2- Amelde Fıkhı Ekber Ders 2
AMELDE FIKH-I EKBER DERS 2
Euzübillahimineşşeytânîrracîm, Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdülillahi Rabb’il âlemin.
Vessâletü vessalâmû âlâ Rasulûna Muhammedin ve âlâ âlihi ve sahbihî ecmaîn.
Bismillahizîşân azimü’l sultan şedidü’l bûrhan gaviyyûl erkân mâşaallahükân eûzubillahi min külli şeytâni insin ve cân.
Bismillahirrahmanirrahim. ‘’Fezkurûnî ezkürküm veşkurû lî ve lâ tekfurûn’’. (Sadakallahülazîm)
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
(فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُواْ لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ ﴿١٥٢﴾)
Sübhânâllâhil azim ve bi hamdi. bi adedi halgih. Sübhane Rabbiyel âlâ bi adedi halgih ve mil’el-mîzân ve müntehe’l-ilm ve meblâr-rıdâ ve zinete’l-Arş. Sübhanallah ve bi hamdik sübhanallahi velhamdulillahi vela ilahe illalahu vallahu ekber vela havle vela kuvvete illabillahil aliyyül azim bi adedi halgıh ve mil’el-mîzân ve müntehe’l-ilm ve meblâr-rıdâ ve zinete’l-Arş. Estağfirullah bi adedi zünübina hatta tufer Allahu ekber hatta tufer.
Ey kıymetli ve muhterem efendiler! Fıkh-ı Ekber yani Amelde Fıkh-ı Ekber ile keşif notlarımız devam etmektedir. Tabii fıkıh âlimlerinin en başında gelenler Peygamberimiz ve ashaptan sonra Tâbiîn ve Tâbiîn’in içerisinde İmâm-ı Âzam, İmâm-ı Mâlik ve daha sonra İmâm-ı Şafii ve Hanbeli gibi fıkıh ekolünün en yüksek âlimlerinin, onların da dayandığı delillere de bakarak Amelde Fıkh-ı Ekber ve keşif notlarımız devam etmektedir. Şimdi fıkıh lügatte nedir? Bu fıkıh lügatte anlayış demektir. Yani bu konumuz yüce İslam ve onun ilimleri olduğuna göre yüce İslam’ı anlamaktır. Bunun ıstılahta şer’i ıstilahtaki mânâsına baktığımız zaman Ebû Hanife İmâm-ı Âzam (rahmetullahi aleyh ve aleyhim ecmain), fıkhı kısaca, özlüğü şöyle tarif etmiştir: Kişinin leh ve aleyhinde olanı bilmesidir diyor. Bu kıymetli kaynaklarda da yer almaktadır. Bu kaynaklardan biri de Mir’atül Usül’dür ve diğerleri bulunmaktadır. Şimdi demek ki şer’i ıstılahta İmâm-ı Âzam’ın tarif ettiği fıkıh, kişinin leh ve aleyhinde olanı bilmesidir. Şimdi leh nedir? Kârına olanı da, zararına olanı da; yani sana emredileni de yasaklananı da bilmek zorundasın. Şimdi emirleri bildiğin kadar yasakları da bilmen gerekiyor. Kısaca toplumun anlayacağı bir anlayışa bunu indirgediğimiz zaman İslam’da ne haramdır ne helâldir, ne sevaptır, ne günahtır.
5:07
İbadetler nasıl yapılır, ölçüleri nasıldır, bunların dayandığı deliller nedir? Bu itikatta, amelde, ahlâkta, hukukta; bunların delilleri ve ölçüleri şeriat ölçüsüdür. Allahu Teâlâ’nın emirleridir ve onların ölçülerini de Hazreti Muhammed ve onun ashabından Tâbiîn fıkıh âlimleri deliller ile ortaya fıkıh ilmini koymuşlar ve fıkıh ilmi tedvin edilmiştir. İslâmî ilimlerin tamamını içine alan ilim dalı fıkıh ilmidir. İmâm-ı Âzam onun için bu tarifin çok mükemmel -kendi çağında ilimler dallara ayrılmadan önce, ayrı ayrı ilimler tedvin edilmeden önce- bu tarifi yapmış, ne kadar mükemmel bir tarif yapmış (rahmetullahi aleyh), buradan şunu anlıyoruz ki İslâmî ilimleri İmâm-ı Âzam mükemmel kavramış. İşte kıymetliler, şimdi şöyle bir bakalım. İmânın gerekliliği, mesela itikadî hükümler. Bu da fıkıh ilminin en başta gelen bir ilim dalıdır. Şimdi buna vicdanî fıkıh veya ahlâk ve tasavvuf hükümleri namaz oruç ve alışveriş ve bunun gibi ameli hükümleri içine alır. Şimdi işte ameli hükümlerin, itikadî hükümlerin tamamını içine aldığı için buna Fıkh-ı Ekber denir. Fıkh-ı Ekber İslâmî ilimlerin lehte aleyhte her şeyi içine alan ilim dalıdır. Fıkıhın henüz tabii ki diğer ilim dallarından ayrılmadığı, bütün İslâmî ilimlerin ayrı ayrı dallara ayrılmadığı dönemler de bu tarifin yapılması çok mükemmeldir. Şimdi daha sonra biliyorsunuz ki ilimler, dallara ayrılmış. Mesela Tevhid ilmi yani bu kelâm ilmi -ki yani felsefe ile ehl-i bid’atın kelâm ilmi değil bu; bu İslam’da Kur’an-ı Kerim’e, sünnete gerçeğe dayalı bir tevhid ilm ki buna kelâm ilmi de denmiştir. Fakat ehl-i bid’atın ve felsefenin kelâm ilmini buraya karıştırmamak gerekmektedir.- Kelâm deyince bazıları ürküyor, yani hepsini yok saymaya kalkıyor ki buda onların zır cehâletlerinden kaynaklanıyor. Şimdi Tevhid ilmi yani kelâm ilmi itikadî meseleleri, ahlâk ilmi ve tasavvuf züht, sabır, rıza namazda kalp huzuru ve bunun gibi yüce Kur’an’ın, yüce sünnetin şumulünde kalan bütün ilimler mükemmel ilimlerdir. İşte marifeti (linnefsi vema aleyha minel ahkâmil ameliyyen marifetü linnefsi vema aleyha minel ahkâmil ameliyyen). İmâm-ı Şafii’nin de tarifine baktığımız zaman o da çok güzel tarif etmiştir.
