AmeldeFıkhı 82-01

82- Amelde Fıkhı Ekber Ders 82

AMELDE FIKH-I EKBER DERS 82

Kıymetli izleyenler, oruçla ilgili Amelde Fıkh-ı Ekber’den keşif notlarımız devam ediyor. Şimdi bu konuda, orucun kazası konusunda Mâlikîler şöyle diyorlar: Kaza keffâret-i kübrâ, keffâret-i suğrâ imsak ve peşpeşeliği kesmek, cezalandırmak, niyeti kesmek gibi durumlarla Mâlikîler bu sonuçları ifade ederken kaza edilmesi hükmüne de -bakın- ne diyorlar. Çok kıymetli ve muhterem efendiler, şimdi ortadaki delil: “Sizden her kim hasta yahut yolcu bulunursa diğer günlerden o sayıda oruç tutsun.” Bu ayet-i kerimeden delildir. Yine Aişe Annemiz’den gelen haberde -Peygamberimiz’den tabii rivayet ediyor-: “Bizler Hz. Peygamber (A.S.V.) döneminde aybaşı olunca orucu kaza etmekle emir olunurduk.” diyor. Yani görüyorsunuz ki adet hâlinde, hayız hâlindeyken kadınlar oruç tutamıyor, sonra kaza ediyorlar. Oruç bozan kimse günahkârdır. Ruhsatsız olarak yahut hastalık durumu olmaksızın orucunu bozan kimse ömür boyu oruç tutsa da o günün borcunu gerçekten ödeyemez.; yani o sevabı kazanamaz anlamında. Kıymetliler, kaza etmenin vakti gelecek Ramazan-ı Şerife kadar geçen Ramazan birimidir. Acele etmek menduptur. Kazasına azmetmek vaciptir, kaza etmede acele etmek vaciptir. Ramazan-ı Şerife ait kaza borcu bulunan kimsenin nafile oruç tutması mekruhtur. Kazayı yapmadığı hâlde ikinci Ramazan-ı Şerif gelip çatarsa cumhura göre bu kişiye hem kaza hem de kefaret, fidye lazım gelir. Hanefilere göre geciktirme ister özür sebebiyle olsun ister olmasın bu kişiye fidye gerekmez. Şafiîlere göre yılların tekrarlanması ile fidye de tekrarlanır. İşte, görüyorsunuz. Teşhis ve tespitler böyle devam ediyor. Yine kaza oruçlarının peş peşe tutulup tutulmaması konusunda, kaza oruçlarının peş peşe yapılmasının vacip olmadığının delili Yüce Allah (C.C.)’ın diğer günlerden sayılı günler ayetindeki ifadelerdir.

Dakika 5:00

Zâhirîler ile Hasan-ı Basri peş peşe tutulmasını şart koşmuşlardır. Ölünün kaza orucunu bir başkasının veya velisinin tutması, özürler sebebiyle oruç tutma imkânını elde edemeden ölmüş olmak; eğer öyle bir durum yok da fırsat bulamamışsa kaza gerekmez. Kazasını yapma imkânını elde ettikten sonra ölmüşse velisi onun için oruç tutamaz; tutmak velisine vacip de değildir. Evet, kıymetliler. Yine vekâlet ve niyâbet caiz değildir. Namaz gibidir. Hiçbir kimse başka bir kimse adına namaz kılamaz, oruç tutamaz. Fakat onun adına her güne karşılık bir mut yiyecek fakirlere yedirir yani fidye verebilir. Hanbelilere göre velinin ölü adına oruç tutması müstehaptır. Ölünün oruç kazası için fidye nereden verilir, terekeden mi verilmelidir? Bu konuda da Hanefiler ve Mâlikîlere göre ölü vasiyet etmişse onun adına velisi her bir güne karşılık bir fakire yarım sâ hurma veya arpa verir. Yani bir fitre -diğer adı fıtra- vasiyet edilmesi lazımdır. Şafiîlerle Hanbelilere göre varislerin ölü adına her bir güne karşılık bir müd yiyecek maddesini bir fakire vermeleri vaciptir. Ölü adına Ramazan-ı Şerifteki kazası için yemek yedirilir fakat oruç tutamaz, oruç tutulmaz. “Üzerinde Ramazan ayına ait oruç borcu bulunduğu hâlde ölen kimse adına her bir güne karşılık bir fakir doyurulsun.” Peygamberimiz’den gelen haberler bunlar. Hadis âlimleri ile Şafiîlerin muhaddis fakihleri ve Ebû Sevr, Evzâî, Zâhirîler ve diğerlerinin görüşü şudur: Oruç borcu bulunduğu hâlde ölen kimse adına velisi oruç tutar. Veli, ölüye yakınlığı, akrabalığı bulunan herkestir. Hz. Aişe’den gelen haberde (R.A.): “Üzerinde oruç borcu olduğu hâlde ölen kimsenin velisi, onun adına oruç tutar.” diyor. İbn-i Abbas Leys, Ebû Ubeyd ve Ebû Sevr, bu orucu adak orucu ile kayıtlandırmışlardır. Adak orucu; Ramazan-ı Şerif orucu değil.

