471- Tefsir Ders 471 hayat veren nurun keşif notları
471- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 471
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
(Saf Sûresi 10’uncu Âyet-i Kerime’den 13’üncü Âyet-i Kerime’ler)
(Cuma Sûresi 1’inci Âyet-i Kerime’den 11’inci Âyet-i Kerime’ler)
Kıymetli dostlarımız,
Fatih Kütüphanesi’nde bu mesele ile ilgili bir risâle görmüştüm ki, bir papaz İncîl’lerde ki Faraklit müjdelerinin, Kur’an-ı Kerim’in bu âyetinde haber verilen (وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْتِي مِن بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ) „Benden sonra gelecek olan Ahmed isimli bir peygamberi müjdeleyici olarak.“ Bakın geldiğini söylüyor Îsâ (AS.) yüce Kur’an haber veriyor, İncîl’de de bunlar haber veriliyor. Şimdi bu müjde ile ilgili ki Kur’an-ı Kerim’in Îsâ’nın verdiği müjde olduğuna kanaat getirerek Müslüman olmuş ve bu hususa dair bir risâle yazmış olduğunu… Papaz Müslüman oluyor orada onu görünce hem de bir risâle yazmış olduğunu söylüyordu. Fikir sahibi bazı kişiler de bu mesele hakkında İncîl (Avangel) kelimesinin asıl mânâsını araştırmak istemişler ve bu kelimenin esâsen müjde anlamına geldiğini ve hakîkatte Hz. Îsâ’nın dâvetiyle bütün İncîl’lerin özet olarak beyânının, gelecek bir Rasûl ile ilâhî saltanatı müjdelemekten ibâret bulunduğu görüşünde birleştiklerini ifade etmişlerdir. Yani İncîl demek, Muhammed’i müjde demektir. İncîl kelimesinin dahi anlamında bunun bulunduğunu anlamışlardır. Ne yazık ki bunların üzerini örtmeye çalışanlar her zaman olmuştur. Olmasaydı dünyada ikilik olmazdı barış ve kardeşlik olurdu ki Yüce İslam barışın kardeşliğin bizzat kendisidir bütün âlemleri kucaklar ne yazık ki İslam’a tam bunun tersine cevap verenler, düşmanca cevap verenler barışın adâletin düşmanıdırlar.
İşte Hz. Îsâ böyle söylemiş olduğu hâlde İsrâiloğulları’nın çoğu, yani Yahûdîler onu dinlemedikleri gibi Hristiyanların çoğu da bunu gizlemiş ya da te’vil ve tahrif (değiştirmek) ile inkâr etmiş olduklarından dolayı bu hakîkat hatırlatılarak buyuruluyor ki: (فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِاٰيَاتِنَا) Sonra o Rasûl, onlara delillerle geldiği zaman. Bu Ahmed, Muhammed Mustafa o müjdelenen Rasûl değil, bu açık sihirlerle bizi aldatmak istiyor diye küfre, haksızlığa saptılar ve bu haksızlıkla bir takım değişiklikler yapmak sûretiyle Îsâ, Allah’ın oğludur gibi aslı olmayan yalanlar yazarak İncîl’leri bozdular. Onları Allah kelâmı diye Allah’a isnâd ettiler. Kendi yazdıkları yalan ve iftiraları İncîl diye millete yutturmaya çalışmaya ne hakları vardır? Bu Îsâ’ya iftiradır İncîl’e iftira Allah’a iftiradır. İnsanlığın neden arasını açıyorsunuz? Kur’an-ı Kerim İncîl’i, Mûsâ‘yı, Îsâ’yı, Tevrât’ı, İbrâhim’i, Nuh’ları ezelî değerleri, ebedî değerleri İslam Kur’an-ı Kerim kucaklıyor. Sen ise bozmaya çalışıyorsun barış düşmanlığına hak tevhîd düşmanlığına bir son vermelidir.
Dakika 5:05
Dünyaya barış gelmeli kardeşlik tesis edilmelidir adâlet egemen olmalıdır. Hz. Îsâ’nın peygamber olarak gönderilmesinin gâyesi Hazreti Muhammedin Peygamberliğini müjdelemekten ibâret iken Hazreti Muhammed’in risâletinin hikmet ve gâyesi ise bu hak dinin sonuçta her dine gâlip gelmesidir. İslam’ın önüne durulmaz her dine gâliptir çünkü öbürleri mecazen dindir aslen Allah’ın dini hak ve birdir o da İslam’dır, bütün peygamberlerde Müslümandır Allah bir ortaya koyduğu dinde birdir. Bütün peygamberleri dünyaya getirip insanlara tebliğ ettikleri din İslam’dır. Hak dinin sonuçta her dine gâlip gelmesidir. Hak din Yüce İslam’dır bu hep gâlip gelmiştir, hep gâlip gidecektir. Bazı insanları öldürmek, katletmek, mahkûm etmek, esir etmek İslam’ı yenmek mi zannediyorsunuz? İslam yenilmez. Sen karanlığa kaçtın güneş yok mu oldu? Aklını başına al da yanılma, yanıltmak saptırmak isteyenlere aldanma! Yüce İslam evrensel hak bir dindir seni kucaklıyor Allah’ın rahmetiyle, merhametiyle, mağfireti ile sosyal adâleti ile tüm sevgiyle gel buna îmânla cevap ver, Ameli Sâlih’le cevap ver. İnkârla karşı çıkma, küfür ve şirke saplanma yazık olur. Onun için hak dâima bâtıla gâliptir İslam Hakk’ın dini hak dindir. Bütün peygamberlerin dinidir ve son Muhammedî şeriat geçmişi yenilemiştir. Bunu yenileyen Şâri Teâlâ Şeriatı Şâri yani Allah yeniler, peygamberler onu tebliğ eder uygularlar. Bu hususun birkaç defa tekrar edilmesi İslam’ın diğer dinlere gâlip gelmesinin bir kere değil çeşitli devirlere ait olmak üzere birçok defa gerçekleşeceğini anlatmak içindir. Arzu ve şehvetler ardında koşan sefihlerin haksızların ve dinsizlerin başına kıyâmet koparken Allah dostları Hakk’ın himâyesinde de ve Arş’ın gölgesi altında gölgelenerek büyük murâda ereceklerdir bunda da şüphe yoktur. Bütün Arabistan’da başlamış ve Abbâsî Halîfelerinin çöküşüne kadar doğudan batıya bütün âleme İslam yayılmıştı. Şöyle bir düşün! Cenab-ı Hak Mâide Sûresi’nin 3’üncü âyetinde Müslümanlar ve dünya bu âyeti iyi anlasalar her gün bayram ederler.
(اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪ينًاۜ )
“Bugün size dininizi ikmâl ettim üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için İslam’ı seçtim” buyuruyor. Kim? Yüce Allah Celle Celâlühü. Dünya bayram etsin işte barış, işte, nimet işte Allah’ın rızâsı…
Dakika 10:04
İnsanoğlu tekrar diyorum ki kendi oturduğu evini kendisiyle yakmaya çalışıyor. İslam’a karşı çıkmak demek bu demektir kendini de oturduğu evini de yakmaya çalışıyor. Gel hem insanlığın tümü, hem de sen kurtul Allah’a itaat et Yüce Allah’a bağlan. O’nun Yüce emir ve kânûnlarından ibâret olan Yüce İslam’ı iyi anla, iyi keşfet, iyi inan samîmî bir Ameli Sâlih sahibi ol, muhlislerden ol, iyi bir Müslüman ol.