10:02
O da diyor ki : ‘’Şer’i, amelî ahkâmın tafsili delillerinden elde edilerek bilinmesidir’’ diyor. (El ilmü bil ahkamışşeriyyeti elameliyyeti elmüktesebü min edilletiha el tafsiliyye ) İşte bu da İmâm-ı Şafii’nin mükemmel tariflerindendir. Ne diyor bu zât-ı muhterem (rahmetullahi aleyh ve aleyhim ecmain): Şer’i ameli ahkâmın tafsili delillerinden elde edilerek bilinmesidir. İşte fıkıh ilmi ki fakih, Amelde Fıkh-ı Ekber, İtikattaki Fıkh-ı Ekber’den bundan önceki derslerimizde size keşif notları verdik. Şimdi de Amelde Fıkh-ı Ekber’i onun keşif notlarından sizlere takdim etmeye yüce Allah’ın lütfu keremi, tevfik ve hidâyeti ile devam edeceğiz İnşâAllahu Teâlâ. Kıymetli efendiler, amelî hükümler kat’i ve yakinî bir delille sabit olabileceği gibi ekseriya olduğu gibi zannî bir delille de sabit olabilir. Çünkü delillerin derecesine göre hükümler ortaya konmuştur. Ahkâm hükmün çoğuludur; hüküm hâkim ve şariin talep ettiğidir. Buraya dikkat et! Ahkâm hükmün çoğuludur. Hüküm, hâkim ve şariin talep ettiğidir. Şimdi hâkim kim, şari kim, hükümleri ortaya koyan kim? Şeriatı ortaya koyan şari kim? İşte hâkim de burada şârii de Yüce Allahu Teâlâ’nın kendisidir. Hükümleri kullarına teklif etmektedir ve gereğini kulundan istemektedir. Yani diyor ki kuluna; ben sana şeriatı, onun hükümlerini sana teklif ediyorum ve senden bunu talep ediyorum diyor, gereğini yap diyor. Evet kıymetliler, olayı iyi anlamadıkça kişi okuduğundan gereği gibi faydalanamaz. Onun için şer’i olan hükümler tamamen Allah’ın teklif ettiği, talep ettiği hükümlerdir. Bunun için güneş parlaktır dendiği zaman şöyle bir bak; bir ikinin yarısıdır gibi denildiği zaman bunlar aklen gerçek olarak kavranır. Şeriatı ise delilleriyle, hükümlerle vahyi ilahi ve Peygamber’le ortaya Allah koyar. Yüce İslam’ın hükümleri ve şeriatı Allah tarafından ortaya konmuştur, bunun için dikkat etmemiz gerekiyor. Burada bunu elde etmek (elmüktesep ) ilmin sıfatıdır Elmüktesep; elde etmek, mânâsı tefekkür ve çctihadla çıkarılandır. Şimdi bir de ilmi, ilmin müctehidle ilgili bu tarafı vardır. Müctehid bütün gücünü kullanır içtihadda bulunur. İşte tefekkür ve içtihadla çıkarılan elde edilen hükümler vardır.
15 : 04
Bunlar da müçtehidin şanlı Kur’an’ı, yüce İslam’ın bütün ilimlerini iyi bildikten, ehliyet aldıktan sonra müctehidlerin böyle bir ehliyeti ve böyle kazanımları vardır. Tafsili delillerden murat Kur’an-ı Kerim, sünnet yani hadisi şerifler, icmâ ve kıyasla gelenlerdir. İçtihat imamlarını taklit eden mukallidin ilmi bununla tarif dışı kalmaktadır. Çünkü mukallit, uyguladığı her meselede tafsili delili kullanamaz çünkü bilmez. Bilene ihtiyacı vardır. İşte o bilen de bu müctehidlerdir. Mezhep onun için vardır ve şarttır. Çünkü bilmeyenin bilene ihtiyacı vardır. Bilakis onun bütün amellerini içine alan tek bir delili vardır. Ehl-i zikre; yani ilim ehline, âlime sorma lüzumu vardır. Demek ki yüce İslam’ı, tafsili delilleri ile bilemeyen mukallit -ki bu mukallit kimdir? Bileni, usul âliminin ilmini taklit edene mukallit denir. Yanlışı taklit edene mukallit falan denmez- gerçek İslam âlimlerinin işte Kur’an-ı Kerim’de, buna şanlı Kur’an zikir ehli diyor. Diyor ki bilmeyenlere o ilim ehline, ehl-i zikre, ehl-i ilme soracaksın ve sor diyor Cenab-ı Hakk; emir var burada. Burada bilmeyenin bilene tâbi olması, işte mezhep budur. İmâm-ı Âzam mesela İmâm-ı Mâlik ve onun diğerlerinin ekolleri gibi. Bu İslam’ı, tafsili delilleriyle bilen bu âlimlere, bilmeyenlerin intisap etmesi elbette ilahî emirle farzdır. Mezhep düşmanlığını yapmaya gerek yok. Mezhepten maksat müçtehidin ortaya koyduğu tafsili delillerle İslâmî ilimlerdir. Buna tabi olmayacak da bilmeyenler kime tâbi olacaklar? Mezhepsizlere mi tabi olacaklar? Müctehid olmayan cahillere mi tâbi olacaklar? Hayır! İslam’ı bilenlere hem de İslâmî deliller ki bunlar tafsili deliller; bunlar Kur’an-ı Kerim, sünnet, icmâ ve kıyasla ortaya konan delillere tafsili deliller deniyor. Bizim işte mezhebimiz, mezheplerin başında bulunan müctehidler ve mezhebin içinde bu ekolde yetişmiş müctehidler, dinde müctehid, mezhepte müctehid olan bu yüksek âlimlerin ilmine, ilmi olmayanların tabi olması bir defa aslî görevdir. Allah’ın emridir. Çünkü ne diyor Cenab-ı Hakk: Bilmeyenler bilenlere soracak. Şimdi burada işte mezhepler, mezhep âlimleri İslam’ın tafsili delillerini, delillerle İslam’ın ilimlerini ortaya koymuşlardır. Buna tâbi olmasın da kime tabi olacak? İslam da mezhep, İslam’ı bilenlerin ekolü ve onların ortaya koyduğu tafsili deliler -ki Kur’an-ı Kerim, sünneti şerif, icmâ ve kıyas-. Bunun için kıymetliler, mezhepsizlere dikkat edin, mezhepsizler ne konuştuğunu bilmiyorlar; ne dediklerini de bilmiyorlar.
20.08
Ve parçalanmış İslam âlemini daha çok parçalamaya çalışıyorlar. Şimdi İslam dini 14 asırdır dört mezhebin ortaya koyduğu İslam anlayışıyla 14 asır birliği korumuştur. Hiçbir mezhep çatışması da hak mezhepler arasında olmamıştır. Ehl-i bid’at ve Ehl-i Sünnet’in dışındaki siyasiler dini siyasete alet edenler ve Emevilik ve Alevilik gibi neticede siyasi hareketleri, Yezid’in yaptıklarını, Emevi’nin içinde bazılarının yaptıklarını ve ortaya ehl-i bid’atın bunların karşısında ehl-i bid’atın, haricinin, haricilerin yaptıklarını Ehl-i Sünnet’e mal edemezsiniz. Bunların İslam’la, Ehl-i Sünnet mezhepleri ile hiç alakası yok. Bunlar kendi tahtlarını, mevki makamlarını korumak için siyasî hareketlerdir ve dini de kullanmışlardır, kendi çıkarlarına. Burada suçlu olan suçu işleyendir. Dört mezhebin içinde böyle bir durum, mezhep çatışması asla olmamıştır; ebedî olmayacaktır. Allah’ın lütf-u keremi, hidâyeti ile. Onun için şöyle bir bakalım mezheplerden birine göre hadislerin hükümlerini nas ve istimbat olarak bilmekt bakın, şimdi başka bir kıymetli âlimimiz de ne diyor; fıkıh mezheplerden birine göre hadislerin, hadisi şeriflerin hükümlerini nas ve istimbat olarak bilmektir. Şimdi bu da bir tariftir. Fakat tabii tafsili delillerin hadisi şerifler sadece birisidir, diğer deliller de ortada olmalıdır. Fıkıhın konusu ya namaz gibi yapılması veyahut da gasp gibi terk edilmesi istenen ya da yemek gibi muhayyer bırakılan mükelleflerin fiilleridir. Yani fıkıhın konusu nedir dediğin zaman mükelleflerin fiilleridir. Mükellef kimdir? Kadın erkek Müslümanların, insanoğlunun tamamıdır. Akıl baliğ olmuşsa kadın erkek onlar mükelleftir. Artık,o mükellef olan, kadın-erkek kız-oğlan akıl bağli olmuşsa ne yapacaktır? Fiillerini, sözlerini, işlerini, kavillerinine fiillerini bütün amellerini fıkıhın ölçüsüne göre yüce İslam’ı delilleriyle bilecek veyahut da bilenle hareket edip o ölçülere uyacaktır. Şeriat ölçülerine şârii olan Allah’ın şeriat ölçülerine uyacaktır. Onun sözleri, işleri, fiilleri artık ilahî hükümlere uygun olacaktı. Mükellefler buluğa ermiş ve akıl sahibi kişilerdir. Kadın-erkek, kız-oğlan eğer kişi buluğa ermişse akıl sahibi ise bu mükelleftir. Mükellef Allah’ın emirlerinin tümü kendine teklif olunandır. Bu tabii herkesin gücünün yettiği ve yeteceği şeyler teklif olmuştur. Yüce İslam hayatı kolaylaştırır. Hiç kimseye gücünün yetmediği bir hükmü getirmemiştir, teklif etmez. Şanlı Kur’an bunu açıkça bildirmektedir. Şimdi fıkıh, buradaki amelî fıkıh, şeriatın amelî yönüdür.