Dakika 10:04

Şimdi kefaretler konusunda da; kefareti gerektiren meseleler acaba nelerdir? Ramazan-ı Şerif orucunu bilerek, kasten bozmak Ramazan-ı Şerifin hürmetini ihlal etmektir. İttifakla cinsî ilişkide bulunmak -Hanefilerle Mâlikîlere göre- yemek ve benzeri sebeplerle kasten orucu bozmaktır. İşte, kasten oruç bozulduğu zaman kefaret gerekiyor. Bu konuda bunun da hükmüne şöyle bir bakalım: Hükmü sadece Ramazan-ı Şerifte iftar etmek sebebiyle vaciptir. Hanefilerle Mâlikîlerin görüşü budur. Hanefiler ve Mâlikîlere göre kefareti gerektiren oruç bozma Ramazan-ı Şerifte cinsî ilişki ve yiyip içmek gibi hareketlerle olur. Şimdi bunun da delili Ebû Hureyre’den gelen haberde: Bir adam, Sevgili Peygamberimiz’e (A.S.V.) gelerek: “Mahrip oldum, mahvoldum ya Resulullah!” dedi. O rahmet peygamberi: “Seni mahveden şey nedir?” buyurdu. Bu adam: “Ramazan-ı Şerifte hanımımla ilişkide bulundum.” dedi. Bunun üzerine o rahmet peygamberi (A.S.V.) şöyle buyurdu: “Köle azat edecek kadar mal bulabilir misin?” Adam: “Hayır” dedi. Peki, o Şanlı Peygamber (A.S.V.): “Peş peşe iki ay oruç tutabilir misin?” buyurdu. Adam: “Hayır” dedi. O şefkat, merhamet peygamberi, sevgi peygamberi buyurdu ki (A.S.V.): “Altmış fakiri doyuracak kadar mal bulabilir misin?” Adam yine “Hayır” dedi. Sonra adam oturdu, Sevgili Peygamberimiz’e o esnada bir zembil içinde hurma getirildi. Hz. Peygamber (A.S.V.) bu hurmaları adama vererek, “Bunları sadaka olarak ver.” buyurdu. Adam dedi ki: “Bizden daha fakiri mi vardır ya Resulullah! Medine’nin doğu ve batısındaki siyah taşlık yerler arasında bizden daha muhtaç bir aile yoktur.” Bunun üzerine o Şanlı Peygamber (A.S.V.) işleri görülünceye kadar gülümsedi ve şöyle buyurdu: “Git, bunları ailene yedir.” dedi. İşte İslam dininin nasıl bir rahmet dini, merhamet dini, şefkat dini olduğunu şöyle iyice bir anla, âlemlere rahmet olarak gönderilen o Şanlı Peygamber’in durumuna iyi bak ey dünya, ey insanlık âlemi! Yine başka bir haberde de Şanlı Peygamber: “Bir köle azat et.” Adam: “Köle bulamam.” dedi. Şanlı Peygamber: “İki ay peş peşe oruç tut.” Adam: “Buna da gücüm yetmez.” dedi. O rahmet peygamberi: “Altmış fakiri doyur.” buyurdu. Yine başka bir söz sahibi olan ilim adamlarından biri bu hadiste kefarette tertibe riâyet edileceğine kuvvetli delâlet vardır. Dârekutnî’nin lafzının zâhirinden anlaşıldığına göre kadın, cinsî ilişkiye zorlanmıştır.

