30- Ders 30 Fıkhı Ekber hayat veren hayatveren
FIKH-I EKBER DERS 30
“Eûzübillâhimineşşeytânirracîm Bismillâhirrahmânirrahîm. El hamdu lillâhi rabbil âlemin. Essalâtü vesselâmü alâ resûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn. Bismillahi ziş şâni azîmil sultan şehidi…..
Bismillâhirrahmânirrahîm. Ve huvellezî yakbelut tevbete an ibâdihî ve ya’fû anis seyyiâti. Sadakallahulazim.
“O Allah ki kullarından tövbeyi kabul eder ve kötülükleri affeder”. Şura Suresi 25. ayet- kerime.
Kıymetli efendiler, Fıkh-ı Ekber’den sizlere keşif notları vermeye devam ediyoruz. Bugünkü dersimiz de dedikodu ve iftiradan tövbe, istiğfar. Dedikodunun tövbesi, iftiranın tövbesi nasıldır? Şimdi bu konuda inşallah keşif notaları vermeye çalışacağız. Kıymetli efendiler, bakın kıymetli âlimlerimizden bazıları Fıkh-ı Ekber’de de var olduğu gibi şöyle dediler: “Dedikodu eden kişi, eğer bu kişinin dedikodusu, dedikodu yaptığı kişinin kulağına gitmeden tövbe ederse tövbesi kabul edilir mi?” diye bir soru soruldu. Buna cevap olarak “Evet, onun dedikodusu” şimdi “kulağına gitmeden tövbe etmişse kul hakkı karışmamıştır.” diye cevap verildi. Kulağına giderse işte ancak günah olmaya intikal eder. “Peki, eğer bu dedikodu tövbe ettikten sonra sahibinin kulağına giderse ne olur?” diye soruldu. Yine bakın, şöyle buyruldu: “Tövbesi batıl olmaz” cevabı verildi. Tövbe ettiği için, dedikodu edileni de üzüldüğü için affeder. Dedikoduyu yapan tövbe ettiği için dedikodusu yapılan kişi de üzüldüğü için, diyor onları Allah ikisini de affeder. Tövbeyi kabul ettikten sonra tekrar reddetmesi şanına yakışmaz. İkisini de inşallah affeder, diye cevap verildi. Şimdi bunu, cevap verenlerden birisi de Ebû Muhammed’dir, Bavdat’ül-Ulemâ adlı kitabında da bulunmaktadır.
İftira, bir kimsede olmayan şeyi ona isnat ettiği zaman bu iftira olur. Bir kimsede onun yaptığı, söylediği, isnat ettiği kötülük yok. Adam onda olmayan kötülüğü var diye iftira etmiş. İşte bu iftiradır o kötülüğü ona isnat ettiği için. Bu iftira edenin üç yerde tövbe etmesi gerekir. Bakın, üç yerde tövbe edecek. İftiranın tövbesi kolay tövbelerden değildir. Her tövbe gerçek ihlas ister. Şartları yerine gelmelidir. Bakın, iftira eden de diyor üç yerde tövbe etmesi gerekir. Birincisi iftirada bulunduğu topluluk arasına gidip “Ben falancayı sizin yanınızda böyle böyle anmıştım. Ona iftira etmiştim. Bilmiş olun ki ben bu sözde doğru söylememiştim, yalan söylemiştim. Onda o benim iftira ettiğim, isnat ettiğim onda kötülük yoktu. Ben vaktiyle böyle bir yanlış iş yaptım”. Böyle demesi gerekiyor o topluluğun içinde. İkincisi iftirada bulunduğu kişiye gidecek, onu bu konuda razı kılmak ve helallik almak için çalışacak. Onun helalliğini alacak, onu razı edecek. Üçüncüsü de Allah’ın hukukunda olduğu gibi (celle celaluhu) adabına uygun şekilde tövbe edecektir. İftiradan daha büyük bir günah da yoktur. İftira günahların en büyüğüdür. Bakın “Seni dedikodu ettim. Hakkını helal et, demek yeterli mi?” diye soruldu da İbn’ül Acemî, el-Mânsik adlı kitabında bakın şöyle dedi: “Eğer bildirmesi fitneye sebep olacağını biliyorsa, dedikodunun konusunu sahibine bildirmez” demiştir. Bu da tabii fitneye sebep olursa diyor. Bize göre meçhul haklardan ibra etmenin caiz olması da buna delil teşkil etmektedir. Helallik isteyen kişiyi ibra etmek istemesi müstahaktır. Günahtan kurtarmış olmaktadır. Yani böylece kendisi de büyük bir mükafatla kurtulmuş olmaktadır.