Arada bir düşüş dönemi kendisini gösterdikten sonra çok geçmeden ne yapmışlar bakın Peygamberimizden sonra dört halîfe ondan sonra Emevîler Abbâsîler derken Türklerin ortaya çıkışı ve İstanbul’un fethi ikinci parlak dönem başlamış bu da bir taraftan Kafkas dağlarından Atlas okyanusuna diğer taraftan Lehistan’dan Habeşistan’a kadar geniş bir bölgeyi Trablusgarp’a kadar içine almıştır. Zamanımızın geçirmekte olduğu büyük inkılap burhanlarının sonucunda daha kim bilir dünya ne gibi değişikliklere ve gelişmelere sahne olacaktır. Neler yıkılıp neler yapılacaktır her ne olursa olsun bu yeni asrın fikir ve fen alanındaki ilerlemesiyle gerek İslam âleminin ve gerek diğer çeşitli milletlerin vicdanında meydana gelecek uyanmalarının İstikbâl’de karşı karşıya kalacağı değişiklik dünyayı alt-üst eden haksızlıkların ortadan kaldırılmasıyla umûmî bir hayatta hakkın daha yüksek bir görünüme kavuşturulma gâyesini hedeflemektedir. İslam’ın yeni bir yükselişle ve inkişaf dönemine gireceğine inanmak gerekir. Zirâ şanlı Kur’an bu mânâyı Sadece üç sûrede tekrar etmekle kalmamış başka âyetlerle de teyit etmiştir. Mücahit’ten gelen bir rivâyete göre de bu müjdenin en mükemmel şekilde Îsâ’nın Aleyhisselâm yeryüzüne inmesinden sonra gerçekleşeceği belirtilmiştir. Binaenaleyh fânî hayatın günden güne kötü olacağı bir zaman gelip emânetin kalkacağı dinin zaafa uğrayacağı ve İslam’ın yalnız adının kalacağı konusunda yazılan ve düşüş devirlerini haber veren bazı eserlerden dolayı ümitsizliğe düşmemeli. Allah’u Teâlâ’nın geceyi gündüze ve gündüzü geceye kattığını (وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ) “Hud sûresi 49” sonuç müttakiler içindir denildiğini bilerek ve Allah’ın bu kesin müjdelerine inanarak dâima âhiret ümidi içinde çalışılmalıdır. Kalbinde hardal tanesi kadar îmân bulunanlar vefat edecek kendilerinde hiç hayır olmayan kimseler kalacak onlar da eski atalarının dinlerine döneceklerdir. İşte kıyâmette böylelerinin tepesine kopacaktır şeklinde dinin düşüş dönemlerine ait haberler karşılığında Sıhah’da zikredilen sahîh bir hadis-i şerifte buyrulmuştur ki “Ümmetimden bir fırka hak üzere gâlip olup duracaklardır.” ( Ve lâ tezâlü tâifetün min ümmeti zâhirîne ale’l-hakkı) Ne diyor; “Ümmetimden bir fırka hak üzerinde gâlip olup duracaklardır.” Vakıa Sûresi’nde geçtiği üzere “Kıyâmet koptuğu zaman öncekiler ve sonrakiler arasında cennet ehlinin yarıdan fazlası Hz. Muhammed’in ümmeti olacaktır.” Dikkat et! Cennet ehlinin yarıdan fazlası Hz. Muhammed’in ümmeti olacaktır.
“Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ İbrâhime ve alâ âli İbrâhim. İnneke hamidün mecîd ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed.”
Dakika 16:40
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنْج۪يكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿١٠﴾
تُـؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۙ﴿١١﴾
يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ وَمَسَا كِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۙ﴿١٢﴾
وَاُخْرٰى تُحِبُّونَهَاۜ نَصْرٌ مِنَ اللّٰهِ وَفَتْحٌ قَر۪يبٌۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿١٣﴾
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُٓوا اَنْصَارَ اللّٰهِ كَمَا قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيّ۪نَ مَنْ اَنْصَار۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ اَنْصَارُ اللّٰهِ فَاٰمَنَتْ طَٓائِـفَةٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَكَـفَرَتْ طَٓائِـفَةٌۚ فَاَيَّدْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا عَلٰى عَدُوِّهِمْ فَاَصْبَحُوا ظَاهِر۪ينَ﴿١٤﴾
صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ
Ey îmân edenler! Sizi acı bir azâbtan kurtaracak ticareti size göstereyim mi?
Allah’a (C.C) ve Rasûlüne (A.S.V) inanırsınız, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz sizin için en iyisi budur.
(Eğer böyle yaparsanız Allah) sizin günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. İşte büyük kurtuluş budur.
Seveceğiniz bir şey daha var: Allah’tan yardım ve yakın bir fetih… Müminleri müjdele.
Ey îmân edenler! Allah’ın yardımcıları olun. Ne demek; Allah’ın dini uğrunda cihâd edin. Nitekim Meryemoğlu Îsâ (AS.) da Havârîlere: „Allah’a (giden yolda) benim yardımcılarım kimdir?“ demişti. Havârîler: „Allah (yolun)un yardımcıları biziz.“ dediler. İsrâiloğulları’ndan bir zümre inandı, bir zümre inkâr etti. Biz de inananları, düşmanlarına karşı destekledik, onlar üstün geldiler. Dâima üstünlük inanandadır.
Dakika 20:08
Şehit olabilir o bir rütbedir yükseliştir bir an için esir olabilir ama ruhâniyet yönünden onun ruhu zindanlarda hür dolaşır. Îmân mağlup olmaz îmân hep gâliptir, hak hep galiptir. Havâriyyun, Hz. Îsâ’nın, ilk îmân eden seçkin öğrencilerinden on iki kişiye denir ki, bunlar dini yaymak için etrafa dağılmış olduklarından „Resul-i Îsâ“ (Îsâ’nın elçileri) ismi dahi verilmiştir. Eldeki İncîl’lerde bunlara on ikiler de denilmektedir. Havâriyyun kelimesi, esasen „Havârî“ ismi mensubunun çoğuludur. Beyaz ve beyazlık mânâsına isimdir. Kâmûs Şârihi’nin beyânına göre bazı âlimler demişlerdir ki, „Bu kelime, çoğuldan cinse nakledilerek hem müfret hem çoğul için kullanılır. „Havar ve haver lügatte, beyaz ve beyazlık mânâsına isimdir. Bu münâsebetle şehir kadınlarına beyazlıklarından dolayı „Havariyyât“ denilir. Bezleri yıkayıp çırparak ağartan kassâra, eski Türkçe karşılığıyla çırpıcıya da havarî denildiği gibi saf ve temiz dost ve yardımcıya, özellikle büyük peygamberlerin dâvet ve emirlerini yerine getirme uğrunda yardımcı olanlara da samîmî niyet ve temizliklerinden dolayı havarî denilir. „Bazı âlimler, onların bir kısmının kassâr (çırpıcı) bir kısmının da avcı olmaları sebebiyle bu ismi aldıklarını söylerken, bazıları da beyaz elbise giydikleri için yahut dâima ilim ve din eğitimiyle insanları temizlemiş olduklarından dolayı onlara bu isim verildiğini ileri sürmüş ve demişlerdir ki: „Kassârlık isnâd edenlerin maksatları da budur. Avcılık isnâd edenler ise onların, din ve âhiret konularında şaşkınlığa düşen kimseleri avlayıp din yoluna çektikleri için bu adı aldıklarını savunmuşlardır.“ inançlarındaki saflık, „aptres“ ismini vermişlerdir ki bu kelimenin Yunancadan alınarak uzağa gönderilmiş elçiler anlamının ifade ettiği de söylenmektedir.
