursun. Kur’an-ı Kerim’e iyi sıkı sarıl, İslam’a sıkı sarıl bunların tamamı Muhammedî şeriatın kaynağıdır. Nur-i Muhammedî’nin kaynağıdır. Aklını başına al!
Dakika 10:10
Cenab-ı Hak bu yüce nazmını okuduğum âyetlerin şimdi özlü anlamlarına şöyle bir bakalım. Yüce Rabbimiz buyuruyor ki;
Şimdi gördün mü O yüz çevireni?
Azıcık verip (sonra vermemekte) direneni?
Gaybın bilgisi kendi yanındadır da, o mu görüyor?
Yoksa haber verilmedi mi Mûsâ’nın sahifelerinde yazılı olanlar?
Ve çok vefakâr olan İbrâhim’in sahifelerindekiler?
Ki hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez.
Doğrusu insana çalışmasından başka bir şey yoktur.
Ve çalışması da yakında görülecektir.
Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir.
Ve şüphesiz en son varış, Rabbinedir. İşte Rabbinin huzuruna en son geldiğin yüce varlık Allah’ın huzurudur. Buraya geleceksin eninde sonunda O’na gelip hesap vereceksin büyük Mahkeme-i Kübrâ’da.
Doğrusu güldüren de ağlatan da O’dur.
Öldüren de dirilten de O’dur.
Şüphesiz erkeği, dişiyi iki eş yaratan O’dur.
Atıldığı zaman bir nutfeden.
Şüphesiz tekrar diriltmek de O’na aittir.
Şüphesiz zengin edende sermaye verende O’dur.
Doğrusu Şi’râ yıldızının Rabbi O’dur.
O, helâk ettiği önce gelen Âd kavmini, Âd kavmini helâk etti diyor.
Ve Semûd’u da bırakmadı yaptıklarını yanına bırakmadı. Kimsenin yaptığı yanına çünkü kalmadı, kalmayacak.
Önceden de Nuh kavmini (helâk etmişti), çünkü onlar zulmetmiş ve azmıştılar. Azan ne yapar? Belâsını bulur.
Altı üstüne getirilmiş şehirleri devirip yıktı.
Onları neler kapladı neler!
O hâlde Rabbinin hangi nimetinden kuşku duyuyorsun.
Bu da ilk uyarıcılardan bir uyarıcıdır.
Yaklaşan yaklaştı.
Onu Allah’tan başka açığa çıkaracak yoktur.
Şimdi siz bu sözden mi hayret ediyorsunuz?
Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz? Gülecek hâlimiz yok ama ağlamamız gerekiyor. Çünkü Yüce Rabba hakkıyla kulluk edemedik.
Ve siz mi kafa tutuyorsunuz ey gafiller? Birde kafa tutanların kâlini düşün! İslam’a kafa tutuyor İslam nizâmına, onun şeriatına kafa tutuyor Allah’ın kânûnlarını tanımıyor ve bir başkalarına da milim, milim uymaya çalışıyor. O nice izimlere bağlanılmışta Allaha Celle Celâlühü bağlanmayı, yaratana bağlanmayı bir türlü düşünememiş insan sayısı pek çok.
Dakika 15:15
Haydi, Allah için secdeye kapanın ve ona kulluk edin.
Haydi, şimdi biz Tilâvet Secdesi ki bizde secde edelim, çünkü Allah burada secdeyi emrediyor. Kur’an-ı Kerimde 14 yerde Secde-i Tilâvet vardır. Bunları yeri gelince bu secdeler seve seve yapılmalıdır.
(الله أكبر), (الله أكبر) (سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ)
Allah’ım! Duyduk, işittik, emrine itaat ettik. Ya Rabbi! Kabul eyle, mağfiret eyle. Biz sana hiç hakkıyla kulluk edemedik, çünkü aczimiz, gafletimiz, cehlimiz var. Sen ise yüceler yücesisin. Affet bizi Allah’ım, Ümmet-i Muhammed’e hidâyet eyle.
Kıymetli dostlar,
İşte Cenab-ı Hak yüce emirlerini, yüce Kur’an, Yüce İslam’la, Muhammedî şeriatla insanlara Allah teklifini yapmış. İslam’ın tümü Allah’ın kuluna hem teklifi, hem emânetidir. Bu emâneti koruyalım, ihânet etmeyelim. Şimdi şöyle bir düşünelim kendi kendimizi hesaba çekelim.
İbrâhim Aleyhisselâm emrolunduğu kelimeleri tamamı ile ifa etmişti. Her hususta sözüne çok bağlıydı. Ebû Hayyân, “el-Bahru’l-Muhit’te şöyle der; “Mûsâ ile İbrâhim’in tahsis edilmesi için denilmiştir ki; Nuh ile İbrâhim arasında (geçen zamanda) bir adamı babası, oğlu, amcası ve dayısı ile bir kocayı karısıyla bir köleyi efendisi ile beraber hesaba çekerlerdi. Onlara ilk karşı çıkan İbrâhim Aleyhisselâm oldu. İbrâhim’in şeriatından, Mûsâ’nın şeriatına kadar geçen süre içerisinde bir kimseyi başkasının suçundan dolayı hesaba çekmezlerdi. Bu haberi Ebû Hayyân nakletmişlerdir.
Demek ki baba, babalık görevini, anne, annelik görevini yapmakla mükellef, evlat evlatlık görevini, herkes Allah’a kulluk görevini yapmak zorundadır. Herkes görevinden sorumludur. Görevin bir sahası, hududu, kuralları, bir içeriği vardır herkesin gücü nispetinde. Yüce İslam Allah’ın kullarına teklifidir. Hayatı tamamen en mutlu hâle getirir. Hayatı zorlaştırmaz, kolaylaştırır. En güzel hâle getirir güzelleştirir, en tatlı hâle getirir tatlılaştırır. Bütün doğruları ortaya koyar, seni Hakk’ın hak yolcusu yapar, Hakk’a kul yapar, bütün yanlışlardan kurtarır. Onun için Yüce İslam’ı, Müslümanlar başta olmak üzere tüm insanlık âlemi iyi anlamalı, iyi kavramalıdır, iyi keşfetmelidir.
