AmeldeFıkhı-4-01

4- Amelde Fıkhı Ekber Ders 4

AMELDE FIKHI EKBER DERS 4

 

Euzübillahimineşşeytânîrracîm, Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb’il âlemin. Vessâletü vessalâmû âlâ Rasulûna Muhammed ve âlâ Ali Muhammed. Rabbinağfirli ve heblî mülkella yembeğil ehedimminba’di inneke entel vehhab. Allahümmeslih ümmete Muhammed verham ümmete Muhammed allahümmağfirli cemian ümmete Muhammed. Allahümme salli ve sellim ve barik âlâ Muhammed ve ali Muhammed estağfiruke ve etubu ileyk. Allahümme inneke afüvvün tühibbü’l afve fağfü anni ve anna.

 

Çok kıymetli ve muhterem izleyenler; şanlı Kur’an’ın, nurlu İslam’ın Amelde Fıkh-ı Ekber ve ondan keşif notlarıyla dersimiz devam etmektedir. Dersimizde bugün Ebu Cafer Muhammed Bin Ferruh Es-Saffar El Araç El Kummi, Şia İmamiye Mezhebi’nin kurucusudur. Bu zat-ı muhterem, İmamiye Mezhebi mensupları on iki masum imamın imamlığına inanırlar. İşte burada bunu görüyoruz. Şia İmamiye Mezhebi’nin durumu böyle başlamaktadır. Bunlar 12 masum imamın imamlığına inanırlar. İlki İmâm-ı Ebul Hasan Ali el Murtaza sonuncusu -gizlenmiş olduğunu ve mevcut imamın o olduğunu iddia ettikleri- Muhammed El-Mehdi El Hüccet’tir. Yani birincisi Hasan-Hüseyin’in babası Hazreti Ali el-Murtaza (radıyallahu anhüm ve ardahüm ecmain), diğeri de Muhammed El-Mehdi yani onu da gizlenmiş olarak kabul ederler. Kıymetliler; İbn-i Ferruh, Şia İmamiye fıkhının Faris(Fars) yani İran’daki gerçek kurucusudur. ‘’Beşairüdderacat fi Ulumu’l Ali Muhammed vema Hassahümüllahü bihi’’ isimli kitabı Hicri 1285‘de basılmıştır. Bundan önce İmamiye’nin fıkıhta ilk kitabı Hicri 183’de hapiste ölen Musa Kazım’a aittir. Bu da ceza evinde vefat edenlerdendir. ‘’El-helal vel-Haram’’ adıyla kaleme almıştır. Bu kitap Musa Kazım’a isnat edilmiştir, daha sonra oğlu Ali Rıza fıkhurrıza kitabını yazdı. O da bu kitapta Hicri 1274 de Tahran’da basıldı, İbn-i Ferruh El Araç’dan sonra dördüncü asırda Şia’nın şeyhi Muhammed Bin Yakup bin İshak El Küdeyhi el Razi ölümü onun da Hicri 328’dir.

 

5:13

 

El Kâfi fililmuddini kitabını yazdı, bu kitapta Ehl-i Beyt’ten gelen 16.099 hadis vardır, yani bunu Ehl-i Beyt’e isnat ederler bunları. Bu Kütübü Sitte’de ki hadislerden fazla bir rakamdır. Bunlar Şia’nın 4 temel kitabıdır. İmamiye de Zeydi’ye gibi fıkıhta Kur’an-ı Kerim’den sonra ancak Ehl-i Beyt’ten imamların rivayet ettiği hadislere itimat ederler. İçtihad kapısının açık olmasını da gerekli görürler. Kıyası kabul etmez, icmâyı inkâr ederler. Görüyorsunuz ki İslam’ın aslî delillerinden ikisini kabul etmiyorlar. Onlara göre ‘’Şer’i hükümlerin merci daima imamlardır. Başkaları değildir’’ derler. Şer’i hükümlerin merci imamlar değil Kur’an ve sünnet, icmâ ve kıyastır. İmam denilen kişi de bu aslî delilleri bilen insan olmalıdır. Şia’nın Ehl-i Sünnet vel cemaatten ayrıldığı birçok konular vardır, temelde ayrıldığı konular burada anlaşılmaktadır. İmamiye fıkhı her ne kadar Şafi mezhebine daha yakınsa da Ehl-i Sünnet fıkhından yaklaşık 17 meşhur meselede ayrılır. Mesela muta nikâhının mübahlığı en önemlilerinden bir ihtilafları, mesela Hanefi, Şafii gibi mezheplerin ihtilaflarından fazla değildir. Bu mezhep şu ana kadar İran ve Irak’ta yayılmıştır. Yani bu mezhebin İmamiye,- Şia İmamiye Mezhebi- Irak’ta, İran’da yayılmıştır. Gerçekte ise onların Ehl-i Sünnet’le ihtilafı akide veya fıkha dayanmaz hükümet ve imamet meselelerine dayanır. Yani tamamen Şia’nın hareket noktası daima hükümet ve imamet meselesine dayanır yani ihtilafları akideye veya fıkha dayanmaz. Şöyle bir bakıyoruz; tâlâka şahit tutmanın lüzumu, geçici nikâhın yani Muta nikâhının mübahlığı… Ehl-i Sünnet’ten bunlar birçok konuda ayrılırlar, bunların başında muta nikâhının mübahlığı -yani buna geçici nikâh denmektedir- , Ehl-i Sünnet bunu kabul etmez, çünkü bu nikâh İslam’ın emirleri gelince neshedilmiş, ortadan bu hükmü kaldırılmıştır. Ehl-i Sünnet’in elinde buna dair deliller bulunmaktadır. Tâlâka şahit tutmanın lüzumu, Zeydi’ye gibi ehl-i kitabın kestiğini haram saymaları ve onlarla evlenmeyi men etmeleri, mirasta ana baba bir olan amcaoğlunun baba bir amcaya tercihleri, meshler üzerine meshin gayrimeşruluğu -bunlar meshi de kabul etmezler- Şia İmamiyesi abdestte ayaklara mesh etmeleri tam tersini yapıyorlar.