Dakika 15:41

Şimdi kefaretin çeşitleri: Kıymetli ve muhterem efendiler, şimdi Yüce İslam’ın ne kadar hürriyetçi bir din olduğu da ortada görülmektedir. Bakın; en büyük sevap, köleliği ortadan kaldırmaya bağlanmıştır. Yüce İslam’ın tüm insanlığın asil hürriyetini temin etmeye de geldiği açıkça ortadadır. En büyük meselelerden biri, tüm insanlığı hür ve özgür yapmaktır. İslam’ın amacı kula kulluktan kurtarıp Allah’a kulluğa bağlamaktır. Şimdi kefaretin çeşitleri: Köle azat etmek -bak en başta hep bu geliyor-. Çünkü Yüce İslam dünyaya geldiği zaman, dünyada parladığı zaman, ruhlarda, beyinlerde insanlık köle hayatı yaşıyordu, zulüm altındaydı. Adalet yoktu. Putperestlik almış yürümüştü. Bâtıl inançlar bütün insanlığı perişan etmişti. Yüce İslam tüm insanlığı kurtarmaya geldi. En büyük sevap -bakın- kefaretlerde köle azat etmekten başlıyor. Oruç tutmak, yemek yedirmek -bakın- hep fakire uzanan şu ellere bakın, nefis terbiyesine bakın, zıhar kefaretiyle yanlışlıkla adam öldürmenin kefareti gibi. Köle azat edecek imkân bulamazsa peş peşe iki ay oruç tutması gerekir. Âciz ise altmış fakiri doyuracaktır. Bu görüş cumhurun görüşü olup Mâlikîlere göre muhayyer olmak üzere vaciptir. Yine Hanefiler dışındaki diğer âlimler topluluğuna göre köle azadı, mümin bir köle azadından ibarettir. Kölenin kusurlu olmaması da gerekir. Mümin köleye kıyas edilerek imân şart koşulmuştur. Hanefilere göre, köle mümin olmazsa da azat için yeterlidir. Çünkü daha önce geçmiş olan Hadis-i Şerifin nassı mutlaktır demiştir Hanefiler. Köle azat etmeye gücü yeten kimsenin oruç tutması yeterli değildir. Son günde de olsa Hanefilere göre köle azat etmek zorundadır. Şimdi dünyada çağdaş kölelik var. Öbür kölelikte olduğu gibi, güçlü olanlar hâla bu çağda da zayıfları sömürmeye devam ediyor. Cumhura göre oruçtan köle azadına intikal etmek gerekmez, köle azat etmesi menduptur. Hayız özrü dışında herhangi bir özür sebebiyle de olsa orucunu bozan kimse Hanefilere göre oruca yeniden başlamalıdır. Mâlikîlere göre ise kasten orucunu bozmuşsa yeniden oruca başlamalıdır.

Dakika 20:37

Şafiîlere göre özür sebebiyle bir gün orucunu bozan kişinin yeniden başlaması gerekir. Hayız ve nifas, delilik, bayılmak sebebiyle yeniden başlamak gerekmez. Hanbelilere göre hastalık yahut hayız sebebiyle kefaret orucunun peş peşe olma hükmü bozulmaz; bu da Hanbelilere göre. Oruca güç yetmediği zaman altmış fakiri doyurmak gerekir. Cumhura göre her gün bir fakiri bir mut buğday veya yarım sâ hurma yahut da arpa ile doyurmak gerekir. Hanefilere göre iki mutluk yiyecek maddesi vermek gerekir. Sabah ve akşam doyacak şekilde yemek yedirmek yine Hanefilere göre kıymetini (bir sâın değerini) değişik zamanlarda verir. Değişik günlerde oruç tutmak, oruç bozmaların kefaretleri; konumuz kefaretle devam ediyor. Mâlikî ve Hanefi ekolünün yüksek şahsiyetlerine göre cima, yemek ve benzeri aynı gün içinde birkaç kere oruç bozma olayı tekrarlanırsa ittifakla tek bir kefaret ödemek bunun için yeterlidir. Ramazan-ı Şerifte iki ayrı günde olmuşsa cumhura göre iki yahut daha çok bozulan oruç sayısı kadar kefaret gerekir. Hanefilere göre arada kefaret ödenmeden değişik günlerdeki oruçların bozulmasından dolayı tek bir kefaret ödemek yeterlidir. İki ayrı Ramazan-ı Şerifte olsa bile sahih olan Hanefi ekolüne göre hüküm böyledir. Araya bir kefaret ödemesi girmişse tek bir kefaret o zaman yeterli değildir. Kişi, tekrar Ramazan-ı Şerifin hürmetini ihlal etmiş olduğu için tekrar kefaret öder. Hangi ödeme şeklini yapmaya gücü yeterse onu yapar. Bakın, burada da Yüce Rabb’imize olan kulluk görevinde yapılan hataların nasıl telafi edilecekleri konusunda -işte kefaretler konusu- bunu anlatmaktadır. Özrün ortaya çıkma meselesiyle kasten cinsî ilişkide bulunduktan sonra yolculuk yahut hastalık ortaya çıkması yahut cinsî ilişkiye kıyasla yemek yemek Şafiî, Mâlikî ve Hanbelilere göre kefaret borcunu düşürmez. Özür, kefaretin vacip olmasından sonra ortaya çıkmıştır,