Dakika 20:15
İslam’ı öcü göstermekle, İslam şeriatını öcü göstermekle insanlığa iyilik yapılmış olmaz. En büyük kötülük gerçeği insanlara doğruyu söylememektir. Önce doğruyu tespit etmek lâzım ki doğru hak Allah’ın ortaya koyduğu değerlerdir. Bu da geçmişi yenileyen, geleceğin bütün belgelerini kendinde toplayan İslam gerçeğidir. İslam gerçeği evrenseldir ezelî ebedî gerçekleri içinde toplar. Kur’an-ı Kerim’in her âyeti evrenseldir. Bazen umumdan hususa, bazen husustan umuma ne yapar; Mesaj verir emir ve hükümlerini o şekilde cihâna duyurur. Hikmetin, amacın, gâyenin ne olduğuna bakarsanız Yüce Allah herkesi rahmetinin içine çağırıyor İslam’ın tecellîsiyle. İslam ezelî ebedî Allah’ın rahmetidir, nurudur ve sevgidir, adâlettir, kardeşliktir ve gerçek evrensel barıştır. Ruhların saadeti, kalplerin mutluluğu ne isterseniz İslam’da bulursunuz. Onun için biz derslerimize hayat veren nurun dersleri diye keşif notları, irşâd notları diye isim verdik. Bu kelimelerin tümü Kur’an-ı Kerim’in içinde mevcuttur bunların toplam ismi İslam’dır ve bunun anayasası kaynağı Kur’an-ı Kerim, Muhammedî şeriat, sünnet, icmâ, ümmet, kıyâs-ı fukahâ bunlar aslî delilleridir. Birde fer’i deliller vardır. Bunun için dünya insanlık âlemi Yüce İslam’ı iyi keşfetmelidir. İslam’ı, İslam’dan öğrenmeli, Kur’an-ı Kerim’i Kur’an-ı Kerim’in kendinden öğrenmeli gerçek ilim ehliyle hareket etmelidir gerçek ilim ehliyle. “Beşikten mezara kadar oku” denmesinin hikmeti budur. İslam dinini Yüce İslam’ı beşikten mezara kadar keşfetmelidir ve kevnî ve kitâbî âyetlerin keşfine insanlık iyi niyetle yapıcı olarak yıkıcı değil, yeryüzünü ifsat eden müfsit değil ya insanlığa faydası olacak bilimsel çalışmalar keşiflerle hareket etmelidir. Allah’ın nimetleri herkese yeter, artar. Yeter ki sömürme, hak yeme adâleti uygula. Allah’ın nimetleri herkese yeter. Niye doğuyu, batıyı sömürmeye çalışıyorsun. Kimseyi sömürme adâletten ayrılma. Kul haklarına af yok, helâlleş herkesin hakkını ver. Şimdi biri sana yağ yakar bir şeyler söylediğini zanneder yağlar, yuvarlar. Hristiyan’ı ayrı yağ yakar, Yahûdî’ye, ateiste, komüniste, Müslümana, münafığa, müşrike yağ yakar bunlar iyilik değildir en büyük kötülüktür. Doğru söyleyelim birbirimize kim olursan ol Allah’ın kullarıyız hepimiz. Birbirimize doğruları söyleyelim. Doğru Yüce Allah’ın doğru dedikleridir yanlış Allah’ın yanlış dedikleridir bir defa burada anlaşalım.
Dakika 25:05
Allah’u Teâlâ’nın hak dediği haktır, bâtıl dediği bâtıldır. Adâlet dediği adâlet, zulüm dediği zülümdür. Haram dediği haram, helâl dediği helâldir. Allahu Teâlâ’nın karşısına geçip de yok öyle değil böyle dediğin zaman Firavun’dan ne farkın kalır? İblîsten ne farkın kalır? İblîs ne dedi: Cenab-ı Hak Âdem’i yaratınca İblîs Âdem’in hilâfetini kabul etmedi insanoğlunun hilâfetini iblîs kabul etmedi, secde emrini yerine getirmedi. Allah’u Teâlâ’nın emrine karşı koydu ve şeytanca, iblîsçe kıyas yaptı. Ortada sahîh nas varken kıyas yapılır mı? İblîsin kıyasları böyledir ortada kesin Allah’ın emri varken kendi aklına göre, hevasına göre kıyas yaptı Allah’ın emrine karşı çıktı. Bugün Kur’an-ı Kerim’in kesin, muhkem, açık hükümleri karşısında kimse kıyas yapamaz. Sahîh sünnet karşısında da böyledir ama ortada kesin bir hüküm yokta yeni şartlar doğmuşsa bilinenden hareket ederek aslî kaynaktan muhkem olandan hareket ederek bilinmeyene terakkî etmek kıyastır ve şarttır bu yapılır. Buradaki kıyas Allah’u Teâlâ’nın emrini, rızâsını yerine getirmek itaat etmek için isyân etmek için bir kıyas değil itaat etmek için kıyastır. İblîsin kıyası ise isyân kıyasıdır emre isyân etti. Temel meselelerde anlaşalım ondan sonra ötesi kolay. Allah’u Teâlâ’nın bir defa âlemlerin mutlak yüce hükümdar olduğunda anlaşalım, O’nun birliğinde anlaşalım. O zâtında, sıfatlarında, efâlinde birdir mahlûkata benzemez ve benzeri yoktur burada anlaşalım. Ondan sonra O’nun hak dediklerinin hak, bâtıl dediğine bâtıl dediği konularda anlaşalım. Ondan sonra ötesi kolay… Burada anlaşılmazsak temelimiz yok ki nerede anlaşacağız. Burada anlaşırsak dünya barışını da kurarız, dünyaya sosyal adâleti de getiririz. Yalnız Allah’ı tanımadan, O’nun ilkelerini tanımadan başkalarına Allah’ın karşısına çıkarıp Rab’mış gibi başka ilâhları ortaya çıkarttığın zaman ortaya ne çıkıyor? Putperestlik çıkıyor, şirk çıkıyor, küfür çıkıyor. Peki, îmânla şirk bağdaşabilir mi? Anlaşabilir mi? Mümkün değil. Biri Allah bir diyor hakîkat bu Allah bir, öbürü iki diyor, daha öbürü üç diyor, daha öbürü başka türlü söylüyor berikinin haram dediğine Allah Teâlâ’nın haram dediğine öbürü helâl diyor. Berikinin Allah’ın helâl dediğine daha öbürü haram diyor. Bizim bunlara yetkimiz yok ki biz Allah’a kulluk etmek ile görevliyiz, Allah’a karşı koymakla değil. Allah’a din öğretemeyiz Allah dini ortaya kendi koymuş. Allah’ın kânûnlarına din, İslam denir. İslam tamamen yepyeni geçmişi yenilemiş Allah’ın kânûnlarıdır. Hepimizi kucaklayan bir dindir. Doğuyu, batıyı değil, Arap’ı Türkü değil, bütün milletlerin dinidir burada anlaşalım. Kur’an-ı Kerim’de apaçık âyetler var Hazreti Muhammed’i bütün insanlığın tamamına Peygamber gönderdi Cenab-ı Hak. (كَافَّةً لِّلنَّاسِ) buyruluyor. Bütün insanlığa gönderildi. Cinlerin de Peygamberi, onlara da İslam’ı tebliğ eyledi, onların da Müslümanlığı kabul edenleri var.