25:05
Fıkıhın özelliklerine baktığımız zaman şeriat Allah Teâlâ’nın kulları için koyduğu bütün hükümlerdir. Şimdi bu tarife bakın fıkıh ilminin içinde şeriat nedir? Ey kardeşim! Şeriatı ey Müslüman, mükellef Müslüman, kadın-erkek iyi tanı. Şeriat nedir? Şeriat; Allah Teâlâ’nın kulları için koyduğu bütün hükümlerdir. Dünyanın bütün âlimlerine sorun; bu budur. Tekrar ediyorum: Şeriat, Allah Teâlâ’nın kulları için koyduğu bütün hükümlerdir. Şimdi şeriat kahrolsun diyenler bu milletin dinine, imânına, mukaddesatına hakaret ediyorlar ve kendileri kahrolmuş alçaklardırlar. Çünkü İslam’ın her emri Allah’ın emridir ve yücedir. Şeriat Allah’ın kullarına teklif ettiği bütün hükümlerin adıdır. Tekrar ediyorum: Şeriat, Allah Teâlâ’nın kulları için koyduğu bütün hükümlerdir. İslam’ı kimse ortaya koymamış, koyamaz. İslam’ın içindeki içeriği bu hükümler şeriatın kendisidir. Şimdi bugün %99’u Müslüman olan bir memlekette sen şeriatçı olmayabilirsin. Kitapsız, imânsız, alçak da olabilirsin. O Müslümanlar için senin bu kitapsız imânsız olman, Müslüman için senin durumunu ilgilendirmez. Müslüman sadece sorarsan öğrenmek istersin; öğretir ve tebliğ eder. Ama bu yüce değerlere hakaret etme salâhiyet ve yetkisini nereden aldın bunu söyle. Şeriatçı olmayabilirsin, şeriatçı olma eğer öyle istiyorsan kesin. Şeriat seni zorlamaz, illa Müslüman ol demez şeriat, İslam dini sana. Şeriat, Allah’ın hüküm ve kanunlarıdır ve kullarına teklif etti hükümlerdir, hem de bütün hükümlerdir. İslam’da ne varsa; namaz, abdest, oruç, hac, zekât, ilim irfan. Bunların hepsi şeriatın kapsamı içerisinde. İslam ne diyorsa şeriat odur. Sen şimdi bu milletin dinine, imânına hakaret etme, şeriat kahrolsun deme salâhiyetini nereden aldın? Ey yetkililer! Ben kendi milletimin içinde, kendi vatanımda imânsızlara kendi dinime hakaret ettiremem. Görevinizi yapınız, irticacı da sizsiniz, yobaz da sizsiniz. Çağ dışı da sizsiniz. Milletin mukaddesatına hakaret ettiremezsiniz. Kim bunu yapıyorsa çağ dışı da o dur, alçak da odur. Milletin mukaddesatına sen hakaret edemezsin. Şeriatçı ol veya olma, o senin bileceğin iş. Ama hakaret edemezsin benim mukaddesatıma. İşte şeriatı tarif ediyor bütün fakihler, âlimler. Ne diyorlar? Şeriat, Allah Teâlâ’nın kulları için koyduğu bütün hükümlerdir. İşte fıkıh, şeriatın amelî yönüdür. Bakın şeriatın amelî yönü var, bir de vicdanî, akait, tevhid yönü var, Onun için herkes ne yaptığını bilerek biraz şöyle düşünerek hareket etsin.
30.03
Şeriat, İslam’daki şeriat Allah’ın kanunlarıdır ve Allah’ın kulları için koyduğu bütün.hükümlerdir. Açın dünyanın muteber İmâm-ı Âzam’ın eserlerini açın, Şafii’nin, Mâliki’nin, Hanbeli’nin ve diğer bütün hukukçuların açın Kur’an-ı Kerim’i açın, sünneti açın bakın. Biz Kur’an’ı Kerim’in tamamını keşif notları olarak verdik bundan önce. O derslerimize de bakın, Kur’an-ı Kerim’in kendisini iyi anlayın. Onun için kıymetliler kimse kimsenin özgürlük sahasına girmesin, mukaddesatına hakaret etmesin. Buna müsaade edilemez. İşte iltica da buradan doğar, tefrikalar buradan doğar, savaşlar buradan çıkar. İslam şeriatı a’dan z’ye barış ve adalettir. İslam’a hakaret eden, şeriata hakaret edenlerin beyni bunların, dünyanın en despot zalim ve alçaklardırlar. Çünkü yüce İslam hiç kimseye zorla Müslüman ol dememiştir, demez, asırlardır dememiştir. Güneş ben güneşim demeye gerek duymadan güneş parlıyor. İslam şeriatı ve İslam güneşin de üzerine daha çok doğan bir güneştir. Allah’ın ortaya koyduğu hakikattir. Bu birilerinin ortaya koyduğu beşerî olanlardan değil; ilahî bu, tamamen. Aklını başına al ey, kitapsız ey imânsız İslam’a saldıran herif. Aklın varsa imân et, Müslüman ol. Düşün, zorlama yok. İradenle düşün. İslam’ı, şeriatı incele. Birilerine bakıp da şeriattan bahsetme. Şeriatın ilimlerin de fıkıh ilmini oku. Fıkıh ilminin kaynağında Kur’an-ı Kerim’in tamamı var, sünnetin tamamı var, Hadis-i Şerifler var, icmâ, kıyas var. Bütün İslâmî ilimleri oku. İslam’ı kendi kaynağından tanı ve İslam’a bilmeden saldıranlardan, kuduz köpeklerden olma. İslam’a saldırmak kuduz köpekten daha kudurgan demektir. Aklını başına al! Ben mukaddesatıma dil uzattırmam. 1000 kere ölürüm. Ölüm mukadder ama imânsız yaşamam bir an bile ve imânsızlığa tahammül etmem. Bir an bile dinime, mukaddesatıma hakaret ettirmem, bir an bile! Aklını başına al! Sen kimsin, hangi küfrün köpeğisin? Sen de şeriata dil uzatıyorsun. İslam’a dil uzatıyorsun. Şeriatçı ol olma o senin bileceğin iş ama hakaret edemezsin; bu özgürlüğü bu hürriyeti sana kimse veremez. Çünkü tüm özgürlüklerin aslı esası İslam’ın kendisi İslam şeriatının kendisidir. Bunun kefili de Allah’ın kendisidir. Sana itler köpekler mi özgürlük hakkını verdi? Özgürlük hakkını veren insanların tümüne saygı duyandır. İnsanlığın tümünün inancına karışamazsın. İslam dini bütün milletlere özgürlük hakkını 14 asır vermiştir ve himayesine almış, zimmetinde koruyarak gelmiştir. İslam’ı bilmiyorsan öğren biliyorsan o zaman bu hainliği yapma. O zaman sen bir mürtedsin. Evet, kıymetliler mukaddesata dokununca insanın bütün vücudundaki şecaat damarları kabarır. Çünkü ben yüce değerlerime dil uzattırmam, kimsenin de ben inancına karışmam ama Allah ne diyorsa onu derim. Kur’an-ı Kerim ne söylüyorsa onu söylerim, sünnet ne diyorsa onu söylerim. Karşımda insanlar onların faydasıdır. Tüm insanlığın faydasına çalışmak, yanlışı ortadan kaldırmak hedefimiz bu. Yoksa bizim hedefimizde falan filan diye biri yok; bizim hedefimizde yanlışlar var, yanlışın yerine doğruyu koymak var. Bu da yüce Allah’ın doğru dedikleridir ve Allah’ın doğru dediği doğrudur, yanlış dediği yanlıştır. Kur’an-ı Kerim ve İslam asla yanlışı savunmaz, yanlışı da barındırmaz. Yüce İslam tamamen doğruların ta kendisidir; eksiği kusuru da olmaz. Yüce İslam’ın ve İslam şeriatının birileri şeriatı sadece götürüyor müctehidlerin birkaç tane içtihatlarının farkına dayandırıyor. Hangi şeriat diyor bakın Allah’ın bütün emirlerini görmemezlikten geliyor? Oradaki içtihadî ihtilafları şeriat olarak gösteriyor? İslam’ın aslından, esasından bir kelime bahsetmeden bunları da kendileri çıkıp piyasaya ilahiyatçı görünenler. Bunlara da dikkat edin. Müctehidler in ihtilâfı rahmettir; onlar ilmî içtihadlardır. Caddenin genişliğidir. Şartların değişmesi ile asıldan fer’e terakki edilir. Bu müctehidlerin, bunların ehliyeti vardır, salâhiyetleri vardır. Onlar istimbat âlimleridirler.
