74- Amelde Fıkhı Ekber Ders 74
AMELDE FIKH-I EKBER DERS 74
Kıymetli izleyenlerimiz, derslerimiz devam ediyor. Hasta konusunda: Bir hasta, hâlini anlatabilir. İbn-i Mesut’tan gelen bir haberde: “Şikâyetten önce şükredilirse bu şikâyet değildir.” Sabretmeye teşvik edilmelidir. Allahu Teâlâ sabretmeyi kesinkes emretmektedir. “Sabret, zirâ senin sabrın ancak Allah’ın yardımıyladır.” Nahl Suresi ayet-i kerime 127’de bunu görmekteyiz. Yine Zümer Suresi 10. ayet-i kerimede: “Sabredenlere mükâfatları hesapsız olarak verilecektir.” Şanlı Peygamberimiz’den de gelen haberde (A.S.V.): “Sabır ışıktır.” buyruluyor. Yine Peygamberimiz’den gelen başka haberde bir kadın Hz. Peygamber’e (A.S.V.) geliyor ve şöyle diyor: “Ey Allah’ın Resulü! (A.S.V.) Dua et de Allah bana şifa versin.” Bunun üzerine o Rahmet Peygamberi şöyle buyurdu: “Dilersen Allah’a dua ederim, sana şifa verir İnşâAllah Teâlâ. Dilersen, sabret. O zaman senin için sorgu sual yoktur.” Kadın o zaman: “Sabredeyim de bana sorgu sual olmasın.” dedi. Şu imânlı kadına bak, hasta bir kadın ama imânlı bir kadın. O Şanlı Peygamber’i nasıl tasdik etti! Evet, kıymetliler. Bu haberi kıymetli muhaddislerimiz rivayet etmişlerdir. Kıymetli sahabî (Radıyallahu anhüm ve erdahüm ecmain) hazratında bunlardan birisi de bunu rivayet eden İbn-i-i Abbas’tır. Evet, kıymetliler. Sabr-ı cemil (güzel bir şekilde sabretmek); hiçbir yaratığa, yaratılmışa şikâyet etmeden sabretmenin adı sabr-ı cemildir. İşte, güzel sabırdan bahsediliyor. Hiçbir yaratığa, mahlûkata, yaratılmışa şikâyet etmeden sabretmek sabr-ı cemildir denildi. Allah’a şikâyette bulunmak sabra aykırı değildir. Çünkü her hâlini Yüce Allah’ın dergâh-ı izzetine arz edersin; çünkü O’na muhtacız, hem de ebedî. Eyüp (A.S.) bak şöyle dedi: “Rabb’im, bana bu dert gelip çarptı. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin, sensin.”
Dakika 5:05
(Enbiyâ Suresi, 83). Kıymetliler, yine Yakup (A.S.) da: “Ben üzüntü ve kederimi yalnız Allah’a şikâyet ederim.” Bu da Yusuf Suresi 86’da; bunlar birer, birer ayet-i kerimedir. “Sizden biri ancak Allah’a hüsn-ü zan besleyerek ölsün.” Peygamberimiz böyle buyurdu. Câbir Hazretleri’nden gelen bir rivayettir bu. “Ben, kulumun bana beslediği hüsn-ü zanna göreyim.” Bu da Peygamberimiz’den gelen bir haberdir. “Eğer benden hayır umarsa hayra kavuşur; şer beklerse onunla karşılaşır.” diye Buhârî, Müslim gibi kıymetli muhaddislerimizin rivayet ettiği bir hadis-i kutsidir bu da. Kıymetli efendiler, ölüm istenir mi? Bu konuda da Peygamberimiz’den gelen haberlere bir bakalım: “Sizden birisi yakalandığı hastalıktan dolayı ölümünü istemesin.” Ölüm istemeyin diyor Peygamberimiz (A.S.V.). Eğer mutlaka isteyecekse şöyle desin: -Allah’ım; yaşamak daha hayırlı ise beni yaşat, ölmek hayırlı ise beni öldür, vefat ettir-, böyle dua etsin. Allah’tan direkt ölüm istemeyin.” dedi Peygamberimiz ‘’Allahümme ehyini mâ kânetil hayatü hayranni ve teveffeni mâkenetil ve fatü hayran li’’ İşte, kıymetliler. Eğer dinine bir zarar gelmişse fitneden korktuğu için, o zaman -bakın- Peygamberimiz ne buyurdular? “Allah’ım, kullarına bir fitne murat edersem fitneye uğramadan önce benim ruhumu al.” Burada -bakın- dine gelecek, imâna gelecek bir fitne tehlikesinden bahsediliyor. İmansız yaşamaktansa imânla ölmek elbette tercih edilir. Allah, ebediyyû’l ebed, bir an bile, saliseler salisesi anında bile imânsız bırakmasın; imânsızlık ebedî. Gerçek imân, İslam’ın ortaya koyduğu imândır. Onun için Yüce İslam’ı şunun veya bunun keyfine konuşmalarla imân olmaz imân! Hz. Muhammed’e ihsan edilen İslam’ın tümünü kalbin tahsisten geçirecek, dilin ikrâr edecek, bu imân amel-i sâlih’e dönüşecek, güzel ahlâka dönüşecek.