Dakika 30:03
Kıymetli dostlarımız,
Burada bu azıcık bir özlü bir nottan sonra îmâna ve dine bağlılığına şöyle bir bakalım insanların.
Ebû’s-Suud der ki; biliyorsunuz Ebû’s-Suud çok büyük İslam âlimlerinden birisidir. “Peygamberlerin şefaati, meleklerin istiğfarı, dirilerin ölüler için dua ve sadakaları gibi insanın kendi amelinden olmamakla beraber faydalı olduğu bilinen karşılıksız işlere gelince, bütün bunların fayda sağlaması insanın kendi ameli olan îmâna ve dine bağlılığına dayanır. Îmân olmayınca hiçbir şeyin faydası olmayacağı için, bunlarda da faydalı olan yine kendi gayret ve amelidir.” Birisi senin ruhuna bir hediye gönderdi, bir “Fâtihâ” okudu ruhuna hediye etti. Îmânın varsa, Amel-i Sâlih’in varsa sana ulaşır. Hele de îmân varsa ki bu şart olmazsa olmazlardan sana ulaşır. Niye ulaşıyor? Yine îmânın sayesinde sana ulaşıyor îmân olmasaydı o senin ruhuna ulaştırılmazdı. Çünkü îmânsıza hiçbir amel fayda vermez. Amel-i Sâlihlerin fayda vermesi için îmânın olacak, îmânın yanında da Amel-i Sâlih sahibi olacaksın. İnandığın yüce değerleri bir, bir yerine getireceksin. Müslümanım demiş adam, fakat İslam’ın hiçbir farzını, vacibini, sünnetini yerine getirmiyor ve haram helâl tanımıyor. Böyle bir Müslümanlık kabul değil ki, kimi kandırıyorsun; kendini kandırıyorsun veya ben yapıyorsam ben kendimi kandırıyorum. Îmân gerçek îmânın olduğu yerde Amel-i Sâlih olmalıdır. Şimdi birçok asgari fetvâlar verilir ekseriyete dayanan fetvâlar verilir. Meselâ zerre kadar îmânı olan cehennemde ebedî kalmaz denir. Zerre kadar îmân dediğin zaman ne anlıyorsun biliyor musun sen? Îmânın hiçbir şubesinde îmânı, îmân yapan değerler de eksik olmayacak, tasdikte eksiğin olmayacak, ikrârda eksiğin olmayacak. Îmânı îmân yapan ilkeler mevcut olacak. Öyle zerre kadar îmânla ölmek kolay mı? Bir tarafına İslam’a inandın, bir tarafınla inanmadın o îmân, îmân değil ki. Kur’an-ı Kerim’in işine gelen kısmını aldın, işine gelmeyeni almadın bu îmân değil ki. İslam Allah’ın emirlerinin, kânûnlarının tümüdür hepsini tasdikten getireceksin. Kalbin önünde engel yoktur hiçbir engel yoktur kalp bunu tasdik edecektir. Bu tasdik olmadan ve ikrâr olmadan bir defa zâhirde îmân ortaya çıkmaz. Hele tasdikte zerre kadar şüphesi olsa îmân, îmân olmaz. İslam bir bütündür Allah’u Teâlâ’nın tüm kânûnlarının bütünlüğüdür. Allah’ın bir emri ne kadar yüceyse hepsi de yüce, hepsi ne kadar yüce ise o bir emri de yücedir. Birini inkâr edip birisini de sen tasdik edersen îmân olmaz. Birbirimize doğruyu söyleyelim bunların delilleri geçmiş derslerimizde hep izâhlar yapıldı.
Dakika 35:02
Burada da hatırlatma yapıyoruz kısaca özlü olarak yoksa geçmiş derslerimizde geçti, gelecek derslerimizde de İnşâ’Allah yeri geldikçe duyurmaya devam edeceğiz doğruyu söylemek görevimizdir. Onun için Yüce Allah’u Teâlâ lütuf esirgeme kastıyla Cenab-ı Mevlâ kullarına rahmetiyle İslam ile tecellî etmiştir.
Cilve-i Celâl, Celâl sıfatının yansıması, dikkat et bir de Cilve-i Cemâl vardır onun yansıması vardır. Günahın karşısında Celâl’i tecellîleri unutma! Sevapların karşısında da Cemâl’i tecellîleri unutma! Bütün kazanımların karşılığını da alırsın kalbine dahi gelenler kazanımların karşılığıdır dıştaki başına gelen ne varsa kazanımların karşılığıdır. Hayat insanların bağrından akar. Eğer sen bu bağrında gerçek îmânı, gerçek İslam’ı, Amel-i Sâlih’i Allah’a teslim ve tevekkül iyi barındırırsan hayat senin bağrından mutlu olarak akar senin de iç dünyanda ortada büyük bir mutluluk ortaya çıkar. Ama isyân varsa iç dünyanda, küfür şirk varsa, nifâk varsa haramlar varsa, günahlara ısrar ediliyorsa artık senin bağrından seller fırtınalar akmaya başlar. Celâl-i tecellîleriyle o kazanımların karşısında başına gelecekler gelir. Çünkü şer ekip de hayır biçemezsin, hayır ek ki hayır biçesin. Şer ekme, haram ekme, günah ekme bunun için Allah’a sıkı bağlan. Bir de burada (الشِّعْرَى) Şi’râ’dan bahsediyor ve (وَأَنَّهُ هُوَ رَبُّ الشِّعْرَى) “Ve şüphesiz Şi’râ’nın Rabbi O‘dur.”