Yine alacağını tahsil etmeye gücü yetmese, onu ibra etmesi ve hakkını helal etmesi onun için daha hayırlıdır. Bu borcu o kişinin boynunda bırakmaktansa onu ibra (temize çıkarmak) etmesi ve hakkını helal etmesi onun için daha hayırlıdır. Kıymetli efendiler, daha hayırlı olanı yapmakta fayda vardır. Şimdi, tokalaşması helallik talebidir, denilmektedir. Şeref-ül-Eimme’den rivayet edildiğine göre iki kişi birbirine küfretse helalleşmeleri vacip olur. Birbirine sövse helalleşmeleri üzerlerine vacip olur. Derhal helalleşmeleri lazımdır.
Ders 8:30 15.3
Şimdi kıymetliler, “Herkesin diğeri üzerinde hakkı vardır. Dolayısıyla birbirine karşı haklarını karşılıklı olarak yaptıkları dedikoduyla ödemiş olurlar.” düşüncesi kabul edilemez. İlla helalleşmek lazımdır veya razı etmek gerekmektedir. Eziyet etse, bir kimse diğerine eziyet etse, sonra bu kişiye üst üste birkaç kere selam verse ve bu kişide selamını da alsa, güzel davransa öyle ki kendisine hakkını helal ettiğini zannetse bu kişinin mazereti kabul değildir. Eziyet ettiği kişiden helallik istemesi vaciptir. Burada vacip, farz anlamındadır, kıymetliler. Yani üzerine farzdır. Derhal helallik istemesi gerekir. Eğer helallik istemez, o kişi de gazapla dolu, “Beni affetmez.” derse tehir ettiğinden ötürü mazereti kabul değildir. Ne yapıp edip helallik istemesi, helalleşmesi gerekir. İşi mezara, mahşere ahirete bırakma. Derhal helalleş. Kul haklarına af yok. Yine sağlam bir şekilde eğer tövbe ederse kesinlikle ve şeksiz, şüphesiz olarak Allah-u Teâlâ kabul eder, reddedilmez, denmiştir bazı kıymetli eserlerde. Anlamını verdiğimiz biraz önceki ayet-i kerimeden de öğrendiğimize göre tövbenin kabulü Allah’ın dilemesine bağlıdır. Çünkü burada Cenab-ı Hak tövbeleri kesin kabul eder ama dilemesine bağlıdır, denmenin hikmeti de tövbenin gerçek tövbe midir, değil midir, bu açıdan baktığımız zaman bu böyledir. Yoksa gerçek tövbeleri Cenab-ı Hak kabul eder. Bu halis, gerçek tövbeyi kabul etmez, demek o da cahilliktir. Onu söyleyenin bu ayet-i kerimeye de ters düşeceğinden dolayı küfründen de korkulur, denmiştir. Çünkü bu tövbenin şüphesiz ve kesinlikle kabulü konusunda Allah’ın kesin bir vaadidir. Gerçek tövbeler Allah katında vaat edilmiş kabul edilir. Tövbe eden kişi eğer doğru ise tövbesinin kabul edilmesi konusunda şüpheye düşünce o tövbe ve bu inançla ilk günahından daha büyük günaha girmiş olur. Çünkü tövbede şüphe edilmez Cenab-ı Hak gerçek tövbeleri kesin kabul eder. Ve bakın, bundan ve helake götüren bütün düşünce ve davranışlardan Allah’a sığınırız. Çünkü tövbe hakkındaki ayete şüphe ede ede o ayet hakkında tövbe olur mu? Onun bu tövbesi daha da tehlikeli ki bir ortama kendini sevk edebilir. Çünkü şüpheye düşe düşe, ayetten tövbe edilir mi? Sen doğru tövbe etmene bak. Ayetlerden şüphe etmek ise imana kesin zarar verir. Bir de kafir olma tehlikesiyle baş başadır. Ayete tam muhalif olursa kafir olur.