37:12
Kıymetliler, kusura bakmayın şecaat damarlarımız kabarmıştır. Kabarır çünkü ben ve siz; bütün Müslümanlar kendi mukaddesatına dil uzattırmaz, hakaret ettirmez. Adam putuna dokundurtturmuyor putuna. Bütün tağutlara bakın, adamlar putlarına toz kondurmuyor. Onlar putlarına toz kondurmayacak; tağutlarına, şirklerine, küfürlerine biz ise İslam’ı müdafaa etmeyeceğiz öyle mi! Bin kere ölmeye razıyız dinimize hakaret ettirmeyiz. Hakaret edenler bunun dünyada, mezarda ve mahşerde hesabını vereceklerdir. Eğer Müslümanlar bu görevini yapmazlarsa Allah görevini her zaman en iyi yapandır. Allah (عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ)‘dır. İntikamını almıştır ve alacaktır. Allah’ın azâmet ve kudretinden kurtuluş yoktur, bunun adaletine teslim olmayan da yoktur, Allah’ın mülkünden kaçış da yoktur. Allah’ın orduları her tarafı kuşatmıştır. Senin gördüklerin var, göremediklerin var. Kıymetli efendiler, bu hükümler ya itikat ile ilgilidir -ki işte kelâm ilmi ise tevhid ilmi, kelâm veya ilmi tevhid sahasına girerler-veya amelî şekil ile alâkalıdır. İşte bununla da fıkıh ilmi, amelde fıkıh ilgilenir. Şöyle buraları iyi anlayalım. Şimdi şeriatın tarifini duyduk. Neydi şeriat? Şeriat, Allah Teâlâ’nın (C.C.) kulları için koyduğu bütün hükümlerdir. İşte bu Kur’an-ı Kerim ve sünnetle olabilir. Kur’an ’sız, sünnetsiz şeriat olmaz. Kur’an-ı Kerim ve sünneti şerif, icmâ ve kıyas ortaya ne yapmıştır? Aslî delillerle hükümler ortaya koymuştur. Onun için bu hükümler ya itikadî ya amelîdir Fıkhın gelişmesi, Sevgili Peygamberimiz ’in hayatın da ve sahabe arasında tedricen başladı. Yani fıkıh Peygamberimiz ‘in zamanında gelişmeye başladı. Çünkü aslı kondu ortaya, esası kondu, uygulandı ve yerleşti. Artık gelişme devrine doğru ilerlemeye başladı.
40:47
Ashab-ı Gûzin arasında (Radıyallahu anhüm ve erdahüm ecmain) erken çıkıp gelişmesinin nedeni, insanların yeni olayların hükümlerini bilmeye yani bunların hükümlerini bilmeye olan şiddetle ihtiyaçlarıydı. Sosyal ilişkilerini tanzim her insanın hak ve görevlerinin bilinmesi yani yeni çıkan maslahatların yerine getirilmesi aynı zamanda zarar ve musibetlerin de giderilmesi fıkha, fıkıh ilmine olan ihtiyaç her zaman var olarak gelmiştir. Onun için İslam fıkhının çeşitli özellikleri, kıymetli özellikleri vardır. Bunlardan size keşif notları olarak bazılarını verebiliriz. Mesela İslam’ın kendisi vahiy dinidir. İslam fıkhı da tamamen vahye dayanmış olmasıdır, yani Kur’an-ı Kerim’e dayalıdır. İslam fıkhı, İslam şeriatı, beşerî kanunlardan ayrıca bir özelliktir yani ilahi ve vahye de dayalı olmasıdır.
Her müctehid şer’i hükümlerin, istimbatın da bu iki kaynağın yani Kur’an ve sünnet ’in bir defa naslarına dayanarak ne yapar? Hükümler çıkarırlar, kıyas yaparlar, içtihad yaparlar. Şeriatın ruh ve genel maksadı külli kaide ve usulleri ile mukayyettir, buna dikkat et! Şeriatın ruh ve genel maksadı külli kaide ve usulleri ile mukayyettir, düzgün bir yapı ve sağlam bir temele sahip kılınmıştır. Dikkat et buraya! Şeriatın ruh ve genel maksadı külli kaide ve usulleriyle mukayyettir, düzgün bir yapı ve sağlam bir temele sahip kılınmıştır. Çünkü yüce İslam’da eksik kusur yoktur. Yüce Allah şanlı Kur’an’da (لْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُم) buyurmuştur: Bugün size dininizi tamamladım diyor Allahu Teâlâ, Mâide Suresi’ni aç bak başındaki ayetlere. Şimdi dinde eksiklik kusur olmayınca, şeriatta eksik kusur olmayınca kusur kimde? İnsanoğlunda. İnsanın bu kusurlarını gidermesi için öncelikle kusursuz olandan ders alması lazım. İslâmî ekol de işte bu fıkıh ekolünde. Bu ekolde, okulda iyi okumak lazım. Bizim de faydalı olmak için çırpıntımızın nedeni budur. Bu ekolde okuyalım, okutalım. Mezara kadar biz öğrenciyiz. Dünyaya bin kere geri gelsek biz yine bu ekolde öğrenciyiz, hizmetkârız, insanlığın faydasına olandan başka bir amacımız olmamış. Çünkü İslam tüm insanlığı kucaklayan Allah’ın merhameti, rahmeti, adaleti, evrensel barış ve sevgisidir.