Kıymetli dostlarım,
Burada Şi’râ elbette ki her şeyin Rabbisi Cenab-ı Hak ama burada Şi’râ’nın da Rabbisi Yüce Allah’tır diyor. Şi’râ’nın Rab değil merbûb (terbiye edilen) olduğu gösteriliyor. Şimdi bazıları mahlûka tapınıyorlar Şi’râ’ya tapınanlar var, yıldıza tapınanlar var ve onu tanrı edinenler var. Cenab-ı Hak orada Şi’râ yıldızını tanrı edinenlere diyor ki: “Onun Rabbisi benim, o bir mahlûktur ona niye tapıyorsunuz?” diyor. Mahlûka tapınılmaz kim olursa olsun ağaların ağası da olsa, paşaların paşası da olsa, ruhbanların ruhbanı olsa, keşişlerin kesişi olsa, kahramanların kahramanı olsa, peygamberlerin peygamberi olsa, Evliyâların Evliyâsı olsa kimseye tapılmaz. Allah’a kulluk edilir. Bütün peygamberler Allah’a kulluk etmişler, bütün insanlığı da Allah’a kulluğa dâvet etmişlerdir. Peygamberler şerefli zât-ı muhteremlerdir hepsine Allah’ın selâmı olsun. Onların yolunda vâris âlimlerde öyle yapmışlardır.
Dakika 40:00
Bunun için kıymetli dostlarımız, mahlûkatı ilâhlaştırmayalım buna âzamî derecede dikkat edelim. Kim olursa olsun yıldızın biri öbüründen parlaktır, güneş ondan parlaktır. Peki, tutalım da Ülker Yıldızı işte falanca yıldız daha parlak diye ona mı tapalım? Güneş daha parlak diye ona mı tapalım? Yaratana kul olalım yaratılmışlara değil. Onun için ne Evliyâlar, ne Enbiyâlar, ne eşkıyalar, ne de başbuğlar nede başkomutanlar hiçbiri ilâh değildir bunlar Allah’ın kullarıdırlar. Peygamberler, vâris Ulemâ, Sıddıklar şehitler, sâlihler değerli şahsiyetlerdir Allah’a kulluk ettikleri için değerlidirler, başkasına taptıkları için değil. Allah’a kulluk ettikleri için gerçek değerli zât-ı muhteremlerdir. Şimdi tutalım biz falanca Enbiyâ, falanca Evliyâ kimisi var falanca Başbuğ, falanca başkomutan, falanca patron, falanca filof, öte ki “Prof.” diye şimdi başkalarına mı tapalım yani? Bunlar Allah’ın birer, birer kulları senin gibi bir damla sudan yaratılmış insanlar. Babasının sulbünden, anasının rahminden, daha öncesi de yoktan yaratılmış bir kul bunlar hepimiz biz Allah’ın kullarıyız. İnsanlar Allah’tan başkasına kulluk yapmamalı nasıl kulluk edeceğini de Yüce İslam ile Allah ortaya koymuş. Allah bizden kulluk istiyor nasıl yapacağımızı Hazreti Muhammed’e öğretmiş. O Allah’ın en büyük kulu, nasıl kulluk edileceğini insanlara İslam ile A’dan Z’ye öğretmiş. Fâkihlerimiz de “Fıkıh İlmi” ile kulluğun bütün inceliklerini “Fıkıh İlminde” ortaya koymuştur. Bütün davranışlarımızı dahi Allah’a kulluk nasıl yapılır; itikatta, amelde, ahlâkta, hukûkta bütün davranışlarımızı rûhî yapımızı enfüsî ve âfâkî âlemle bütün ilgisi bunun ölçüsü neyse ortaya konmuştur. Nasıl kulluk edileceğimizin adresi İslam’dır. Ama bunların alt yapısı gerçek hak bir makbul İslam îmânıdır. İslam îmânının dışındakilerinin bâtıl inançların bunlar mecâzen onlara îmân denir aslî olarak İslam îmânın dışında îmân bu dünyada hiç gerçek hak îmân görülmemiştir, görünmez. Bütün peygamberlerin îmânı İslam îmânıdır. Fakat şeriatlar değişerek gelmiştir, en son İslam hepsini yenilenmiştir. Şimdi burada İslam deyince birileri başka türlü anlayabilirler. İslam evrensel herkesin dini yani burayı unutmayalım, İslam evrensel bir din. Doğunun batının dini değil ki, bütün insanlığın cinler de dâhil bütün âlemlerin hak dini İslam’dır, bütün peygamberlerin dinidir. Onun için İslam kelimesinden kimse gocunmasın, yadırgamasın. Bütün ruhların dini, kalplerin dini, enfüsî ve âfâkî âlemde gerçek hakkın dini İslam’dır (إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ )
Dakika 45:00
Buna ne kadar kişi dosdoğru inanmış ve gereğini yapmışsa o Müslümandır. Bunun için Yüce Allah’u Teâlâ’nın rahmeti ezelî ebedîdir işte bu İslam’la tecellî etmiştir. Kabul edersin etmezsin o artık senin kendi bileceğin iş bize düşen onu dosdoğru söylemektir. Biz de acziyet, cehliyet, cehâlet, gaflet olur. Ama İslam çok yüce, İslam o kadar yüce ki hiç kusuru yok, eksiği yok. Kusur insanoğlunda, bunu da unutma!
Kıymetli dostlarımız,
Kamer Sûresi’ne gelmiş bulunmaktayız, Kamer Sûresi de Mekke-i Mükerremede inzâl edilen sûrelerdendir âyet sayısı 55, sıra numarası 54’tür. Necm Sûresi’nden sonra Kur’an-ı Kerim’de sırasını almıştır. Bu sûreye “İkterabetü’s-sâa” sûresi denir.
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ﴿١﴾
وَاِنْ يَرَوْا اٰيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ﴿٢﴾
وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ وَكُلُّ اَمْرٍ مُسْتَقِرٌّ﴿٣﴾
وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مِنَ الْاَنْـبَٓاءِ مَا ف۪يهِ مُزْدَجَرٌۙ ﴿٤﴾
حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُۙ﴿٥﴾
فَتَوَلَّ عَنْهُمْۢ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ اِلٰى شَيْءٍ نُكُرٍۙ﴿٦﴾
خُشَّعاً اَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ كَاَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌ﴿٧﴾
مُهْطِع۪ينَ اِلَى الدَّاعِۜ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ﴿٨﴾
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ﴿٩﴾
فَدَعَا رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ ﴿١٠﴾
فَفَتَحْنَٓا اَبْوَابَ السَّمَٓاءِ بِمَٓاءٍ مُنْهَمِرٍۘ﴿١١﴾
وَفَجَّرْنَا الْاَرْضَ عُيُوناً فَالْتَقَى الْمَٓاءُ عَلٰٓى اَمْرٍ قَدْ قُدِرَۚ﴿١٢﴾
وَحَمَلْنَاهُ عَلٰى ذَاتِ اَلْوَاحٍ وَدُسُرٍۙ ﴿١٣﴾
تَجْر۪ي بِاَعْيُنِنَاۚ جَزَٓاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ ﴿١٤﴾
وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَٓا اٰيَةً فَهَلْ مِنْ مُدَّكِر﴿١٥﴾
فَكَيْفَ كَانَ عَذَاب۪ي وَنُذُرِ﴿١٦﴾
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّ كْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ﴿١٧﴾
كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَاب۪ي وَنُذُرِ ﴿١٨﴾
اِنَّٓا اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً صَرْصَراً ف۪ي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّۙ ﴿١٩﴾
تَنْزِ عُ النَّاسَۙ كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ ﴿٢٠﴾
فَكَيْفَ كَانَ عَذَاب۪ي وَنُذُرِ﴿٢١﴾
Kıyamet saati yaklaştı, Ay yarıldı.