Efendiler, tövbe şartlarını topladığı zaman mutlaka makbuldür. Yani tövbenin birçok şartları var. Bu şartları yerine getirirse, diyor tövbesi makbuldür çünkü ayet-i kerime açıktır. Bir kimse zina yapmaya gücü yetmediği ve kudretten kesildiği için bu işi terk ederse buna tövbe denir mi? Denilmez. Gücü yetmediği için zina etmiyor. Yoksa gücü yetse durum hiç de öyle görünmüyor. Şimdi burada da tövbeye gücün yeterken, her günahı işlemeye imkânın varken tövbe et. Geç kalma. İş işten geçmesin. Onun için kıymetliler, bir kimse zina etse sonradan zina etme kudretinden kesilse yahut ölüme yaklaşsa gelecekte işi terk etmeye azmetmesi tasavvur edilemez. Bununla beraber yaptığına pişman olursa selefin ittifak ile tövbesi kabuldür, ittifakıyla selefin. Gerçek pişman olmak işte tövbe için çok önemlidir. “Gerçek pişman olursa tövbesi kabuldür.” demiştir selef âlimlerimiz. Allah bütün âlimlerimize bol rahmet eylesin.
Şimdi bu işi yapmaktan aciz olduğunu kesin olarak bilse de ittifakla yapacağı tövbe sahihtir. Yine de gerçek tövbe etmeye, bütün günahlarından pişman olarak tövbe etmesi gerekir. Ve tam pişman olarak şartları yerine getirilen tövbe de sahihtir, kabuldür.
Bütün günahlardan tövbe etmek. Kıymetliler, Müslüman olmak isteyen kişinin küçük, büyük bütün günahlardan tövbe etmesi gereklidir. Bunu da Müslüman olan insanlara Müslüman olurken ona bunlar tebliğ edilmelidir, telkin edilmelidir. Allah korkusu ile dinden çıkacak hususlardan koruması gerekir. Çünkü dinden çıkmayı gerektiren söz, iş ve davranışlar yapılan amelleri iptal eder. Bütün ameller boşa gider. Dinden çıkmayı gerektirecek şeyler kişinin eğer ağzından çıkarsa bunlardan derhal tövbe eder ve kelime-i şahadeti yeniler ki saadet kendisine dönsün. Yine kıymetli eserlerimizde bakın kayıt edildiğine göre can çekişme halindeki iman kabul değildir. Adam cana kurulmuş, can çekiştiriyor, o anda iman etmiş. Bu iman makbul değildir. Fakat tercih edilen görüşe göre bu durumda tövbe kabuldür, demişlerdir. Cenab-ı Hak, hakkıyla imanı kâmil ve ebedi olan, bütün tövbeleri de makbul olan kullarından eylesin.
Kıymetliler “Şüphesiz Allah can çekişme durumuna gelmedikçe kulun tövbesini kabul eder”. Peygamberimizden bu rivayet yapılmıştır. Ebû Davud, İbni Mâce, Muvatta gibi eserlerimizde kıymetli muhaddislerimizden rivayet edilmiştir. “İnnallahe Teâlâ yakbelut tövbete yebbelü tövbetel ardi malen yuvarrir.” buyurmuş. Cenab-ı Hak, tövbesi kabul olan kullarından eylesin.