 

10:20

 

Abdest ayağını yıkamıyor da ayağını mest ediyor mest üzerine demesi kabul etmiyor, bakın ezan ve teşehhütte ‘’eşhedü enne aliyyen veliyullah’’ ibaresini ilave etmeleri gibi Ehl-i Sünnet’ten ayrıldıkları taraflar bulunmaktadır. Bu da Şia İmamiye mezhebinde kısacık bir keşif noktalarıdır, diğer birisi de tabiinden Ebu Şaşa Cabir bin Zeyd bununda ölümü Hicri 93 Miladi 711’dir. Bu zat da İbaziye Mezhebi’nin kurucusu olup bu mezhep hicri 80’de ölen Abdullah bin İbaz Ettemimi’ye izafe edilerek şöhret bulmuştur. Yani bu Cabir bin Zeyd denilen bu zat -diğer adı Ebuş Şaşa gibi- Cabir Bin Zayid bunun İbaziye Mezhebi’nin kurulması bu kimseye isnat edilmektedir. Cabir Bin Zeyd, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet ile amel eden tabiine mensup âlimlerdendir. Ali bin Abbas (R.A.) talebesi olmuştur, yani Ali bin Abbas’ın talebesidir. Cabir Bin Zeyd, İbaziye mezhebini kuran adam, İbaziye fıkhı, Kur’an-ı Kerim, sünnet, icmâ, kıyas istihsan, istislah, Mesalihi Mürsel’e gibi istihsab, sahabe kâvli gibi bunlara dayanmaktadır. İstidlal ve istimbat kaynaklarına yani dayanan bir mezheptir aynı zamanda istihsan deliline -bu bir nevi bildiğimiz istihsan deliline benzemektedir- İbaziye kendilerine harici veya 5. mezhep denilmesini kabul etmezler. ‘’Davet ehli, istikamet ehli, Müslümanlar topluluğu’’ diye tanınmak isterler. Bakın İbaziyeler kendilerine harici veya 5. mezhep denilmesini kabul etmezler, ‘’Davet ehli, istikamet ehli, Müslümanlar topluluğu’’ diye tanınmak isterler. İbaziyelerin şu fıkhi görüşleri meşhurdur. İmamiye’den olan Şiiler gibi meshler üzerine mesh etmeyi caiz görmezler. İftitah tekbirin de ellerini kaldırmazlar, namaz da ellerini kaldırmaz, namaz da ellerini salmak, tek tarafa selâm vermek bakımından Mâlikî ve Zeydi’ye mezheplerin de olduğu gibi hareket ederler. Ebu Hureyre hadisine de bazı tabiın görüşlerine dayanarak Ramazan-ı Şerif ayında, cünüp olarak sabahlayanın orucunun bozulduğuna inanırlar.