Kıymetli dostlarımız, İncîl’ler Hz. Îsâ’nın bunlardan bazılarını balık avlarken görüp gelin ardıma düşün de size insan avcılığını öğreteyim dediğini naklederler. Yani İncîl’lerden bunuda nakledenler olmuştur diyor.
Dakika 24:40
Îsâ (AS.) yine Âlûsî’nin beyânına göre Bahir’de de beyân edilmiş Hz. Îsâ bunları çeşitli beldelere dağıtmış kimini Rûmiyye’ye, kimini Babil’e, kimini Afrika’ya, kimini Efsus’a, kimini Beyt-i Makdis’e, kimini Hicaz’a, kimini de Arz-ı Berber ve havâlisine göndermişti. Suyûtî de bunları „İtkân“da zikretmiş ise de, esasen bulunulabilecek yerlerde araştırılmalıdır.“ Endülüs’lü müfessir Ebû Hayyân „el-Bahru’l-Muhit“ adlı tefsirinde der ki: „Havarîler, on iki kişidir ve bunlar, Hz. Îsâ’ya ilk îmân edenlerdir. Îsâ bunları çeşitli beldelere göndermişti. Batris ve Pavlis Roma’ya, Andiravs ve Matta, halkı insan yiyen arza, Bukas Babil’e, Filibs Kartaca’ya yani Afrika’ya, Yuhann, Ashâb-ı Kehf’in kenti olan Efsus’a, iki Ya’kub Beyt-i Makdis’e, İbnü Büleymin Hicaz’a, Testemir Berber ülkesine ve havâlisine gönderilmişti. Mamafih bu isimlerin bazılarında zapt cihetiyle zorluk vardır. Onun için esas bulunması gereken yerlerden araştırılsın.“ Hakîkatte Senpol dahi denilen Pavlis, Havârîler ‘den değildir. Sonradan onlara katılmış, mektupları ve risâleleri Ahd-i Cedîd’in „a’mâl-i Rusül“ (elçilerin işleri) kısmına sokulmuştur. Bu zat Hristiyanlıkta sünnet olmayı kaldırmış ve bir takım değişiklikler yapmıştır. Kim bunu yapan? Bakın, Senpol dahi denilen Pavlis’tir. Sonra İbnü Büleymin ile Testemir isimleri özellikle araştırılmalıdır. Matta İncîl’inin onuncu bâbında şöyle denilmiştir: „Ve on iki şakirdini (öğrencisini) yanına çağırıp temiz olmayan ruhlar üzerine onları göndermeye ve her marazı her hastalığı def etmeye onlara kudret verdi. O gönderilen on ikilerin isimleri şunlardır: Batris adı verilen Şem’un ile kardeşi Endravs, zibidi oğlu Ya’kub ile kardeşi Yuhanna, Filbs ve Bertolmavs Toma ve Gümrükcü Matta, Halfi oğlu Ya’kub ve Tedavs lakablı Lebaüs, Fanvi Şem’un ve onu ele veren İsharyoti Yehuda. Bakın İsharyoti Yehuda Îsâ bu on ikileri gönderip onlara tenbih ederek dedi ki: „Tâifelerin yoluna gitmeyiniz ve Sâmirîler’in bir şehrine girmeyiniz. Bundan ise, beyt-i İsrail’in zâyi olmuş koyunlarına varınız ve gittiğinizde „Melekûtu’s-Semâvat (göklerin saltanatı) yaklaşmıştır.“ diye va’z ediniz. Hastalara şifâ veriniz. Cüzzamlıları temizleyiniz. Cinleri çıkarınız. Bedava aldığınızı bedava veriniz. Kemerlerinizde ne altın ne gümüş, ne bakır ve yol için ne dağarcık, ne entari, ne ayakkabı ve ne de asâ tedârik etmeyiniz.
Dakika 30:06
Zirâ işçi kendi yiyeceğine lâyıktır. Ve hangi şehre veya köye giderseniz orada kimin lâyık olduğunu sorup ayrılıncaya kadar orada kalınız. Ve hâneye girdiğinizde ona selâm veriniz. Ve eğer o hâne buna lâyık ise selâmınız onun üzerine gelsin ve eğer lâyık değilse selâmınız size geri dönsün. Ve sizi her kim kabul etmeyip sözlerinizi dinlemezse o hâneden yahut o şehirden çıktığınızda ayaklarınızın tozunu silkiniz. Hakîkaten size derim ki, cezâ gününde “Sedum” ve “Gamure” diyarının hâli o şehrin hâlinden ehven olur. İşte ben sizi koyunlar gibi kurtlar arasına gönderiyorum. İmdi yılanlar gibi akıllı ve güvercinler gibi sade-dil olunuz. Lâkin insanlardan sakınınız. Zirâ sizi millet meclislerine teslim edip sinagoglarda dövecekler, hem de benim için onlara ve tâifelere şehadet olmak üzere hâkimler ve krallar huzuruna götürüleceksiniz. İmdi sizi teslim ettikleri zaman nasıl ve ne söyleyeyim diye endişe etmeyiniz. Çünkü ne söyleyeceğiniz size o saatte verilecektir. Zirâ söyleyenler siz değilsiniz, sizde söyleyen Pederinizin ruhudur. Ve kardeş kardeşi ve baba evladı ölüme teslim edecek ve evlat ana-babanın aleyhine kalkışıp onları öldürecekler ve ismim için herkes tarafından buğuz edileceksiniz. Lâkin kim sonuna kadar tahammül ederse o kurtulacaktır. Ve size bir şehirde düşmanlık ettikleri zaman diğerine kaçınız. Zirâ hakîkaten size derim ki, insanoğlu gelinceye kadar İsrâil şehirlerinin devrini tamamlamayacaksınız. Öğrenci öğretmenine ve kul efendisine üstün değildir. Öğrenci öğretmenine ve kul efendisine üstün değildir. Öğrenciye öğretmeni gibi, kula efendisi gibi olmak kifâyet eder. Hâne sahibine “balezbul” dedikleri hâlde onun hânesi halkına ne kadar ziyade diyecekler. İmdi onlardan korkmayınız. Zirâ keşfedilmeyecek ve bilinmeyecek gizli bir şey yoktur. Size karanlıkta dediğimi aydınlıkta söyleyiniz. Ve kulağınıza söyleneni damlar üzerinde ilân ediniz ve canı öldürmeye kâdir olmayıp cesedi öldürenlerden korkmayınız. Lâkin hem canı hem cesedi cehennemde helâk etmeye kâdir olandan korkunuz.“ hem cesedi cehennemde helâk etmeye kâdir olandan korkunuz. Kim o? Yüce Allah’u Teâlâ Allah’tan korkunuz dedi. Bu nasihati Îsâ (AS.) Havârîlere yapıyordu.
