5- Ders 5 Fıkhı Ekber hayat veren hayatveren
FIKH-I EKBER DERS 5
Eûzübillâhimineşşeytânirracîm Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdülillahi Rabbil‚âlemîn. Vessalâtü vesselâmü alâ resûlinâ Muhammed ve ala ali Muhammed. Estağfiruke ve etûbü ileyke estağfirullah bi adedi zünübinâ hatta tufer Allah-u Ekber hatta tufer. Eûzü billahis–semî‚il alîm mineşşeytânirracîm min hemzihi ve nefhihi ve nefsih. Rabbi eûzü bike min hemezâtiş-şeyâtîn ve eûzü bike Rabbi en yahdurûn. Bismillâhirrahmânirrahîm.
1:09Çok kıymetli ve muhterem efendiler, kıymetli izleyenler, muhterem dinleyen, baylar, bayanlar, göğsünde iman parlayanlar! Hepinize selam olsun. Sizlere yine cihanı ilmiyle aydınlatan en büyük ilim yıldızlarından biri olan İmâm-ı Âzam hakkında Fıkh-ı Ekber’ine geçmeden onun hakkında bazı bilgiler vermeye devam ediyoruz. Bütün âlimlerimize Allah “Kandım, razıyım” değinceye kadar rahmet eylesin, mağfiret eylesin. İnsanlığın tümü kıymetli âlimlerimize çok şey borçludur. Onun için âlimlerimize gece gündüz rahmet okumalıyız. Bakın, İmam-ı Âzam hakkında, bir şahıs İmam-ı Âzam’a gelerek diyor ki “Ben ailem konuşmadıkça onunla konuşmayacağım, diye yemin ettim” diyor. “Eşim de “Ben konuşmaya başlamadıkça konuşmayacağım” diye yemin etti. Bunun çaresi nedir?” dedi. İmam-ı Âzam’a diyor (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn). O şanlı İmam, bakın Hz. Muhammed’in şanlı ümmeti olan bu büyük İmam, ne diyor: “Git hemen eşinle konuş. Hiçbir şey lazım gelmez” dedi. İmamın bu şekildeki fetvasını Süfyân es–Sevrî duyunca “Bu hükmü de nasıl çıkardın?” demişti. İmam da şöyle izah etti: “Mademki önce koca yemin etmiş, onun yemininden sonra kadın söze başlayarak yemin etmiştir. Öyleyse kocanın yemini yerine gelmiştir. Böylece kefaret gerektiren durum olmamıştır”. Bu açıklamayı dinleyen Süfyân es–Sevrî “İlim babında senin sahip olduğun keşiflerden bizler gafiliz” diyerek aczlerini itiraf etmişlerdir. Yani aczini itiraf ediyor Süfyân es–Sevrî Hazretleri. O da çok kıymetli bir değerli imam, İslâm âlimi ama İmâm-ı Âzam’ı nasıl takdir ediyor (rahmetüllahi aleyhim ecmaîn).
Yine kıymetli efendiler, İbn-i Mübarek bir gün İmama “İçinde et pişmekte olan bir tencereye bir kuş düşmüş olsa ne yapmak lazım gelir?” diye sormuştu. İmam da “Bu hususta ne biliyorsunuz. Söyleyin bakalım?” demişti. Orada bulunanlar da İbn-i Abbas’tan gelen bir rivayete dayanarak “Etin suyu dökülür. Et yıkandıktan sonra yenilir” demişlerdir. İmam “Eğer tencere kaynamıyorsa dediğiniz yapılır. Fakat kaynamakta ise o tencerenin içindeki yenmez.” demişti. İşte İmamın yine keskin görüşü ve keşiflerinin de peşin olması. İmamın bu şekildeki izahını dinleyenler hayret etmişlerdi. Çünkü “Kaynamakta olan tencerenin içine düşen nesnenin necaseti her şeye nüfus edeceğinden o etin temizlenmesi mümkün değildir” dedi. Yine adamın biri malını sakladığı yeri unutup hatırlayamayınca doğru Ebû Hanîfe’ye İmâm-ı Âzam’a gelerek kendisine yardımcı olmasını istemişti. O büyük İmam “Bu fıkıhla ilgili bir konu değil ama sen git, bu gece sabaha kadar Allah’a ibadet et. Ümit ediyorum ki malını koyduğun yeri hatırlayacaksın” dedi. Adam gitti, o gece sabaha kadar ibadet için namaza durdu. Daha gecenin dörtte bir geçmemişti ki adam, malını koyduğu yeri hatırladı. Ertesi günü geldi teşekkür etmek için. Ebû Hanîfe’ye durumu bildirdi. O büyük İmam ne dedi? “Şeytanın seni sabaha kadar ibadet etmene rıza göstermeyeceğini biliyordum. Keşke Allah’a şükür için hatırladıktan sonra ibadetini sabaha kadar devam ettirseydin” dedi. İşte İmamın bu da gizli sırlarından, keşiflerinden ve takvanın ferasetinin zirvelerindendir. Kendisinde vehbi (gizli veya ledün) ilimlerin de olduğu ortadır.
Emanetçiye bir adam mal bırakmış, daha sonra da gidip almak isteyince de emanetçi malı inkâr etmişti. Buna bir çare aramak için adam yine Ebû Hanîfe’ye gitmişti. Yani İmâm-ı Âzam’a gelmişti. Ebû Hanîfe, adama “Sen onun malı inkâr ettiğini kimseye söyleme. Onunla bir de ben konuşayım” dedi. Emanetçiyi çağırttı. Yanına gelince “Kadı tayin edilmek üzere benden birini teklif etmemi bekliyorlar. Acaba kadı olmayı arzu eder miydin?” demişti. Adam önce bir şey demeyecek gibi göründüyse de kadılık makamı sevdiğinden sesini çıkarmayarak, arzu ettiğini ifade etmiş oldu. Ebû Hanîfe bu sefer mal sahibine şimdi gidip emanetçiden malını istemesini söylemişti. Fakat şöyle bir dil kullanmasını istemişti: “Sizin gibi kadılık makamına layık görülen bir insanda unutkanlık gibi bir hata sadır olamaz” dersin demişti. Adama gitti, İmamın dediği şekilde konuştu. Emanetçi “Zaten siz o gün yanımdan ayrıldığınızda ben malın bende olduğunda hatırladım. Sizi geri gelmenizi bekliyordum” dedi. Malı teslim etti. Daha sonra emanetçi Ebû Hanîfe’ye gelerek kadı olarak tayin edilmesi için yardımlarını beklediğini söylemişti. Ebû Hanîfe de “Ben sizin kadrinizin (kıymetli) yüceliğini biliyorum. Onun için şimdi tavsiye etmeyeceğim. Belki bundan daha yüksek bir makam nasip olur” dedi.