Bu sebeple herkesin inanılması gerekli hususları bildiğinden daha kuvvetli bir şekilde küfrü gerektiren hususları bilmesi gerekir. Bir Müslüman hangi konularda insan küfre gider, bunları her Müslümanın bilmesi gerekir. Bunları bilmedikçe imanını küfürden koruyamaz. İcmali iman etse yeterlidir. İnançla ilgili hususlarda sadece icmali iman etse yeterlidir. Fakat şunu hiç unutma. Herkesin inanılması gerekli hususları bildiğinden daha kuvvetli bir şekilde küfrü gerektiren hususları bilmesi gerekir. Bunu unutma. Fıkh-ı Ekber’i bütün dünyanın idrakine sunmamızın hikmetinden biri budur. Yüce Allah’ın bu bir lütfudur. Fakat icmali iman kişi için yeterli olduğu halde küfrü gerektiren birinci kısım bilgiler böyle değildir. Özelikle bizim mezhebin imamı Ebû Hanîfe İmâm-ı Âzam’a göre bu konuda tafsilatlı bilgi bulunması gerekir. Bir insan hangi konularda küfre gideceğini bir bir bilmesi gerekir. Maksadın hasıl olması bakımından İslâm’a girmek kolaydır fakat İslâm’ın hükümleri üzerinde devam etmek ve sebat etmek güçtür, denilmiştir. Çünkü adam iman etmiş. İman etmek, Müslüman olmak kolay. İmanın ebediyyil ebed ne yapacak? İmanın ebedi olacak, küfür yaklaşmayacak. Kişi küfre giden sebeplerden uzak kalacak. Bunun için küfrü gerektiren her türlü tehlikeyi de bilecek ve uzak kalacak ondan. Bakın, Fussilet Suresinin 30. ayet-i kerimesinde Yüce Rabbimiz buyurdu ki:
إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ
Sadakallahul azim. “Gerçekten Rabbimiz Allah’tır deyip de sonra imanda sebat gösterenler. Onların üzerine korkmayın, üzülmeyin. Vaat olunduğunuz cennetle neşelenin diye melekler inecektir”. İşte kıymetliler gördünüz ya bu ayet-i kerime imanda sebat, ebediyyil ebed imanda sebat edeceksin. Küfre götürecek bütün tehlikelerden uzak kalacaksın. İşte o zaman melekler seni müjdelemeye geliyorlar. Evet kıymetliler, “Gerçekten Rabbimiz Allah’tır, deyip sonra imanda sebat gösterenler, onları üzerine korkmayın, üzülmeyin. Vaat olunduğunuz cennetle neşelenin diye melekler inecektir”. Bu meleklerin cana kurulduğu zaman da mezarda da mezardan kalkınca da mahşerde de bu müjdeleri verecekleri hakkında haberler vardır.
İstikamet mi üstündür, keramet mi? İstikamet, kerametten üstündür, dediler. İstikamet olmadıkça keramet olmaz ki. Aklını başına al. Nefis keramet ister. Allah-u Teâlâ ise istikamet ister. Sen nefsin dediğini mi yaparsın, Allah’ın dediğini mi? Şeytan nefisle beraber hareket eder. Yüce Allah istikamet ister. Aklını başına al. İstikamet nedir? Allah yolunda istikametin bin türlü kerametten daha hayırlı olduğunu söylenmiştir. Yani istikamet bin türlü kerametten daha hayırlıdır, demişlerdir. Şimdi Bâyezîd’in komşularından birine “Müslüman olsana.” denildi bir gün. Bir latife olarak bakın ne diyor adam. Bâyezîd-i Bistami’nin komşularından birine. Kim Bâyezîd-i Bistami? Büyük velilerimizden birisi (kaddesallâhu esrârahum). Onun komşusu da gayrimüslim biri. Ona “Müslüman olsana.” denildi. Buna karşılık şöyle cevap verdi o adam: “Eğer Müslümanlık Bâyezîd-i Bistami’nin Müslümanlığı gibi ise bunun altından kalkamam. Eğer Müslümanlık sizin Müslümanlığınız gibiyse sizin durumunuz benim hiç hoşuma gitmiyor” demiş adam. Şimdi bakın, mübir Müslümanın karşıya yansıyan tarafı var. İslâmiyet’i itikatta, amelde, ahlakta, hukukta bir insan doğru yaşamazsa adı Müslüman fakat her kötülük kendinden beklenebiliyorsa veya bazı kötülükleri işliyorsa bu da gayrimüslimler senin o kötü taraflarına bakıp Müslüman olmak istemiyorlar. Bâyezîd-i Bistami gibi büyük âlimlerin de büyük evliyaların durumuna da bakıyorlar, İslâm’ı zor zannediyorlar. Orada da aldanıyorlar. İslâm’ı, İslâm’dan tanıyanlar derhal Müslüman oluyor.