Bir mûcize görseler hemen yüz çevirirler ve “süregelen bir büyüdür” derler.
Yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Hâlbuki her iş yerini bulacaktır.
Andolsun ki onlara (kötülükten) vazgeçirecek nice önemli haberler gelmiştir.
Bunlar üstün bir hikmettir fakat uyarılar fayda vermiyor.
Sen de onlardan yüz çevir ki, o gün çağırıcı, görülmedik müthiş bir şeye çağırır.
Dakika 50:03
Gözleri düşkün, düşkün (zelil ve hakir) kabirlerinden çıkarlar, sanki yayılan çekirgeler gibidirler.
O çağırana koşarak, kâfirler: “Bu çetin bir gündür” derler.
Onlardan önce Nuh’un kavmi de yalanlamıştı. Kulumuzu yalanladılar ve: “Cinlenmiştir” dediler ve (Nuh dâvetten vazgeçmeye) zorlandı.
Bunun üzerine Rabbine: “Ben yenik düştüm, bana yardım et!” diyerek yalvardı.
Biz de boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık.
Yeri de kaynaklar hâlinde fışkırttık, derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.
Nuh’u da tahtalardan yapılmış, çivilerle (çakılmış gemi) üzerinde taşıdık.
Nankörlük edilen (kulunuz) işte hoş Peygamber kulumuz Nuh’a bir mükâfat olmak üzere (gemi) gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.
Bunu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur? Nuh kavmi Nuh’un şeriatına inanmadı ve gark oldu, Nuh Tufanı tepelerine indi o kavim batırıldı ibret alan yok mudur?
Benim azâbım ve uyarılarım nasılmış (görsünler) diye
Andolsun biz şanlı Kur’an’ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?
Âd (kavmi) de yalanladı, azâbın ve uyarıların nasıl oldu?
Biz onların üstüne, uğursuzluğu devam eden bir günde dondurucu bir rüzgâr gönderdik.
(O rüzgâr) insanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu.
“Nasılmış benim azâbım ve uyarım?” diyor Cenab-ı Hak. Niye hatırlatıyor bunları? Batırılmış batmış helâk olmuş kavimler Yüce Allah’ın niçin hatırlatıyor? İnsanlar geçmişten ibret alsın da başlarına bu belâlar gelmesin diye.
53:18
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّ كْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ۟﴿٢٢﴾
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ﴿٢٣﴾
فَقَالُٓوا اَبَشَراً مِنَّا وَاحِداً نَتَّبِعُهُٓۙ اِنَّٓا اِذاً لَف۪ي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ ﴿٢٤﴾
ءَاُلْقِيَ الذِّ كْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ اَشِرٌ ﴿٢٥﴾
سَيَعْلَمُونَ غَداً مَنِ الْكَذَّابُ الْاَشِرُ﴿٢٦﴾
اِنَّا مُرْسِلُوا النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْۘ ﴿٢٧﴾
وَنَبِّئْهُمْ اَنَّ الْمَٓاءَ قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْۚ كُلُّ شِرْبٍ مُحْتَضَرٌ﴿٢٨﴾
فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطٰى فَعَقَرَ﴿٢٩﴾
فَكَيْفَ كَانَ عَذَاب۪ي وَنُذُرِ﴿٣٠﴾
اِنَّٓا اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَش۪يمِ الْمُحْتَظِرِ ﴿٣١﴾
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّ كْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ﴿٣٢﴾
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ﴿٣٣﴾
اِنَّٓا اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِباً اِلَّٓا اٰلَ لُوطٍۜ نَجَّيْنَاهُمْ بِسَحَرٍۙ﴿٣٤﴾
نِعْمَةً مِنْ عِنْدِنَاۜ كَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ شَكَرَ ﴿٣٥﴾
وَلَقَدْ اَنْذَرَهُمْ بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ﴿٣٦﴾
وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِه۪ فَطَمَسْنَٓا اَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَاب۪ي وَنُذُر﴿٣٧﴾
وَلَقَدْ صَبَّحَهُمْ بُكْرَةً عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّۚ﴿٣٨﴾
فَذُوقُوا عَذَاب۪ي وَنُذُرِ﴿٣٩﴾
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ۟﴿٤٠﴾
Dakika 55:23
Kıymetli ve muhterem izleyenler,
Kamer Sûresi’nin 22’nci âyeti ile dersimiz devam ediyor.
Andolsun biz Kur’an-ı Kerim’in öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? Diye Cenabı Hak bunu sık sık hatırlatıyor.
Semûd da o uyarıları yalanladılar.
“Bizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık içine düşmüş oluruz” dediler. Peygamberlerini reddettiler.
“Zikir, aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır, o yalancı, küstahın biridir” (dediler). Peygamberler hiç yalan söylemez peygamberlerini yalanladılar.
Yarın onlar, yalancı, küstahın kim olduğunu bilecekler.
Biz onlara, kendilerini imtihan etmek için dişi deveyi göndereceğiz. Onun için sen onların gözet ve sabırlı ol.
Onlara suyun aralarında paylaştırılacağını haber ver; her içene düşen miktar, hazır kılınmıştır.
Bunun üzerine arkadaşlarına bağırdılar. O da (bıçağı) çekerek (deveyi) kesti. Sâlih Peygamber’in mûcizesi olan deveyi kesti o mafyanın başındaki o zâlim herif.
Ama azâbım ve uyarılarım nasıl oldu.
Biz onların üzerine tek sayha (korkunç bir ses) gönderdik; ağılcının topladığı çalı çırpı kırıntıları gibi kırılıp dökülüverdiler.
Andolsun biz şanlı Kur’an’ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?