Bir şahsın evine hırsızlar girmiş. Adamın varını yoğunu aldıktan sonra da kendilerinin çaldıklarını kimseye söylememesi için ev sahibine üç talak üzere yemin ettirmişlerdi. Ertesi gün olmuş, adamın çalınan malları meydanda satıldığı halde adam bir şey yapamamıştı. Çaresiz kalan kişi, Ebû Hanîfe’ye müracaat ederek yol göstermesini istemişti. İmam da şöyle yol göstermişti: “Beldenin reisine durumu anlatırsın. Halkı bir yere toplar. Toplanan halk teker teker aynı yerden dışarı çıkarılır. Her çıkan kişi için “Malını çalan hırsız bu muydu?” diye sorulduğunda sen diğerlerine “Hayır! Hayır!” dediğin halde sıra malın çalanlara gelince sesini çıkarmazsın. Böylece söz ile ifade etmeden hırsızları yakalatmış olursun” dedi İmâm-ı Âzam. İşte İmâm-ı Âzam’ın her konuda üstün bir zekasını görmek mümkündür. Ebû Hanefi’ye müezzinler ikamet edeceği zaman “Neden öksürürler?” denilmişti. “Herhalde ikamete hazırlandıklarını halka ilan için öksürüyorlar. Hz. Ali (radiyallahu anh) bir gece hane-i saadete girdiklerinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazdaydılar. Peygamber hafifçe öksürerek kendinin namazda olduğunu işaret etmişlerdi” dedi. Bir kişi nikah için gerekli ilanı yapmadan evlenmişti. Evlendiği kadın da bir çocuk dünyaya gelmişti. Daha sonra erkek bu nikahı reddederek çocuğu kabul etmek istememişti. Kadın, zamanın kadısı bulunan İbn-i Ebû Leylâ’ya müracaatta bulunmuştu. Kadı evlendiklerine dair delil istemiş, kadın da nikâhı gizli yaptıklarından “Velimiz Allah (celle celaluhu), şahitlerimiz de melekledir” demişti. İbn-i Ebû Leylâ da gerekli bey’ne (delil) olmadığından bu davayı reddetmiştir. Kadın doğru Ebû Hanîfe’ye yani İmâm-ı Âzam’a giderek yol göstermesine istedi. Ebû Hanîfe buyurdu ki “Hâkime gider, kocamı mahkemeye çağırın, durumu ispat edeceğim” dersin. Kocan geldiği zaman mahkemede “Ben senin eşin değil isem nikahımızdaki veli ve şahitlerimizi inkâr eder misin? diye bir soru sorarsın”. Gerçekten de kadının kocası mahkemeye çağrıldığında durum aynı cereyan etmiş, koca inkâr edememiş. Kadı da hem evliliğin ispatına hem de doğan çocuğun kocaya ait olduğuna hüküm vermişti. Burada anlatılan hikâyeden velisiz ve şahitsiz nikahın caiz olabileceği anlamı çıkarılmamalıdır. Bu, o andaki yapılan işe çare aramaktır, yoksa nikâh İslâm’daki kurallarına göre kıyılır. Ebû Hanîfe ise burada Allah korkusuna sahip bir müminin takip ettiği yolu göstermişti. Yani kadını kurtarmak içindir. Yoksa yanlış nikaha fetva verilmek için değildir. 9.7.17 15:55 Bir adam ölürken Ebû Hanîfe’yi vasi (ölen bir kimsenin vasiyetini yerine getirmekle yükümlü olan kimse) tayin etmişti. Ebû Hanîfe de vasiyet yapılırken orada yoktu. Meseleyi Kadı İbn-i Şübrüme’ye intikal etmiş. Vasi tayin edilmesi hususunda şahitler de vardı. İbn-i Şübrüme, Ebû Hanîfe’ye “Bu şahitlerin doğru şahadette bulunduklarına yemin eder misin?” diyor. İmâm-ı Âzam dedi ki hâkime “Bana yemin düşmez ki. Ben orada yoktum”. “Öyle ise senin kıyasların şaştı” diyor İmâm-ı Âzam’a. Davada buraya gelindiğinde Ebû Hanîfe, İbn-i Şübrüme’ye sordu. Şimdi bak, hâkim nasıl şaşıracak İmâm-ı Âzam’ın karşısında. İmâm-ı Âzam dedi ki “Bir körün başını yarsalar iki şahit kimlerin yardığına şahitlik etse âmâya onların doğru şahitlik ettikleri hususunda yemin teklif edilebilir mi? Benim durumum da aynı böyle. Görmediğim şey hakkında bana yemin teklif ediyorsun” dedi. İbn-i Şübrüme vasiyetin kabulüne hüküm vererek onu tenfiz (bir hükmü uygulama) etmişti. Yani İmâm-ı Âzam’ın karşısında hâkimlerin hiçbiri duramamıştı. Yahya bin Said, Kûfe Kadısı bulunduğu sırada Kûfe’de herkes Ebû Hanîfe’nin rey (görüş) üzere bulunduğundan burada icma vaki olamayacağını söylemişti. Bu sözünü de Ebû Hanîfe’nin bir görüşüne dayandırıyordu. Ebû Hanîfe bu hususta münazara etmeleri için ashabından Ebû Yusuf ile İmam-ı Züfer’i Yahyâ bin Saîd’e gönderdi. Yüksek talebelerinden birkaçını. Bunlar kadıya, baş hâkime şöyle bir soru sordular: “İki kişinin müşterek bir köleleri olsa bunlardan birisi sahip oldukları köleyi azat etse sahih olur mu?”.” Olmaz. Zira diğerinin zararına bir durumdur” dedi kadı. “Peki, diğer ortağı azat etse?”. “Caiz olur”. “Peki, birinci şahsın azat etmesini doğru bulmadığınız halde ikinci şahsın azat etmesini neden sahih gördünüz? Bunda tenakuza (çelişki) düştünüz” dediler İmâm-ı Âzam’ın talebeleri hâkime. Kadı sustu yani hâkim sustu. Cevap veremedi. Leys bin Sa’d diyor ki “Ebû Hanîfe’nin methini işitirdim de kendisini görmeye çok arzu ederdim. Mekke’deydim. Baktım ki insanlar bir şahsın etrafında toplanıyorlar, sorular soruyorlar. Bu sorular esnasında birinin “Ya, Ebû Hanîfe!” diye seslenmesinden o şahsın Ebû Hanîfe olduğunu anladım. Bu zat İmama yanaştı ve şu soruyu sordu: “Benim bir oğlum var. Ben de çok zengin idim. Oğlum, evlendirdiğim kadınları durmadan boşadığından servetim kalmadı. Bana bir çare göster” dedi. Ebû Hanîfe “Köle pazarına git. Hoşuna gidenlerden cariye satın al. Oğlunu onlarla evlendir. Boşadığında senin malın olur. Ayrıca onları azat etmeye de yetkisi kalmaz”. Ben, İmamın bu soruya verdiği cevabı ve cevap vermedeki süratını gördüm, hayret ettim”. Bu sorunun cevabı da o günkü dünyanın, o günkü şartlarına göredir. Bugünkü dünyada, bugünkü dünyanın şartlarına göre İmâm-ı Âzam en süper cevapları vereceği kesindir. Eşinin nikahında boşama oldu mu, olmadı mı şeklinde şüpheye düşen bir kişi Kadı Şerrik’e gitmiş, danışmıştı. O Şerrik yani kadı “Önce boşa sonra da ricat (vazgeçme) et” demişti. Aynı adam Süfyân as-Sevrî’ye danıştığında o da “Boşamış isen ricat (vazgeçme) ettim dersin, tamam olur” demişti. Aynı şahsın bu meseleyi İmam-ı Züfer’e sorması üzerine o da “Hiçbir şeye ihtiyaç yoktur. Çünkü o hâlâ senin eşindir” demişti. Bu meseleye adı geçen şahısların verdikleri cevaplar Ebû Hanîfe’ye nakledildiğinde İmâm-ı Âzam “Süfyân şüpheden sakınma, kaçınma yolunu göstermiş. Züfer bu hususta fıkıh ilminin gereğini söylemiş”. Züfer, İmâm-ı Âzam’ın talebesi. “Kadı Şerrik’e gelince o acaba üzerime pislik isabet etti mi diye şüpheye düşen insana önce necaseti sür, daha sonra yıkarsın, demeye benzer şekilde cevap vermiştir” demişti. Bakın, burada en yanlış cevabı hâkim, kadı vermiş. İmâm-ı Âzam burada doğru cevabı talebesi Züfer’in verdiğini, Süfyân’ın da biraz kaçınarak cevap verdiğini, kadı yani hâkim ise tamamen yanlış yaptığını söylemiş. Burada bir tembih, verilen fetvalar arasında mana bakımından bir fark yoktur. Zira icmai ümmete göre şüpheyle talak vaki olmaz. Hiçbir şey de gerekmez. Zira nikah hâlâ sabittir. Şerrik önce boşattırıp sonra ricat edilmesini istemişti. İşte bu yanlış. Eğer talak vaki oldu ise ricat talep etseydi o zaman bu husus imamlar arasında ihtilafı olan bir husus olurdu. İmam-ı Züfer zaten fıkıh ilminde bu husustaki hükmü söyleyerek talak vaki olmadığını söylemişti. İmâm-ı Âzam’ın talebeleri de çok süper. Halife Ebû Cafer el-Mansur, Ebû Hanîfe’yi davet etmişti. Mansur’un hâcibi (teşrifat memuru) Ebû Hanîfe’ye düşmanlık besleyen birisiydi. Bakın, halifenin teşrifat memuru, Mansur’un hâcibi bu, İmâm-ı Âzam’a düşman idi. Efendim Ebû Hanîfe halifenin yanındayken Hâcib Rabi “Ya Emîr-el Müminîn! Bu Ebû Hanîfe senin ceddine (atalarına) muhalefet ediyor” der. Bak şimdi İmâm-ı Âzam’la Halifenin arasını açmak için o kişi bir muzırlık (zararlı olma) yapıyor burada. “İbn-i Abbas, bir kimse bir şey üzerine yemin etse bir veya iki gün sonra da istisna (kural dışı olma) yapsa caiz olur dediği halde bu Ebû Hanîfe istisna ancak yeminin akabinde (devamında) olursa muteberdir (itibar edilir) diyor” dedi. Ebû Hanîfe buna şu cevabı verdi: “Ya Emîr-el Müminîn! Rabi bu iddiasıyla ordunun size biatı yok demek istiyor” dedi. “Nasıl olur bu?” diye sordu Halife. “Huzurunuzda yemin ederler. Evlerine döndükten sonra da istisna yaparlar. Bu istisna da caiz olduğunda biatleri batıl olur”. Halife güldü. Hâcibine “Rabi dikkat et. Ebû Hanîfe’ye dokunma.” demişti. Yani adam kendi düşmanlığıyla alta geldi. Halifenin yanında İmâm-ı Âzam onu kıvırdı, suçunun altına yıktı. Neyle? İlimle. Halife oradan ayrıldıktan sonra Rabi, İmama ne dedi: “Sen benim katlimi istemiş oldun”. “Hayır, sen benim kanımı heder etmek istemiştin. Ben ise kendimi ölümden, seni de günahtan kurtardım” dedi. İşte İmâm-ı Âzam denilen zat-ı muhterem bu. Bu bir cihan âlimidir (rahmetüllahi aleyh).