Bunu tâkib eden on birinci bâb:
„Ve Îsâ on iki öğrencisine emir vermeyi tamam ettiğinde şehirlerinden va’z ve öğretimde bulunmak üzere oradan hareket etti. Ve Yahyâ zindanda Mesîh’in işlerini haber alınca, o gelecek kimse sen misin? Yoksa diğer bir kimseyi mi bekleyelim demek için kendi öğrencilerinden ikisini onun yanına gönderdi.“
Dakika 35:28
Denildiğine göre on ikilerin bu sûretle etrafa gönderilmesi Hz. Yahyâ’nın hapiste bulunduğu sırada olmuştur. Hâlbuki yine aynı İncîl’in yirmi altıncı bâbında ise, mekir yani su-i kast anlaşılırken: „Akşam olduğunda on ikilerle beraber sofraya oturdu ve onlar yemek yerken, „Hakikaten size derim ki, sizden biriniz beni ele verecektir”. Dediğine göre bundan onların, göğe çıkarılma sırasında Hz. Îsâ’nın yanında toplanmış bulundukları ve sonradan etrafa yayıldıkları anlaşılmaktadır. „Îsâ onlardan inkârı sezince: bakın o on iki Havârî’den biri câsus. ‚Allah’a gitmek için kimler bana yardımcı olacak?‘ dedi. Havârîler: ‚Biz, Allah (yolunun) yardımcılarıyız;…“dediler. „Biz Allah (yolunun) yardımcılarıyız.“ cevabını vermeleri de, Hz. Îsâ’nın göğe çıkarılmasından önce gerçekleşmiş demektir. İbnü Cerîr’in Sâ’d b. Cübeyr tarikiyle İbn-i Abbâs’tan yaptığı rivâyete göre: „Allah’u Teâlâ Hz. Îsâ’yı göğe çıkarmayı murâd ettiği zaman Îsâ Ashâbının yanına vardı, onlar on iki kişi bir evde idiler. O evin bir (su) kaynağından onların yanına çıktı, başından su damlıyordu. Onlara, „İçinizden birisi bana yakında on iki kere küfredecek.“ dedi. Sonra da „Benim benzerim onun üzerine atılıp da benim yerime öldürülecek ve benimle beraber benim derecemde bulunacak hanginiz?“ dedi. İçlerinde yaş itibariyle en genç birisi „Ben“ dedi Îsâ ona „Otur“ dedi ve sonra yine tekrar etti. Yine o genç kalktı ve „Ben“ dedi. Hz. Îsâ da, „Evet sen osun.“ dedi. Bunun üzerine ona Îsâ’nın benzeri bırakıldı ve Îsâ evdeki bir pencereden göğe yükseltildi. Derken Onu arayan Yahûdîler geldi ve benzerini tutup öldürdüler. Bazısı ona îmân etmiş iken on iki kere inkâr etti.” En iyisini Allah bilir. (Bu konuda bilgi için Âl-i İmrân Sûresi 157’nci âyetinde bu konuda bilgi verilmiştir). Orayı İnşâ’Allah hatırlamaya çalışırsınız.
„Ey inananlar! Allah’ın yardımcıları olun. Nitekim Meryemoğlu Îsâ da Havârîlere: „Allah’a (giden yolda) benim yardımcılarım kimdir?“ demişti. Havârîler: „Allah (yolunun) yardımcıları biziz.“ dediler…“ (اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ )“Eğer siz Allah’a (dinine) yardım ederseniz (Allah da) size yardım eder…“ Hiç unutmayanız bu âyeti diğerleri gibi (اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ ).
Dakika 40:10
Ne diyor Sevgili Peygamberimiz: „Her peygamberin bir Havarîsi vardır, benim Havârîm de Zübeyr ‘dir.“ buyurdu. Buhârî Şerif ve diğerleri rivâyet etmektedir. (li külli nebiyyin havârîyyun ve havârîyyi zübeyrun) buyurulmuştur. Tabii bu bir kişi anlamına gelmez ama Hz. Muhammed’in Havârîlerinden birisi de Zübeyir’dir.
İşte kıymetli dostlarımız, durum anlaşılmıştır Yüce Allah’a O’nun Yüce Peygamberi Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’e onun ortaya koyduğu Yüce İslam’a İslam’ın Muhammedî şeriatına bağlı kalarak bu yolda dâima cihâd etmeli hizmet yarışında olmalıdır. İşte Havârîlik budur Müslümanların mücâhit olmasıdır.
Şimdi şöyle bir bakalım, Hazreti Zübeyir bu vasıfta yâd edilmiştir ancak Katâde’den gelen bir rivâyette de Zübeyir’den başkalarına da Havârî denildiği zikredilmektedir. Rasûlullah’ın Havârîlerinin Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hamza, Câfer Ebû Ebu Ubeyde İbnü’l Cerrah, Osman bin Maz’ûn, Abdurrahman Bin Avf, Sâ’d İbn-i Ebî Vakkâs, Talha Bin Ubeydullah ve Zübeyr Bin Avvam olduğu nakledilmiştir (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn).
İşte şimdi bu Sâd Sûresi’nden sonra dersimiz Cuma Sûresini gelmiş bulunmaktadır. “Bismillâhirrahmânirrâhîm”
Kıymetli dostlarımız,
Cuma Sûresi de Medine-i Münevvere döneminde inzâl edilen Sûre-i Celilelerdendir adından da bellidir cuma namazı bu sûre de kesin olarak emredilmektedir âyet sayısı 11’dir sıra numarası 62’dir.
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
يُسَبِّـحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ ﴿١﴾
هُوَ الَّذ۪ي بَعَثَ فِي الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ ﴿٢﴾
وَاٰخَر۪ينَ مِنْهُمْ لَمَّا يَلْحَقُوا بِهِمْۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٣﴾
ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ﴿٤﴾
مَثَلُ الَّذ۪ينَ حُمِّلُوا التَّوْرٰيةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ اَسْفَاراًۜ بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ﴿٥﴾
قُلْ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ هَادُٓوا اِنْ زَعَمْتُمْ اَنَّكُمْ اَوْلِيَٓاءُ لِلّٰهِ مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٦﴾
وَلَا يَتَمَنَّوْنَهُٓ اَبَداً بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ ﴿٧﴾
قُلْ اِنَّ الْمَوْتَ الَّذ۪ي تَفِرُّونَ مِنْهُ فَاِنَّهُ مُلَاق۪يكُمْ ثُمَّ تُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟﴿٨﴾
Çok kıymetli ve muhterem efendiler kıymetli izleyenler,
Şimdi bu yüce âyetlerin şimdi yüce anlamına özlü olarak şöyle bir bakalım;
Göklerde ve yerde olanların hepsi melik, mukaddes, azîz ve hakîm olan Allah’ı tesbih etmektedir. Yüce Allah melektir Kuddüs’tür Azîz’dir Hakîm’dir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nu tesbih etmektedir çünkü bütün varlıkların yaratıcısı O’dur. Bütün varlıklar fıtratının, hilkatinin, tabiatının gereği Allah’ı tesbih ederler.
Dakika 45:30
O’dur ki ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah’ın âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdi. Yani Hz. Muhammed’i gönderdi. Oysa onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler.
Henüz onlara katılmamış bulunan diğer insanlara da (o Peygamberi göndermiştir). O, Peygamberi gönderen Allah Azîz’dir, Hakîm’dir
Bu, Allah’ın lütfudur. Allah, büyük lütuf sahibidir.
Kendilerine Tevrât yükletilip de sonra onu taşımayanların durumu, kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlayanların durumu ne kötüdür. Allah zâlim toplumu doğru yola iletmez.
De ki: „Ey Yahûdî olanlar! Eğer insanlar arasında yalnız sizin, Allah’ın dostları olduğunuzu sanıyorsanız, o hâlde ölümü temennî edin, doğru iseniz?“
Ama onlar, ellerinin (yapıp) öne sürdüğü (işler) yüzünden ölümü aslâ temennî etmezler. Allah zâlimleri bilir.
De ki: „Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra görünmeyeni ve görüneni bilene döndürüleceksiniz. O size (bütün) yaptıklarınızı haber verecektir.