Dakika 25:10

kefareti düşürmez demişlerdir. Hanbeliler dışındaki müçtehitlere göre gündüz başlayan yolculuk, orucu bozmayı mübah kılmaz. Hanefilerin görüşü ise şudur: Hayız, nifas, orucun bozulduğu günde iftar etmeyi mübah kılan hastalık sebebiyle kefaret düşer. Bir gün parçalanmaz; Hanefiler böyle teşhis koymuşlar: Bir gün parçalanmaz. Yine fidye hakkında; fidye vaciptir. Oruca gücü yetmeyenlerin bir fakiri doyuracak kadar fidye vermesi gerekir. Hanefilere göre fidye, buğdaydan yarım ölçektir veya buğdayın kıymeti verilir. Âcizliklerinin devam etmesi bunun da şartı budur; yani hastalık devam ediyorsa fidye verir. Cumhura göre bir muttur, tutulamayan oruçların sayısınca verilmesi gerekir. Fidye konusunda; yine âciz olmak durumunda gücü yetmeyenlere fidye vermek vaciptir. Oruç tutamıyor çünkü gücü yetmiyor. Delil ayet-i kerimedir. Cenab-ı Hakk bunu açıkça buyurdular. Oruca gücü yetmeyenlerin bir fakiri doyuracak kadar fidye vermeleri gerekir. İbn-i Abbas’tan gelen haberde şöyle buyurulur: “Ayet-i kerime, yaşlı kimseler için ruhsat olarak inmiştir.” Orucu eda etmek ister, farzdır. Yani orucu eda etmek, çünkü kesin farzdır. Kazada olduğu gibi edanın kefarete düşmesi caizdir. Yemek yedirmekten de âciz olursa ona bir şey lazım gelmez. Allah hiç kimseye gücünün yetmediğini teklif etmez. Hanefiler derler ki: İstiğfar ederler ve af dilerler, çünkü hiçbirine gücü yetmiyor. Dolayısıyla mümin Müslüman sürekli tövbe ve istiğfara devam etmelidir. Oruç tutamayan ölürse fidye vermek vacip değildir. İmkân olup da oruç tutmayan ölenin hükmü böyle değildir. Gücü yetiyordu tutmadı da öldü; şimdi bunların durumu öyle değildir. Fidye, iyileşmesi umulmayan -yani hastalığı devam ediyor- bu hasta iyi olmaz şeklinde bir durum hâkimse o kişiye vaciptir. Oruç tutmak o tür hastalara farz değildir. Bunun delili: “Allah sizin için dinde bir güçlük yaratmamıştır.” ayet-i kerimeleridir. Hanefiler dışındaki cumhura göre hamile ve emzikli kadınlara, çocuklarına zarar gelmesinden endişe edilirse fidye ile birlikte kazası lazım gelir.