 

15:00

 

Cizye vermeyen ehl-i kitabın ve kendilerine ‘’eman’’ verilmemiş harbilerin kestiklerini yemenin haram olduğunu söylerler. İmamiye ise mutlak olarak o tarifelerinin kestiklerini yemeği yasak sayar. Bakın cizye vermeyen ehl-i kitabın ve kendilerine ‘’eman’’ verilmemiş harbilerin kestiklerini yemenin haram olduğunu söylerler. İmamiye ise mutlak olarak o tarifelerin kestiklerini yemeği yasak sayarlar. Cabir bin Zeyd’e göre küçük kız ve oğlanı nikâhlamak haramdır. Fakat İbaziye mezhebinde amel bunun tersinedir, bakın hem yasak kabul ediyorlar hem de tersini uyguluyorlar. Şimdi şöyle bir bakalım yine akrabalık bağlarının kopma ihtimali sebebiyle erkeğin, amca kızlarından birden fazlasını nikâhı altına almasını tenzihen mekruh kabul ederler. Bakın amca kızlarından birden fazlasını nikâh altına almasını tenzihen mekruh kabul ederler, bunu da akrabalık bağlarının kopma ihtimali sebebiyle yaparlar. Yine mirasçı olmayan akraba için vasiyet etmek vaciptir derler. Oğullar varken oğlun oğullarına yani torunlara vasiyet de caizdir derler. Şu ayet-i kerime de buna delil vardır, ‘’Birinize ölüm geldiğinde geriye mal bırakacaksan, ondan ana baba ve akrabalar içinde vasiyette bulunmak size farz kılındı’’. Şimdi aslında bu ayet-i kerime, miras ayeti gelmeden önce idi. Ana baba için vasiyet miras ayeti ve mikatet yani köle kitabet akdinden itibaren müdebber köle ise diğer mezheplerde olduğu gibi efendi’nin ölümünden yahut tayin edilen sürenin bitmesinden sonra hürriyetine kavuşur, mezhep âlimlerinin çoğunluğuna göre müdebber kölenin satılması, boş durumu hariç caiz değildir. Habis ve pis şeylerden olduğu için bunlar İbaziyeler ‘’tütün haramdır’’ derler. Başlıca kitapları akide konusunda Nurettin Es Salimin’in Meşarik-ul Envar’ı usulü fıkıh da yine aynı müellifin Tal’atüşşemsi Şerhunmil ve Şifaü’l alifi Sadi’nin 90 cüzlük Kamus-u Şeria’sı bunun gibi eserleri bulunmaktadır. İbaziye mezhebi bugün Umman, Doğu Afrika, Cezayir, Libya ve Tunus’ta yaşamaktadır. Dikkat edelim buraya İbaziye mezhebi bugün Umman, Doğu Afrika, Cezayir, Libya ve Tunus’ta yaşamaktadır. ‘’Büyük günah, kebair işleyenler tövbe etmeden ölürlerse ebedî olarak cehennemde kalır’’ derler.

 

20:15

 

Bu da Ehl-i Sünnet’e aykırı bir görüştür. Yine muti itaatkâr kulun velayeti sahihtir. İsyankâr ve günahkârdan teberru etmek uzaklaşmak lâzımdır. Fiillerde değil sözlerde takiyye yapmak caizdir. Efendim, Bununla Allah’ı tazim ve tenzih gayesi güderler, ‘’ahirette Allah Teâlâ’yı görmek mümkün değildir’’ derler. Bu da Ehl-i Sünnet’e tamamen aykırıdır, maksatları tanzim ve tenzihtir. Yani bunu derken maksatları da budur. Fakat nasları iyi incelememişler veya böyle anlamışlar. Fakat Mutezile gibi ve ‘’hüsun’’ ve ‘’gubuh’’ meselesini akla dayandırmazlar. Yine Mutezile’ye ait ‘’Kul için en iyi ve uygunu yaratması Allah’a vaciptir’’ görüşünü kabul etmezler. Evet, kıymetliler bu bilgiler kıymetli kaynaklarımızda bulunmaktadır. Şimdi bakıyoruz kıymetli mi çok kıymetli müctehidlerimiz var bizim. Müstakil müctehid dört mezhep imamı gibi müstakil müctehidlerimiz bulunmaktadır. İbn-i Abidin bunları şeriatta müctehidler tabakası olarak vasıflandırmıştır. Yine müstakil olmayan müctehidler mezheplerin imamlarından birinin yoluna uyanlardır. Bunlar mutlak müntesiptir. Müstakil değildir. Mesela bunlar mutlak müntesip olanlar, Hanefilerde; Ebu Yusuf, Muhammed, Züfer gibi, Mâlikîlerden; İbn-i Kasım Eşref ve Esed bin El-Fırat gibiler, Şafilerden; El Buzayti ve El Müzeni gibiler, Hanbelilerden: Ebubekir El Esrem ve Ebubekir El-Melvezi gibi zat-ı muhteremler mezhepte müctehidler tabakasını oluştururlar. Fer’i hükümler de muhalefet etseler de usul kaidelerinde üstadlarını onlar üstadlarına tâbi olurlar mukayyet müctehidlerimiz bulunmaktadır mezhep imamının görüş bildirmediği konular üzerinde içtihad eden müctehidlerdir. Şimdi bunlar da yine Hanefilerde; El-Hassaf, et-Tahavi, El-Kerhi, El-Ulvani, Es-Serahsi, El-Bezdevi ve Kadıhan gibileri görmekteyiz. Mâlikîlerden El Heblevi İbn-i Ebu Zeyd, El-Kayravani, Şafilerden; Ebu İshak Eş-Şirazi gibileri görüyoruz. Hanbelilerden; El-Kadı Ebu Yala ve diğerlerini görmekteyiz. Ashab-ı Vücuh diye, -bunlar da Ashab-ı Vücuh diye- adlandırılırlar. Çünkü imamın kavilleri ile tespit edilmeyen meseleleri tahriç ederler. Bu da mezhep de vecih veya görüş diye anılır.