Lût kavmi de uyarıları yalanladı.
Biz de onları üzerlerine (taşlar savuran) bir fırtına gönderdik. Yalnız Lût ailesini seher vakti kurtardık,
Katınızdan bir nimet olarak biz şükredeni böyle mükâfatlandırırız.
Lût Aleyhisselâm onları bizim yakalamamıza karşı uyarmıştı. Fakat ikazlara karşı kuşku duydular hiç inanmadılar şüphe ile baktılar.
Onun konuklarından murâd almaya kalkıştılar. Biz de gözlerini siliverdik. “Haydi, azâbımı ve uyarılarımı tadın!”
Sabah erken, onları kararlı bir azâb yakaladı.
“Azâbımı ve uyarılarımı tadın!”
Andolsun biz Kur’an-ı Kerim’i öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?
Çok kıymetli ve muhterem efendiler,
İşte kıyâmetin yaklaştığını ayın yarıldığını da bu süreden öğreniyoruz. Buhârî Şerif ve diğerlerinde İbn-i Mes’ûd’dan şu rivâyetler nakledilmiştir;
“Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellemin devrinde “Ay” iki parçaya ayrıldı. Bir parça dağın üstünde, bir parçada dağın ardında idi…
Dakika 1:00:05
Rasûlullah Aleyhisselâtu Vesselâm: “Şahit olun” buyurdu. İkincisi ay yarıldı biz Peygamberle beraberdik, iki parça oldu “bize şahit olun, şahit olun” buyurdu. Buhârî’de İbn-i Abbâs’tan yapılan bir nakil de şöyledir; “Peygamberin zamanında “Ay” ikiye ayrıldı. Enes’ten de bir rivâyet vardır Mekke halkı kendilerine bir âyet gösterilmesini istediler. Peygamber de Ay’ın yarılması mûcizesine gösterdi. “Ay” iki parçaya ayrıldı. Müslim’in ise İbn-i Mes’ûd’dan yaptığı rivâyetler şöyledir; “Rasûlullah Sallallâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem ‘in sözü ile “Ay” iki parçaya bölündü. Rasûlullah Efendimiz “şahit olun” buyurdu. Biz Rasûlullah ile Mina’da bulunduğumuz sırada idi “Ay” ikiye ayrıldı. Bir parçası dağın arkasında bir parçası da beri tarafındaydı. Rasûlullah bize “şahit olun” buyurdu. Rasûlullah’ın sözüyle “Ay” iki kısma ayrıldı bir kısmının dağ örtü, bir kısmı da dağın üstündeydi. Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi v ve Sellem ‘’Allahüm meşhep’’ “Allah’ım şahit ol” dedi. İbn-i Ebî Adiyy rivâyetinde ise ‘’işhedu, işhedu’’ “şahit olun, şahit olun” diyordu Allah’ın Rasûlü “Ay” ikiye yarılmıştı ve ikiye ayrılmıştı. Bu haberlerin rivâyetini kıymetli muhaddislerimizden Buhârî, Müslim ve diğerleri rivâyet etmişlerdir.
Enes de şöyle der; (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn), Yüce Allah hepsinden râzı olsun. Bizleri de şanlı Peygambere tâbî olmayı, onun yolundan gitmeyi Cenab-ı Hak bize nasîb-i müyesser eylesin.
Enes Hazretler şöyle der; Mekkeliler Rasûlullah Sallallahu Teâlâ Aleyhi ve Sellem ’den bir mûcize göstermesini istediler. O da iki defa “Ay’ın bölünmesi mûcizesini” gösterdi. Diğer bir rivâyette ise: (مَرَّتَيْنِ) iki kere sözü f’’Fırkateyn’’ iki parça olarak geçmektedir. Buhârî’nin yaptığı gibi Tirmizî de İbn-i Mes’ûd’dan şu hadisleri nakleder; “Biz Rasûlullah ile beraber Mina’daydık “Ay” iki parçaya bölündü bir parçası dağın ötesinde, bir parçası da berisinde idi” Rasûlullah bize “şahit olun” buyurdu. (اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ) “Kıyâmet saati yaklaştı Ay ikiye yarıldı.” Tirmizî’nin Enes’ten yaptığı nakil şöyledir; Mekkeliler Peygamberden Aleyhisselâtu Vesselâm, bir mûcize istediler bunun üzerine Mekke’de Ay iki kere (مَرَّتَيْنِ) yarıldı. İşte bu olaydan dolayı (اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ) âyeti nâzil oldu. İbn-i Ömer’den de şu rivâyeti nakleder; “Rasûlullah Efendimiz Aleyhisselâtu Vesselâm sözüyle “Ay” yarıldı Efendimiz, “şahit olun” buyurdu. Tirmizî Cübeyr Bin Mut’im ’den de şu nakilde bulunur; Peygamber Efendimizin sözüyle “Ay” yarıldı hatta iki parça oldu, biri şu dağın üstünde, diğeri de şu dağın üstündeydi. Bunun üzerine Muhammed bizi büyüledi dediler. “Hâşâ!” Bir kısmı da: “Eğer bizi büyülediyse de, herkesi büyüleyemez ya?” dediler.
Şifâ-i Şerif’te de Ebû Huzeyfetül Er-Habi’den şöyle bir rivâyet nakledilir;
Dakika 1:05:42
Hz. Ali dedi ki: “Ay ikiye yarıldı o sırada biz Rasûlullah ile beraberdik.” Yine Şifâ ’da Ahmed Bin Hanbel’in Müsned ’inde Esvet rivâyetiyle İbn-i Mes’ûd’un (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) hattâ dağı ayın iki parçası arasında gördüm” diyor. Dediği nakledilir. Ayrıca Mesrük rivâyeti ile de İbn-i Mes’ûd’dan su nakledilir; Kureyş inkârcıları müşrikler o kâfirler Ebû Keşfen’in oğlu size büyü yaptı dediler. İçlerinden birisi “Eğer Muhammed eğer Ay’a büyü yaptıysa göğsü bütün yeryüzündeki insanları tutacak değil ya!” “Diğer belde şehirlerden gelenlere sorun bakalım görmüşler mi?” dedi. Gelenlere sordular onlar da aynı şekilde gördüklerini söylediler. Semerkandî’nin nakline göre: “Ebû Cehil bu bir sihirdir uzaklarda yaşayanlara haber gönderin gören olmuş mu bakalım?” dedi. Uzaklarda yaşayanlarda Ay’ı yarılmış olarak gördüklerini haber verdiler. Yine de onlar ( سِحْرٌ مُّسْتَمِرٌّ), ( هَذَا) “Bu öteden beri süregelen bir sihirdir” dediler.