Dakika 30:03

Kendilerine zarar gelmesinden korkarlarsa onlar oruç tutmazlar, kazasını yaparlar. Burada da ittifak vardır. “Oruç tutmaya gücü yetmeyenlere fidye vermek gerekir.” ayeti bunun delilidir. Çok yaşlı erkeklerle yaşlı kadınlara oruç tutabildikleri hâlde oruç tutmama ruhsatı vardır. Bunlar, tutamadıkları her bir güne karşılık bir fakiri doyururlar. Hamile kadınlarla emzikli kadınlar ise çocuklarına bir zarar gelmesinden korkarlarsa oruçlarını bozarlar ve her güne karşılık bir fakiri doyururlar. Âciz olan bir canlı sebebiyledir bunlar. Evet, kıymetliler. Hanefilere göre hamile, emzikli kadınlara fidye vermek gerekmez. Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri yolcudan namazın yarısını, hamile ve emzikli kadınlardan da orucu düşürmüştür. Hz. Enes’ten gelen bir haber bu: “Allah’a yemin ederim ki Şanlı Peygamber bunların ikisi yahut birisini söylemiştir (A.S.V.).” İşte, bu da Hz. Enes’ten gelen bir haberdir. Bu, özür sebebiyle ruhsattır; kefaret gerekmez. Hanefiler dışındaki cumhura göre kazasında ihmal gösteren kimselere de fidye ile birlikte kaza lazım gelir. Özürlere dayalı olarak orucun kazasını gelecek sene Ramazanına kadar tehir eden kimselere fidye vermek gerekmez. Fidyenin tekrar edilip edilmemesi konusunda: Mâlikî ve Hanbelilere göre fidye tekrarlanmaz. Şafiîlerce tekrarlanır. Hanefilere göre diğer Ramazan-ı Şerife kadar erteleme sebebiyle fidye gerekmez; ayet-i kerime mutlaktır: “Sizden her kim hasta olur yahut seferde bulunursa diğer günlerden o kadar oruç tutsun.”, ayet-i kerime böyle buyuruyor. Bu da acele değildir. Kefaretlerde kıyas yapmak caiz değildir. Sevaplı olanı sadece terk etmiş olur. Burada da ihmallik gösteren kişi, sevabı kaçırır. Oruç bozmanın nedenlerine de şöyle bir bakalım: Ramazan-ı Şerifte oruç bozduktan sonra günün geride kalan kısmında yiyip içmemek, Ramazan-ı Şerife saygılı olmak gerekmektedir. Eğer yiyip içerse Ramazan-ı Şerife saygısızlık olur. Kefaret orucunu kesmek; peş peşe tutulması gereken oruçları kasten kesen kimsenin yeniden oruca başlaması gerekir.

Dakika 35:15

Çünkü kefaret oruçları, ceza oruçlarıdır. Unutarak veya özür sebebiyle veya hata ile oruçları kesen kimseye yeniden başlamak gerekmez. Niyeti kesme konusunda da; orucu mutlak olarak terk etmek suretiyle niyet kesilmiş olur. Bu hüküm Mâlikîlere göredir. Tek bir niyet ile yetinirler Mâlikîler. Adama konusunda, adaklar konusunda: Hanefilere göre adarsa, adanan şeyin cinsinden vacip bir ibadeti bulunması gerekir. İnsanın bir şeyi kendisine vacip kılması, Yüce Allah’ın (C.C.) vacip kılmasına kıyas edilir; bid’at çıkarmaması gerekir. Hanefilere göre orucun aslı ise meşrûdur. Adanan şey başkasına bağlı olarak değil bizzat maksut olmalıdır. Adanan şey vacip; farz olmamalıdır. Beş vakit namaz gibi. Ben beş vakit namazı kılacağım diye adayamazsın. Çünkü zaten o boynuna borç. Ramazan-ı Şerif orucu da böyle. Vitir namazı; bunlar kişiye zaten şer’an vacip kılınmışlardır. İmkânsız olmamalıdır. Yani yapacağın her şey imkânsızsa o, adak yerine geçmez. Yüce Allah ve Tekaddes Hazretleri (C.C.): “Adaklarını yerine getirsinler.” buyuruyor Şanlı Kur’an’da. Yine Sevgili Peygamberimiz (A.S.V.) da: “Her kim Allah’a itaat edeceğini adarsa itaat etsin, her kim de Allah’a isyan edeceğini adarsa sakın ola ki Allah’a asi olmasın.” İmâm-ı Züfer dışındaki Hanefiler, kıymetli Hanefi âlimleri; adakta zaman, mekân, dirhem, fakir belirlemek lağıvdır, boş ve lüzumsuzdur dediler. Namaz, Allahu Teâlâ’ya tazimen yapılan bir ibadettir. Bir kimse adağını şarta bağlarsa şart gerçekleşmeden yaptığı şey adak yerine geçmez. Şarta bağlı olan şey, şart var olmadan önce yoktur. Şart gerçekleştikten sonra caizdir. Evet, kıymetli ve muhterem izleyenler. İnşâAllahu Teâlâ derslerimiz Amelde Fıkh-ı Ekber’den keşif notlarıyla devam ediyor. İtikâf konusuna gelince; ayrılmamak, devam etmek, Yüce Allah’ın huzurunda durmak gibi anlamlar taşır. Mesela putlarından ayrılmazlar. “Sizin bu ayrılmadığınız heykeller nedir? Sizler mescitlerde itikâf ederken kadınlarınıza yanaşmayın.” ayet-i kerimelerinde olduğu gibi.