 

25:13

 

Bir de tercih konusunda müctehid vardır. Müctehidlerimiz, mezhep imamının bir kâvlini diğerine tercih edebilen zat-ı muhteremlere de ‘’tercih müctehidi’’ denmektedir. Bunlar tercih yapabilenlerdir. Derecesi bazı rivayetleri diğerlerine tercih edebilme durumudur. Bunlar yine Hanefilerden; El Kuduri ve Elmevginnani, Hidayenin sahibi. Mâlikîlerden; Âllame Halil, Şafilerden; Errafi ve Ennevevi gibi Hanefilerden El Kadi Alaaddin El-Birdavi ve bunun gibi zat-ı muhteremlerdir. Bir de fetva müctehidleri vardır kıymetliler. Mezhebi gayet iyi bilen, mezhebi iyi nakledebilen, açık ve müşkirini anlayan, ekva, kavi veya zayıfı, racih ve mercuhu ayırt edebilen lâkin delillerin takriri ve kıyasların tahririnde zayıf olanlardır. Bunlarda fetva müctehididir. Mezhebi çok iyi bilirler ve aynı zamanda müşkülini çok iyi anlamışlardır. Ekva, kavi ve zayıfı, racih ve mercuhu da çok iyi bilirler ayırt edebilirler. Lâkin delillerin takriri ve kıyasların tahririnde zayıftırlar. Hanefilerden bunlardan bakıyoruz, şöyle metin sahipleri böyledir. Müteehhirinden olanlar Kenz müellifi, Eddürül Muttar müellifi, El-Bikaye müellifi ve Mecmaül Enhur sahibi gibi… Mâlikîler tabakası ayrımı sözü edilen görüşle diğerlerinin ayrımını yapma kudretinde olmayanlardır. Şimdi, cumhur mukayyet müctehid ile tahriç müctehidini ayırmamıştır. İbn-i Abidin tahriç müctehidi tabakasını, mukayyet müctehid tabakasından sonra dördüncü mertebe yapmıştır. Er-Razi El-Cessas -ölümü Hicri 370’de- emsâlini örnek vermiştir. Evet, kıymetliler mukayyet müctehid ve tahriç müctehidini ayırmamıştır. Kim? Cumhur. İbn-i Abidin tahriç müctehid tabakasını, mukayyet müctehid tabakasından sonra dördüncü mertebe olarak ayırmıştır. Şimdi bakıyoruz müctehidlerimiz ilmi olarak tedrici derece, derece kıymetli âlimlerimizdir. Bunlar şimdi Hanefilerin fıkıh kitaplarının da mertebeleri.. Şöyle bir bakalım. İbn-i Abidin bu konuda güzel çalışmalar yapmıştır.Efendim, İbn-i Abidin de ve Resmül Müfti’de de bunlara rastlamaktayız.

 

30:03

 