Îmânda nasîbi olmayan, gerçeği görmeyen, iç dünyasın bozulmuş mühürlenmiş nice kızıl kâfirler vardır o çağda da, bu çağda da. Allah küfürden, şirkten, nifâktan, şikaktan, kötü ahlâktan, tüm kötülüklerden Allah muhafaza buyursun. Bizleri de sığınmak isteyen, kurtulmak isteyen, hidâyete ermek isteyen herkesi. Huzeyfe Medain’de okuduğu bir hutbesinde demiştir ki, (Radıyallâhu Anhü) ”Uyanın Allah’u Teâlâ (اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ) kıyâmet saati yaklaştı Ay ikiye ayrıldı” buyuruyor. Evet, kıyâmet cidden yaklaştı ve Peygamberimiz zamanında Ay hakîkaten ikiye ayrıldı. Dünya ayrılık ilân etmektedir haberiniz olsun ki bugün meydan yarın koşu vardır. Koşu nedir? Herkes mezardan mahşere fırlayarak koşacaktır.
Nitekim İbn-i Mes’ûd’un diğer bir ifadesinde beş şey geçmiştir. Bunlar: Duhan yani (duman) lizam (gereklilik), badşe (şiddetli yakalama) kamer (ay) ve rumdur.
Enes’in rivâyetinde hepsinde iki defa ifadesi vardır Alûsî’nin nakline göre Abit Bin Humeyd, Hakîm İbn-i Merdiye ve Beyhâkî İbn-i Mes’ûd’dan; “Peygamber çıkmadan önce Mekke’de iken ayı iki kere ikiye ayrılmış olarak gördüm” diye rivâyet ettirmişlerdir. Bunun için Hafız Ebu’l Fadl Irâkî “Nazmu’s Siyer” adlı eserinde yarılmanın iki kere vuku bulduğu üzerinde icmâ bulunduğuna inanmış olarak “icmâ ile iki kere yarıldı” demiştir.
Dakika 1:10:40
Hafız İbni Hacer de Ay’ın yarılması hakkında demiştir ki; “Peygamber Sallallâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem zamanında yarılmanın bir en fazla olduğunu, yani birden fazla olduğunu kesin olarak kabul eden hiçbir hadis âlimini tanımıyorum. İcmâ ile kaydı iki kereye değil, yarılmaya bağlı olmalıdır diyenin kastı da “firkateyn” iki parça demek olsa gerekir” demiş. Alliyyü’l Kârî de der ki: İbnü Cevziyye bir kitabında şunları söylemiştir; Merreteyn’den bazı kere fiiller bazı kere de eşyanın kendisi kastedilir. “Ekseriya fiiller için kullanılmakla beraber Rasûlullah’ın zamanında “Ay” iki defa yarıldı.” Hadisinde olduğu gibi ayanda dahi kullanılır ki bu hadiste ‘’şıkkayn’’ iki yarım ve ‘’filkateyn’’ iki parça demektir. Bunu bilmeyenler yarılmayı iki zamanda iki defa olmuş diye zannetmişlerdir. Hâlbuki Şeyhim Irâkî ’ye yarılmanın bir kere olduğunu söyledim bana cevap vermedi. Lakin Âlûsî İbn-i Mes’ûd rivâyetinde ‘’Şakkateyn’’ iki parça ve ‘’Merrateyn’’ iki kere denilmesi sebebiyle bunun ‘’Fırkateyn’’ iki yarım mânâsına olmasının uygun olmayacağını ifade ederek sözüne şöyle devam etmiştir;
İbn-i Mes’ûd ’un sözünde ki ‘’Merrateyn’’ ifadesinin görmek ile alâkalı olması daha uygundur ancak bu “İnşikak” yarılma esnasında ay şimşek çakar gibi süratle iki defa ayrılıp kapanmıştır ve iki ayrılış esnasında da dağ yani “Hira” yahut “Ebu Kubeys Dağı” ikiye ayrılan ayın arasından görülmüştür.
Kıymetli dostlarımız,
İşte buradan anlaşıldığına göre kıyâmetin alâmetlerinden biri de Ay’ın yarılmasıydı yarıldı. Peygamberimizin âhir zaman Peygamberi olarak gelmesiydi geldi. Osman Bin Ata babasının “Ay kıyâmet günü yarılacaktır” dediğini nakletmiştir. Nesefî gibi bazı tefsircilerde bu rivâyeti Hasan-ı Basrî’ye isnat etmişlerdir. Gerçi mâzi (geçmiş) zamanın muzari (gelecek) zamanın mânâsına geldiği ve gerçekleşmesine işaret için gelecek zamanın mâzi sîgasıyla ifade edildiği yerler Kur’an’da pek çoktur.
Fahrettin Râzî der ki: “Tefsircilerin hepsi bundan maksadın Ay ikiye ayrıldı, onda bölünme meydana geldi” demek olduğunu söylemişlerdir. Birde Huzeyfe Medain’de ki hutbesinde “Uyanık olunuz ki kıyâmet saati yaklaştı ve Peygamber zamanında Ay hakîkaten yarıldı”. Demişken, artık Hasan-ı Basrî’nin saat geldiği vakit ikinci Sûr’a üfürüldükten sonra ay yarılacaktır şeklindeki sözüne itibar edilemeyeceği gibi Ay’ın yarılması Ay doğduğu esna da karanlığın yarılmasından ibarettir ve mânâsı ‘’zahare’l-Emru’’ durum ortaya çıktı demektir.
Dakika 1:15:45
Çünkü Araplar açık olan şeyler için Ay’ı darb-ı mesel atasözü yaparlar. Nitekim karanlığın ortadan kalkmasından dolayı sabah vaktine “Felak” sabah aydınlığı ismi verilmiştir ve infilaka yarılmaya bölünme denilir diyenlerin sözüne de iltifat edilmez.
Evet, kıymetli dostlarımız!