Dakika 40:02

İtikâf konusunda -bakın- Hanefiler ne diyor: Cemaatle namaz kılınan bir camide, mescitte oruçlu olarak ve itikâfa niyet ederek beklemektir. Mescitte beklemek, itikâfın rüknüdür. Adanan itikâfta oruçlu olmak ve niyetlenmek şarttır. Kadınlar için itikâf ise evinin mescidinde yapılır. Namaz kılmak için belirlediği yerdir. Kadının itikâfa girmesi, evinde namaz kıldığı yerden başka yerde sahih değildir; yani evinde olur. Mâlikîlere göre ibadet kastıyla ve niyetli olarak bir gün bir gece veya daha fazla bir zaman kalmasıdır. Yine oruçsuz sahih değildir. Evet, kıymetliler. Tabii yine (itikâf) camide olmalıdır. Şafiîlere göre niyet ederek mescitte kalmasıdır. Hanbelilere göre Allah’a itaat etmek için mescitte kalmasıdır. En azı kısa bir müddettir dedi Hanbeliler. En azı bir lahzadır. Kıymetliler, itikâfın meşrûiyetine gelince; kitapta, Şanlı Kur’an’da, sünnet de ve icmâda mevcuttur. Şanlı Kur’an-ı Kerim’de: “Sizler mescitlerde itikâfta iken hanımlarınıza yaklaşmayın.”  (Bakara Suresi, 187) “Benim beytimi tavaf edenler ve itikâfta bulunanlar için temizleyiniz.” Bu da ayet-i kerime. Yine sünnet-i şeriften gelen haber; ne diyor Şanlı Peygamber (A.S.V.): “Medine’ye geldikten sonra vefatına kadar Ramazan-ı Şerifin son on gününde itikâfa girerdi.” İşte bunu hem Hz. Ömer’in oğlu söylüyor hem Enes söylüyor hem de Aişe-i Sıddıka Annemiz söylüyor. (Radıyallahu anhüm ve erdahüm ecmain ve Radıyallahu anha ve anhünne) “Biz, İbrahim ile İsmail’e şart koştuk. Benim beytimi tavaf edenlerle itikâfa girenler için temizleyin.” Yine âlimler bu konuda icmâ hâlindedirler. İtikâfın amacına gelince; Rabb’in murakabesinde bulunmak, kalbi temizlemek, O’na yönelmek, vakitleri ibadete tahsis etmek, kendini dış dünyadan ayırmak, kullukta bulunarak dünya işlerinden kendisini tecrit etmek, kendisini Mevlâ’sına teslim eylemek, bütün işlerini Allah’ın yüce iradesine bırakmak, O’nun keremine dayanmak, O’nun dergâh-ı izzetinde durmak, O’nun, Yüce Allah’ın evinde O’na ibadet etmek ve rahmetine yaklaşmak, O’na tâatte bulunmaktan ayrılmamak, Yüce Allah’ın kalesi içine girmek: Allah’ın kalesine düşman giremez.