Mesail-ül Usul, Zahirur Rivaye diye de bilinir mezhebin asıl sahiplerinden rivayet edilmiş meselelerdir. Buraya dikkat et! Hanefi fıkıh kitaplarının yüksek mertebelerine şöyle bir bakıyoruz. Mezhebin asil sahiplerinden rivayet edilenlerdir. Bunlar bu zevatı muhteremler Ebu Hanife İmâm-ı Âzam, efendim, İmâm-ı Ebu Yusuf ve İmâm-ı Muhammed’dir, İmâm-ı Züfer ve İmâm-ı Hasan Bin Ziyat ile İmâm-ı Âzam’ın diğer talebeleri de buna ilave edilirler. Lâkin Zahirur Rivaye’den ekseriya İmâm-ı Âzam ve Ebu Yusuf ile Muhammed’in görüşleri kastedilir. Yani temelde bu üç imam öne çıkmaktadır ki Zahirur Rivaye kitapları İmâm-ı Muhammed’indir (rahmetullahi aleyhim ecmain). İmâm-ı Muhammed’ten tevatür ya da şöhret yoluyla güvenilir ravîlerin rivayet ettiği mutemet 6 kitaptır. Bunlar Mebsut, Ziyadat, El Camiu’s Sağir, El-Camiül Kebir, Es-siyerül Kebir, Es-Siyerüs Sağir, Zahirur Rivaye diye isimlendirilmiştir. Bu isimlendirmeler İmâm-ı Muhammed’den güvenilir ravîlerle rivayet edilmesi sebebiyledir. Bakın Mebsut, Ziyadat, efendim, El-Camiüs-Sağir, El-Camiül-kebir, Es-Siyerül-kebir, Es-Siyerüs-Sağir, Zahirur Rivaye diye bunlar isimlendirilmişlerdir. Kıymetli ve muhterem efendiler şöyle bir baktığımız zaman İslam âlimleri ne kadar güzel çalışmışlar. Yüce Allah onlara ne kadar ilmi lütuflar da bulunmuş nice lütuflar da bulunmuştur. Evet, bu 6 kitap Ebul Fadıl el-Mervezi, Hâkim-i Şehid diye maruftur. Bu 6 kitap Ebu Fadıl el Mervezi, Hâkim-i Şehid diye maruftur.  Bunun da ölümü Hicri 344 Muktasaru’l Kâfis’inde toplanmıştır. Onu da sonradan İmâm-ı Serahsi 30 ciltlik El Mebsut kitabında şerh etmiştir. Mezhebin naklinde mutemet mi mutemet kitaptır. Mezhebin naklinde mutemet kitaptır. Yani çok güvenilir. Şimdi diğerleri bakın Mesailün Nevahir, efendim, kıymetli eserlerden biri de mezhebin asil sahiplerinden rivayet edilen, lâkin İmâm-ı Muhammed’in adı geçen kitapları dışındaki eserlerinde zikrolunan rivayetlerdir. El-Keysaniyyat, El-Haruniyyat, El-Cürcaniyyat, Er-Rikiyyat, El Meharic Fil’hıyye ve Ziyadatü’l Ziyadat, Rivayetü’l İbn-i Rüstem bunlar da kıymetli kaynaklardır. ‘’Gayri Zahirur Rivaye’’ de denmektedir bunlara.

 

35:27

 

Hasan bin Ziyad’ın da El-Muharrer ve diğer Ebu Yusuf’tan rivayet edilen emalî kitapları gibi emaliî imlanın çoğuludur. Kıymetliler bir âlimin Allah’ın verdiği ilmi ezberden naklederken talebelerin aldığını notlara bu isim verilir. Dikkat et buraya! Bir âlemin Allah’ın verdiği ilmi ezberden naklederken talebelerinin aldığı notalara bu isim verilir. Selefin adeti böyleydi, çünkü bunlar kıymetli olan bir sözü bir âlimden duyunca hemen not ediyorlardı. İşte emalî kitapları bu gibi durumlarla ortaya çıkmıştır. Yine vakıflar ve fetvalar; bunlar Ebu Yusuf ve Muhammed’in talebeleri ve ikisinin talebelerinin talebeleridir. Bunların sayıları da çoktur, müteahhir müctehidlerin kendilerine sorulan meselelerde mezhebin ilk âlimlerinin temas etmedikleri konularda sonraki âlimlerin istimbat ettikleri meselelerdir. Bunlar vakıf vakıalar ve fetvalar -tekrar ediyorum vakıalar ve fetvalar-. Yine fetvaları toplayan bir kitap fakih Ebulleys El Semerkandi’nin, Kitab-un Nevazili Lil Fakihi’dir. Her dönemde çok kıymetli âlimlerimiz çalışarak gelmişlerdir. Fetevayi Kad’a hülasa ve diğerleri sonraki fıkıhçılar bu meseleleri ayırmadan bir arada zikrettiler.  Kıymetliler; İmâm-ı Muhammed ve İmâm-ı Ebu Yusuf’tan sonra Hanefi fıkhının rivayet ve tedvinin de en meşhur isimler; İsa Bin Ebvan, ölümü, Hicri 220, Muhammed Bin Sema’a, Hilal bin Yahya, Er-Rayü’l Basri, Ahmet Bin Ömer Bin Mehir el-Hassaf ve Ahmet Bin Muhammed Bin Selâme, Ebu Cafer et-Tahavî -bu da Tahavî diye anılan- kıymetli âlimlerimizdendir. Bakın bunların da ikinci asrın başlarından üçüncü asrın ortalarına doğru. Bunların tabii Hicri nasıl güzel görev yaptıklarını görmekteyiz. Fıkıh ıstılahları ve kıymetli bizim ve müellif olan âlimlerimiz bunlardan bir kısmı ‘’Resmül Müftü’’ diye bilinir. Yine ‘’alamet’’ demektir ki yani müftüye fetva vereceği konuda ‘’delâlet eden alamet’’ demektir. İbn-i Abidin -ki cihan âlimlerinden-, biri de İbn-i Abidin’dir. Resmül Müftü diye bir risâlesi vardır. Meşhur risâlelerin ikincisidir.