Kıymetliler, bakın yine bir kaynakta kötülüğün helal olduğunu kabul etmek küfürdür. Bu kaynaklardan birisi se Umdet’ün-Nesefi’dir. Şimdi kötülüğün haram olduğunu yani haramın helal olduğunu kabul etmek küfürdür, denilmektedir. Yine bakın şöyle deniliyor: Kesin nasla diyor, yasaklanmış bir kötülüğü kastetmiş olsa gerektir. Çünkü haram olduğu kesin belliyse, daha önceki derslerde geçtiği gibi, ona helal denmez. Ona helal demek küfürdür. Bir hükmün helal olduğunu kabul etmek kitabın hükmüne aykırıdır. Fakat haber-i vahid gibi zanni delille sabit olan bir kötülüğe gelince bunun hükmünü helal kabul eden kimse kafir olmasa da fasık olur, denmiş ve doğrusu budur. Daha önceki derslerimizde de bu geçmiş idi. Burada da tekrar işaret edildi.
Niçin istikamet Müslüman için şarttır. Nedir istikamet? Allah’ın emrettiği gibi dosdoğru olmak. “Festekim kemâ umirte (فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ). Peygamberimiz “Bu ayet beni kocattı” demiştir. Ümmeti adına üzülüyor. (11/Hûd Suresi, 112).
فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْاْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
“Emrolunduğu gibi dosdoğru ol” diyor Cenab-ı Hak. İstikamet bu işte.
Kıble ehlinin tekfiri caiz değildir. Kıymetliler, Allah’ın, Allah-u Teâlâ’nın varlığı açıktır. Allah’ı inkâr etmek mümkün değildir. Kim Allah’ı inkâr ederse işte bu kişi her şeyini ebedi kaybetmiştir. Allah-u Teâlâ’yı inkâr etmedikçe yahut Allah’a eş koşmadıkça yahut peygamberlik müessesini yahut bize kadar gelişi zaruri bilgi ile sabit bir hükmü yahut haram olan şeyleri helal kabul etmek gibi üzerinde ittifak edilmiş bulunan bir meseleyi inkâr etmedikçe kıble ehlinden hiçbir kimseye kafir denilemez. Eğer bu sayılanlardan birini inkâr ederse kıble ehli o da kıble ehli sayılmaz. Kıble ehline kafir diyen de fasıktır, efendim ve ona kafir değildir, denmiştir. Fakat mümine, Müslümana kafir diyenin kendisinin kafir olma tehlikesi vardır. Yalnız kıbleye yönelmek değildir. Mesela Rafizîlerin Gulat taifesi Cebrail Aleyhisselamın vahyi indirmede yanlışlık yaptığını, esasen Allah Teâlâ’nın Cebrail’i Hz. Ali’ye gönderdiğini fakat yanlışlıkla vahyi Hz. Peygamber’e getirdiğini iddia ediyorlar. Kim bunu diyen? Rafizîler. Bunların Gulat taifesi. Halbuki bunlar kıble ehli değildir. Bu Galiye taifesinden bir kısmı Hz. Ali’nin ilah olduğunu iddia edecek kadar da ileri gitmişlerdir. Bunlar kıbleye karşı namaz kılsalar da bunlar kafirdirler. Çünkü Hz. Ali’ye “Allah” diyenler, onu ilahlaştıranlar, “Cebrail yanıldı” diyenler, “Muhammed’e götürdüğü peygamberliği Ali’ye getirmesi lazımdı” diyenler bunlar ehl-i kıble değildir. Bunlar kıbleye karşı namaz kılsalar da yine kafirdirler. Çünkü inançları Kur’an-ı Kerim’e aykırıdır ve Allah-u Teâlâ’ya iftira vardır, Cebrail Aleyhisselama iftira vardır. Cebrail yanılır mı? Allah’ın emrindeki bir melek. Sonra Cebrail’i gönderen Allah, Cebrail yanılmış olsa derhal Cebrail’i uyarmaz mı? Bu kadar saçma sapan, sapık bir itikat İslâm düşmanlarının işine yarar, başka kimsenin işine yaramaz.