Dakika 45:24

İtikâf, Allah’ın en çok râzı olduğu, en şerefli amellerdendir; ihlaslı olarak yapılmalıdır. “Namazı bekleyen namazda imiş gibidir.” Hadis-i Şerife bakınca itikâf buradan anlaşılmaktadır. İtikâfa bir de oruç eklenince mümin kul daha çok Allah’a yakın olur. Oruç tutanlara kalp temizliği ve gönül safiyeti verir. İtikâfın en faziletlisi Ramazan-ı Şerifin son on gününde girilen itikâftır. Kadir gecesine rastlamak ihtimali vardır. Her vakitte itikâf müstehaptır. Yani zaman soruyorsan Hanefilere göre nafile itikâfın en azı, az bir zamandır. Mescitte yürürken de itikâfa niyet edilse olur. Nafile itikâflarda oruç şart değildir. Mâlikîlere göre en azı bir gün bir gecedir. Oruçlu olarak Ramazan-ı Şerifte veya Ramazan-ı Şerifin dışında on günden az olmamasıdır. Oruç tutmayan kimsenin itikâfı sahih değildir Mâlikîlere göre. Şafiîlerle esah olan görüşe göre itikâfta ikamet denecek kadar bir zaman eğleşmek şarttır. Hanbelilere göre en az miktarı; durdu, eğleşti de eğleşti denilecek kadar bir zamandır. Cumhur az bir zamanın yeterli olacağı görüşündedir. Mâlikîler ise itikâfın en az sınırı için bir gün bir geceyi şart koşmuşlardır. Evet, kıymetli izleyenler. İtikâfın yeri konusunda da; Hanefilere göre, cemaatle namaz kılınan mescitler camilerdir. İtikâf ancak cemaatle namaz kılınan yerde yapılır. Kadınlar için itikâf yeri, evlerinin mescididir, evde ayrılan yerdir. Hanbelilere göre mescid dışında itikâfa girmek sahih değildir. Allahu Teâlâ Ve Tekaddes Hazretleri (C.C.): “Mescitlerde itikâfta bulunduğunuzda hanımlarınıza yaklaşmayın.” buyurdu. Bu ayete dayanarak söylediler Hanbeliler. Cinsî ilişki haramdır itikâf anında. Sebebi; cemaatle namaz kılmanın vacip olmasına itikâf ayrılmaması, o yerde Allah’a ibadet üzere ikamet etmesi demektir. Kadının evinin mescidinde itikâfa girmesi sahih değildir Hanbelilere göre. Caiz olsaydı müminlerin anneleri bir defa da olsa bunu yaparlardı. Kadın eğer mescitte itikâfa girerse önüne bir perde çekmesi müstehaptır dedi Hanbeliler.

Dakika 50:20

“Bu mescid eğer San’a’ya kadar büyütülecek olursa yine benim mescidimdir. Bu mescide ilavede bulunup Cebane’ye kadar büyütsek de Şanlı Peygamber’in mescidi olur.” demiştir. Kim? Hz. Ömer. Ancak üç tane mescid için yolculuk yapılır: Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa ve benim şu mescidim (Mescid-i Nebî, Nebevî) -ki buda Medine-i Münevvere’deki Şanlı Peygamberimiz’in mescididir-. Mâlikîlere göre bütün mescitler itikâf yeridir. Yine onlara göre Medine, Mekke’den daha faziletlidir. Medine mescidi de Mescid-i Haram’dan daha faziletlidir Mâlikîlere göre. Dârekutnî ve Taberânî’nin Râfi’ bin Hadîc’den gelen haberinde: “Medine, Mekke’den daha hayırlıdır.” buyrulmuştur. Allah’ım, beni en sevdiğim ülkeden çıkardın. Beni, senin en sevdiğin ülkeye yerleştir.” Bakın, Peygamberimiz’in bir duası bu. Yine, “Medine’de tutulan bir Ramazan-ı Şerif ise Medine dışında tutulan bin Ramazan-ı Şeriften daha hayırlıdır. Medine’de kılınan bir Cuma namazı, Medine dışındaki bin Cuma namazından daha hayırlıdır.” diye Taberânî’den gelen haber; Bilâl bin Hâris, el-Müzenî’nin bu Hadis-i Şerifi rivayet ettiği kayda alınmıştır. Şafiîlere göre mescitte itikâfa girmek sahihtir. Kuba Mescidi müstesna; çünkü Şanlı Peygamber, her cumartesi günü bu mescide yayan yahut binekli olarak gelir ve iki rekât namaz kılardı. Evet, kıymetliler. Yine Hz. Ömer’den gelen haberde (Radıyallahu anhüm ve erdahüm ecmain): Şanlı Peygamber (A.S.V.)’a: “Mescid-i Haram’da bir gece itikâfa girmeyi aradım.” dedim. O Şanlı Peygamber, bana: “Adağını yerine getir.” buyurdu. Bunu da kıymetli muhaddislerimizden Buhârî, Müslim gibi zât-ı muhteremler rivayet etmişlerdir. Mâlikîler, Şafiîler hangi mescid olursa olsun itikâfı caiz görüyorlar. Hanefiler ve Hanbeliler camii olmasını şart koşuyorlar. Yani cumhura göre ev mescitlerinde itikâf caiz olmayıp sadece Hanefilere göre kadınlar için caizdir. Şimdi hükmüne de bir bakalım: İtikâfın hükmü müstehaptır. Hanefilere göre ise vacip, sünneti müekkede ve müstehap olarak kısımlara ayrılır.