 

40:04

 

Kıymetliler genel fıkıh ıstılahlarına şöyle bir göz attığımız zaman ; şimdi bunlardan biri farz olarak önümüze çıkmaktadır. Farz nedir fıkıh ıstılahlarından en başta gelen farzdır. Kat’i bir delille kesin olarak istediği şeydir. Kim istiyor? Onu şeriat istiyor şer’i ilahi istiyor. Yani şer’i ilahinin, şeriatın yapılmasını şüphe bulunmayan kat’i bir delille kesin olarak istediği şeydir. Bunu şer’i şerif istiyor. Evet, çünkü kat’i bir delile kesin delile dayanmaktadır. Bu ya bir Kur’an-ı Kerime dayanır veyahut ta mütevatır bir habere dayanır. Kur’an-ı Kerim ile sabit olan İslam’ın beş rüknü, efendim, mütevatır veya meşhur sünnetle sabit olan; namazda Kur’an-ı Kerim’den ayet okunması icmâ ile sabit olan dört yiyeceğin buğday, arpa, hurma ve tuz gibileri, birbiriyle gecikmeli olarak satılmasının durumları gibi, efendim, farzın hükmüne gelince yapana sevap, terk edene kesin ceza vardır. Yapılması kat’i surette lâzımdır. İnkâr eden kâfir olur. Yani farzın hükmü budur. Çünkü farzın hükmü yapan Allah’a kulluk görevini yapmış olur. Yapmayan cezayı hak eder ve yapılması kat’i surette lâzımdır. Kesin Allah’ın emridir, inkâr eden tekfir edilir. Kıymetliler, ‘’ıstılah nedir?’’ derseniz, bir lafzın muayyen bir mânâ için kullanılmasıdır. Bir lafzın muayyen bir mana için kullanılmasına ‘’ıstılah’’ denmektedir. Bunun için vaz’i hüküm, teklif-i hüküm -şimdi bunlardan biri de teklif-i hüküm: mükelleften fiilin talebini ya da fiilden el çekmesini veya fiille tek arasında seçimini gerektiren hükmeden teklifi hüküm- denir. Teklifi denmesi de fiil ya da fiilin terki veya ikisi arasında muhayyerlik ihtiva etmesindendir. Bir de vaz’i hüküm vardır ki; bir şeyin bir şeye sebep veya buna şart yahut buna engel ya da sahih fasit yahut azimet ruhsat olarak konmasını gerektiren şeyidir. ‘’Vaz’i‘’ denmesi de sebep müsebbet içindir. Şart, meşrut içindir ki birbiriyle iç içe şeyleri koymaya gerektirdiğindendir. Evet, şimdi bunları tabii ilmi olanlar bunları güzel anladılar ama ilmi olmayanlar yavaş yavaş İnşâAllah ilerde onlar da bunları anlayacaklardır. Kıymetliler, bir lafzın muayyen bir mana için kullanılması ıstılahtır. Bunun için teklif-i hükümler de buradaki gelen teklif şer’i şerifindir. Vaz’i hükümden maksatta yine vaz’i hükümleri ortaya koyan yine şeriattır. Şeriatı da ortaya koyan Allah’tır (C.C.). Konuları istinatgâhlarına iyice yerleştirmek gerekmektedir.