İşte kıymetli dostlarımız, Yüce Allah bu sûrenin hemen baş âyetlerinde bize kendini tanıtıyor “Melik, Kuddüs” olduğunu bize bildiriyor bizde Rabbimizi bütün yüce sıfatlarla yüce isimlerle en güzel isimlerle biz Rabbimizi tanıyor tasdik ediyoruz O’nun lütfu, O’nun keremi ile…
قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ ﴿١﴾ اَللّٰهُ الصَّمَدُۚ ﴿٢﴾ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْۙ ﴿٣﴾ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُواً اَحَدٌ ﴿٤
1- De ki: O Allah birdir.
2- Allah Samet’tir (her şey O’na muhtaç, O kimseye muhtaç değil)’dir.
3- Kendisi doğmamış ve doğurulmamıştır.
4- Ve hiçbir şey O’nun dengi olmamıştır, olmadı, olmayacaktır. Onun dengi olmaz.
Yüce Allah şanlı bir Peygamber gönderdi insanlara ki işte o Hz. Muhammed’dir. Okuma yazması tahsili olmayan bir Peygamber. Niçin böyle yaptı; Allah kendisi okuttu onu tertemiz hiç başkalarının zerre kadar yanlış bilgilerinden ve her şeyden korudu kendi okuttu kendisi donattı onu yüce Kur’an’ı onun kalbine yerleştirdi lafzıyla mânâsıyla. Bütün tahsili Hz. Muhammed’in ilâhîdir Allah okuttu onu “Celle Celâlühü”. Öyle bir Peygamber ki insanlardan cinlerden ona kimse bir katkı yapamamıştır, yapamaz. Biz Ümmî bir ümmetiz yazı ve hesap bilmeyiz demiştir. Cenab-ı Hak, Hazreti Muhammed’i tertemiz muhâfaza eylemiş tertemiz onu kendisi eğitmiş, öğretmiştir ve onun bağrına, ruhuna, kalbine İslam ezelî ebedî değerler zâhirî bâtınî ilimler yerleştirilmiştir. Bunun için Hz Muhammed’e bütün ilimler verilmiştir.
Dakika 50:15
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا نُودِيَ لِلصَّلٰوةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِ وَذَرُوا الْبَيْعَۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ﴿٩﴾
فَاِذَا قُضِيَتِ الصَّلٰوةُ فَانْتَشِرُوا فِي الْاَرْضِ وَابْتَغُوا مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ﴿١٠﴾
وَاِذَا رَاَوْا تِجَارَةً اَوْ لَهْواًۨ انْفَضُّٓوا اِلَيْهَا وَتَرَكُوكَ قَٓائِماًۜ قُلْ مَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ ﴿١١﴾
Ey inananlar! Cuma günü namaz için çağrıldığı(nız) zaman, Allah’ı anmaya koşun, Cuma namazına koşun alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Bu Allah’ın “Cuma” hakkında kesin emridir. Cemaatleşme cemaatlere gitmek içinde burada işaret bulunmaktadır.
Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.
Bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona gittiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: „Allah’ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.“
Kıymetli dostlarımız,
Ezan okunduğu zaman ezana icabet etmeli ezanı müezzinin peşinden dinleyenler de okumalı ve ezanı tam söyle kelime, kelime müezzinin peşinden mânâsını da düşünerek ezana icâbet etmelidir ve her kişi ezanı en güzel şekilde anlamı ile beraber saygı ile dinlemeli o kelimeleri tekrar etmelidir.
Ebû Bekir ve Ömer zamanında biliyorsunuz ki ezanların durumu Allah’ın Rasûlü, Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür. Haydi, namaza haydi namaza; haydi felaha haydi felaha; Allah büyüktür, Allah büyüktür; O’ndan başka tanrı yoktur.“ Rasûlullah minberden indiğinde de müezzin namaza ikâmet getirirdi. Ebû, Ömer zamanında böyleydi. Tâ ki Hz. Osman devri gelince, insanlar çoğaldı, Medine büyüyüp evlerin mesafeleri uzaklaştı. O vakit Hz. Osman müezzinlerin sayısını ikiye çıkardı. Birinci ezanın “Zevrâ” denilen evi üzerinde okunmasını emretti. İkinci ezan da minbere oturduğu zaman, ikinci müezzin tarafından okunur (Cuma Günü). Sonra minberden indiğinde namaz için ikâmet getirilirdi. Ki bu günkü uygulamalar böyledir.
Kıymetli dostlarımız,
Hz. Osman zamanında emredilen ilk ezandır ki, biz buna dış ezan deriz. İkinci ezana da iç ezan denir. Üçüncüsü de namaza başlarken okunan kâmettir. Mescidin kapısı üstünde okunan ezan, ikincisi de Hatîb minberden aşağı inerken okunan ikametti. Hz. Osman döneminden beri tekrar etmiş olan icmâ ve uygulamaya nazaran da birinci çağrı, Cuma vaktinin girmesiyle okunan dış ezan ikincisi, Hatîb minbere oturduğunda okunan iç ezan, üçüncüsü de, namaz için okunan kâmettir.
Dakika 55:00
Hanefîlerce en doğru kabul edilen, vücubun ilk okunan dış ezanla başlamasıdır. „Koşmak ve alış verişi terk etmek ilk ezan ile vâcib olur.“ „Minber ezanı sırasında koşmak vâcib, alışveriş mekruh olur.“ Hasan b. Ziyâd’a göre de muteber olan minaredeki ezandır. “Zevrâ” üzerinde okunan ezan olsun sonuç aynıdır. Zevalden sonra vaktin girmesiyle dışarda okunan ilk ezandır. İçerde okunan ikinci ezan ise, dışardakilere duyurmak mâhiyetinde değil, içerdekilere karşı hutbeye başlamayı ilân sûretiyle Peygamber’in sünnetini yaşatmak mânâsınadır. Üzerinde okunan ezan da, hem dışarıya karşı dâvet, hem de hutbeye başlamayı ilân maksatlarını ifade edebiliyordu. Bir ezanın yetmediği görüldüğü zaman yukarıda anlatılan iki ezanda karar kılınıp icmâ yoluyla uygulama bunun üzerine cereyan etmiştir. Koşmanın vücubu ezanın okunmasından itibâren başlar. Yani hemen gidiniz mânâsına olduğu da nakledilmiştir. Alış-verişi bırakınız derhâl Cuma’ya gidiniz ve Cuma günü vaaz-ı nasihati, hutbeyi, namazı yerli yerince kılınız. İbnü Ömer (R.A) Bâki Kabristanı’nda iken kâmeti işitmiş ve süratle yürümüştü.