45:23
İlahî sevginin tecellisidir. Fıkıh ilmini lehte aleyhte ne varsa Müslümanların bilmesi gerekir. Ya bileceksin ya bilenle hareket edeceksin. Bunun için şeriatın maksadına uyum sağlayan beşerî maslahatlara şöyle bir dikkat etmemiz gerekiyor. Bu beşerî maslahatlara münasip bir şekilde fıkhın uygulanmasından başka bir şey kalmamıştır. Çünkü insanlığın hayır ve menfaati Allah’ın adaletindedir. İslam, fıkıh ise işte vahye dayanan bir ilahî adalet nizamıdır ve onun hem ekolü hem okulu ilim irfanı hem de hayat yaşam tarzıdır. Hayatın bütün gereklerine şamildir. İslam’daki emirler İslam’ın fıkıh ilmi Kur’an-ı Kerim’e dayalı, sünnete dayalı olan bu fıkıh ilmi hayatın bütün gereklerine şamildir. İslam şeriatı beşerî kanunlardan tamamen burada da ayrılmaktadır, aynı zamanda İslam fıkhı Rabb’i ile kişinin ilişkisi, kulun Allah’a olan görevlerini, nefsi ile ilişkisi ve toplum ile yani topluma olan görevlerini fıkıh dünyada ve ahiret için ne varsa içine alır ve mükellefin görevlerini ona teklif eder ve öğretir ve uygular. Fıkıh dünya ve âhiret içindir, bunu bil. İnsanlık için umumîdir ve bâkidir. Yani İslam’ın kanunları, şeraiti geçici değildir. Onun için bâkidir ve umumîdir. Dünyada bütün hakları içine almış her hak sahibine hakkını vermek, adaleti uygulamak İslam fıkhının içeriğidir ve amir hükmüdür. Vicdan uyanıklığı görev şuuru ve gizlide açıkta Allah’ın kontrolünü hissetme, -bakın İslam’da Allah’ın kontrolü en başta gelir- bütün haklara saygı. Şimdi bir polisin olmadığı yerde polis nedir? Hâkimin, savcının, jandarmanın, askerin olmadığı yerde kişiyi kontrol eden nedir? Allah’ın kontrol etmesidir. Bu da imânlı, vicdanlı, izanlı insanlar içindi. Çünkü kişide imân ve vicdan olduğu zaman Allah’ın kontrolünü kendi ruhunda hisseder, kimse yok ama burada Allah beni görüyor ve biliyor der. Ölümü, hayatı yaratan Allah tamamen imtihan için yarattığını, insanoğlunun imtihan meydana koyduğunu -insanoğlu bunu bilir-. İnsan bilmek zorundadır. Onun için haklara saygı göstermek suretiyle bütün haklar insan hakları başta olmak üzere bütün haklara saygı göstermek üzere rızâ ve imtihanı ile imân saadet ve istikrarı temin ve hayatın bütün boyutlarını tanzim dünyanın mutluluğunu işte ortaya koyan ve insanlığı böyle bir mutlu bir hayat tarzına çağıran ve bu mutlu hayat tarzını da insanoğluna uygulayan nizamın adıdır İslam hukuku, fıkıh ilmi ve İslam’ın şeriatı.
50:30
Mükelleften çıkan söz, fiil, akait ve tasarruflarla ilgili olan fıkıh yani İslam’da yüce Allah kullarının bütün sözlerini, işlerini, fiillerini, akitlerini tasarruflarla ilgili olan ne varsa Cenab-ı Hakk bunlar için fıkıh ilmi ile, İslam şeriatı ile ölçüyü ortaya koymuştur. Nasıl ibadet edeceğim meşru söz söyleyeceğim, meşru iş yapacağım; bu konuda amir hükümler ve ölçüler ortaya konmuştur. Rabb’i ile alakasının tanzimini amaçlayan hükümler bunlar bu ibadet çeşitleridir, ibadetler de ve bunların çeşitleridir. Mesela Kur’an-ı Keri’ de pek çok ayetlerle ortaya bu hükümler konmuştur. İbadetler mesela: Bazı kıymetli âlimlerimiz 140’tan fazla ayetin olduğu söylenmektedir. Şimdi muamelat hükümleri, akaitler, tasarruflar ukûbet, cezalar ve cinayetler, tazminatlar ve diğer fert veya cemaat olarak insanların birbirleriyle mesela ilişkilerinin tanzimi amaçlanan hususlardır. Yüce İslam öyle bir güzel hayat tarzı ortaya koymuş ki hayatı her içeriği ile, içi dışı ile tanzim etmiştir. Ahvali şahsiyet. Şimdi şöyle bir bakalım bireyi İslam ele almış, bireye çok değer vermiştir. Bu ahvali şahsiyet evlilik, boşanma, tâlâk, nesep, nafaka ve mirasa ait ailevî hükümler, bununla eşlerin ve akrabaların aralarındaki münasebetler bakın bunlar da ne yapılmış? Tamamen tanzim edilmiş bu konularda da mükemmel ölçüler ortaya konmuştur. Mutlu aile, mutlu fert ve cemiyet, mutlu millet ve mutlu devlet ve ruhta, kalpte barış cihanda barış önce ferdin iç dünyasında Allahu Teâlâ ile O’nun emirleri ile uyum içinde barışa göre yetiştireceksin. Kişinin iç dünyası barışla yetişecek. İmânın olduğu ortam güven ortamıdır. İmân Allah’a güvenmek ve O’nun himayesinde tam güven ortamında bulunmanın adıdır; tasdik ve ikrârla başlar. Şimdi medeni ahkâma şöyle bir bak: Satış, icra, rehin, kefaret şirketler gibi bu konuda da bakın 60’tan 70’ten fazla ayetlerin sayılarına dikkat çekenlerimiz olmuştur. Yani bunlar hep Kur’an-ı Kerim’e, sünnete dayalı emirler. Yani sen şeriat dediğin zaman Kur’an-ı Kerim’in, sünnetin, Allah ve Peygamber’in ortaya koyduğu ilahî emirlerdir. Şeriatı Şari olan Allah ortaya koyar, peygamber uygular ve peygamber görevini bitirir. İnsanlık o görevi kıyamete kadar uygular.
55:18
Ta ölünceye kadar; her insanın şahsî görevi ölünceye kadardır. Ölüm haktır; yaşamak, yaratılmak nasıl haksa ölüm de haktır dirilmek de haktır. Mahşere gelip Allah’a hesap vermek haktır, bunların hangisini inkâr edersen başın beladadır ebedî. Kıymetli efendiler cinayet ve ahkâm konuları mesela hayat ve mallarının izlerinin namuslarının haklarının korunması katilin maktul ile ve ümmet ile ilişkisinin belirlenmesi ve emniyetin sağlanması amaçlanmıştır. Burada da cinayetlerle ilgili hükümler bulunmaktadır. Şanlı Kur’an’da nurlu sünnette şimdi davalar veya medeni ve cinai hükümlerin icrasıyla ilgili ahkâm bunlar da İslam’da tanzim edilmiş. Mesela mahkeme dava, şehadet, yemin ve karineler adaletin gerçekleştirilmesi; burada da bu hükümler ortaya konmuştur. Yaklaşık bunların da 20 ayetten fazla olduğunu görmekteyiz. Çünkü burada 20 ile sınırlanması, çünkü birçok ayetler doğrudan ilgilidir. Bunlarla diğer ayetler dolaylı işe yarıyor olarak ilgili pek çok ayet ve Hadis-i Şerifler bulunmaktadır. Bunlar 20 ile, 140 ile sınırlı değildir sadece doğrudan ilgili ayetlerden bahsedilmektedir. Mesela şanlı Kur’an’da anayasa ahkâmı, idare tarzı ve usulü ile ilgili hükümler vardır. Kur’an-ı Kerim’de bu, burada yöneten ve yönetilen ilişkisinin tahdidi fertler ve cemaatler hakları ve görevlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yüce İslam’ı dünya Müslümanları öncelikle bilecek, bilmeyenden öğrenecek. Mesela devletler hukuku ahkâmı var şanlı Kur’an’da, nurlu İslam’da. İslam şeriatı da bizim dünyanın en büyük hukukçuları bizim hukukçularımızdır. Peygamberimiz ve sahabeden sonra Tâbiîn, İmâm-ı Âzam ve diğer ekoller devletler hukuku ahkâmı barışta ve savaşta gayrimüslim vatandaşların devlet ile alâkasını tanzimle ilgili hükümlerdir. Cihat ve anlaşılmaları ihtivâ eder. Devletler arasında karşılıklı ilişkiler yardımlaşma ve ihtiram çeşitlerinin burada hudutları ortaya konmuştur. İktisadî ve malî ahkâm: Yüce İslam’da iktisadî ve malî ahkâmla ilgili hükümler bulunmaktadır. Malî hakları sorumlulukları devletin malî hak ve görevleri hazine ve bunların tanzimi ile ilgilidir. Zenginler ve fakirler arasındaki devlet ve fertler arasındaki malî ilişkilerin tanzimi ortaya konmuş, bunlar kast edilmiştir