Ebû Hanîfe yine bir gün halifenin huzurundayken İmamı sevmeyenlerden biri şöyle konuştu: “Ya Ebû Hanîfe! Halife bizden bir kimseye herhangi bir adamın boynunu vurmamızı emrediyor. Sebebini bilmediği halde o görevlendirilen kişinin adam öldürmesi caiz midir, yoksa caiz değil midir?” Ebû Hanîfe “Emîru’l müminîn hak ile mi emrediyor yoksa batıl ile mi?” Gördün mü şimdi adamı nasıl alta getiriyor. “Hak ile emreder”, dedi. Mecburen diyecek. “Öyle ise hakkı yerine getir nasıl olursa olsun. Şuna buna sorma.” dedi. Adam tıkandı kaldı. Bundan sonra Ebû Hanîfe yanındakine “Bu adam beni tutmak istedi. Ben ise onu sımsıkı bağladım” demişti. İşte İmâm-ı Âzam’ın karşısındaki insanlar bu duruma düşüyorlardı. Ebû Hanîfe düşmanlığı korkunç bir şeydir. Helak olmaya götürür. Tehlikedir. Allah korusun. Hakkın adamları hep böyledir. 28:40 10.7 Ebû Hanîfe’nin komşularından birinin tavuskuşunu çalmışlardı. Ebû Hanîfe’ye geldi. Ebû Hanîfe “Siz bunu kimseye söylemeyin” dedi. Mescide gitmişti. Halkın mescitte toplu bulunduğu bir sırada İmam “Ey, komşusunun tavusunu çalan kişi! Kuşun tüyleri başında iken mescide gelmekten utanmıyor musun?” dedi. Tam bu sırada topluluktan bir adamın eliyle başını aradığı görüldü. İmam “Hemen git, komşunun tavusunu geri ver.” dedi. Hırsız bu şekilde belirlenip kuş da sahibini bulmuş oldu. Bu da İmâm-ı Âzam’ın süper zekalarından yine birisi. İmam Âzam anlatmakla bitirilmez. Yüce Allah ona ilmiyle lütufta bulunmuş. Cenab-ı Hak, İmâm-ı Âzam’a ilim nasip eylemiş, zekâ nasip eylemiş, takva. İnsanlık üzerinde parlayan bir ilim yıldızı. İmam-ı A’meş yaratılış itibariyle sert mizaçlı bir kimseydi. (Bu da yüksek bir âlim). Böyle öfkeli bir anında hanımına: “Eğer evde un kalmadığını bana yazı ile adam göndererek, sözle hatırlatmak için bana işaret edersen benden boş ol”, demişti bir öfkeli anında. Kadın A’meş’in bu sözlerin karşısında hayrette kalmıştı. Kadına “Sana ancak Ebû Hanîfe yol gösterebilir” denildi. Kadın Ebû Hanîfe’ye gitti, durumu anlattı. Ebû Hanîfe (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn) ona şöyle çare bulmuştu: Un bittiğinde unun çuvalını İmam uyurken elbisesine iliştiriver. O, uyandığı zaman bunu görür. Unun bittiğini de anlar”. Yani unun evde tükendiğini anlar. Kadın aynını yaptı. A’meş dedi ki “Allah’a yemin ederim ki bu Ebû Hanîfe’nin düşüncesi, tedbiridir. Bu adam hayata iken bize felah yok. Anlayışlarımızın zayıflığını kadınlara da göstererek bizi aciz bırakıyor, zor durumlara sokuyor” dedi. Yani İmâm-ı Âzam’ın karşısında âlimler aciz kalıyorlardı ve acizleri de İmâm-ı Âzam kurtarıyordu. Biiznillah.
Adamın birisi Ramazan-ı Şerif ayında gündüz eşine cinsi münasebet için yaklaşacağına dair yemin etmişti. Buna çıkış yolu bulmada hayrete düşmüşlerdi. İmam da “Sefere çıkarlar. Misafire oruç farz değildir. Böylece oruç kefareti de gerekmez.” demişti. Bak, onları da bu şekil kurtardı İmâm-ı Âzam. İmamın zamanında bir kişi “Bana mühlet verin. Size peygamberlik alameti mucize göstereceğim” demişti. Ebû Hanîfe bunu duyunca derhal “’Bu alameti göstermesini bu adamdan kim isterse kafir olur. Zira Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerife göre Peygamber Efendimizden sonra kıyamete kadar hiçbir peygamber gelmeyecektir” dedi. Yani burada da peşin hükmünü gösterdi ki sapıklara göz açtırmayan bir büyük âlim bu İmâm-ı Âzam. İmam-ı Âzam oğlu Hammad’ın annesi üzerine birini nikahlamıştı. Kadın bunu haber alınca İmama “O kadını mutlaka üç talakla boşaman lazımdır yoksa senin hayat arkadaşın olmam.” demişti. İmâm-ı Âzam’ı çok seviyor, onu paylaşamıyor demek ki. İmam, yeni nikahlısını eski hanımının bulunduğu eve bir mesele danışmak için gelmesini istedi. Yeni nikahladığı kadın eve gelerek İmama şöyle bir mesele danıştı: “Bir kadının kocasından ayrı yerde kalması caiz midir?” Bu soru sorulunca Hammad’ın annesi “Gördün mü? Mutlaka yeni nikahladığını boşayacaksın” dedi. İmam da “Bu evin dışında ne kadar zevcem varsa benden üç talak boş olsun” dedi. Çünkü evin dışında kimse yok, evdeydi zaten hepsi. Hammad’ın annesi bundan memnun oldu. Fakat yeni nikahlı da orada olduğundan boş olmamıştı. O an için onu kırmadı İmam ve şeriatın da hükmünü yerine getirdi, uyguladı. Rafızîlardan birisi İmama “İnsanların en kuvvetlisi, şedidi kimdir?” dedi. Bu da Rafızî’dir. İmam “Bize göre insanların en kuvvetlisi Hz. Ali (radiyallahu anh). Çünkü hilafetin Hazreti Ebû Bekir’in (radiyallahu anhüm) hakkı olduğunu bildi, hilafeti ona teslim etti. Size göre ise Hz. Ebû Bekir’dir (radiyallahu anhüm) yani en kuvvetli Ebû Bekir’dir. Güya hilafeti Hz. Ali’nin elinde zorla aldı dersiniz” dedi. Rafızî daha ağzını açmadan tıkadı her tarafını. 36:24 13.8.2017 Rafıziler, Ebû Bekir düşmanıdırlar, Ömer düşmanıdırlar ama İmâm-ı Âzam’ın karşısında bak ne hale geldi. Rafızî bu cevap karşısında bir şey diyemedi. Ebû Hanîfe’ye şöyle bir soru soruldu: “Bir adam kadınına, eğer bugün cenabetten temizlenirsen benden üç talakla boş ol. Eğer bugün beş vakit namazdan birini terk edersen yine üç talakla boş ol. Eğer benimle bugün bir araya gelmezsen, bulunmazsan yine üç talakla benden boş ol dese, ne yapmak lâzım gelir?” dediler İmâm-ı Âzam’a. İmam da bakın ne diyor: “İkindi namazını kıldıktan sonra cinsi münasebete bulunur. Akşam namazını müteakip namazı kılmadan gusül eder. Ondan sonra da önce akşam daha sonra da yatsı namazını kılar. Böylece talak vaki olmamış olur” dedi. Yani İmamın cevap veremeyecek bir durumu yok ki. Allah ona ilim üstüne ilim vermiş, nur üstüne nur, nûrun ala nûr. İlim en büyük nurdur. Yine İmam’a sordular: “Bir kişi ailesine ailesi bir merdiven üzerinde iken eğer aşağı inersen ya da yukarı çıkarsan benden boş ol, derse nasıl hareket edilir?”