İmam Muhammed der ki: „Kendini yormadıkça bunda da bir sakınca yoktur. En doğru olan, sakin ve ağır başlı olarak yürümektir ve yerli yerince hareket etmektir“ „Namaz için kâmet getirildiği vakit ona koşarak gelmeyin, yürüyerek gelin, sakinliği elden bırakmayın, yetiştiğinizi kılınız yetişemediğinizi de sonradan tamamlayın.“ Âyetteki „Zikrullah“ mefhumu esas itibariyle Allah’ı anmak veya Allah’ın müjde ve tehdidi demek olduğundan Kur’an-ı Kerim, tesbih, hamd, vaaz, hutbe ve namaz gibi hususların hepsini kapsamaktadır. Fakat Cuma’nın şart ve esaslarından olan zikirden maksadın, hutbe ve namaz olması cihetiyle, burada koşulması vâcib olan zikir, hutbe ve namaz olarak tefsir edilmiştir. Hidaye şerhi „el-İnâye“de „zikirden maksadın hutbe olduğu hususunda müfessirlerin ittifakının bulunduğu“ belirtilmiştir. Hutbe ve namazdır“. Fethu’l Kadir’de. Hz. Peygamber (A.S.V) ömründe Cuma namazını hutbesiz kılmamış olduğu için, hutbe Cuma’nın şartlarından birisidir. İmam-ı Âzâm Ebû Hanîfe (Rahmetullâhi Aleyhim) Allah’ı zikretmeyi hutbenin rüknü (farzı) saymıştır. Cuma’nın şartı olan hutbenin farzı, kerâhetle beraber yerine getirilmiş olacağından, ondan sonra namaz sahîh olabilir. Yani “Elhamdülillah” diye yetinmek mekruh olursa da, Cuma’nın şartı olan hutbenin farzı, kerâhetle beraber yerine getirilmiş olur. Uzunca bir Zikrullah’tır. (İmam-ı Muhammed ve Ebû Yusuf’a) göre bunun farzı, hutbe denilebilecek kadar uzunca bir Zikrullah olmasıdır. “Ettehiyyatü lillahi” duasının tamamı kadar olmalıdır. İki hutbe olması ve her hutbenin “Tebâreke ve Amme” Sûreleri gibi „tıvâl-ı mufassal“ denilen bir sûre kadar olması, nasihat, şehâdet ve salavâtı içermesi şeklindeki vasıflar, hutbenin sünnetlerindendir.
Dakika 1:00:43
İmam-ı Şâfiî de demiştir ki: „İki hutbe okunmayınca Cuma namazı caiz olmaz. Birinci hutbe, Allah’a hamd, Peygamber’e salavat ve selâm, Allah’a karşı takvâ sahibi olma tavsiyesi ve bir âyetin kırâatini içine almalıdır. İkincisi de aynı hususları ihtivâ etmekle beraber okunacak bir âyet yerine mü’min erkek ve kadınlara duayı içermelidir. (فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ)“Allah’ın zikrine koşun.“ İşte buyrularak hutbede yer alacak zikrin azı ve çoğu zikir edilmediği için, İmam-ı Âzâm hutbenin farzını, az veya çok Zikrullah denebilecek bir miktar zikirden ibâret saymış, bunun dışındakilerin ise sünnet olduğunu belirtmiştir.
Hutbenin farzı ve sünneti vardır. Farzı ikidir. Birisi, vakittir ki, bu da zevalden sonra ve namazdan öncedir. Hattâ hutbe, zevalden önce veya namazdan sonra okunsa câiz olmaz. İkincisi de Zikrullah’tır. Bir Hamdele (Elhamdülillah demek) yahut bir tehlil (Lâ ilahe illallah demek) ya da bir tesbih (Subhânallâh demek) dahi farza kifâyet edebilir. Ancak bunlar hutbe kastıyla olmalıdır.
Evet kıymetliler,
Hepiniz biliyorsunuz ki Taharet, dikilmek, oturularak veya yan gelinerek okunursa (sünnete ters düşmekle ve kerahetle beraber) Yüzünü cemaate dönmek hutbenin sünnetlerindendir bunlar. Hutbeye başlamadan önce içinden (Eûzu besmele) çekmek.
Hutbeyi cemaate duyurmak, Allah’a hamd ile başlamak, Allah’a övgüde bulunmak ve (Eşhedü en lâ İlâhe illallah) şeklindeki şehâdet getirmek (Ve eşhe enne Muhammeden abdühü ve Rasûlühü) diyerek Hz. Peygamber’e salavat getirmek, Vaaz ve nasihat etmek, Kur’an-ı Kerim okumak. “Kim hutbede Kur’an okumayı terk ederse hata yapmış olur” buyurulmuştur. İkinci hutbe ile Allah’u Teâlâ’ya hamd ve övgüyü, Hz. Peygamber’e salavâtı tekrar etmek, Müslüman erkek ve kadınlara dua etmek, İki hutbeyi tıvâl-ı mufassaldan bir sûre kadar hafif okumak. İki hutbe arasında oturmak…
Hidaye şerhi „Fethu’l-Kadir “de denilmiştir ki: „Nasihat etmek, şehâdet ve salavât getirmek, iki hutbe okumak, ve hutbenin tıvâl-ı mufassaldan bir sûre kadar olması gibi az önce zikredilen sünnetleri kapsadıktan sonra hutbenin kısa fakat namazın uzun olması da fıkıh ve sünnettendir. Bu tabii ki ilmin yaygın olup milletin ibadet etmesi için, ilim yaygın olmayıp milletin câhil olduğu dönemlerde de hutbenin uzun tutulması namazın kısa tutulması içinde bulunduğun şartlara göre onun yerli yerince ayarlanması da akla gelmektedir. Hamza ve Abbâs’ın da hutbede yâd edilmeleri müstahsendir (güzel sayılmıştır) ve öyle yapılagelmiştir. (Tecnis ve Hindiyye.)
Dakika 1:05:35
Cenab-ı Hak bütün mü’min ve Müslümanlara yerli yerince ibadet etmeyi nasîb eylesin.
Hatîbin Cuma’da imamlığa ehil olması da hutbenin şartlarındandır. (Zâhidî.). Hatîbin hutbe halinde iyiliği emretme konusunda da olsa lakırdı etmesi mekruhtur. (Fethu’l-Kadir, Zâhidî) Allah’u Teâlâ’yı (C.C) lâyıkıyla anmak yahut va’z ve nasihatle andırmak mânâsına Zikrullah, yani Allah’ı zikretmektir. Kur’an-ı Kerim’i doğru anlamak doğru anlatmak ve İslam’ı doğru yaşamak. Mesela sahibinin izni olmaksızın başkasının mülkünde veya gasp edilmiş bir yerde namaz kılmak mekruhtur. Çünkü namazın farz ve vasıflarında bir bozukluk olmadığı hâlde sadece yerin sahibinin izin ve rızâsı olmadığı için nehy edilmiştir.
Kıymetli dostlarımız, Cuma, esasen cemiyet ve cemaat gibi toplanma ve dernek mânâsıyla ilgili olan ve bizim de aynı isimle bildiğimiz belli günün ismidir. Cuma günü çok kıymetli bir gündür. Maddenin başlangıçta buğu ve duman hâlinde yaratılması devri; ikincisi, cisimlerin teşekkülü devri; üçüncüsü, yerin gökten ayrılması devri; dördüncüsü, yer kabuğunun oluşum devri; beşincisi, dağlar ve nehirlerin meydana gelmesi devri; altıncısı, hayatın başlangıcı ile nebat, hayvan ve insanların yaratılışına kadar geçen tekâmül devridir. Bu altı devir, birer gün gibi düşünülünce, altıncı devir, yaratılışın en toplu, en cemiyetli günü, yani Cuma’sı demek olur. Çünkü âlem, bugünde hayatın sırrına kavuşmuş ve insanın yaratılışı ile tekâmül ederek son mertebesini bulmuştur. Cuma günü hayatın başlangıç devridir hayattır Cuma, Cuma’nın kıymetini Müslümanlar iyi bilmelidir. „Ebû Hureyre demiştir: „Ey Allah’ın Nebîsi bu güne neden Cuma ismi verildi?” dedim. Buyurdu ki: O cihân sevgilisi „Çünkü babanız Âdem’in mayası, onda toplandı.“ buyurdu. Buhârî ve diğer kaynaklarda nakledilen sahîh bir hadiste de Rasûlullah Cuma gününü zikredip, „Onda öyle bir saat vardır ki, Müslüman bir kul, kalkar namaz kılar ve Allah’tan bir şey dilerken o vakte rast gelirse, herhâlde Allah o kimseye dilediği şeyi verir.“ Buyurmuş. Ve eliyle işaret ederek o saatin azlığını da anlatmıştır.“ Bu saate, „saat-ı icâbet“ (duaların kabul edildiği saat) denir. Bu saatin hangi zamana denk geleceği hakkında da çeşitli rivâyetler vardır.