1:00:04
Devletin genel ve özel mallarına; bunlara mesela enfal, öşür, gümrükler, haraç, toprak vergisi, yeraltı zenginlikleri, tabiattan elde edilen gelirler, toplum mallarına; yani zekâtlar, sadakalar adaklar, borçlar, aile mallarına; nafakaları, miraslar, vasiyetler fertlerin mallarına; ticaret, kira şirket kazançları ve bütün meşru gelir kaynaklarına üretim, kefaretler, diyetler ve fidye gibi malî cezalar bu şumulde bulunmaktadır. Bunların tamamına şamildir. Ahlâk ve adap, edep, terbiye, üstün ahlâk İslam’dadır. İslam şeriatındadır. İyilik ve kötülükler ile ilgili hükümler; bunlar ahlâkî, edebî, adabî hükümlerdir. İnsanın nefsine uymasını engelleyen hasletlerin fazilet, yardımlaşma, merhametin insanlar arasında yayılması burada amaçlanmıştır. Yüce İslam, onun şeriatı, itikadı ve amelî fıkhı yüksek bir ahlâkı içine almaktadır. En yüce ahlâk üzere gönderilen Hazreti Muhammed’i yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de (وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ ﴿٤﴾) “Ey Muhammed, şanlı peygamber, âlemlerin peygamberi, âlemlere rahmet peygamberi! Sen en üstün, en büyük, en yüce ahlâk üzeresin” diyor yüce Allah. Kime? Hazreti Muhammed’e (A.S.V.). Allah Teâlâ’nın ortaya koyduğu ahlâkî prensipleri var, ahlâk tanımı var. İlahî ahlâk bu İslam ahlâkıdır. Bir de beşerin kendine göre ahlâk yorumları vardır, beşerinki beşere göredir. Allah’ınki Allah’a göredir. İslam vahyi ilahîye, ilahî ahlâk, ilahî adalet, ilahî kanun. İslam’ı iyi tanı, İslam şeriatını iyi tanı. İslam beşerî değil; İslam ilahî. Evet kıymetliler şimdi bakıyoruz fıkhın genişleme sebebi pek çok Hadis-i Şeriflerin bulunmasıdır. Pek çok Hadis-i Şerifler vardır. Bunlar; sahih Hadisler, sahih olmayanlardan ayıklanmış ve tapu ve senet ile korunarak gelmiştir. İslam’da sünnet korunarak gelmiş, Hadis-i Şerifler incelenmiştir. Muhaddislerimiz çok büyük fedakârlıklarla bu görevi tarih boyunca üstlenmişler, bu görevi mükemmel yaparak gelmişlerdir. Mezhepler de kendi ekollerinde bu sahih hadisleri ne yapmışlar? Kendi amelî, vicdanî, itikadî fıkhın içine delil olarak koymuşlardır. Tapu ve senetleriyle beraber yüce İslam’ın bozulma şansı yoktur; bozulan insanoğlunun kendisidir. Helâl ve haram yönünden dinî bir vasıf alması. Çünkü İslam’da haramlık-helâllik beşerî değil, Allah’ın haram dedikleri haramdır, yoksa kulun bir şeye haram demesiyle bir şey haram olmaz. Fıkhı, beşerî kanunlardan ayıran en büyük özelliklerden biri de haram ve helâl mefhumunun bulunmasıdır.
1:05:05
Mesela zinâ İslam’da en büyük haram. Allahu Teâlâ zinâyı haram buyurmuş, faizi haram buyurmuş. Ama dünyada beşerî sistemlere bakın: Adamlar zinâyı suç olmaktan kaldırdılar ve faizle çalışan dünyayı kriz den kurtaramıyorlar. Dünyayı felç eden, krizden krize sürükleyen sebeplerden biri bu haramlardır. Bunlardan biri faiz, ekonomiyi mahveder, fakiri fakir eder, soyar, zengini zengin eder karnını şişirir patlatır. Ondan sonra birisi zengin hastalığına yakalanmış, öbürü gıdasızlıktan hastalanmıştır. İslam dini bu dengesizliği de ortadan kaldırmıştır. Çünkü İslam ilahî adalettir. Allah’ın adaletinde kusur olmaz. Allah’ın adaletinde kusur var diyenlerin kendi beyinleri özürlüdür. Ruhları özürlenmiştir. Bu da yaratılıştan değil; sonradan kendileri bozmuşlardır fıtratlarını. Allah’ın düzeninde kusur olmaz. Ey koca gâvur, İslam’a saldırmaktan vazgeç. İslam’da kusur yok. Allah’ta kusur olmaz. İslam’ı doğru anlamazsan, doğru bilmezsen kusuru orada doğru anla. İslam’ı doğru keşfet. İşte müctehidleri, İslam âlimlerini, bunun gerçek ekolünü de ilmini de ortadan kaldırıp dünya cahillerini ortaya müctehid diye sürerseniz o zaman dünyada İslam diye bir şey kalmaz. Buna çalışanlar var. Bunlar bunu bilerek yapıyorlarsa haindirler, bilmeyerek yapıyorlarsa cahildirler. İkisinden de vazgeçin. Evet kıymetliler şimdi demek ki İslam’da haram-helâl mefhumu ilahî olmasıdır; beşerî değildir. Çünkü İslam’da haram-helâl mefhumu vardır. Rastgele hiçbir şeye haram denmez. Hem haramların sayıları bellidir ve Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de sahih sünnette de bunları belirlemiştir. Müctehidlerimiz de bunların keşfini yapmışlar, ortaya koymuşlardır. Kimse kafasına göre haram üretmeye çalışmasın. Allah’ın haram dediğin den başkası haram değildir. Allah ve peygamber bunu ortaya koymuştur. Dünyevî hükümler, Yüce İslam, onun şeriatı, fıkıh ilmi, İslam’ın fıkhı dünyevî hükümleri de ortaya koymuştur. Yani Allah göklere karışsın yere karışmasın deme şansın yok. Yüce Allah diyor ki yerler de benim gökler de benim. Ben yerlerin de hükümdarıyım göklerin de diyor. Ben yere de karışırım göklere de kalbin merkezinde diyor. Senden sana daha yakın sana gerekeni yaparım. Dilersem kalbinden, beyninden patlatırım. Dilersem seni ebedî esirger, korurum diyor. Allah’a intihar etmeye yeltenme. Allah’ın azabından kurtulamazsın. Allah’ın adaletin den kurtulamazsın. Onun için Allah’a imân et, teslim ol Allahu Teâlâ’ya. Allah’ın kanunlarını yok sayarsan o Allah sana kendinin varlığını tanıtır ama bir mehil müddeti vermiştir acele etmez, tehir eder terk etmez. Aklını başına al! Dünyevî hükümler koymuştur yüce İslam. Dış görünümüne göre bunlar bina edilir. Bu da kazayı yargı ile ilgili hükümdür. Yüce İslam’da yargı adalet, esastır.