Dakika 10:00
Hastalıkların tedavi konusuna da şöyle bir bakalım: Hastaların tedavisi sünnettir. Şafiîlere göre Peygamber Efendimiz’e’den gelen haberlere bir bakalım. Allah (C.C.) bakın ne diyor, Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri ne buyuruyor? “Yüce Allah hangi hastalığı vermişse, onun haram olmayan ilacını da vermiştir.” Kim diyor bunu? Peygamber Efendimiz’den geliyor bu haber. Evet, kıymetliler. Yine Peygamberimiz’den gelen haberde: “Allah (C.C.) hiçbir hastalık indirmemiştir ki onun ilaç ve devasını da indirmiş olmasın. O devayı bilmeyen bilmez, bilen bilir. İneklerin sütüne devam edin, çünkü onlar çeşitli bitkilerden yiyerek süt yaparlar, sütlenirler. Allahu Teâlâ hastalığı da ilacını da indirmiştir, inzâl eylemiştir. Her hastalığa Allah bir ilaç yaratmıştır. Tedavi olun, fakat haramla tedavi olmayın.” İşte, kıymetliler. İbn-i-i Mesut’tan gelen, aynı zamanda diğer muhaddislerin de rivayet ettiği Hadis-i Şeriflerde böyle bildirilmiştir. Yine Buhârî’de şöyle deniliyor: “Allah hangi hastalığı indirmişse onun şifasını da indirmiştir.” Kim diyor? Peygamber Efendimiz buyuruyor. Hastayı zorla tedavi etmek, zorla yemek yedirmek mekruhtur. Nebevî gibi kıymetli âlimlerimiz de -bakın- bazıları ne dediler? Allah’a tevekkül niyetiyle terk ederse bu fazilettir, ittifakla da caizdir. Bu, tevekküle aykırı da değildir. “Kendinizi tehlikeye atmayın.” diyen ayet-i kerimeye de aykırı değildir. Şimdi bu konuda Hanbeliler, bakın ne demişler, bir de onlara bakalım. Hanbeliler de zımmîyi ziyaret etmek, selama zımmîden önce başlamakta olduğu gibi haramdır demişler. Şafiîlere göre ise caizdir. Şimdi bir Yahudi çocuğu Hz. Peygamber’e hizmet ediyordu. Bir gün hasta oldu, bunun üzerine o Şanlı Peygamber Hz. Muhammed (A.S.V.) onu ziyarete gitti. Başucunda oturarak ona şöyle dedi: “Müslüman ol.” Çocuk orada bulunan babasına baktı -babası da Yahudi-, babası çocuğa (Ebû’l Kasım’a); “Hz. Muhammed’e itaat et.” dedi. Yani Müslüman ol dedi babası çocuğuna; o da hemen Müslüman oldu. O rahmet, şefkat, merhamet peygamberi Hz. Muhammed (A.S.V.), çocuğun yanından çıkarken şöyle diyordu:
15:03
“Onu cehennem ateşinden kurtaran Allahu Teâlâ’ya hamd-ü senalar olsun, hamd olsun.” diyordu. İşte, kıymetliler. Bir insanın gerçek anlamda Müslüman olması, onun ebedî kurtulmasıdır. Hayattan ümit kesilme gibi durumlara, tövbe ve bu konuda imânın hükmü gibi durumlara şöyle bir bakalım: Âlimler yeis hâlinde olan, hayatından ümit kesilen kimsenin imâna gelmesinin kabul edilmeyeceği konusunda ittifak etmişlerdir. Adam Müslüman değil, hayatından da ümit kesilmiş, o duruma gelmiş. Ondan sonra Müslüman oluyorsa bu imânın makbul olmayacağı konusunda bütün İslam âlimlerinin ittifak hâlinde olduğu eserlerimizde bulunmaktadır. Şimdi Ğafir (Mü’minûn) Suresi Kur’an-ı Kerimin 85.ayetinde, bu sure-i celilede: “Bizim azabımızı gördüklerinde imâna gelmeleri onlara fayda vermedi.” diyor Cenab-ı Hakk. İşte Azrail (A.S.) veya onun emrindeki ölüm melekleri gelip gözünden perdeler kalkıp Sekerât-ı Mevt hâli başladığı zaman, o zaman Müslüman olmanın bir faydası yok. Önceden, o hâle gelmeden, hayatından ümit kesilme gibi bir duruma düşmeden önce imâna gelmiş olması lazım; ölümden kurtulmayacak bir hâle düşmesidir. İşte o hâle düştükten sonra ki imân etmenin bir faydasının olmadığı söyleniyor. Eş’arîlere göre bu durumdaki tövbe de kabul edilmez. Onlar, daha önceden imânı olsa bile bu hâlde tövbesi kabul edilmez diyorlar. Yalnız ihtiyar ve iradesi kalmamış olduğu için diyorlar. Tövbenin şartı ise gelecekte öyle bir günahı bir daha işlemeyeceğine samimi bir yolla azmetmektir. Geleceğe ümit kesilmiştir, onun için tövbesi kabul değil demiş Eş’arîler. Fakat Hanefiler -bak- ne diyorlar? Hayattan ümit kesilmesi durumundaki tövbenin de kabul edileceği ancak imânın kabul olunmayacağıdır. İmânı varsa Hanefilere göre tövbesi kabuldür ama Eş’arîlere göre kabul değildir; tövbesi de kabul değildir dediler onlar. Şanlı Peygamberimiz (A.S.V.) şöyle buyuruyor: “Allahu Teâlâ (C.C.) can boğaza gelmediği müddetçe, kulun tövbesini kabul eder. Can boğaza geldiği sırada zaten konuşmak, tövbe etmek, mümkün de değildir.” diyor. İşte, Peygamber Efendimiz’in sözü
20:00
her iki ekolün de görüşlerini açıklamaktadır. Ansızın ölüm meselesi: Yine öldükten sonra dirilme; şöyle bir bakalım. “Her kul, öldüğü hâl üzere diriltilecektir.” İşte bir Hadis-i Şerif bu da, muhaddislerimiz sahih kaynaklarda bunları zikretmişlerdir. Kıymetliler, her kul öldüğü hâl üzere diriltilecektir. İmânlı ölmüş isen imânlı kalkarsın mezardan, dirilirsin, imânlı dirilirsin. Kâfir ölen kâfir kalkar mezarından, dünyada Müslümanlığı yaşayarak ölen Müslümanca kalkar mezarından, mahşere gelir. Gâvurca yaşayanlar, gâvurca ölenler, gâvurca mezarından kalkıp mahşere gâvurca, gâvur olarak gelirler. Nasıl yaşarsan öyle ölürsün, nasıl ölürsen öyle dirilirsin. Bu da Peygamberimiz’den gelen haber. Ey insanoğlu! Aklımızı başımıza alalım, Allah’tan hidâyet, tevfik isteyelim. Gece gündüz yalvaralım. Gaflet ve cehâlet, insanları mahveder. Şanlı Peygamber (A.S.V.) ansızın ölümden Allah’a sığınmıştır İbn-i Mesut’tan gelen ve kıymetli Annemiz’den gelen haberlerde (Aişe Annemiz’den); “Ansızın ölmek mümin için rahatlık, kâfir için gazaba yakalanmaktır.” dediler. Tabii onlar bu haberi Peygamberimiz’den rivayet ettiler. Hadis-i Şerifler genelde Peygamberimiz’in sözleridir. Bazen sahabenin kendi sözleri de olabilmektedir ama sahabenin kendi sözünün de Peygamber’e dayanma durumunun çok yüksek olduğunu da unutmamak lazım. Bir sahabî, Peygamber okulunda okuyan zât-ı muhteremlerdir (Radıyallahu anhüm ve erdahüm ecmain). Ölüm hâlinin yaklaşması durumunda ayaklar gevşer ve kendini bırakır. Burun delikleri eğrilir, şakaklar içeri çekilir; bunlar ölüm alâmetleridir Yine şöyle bir bakalım: Ölen kimseyi kıbleye döndürmek: Ölü ve dirilerinizin kıblesidir; neresi? Beytullah, Kâbe-i Şerif. Şanlı Peygamber böyle buyurdu: “Ölü ve dirilerinizin kıblesidir o Kâbe-i Şerif, Beytullah” buyurdular. “Beni kıbleye döndürün.” Bakın, Huzeyfe Hazretleri: “Beni kıbleye döndürün.” O kıymetli Annemiz Fatıma-tüz-Zehra (R.A.), Ümmü Râfi’ye: “Beni kıbleye çevir.” demişlerdi.