İşte rivâyetlerin size en önemlilerini duyurmaya çalıştık Ay yarılmıştır. Mûcize Hazreti Muhammed’in büyük mûcizelerinden biride ayın yarılmasıdır ve bütün hayatı Hazreti Muhammed’in mûcizedir. İbn-u Sînâ işaratının sonunda “Esrariyatün” adıyla mûcize ve kerâmet gibi olağanüstü ve hayranlık uyandıran şeylerden bahseden 10’uncu ünitede insan nefsini fevkalâdelikle ilgili olan bazı hususiyetlerine karakter ve kuvvetlerine… İrfânına ve metafizik âleme dâir şu işaretlerden sonra şu uyarıları yaparak der ki; “Belki sana Ârifler, Velî’lerden alışılmamış türden bir takım haberler ulaşır sende hemen yalanlamaya kalkışırsın.” Meselâ denilir ki: Bir Ârif insanlar için yağmur duasına çıktı da, yağmur yağdı yahut şifâ dileğinde bulundu da, şifâ buldular veya aleyhlerine dua etti de zelzeleye tutulup yere geçtiler. Yahut başka bir şekilde helâk edildiler. Yahut lehlerine dua etti de üzerlerinden vebayı, hastalığı, sel ve tufanı bertaraf etti. İşte kıymetli dostlarımız yahut bazılarına yırtıcı hayvanlar boyun eğdi yahut bir kısmından kuşlar kaçmadı ve daha bunlar gibi açıkça imkânsızlık derecesinde tutulmayacak şeyler duyduğun zaman birden bire bin inkâra kalkışma da bekle acele etme. Çünkü tabiatın sırlarında bu nevi olaylarında sebepleri vardır. Belki ben sana bazılarını da hikâye ederim. Tabiat âleminde gayba dair işler üç kaynaktan meydana gelir. Birincisi: Daha önce zikredilen nefsin karakterleri; İkincisi: Dört unsurdan oluşan cisimlerin özellikleri ki mıknatısın kendine has olan kuvvetiyle demiri çekmesi gibi. Üçüncüsü: Semâvî kuvvetler ki bu kuvvetlerle yer cisimlerinin konumlarına göre özel tabiatlar arasında yahut onlarla insanların konumlarına göre özel tabiatları arasında bulunan bir ilgi bir takım garip izlerin meydana gelmesine yol açar.
Dakika 1:20:03
Sihir ilk kısma ait şeylerdendir belki mûcizeler kerâmetler ve ‘’neyrancat’’ bir şeyi başka şeye çevirme ikinci kısımdandır. Tılsımlar ise üçüncü kısmı aittir. “Sakın ukalalığı ve halktan farkın münkirlikle her şeyden sıyrılıp çıkmak olmasın, o bir beyinsizlik, hafiflik ve âcizliktir. Sabit olan bir şey anlayamadığından dolayı yalanlamanda ki hımbıllık, güçsüzlük delili olmayan bir şeyi tasdik edivermende ki hımbıllıktan aşağı değildir. Kulağına gelen haberin garipliği seni rahatsız etse bile, onun imkânsız olduğuna delilin olmadıkça bekle hemen yalanlama, doğru olan bu durumdaki haberler için delilin bulunmadıkça onların mümkün olabileceğini kabul etmektir. İyi bil ki tabiatta nice acayip aktif hâlde bulunan üstün kuvvetlerle etkilenen pasif kuvvetlerin birleşmesinde nice garip durumlar vardır.” “Birader! Sana hak kaynağından yayıp dövdüm ve latif kelimeler içinde hikmet lokmaları ile ziyafet çektim. Sen o gibi câhillerden, rezillerden görgüsü ve alışkanlığı olmayıp gönül eğlencesi koku arkasında dolaşmak olan kimselerden yahut şu filozofluk taslayanların inkârcılarından sinek gibi bulaşık mızmızlarından uzak ol.” Benden sana söylemesi…
Kıymetli dostlarımız,
Şimdi tabii her babayiğidin güzel tarafları vardır zayıf tarafları da olabilir. İbn-i Sinâ maalesef tabiat ilmi adına nazariyesinde yanlış bir fikre saplanmış. Gök ve semâvî cisimleri tabiatlarında düz harekete bir mehil ilkesi bulunmayan el ile dokunulmayan sırf örneği olmayan maddesiz basit bir cisim olarak düşünmüş. Ve bunun sonucu olarak da tabiatında düz hareket ilkesi bulunmayan bir cismin yırtılma, yarılma ve kapanma özelliğinin olamayacağını izâh ederek bu büyük önerme ile şu neticeye varmıştır; Cüssesi büyük olan yerleri sınırlayan ve kendisinde yalnız dairesel bir mehil ilkesi bulunan göğün cismi yırtılmayı kabul etmez. İbn-i Sînâ bunu söylerken delillere dayandığını da göstermiştir. Bu şekilde o göğün oluşum ve bozulma kabul etmediğini onun tebliğini madde ve sûretin birleşimi değil ibdai maddesi ve örneği bulunmayan bir cevher olduğunu söylemiş. Sonra da yıldızların taşıyıcıları olan feleklerin cisim olmadıklarını bununla beraber dört unsurdan oluşmayan maddesi bir cevher cinsinden olduklarını ifade etmiştir. İbn-i Sînâ, daha sonra da bu önermeye dayalı olarak mevcut olmayan cisimlerle, mevcut olan cisimlerin yabancı bir şey gibi birbirlerinin içine giremeyeceklerini bina aleyh güneş ay ve bütün yıldızlarında basit, gayri mürekkep olmaları gerektiğini ispatlı bir şekilde göstermiş. Sonra da rengi kabul edip görünür olmakla beraber, kendilerine dokunulamayacağını da ilave etmiştir.
Dakika 1:25:22
Kısacası, gök ve felekler sanki uzak gibi koparılması düşünülemeyecek sade bir boyut sûretinde saydam ve basit bir büyük cisim ve yıldızlarda ışık gibi görünende, fakat dokunulması ve görülmesi mümkün olmayan maddesiz, basit, ibdai cisimler şeklinde telakkî edilerek… “Yahey ola heyulalarının” yani maddelerinin başkalığından yahut maddelerinin umûmî tabiatıyla ayrılması mümkün olduğu hâlde… Cisimlerinin tabiatlarından dolayı gök ve semâvî cisimlerinin yırtılma yarılma ve kapanmalarının tabiatıyla imkânsız olduğu fizik felsefesinde delinlendirilmiş gibi sayılmakla zamanlarının ilmi adına bu felsefe ardından gidenler ayın tabiatına bakarak yarılmasını imkânsız zannetmişlerdir. Onların o zamanki bilgileriyle bu mahduttur. Yoksa ayın yarılmayacağı anlamına katiyyen gelmez ancak gerçekte bu delil ile ispat edilmiş olmayıp söylediğimiz gibi tabiatın da düz harekete ilke olabilecek bir meyil bulunmadığını kabul eden bir önerme yazı…
Dakika 1:28:03