1:10:03
Çünkü bunun adı kadı yani İslam hâkimlerinin adına kadı denmektedir. Kadı, hükmün mümkün olanıyla hükmeder. Kadı mümkün olanla hükmeder; bâtılı hak hakkı bâtıl yapmaz. Çünkü İslam hâkiminin, kadısının elinde ilahî kanunlar, ilahî adalet vardır. Mümkün olanla hükmeder. Çünkü ilahî hükümler gerçekte bâtılı hak, hakkı bâtıl yapmaz. Hak haktır İslam’da bâtıl bâtıldır. Haramı helâl yapmaz helâli de haram yapamaz. Hâkim istediği gibi, İslam’daki kadılar istediği gibi değil Allah’ın istediği gibi, Allah’ın gösterdiği gibi hükmetmek zorundadırlar. Yani İslam kadısının hükmü fetvanın tersine izan, kadının hükmü fetvanın tersine izan edicidir, bağlayıcıdır. Yani fetva bağlayıcı değil ama hâkimin hükmü bağlayıcıdır diyor. Aklını başına al çünkü fetva vicdana hükmeder ama kadı ne yapar? Orada bağlayıcı hükmünü ortaya koyar. Şöyle bir bakın dünyadaki işleyen çarkın işleyişine bakın. Eğer hangi devlet olursa olsun kendi kurallarını zorla sana uyguluyor, beşer zorla uyguluyor. Bu dayatma olmuyor ama Allah’ınkine dayatma diyor adam. Bu da nedir? Şeriat düşmanlığı, İslam düşmanlığının, cehaletin neticesinde ortaya çıkan iddialardır. Dünyevî hükümler koyduğu gibi iyice İslam onun fıkhî, amelî hükümler bir de uhrevî hükümler ortaya koymuştur. İslam fıkhı uhrevî hükümler, fikir ve tasarrufun hakikatı ve gerçeği üzerine bina edilir bu. Yani din ve takva ile alâkalı hükümdür. Fetvanın dayandığı da budur. Fetva bağlayıcılığı olmadan şer’i hükmü bildirmesidir. Şer’i hüküm fetva ile bildirilir, ondan sonra bu tebliğ edilir insanlara. Başarılı olanlar dünyada da mezarda da mahşerde de rahat ederler. Çünkü Allah’ın emirlerini seve seve yerine getirenler; bunlar için hâkime mahkemeye gerek yoktur. Çünkü bunlar bizi Allah görüyor derler. Allah’a derin saygı içindedirler. Kimsenin hakkını yemezler, Allah Teâlâ’ya da saygısızlık etmezler, isyan etmezler. Tam itaat içinde yüksek ahlâk ve fazilet yarışındadırlar. Kütüb-i Sitte sahiplerinin rivayet ettiği bir Hadis-i Şerifte Sevgili Peygamberimiz bakın ne diyor: Ben ancak beşerim siz bana dava getiriyorsunuz, bazınız diğerlerinden delilini sunmakta daha becerikli olabilir ben de dinlediğim şekliyle onun lehine hükmederim. Bu şekilde kime bir Müslümanın hakkını verirsem o ancak ateşten bir parçadır yani hâkimi yanıltma imkânı da olabilir.
1:15:15
Hâkim görünüşe göre hareket eder ama kişinin vicdanı kendini haksız veya haklı olduğunu daha iyi bilmektedir.” Peygamberimiz buraları işaret ediyor, ne diyor? Müslümanın hakkını verirsem diyor o ancak ateşten bir parçadır ben hâkimi kandırdım diye birinin hakkını aldı, yanlış beyanda bulundu. Hâkim de onu doğru zannetti hüküm verdi, kandırdığını da biliyorsun. O bir ateştir diyor Peygamberimiz. Kurtulamazsın Allah’ın adaletinden, hâkimi kandırdın Allah’ı nasıl kandıracaksın? Allahu Teâlâ’yı kandırma şansın var mı? Yok. Bakın ancak ateşten bir parçadır onu alsın veya bıraksın. İşte bu iki vasfın bulunuş sebebi şudur. Şeriat Allah’ın vahyidir; dikkat et buraya: Şeriat Allah’ın vahyidir sevabı ve uhrevî cezası vardır. Bunun hem sevabı vardır, hem uhrevî cezası vardır. Dünyada paçanı kurtarsan mezarda, mahşerde kurtaramazsın. Aklını başına al. Yani gerçek mahkeme Allah’ın mahkemesidir. Dünyada Allah Teâlâ’nın kanunlarını beşer uygular. Beşer uygularken beşerde yanılma payı vardır. Hata edebilir; acziyeti, cehliyeti, gafleti olabilir. Bir de bunun yanında ihanet olursa daha da kötü olur ama şeriat Allah’ın vahyidir. Sevabı ve uhrevî cezası vardır. Katiyen Allah’ın mahkemesinin adaletinden kimse kaçamaz. Zerre haksızlık da olmaz. Onun için burada imânlar, vicdanlar kişinin Allah’ın kontrolünde olduğunu bilir. Büyük mahkemeye hazırlanır. Dünyevî mahkemelerde diyelim ki paçayı sıyırdın; mezar ve mahşerdeki Mahkeme-i Kübrâ’dan nasıl parçayı sıyıracaksın? İşte İslam kişinin dünyasını, berzahını, öbür âlemini, âhiretini kuşatmıştır. Onun için gerçek Müslümandan kötülük beklenmez. Kötülük yapmışsa cehâletinden tövbe eder, istifra eder bir daha yapmaz, yapmamaya gayret eder. Evet kıymetliler, dünyada âhiret hayrı yani din ve dünya için gelmiştir. İslam şeriatı aynı zamanda -dikkat et- ruhî ve medenî bir sistemdir. İslam dini ruhlar âleminin medeniyetini kurmuştur. Bunu beşerî sistemlerde bulma şansın yok. Ruhî ve medenî bir sistemdir. Çünkü o dünya ve âhiret hayrı yani din ve dünya için gelmiştir. Yani İslam şeriatı sadece ibadet için camiye tıkıp, sıkıştırıp caminin içine ait bir din değil. İslam şeriatı hem dünyayı tanzim etmeye, hem öbür âlem için gelmiştir. Yani din; dünya ve âhiret hayrı ve dünya için gelmiştir. Dünyada seni saadet-i selâmete; öbür âlemde de seni saadet ve selâmete çıkarmak için, din ve dünya için gelmiştir.
1:20:03
Onun için hâkimin yani kadının -belki bu kelime yanlış anlaşılırr, kadıya İslam’da hâkim denmektedir- hâkimin vazifesi müftünün yani fetva verenin vazifesinden ayrıdır ve ayrılmaktadır. Kadı sadece dış duruma göre hükmeder ve hükmünü verir ama müftü vicdanlara seslenir, vicdanı varsa, imânı varsa, müftü vicdanlara seslenir. Müftü ise aynı zamanda zâhiri ve bâtını göz önüne alır. Zâhiri ve batının, hâlin ihtilâfı durumunda eğer kendisi hakikate vakıf olmuşsa hükmünü bâtına dayandırır. Burada da onun keşfine bağlıdır. Tabii bunlar gerçek müctehid, müftüler içindir. Yoksa bugün Fatiha’yı okumayı bilmeyen müftüler de var. Fatiha’nın dahi açıklamasını yapamayan müftüler de var yani onların adına bakıp da herkes müftü olamaz. Müftü; müctehid derecesinde olanlara müftü denir. Diğer müftüler ise müctehidlerin fetvalarını arayıp bulup verenlerdir. Onun için bunları da birbirine toplum zaten çoktan karıştırdı, birbirinden ayıramıyor bunları. Çünkü İslam’ı kendisi aslî kaynaklarıyla bilmek için biraz gayret sarf etmek lazım. Evet kıymetliler, tâlâk kast etmeden hanımına hata ile boşayanın tâlâkı kazaya göre, hâkimin hükmüne göre gerçekleşir. Zâhire göre çünkü ağzından boşama çıkmıştır, diyanetten gerçekleşmez çünkü tâlâk kast etmemiş. Bak iç dünyası ayrı, dışına yansıyan durum ayrıdır. Diyanetten gerçekleşmez borçlusunu ona bildirmeden ibra edip de, affedip de borcunu ödemesi için borçluya dava açan birisi kaza yönünden alacağını alır. Fetvaya göre ise daha önce ibrada bulunduğundan bu men edilir. Çünkü adam affetmiş borçlusunu, borcundan vazgeçmiş. Ama bu hâkime yansımamış. Hâkime bu yansımadığı için hâkim onu hâlâ borçlu biliyor. Ne yapar hâkim? Kendi bildiğine göre hükmeder. Ama bunun fetvasını sorduğun zaman gerçek ilim adamı müftü, ne der: Mademki affetmişsin, vazgeçmişin onun borcundan artık bu sana borçlu değildir der. Beşerî kanunlar sadece maddî etkiyi göz önüne alır; dikkat et. Dinin dâhili tesir gücü beşerî kanunlarda yoktur. Heybet ve ihtiram sıfatı kazandırmaktadır. Bakın din kişinin vicdanı imân sorumluluğuyla ne yapıyor? Vicdanî sorumluluk altında bulunduğu için heybet ve İhtiram sıfatı kazandırıyor. Şeriat her iki itibarı da kazayı ve dinî takva ile ilgili yönü göz önünde bulundurmaktadır. Yani şeriatın bir defa fertlere, cemiyetlere, insanlığa bakışıyla beşerî kanunların bakışları tamamıyla farklıdır. Bunun için kıymetli efendiler, fıkhın ahlâkla irtibatı kanunlardan ayrılmaktadır. Çünkü ahlâkta ruh terbiyesi, vicdan terbiyesidir.
