343- Tefsir Ders 343 hayat veren nurun keşif notları
343- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 343
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
(Yûnus Sûresi 35’inci Âyet-i Kerime ve 36’ncı Âyet-i Kerime)
İmâm-ı Âzâm’ın tesbihini bir okuyalım şöyle;
“Sübhâne’l-ebedîyyi’l-Ebed.
Sübhânel vâhidi’l-Ehad.
Sübhâne’l ferdi’s-Samed.
Sübhane men râfi’ıssemâî biğayri amed.
Sübhane men besetal arda âlâ mâin cemed.
Sübhane men halekal halka fe ahsâhüm aded.
Sübhane men kasemer rızka ve lem yense ehad.
Sübhâne’llezî lem yettehız sâhıbeten velâ veled.
Sübhâne’llezî lem yelid velem yûled velem yekûn lehû küfüven ehad, Sübhane men yerânî ve yarifü mekâni ve yesmeu kelami ve ya’lemu hali ve yerzükunî velâ yensanî.”Allahümme ya hâdi ihtinassıratel müştakım bi fazlike ve ihsânikelamim
Ya hayyım ve Sallahu alâ seyyidine ve Nebiyyina Muhammed ve alâ âlihi ve sahbihi vesellem.
Ve alâ cemiil enbiyâi vel-mürselin vel-hamdülillahi-rabbil âlemin.
Kıymetli dostlarımız,
Bu tesbihin içi hazinelerle dolu tevhîd nuruyla dolup taşmaktadır. İnşâ’Allah bir başka dersimizde Allah lütfeder kerem ederse İnşâ’Allah tesbihin içindeki anlamlarını da sizlere duyurmaya çalışırız. Şimdi dersimiz devam ediyor. Tabii tevhîd kelimesine geldik de onun için burada tevhîd tesbihini okuduk. Cenab-ı Hak bu tevhîtten sonra diyor ki; (فَأَنَّى تُؤْفَكُونَ) şimdi siz nereden ifke iftiraya düşürülüyorsunuz? Nasıl oluyor da yoldan saptırılıyorsunuz? (قُلْ هَلْ مِن شُرَكَآئِكُم مَّن يَهْدِي إِلَى الْحَقِّ) De ki; “Sizin ortaklarınızdan hiç Hakk’a hidâyet edecek, yol gösterecek kimse var mı?”
Dakika 5:04
Allah’tan başka hidâyetçi yoktur. Bunu insanoğlu bilmelidir sadece Allah’ın kitapları ve peygamberler hidâyet vesilesidir Bir de o yoldaki gerçek âlimler sâlihler ve ilim ehli hidâyet vesilesi olurlar. Hidâyet etmezler hidâyet vesilesi olurlar, hidâyeti Allah kendisi bizzat hidâyet eden kendisidir. Neyin hak neyin bâtıl olduğunu ortaya koyan Allah’tır. Kur’an-ı Kerim Allah’u Teâlâ’nın Peygamberlerle ortaya koyduğu hak haktır, bâtıl bâtıldır. Allah neye haram dediyse haramdır, neye helâl dediyse helâldir, neye hak dediyse haktır, neye bâtıl dediyse bâtıldır. Onun için Peygamber’siz, kitap ’sız doğru yanlışı kimse bilemez hak nedir bâtıl bilemez. Fıtratı gereği bazı şeyleri bilse tamamını bilme şansı yoktur. Ben ile benlik dışı ruh ile cisim, düşünce ile dış dünya, subje ile obje, bilinen ile bilinen, bilen ile bilinen, akıl ile mâkul bunların arasında ki bağlantılara şöyle bir bak! Akıllar bilginin, mantığın ve hakkın hükmünün anlayıcısı ve kabul edicisidir. Buraya dikkat et! Aklı iyi tanı, akıl nedir tanı akıllar bilginin, mantığın ve Hakk’ın hükmünün anlayıcısı ve kabul edicisidir bilgi vasıtasıdır. Subje ile objenin aralarında bir uyum meydana gelmesi ve şöyle bir bak bu dengeleri kim kurdu? Bu uyumu bunlara kim verdi? Bir uyum var ortada nefis denilen bakın, hiç benlik kendi dışına uzanıp da nasıl âfâkîleşiyor? Ve nasıl oluyor da dış dünyadaki bir gerçeği keşif ve idrâk edip ona sarılıyor akıl ve ilim oluyor. Ben ve ben dışı aynı şeydir ya da ben dışı da bendir demek çelişkiden başka nedir? Buraya dikkat et! Ben ve ben dışı aynı şeydir denmez. Ben ayrı ben dışı ayrıdır ya da ben dışı da ben bendir demek, beni ben dışından ben dışını da benden kabul etmek. Bunlar yanlıştır bu yanlışa Almam filozofu son devir Alman filozoflarından, Kantın ’da değindiğini görüyoruz. “Kant’ta” burayı yanlış bulmuştur ve filozoflar başlıca üç kısma ayrılmışlardır temelde. Bir kısmı bilinmezliğine yani ortada bir gerçek diye bir şey yok diyorlar hiçbir şeyin bilinmezliğine götürmüşler saplanmışlar bunlar Sofistler ve başka bir tabirle Husbuiyyedirler. Bunlar Sofistler ve diğer adıyla Husbuiyyedirler.