Dakika 25:06
Ölüm döşeğinde mümkün değilse kıbleye çevirmek, sırt üstü yatırılır ve yüzüyle ayakları kıbleye doğru çevrilir. Ruhunun daha kolay çıkmasına sebeptir de demişler. Zor olursa; o takdirde o, olduğu hâlde bırakılır. Ölüm anındaki kişinin ağzına bir kaşık yahut pamukla soğuk su vermek sünnettir dediler. Şahadet konusunda, ölüye telkin yapma konusunda da; adam cana kurulmuş, ölüyor. Ona telkinde bulunmak gerekir.
(لَا اِلَهَ اِلَّا اللهْ مُحَمَّدُ الرَّسُولُ اللهْ )
Bu yavaşça kulağına yakın söylenir ama ona sen söyle denilmez, sadece sen söylersin. O hatırlar, senden duyar. Allah’ın inâyetiyle onun da Kelime-i Tevhid getirmesine sen vesile olursun. “Son kelimesi tevhid olanlar için müjdeler vardır. Ölülerinize (Lâ ilahe illâllah)’ı telkin ediniz.” diyen Şanlı Peygamberimiz’dir (A.S.V.) Ölüm zamanında bir Müslüman, bu cümleyi söylerse bu onu cehennem ateşinden kurtarır. Her kimin en son sözü (لَا اِلَهَ اِلَّا اللهْ مُحَمَّدُ الرَّسُولُ اللهْ )
olursa cennete girer. Hanefi ve Mâlikîlere göre can boğaza gelmeden telkin edilmesi menduptur. Yani, can boğaza gelmeden yapın bunları diyor Hanefi âlimleri ve Mâlikîler. Şahadet kelimesi yani مُحَمَّدُ الرَّسُولُ اللهْ kelimesi ilave ederek yapılır. Buraya dikkat edin! ‘’Lâ ilahe illâllah’’ لَا اِلَهَ اِلَّا اللهْ ikinci kelime olmaksızın kabul edilmez. İkincisi nedir? مُحَمَّدُ الرَّسُولُ اللهْ Muhammedur Resûlullah’tır. Eğer bir adam Lâ ilahe illâllah لَا اِلَهَ اِلَّا اللهْ diyor ‘’Muhammedur Resûlullah’’ مُحَمَّدُ الرَّسُولُ اللهْ demiyorsa kabul edilmez dediler. Nazik ve yumuşak davranmak: Bunları söylerken telkinde bulunurken yine ona emrivaki olarak değil yumuşak, tatlı bir şekilde, ona ‘sen söyle’ demeden, ‘’Lâ ilahe illâllah Muhammedur Resâlullah’’ (لَا اِلَهَ اِلَّا اللهْ مُحَمَّدُ الرَّسُولُ اللهْ ) diye onun yanında, onun duyacağı kadar -fazla değil hafif bir sesle- bu telkin yapılır. Hanefiler, o yüksek âlimler kitlesi, ölü kabre yerleştirildikten sonra Allah’ın kulu ey falanın oğlu, dinini hatırla, Allahtan başka bir ilah bulunmadığına ve Hz. Muhammed’in (A.S.V.) Yüce Allah’ın en büyük kulu ve en büyük peygamberi olduğuna şahadet etmektir.