. “Eğer mümkünse iki kişi merdivenle birlikte kadını yere indirirler. Bu mümkün olmadığı takdirde namahremi olan birisi kucaklar, indirir” dedi. Yani nikâh düşmeyen yakın akrabalarından birisi. Baba, kardeş gibi. Hemen bakın, cevap hazır. Birisi İmama “Bir kadının elinde su dolu bardak varken kocası bardaktaki suyu yere dökerse, içerse, birine içirirse, benden boş ol derse, ne yapılır?” diye sormuştu. İmam “Suyu emecek cinsten bir bezle suyu emdirmek suretiyle bardaktan dışarı çıkarılır” diye cevap verdi. Çünkü bardağın içine bezi koyunca bez suyu dışarı kendiliğinden atar. İşte İmamdaki hazır cevaplar. “Yumurta yemeyeceğine dair yeminli olan bir adam, başkasının koltuğun altındakini de mutlaka yiyeceğine dair yemin etse o adamın da koltuğu altında yumurta çıksa ne yapılır?” diye sorulmuştu. İmam “O yumurtayı kuluçkaya yatmak üzere olan 40:14 20.08 tavuğun olan altına korsun. Doğan pilici istediğin gibi yersin” demişti. (Tembih: Bizim mezhebimiz Şafiî’ye göre bu hususta çare o yumurtanın saffetini giderecek şekilde helva gibi tatlı cinsiden bir şeyle karıştırılıp yenmesi şeklindedir. Bu da İmam-ı Şafiî Hazretlerinin mezhebine göre çaredir). Bir kadın peşleri birbirine yapışık şekilde bir çocuk, sırtları birbirine yapışık şekilde bir çocuk dünyaya getirmiş, bunlarda birisi de ölmüştü. Kûfe’de bulunan devrin âlimleri “Her ikisi birden defnedilir” demişlerdir. Ebû Hanîfe de şöyle demiştir: “Ölü olan diri olanı dışarda kalacak şekilde toprağa gömülür. Zamanla birbirinden ayrılacaktır”. İmamın dediği gibi yapıldı. Diri olan çocuk ölüden kendi kendine ayrıldı. Hatta yaşadı. Hayatı boyunca da “Ebû Hanîfe’nin azatlısı” diye anıldı. Bakın, bunu bugünki tıbbın bulma, bilme şansı bile yok. İmam-ı Âzam’ın bu da bir harikasıdır. Ebû Hanîfe, Medine’de Hz. Ali (radiyallahu anh) torunu İmam-ı Muhammed el-Bakır ile bir araya gelmişlerdi. “Ceddin Muhammed’in hadislerine muhalefet ediyormuşsun” dedi Muhammed Bakır. Ebû Hanîfe de ona şöyle dedi: “Allah korusun! Nasıl olur? Oturun. Ceddiniz Resûlullah’a ve size büyük hürmetim vardır” dedi. Kendisi iki dizi arasına gelerek aralarında şöyle bir konuşma geçti (O da yüksek bir âlim. Peygamberimizin soyundan, Hz. Ali’nin torunlarından): Ebû Hanîfe ona dedi ki: “Kadın mı zayıftır, erkek mi?” dedi. “Kadın zayıftır” dedi Muhammed Bakır. “Kadının hissesi mirasta yarım. Erkeğinki ise tamdır. Eğer kıyas ile hareket etseydin ne yapardın?”. “Elbette ki kadına çift verir erkeğe yarım verirdim”. “Namaz mı eftaldir yoksa oruç mu?”. “Namaz eftaldir” dedi Muhammed Bakır. “Eğer kıyas ile konuşmuş olsaydım bu eftalliğe binaen kadının hayızlı zamanlarında kılmadıkları namazlarını eda edilmesini isterdim. Ama bak kıyasla değil, dini hükümlerle fetva veriyorum”, dedi. Yine sordu: “İnsan bevl’i (idrar) mi pistir yoksa menisi mi?”. “Bevl’i (idrar) daha pistir”. “Eğer kıyasla hareket etmiş olsaydım her bevl (idrar) edeni gusül yapması gerektiğine hüküm verirdim. Böyle bir hüküm vermedim yine şerhi fetvayı verdim” diye biraz konuşunca Ebû Hanîfe İmâm-ı Âzam, hemen Muhammed Bakır ayağa kalkarak Ebû Hanîfe’yi alnından öptü ve takdir etti. 44:19 27.8 Evet, kıymetliler İmâm-ı Âzam’ın karşısında dikkat ederseniz herkesin bir hayranlığı vardır. Ancak münafıklar, müşrikler, cahiller, ehl-i bid’at olan ve zındıklar İmâm-ı Âzam’dan hoşlanmazlar. Kûfe’ye bir yabancı gelmişti. Dünya güzeli bir eşi vardı. Kûfeli birisi de kadına musallat olup yoldan çıkardı, kendi eşi olduğunu iddia etti. Kadının kocası da nikahlısı olduğunu ispat etmekten aciz kalmıştı. Kûfe Kadısı İbn-i Ebû Leylâ ve Ebû Hanîfe’yle birlikte bir toplulukta bu yabancının evine gitmişlerdi. Evde bir köpek vardı. Eğer o kadın o eve ait ise bunu köpeğin ispat edeceğini de daha önce İmâm-ı Âzam söylemişti. İçeri tek tek giren bütün kadınlara köpek havladığı halde davalı kadın içeri girince sesini çıkarmayıp hareketleriyle de onu tanıdığını ifade etmiş oldu. Böylece davada hak yerini bulmuş oldu. Bakın, İmâm-ı Âzam burada da yine o adamı kurtardı ve suçlu da suçuyla baş başa kaldı ve cezasına elbet çarpıldı. Kûfe valisi bulunan İbn-i Hübeyre, Ebû Hanîfe’yi yanına davet etmiş, ona üzerinde “Atâ bin Abdullah” yazısı hak edilmiş bir yüzük gösterdi. Şöyle dedi: “Bunun üzerinde başkasının ismi işlenmiş olduğu için onu takamıyorum”. Şimdi Ebû Hanîfe dedi ki “Bin kelimesinin başını, ba’sının başını biraz ters kıvırtırsan mim olur” dedi. Bu cevabı verirken de çok süratli hareket etmişti. Vali “Sizinle fazlaca görüşelim” demişti. Çünkü İmamın zekâsının süratine hayran oldu vali. Ebû Hanîfe şöyle cevap verdi: “Sizin yanınızda ne işim var? Siz yanınıza yaklaşanları meftun (gönül vermiş) sizden uzaklaşanları da zebun (zayıf) edersiniz. Şimdilik yanında sizi gücendirdiğimde kaybedecek bir şeyim yok”. Ebû Hanîfe bu Vali İbn Hübeyr’e söylediği sözlerin benzerlerini devlet ricalinden, başta Halife Mansur olmak üzere Îsâ bin Mûsâ ve diğerlerine de aynen söylemişti. Dahhak, Kûfe’ye girmiş, bütün halkın katliamını emretmişti. Ebû Hanîfe sırtında iç ve dış gömleği olduğu halde sade bir şekilde Asi Dahhak’ın huzuruna çıkmış, halkın katliamı için neden emir verdiğini sormuştu. Dahhak “Kûfe halkı mürted olmuşlardır da ondan” demişti. Ebû Hanîfe “Kûfe halkının dini şimdi sahip oldukları dinin dışında bir din mi idi? Yoksa aynı din üzere mi idiler?” dedi. Dahhak, İmamın sarf ettiği bu sözü tekrar ettirmişti. “Biz hata etmişiz” demişti. Bundan sonra da kılıçlarını kınlarına sokmuşlar, Kûfe halkı da ölümden kurtulmuştu. İmâm-ı Âzam, Kûfe halkı kılıçtan geçecekti bakın Dahhak’ın önüne iç elbisesiyle çıktı, durumu halletti ve Kûfe halkını kılıçtan kurtardı. Biiznillâhi Teâlâ. Başka bir rivayette de Hâricîler Kûfe’ye girdiklerinde buranın en büyük âlimini sordular. Bakın, Hâricîler çok kan akıtan ve kendilerini Müslüman sanan zavallılar. Bunlar Kûfe’ye giriyorlar, en büyük âlimini soruyorlar. “Ebû Hanîfe’dir” denildiğinde İmama dediler ki “Küfürden tövbe et”. Bakın, Hâricîler İmam-ı Âzam’a diyorlar. Hz. Aliye de diğer sahabeye de neler dediler bu Hâricîler. “Ben bütün küfürlerden tövbe eden kişiyim.”. Bak, İmâm-ı Âzam böyle dedi. “Ben bütün küfürlerden tövbe eden kişiyim.”. Hâricîler kendi aralarında “Bu bizi de küfür içine soktu. Sözünü ona göre sarfetti.” dediler. Tekrar çağırarak bunu sordular. İmam da “Siz bu sonuca ilminizle yoksa zanlımızla mı vardınız?”