Dakika 10:06
Kimi bunların yok inadında bulunuyorlar ki, bunlara İnadiyye de deniyor. indi ve enfüsî bir hadise bir spekülasyon (Vurgunculuk) sayan Indiyye bunlar bilinmezliğe inanan Laedriyedirler. Bunlar İngiliz Filozofu, David Hume’den itibaren şöyle şüpheciliği ortaya koyanlar bunlardır bu akım içinde. Septik yani “Reybîye” ve “şüpheci” unvanını almışlardır bunlar. Bunlar her şeyden şüphe ederler kendi kendilerini de nas ve iptal etmişlerdir. Fennin bunca keşfine ve gelişmesine rağmen bilginin değerini inkâr etmek tam bir safsatadır diyerek söz ve gayret içinde bunlar ne yapmışlar? Bir çaba göstermişlerdir. Bunlar da ikaniye ittibariyye akımı olan felsefecilerdir. Mezaip ve Metalipte de bunlar izah edilmiştir oraya bakıldığı zaman gerçek bilgi alınabilir. Çelişkiden çıkamamış ben dışını bende yok etmek “Ene’l Hak Davası’na” kadar varmış şimdi de, beni benim dışında yok ederek gerçeğin ve bilginin kaynağını ilimsiz temellerde aramaya kalmışlardır. Önceki görüş genellikle ikaniyyenin ikincisi de maddeci tedribiyyenin görüşleridir. Beni, Hakk’ın zât-ı saymanın hâsılı indiyyecilik şirkine düşmekle ya nefislerin yani kişilerin sayısı kadar ilâh farz etmeye veya manevî anlamda idealist panteizme yani her iki hâlde de nefse tapmaya götürmüştür. İşte tehlike buradadır kişinin kendini ilâhlaştırılması olayı ortaya çıkmıştır. Burada ki felsefelerin bilerek veya bilmeyerek götürdükleri sonuç budur. Tabii bunlara başka felsefeciler karşı çıkmaktadırlar. Aklı tanrılaştırmaya ve akıl sahiplerini tanrısız bırakmaya müncel de olmuşlardır. İkâni ekolde ki filozoflar Hakk’ın hükmünün fâili ve ilmin kaynağı saymak saplantısına düşmüşlerdir. Yani İkâni ekoldeki filozoflar bunu Hakk’ın hükmünün fâili ve ilmin kaynağı saymak saplantısına düşmüşlerdir. Akıl ile mâkul, nefis ile nefis ötesinin akılda birleşmesi görüşü üzerine kurmuşlardır. Buraya dikkat! Akıl ile mâkul, nefis ile nefis ötesinin akılda birleşmesi görüşü üzerine kurmuşlardır. Özü açısından birleşik olduğunu ve binaenaleyh insan aklının mutlak anlamda ve tam olarak Ekâni Külliye yani Hakk’ın zâtını idrâk etmeye yetkili bulunduğunu zannedecek derecede ifrata ve saplantıya düşmüşlerdir ki, burada dikkat edilecek aklın hatâlara düştüğü hem söz konusu edilmiş hem de bu hatâlara düşülmüştür.