Ebû Bürde (r.a)’den: İmamın namaza duracağı andan bitireceği ana kadar demiş
Dakika 1:10:05
Hasan’dan: Güneşin zevâli sırasında,
Şa’bî ‘den: Alış verişin haram olduğu zamanla helal olduğu zaman arası.
Hz. Âişe’den: Münâdinin (çağırıcının) namaza çağırdığı zaman,
İbnü Ebî Şeybe’nin Kesir b. Abdullah el-Müzeni ‘den merfû olarak naklettiği bir hadise göre de: (Namaz için okunan) kâmetten namazdan çıkılıncaya kadar,
Ebû Ümâme (r.a)’den: Ümit ederim ki, Cuma’daki saat, şu zamanların birisindedir: Müezzinin ezan okuduğu yahut imamın minbere oturduğu, ya da namaz için kamet getirildiği vakit, Tâvûs ve Mücahit’ten: İkindiden sonra. Daha başka rivâyetler de vardır. Yani Cuma’nın tümünü değerlendirmelidir.
Buhârî’de Enes b. Mâlik (r.a)’ten rivâyet edildiği üzere, „Peygamber (A.S.V) zamanında bir sene kuraklık olmuştu. Bir Cuma günü Hz. Peygamber hutbe okurken bir A’râbi kalktı: „Ya Rasûlallah, mal helâk oldu, çoluk çocuk aç kaldı. Allah’a bizim için dua ediver.“ dedi. Bunun üzerine Rasûlullah iki elini kaldırdı, o esnada gökte bir bulut parçası görünmüyordu. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Peygamber elini indirinceye kadar dağlar gibi bulutlar fırlamaya başladı. Sonra da minberden inmedi. İnerken baktım ki mübârek sakalından yağmur damlıyordu. O gün yağdı, ertesi gün de yağdı, daha ertesi gün de yağdı, tâ öbür Cuma’ya kadar. Yine aynı A’râbi (veya başka birisi) kalktı. „Ya Rasûlallah! Binalar yıkıldı, mal sular altında kaldı. Allah’a bizim için dua ediver.“ dedi. Peygamberimiz yine elini kaldırdı “Allah’ım! Üzerimize değil etrafımıza” dedi.
Yine Buhârî’de Cuma’nın faziletiyle ilgili şöyle bir hadis vardır: „Her kim Cuma günü cünüplükten guslederek yıkanır gelirse bir deve kurban etmiş gibi, ikinci saatte gelen bir sığır kurban etmiş gibi, üçüncü saatte gelen boynuzlu bir koç kurban etmiş gibi, dördüncü saatte gelen bir tavuk kurban etmiş gibi, beşinci saatte gelen bir yumurta kurban etmiş gibi olur. İmam (hutbeye) çıkınca melekler hazır olur, zikri (hutbeyi) dinlerler.“
İşte kıymetliler, imam hutbeye çıkınca melekler sahifelerini bürüp, zikri (hutbeyi) dinlerler onun için hutbeyi iyi dinlemelidir.
„Mescide erkenden giden üç kişinin kendisini geçmiş olduklarını görünce nefsini kınar, „Ben seni dördün dördüncüsü olarak görüyorum, dördün dördüncüsü ise âhirette mutluluğa ermiş değildir.“ derdi. İşte Cuma’ya erken gitmeli vaazı nasihati, hutbeyi namazı kaçırmamalıdır.
Kıymetli dostlarımız,
İlk Cuma da biliyorsunuz Peygamber Efendimizin arube günü yapalım diye teklif etmişlerdi ki onlar, Cuma gününe arube diyorlardı. Böylece Es’ad b. Zürâre’nin yanına toplandılar. Es’ad onlarla iki rekât namaz kıldı ve va’z etti. İşte bu toplantıya Cuma adını verdiler.
Dakika 1:15:05
Başka kaynaklar da bulunmaktadır. „Hz. Peygamber Medine’ye gelmeden ve Cuma âyeti nâzil olmadan Medine’deki Müslümanlar Cuma namazı kılmışlardı. Ensâr, „Yahûdîlerin bir günü var, her yedi günde bir onda toplanıyorlar. Hıristiyanların da öyle bir toplantı günleri var, gelin biz de bir toplantı günü yapıp Allah’u Teâlâ’yı zikredelim ve O’na şükürde bulunalım.“ demişlerdi. Kıymetli dostlarımız, daha sonra işte bu “Cuma Sûresi” geldi nitekim bundan dolayı Abdurrahman demiş ki: „Babacığım ezanı işittiğin zaman Es’ad b. Zürâre için niye istiğfar edersin, sebebi nedir?“ diye sordum. Bana, „Çünkü Beni Beyaza mevkiinde Nakıu’l-Hadamat (denilen yerde) bize ilk Cuma kıldıran odur.“ dedi. (Es’ad b. Zürare ) işte bu da başka bir haberdir. „O gün kaç kişiydiniz?“ dedim „Kırk erkek idik.“ dedi.“ Fethu’l-Kadir’de İbnü Hümâm’ın dediği ve İbnü Sirîn’in rivâyetinden de anlaşıldığı gibi bu namaz, âyet indirilmeden ve Cuma farz olmadan önce kılınmış demektir.
İşte sevgili efendiler, daha sonrada işte Medine de bu sûre nâzil oldu Cuma kesin kez Cuma namazı farz oldu. „Allah’u Teâlâ Cuma’yı size bu senemde, bu ayımda, bu günümde ve bu makamımda kıyâmete kadar farz kıldı diyor hem hutbe okuyor hem bunu anlatıyor. Binaenaleyh her kim hayatımda veya benden sonra âdil veya zâlim bir imamı olduğu hâlde Cuma’yı hafife alarak veya inkâr ederek terk ederse Allah onun iki yakasını bir araya getirmesin ve işine bereket vermesin. Haberiniz olsun ki o kimsenin namazı da, zekâtı da, haccı da, orucu da, hayrı da yoktur, tâ ki tevbe edinceye kadar. Her kim de tevbe ederse, Allah da tövbesini kabul eder.“ buyurdular. Bu haberi nakleden muhaddis İbn-i Mâce’dir.
Peygamber’in kıldırdığı ilk Cuma;
Şurası bir gerçektir ki, Rasûlullah (A.S.V) Medine’ye hicret ettiği zaman ilk defa Küba’da Amr b. Avf oğullarına indi ve orada Pazartesi, Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri kalıp Kuba Mescidinin temelini attı. Sonra Cuma günü Medine’ye doğru yola çıktı, Sâlim b. Avf oğullarına ait bir vadiye geldiğinde Cuma namazı vakti girmişti; Rasûlullah orada hutbe okuyup Cuma’yı kıldırdı ki işte Hz. Peygamber’in ilk kıldırdığı Cuma’dır.
Minberin Konulması.