. “Zanlımızla” dediler. “Zanlın bazısının isim günah olduğu ayette bildirmiştir. Sizin mezhebinize göre de isim küfürdür. Siz küfürden tövbe ediniz” dedi. Bakın, Hâricîleri, elleri kanlı katil Hâricîleri nasıl ilmiyle orada ne hale getirdi. (Tembih: Bakın, İmam-ı Âzam’ın aleyhinde bulunan bazı hasetçi kimseler yukarıda Hâricîlerle olan münasebetlerini zikrettiğimiz iki hadiseye dayanarak İmamı küfür ile itham etmişlerdir. Hatta bundan dolayı da tövbe etmesini isteyenler bile olmuştur. Halbuki bu anlatılanlar İmamın şanına bir noksanlık getirmediği gibi vardığı sonuç bakımdan onun şanını yükselmiştir. Allah, İmam’a çok mu çok rahmet eylesin ve 51:48 3.9 diğer İslâm âlimlerine de). Bir kişi ölürken bir adamı vasi tayin ederek ona içinde bin dinar bulunan bir kese vermiş, oğlu büyüdüğünde ona vermesini istemişti. Vasiyetinde de “Ne kadar arzu edersen” kaydı geçmişti. Adam ölmüş, çocuk büyümüş fakat vasi tayin edilen kişi parayı vermeye hiç kıyamadığı gibi onun yalnız boş kesesini vermişti. Çocuk da Ebû Hanîfe’ye gitmiş, durumu anlatmıştı. Vasi çağrıldı. İmam ona dedi ki “Senin sevdiğin miktar kesenin içindeki paranın tamamı olduğu aşikardır. Bunun için vasiyet gereği paranın tamamını teslim et” demişti. Hadis âlimlerinden bazıları İmam-ı Âzam’ın aleyhinde bulunurlardı, bazıları ve bu çocuğun da durumunu kurtardı İmam-ı Âzam yine. Şimdi bu hadis âlimlerinden bazıları İmam-ı Âzam’ın aleyhinde bulunurlardı. Bunlardan birisi bir gün hata ederek eşine “Eğer sen bu gece benden talakını istemezsen benden boş ol” demişti. Eşi de şimdi bakın “Eğer ben de senden talakımı istemezsem bütün kölelerim azat olsun” demişti. Daha sonra söylediği söze pişman olan âlim, bu hadis âlimi, İmâm-ı Âzam’a da karşı olan biri, Ebû Hanîfe’ye müracaat ederek çıkar yolu aramıştı. Gördün mü, İmam-ı Âzam’a karşı olanlar dahi ona muhtaç durumdalar. İmam “Kadın, beni bırak, der. Sen de eğer dilersen, boş ol, dersin. İkinize de bir şey lazım gelmez” demişti. Ders 54:32 20.12 Daha sonra hadis âlimlerinden olan bu şahıs ve eşi ölünceye kadar Ebû Hanîfe’ye İmâm-ı Âzam’a dua etmeye başladılar ve dua ediyorlardı. Hadis âlimi olmak ayrı şey, müçtehit olmak ayrı şey, fakih olmak ayrı bir şey, bir de İmâm-ı Âzam gibi müstesna bir parlayan ilim yıldızı olmak bir başka şey. Bir şahıs ailesine “Eğer pişirdiğin yemeğe bir mekkûk tuz koymazsan bu tuzu koyup kaynattığın yemekte de tuz eseri görürsem benden boş ol” demişti. Bakın, yine İmama danıştılar. “Ocakta yumurta kaynatır içine de o kadar tuz kor yine de tuz olmadan yenmez” dedi ve onları kurtardı. Çünkü yumurtayı tuzla kaynatırsınız, içine girmez tuz. Yine yumurtayı soyduktan sonra tuzlayıp yemek zorundasınız. Bakın, bu da İmâm-ı Âzam’ın yine dehalarından biri. Dehrîlerden bir grup Ebû Hanîfe’yi öldürmek istemişlerdi. Dehrîler biliyorsunuz ki zındıklardır, zamanı ilahlaştıranlar. Tam sıkıştırdıkları an İmam “Durun sizinle bir mesele konuşalım. Ondan sonra istediğinizi yapın” dedi. İmâm-ı Âzam’ı öldürmek istiyor bunlar. Ve bıraktılar. Şöyle konuştu: “Kaptanı ve mürettebatı olmayan, içi malla dolu bir geminin denizin dalgalarından kurtulup kurtulamayacağı konusunda ne dersiniz?” “Bu muhaldir. Kurtulması mümkün değildir”. “Aklınızla bana inanmıyorsunuz da bir saniye (aklı başında) olmadan bu dünyanın ayakta durabileceğine neden inanıyorsunuz?”. Bunu dinleyen Dehrîler tövbe ettiler. İmamı öldürmekten de vazgeçerek kılıçlarını kınlarına koydular. İmama bir adam geldi. Bir başkasından bin dirhem alacağı olduğunu fakat adamın inkâr ettiğini, ne yapması lazım geldiğini söyledi. İmam, adamın sadık bir kişi olduğunu daha önceden biliyordu. İmam “Sen inkâr edilen alacağını iki şahit huzurunda hazır olan şahitlerden birine hibe et. Hibe edilen şahıs da seni ve diğer şahidi de şahit göstermek suretiyle dava etsin” dedi. İmamın dediği gibi yaptılar. Kadı, bin dirhemi inkâr eden kişiye ödemesi hususunda hüküm verdi. Ebû Hanîfe’nin zekasının pratikliğine, insanı susturucu cinsten olan sorulara verdiği güzel cevaplar hususunda olan bu konu çok uzundur. Daha nice nice İmâm-ı Âzam hakkında nice konular vardır, birçok da rivayetler vardır. Ayrıca İmama ait olmayan bazı şeyler de söylendiğinden anltatığımız kısım maksada kâfi görünür. Bu mevzuyu burada özetlemek istiyoruz. İmâm-ı Âzam son derece ahlakı güzel mi güzel zat-ı muhterem idi. Ebû Yusuf anlatıyor. Ebû Yusuf dünyanın en büyük fakihlerinden biri. “Ebû Hanîfe” diyor “annesine çok hürmet ederdi”. Yani İmâm-ı Âzam annesine çok mu çok hürmet ederdi. “Ebû Hanîfe şöyle derdi: “Hocam Hammad vefat edeliden beri kıldığım namazların sonunda ebeveynimle yani annem ve babam ve soyum sülalemle birlikte hocama da dua ederim. Daha hocamın evinden tarafa ayağımı uzatıp yatmadım”. İmamın eviyle hocasının evi arasında tam yedi sokak vardı. “Ayrıca bana ilim öğreten bütün hocalarıma da dua ederim” diyordu İmâm-ı Âzam.1:00 10.09 İşte kıymetliler, İmâm-ı Âzam’ın ahlak güzelliğini de saymakla bitiremeyiz. Yine bakın bir gün Halife’ye İmâm-ı Âzam bir gün şöyle diyordu: Halife Harun Reşit Ebû Yusuf’a “Bana Ebû Hanîfe ’nin ahlakını anlat” demişti. Ebû Yusuf “Ey Müminlerin Emiri! Hani Allah-u Teâlâ,
مَا يَلْفِظُ مِن قَوْلٍ إِلَّا لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ
“O ne söylerse yanında mutlak bir gözcü vardır” buyuruyor Cenab-ı Hak, İşte ben de Ebû Hanîfe’nin yanında böyle gözcü gibiydim. Bende ilim olarak ne varsa hepsi onun eseridir. Yani “Ben ilmi, İmâm-ı Âzam’dan, Ebû Hanîfe’den, aldım” diyor İmam-ı Ebû Yusuf. Onu dinleyen Halife Harun Reşit “Bu ahlak ancak salihlere mahsustur” demişti. Çünkü İmâm-ı Âzam’ın ahlakını da övmekle bitiremezsiniz. Şimdi takva, namus, sadakat, insanları idare edebilmek, gerçek dostluk, faydalı olan şeylere itibar etmek, az konuşmak ve konuştuğunda isabet etmek, düşmanın için bile olsa meşakkatlere katlanmaktır. İmâm-ı Âzam’da bu yüksek ahlakın hepsi bulunmaktadır. Cenab-ı Hak ruhunu şad eylesin. Yüce Allah onu rızasına ve cemâline nail eylesin. Hz. Muhammed’e komşu eylesin. İmâm-ı Âzam’a ve diğer İslâm âlimlerine Allah çok çok rahmet eylesin (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn). Vel–hamdü leke ya Rabbel alemin. Ders 1:03 27.12 Kıymetli dostlarımız, bir gün Halife Mansur ile hanımları arasında bir kırgınlık oluyor. Halifenin kadınları arasında çeşitli riayet etmemesi eşitliğe, adalete riayet etmemesi yüzünden bir dargınlık olmuştu. Kadın, Halifeden adalet üzere hareket etmesini istemişti. Ebû Hanîfe aralarında hakem olması için davet edilmişti. İkisi de onun hakemliğine razı olmuşlardı. Halife ve onun hanımı. Ebû Hanîfe geldi. Mansur söze başladı. Yani Halife şimdi hem konuşuyor hem de soru sormuş oluyor İmâm-ı Âzam’a, kadın da perde arkasında dinliyordu. Halife diyor ki “Bir erkek kaç kadın alabilir?”. Dört”. “Peki, cariyelerden ne kadar?”. “İstediği kadar”. “Peki, bunun aksini söyleyen var mı?”. “Hayır, bu ihtilafsızdır”. O günün şartlara göre bu böyle idi ama Kur’an-ı Kerim köleliği, cariyeliği dünyadan kaldırmaya geldiği için tabii şartlar değişti ve en büyük sevap, insanlığı hürriyete kavuşturmaya adandı. Şimdi bu konuşmadan sonra Halife perdenin arkasına gizlenmiş olan eşine dönerek “Bunları işitiyorsun değil mi?” dedi. Ebû Hanîfe tekrar söz alarak “Ey, müminlerin emiri! Allah-u Teâlâ bu izni eşler arasında adaleti gözetenler için verdi. Yoksa bu şartı yerine getirmeyenler fazla kadın almamalıdırlar. Zira Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor (Nisa/4):
وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُـقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ
“Eğer adalet edemeyeceğinizden korkarsanız bir tane yeter”. Adalet eden kişi için ikinci evlilik söz konusudur. Bu ihtiyaca göre adalet şartına göre bu olur, ikinci evlilik olur ve Kur’an-ı Kerim’de bu dörde kadardır. “Ama adalet edemeyenler bir taneyle yetinsin” denmiştir.
Ebû Hanîfe Hazretleri çok güzel giyinirdi kuşanırdı. Oğlu anlatıyor Hammad: “Babamın fizyonomisi, dış görünüşü güzeldi. Güzel kokular kullanırdı. Hatta kendisi görünmeden önce sürdüğü koku hissedilirdi”. Peygamberimizden bunlar birer birer sünnettir. Ebû Yusuf da şöyle der: “Daha uzaktan gelirken kullandığı çok güzel kokusu duyulur, geldiği belli olurdu”. Başkalarından da rivayet edildiği gibi uzun siyah kalensüve giyerdi. Uzun siyah kalensüve giyerdi Nadir diyor ki: “Bir gün İmam bir bineğe binmek üzereyken bana, “Sırtında giyindiğini bana ver” dedi. Sırtımdakini aldı, giydi. Daha sonra bana dedi ki “Elbisen beni sıktı. Kalın olduğundan rahatsız etti”. İşte İmamın sincap, tilki derilerinden ve samurdan kürkü vardı. Giyerdi, onlarla namaz kılardı. Üzerinde işaret olan gömleği vardı. Yedi tane kalensüvesi vardı. Bunlardan biri de siyahtı. Kalensüve, başa sarılan sarık demektir.
Evet, kıymetli efendiler, İmâm-ı Âzam son derece edepli ve hikmetli. Bu hususta kıymetli sözleri bulunmaktadır. Edep ararsan, hikmet ararsan, hikmetli sözler ararsan İmâm-ı Âzam’da bulursunuz. Ebû Hanîfe “Şu helâldir, şu haramdır diye ilahi hükümleri açıklamaktan daha hayırlı kelam olur mu? Allah- Teâlâ’yı tenzih yollarını gösterip haramdan kaçınma yollarını takrir ediyoruz. Dağarcığınızda azığı olmayan yolcu yolda mahvolmaya mahkumdur. Bunun gibi ilimden uzak kalan ibadet ehli de ibadetinin semeresini (başarısını, meyvesini) göremez”. Yani ibadeti edenler bilerek, ilimle hareket etsinler, diyor. Kim? İmâm-ı Âzam. Bilgisiz ibadet semeresizdir. Değeri düşüktür. Bir şahıs İmama gelerek ona bir hususta şefaatçi olmasını istemişti. İmam dedi ki “Bu ilim talebi ile ilgili bir şey değildir. Allah-u Teâlâ âlimlerden bildiklerini insanlara açıklamaları ve hiçbir şey gizlememeleri için söz almıştır. Âlimler ancak bildiklerini halka anlatırlar. Bununla da yalnız Allah rızasını talep ederler. Âlimlerin bundan başka bir rüçhaniyeti (üstünlük) yoktur”. İşte İmam-ı Âzam’ın tamamen Allah’ın rızasına ve emrine kendini adadığını görüyoruz. Ebû Hanîfe’ye “Hazreti Ali (radiyallahu anh) ile Muaviye arasında vuku bulmuş olan Sıffin Savaşı hakkında ne dersiniz?” demişlerdir. İmam “Ben Allah’ın huzurunda söylediğim sözlerden mesul olmaktan korkarım. Sükût ettiğim takdirde niçin sükût ettin, denilmeyeceğini de bilirim. Herkes din hususundan mükellef olduğu vazifelerini yapmalarıdır. Kişi için evla olan budur”. Ashabına şöyle derdi: “Bu ilimi öğrenmekte kastınız hayır ise Allah sizi başarılı kılar. Yoksa muvaffak olamazınız”.1:11 17.9 Meşhur sözlerindendi: “Zanlı ile konuşanlara, bana göre böyledir, diyenlere şaşarım. Hem de zanlarıyla amel etmekteler. Halbuki Allah-u Teâlâ, Peygamberine (aleyhissalatu vesselam), (İsra 36):
وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً
“Hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyin ardına gitme”. Allah sıkı tembih ediyor. Birileri de bana göre, böyle bana göre, zan üzere amel ediyor. İmâm-ı Âzam bunları şiddetle tenkit etmiş, reddetmiştir. Bakın Ebû Hanîfe İmâm-ı Âzam bir gün İbrahim bin Ethem’e demişti ki: “Ya İbrahim!”. İbrahim Ethem kim? Büyük evliyalardan biri. “Ya İbrahim! Çok ibadet etmeye itina gösteriyorsun. Şunu bilmelisin ki din ve ibadet ancak ilim sayesinde ayakta kalabilir. İlme hürmet etmelisin”. 1:13 10.1 Evliyalara nasihat ediyor İmâm-ı Âzam. İmam şöyle derdi: “Hadis-i şerif toplayıp da fıkıhtan nasibini alamayan kimse ilaç satmakta olan eczacıya benzer. Onların nerede kullanılacağını bilmek için bir doktora ihtiyaç vardır. Hadis-i şerifin gelişini bilip ondan hüküm çıkaran fakihler de doktorlara benzerler”. Yani hadis âlimi olmak yetmiyor. Fıkıh âlimi, müçtehit olması gerekiyor. O hadislerin durumlarını bilmesi gerekiyor. Yoksa doktor olamaz, eczacılıkta kalır. İmâm-ı Âzam bu misali de verdi. Bakın, bunu tekrar ediyorum. “Hadis-i şerif toplayıp da fıkıhtan nasibini alamayan kimse ilaç satmakta olan eczacıya benzer. Onların nerede kullanılacağını bilmek için bir doktora ihtiyaç vardır”. Yani hadis toplayanlar müçtehide muhtaçtır, diyor. Fıkıh ilmini bilen fakihlere, İmâm-ı Âzam gibilere muhtaçtır, diyor “Hadisin gelişini bilip ondan hüküm çıkaran fakihler de doktorlara benzerler”. İlacın nerede kullanacağını bilir. Fıkıh ilmi budur. Halife Mansur, İmama “Neden bizden uzak duruyorsun?” demişti. İmâm-ı Âzam, devlet adamlarından uzak dururdu, halifelerden bile. İmam “Senden korktuğum bir şey yanında bulunmaz. Eğer size yaklaşırsam fitne çoğalır. Uzak kalırsam beni üzersiniz. Onun için şimdiki tavrım iyidir” dedi. İmamın huzurunda halkın kendisi aleyhindeki sözler dile getirilmek istediğinde derhal konuşulanı keser, şöyle derdi: “Hakkımızda sevmediğimiz şeyleri konuşulanları Allah affetsin. İyilikle bahis edenleri de nimetlerine kavuştursun. Siz böyle dedikoduları bırakın da dinde ilim bakımından derinleşmeye bakınız. Zaman olur Allah hakkınızda o konuşanları size muhtaç ediverir”. İmâm-ı Âzam’ın karşısında ona muhalif olan, onu çekemeyenler İmâm-ı Âzam’a hep muhtaç olmuşlardır ve olacaklardır. Olanlar oldu. Olmayanlar olacaklardır. İmamın değerli sözlerden bazıları: “Kendi kıymetini bilip, itibarını göz önünde bulunduran kimsenin nazarında dünya değersiz, her mihneti de (sıkıntı) önemsizdir”. “Sözünü kesen kimseye itibar etme. O kişide ilim ve edebe dair arzu ve sevginin olmadığını anla”. Evet kıymetliler, İmâm-ı Âzam bakın, hikmetli sözler saçmaya devam ediyor. İmam şu mealdeki