30:05
De ki: Rab olarak Allah’a, din olarak İslam’a, peygamber olarak Şanlı Muhammed Mustafa’ya râzı oldum. Ölüm anındaki kişiden çıkmış bulunan bazı küfür kelimeleri saklanır. Ölü mezara konulunca böyle de telkin edilir. Muamele ircâ edilir, aklının gittiğine hamletmek gerekir. Ölüm anında bazıları küfür kelimeleri kullanırlar, Allah bu duruma kimseyi düşürmesin. Bunlarda ne yapılır? Bunun artık aklının gittiğine hamledilir, bunlar ifşa da edilmez. Ehl-i Sünnet âlimleri iki meleğin herkese mezarda, kabirde soru soracağı konusunda ittifak etmişlerdir. Buna dikkat edin! Bugün birileri çıkmış Ehl-i Sünnetin dışında mezarda sual yoktur diyorlar. Bu yoktur diyenler, en şiddetli kabir azabına tutulurlar. En şiddetli suale, hesaba da çekilirler. İbn-i-i Abdülber ile Suyûtî ’ye göre en kuvvetli görüş bakın şudur: Hadis-i Şerifler, kabirdeki sualin kıble ehlinden olup açıkça Kelime-i Şehadet getiren mümin yahut münafık kişilere ait olduğu, inkârcı kâfirlere ait olmadığı hususuna delâlet etmektedir dediler. Şimdi kâfirin durumu, tamamen kâfir olarak bilindiği için zaten kâfire hesap sorulmadan kabirde kabir azabı başlar. Ama münafık, sahtekâr, “Ben Müslümanım” diyordu; ona kabir suali sorulur diyor. Bak, mümin de zaten Müslümandır, o da sorulara cevap vermektedir. İmâm-ı Suyûtî’nin de kaleme aldığı üzere sekiz sınıf kabir sualinden muaftır: Şehitler, cihat için sınırda nöbet bekleyen o mücahitler, tâûn hastalığından ölenler, yine çocuklar, cuma günü-gecesi ölenler, her gece Tebareke (Mülk) Suresi’ni okuyanlar Secde Suresi’ni ve ölüm hastalığı esnasında İhlas Suresi’ni okuyanı da bu sınıfa katmışlar; Bu sekiz sınıf kabir azabından, kabir sualinden muaftır demişler. Evet, Suyûtî bunu dile getiriyor. İmam Suyûtî -biliyorsunuz- kıymetli İslam âlimlerinden birisidir. Ölen kişinin yanında Kur’an-ı Kerim okumak veya okumamak konusunda da kıymetli ekollerin görüşlerine bir bakalım:
Dakika 35:08
Mâlikîler, ölenin yanında Kur’an-ı Kerim okumak mekruhtur diyorlar. Öldükten sonra ve kabir üzerine Kur’an-ı Kerim’i okumak da mekruhtur dediler Mâlikîler. Yasin okumak menduptur dediler ölülerinize; yalnız Yasin menduptur diyenler cumhurdur. Ölülerinize Yasin okuyun. Hanefiler ve Şafiîlerin sonradan gelen bazı kıymetli âlimler Ra’d Suresi’nin de okunmasını güzel görmüşlerdir. Yine Peygamberimiz’den gelen bir haberde “Ra’d Suresi’ni okuma, kişinin ruhunun kolayca ayrılmasına yardımcı olur.” diye Câbir Hazretleri’nden gelen bir Hadis-i Şeriftir. Tabii mekruhtur diyenlerin de bu surelerinin okunması teşvik edenlerin de haklı nedenleri bulunmaktır. Şimdi ölüm anında Kur’an okumak mekruhtur diyor Mâlikîler; buna dikkat lazım. O ölüm anından biraz önce, öldükten sonra mezarında ve daha sonraları okumak ise caizdir. Fakat içinde bulunduğu ortamı iyi değerlendir. Adam cana kurulmuş, telkin vermen gerekiyor -daha önce de hatırlattığımız gibi-. Yine ölen kişinin gözlerini kapatmalı, çenesini bağlamalıdır. Takva sahibi olan birisi gözlerini kapatır, çenelerini bağlar, ağzı açık kalmasın diye yapılır bunlar. Ve dua okunur, okunacak dualardan birisi de şudur: ‘’Bismillahi ve âlâ milleti Rasûlillahi Allahümme yessir aleyhi emrahü vessehhil aleyhil mâbâdehü ve es’edühü biligâike ve ceâl mâhâracil harac ileyhi hayra mimmâ haraca anhü’ bu duanın okunması da tavsiye edilmiştir. Hayızlı ve nifaslı, cünüp kimseler oradan çıkarılır; çünkü öylesi ortamlara melekler girmezler. Hoş kokular oralarda kokutulur, hafif bir örtüyle örtülür. Yine üzerine hafif bir demir parçası gibi bir şey konulur (karnı şişmemesi için), serin tutmasına faydası dokunulur, elbiseleri soyulur, kıbleye döndürülür, iki elleri iki yanına konulur. Evet, kıymetli ve muhteremler. Hanefilere göre ölü yıkanıncaya kadar üzerine Kur’an-ı Kerim okumak mekruhtur. Dikkat edin! Artık ölü; öldü. Yıkanıncaya kadar onun üzerine Kur’an-ı Kerimi okumak Hanefilerce mekruhtur. Yıkandıktan sonra okuyun diyor Hanefiler.
Dakika 40:01
Ölüyü öpmek caiz midir? Teberrüken caizdir. Sevgili Peygamberimiz’den gelen haberde, Osman bin Maz’ûn’u Peygamberimiz’in öptüğü söyleniyor. Yine Ebûbekir de Hz. Peygamber’i vefatından sonra öpmüştür diye haber var. Ölünün ailesi kendisini görmek isterse buna engel olunmaz. Câbir Hazretleri şöyle demiştir: “Babam şehit edildiğinde yüzünden örtüyü açıp açıp ağlıyordum.” Ölüm haberi üzerine -cumhura göre- onun ölümünü ilan etmekte bir sakınca yoktur. Necaşi’nin öldüğü gün ashabına ölüm haberini Sevgili Peygamberimiz duyurmuştur. Bu, aynı zamanda bir mucizedir. Şanlı Peygamber (A.S.V.); Cafer bin Ebû Talip, Zeyd bin Hârise ve Abdullah bin Revâha’nın ölüm haberlerini vermiştir. Hanefilerin sonradan gelen bazı âlimler, eğer ölen şahıs âlim ve zahit, kıymetli, mübarek bir kimse ise ölümünü tellallar aracılığı ile duyurmayı çok güzel görmüşlerdir. Esas olan görüş de budur. Müşterek hukuku vardır, haberdar edilmesi gerekir toplumların. Çünkü âlimler bütün toplumlar için teberrüken çok kıymetli; ilmî miras bütün topluma âlimlerden yansır. Bunun için kim olursa olsun ölüm haber verilir eşine, dostuna, herkese. Hambelilere göre bir tellal kiralayıp bunu duyurmak mekruhtur. Huzeyfe şöyle demiş: (R.A.) “Hz. Peygamber’in cenaze ilanı vermeyi yasakladığını iştim.” Huzeyfe kendisi için de şöyle demiş: “Öldüğüm zaman ölüm haberimi kimseye ilan ettirmeyin, çünkü ben bunun nay (cahiliye dönemindeki yasaklanmış ölüm ilanı) olmasından korkarım.” Hz. Ömer’in oğlu: “Ölüyü ilan etmek, cahiliye dönemindeki ölü ilanıdır.” el-Mühezzeb adlı kitabın müellifinin, bu şekilde bir beyânda bulunduğu hatırlatılmış. Ölüyü süratle hazırlamak: Üç şeyde acele etmek müstehaptır: Ölüyü defnetme konusunda acele edin, borçları ödeme konusunda, vasiyetleri yerine getirme konusunda acele edin. Süratle ölüyü hazırlamak müstehaptır. İmâm-ı Ahmet bin Hanbel; “Bu, ölüye ikramdır.” demiş. Talha bin Berâ hastalanmıştı. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz (A.S.V.) onun ziyaretine giderek şöyle buyurdu: “Bana öyle geliyor ki Talha’da ölü belirtileri var.