Dakika 15:30
Aklı mûcid ve fâil durumunda olmayıp halk tarafından verilen bir bilgi aracı olduğu Hakk’ın hitâbını anlamak için bir âlet ve araçtan ibâret bulunduğu anlaşılmaktadır. Aklı iyi tanımazsan, nefsini iyi tanımazsan nefsini ilâhlaştırsın aklı vahyin yerine koyarsın. Aklın görevi Allah’u Teâlâ’yı anlamak onun emir ve kânûnlarını bilmek için bir vasıtadır. Tekrar dikkat edelim! Aklın mûcid ve fâil durumunda olmayıp Hak tarafından yani Yüce Allah tarafından verilen bir bilgi aracı olduğu, akıl bir bilgi aracıdır. Buraya Dikkat! Hakk’ın hitâbını anlamak için bir âlet ve araçtan ibârettir. Aklın görevi Allah’ın hitâbını anlayacaktır, emrini anlayacaktır. Şimdi Kur’an-ı Kerim Vahyi İlâhî aklın görevi Kur’an’ı keşif etmektir anlamaktır. Aklını Allah’u Teâlâ’nın emrine kullan aklını Allah’ı inkâr etmeye kullan diye vermedi sana Cenab-ı Hak. Kur’an’ı, Allah’ın kitaplarını, kânûnlarını tanımasınlar diye vermedi. Tanısınlar, anlasınlar diye verdi. Tedrip ve tecrübeciler insan bilgisinin kaynağını denemelerde aramak gerektiğini ileri sürerler olmuşlardır. Deneyimden önce insanlara hazır hak bilgileri Allah sunmuştur deney yollarını keşif yollarını açmıştır terakkî yollarını. İnsanlar denemek sadece insanoğlunun hak bilgiye bilgi eklemesi içindir yoksa denemekten başka bilgi yoktur dersen o zaman ruhumu deneme şansım var mı? Ruhunu inkâr mı edeceksin? Aklını deneme şansın var mı? Aklını inkâr mı edeceksin? Onun için deneycilerinde dikkat etmesi gereken tarafları var. İlim ve yakin Cenab-ı Hak tarafından nereye verilmiş ise orada bulunur. Buraya dikkat et! İlim ve yakin Cenab-ı Hak tarafından nereye verilmiş ise orada bulunur. Sırf aklî cabalarla hakîkate ulaşmak mümkün olmaz. Aklın önünde akla da bir rehber gerek o da Allah’ın akla gönderdiği emir ve hükümlerdir yani Vahyi İlâhî’dir. Tedribiyye filozoflarından bir kısmı Ekânilerin âfâkı enfüs’e ircalarına karşılık enfüsî âfâka, ruhu cisme, sûreti maddeye irca etmeye kalkmışlar. Ruhsal olayları fizik olgularda ilim ve marifetin kaynağını ilimsiz ilkelerde Hakk’ın zâtını maddede arama sevdasına düşmüşlerdir. Bunlar ne yapmışlar? Maddeyi ilâhlaştırmak ve maddeyi putlaştırmak tehlikesinin içine düşmüşlerdir.
Dakika 20:07
Panteist Fizikçiler bu cinstendirler, bunlara da karşı koyan başka felsefeciler ve fizikçiler de var. Artık dünyada yanlışlardan doğru bir yönelişte var. Çünkü Allah doğruyu söyler, Kur’an-ı Kerim doğruyu söyler, peygamberler doğruyu söyler. Onun için Kur’an-ı Kerim ile hak ilimler hiç çelişmez. Bir şey bilinmekle onun varlığından bir değişiklik olmasının gerekmediği gerçeği açısından da bir durum kesinlikle tutarsız bir görüştür. Bir şey bilinmekle onun varlığında bir değişiklik olmadığını görüyoruz. Mesela, ay tutulacak diye 1 sene önce hesap yap burada senin ayın tutulacağını bilmenin ayın tutulmasına hiçbir etkisi var mı? Orada bir değişiklik oluyor mu? Hayır. Onun için bir şey bilinmekle onun varlığında bir değişiklik olmasının gerekmediği de bir gerçektir. Ortak özellikleri yaratılmışlık bütün mahlûkatta bir ortak özellik vardır yaratılmış olmasıdır mahlûk olmalarıdır. Şimdi yaratılmışlık olan varlıklardan hiçbirinin kendi kendine kimseyi Hakk’a hidâyet etmesi ihtimâli yoktur. Onun için Cenab-ı Hak ne yapmış? İnsanları doğruya, Hakk’a, hakîkate hidâyet vesilelerini Allah kendi ortaya koymuş, peygamberleri ve kitapları bunun için Cenab-ı Hak ne yapmıştır? Peygamberleri göndermiş onlara kitap indirmiştir. (عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ) Yüce Allah her şeye şahittir. (قُلِ اللّهُ يَهْدِي لِلْحَقِّ) De ki: “Allah hakka hidâyet eder”. (أَمَّن يَمْلِكُ السَّمْعَ والأَبْصَارَ) Görmenin ve işitmenin mülkiyeti kimindir? Sadece Allah’ındır. Her şeyin mülkü, milki Allah’a aittir. Akıllara ve idraklere enfüs’e ve âfâka hâkim olan kimdir? Yüce Allah’tır. Kendi varlığından haberdar edip insanoğlunu, ne yapıyor? Kendi varlığından haberdar edende yine O’dur, yine O’dur. Ne yapıyor insanoğluna? Ey kulum diyor seni ben yarattım diyor! Allah kuluna kendi varlığını haber veriyor kulda yaratanını tanıyor ve Rabbisi ile kul arasında ki tanışma îmânla ortaya çıkıyor. Rabbi ’sinin rahmetinin içinde yaratıldığını görüyor. ‘’Elhamdülillah’’ deyip kulluğa sarılıyor. Çünkü bütün nimet O’ndan ve O’nun (أَفَمَن يَهْدِي إِلَى الْحَقِّ أَحَقُّ أَن يُتَّبَعَ) o hâlde hakka hidâyet eden kimse mi uyulmaya yani Mâbud tanınmaya daha lâyıktır? ( أَمَّن لاَّ يَهِدِّيَ إِلاَّ أَن يُهْدَى) yoksa hidâyet olunmadıkça aslâ kendiliğinden hidâyeti bulamayacak olan kimse mi Mâbud olmaya daha lâyıktır?