şiirle mukabelede bulundu: “Memleketler bozuldu. İçinde doğru dürüst kâmil insan kalmadı da ben layık olmadığım halde seyid olarak anılmaktayım. Benim durumum ise insanlara meşakkatten (zahmetten) başka bir şey veremez”. Yani kendini övmezdi İmâm-ı Âzam. Kıymetli dostlarımız, zaten hiçbir âlim kendini övmez, nefsine pay vermez. Rabbisine karşı boynu eğri, hizmete devam eder. İmâm-ı Âzam’ın kadılık ve beytülmal nazırlığı gibi vazifeleri kabul etmediği konusunda size daha önce de bazı bilgiler öz vermeye çalıştık. İmâm-ı Âzam’a bir gün İbn Hübeyr’in hapiste İmama attırdığı dayaklardan dolayı başının şiştiği, bundan sonra da salıverme emrinin anlatıldığı gibi başka bir rivayete İbn Hübeyr’in rüyasında (Bakın, Peygamberimiz İmâm-ı Âzam’a nasıl sahip çıkıyor Yüce Allah’ın lütfuyla) o valiye Peygamberimiz rüyasında görünüyor ve diyor ki valiye “Ümmetimden” diyor “suçsuz bir insana dayak attırmaktan Allah’tan korkmuyor musun?” dedi Peygamberimiz rüyasında valiye ve hemen palas pandıras (çarçabuk) İmâm-ı Âzam cezaevinden çıkarıldı. Kıymetli dostlarımız, bu da bir defa İmâm-ı Âzam’ın Allah katında ve Peygamberimizin yanında şerefli kul olduğunun birçok alametinden birisi de budur. İmâm-ı Âzam kıraat ilmindeki senedi İmam-ı Asım’dan almıştır. İmam-ı Asım, meşhur yedi kıraat kurradan birisidir. Bu da İmâm-ı Âzam’ın işte kıraat ilmindeki senedi de budur. 1:19 24.9 Hadis ilmindeki senedi. Ebû Hanîfe’nin tâbiîninin imamlarından ve diğerlerinden tebe-i tâbiînden, 4000 şeyhten hadis-i şerif aldığı yukarıda da geçmişti. İşte bu vasfından dolayıdır ki Zehebî gibi muhaddisinin tabakaları hakkında eser veren müellifler (eser ortaya koyan) İmâm-ı Âzam’ı eserlerinde zikrederler. İmamın hadis ilminde itinası (çok dikkat etmek) azdı, diyenler bunu ya cehaletlerinden ya da hasetlerinden dolayı söylerler. Zira delillerinden hüküm istimbat (Kur’an-ı Kerîm’de ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmemiş hükümleri, bilgileri, açıkça bildirilenlere benzeterek, meydana çıkarmak) edebilmek hadisin dışında bir şey değildir.
وَاِذَا جَٓاءَهُمْ اَمْرٌ مِنَ الْاَمْنِ اَوِ الْخَوْفِ اَذَاعُوا بِه۪ۜ وَلَوْ رَدُّوهُ اِلَى الرَّسُولِ وَاِلٰٓى اُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذ۪ينَ يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْۜ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ اِلَّا قَل۪يلاً
Yestenbitûnehu, sonuç çıkarmaya gücü yetenler (ilim ve içtihat sahibi âlimlerdir)
“Kendilerine güven veya korku hususunda bir haber geldiğinde onu hemen yayıverirler. Hâlbuki onu Peygambere ve aralarında yetkili kimselere götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya gücü yetenler, onu anlarlardı. Allah’ın üzerinizdeki lütfu ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hariç, şeytana uyardınız”. (Nisa/83).
Ebû Hanîfe’ye de ashabının da eserlerine bakanlar böyle sözlerin asılsız olduğunu anlarlar. Fıkıh ilmiyle meşgul olmak ancak hadisle mümkündür. İmâm-ı Âzam hadis âlimlerinin de hocasıdır. Hz. Ebû Bekir ve Ömer (radiyallahu anh ve erdaim ecmaîn) de hadis rivayet etmek hususunda fazlaca meşhur olmamışlardır. Çünkü onların hilafet meşgalesi vardı. Diğer sahabelere bakıldığında şeyhaynın (iki şeyh, iki reis, iki büyük imam demektir. İmâm-ı Âzam’la İmam-ı Ebû Yusuf için kullanılır. En büyük iki halife anlamında Hazreti Ebû Bekir ile Hazreti Ömer için de kullanılır) çok az hadis rivayet etiklerini görünür. Nasıl ki bunlara hadis rivayetine itina (çok dikkat etmek) göstermediği, denilemezse Ebû Hanîfe’ye de denilemez. İmam-ı Şafiî, Malik’le çok buluştuğu ve ondan hadis aldığı halde eserlerinde İmam-ı Malik’ten çok az rivayette bulunduğu gibi aynı devirde yaşayan hadis münakitleri Ebû Zür’a ve İbn-i Ma’in de apayrı bir durum arz ederler. Ayrıca dirayet (zekâ) olmadan yapılan rivayetlerin çokluğu da muteber değildir. İbn-i Abdülber eserinde dirayetsiz (zekâ) rivayet (bir haber veya sözü nakletme) yapılmasından kaçınılması hususunda bir bölüm ayırmış, üzerinde teferruatıyla durmuştur. İbn-i Şübrüme “Az hadis rivayet edersiniz ki fakih olasınız” derdi. İbn-i Mübarek de “Dayanağımız eser olduğu gibi eseri hadis tefsir edecek reyleri de almak lazımdır” derdi ki Ebû Hanîfe de aynı görüşteydi. Ebû Hanîfe “Muhaddis için hadisi duyduğu zaman rivayet önemli değil, önemli olan o hadisi ilk istimasından (ilk dinleme) ta onu rivayet edeceği zamana kadar hıfz etmesidir. Bu da hıfzın sağlamlığıyla mümkündür” derdi. Hatîb-i Bağdâdî, İsrail bin Yunus’tan şunu rivayet eder: “Ebû Hanîfe ne güzel kişi. Hafızası kuvvetli. Fıkha taalluk olan hadisleri toplamış. Her hadisin fıkhi hükmü onda mevcut. Hadisleri şiddetle araştırıyor”. İmam-ı Ebû Yusuf da şöyle demişti: “Hadis tefsiri ve hadisin fıkha tatbikini Ebû Hanîfe’den daha iyi bilen bir insan görmedim”. İşte kıymetliler, dünyanın en büyük âlimlerinden biri Ebû Yusuf’tur ve onun baş talebesidir. “Ebû Hanîfe haklıdır. Ahirette bizi kurtaracak hükümleri o bulmaktadır” demiştir. Aklı olan Ebû Hanîfe’nin mezhebinin dayandığı delillere bakar, hayran olur. Neye dayanır? Kur’an, sünnet, icma, kıyas, asli ve feri delillere dayanır. Ders 31.01 1:25 A’meş, Ebû Hanîfe’nin yanında bulunuyordu. Ebû Hanîfe’ye birçok mesele de sorulmuştu. İmam bunlara teker teker cevap vermişti. İmam A’meş, Ebû Hanîfe’ye dönerek “Bu soruların cevabını bu kadar çabuk nereden çıkardınız?” derdi. İmam bak ne diyor: “Sizin rivayet ettiğiniz hadis-i şeriflerden” dedi. Bundan sonra da verdiği cevaplarda dayandığı hadis-i şerifleri teker teker orada okudu. Aynı zamanda da bu hadis-i şerifleri A’meş’in nerede ve ne zaman rivayet ettiğini de zikretmişti. Böylece her hadis-i şerifin bizzat A’meş tarafından rivayet edildiğini de orada tasdik ettirmişti. Birkaç hadisi bu şekilde anlatınca A’meş “Okuduklarınız kafidir. Benim 100 günde tahsis (bir kimseyi diğerlerinden üstün tutup tercih etme) ettiğim hadisleri siz bana bir saate geri naklettiniz. Ben aslında senin bu hadislerin muktezasıyla amel ettiğini sanmıyordum. Ben bilirim ki büyük fakihler mütehassıs doktorlara benzerler. Biz muhaddisler ise ilaç malzemesi satan eczacılara benzeriz.”. Bakın, nasıl itiraf ediyor hadis âlimi o A’meş Hazretleri. “Ey, Ebû Hanîfe! Senin ise bunların her ikisinde de üzerinde taşıdığını gördüm” demişti. Yani İmâm-ı Âzam doktorların bile ulaşamadığı mevkilere ulaşmış. Allah lütfeylemiş.