Dakika 55:03

Vacip olan, adanan itikâftır. Sünnet itikâfı ise müekked sünnet, sünnet-i kifaye olup Ramazan-ı Şerifin son on gününde itikâfa girmektir. Şanlı Peygamber (A.S.V.) vefatına kadar Ramazan-ı Şerifin son gününde itikâfa girmiştir, bundan sonra da hanımları o vakitte itikâfa girmişlerdir. Yani son on gününde, on gün itikâf. Müstehap itikâf; herhangi bir vakitte yapılan itikâftır. Mescitte yürürken bile olur demişlerdir. Oruç adanan itikâflar için şarttır, en azı bir gündür. Mâlikîlere göre itikâf menduptur. Adamak suretiyle itikâf vacip olur. Şafiî ve Hanbelilere göre sünnet yahut müstehaptır, adanmış olursa vaciptir. Delil: “Her kim Allah’a itaat etmeyi adarsa ona itaat etsin.” “Ya Resulullah! Ben Mescid-i Haram’da bir gece itikâfta bulunmayı adadım.” dedi. Kim? Hz. Ömer. Kime? Şanlı Peygamber’e (A.S.V.). O Şanlı Peygamber (Salât ve selam üzerinden eksik olmasın) buyurdu ki: “Adağını yerine getir.” Şimdi yine bununla ilgili durumlara şöyle bir bakalım: Cumhurun görüşü, gecenin gündüze dâhil olduğu yolundadır. Güneş batmadan önce mescide girer. Yani o günün güneşi batmadan önce mescide girer, itikâfa başlar, en son gün güneş battıktan sonra itikâftan çıkar. Şafiîler Ramazan-ı Şerifin son on günü dışındaki günlerde itikâfa girerken gecelerin gündüze dâhil olmadığı görüşündedirler. İtikâfta peş peşe olma mecburiyeti yoktur. İtikâfa sabah vakti doğmadan önce girilip güneş battıktan sonra çıkılır; bu da Şafiîlere göre. Hanefilere göre iki veya daha fazla gün itikâfa girmeyi vacip kılarsa geceleri ile birlikte itikâfa girmesi gerekir. Geceler gündüzlere tâbidir, peş peşe yapılması da gerekir. Kişi itikâf için mescide güneş batmadan önce girer, son gün güneş battıktan sonra çıkar. Geceleri itikâfa girmeyi adarsa buna gündüzler de dâhildir. Arefe gecesi ile bayram geceleri geçmiş güne tâbidir. Mâlikîlere göre geceyi adasa bile gündüzde itikâfa girmesi lazım gelir. Oruç ancak gündüz ile gerçekleşir. İtikâfa girenin güneş batmadan önce veya batarken mescide girmesi lazımdır. Güneş battıktan sonra itikâftan çıkması lazımdır. Mâlikîler de aynen Hanefiler gibi düşünüyorlar. Hanbelilere göre peş peşe yapmak gerekir. Geceler de gündüzlere dâhildir. Bir gün itikâfa girmeyi adasa gece buna dâhil değildir. İtikâfa sabah vakti doğmadan önce girip güneş battıktan sonra çıkması gerekir; Hanbelilere göre bunlar. Eğer bir gün itikâfa girmeyi adasa onu bölmesi de caiz değildir. Kıymetliler, yine derslerimiz İnşâAllahu Teâlâ bütün ihtişamı ile devam etmektedir. Yüce Rabb’im, rızâsını kazanan kullarından eylesin. Her sözü nur ve hak olan, her ibadetinde sadece Allah’ın rızâsını arayan, Allah için yapan, her ameli ihlaslı olan, riyâdan uzak olan, bütün amelleri sâlih olan, imânı kâmil, ebediyyû’l ebed dâim olan kullar zümresine hepimizi ilhak eylesin.

Dakika 1.01:37

 

(Visited 67 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}