Kıymetliler “Kim bizim kıldığımız namazı kılarsa, bizim kıblemize yönelirse, kestiğimizi yerse işte Allah ve Resülünün zimmetinde bulunan Müslüman budur. Allah’ın zimmetini bozmayın.” sözünden kastedilen mana da budur. Yani ehl-i kıble bir defa Kur’an-ı Kerim’in kesin emirlerine iman eder, karşı çıkmaz. Bu sözü Peygamberimiz söylemiştir, bu anlatılanları. “Men sallâ salâtenâ vestakbele kıbletena”. İlahi hadis. Peygamberimiz böyle buyurmuş. Çünkü ehl-i kıble olması için bir insanın İslâm’ın tümünü dosdoğru tasdik edip, diliyle ikrar edecek, Allah’ın ve onun emirlerine karşı çıkmayacak. Cebrail’e “yanıldı” diyerek bir de Ali’yi ilahlaştırarak, İsa’yı, şeyhlerini, liderlerini, önderlerini ilahlaştıranlar ehl-i kıble sayılmazlar ki. Peygamberimiz ehl-i kıbleden bahsediyor burada da. Ehl-i kıblenin imanı tamdır. İman edilecek değerlere iman etmişlerdir.
Bir insanın kendi isteği ile küfür kelimesini söylemek nedir? Küfürdür. Kişiyi kafir yapar. Kendi isteğiyle, dikkat edin, küfür kelimesini söyleyen küfre gider. Bir kimse kendi isteğiyle inanmadığı halde küfür kelimesini söylerse kafir olur, demişlerdir. Çünkü küfür kelimesi Müslümanın ağzında ne arıyor ki bu kelimeyi söylemeye razı olmuştur? Çünkü küfre rıza küfürdür. Bir insan kişinin kendini kafir yapacağını bildiği halde o kelimeyi söylemesi işte kişiyi küfre rıza olduğu için kafir olur, demişlerdir. Şimdi bilmemek sebebiyle mazur tutulamaz. “Bilmiyordu. Etmiyordu” falan da denilmez. İlim adamlarının çoğunluğuna göre bu hüküm böyledir. Bazı âlimlerse başka türlü düşünmüşler, bu görüşün başka türlüsünü savunmuşlardır.