Dakika 25:00
Elbette hem yaratan hem hidâyet eden Allah’tır hak Mâbud odur. Akıl ile Allah hidâyet etmedikçe kendiliğinden bir ilim keşfedemeyeceği Hakk’ı ve doğru bulamayacağı bir gerçek iken şimdi aklı ilâhlaştıranların hâline de bir bak şöyle. “Men” tâbiri ile akıllı varlıklar tahsis edilerek anlatılmıştır. Burada Cenab-ı Hak “men” edatını akıllı varlıklar için kullanmıştır. (إِلاَّ أَن يُهْدَى) Ancak hidâyete erdirilmiş olan müstesnâ. (وَقَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداً) Allah, kendine bir oğul edindi dediler. Bu Allah’a şirk koşmak Allah’a iftiradır. (فَمَا لَكُمْ ) imdi neyiniz var diyor Cenab-ı Hak, (كَيْفَ تَحْكُمُونَ) nasıl hüküm veriyorsunuz? Neden bu kadar yanlışa saplanıyorsunuz? Diyor Cenab-ı Hak. Siz diyor nasıl hüküm veriri hâkim olabilirsiniz? Bilmediğiniz konuda nasıl Allah’a şirk koşuyorsunuz? Hak Teâlâ’nın varlığı zihin ile dış varlıkların, fizik varlıkların üstünde tam bir yüce ‘’Kâdir-i Mutlak’’ bir varlıktır hatâlı hükümlere hüküm denemez. Allah’ın hükümlerinde hatâ olmaz Allah hatâdan eksiklikten tenâkustan münezzehtir. Onun için Allah’ın hükümleri mükemmeldir. (وَمَا يَتَّبِعُ أَكْثَرُهُمْ إِلاَّ ظَنًّا) Onların çoğu hiç başka değil ancak bir zanna uyarlar. Hayvanlar gibi veya cansız varlılar gibi körü körüne akıntıya kapılır giderler. Indi görüşlerine bağımlı kalırlar ki, Indiyye yani dogmatik fikirler ve felsefeleri tutum ve eylemleri hükümde ve hükümette uydukları şey nefsânî tahakkümlerden başka bir şey değildir. İnsan eğer îmânı ve aklı olan bir insanın Allah’ın hükmüne bir defa tâbî olacak Allah’ın emrine girecek O’nun hükümranlığını tanıyacaktır. O’nun hükümleriyle hükmedecektir. (إَنَّ الظَّنَّ لاَ يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئًا) Hâlbuki zan Hak’tan hiçbir şey ifade edemez ve zerrece müstağni kalamaz. (إِنَّ اللّهَ عَلَيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ) Hiç şüphe yok ki Allah onların bütün yaptıklarını bilmektedir. Allah yarın büyük mahkemede yargılayacaktır. Beraat edenler îmân Amel-i Sâlih sahipleridir. İslam’ı iyi anlamış, doğru anlamış, doğru inanmış, doğru amel işlemiş, şeriatın kurallarına bir, bir tâbî olmuş insanlar hem beraat edecekler hem ödül alacaklardır. Bu ödül Cennet-i Âlâdır Allah’ın lütfuyla ve Cemâli İlâhî’dir ölümsüz ebedî mutlu hayattır.
Cenab-ı Mevlâ bütün insanlık âlemine Yüce İslam’ın barışını, adâletini O’nun tevhîd îmânını bütün insanlık âlemine nasîb etmesini biz diliyoruz. Allah da kullarına teklif etmiş artık burada iş kul da kalıyor kul irâdesini ya îmâna kullanacak yahut da küfre kullanacaktır kendi bilir. Cenab-ı Hak îmâna, İslam’a kullanan İslam’ın saadetinin, selâmetinin içine giren mutlu bir hayatı yaşamayı da nasîb eylediği kullarından eylesin. Hayat veren nurun keşif notlarıyla derslerimiz İnşâ’Allah devam edecektir. Cenab-ı Hak mutluluklar nasîb eylesin Allah’ın selâmı tüm inananların üzerine olsun.
Dakika 30:53