Evet, İmâm-ı Âzam’ın vefatı ve sebebi konusunda da size kısa, özlü bilgiler vermeye çalışacağız inşallah. Kıymetli izleyenler, İmam baş hâkimliği, baş kadılığı kabul etmedi diye ve diğer teklifleri de kabul etmedi diye, hazineleri de ona vermek istemişlerdi kabul etmedi diye zindana atıldı İmâm-ı Âzam ve kırbaçlandı, vuruldu, dövüldü. Efendim İmâm-ı Âzam’a içinde zehir dolu bir kadeh içmesi için de zorlandı. Bakın, İmamı çekemeyenler halifeye karşı bu duruma getirdiler olayı. Halife de oyuna geldi. “Ben onun içinde ne olduğunu bilmiyorum. Göz göre göre kendimi öldürmek istemem” demişti. Yani “Zehri iç” ona diyorlar. Hatta bu zorlama esnasında Halife de orada bulunuyordu, denilmektedir. Doğrusunu Yüce Allah kendi daha iyi bilir. İmama kadeh içinde bulunan zehir zorla ağzına dökülmek suretiyle içirildi. İmam vefat edeceğini hissetmişti, secdeye kapandı. Son nefesini alnı secdede iken verdi. Ebû Hanîfe’nin kadılık makamını kabul etmemesi aslında Halife tarafından katlini gerektirecek bir durum arz etmiyordu. Zira daha önce de aynı teklifleri yapmış, kabul etmediğini görmüştü. Halife hiç de cezalandırmamıştı. Yalnız Halifenin yanında bulunanlar Ebû Hanîfe’nin Abbasi saltanatını kabul etmediğini, Hz. Ali soyuna daha önce de yaptığı gibi yardımlarda bulunduğunu, onları desteklediği Halifeye durmadan gammazlıyorlardı. Bu sıralarda İbrahim bin Abdullah, bin Hasan, bin Hüseyin, bin Ali tarafından Basra’ya baskın yapılacağından korkuluyordu. Halife, Ebû Hanîfe’nin Hz. Ali (radiyallahu anh) torunlarından bu İbrahim’i desteklemesinden çekiniyordu. Çünkü Ebû Hanîfe ticaret erbabıydı, çok zengindi, dilindeki itibari ise zaten belliydi. İmamı Bağdat’a davet eden halife ilk önceleri onu öldürmeye cesaret edemedi. Onun kabul etmeyeceğini bile bile kadılık teklif etti. Böylece İmamın vefatında dış sebep kadılığı kabul etmemesi, iç, ana sebep ise siyaset oldu. İmâm-ı Âzam haklıdan, doğrudan yanaydı. Ömründe bu konuda kimseye taviz vermedi. Dünyadaki çekeceği cezaları ceza kabul etmedi. “Yeter ki Allah katında suçlu olmayayım. Rabbimim huzuruna suçlu gitmeyeyim” dedi ve dünyada şehitlik mertebesine de ulaşmış oldu. İmamın vefat tarihi, techiz ve tekfini. Ebû Hanîfe rivayetlerin ittifakıyla 70 yaşlarında, Hicretin 150, Miladi ise 767 yılında Hakkın rahmetine kavuştu. Hicretin 151. yılında vefat ettiği şeklinde olan rivayette zayıflık vardır. 150 yılında vefat ettiği güçlüdür ve Recep ayıdır. Şaban ayı ve Şevval ayının yarısıdır diyenler de olmuştu. Kıymetli efendiler, İmamı vefat ettiği hapishaneden dışarı çıkardılar. Vefatından sonra arkasında oğlu Hammad’dan başka kimseyi bırakmamıştır. Ebû Hanîfe’yi bu sırada Bağdat’taki kadı olan Hassan bin Umâre yıkadı. Suyu da Ebû Recâ, Abdullah bin Vâkip, El-Herevî suyunu koymuştu. Bunlar İmâm-ı Âzam’ı gaslettikten sonra yani yıkadıktan sonra şöyle demişti: “30 sene iftar etmediğini, oruçsuz geçirmediğini, 40 senedir istirahat için gece sırtını yere dayamadığını biliyorduk” dedi. Bunu yıkayanlar söylüyor. Hem büyük baş kadı, baş hâkim diyor bunu hem yanındakiler. “Bizim en fakih, en abid ve zahidimiz olduğun gibi birçok hayırlı meziyetleri bir arada toplamıştın”.1:34:15 1.10 Ölüsüne sesleniyorlar. “Kabrin hayır ve bereket ile dolsun. Senden sonra biz zor durumda kalacağız” diyorlardı. Kadı Hassan bin Umâre gaslı henüz bitirmişti ki Bağdat halkı olduğu gibi oraya toplanmıştı. Sayılarını Allah bilir. Sokaklarda delaller (ilan edici), münadiler (yüksek sesle haber duyuran) Ebû Hanîfe’nin vefatını halka durmadan bağırıyorlardı. Ebû Hanîfe’nin cenaze namazında rivayetlere göre 50000 kişi toplanmıştı o günkü dünyada (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn). Cenaze namazı tam 6 defa kılındı. O gün en son namazını da oğlu Hammad kıldırmıştı. Halkın izdihamından, cenaze namazının tekrar tekrar kılınmasından dolayı o gün ikindiden sonraya kadar defnedilememişti. Orada bulunanlar namazlarını bitirince ikindiden sonra defnedildi. Bundan sonra da çeşitli İslâm beldelerinden gelen halk İmamın kabri üzerinde tam 20 gün daha cenaze namazı kılmışlardı. Bunun 26 gün olduğu da yazmaktadır. Ebû Hanîfe, Bağdat’ın güneydoğu kısmında bulunan Hayzuran Mezarlığının gasp edilmemiş kısmına defnedilmesini vasiyet etmişti. Halife Mansur bu vasiyeti duyunca “Diriyken veya ölüyken Ebû Hanîfe hakkında beni kim mazur (özürlü) görebilir” demişti. Yani Halife, İmâm-ı Âzam’a yaptığı zulmün acısını duymaya başladı. Ebû Hanîfe’nin vefatını Mekke’nin şeyhi İbn-i Cüreyc duymuştu. Önce istirca (إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ) (Muhakkak ki Allah-u Teâlâ’nın kullarıyız. Vefat ettikten sonra diriltilme ve neşr ile yine O’na döneceğiz) etti, sonra da “İlim gitti” demişti. Yani “İlim gitti” diyor. Bakın dünya, Mekke’nin, Medine’nin büyükleri İmâm-ı Âzam’ın ölümüyle “İlim dünyadan gitti” diyorlar. Şûbe, İmamın vefatını duymuştu. Şöyle diyordu: ‘Kûfe’de ilim nuru söndü. Bundan sonra Kûfe şehri İmamın emsali bir âlim göremez” diyorlardı. İmâm-ı Âzam’ın kabri uzun zaman toprak olarak kaldı. Daha sonra Melik Ebû Saîd, El-Mustafa, El-Hârizmî tarafından kabri üzerine bir kubbe, etrafına da medreseler inşa ettirilmiştir. İmamın ölümünden sonra gaipten gelen sesler duyulmuştur. Bunları da inşallah sonraki derslerimizde zikretmeye çalışacağız.
1:38:40