Kıymetli efendiler, Hz. Ebû Bekir’in hilafetini ve sahabeliğini inkâr ederse bir insan bakın Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’in halifeliklerini inkâr etse kişi küfre girer, demişlerdir. Şimdi bunun sebebi hilafetin icma ile sabit bulunması olması ortadadır. Çünkü burada kesin icma vardır. Yine Hz. Ebû Bekir’in halifeliği Hz. Peygamberin işareti ile de sabittir. Hz. Ömer’inki ise Hz. Sıddîk’ın nasb etmeye işaretiyle sabit olmuştur. Yani Hz. Ömer’in hilafetine Ebû Bekir işaret etmiştir. Ama yine toplum biat yoluyla seçmişlerdir. Hz. Osman ile Hz. Ali’nin halifelikleri böyle değildir. Bunların halifeliğinde icma yoktur. Hz. Ebû Bekir’in sahabeliğini inkâr eden, Kur’an-ı Kerim’in nassını inkâr etmiş olacağı için bu kafir olur, denmiştir. Çünkü Ebû Bekir’in Peygamberimizin yanında bulunduğuna dair ayet-i kerimeler bulunmaktadır. Çünkü Allah-u Teâlâ onun hakkında şöyle buyuruyor (Tövbe Suresi 40. ayet):
إِلاَّ تَنصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّهُ إِذْ أَخْرَجَهُ الَّذِينَ كَفَرُواْ ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا فَأَنزَلَ اللّهُ سَكِينَتَهُ عَلَيْهِ وَأَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَّمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُواْ السُّفْلَى وَكَلِمَةُ اللّهِ هِيَ الْعُلْيَا وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
“Hz. Peygamber ile Hz. Ebû Bekir mağarada iken Hz. Peygamber arkadaşına, üzülme. Allah bizimle beraberdir, diyordu”. Müfessirler bu ayette Hz. Peygamberin arkadaşından kastedilenin Ebû Bekir olduğundan bütün müfessirler ittifak etmişlerdir. Bakın, burada da hem ittifak hem icma var. Hem de ayet var. Yine kıymetli bir eserimizde şöyle deniliyor: “Bir kimseye bunu Allah için yap, denilse ve “yapmam” dese” bak Allah için “yapmam” dese “kafir olur” dediler. Burada anlaşıldığına göre bir kimseyi yemininde doğru çıkarmaya çalışmak müstahaktır. Böyle söyleyen kimsenin kafir olmaması gerekir. Eğer bu kimse “Ben o işi Allah rıza için yapmam, başka biri için yaparım” tarzında açıklama yaparsa o zaman kafir olur, demişlerdir ki burada da bir tevil vardır. Şimdi tekfir konusu çok karışık ve fitneye sebep olan, üzerinde çok ihtilaf edilen bir konudur. Kıymetliler, kıble ehlinden hiç kimseyi tekfir etmeyiz, deyip bu işi umumi manada nefyediyorlar. Halbuki bunlar biliyorlar ki kıble ehli içinde Yahudi ve Hristiyanlardan daha beterleri vardır, münafıklar bulunmaktadır ki bunlardan bir kısmı imkân buldukça küfrünü ortaya koyuyorlar. Yani kıble ehline kafir denmez ama fakat İslâm’ın kesin hükümlerini inkâr eden de bunlar da kıbleye doğru namaz kılsalar da kıble ehli sayılmazlar ve kafirdirler. Çünkü hem sen kıbleye doğru namaz kılacaksın hem de İslâm’da kesin olan emirlere karşı çıkacaksın. Bunlar ehl-i kıble sayılmazlar. Kabe’nin dibinde yatsalar bile, Hacer-ül Esved’in dibinde ölseler bile bunlar ehl-i kıble sayılmazlar. Çünkü inkârın olduğu yerde iman olmaz. Mesele bu. Ehl-i kıble, gerçek iman eden ve dinine, Allah’ın kesin emirlerine hiç mi hiç karşı çıkmayan, tasdik eden, ikrar eden, seve seve Allah’ın emirlerini yerine getirmeye çalışan, kazaya, kadere sıkıca razı olan, Kur’an-ı Kerim’i, İslâm’ın bütün emirlerinin içinde sıkıntı duymadan kabul eden, bunlar müminler ki ehl-i kıble bunlar. Evet kıymetliler, Cenab-ı Hak imanı kâmil ve daim olan; küfrün, şirkin, nifakın her türlüsünden emin ve uzak olan kullarından eylesin. Ders 40:37