1:25:22
Beşerî kanun -şöyle bir bak- çıkarıcı bir hedef güder. Ama fıkıh, fazilet, yüksek idealle sağlam ahlâkın korunmasına ihtimam gösterir. Beşerî kanunlarla şeriatın kanunları kıyas edilemez. Allah’la kul nasıl kıyas edilemezse beşerî kanunlarla Allah’ın, şeriatın kanunları kıyas edilemez. Şeriatın kanunları eşsiz yücelik Allah’ın kanunları olduğundan gelir. Nefsin arındırılması ve çirkinliklerden uzaklaştırılması içindir. Mesela faizin haram edilmesi: Seni beşerî kanunlar faizden yargılamaz ama yüce İslam sana faiz haramdır dediği zaman sadece bu haramdan değil, diğer haramlardan da kişi kendini korur. Burada yardımlaşma ve kaynaşmanın yayılması, muhtaçların zenginlerin açgözlülüğünden korunması maksadı iledir. Hileden malın bâtıl yolla yenilenmesinden men edilmesi, sevginin yayılması, merhametin yayılması, güvenin sağlanması… İşte bunlar şeriatın kanunlarından bir, bir ruhların gıdası vardır. Beşerî kanunlarda bunlar yoktur. Maddenin kirinden sıyrılma ve başkalarının haklarına saygıdan dolayıdır. Çünkü imânlı vicdanlı kalpler şeriatın hükmü ile donanmış, emirleri ile donanmış. Ruhlar ve kalpler kimsenin hakkını yemez; ki ye desen de yemez. Çünkü maddenin kirinden sıyrılma ve başkalarının haklarına saygıdan dolayıdır. Akitlerin tenfizini emretmekle de ahde vefa amaçlanmıştır. İçkinin yasaklanması aklın korunması içindir. Beşerî kanunlarda bunlar vardır ama yapmacık ve göstermeliktir. Beşerîdir ama Allah’ın ortaya koydukları ilahîdir. Aklı Allah yarattı; aklı koruyan kuralları Allah koymuş şeriatın içine. Dünyayı Allah yarattı; dünyayı doğru kullanmanın kurallarını şeriatın içine koymuş. İnsanoğlunu; en şerefli yarattığı insana zarar verecek ne varsa insanoğlunu koruma altına almış ve onun güvenliği için şeriatın içinde kanun ve kuralları koymuştur. Efendiler, beşerî kanunlarla şeriat kanunları arasında fark ne kadar derseniz kul ile Allah arasında fark ne kadarsa o kadar fark var. Bütün insanları toplasanız ilah olur mu? Olmaz. Bütün akılları toplasanız ilah olur mu? Olmaz. Bütün kuvvetleri toplasanız ilah olur mu? Olmaz. İşte şeriat Allah’ın ortaya koyduğu kanun ve kurallardır. İslam şeriatından, vahye dayalı şeriattan bahsediyoruz. Birilerinin dayattığı şeriattan bahsetmiyoruz, bunu da iyice anlayalım. Din ve ahlâkî uygulama iç içe olursa; bakın bunlar iç içe olursa saadet gerçekleşir,
1:30:02
mutluluk gerçekleşir. Ebedî nimetlere giden yol açılır. Ebedîleşme beşeriyetin arzusu ve emelidir. Şimdi herkes imânsız bile ebedî mutlu olmak ister. Hâlbuki imânsızın ebedî mutlu olma şansı yoktur. Ebedî mutluluk şeriatın İslam’ın ortaya koyduğu imân ve amel-i sâlih ile, dünyevî saadet ile, İslam ile uhrevî saadetin yine İslam ile mümkün olduğunu Allah Teâlâ ortaya koymuştur. Öyleyse İslam şeriatı dünya için kaçınılmaz bir zarûrettir. Ruhlar âlemi için, kalpler âlemi için zâhirde-bâtında bunun adaleti lazımdır. İnsanoğluna Allah’ın da emri, kesin hükmüdür. İster yap ister yapma. Yarın Allah’a sen de hesap vereceksin ben de. İkimiz de herkes hesap vereceğiz. Şeriat kahrolsun demekle şeriat kahrolmaz; sen kahrolursun, olmuşsun. Zaten tövbede imâna gelmezsen şimdiden kahrolmuşsun sen. Tövbe et imâna gel, gereği gibi Müslüman ol. Zorlama yok tebliğ var, tekvin var. Evet kıymetliler, insanoğlunun ebedîleşmesi beşeriyetin arzusu ve emelidir. Fıkhın gayesi, İslam fıkhının gayesi, şeraitinin gayesi de seni ebedî mutlu etmektir. İnsanın hayrı, mutluluğu Dünya ve âhirette ebediyyû’l ebed mutlu olmasıdır. Şeriatın gayesi bu. Sen şeriatı doğru hiç tanımamışsın. Tanıyanlara söylüyorum, tanıyan bahtiyarlara bir sözümüz var: Onları tebrik ediyoruz, onları çok tebrik ediyorum çok da takdir ediyoruz. Allah’ı, O’nun ilkelerini tanıyanlar yeryüzünün efendileridir. Tanımayanlara da; İnşâAllah onlara da tanımak nasip olur, onlar da kurtulur. Çünkü yüce İslam ve onun şeriatı insanlığın huzur ve mutluluğuna gelmiş. Ama tanır ama tanımaz, kendi bilir. Kıymetli efendiler, cezanın dünyevî ve uhrevî olması. İslam fıkhında, İslam hukukunda, İslam şeriatında cezalar dünyevî ve uhrevîdir. Beşerî olanlar da sadece dünya ile ilgili cezalar koymuşlardır. Ama İslam’daki, İslam fıkhındaki, İslam şeriatındaki cezalar dünyada, mezarda, mahşerdedir. Yani dünyevî ve uhrevî olmasının cezaları sadece dünyevî cezalar koyan beşeri kanunlardan. Şimdi adam dünyada bundan kurtulacağını hesap ediyorsa mahkemeye yalancı şahit getirme vicdanını da -buna müsaitse bu adam- dünyada kurtulunca kurtuldum zannedecek. Ama İslam şeriatına göre kurtulamaz.
1:34:17