Dakika 45:01
Ölünce bana haber verin ve acele edin, çünkü bir Müslümanın cesedinin, ailesi arasında hapsedilmesi yakışmaz.” buyurdu Peygamberimiz. Yine Hz. Ali’den gelen bir haberde: (Radıyallahu anhüm ve erdahüm ecmain) “Ey Ali! Üç şey tehir edilmez: Vakti gelen namaz, hazırlanan cenaze, dengi bulunan bekâr kızın evlendirilmesi; bunlar tehir edilmez, bunları derhal yerine getirin.” buyurdu Peygamberimiz; Hz. Ali rivayet ettiler bunu. Ölünün borçlarını ödenme konusunda da acele edilmelidir. Bu konuda da Peygamberimiz’den: “Ödeyinceye kadar müminin ruhu, borcuna bağlıdır.” Görüyorsunuz, fakat malı bulunmayanın, Allahu Teâlâ’nın onun borçlarını ödeyeceği zikredilmiştir. İçinde ödeme niyeti bulunduğu hâlde bir kimse borçlanır da ölürse Allah onun borcunu siler ve dilediği şeyi vermek suretiyle alacaklısını râzı eder. Bir kimse de ödememek niyetiyle borçlanır da ölürse kıyamet gününde Allah alacaklısı adına ondan hakkını alacaktır diyor. Kesin borcu ödeme niyeti olanla olmayan -bak- çok farklı. Evet, kıymetliler. Yine başka bir haberde: “Borç iki türlüdür; borcunu ödemek niyetinde olduğu hâlde borçlu ölen kimsenin ben velisiyim.” diye buyuruyor Cenab-ı Hakk. Borcunu ödemek niyetinde olmadığı hâlde ölen kişinin ise iyiliklerinden alınıp o alacaklıya verilir buyuruyor. O günde dinar, dirhem yoktur. Namazların, oruçların varsa, hayır hasenâtların elinden alınır; o kimin hakkını yemişse onlara verilir. Aklını başına al, iflas edersin. Bütün amelleri borçlusuna yetmeyip de iflas edip cehenneme atılan nice hacılar, nice hocalar, nice namazlılar, abdestliler, zekâtlılar görürsünüz. Hayır hasenât işlemiş ama onun bunun hakkını da yemiş; bunlar iflas ederler. Bu duruma düşmemek lazım. Ölünün hakları; Ya Rabbi! Bu duruma düşenlerden eyleme. Ölüyü hazırlama, yıkama, kefenleme, cenaze namazını kılma, defnetme, cenazesini taşıma ve cenazeye katılmak; bunlar ölüye karşı vazife, görevdir. Bunlar; ölünün, dirilerdeki haklarıdır. Bu konuda âlimlerin icmâsı da vardır. Ölü yıkanmadan yahut kefenlenmeden defin edilirse mezarından, kabrinden çıkarılıp eksiklerinin tamamlanması gerekir de dediler.
Dakika 50:03
Görüyorsunuz, Yüce İslam’da insanoğlu çok değerlidir; ölüsü de dirisi de. Kıymetliler, şimdi dersimiz cenazeyi yıkama konusunda devam edecektir. Kıymetli efendiler, cenaze yıkamak konusunda -bu da farz-ı kifayedir- “Onu su ile ve sidr ve sabun işini gören bir madde ile, bir bitki ile yıkayın ve iki parça elbisesi içinde onu kefenleyin.” diyen bir Hadis-i Şerif vardır. Bu hadis, üzerinde ittifak edilen Hadis-i Şeriflerdendir. Yine ölünün hemen yıkanması sünnettir. Ölünün cesedinin sadece bir kısım azaları varsa bunlar yıkanıp Şafiî ve Hanbelilere göre üzerlerine namaz kılınır. Sahabe böyle yapmıştır der bu kıymetli âlimler. İmâm-ı Ebû Hanefi yani İmâm-ı Âzam ile İmâm-ı Mâlik’e göre cesedinin çoğu bulunursa üzerine namaz kılınır. Su kullanma imkânı olmadığı zaman ölüye teyemmüm vermek, yıkamak yerine geçer. Erkekleri erkeklerin yıkaması, kadınları da kadınların yıkaması gerekir. Hanefilere göre erkeğin cenazesini yıkaması; -mesela- hanımını yıkayabilir mi? Hanefilere göre caiz değildir, çünkü nikâh bağı kesilmiştir. Bakması sadece caizdir demişler. Kadının ise kocasını yıkaması caizdir demişler. Evet, kıymetliler. Cumhura göre karı-kocadan her biri için, diğerini yıkamak caizdir. Eline bir bez alır, bunda ittifak vardır. Şafiîlerce evlilik bağı kesilse de kadın, kocasını yıkayabilir. Bunlar bu konuda Hanefiler gibi düşünmüşlerdir. Delil ise; Aişe Validemiz’den şöyle haber gelmiştir Peygamberimiz’den rivayeten, o Şanlı Peygamber (A.S.V.): “Bakî’deki (Cennetü’l-Bakî mezarlığı) bir cenazeden dönmüştü. Benim başıma ise çok şiddetli bir ağrı gelmişti.” diyor Aişe Annemiz. “Vay başım diye sızlanıyordum. O Allah’ın Resulü, Şanlı Peygamber (A.S.V.) -belki benim vay başıma- buyurdu. Benden önce ölsen sana bir zarar olmaz. Ben seni yıkar, kefenler, sonra üzerine namaz kılar ve defnederdim” Peygamberimiz’in Aişe Annemiz’e böyle buyurduğu rivayet olunuyor. Aişe (R.A.) şöyle derdi: “Geçmişte kalan durumla bugün karşılaşsaydık Allah’ın Resulü sadece zevceleri yıkardı.”