Buhârî ve diğer kaynaklarda rivâyet edildiği üzere bir takım kimseler Hz. Peygamber’in minberinin ağacı hususunda ihtilâfa düştüler. Sehl b. Sa’d es-Sâidî (r.a)’den bunu sordular. O da şöyle dedi. „Vallâhi ben onun hangi ağaçtan yapıldığını bilirim. Hem onu, ilk yerine konulduğu ve Hz. Peygamber’in üzerine ilk oturduğu günü gördüm. Rasûlullah (S.A.V) falanca kadına -ki Selh bu kadının ismini de söylemişti- haber gönderip, „Marangoz kölene emret de benim için ağaçtan bir kaç basamaklı bir şey yapsın, insanlara hitâb ettiğim zaman üzerine oturayım.“ dedi. Kadın da kölesine emretti, o da Gâbe tarfasından yapıp kadına verdi. “Tarfa” Arabistan da ılgın ağacı cinsinden ağaçtır dört çeşidi vardır “esil” bunun çeşitlerinden biridir, “Gâbe” orman demektir. İşte durum böyle…
Dakika 1:20:50
„Ey insanlar ben bunu şunun için yaptım ki, bana uyasınız ve benim namazımı belleyesiniz.“ dedi.“ Sevgili Peygamberimiz (A.S.V). Bunu da Buhârî ve diğerleri rivâyet etmişlerdir. Yine rivâyet edildiği gibi; “Peygamberimizin esini işittik, tâ ki Rasûlullah inip de üzerine elini koyuncaya kadar.“ bu haber şöyle; „Bir ciz‘ yani bir ağaç kütüğü vardı. Rasûlullah ona doğru dikilirdi. Minber (yapılıp) yerine konulduğu zaman o kütüğün yeni yavrulu develerin inlediği gibi sesini işittik, tâ ki Rasûlullah inip de üzerine elini koyuncaya kadar.“ Bu da bir başka mûcizedir.
Medine’den sonra ilk Cuma
Rasûlullah’ın (S.A.V) mescidindeki Cuma’dan sonra Medine dışında ilk Cuma namazı kılınan yer de, Bahreyn’de „Cevasa“da bulunan Abd-i Kays Mescidi ‘dir. (Buhârî ve diğer kaynaklara mevcuttur.) Bahreyn’de „Cevasa“da bulunan Abd-i Kays Mescidi ‘dir. İşte ilk defa Medine’den sonra Bahreyn’de „Cevasa“da bulunan Abd-i Kays Mescidinde orada Cuma ilk defa kılınmış.
Cuma’nın Şartları bulunmaktadır;
Müslümanlar Cuma’nın bütün şartlarını farzlarını, vâciplerini, sünnetlerini, müstehaplarını, mekruhlarını, müfsitlerini iyice bilmelidirler. Cemiyetli bir belde veya büyük şehirden başkasında ne Cuma, ne teşrik, ne “Ramazan Bayramı” ne de “Kurban Bayramı” söz konusu değildir. Fakat bu günkü şartlar içerisinde bu değişik görüşlerle incelenmiş bu günkü şeklini almıştır ve yerli yerince de gerçekler ortaya konmuştur. Cuma ne olursa olsun hangi şartlar altında olursa olsun cuma kılmalıdır, şartları yerine getirilmelidir. Müçtehitlerimizin bu konuda birçok değişik görüşleri vardır onları size burada o değişik görüşleri söylemeyeceğim. Çünkü bu işlerden anlamayanların tabii ki anlamakta güçlük çekecekleri noktalar bulunmaktadır. Bunlar ilmi içtihâdi meselelerdir delilleri anlama istinâd etme meselesidir. İlmi olmayan insanların bu işlerde zorlandığını görmekteyiz gücünün yetmediği işlerle kafalarını karıştırdıkları mı görmekteyiz. Doktora giden bir hastanın ben niye doktorun bildiğini bilmiyorum deyip de doktora doktorluk yapmak kalkması gibi bir câhil de ehillere karşı bir muhâlefet görüyoruz ki câhilin buna hakkı yoktur öğrenme hakkıdır. Bilmeyenin bilene muhâlefet hakkı yoktur. Anlamayacağın şeylere kalkışma, okumaya ders almaya bak! Burada da bu hatırlatmayı yapayım.
Dakika 1:25:10
Cuma’ya geleceği zaman guslederek yıkansın. Şimdi tavsiye edeceğim bunlar. Cumanıza tertemiz gelin ve aynı zamanda ezan işitince abdest alıp gelmekten fazla bir şey yapmadım dedi bir geç kalan birisi. Hz. Ömer de dedi ki: „Abdest de olabilir fakat bilirsin ki, Rasûlullah (S.A.V) gusül yapmayı emrederdi.“ Yani geç kalmamalıdır. „Cuma günü gusletmek, her baliğ olana vâcibtir.“ Demiş Ebû Sâidî Hudrî‘ (R.A) tabii bu böyle anlaşılmış ama fakat diğer müçtehitler bunun diğer kaynaklarına da bakarak bunun sünnet veya müstehap olduğunu söyleyenler de vardır. “Cuma günü cünüp olmasanız bile gusül yapınız ve başlarınızı yıkayınız ve biraz hoş koku sürünüz.“ „Gusül, evet fakat güzel koku sürünmeye gelince bilmiyorum“ demiş İbn-i Abbas. Yani bu konuda değişik rivâyetler vardır değişik rivâyetlerin tümünü müçtehitlerin fâkihlerimiz gözden geçirirler ona göre sonuçta mezheplerine en doğru hükmü yerleştirirler. Câhiller ise buraları da anlamazlar anlamadıklarını da bilmezler de karşı çıkmaya çalışırlar bu da cehâlettir.
Hz Peygamber Aleyhisselâtu Vesselâm’dan Âişe Annemiz şöyle rivâyet ediyor: Cuma günü hutbe okurken bazı kimselerin üzerinde yani kaplan postları gördü. Bunun üzerine Rasûlullah (S.A.V) buyurdu ki: „Ne olur, her birinizin gücü yettiğinde (yani gündelik bir kattan başka) Cuma için iki sevb (yani bir kat elbise) edinmiş olsa.“ dedi. Bakın burada da Cuma elbisesinin özel olması hatırlatılmaktadır. „Her kim Cuma günü gusleder, güzelce yıkanır, temizlenir, temizliğini güzel yapar, en güzel elbisesini giyinir ve Allah’u Teâlâ’nın nasîb ettiği güzel kokudan sürünür, sonra Cuma’ya gider, lakırdı etmez ve iki kişi arasını ayırmazsa, Allah o Cuma ile diğer Cuma arasındaki kusurlarını affeder.“ „Hz. Ömer mescidin kapısında satılık bir (yani ipekli çitari nev’inden yollu bir elbise) gördü. „Ya Rasûlallah! Bunu satın alsan da Cuma günleri ve elçiler geldiği vakit giysen.“ dedi. Rasûlullah da, „Bunu, âhirette nasîbi olmayan giyer,“ buyurdu. Yani ipekliyle altın erkeklere yasaktır. „Ya Rasûlullah! Bunu bana veriyorsun hâlbuki daha evvel “Attar hullesi” hakkında bana söylediğini söylemiştin.“ dedi. Rasûlullah da „Ben sana onu giyesin diye vermedim.“ buyurdu. Bunun üzerine Ömer de o elbiseyi Mekke’de bulunan müşrik bir kardeşine giydirdi.“ İbnü Mâce ’de bu konuda Abdullah Bin Ömer’den de nakilde bulunmaktadır. Cuma’dan önce dört rekât kılar ve bunlardan hiçbirini ayırmazdı.“ Yani bu da Cuma’nın on rekât olduğunu on rekâttan sonra dört rekât “Zühr-i Âhir” kılınıyor, iki rekâtta vakit mutlak sünnet kılınıyor on altı rekâttır ama bunun on rekâtı Cuma’ya aittir. „Cuma’dan sonra kıldığınızda dört rekât kılınız.“ Bu rivâyet de Ebû Hureyre’den dir İbn-i Mâce’nin de rivâyet ettiği hadis-i şeriftir…
Dakika 1:30:30