 

45:25

 

Mesela bunlardan biri istilah’ı hükümlerden biri de vaciptir. Bunun da zanni bir delille kesin olarak yapılmasını istemektedir, kim? Şer’i Şerif yani yüce Allah kendi ortaya koyduğu şeriatında ne yapıyor, vacipleri de bize kesin olarak zanni delille yapılmasını istediği şeylerdir ki bunu da bizden isteyen şer’i şeriftir. Mesela fıtır sadakası, vitir ve iki bayram namazları, vücubiyyeti zanni bir delille sabit olan diğer bütün emirler dini İslamî emirlere zanni bir delile dayanıyorsa bunlar vaciptir. Bunlar haberi vahit yoluyla gelmesidir, hükmü farz gibidir ancak inkâr eden tekfir edilmez, yalnız fâsıktır. Hanefilerin dışında cumhura göre farz ve vacip aynı mânâda müteradif olarak kullanılır. -Bak Hanefiler farz ve vacibi ayırmışlardır-. Cumhur ise farzı, vacibi birbirinden ayırmamıştır. Şer’in yapılmasını kesin olarak istediği şey demektir. Evet, kıymetliler yani cumhura göre farz da vacip de yapılmasını kesin olarak istediği şeydir. Onlara göre tarif olur mendup veya sünnetler, yapanın övüldüğü terk edenin zemmedilmediği şeylerdir. Bunlarda mendup veya sünnet. Şer’in mükelleften yapılmasını gayr-ı lâzım olarak istedikleridir. Yani yapanın övüldüğü, terk edenin zemmedilmediği şeylerdir. Bunun hükmü failine sevap vardır. Terk eden cezaya uğramaz. Fakat Peygamberimiz’den buna kınama gelebilir, kınamayı hak edebilir. Hanefilerin dışındakilere göre mendup, sünnet, nafile, müstehap, tatavvu, vurağğap teşvik edilen ihsan ve hasen diye de isimlendirilir. Hanefiler ise mendubu üçe ayırırlar; müekked mendup cemaatle namaz gibi, meşhur mendup pazartesi ve perşembe orucu gibi, zahit mendup Peygamber Efendimiz’e yeme-içme, yürüme, uyku, giyim ve bunlar gibi hususlarda uymak gibi… İşte bunlar bu sınıflara ayrılmıştır Hanefilerce. Evet kıymetliler, Darü’l Muhtar, Birrü’l Muhtar sahibi ve İbn-i Abidin cumhurun görüşünü seçerek dediler ki: ‘’Mendup, müstehap, nafile ve tatavvu arasında fark yoktur’’ dediler. Dürrul Muhtar sahibi de İbn-i Abidin cumhurun görüşünü seçerek dediler ki: ‘’Mendup, müstehap, nafile ve tatavvu arasında fark yoktur. Terk edilmesi uygun değildir, terkinden kerahetin sübutu gerekebilir.’’ dediler.

 

50:16

 

Şimdi yine ıstılahlardan birisi haramdır. Şer’i şerif’in terkini kesin ve bağlayıcı olarak istediği şeylere haram denir. Yine Hanefiler ‘’O terk edilmesi şüphe bulunmayan kat’i bir delille sabit olan şeydir’’ dediler. yani Allah Teâlâ kesin olarak yapma bu fiili işleme bu sözü söyleme gibi Allah Teâlâ’nın kesin yasakladığı şeylere haram denir. Kat’i bir delille sabit olandır. Mesela öldürmenin katilliğin içki içmenin zinanın ölüm ve hırsızlığın haramlığı gibi –‘’hükmü nedir’’ derseniz hükmü yapanın cezalandırılmasıdır-, yani haramı işleyen kesin cezalıdır suçludur ve cezalandırılmasıdır. Haramı inkâr edenler tekfir edilir, kâfir olurlar. Harama helâl denmez haramlar inkâr da edilmez. Allah kesin kat’i delille bir şeye haram demişse artık onun inkârı mümkün olmaz ve helâlde denmez. ‘’Tahrimen mekruh’’ , Hanefilere göre şer’in terk edilmesini zanni bir delille istediği şeye de ‘’tahrimen mekruh’’ denir. Bu da yine Hanefilere göre bir tariftir. Bir başkasının satışı üzerine satış yapmak, başkasının nişanı üzerine nişan yapmak gibi, erkeklerin ipek ve altın kullanması gibi.. Bunun hükmü de terk edilmesine sevap yapılmasına ceza vardır. Yani tahrimen mekruhu işleyen kişi cezalıdır. Terk edildiği zaman tahrimen mekruh kişi sevabı alır ve cezadan kurtulur. Tahrimen mekruhu işleyen kişi cezalandırılıır. Hanefiler de mekruh mutlak olarak kullanıldığı zaman tahrimen mekruh kastedilmektedir. Yine Hanefilere göre mekruh harama daha yakındır. İntihar eden tekfir edilmez ama fâsık olur. Tenzihen mekruh yine ıstılahlardan biri de yine Hanefilere göre şer’i Şerif’in terkini kesin olmayan ve cezadan söz etmeyen bir yolla istediği şeydir. -Kesin zorlamıyor ama mesela tenzihen mekruhu da yapma diyor. Efendim, yani terkini istiyor tenzihen mekruhu da yapma diyor-. Mesela cihat esnasında ihtiyaç duyulabileceği sebebiyle, mesela zaruretten at etinin yenmesi, kedi ve doğan, karga gibi yırtıcı kuşların artıkları ile abdest alma ve genellikle sünnet-i müekkedlerin terki gibi bunlar mekruhtur. Hükmü; terk edene sevap, yapana da azap yoktur ama kınama vardır demişlerdir. Bunlar kınanırlar demişlerdir.