Dakika 55:10
Evet, kıymetliler. Bu da Aişe Annemiz’den gelen bir haber, bunu da İbn-i Mâce gibi, Ahmet bin Hanbel gibi muhaddislerimiz rivayet etmişlerdir. Yine Hz. Ali (R.A.) Hz. Fatıma’yı yıkamıştır diye haber var. Ebûbekir de hanımını kendisini yıkamasını vasiyet etti diye de haber bulunmaktadır. “Bir erkek; mahremlerinden birini, elbisesinin üzerinden yıkayabilir.” diye de kaleme alınmıştır bunlar İttifakla erkek ve kadınların baliğ ve baliğa olmayan oğlan ve kız çocuklarını yıkamaları caizdir demişlerdir. Yine yıkamaya en lâyık kişi namaz kıldırmaya en lâyık olan kişilerdir. Kadını yıkamaya en lâyık kişiler onların en yakınlarıdır. Evet, kıymetliler. Ölüyü yıkamaya babanın yıkama hakkı vardır öncelikle; kendi yakınları bir erkeği erkek yıkayacağı zaman baba önde gelir. Sonra dede, daha sonra oğul, ondan sonra torunlar, kardeşler, kardeş oğulları, amcalar, amcaoğulları gelir. Namazını kıldırmaya en lâyık kimselerdir. Çünkü cenazeyi öncelikle cenazenin en yakınları kıldırmaya lâyıktır. Yine yıkamada en lâyık olan onlar olur; ilgili olan, en bilgisi bilgili olan kişi tercih edilir. Sonra Şafiîler ve Hanbelilerce zevce gelir. Yine başka görüşte Mâlikîlere göre sonra en yetkili kimse ana, kız, kardeş, hala, teyze gibi mahrum kadınlardır. Bunlar bulunmazsa yabancı bir kadın, cenazeye teyemmüm verir. Tabii bunlar normal; erkeği erkek yıkayacak kadını kadın yıkayacak. Mesela bu gibi normal ortamlar bulunmadığı zaman, anormal ortamlarda teyemmüm yaptırma durumu da vardır. Bu da Mâlikîlere göredir. Hanbeliler, vâsisini tercih etmişlerdir. Ebû Bekir hanımını hanımı Esma’ya kendisini öldükten sonra yıkamasını vasiyet etmiştir. Hz. Enes de yine İbn-i-i Sîrîn’in yıkamasını vasiyet etmiştir. Kadınları yıkamaya mahrem olan yakınlarıdır; en lâyık olan, mahrem olan yakınlarıdır.
Dakika 1:00:01
Mahremden maksat, neyi anladınız? Nikâh düşmeyen en yakınlarıdır, yabancı olmayan yakın akraba anlamındadır. Bir kadın erkekler arasında ölürse, bir erkek yalnız olarak sadece kadınlar arasında ölürse Hanbeli, Hanefi ve Şafiîlere göre yabancı biri bir bez parçası aracılığı ile teyemmüm aldırır demişlerdir. Görüyorsunuz, bir kadın erkekler arasında öldüğü zaman, bir erkek yalnız olarak sadece kadınlar arasında öldüğü zaman teyemmüm ettirilir demişlerdir. Kime göre? Hanefi, Hanbeli, Şafiîlere göre. Yine yabancı birisi bir bez parçası aracılığıyla teyemmüm aldırır demişlerdir. Hanbelilere göre cenaze yıkayan kişi Müslüman olmalıdır, niyet etmelidir. Ameller niyetlere göredir. Akıllı, akıl baliğ olmalıdır. Cumhur, Müslümanlık ve niyet şartını ileri sürmezler. Hanefilere göre niyet, taharetin şartı değildir. Niyet, belki sorumlu kişilerden farzı düşürmek için şarttır. Yine yıkayan kimsede aranan faziletler: Yıkayan kişinin güvenilir, emin, o işi bilen olması müstehaptır. “Ölülerinizi güvenilir kişilerden başkası yıkamasın.” İşte, Hz. Ömer’den gelen, Hz. Ömer’in oğlundan gelen haberdir bu da; bu şekilde bu Hadis-i Şerif rivayet edilmiştir. Kıymetli izleyenler, ihtiyaç dışında gözlerini sakınmalıdırlar. Yani ölünün ihtiyaç olmadıkça rastgele her yerine bakmayın diyor. “Her kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse Allahu Teâlâ (C.C.) kıyamette onun ayıplarını örter.” diyor; Peygamberimiz’den gelen haber. “Her kim bir ölüyü yıkar da bu yıkama esnasında emanete riâyet ederse ve ölüde gördüğü kusurları insanlara açıklamazsa, anasından doğduğu gün gibi günahlarından sıyrılır. Ölüye en yakın olanınız eğer biliyorsa onu yıkasın, şayet bilmiyorsa mütteki ve emin gördüğünüz biri yıkasın. Her kim ölüyü yıkayıp gördüğü hoş olmayan şeyleri gizler, örterse Allahu Teâlâ ona kırk kere mağfiret eder.” diye de bir Hadis-i Şerif gelmiştir. Bu hadisin sahih olduğu da söylenmiştir. Yüzünün nurlu olması, tebessüm etmesi hayır alâmetlerini açıklar ve söylerse; bunları söylemesi müstehaptır. Ama ölünün vücudunun örtülmesi de müstehaptır.
Dakika 1:05:03
“Ölülerinizin iyi ve güzel yönlerini söyleyin, kötü durumlarını söylemeyin.” Peygamberimiz’den gelen haberdir bu da. Buna da bu Hadis-i Şerif de sahihtir demişlerdir. Evde veya kapalı bir yerde yıkanmalıdır cenazeler. Yardımcı alırsa bu caizdir, yardımcı dışında kimselerin bulunması mekruhtur. Buhurdanlık bulunursa, bu da müstehaptır. “Diri yahut ölü hiç kimsenin uyluğuna bakma.” Hz. Ali’den gelen bir haber, o da Peygamberimiz’den rivayet ediyor (A.S.V.). Hz. Ali, Sevgili Peygamberimiz’i yıkarken elinde bir bez parçası vardı, gömleğinin altını yıkıyordu. Avret yerlerini yıkarken bir bez parçası yahut lif yardımıyla yıkamak vacip, cesedin diğer uzuvlarını yıkarken bunu yapmak ise menduptur. Hanbelilere göre ücret almak mekruhtur. Hanefiler ücret almayı caiz görmüşlerdir. Ücret almayı caiz görmeleri, bu işleri yapacak başka kimselerin var olması şartına bağlıdır. Başka kimse yoksa bu hizmetlerden dolayı ücret alınmaz. Bu işleri yapmak o kişilere farz-ı ayn olur. Hanefilerin sonraki fakihleri zarûret dolayısıyla tâatlerden dolayı ücret almayı caiz görmüşlerdir. Cumhura göre ölüyü yıkayan kişinin boy abdesti alması, yıkadıktan sonra müstehaptır. Şöyle buyrulmuştur: “Ölüyü yıkayan kişi kendisi de yıkansın.” diye Peygamberimiz’den haber vardır. Evet, kıymetliler. Şimdi ölüyü perdelerle örtülü bir yere koymaktır. Azalarından bazıları düşerse yıkanıp kefenine koyulur. Ölünün avret yerini örtmek vaciptir. Şafiîlere göre ölü elbisesinden soyulmaz, hafif bir gömlek içinde yıkanması menduptur. “Sevgili Peygamberimiz (A.S.V.) bir gömlek içinde yıkanmıştı.” diye rivayet bulunmaktadır ve sahih bir isnatla gelmiştir bu Hadis-i Şerif. Şimdi ölü yıkamanın şeriatlarıyla dersimiz devam ediyor. Ölü, Müslüman olmalıdır. Cumhura göre inkârcı ölünün yıkanması haramdır, Şafiîler ise caiz görmüşlerdir. Peygamber (A.S.V.), Hz. Ali’ye babasını yıkamasını ve kefenlemesini emretmiştir. O da babasını yıkayıp kefenlemiştir. Şafiîlerde esas olan görüşe göre ölüyü kefenlemek ve defnetmek vaciptir. Düşük çocukların durumuna gelince; hayat sahibi olduğu bilinmelidir. Mâlikîler göre canlılık emâreleri görülürse o taktirde cenaze namazı kılınır.
Dakika 1:10:04
“Doğan çocuk ses çıkarmadıkça üzerine namaz kılınmaz, varis de mûris de olmaz.” diye Peygamberimiz’den bir haber gelmiş; bunu Tirmizî gibi muhaddislerimiz rivayet etmiştir. Hanefilere göre ölü olarak doğan çocuk yıkanır, üzerine namaz kılınır. Miras alır, miras bırakır; canlılık emâresi göstermiş ise bu hükümler geçerlidir. Bakın, burada da yine canlılık emâresi göstermişse bu hükümler geçerlidir. Diri olarak dünyaya gelen çocuk, sesi çıkmasa da büyük insan gibidir. Çocuk sesi çıkmayabilir, canlı olduğunu bilirse oda büyük insan gibidir. Yaradılışı tam ise yıkanır, tam değil de bazı azaları belli ise yıkanmaz. Üzerine su dökülüp bir beze sarılarak kefenlenir, defnedilir, ismi konulur. Zirâ kıyamet gününde o da ne yapacak? Mahşere gelecektir, o mahşer kalabalığının içinde bulunacaktır. Şafiîlere göre hayat emâresi görülürse yıkanır ve üzerine namaz kılınır. Eğer hayat alâmeti görülmezse yıkanması ve kefenlenmesi, defnedilmesi son durumda farz olur. Dört aydan küçük düşükler yıkanmazlar Şafiîlere göre. Şafiî ve Hanbelilere göre dört aydan fazla ise yıkanıp üzerine namaz kılınır. “Düşük çocuk üzerine namaz kılınır.” diyen hadise dayanmışlardır ve bu Hadis-i Şerifin hasen ve sahih olduğu da söylenmiştir. Yine canlı doğmuş, yıkanmasının farz olduğunda ittifak etmişlerdir. Çünkü canlı doğmuş. Hayat emâresi yoksa, dört aylık ise üzerine namaz kılınmaz. Yine Şafiîlerle Hanbeliler. Dört aydan önce doğan çocuğun yıkanmayacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Ölünün cesedi konusunda da cesedin ekserisi bulunmalıdır. Hanefilere göre cesedin çoğu -başla beraber-; cesedin en az yarısı bulunursa bu ölünün yıkanması farzdır. Mâlikîlere göre baş dâhil ölünün cesedinin üçte ikisi bulunmalıdır. Üçte ikisi bulunmazsa mekruh olur. Şafiî ve Hambelilere göre az da olsa yıkanır ve üzerine namaz kılınır. Çünkü sahabe böyle yapmışlardır diyor. Kim? Şafiîler ve Hanbeliler. Şehitler de -biliyorsunuz- yıkanmazlar; -ileride derslerimizin akışı içinde görüleceği üzere- şehit, cumhura göre yıkanmaz, kefenlenmez, üzerine namaz kılınmaz. Cumhura göre elbiseleriyle gömülür ve silahları üzerinden alınır. Ebû Hanefi İmâm-ı Âzam’a göre şehit yıkanmaz,
Dakika 1:15:07