 

55:06

 

Hanefilerin dışındakilere göre de mekruh yine tektir iki türlü değildir. Tahrimi tenzihi değildir. Şer’in terk edilmesini kesin ve bağlayıcı olmadan istediği şey hükmü terk eden meth edilir, sevap alır, yapan da zemmedilmez, cezalandırılmaz. Hanefilerin dışındakiler de böyle değerlendirmişlerdir. Bunlardan biri de mübahtır. Şer’i şerifin serbest bıraktığı şeylere mübah deniyor. -Mesela yemek-içmek gibi- Yasak veya bir sınırlama bulunmadıkça eşyada asil olan mübah olmasıdır. -Buraya dikkat et- Yasak veya bir sınırlama bulunmadıkça eşyada asil olan mübah olmasıdır. Mübahın hükmü yapılmasın da veya terkinde sevap veya ceza yoktur. Ancak terki helâk tehlikesine götürüyorsa yapmak vacip, terk etmek de haram olur. -Mesela adam yemiyor açlıktan ölecek bunun gibi veya bunların benzerleri gibi-. Şimdi bir de sebep, usulcülerin cumhuruna göre hükme münasip olsun veya olmasın hükmün onunla bulunduğu şeye ‘’sebep’’ denir. Hükmün onunla bulunduğu şeydir ki sebep hükümle değil,  hükmün onunla bulunduğu şeydir. -Yani hüküm sebeple bulunuyor-. Kıymetli efendiler, mesela sarhoş etmek içkinin haramlığına sebeptir. -Bakın- sarhoş etmek içkinin haramlığına sebeptir. Aklın kaybolmasına götürüyor. Yolculuk, namaz (kılmak)-iftar etmenin caiz oluşu için bir sebeptir. Yani uzun yolculuğa, seferî olanlar için. Çünkü bu kolaylığa ve meşakkatin ortadan kaldırılmasına götürür bunun gibi.‘’Şart ve rükün nedir?’’ derseniz, şart, hükmün var olması kendisinin var olmasına bağlıdır ve onun hakikatinden hariç olan şeydir. Abdest namazın şartıdır ama namazdan hariçtir. Mesela evlilik akdinde iki şahidin bulunması da şarttır ama akdin dışındadır bunun gibi. Satılan nesnenin ve değerinin tayini akdin sıhhati için şarttır ama akidden bir bölüm değildir. Onun için şart hükmün var olması, kendisinin var olmasına bağlı ve onun hakikatinden hariç olan şeydir. -Rükün ise bakın böyle değil-, Rükün, Hanefilere göre bir bütünün varlığı kendisine bağlı olan ve onun hakikatinden veya mahiyetinden bir cüz olan şeydir. Bir bütünün varlığı ona bağlı yani rükün olmasa o bütün olamıyor, varlığını sürdüremiyor.

 

1:00:11

 

Dolayısıyla onun hakikatinden veya mahiyetinden bir cüz olan şeydir. Rukü namazdan bir rükündür. Çünkü ondan bir cüzdür. Kıraat de namazda bir rükündür. Namazın hakikatinden bir cüzdür. Akidde icap ve kabul rükündür. Çünkü akdi oluşturan bir cüzdür. Cumhura göre rükün bir şeyin varlığı mahiyetinden hariç olsa da esasen kendisine bağlı olandır.-Bu da cumhurun tarifidir, rükün konusunda bu da Hanefilerin görüşüne yine uymaktadır-. Bir de mani, hükmün yokluğu ya da sebebin bâtıllığı gereken şeydir. Bir şeyin bulunmasından dolayı hükmün yokluğu ya da sebebin bâtıllığı gereken şeydir. Mesela zekât konusunda borcun varlığı zekâtın vacip olmasına manidir. Çünkü borcunu vermen gerekir. İşte baba olmak kısas edilmeye manidir gibi. Bir de sıhhat, fesat, bâtıl olma gibi ıstılahlarımız bulunmaktadır. İnşâAllah derslerimiz bu ıstılahlarla birlikte Amelde Fıkh-ı Ekber’den keşif notlarımız devam etmektedir.

 

1:02:28

 

 

(Visited 205 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}