cenaze namazı kılınır. Delili ise İmâm-ı Âzam’ın; Uhud şehitleri için Sevgili Peygamberimiz: “Onları yıkamayın; çünkü her yara yahut her kan, kıyamette mis kokusu yayacaktır. Kokular saçılacaktır.” Hz. Peygamber (A.S.V.), Uhud şehitleri üzerine namaz kılmamıştır. Şimdi şöyle bir bakalım: Ölüye abdest aldırma konusunda -biliyorsunuz- mezhep imamlarının ittifakına göre çocuklar dışındaki ölülere abdest aldırılır. Sidr yahut sabun suyu kullanılır, iki avret yeri bir bez parçası aracılığıyla yıkayıp temizlenir. Hanefi ve Hanbelilerde abdestte ağza ve buruna su verilmez. Mâlikî ve Şafiîlere göre her ikisine azıcık su akıtılır. Ölü cünüp yahut hayız, nifas durumunda ise ittifakla ağız ve burnuna su verilir. Önce abdest vermekle işe başlanır; “Sağ tarafından ve abdest alma yerlerinden başlayın.” diye emir var. “Bedeninin aşağı kısımlarını su ve sidr ile iyice yıkayınca namaz abdesti gibi abdest aldır, sonra onu yıka.” diye Peygamberimiz’den haber vardır. Cünüplükten dolayı yıkanma gibidir ölünün yıkanması. Cumhura göre teneşir üzerine yatırılır, diz kapağı ile göbek arası örtülür. Şafiîlere göre ise gömleği ile yıkanır, avret yeri sarılmış bir bez yahut liflerle taharetlenir, sonra abdest aldırılır. Baş yıkanır, sakalları yıkanır, sabun köpürtülür, kirli yerleri öncelikle yıkanır, sağ tarafı yıkanır, sol tarafını, sonra iyice yıkar, su döker; birinci yıkama şeklidir. Üç kere bu tekrarlanarak yıkamak menduptur. Sonra kurulanır, hanut denilen güzel koku sürülür. Kâfur denilen madde konulur, gusül emri mutlaktır. Şafiî ve Hanbelilere göre hacda ölünce başı örtülmez, koku sürülmez. Sevgili Peygamberimiz’e bineğinden düşüp boynu kırılan bir adam getirildi. Adam ihramlıyken ölmüştü. Hz. Peygamber (A.S.V.) şöyle buyurdu: “Üç parça elbiseyle onu kefenleyin, su ve sidr ile onu yıkayın. Başını bağlamayın, hoş kokuları ona yaklaştırmayın çünkü bu kişi kıyamette telbiye getirerek diriltilecektir, ihramı bâkîdir.” Şafiîlerle Hanbelilere göre soğuk su ile yıkanır. Hanefilere göre su ısıtılır, yıkama tek yapılır. Allah tektir, teki sever. Onu üç yahut beş yahut yedi yahut daha çok kere yıkayın, bu sizin bileceğiniz iştir.
1:20:02
Peygamberimiz’den gelen bir haber de budur. Kıymetliler, Hanefi ve Mâlikîlere göre ölünün saçları taranmaz, saçları ve tırnakları kesilmez, sünnet edilmez. Bunları yapmak mekruhtur Hanefi ve Mâlikîlere göre. Hanefilere göre kerahet tahrimîdir. Kesilecek olursa saç ve tırnakları kefenine koyulur. Şafiî’nin sonraki görüşlerine göre saç ve sakalları hafifçe taranabilir, saçları düşerse kefenine konulur. Ahmet bin Hanbel: “Bıyıkları alınır, ölünün başı yıkanır, ölünün kıllarından yıkayanların ellerinde kalanlar yıkanıp başına konulur.” demiş. Yıkayın, sonra onları geri koyun. Ölünün bir parçası ölüyle beraber defnedilmelidir. Mâlikî, Hanefi ve diğerlerine göre kadının saçlarını hayatta olduğu gibi örgü yapmak menduptur. Pamuk kullanmakta bir beis de yoktur; bu maddelerin çıkması önlenmek, önletmektir. Hanbelilere göre ölünün başına pamuk konulur. Evet, ölü yıkanırken abdest vermek menduptur. Yine avret yerlerini örtmek, elbisesini çıkarmak Şafiîlere göre ince bir gömlek ve benzeri elbiselerle yıkanır. İnsanların gözlerinden korunur, gereksiz ölüye bakmak mekruhtur. Sidr ağacı yapraklarını sabun olarak kullanmak, kâfur kullanmak: Şafiîlere göre her yıkamada az miktarda kâfur kullanılır. Bunların hepsi birer birer menduptur. Yıkama sayılarını tek yapmak, yıkamanın üç defa olması yine bir müstehaptır, yine bir kere olması da vaciptir. Üç kere bazı kirler akarsa Hanbelilere göre hem abdest hem de yıkama yeniden yapılır; diğerlerine göre sadece bu kirler giderilir. Karnı sıvazlanır, ön ve arkası yıkanır, su dökülür, ceset kurulanır, avret yerlerini yıkamak için bir bez parçası ele sarılır. Bunlar birer birer menduptur. Mâlikî ve Şafiîlere göre, temiz bir bez parçası ile dişleri, burun delikleri temizlenir; kurulamak menduptur. Yardımcı olan dışında hiç kimse yıkama esnasında orada bulunamaz; bu da menduptur. Önce ölünün sağ, sonra sol tarafı yıkanır. Üç kere yahut ihtiyaca göre su dökülür, yıkanır. Hanbelilere göre erkeğin sakalını, kadının saçlarını kına ile boyamak müstehaptır. “Gelin ve güveyilerinize yaktığınız süsleri ölülerinize de yapın.” Hz. Enes’ten gelen bir haberdir, bunu Peygamberimiz’den rivayet etmektedir, bu da müstehaptır. Ölünün başına ve sakalına yahut secde yerlerine kâfur konulur, buhur tüttürülür ve etrafında dolaştırılır, tütsü yapılır güzel kokularla.
Dakika 1:25:29