409- Tefsir Ders 409 hayat veren nurun keşif notları
409- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 409
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
(Neml Sûresi 41’inci Âyet-i Kerime’den 66’ncı Âyet-i Kerime’ler)
Onların gelmeden tahtını yanında istiyor Süleymân Aleyhisselâm Allah bu imkânları vermiş. Bakın, cinlerden bir ifrit, “Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm ve güvenim var” dedi.
Ama kitaptan ilmi olan kimse ise, bakın o ne dedi: “Gözünü açıp kapamadan, ben onu sana getiririm” dedi. (Süleymân) onu (Melike’nin) tahtının yanı başında yerleşivermiş görüverdi ve görünce, “Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır dedi. Büyükler hep böyle düşünürler îmân mantığı budur. Şükreden ancak kendisi için şükür etmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbim müstağnidir çok kerem sahibidir” dedi Süleymân Aleyhisselâm.
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ﴿٤١﴾
فَلَمَّا جَٓاءَتْ ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ قَالَتْ كَاَنَّهُ هُوَۚ وَاُو۫ت۪ينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ﴿٤٢﴾
وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَ﴿٤٣﴾
ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟ ﴿٤٤﴾
İşte sonuç ne kadar güzel görüyorsunuz ki burada (Süleymân Aleyhisselâm) devamla dedi ki: “Onun tahtını bilemeyeceği bir vaziyete sokun; getirin bakalım tanıyabilecek mi, yoksa tanıyamayanlardan mı olacak?”
Melike gelince: “Senin tahtında böyle mi?” dendi. O şöyle cevap verdi “Tıpkı o zaten bize daha önce bilgi verilmiş ve biz teslimiyet göstermiştik.” O’nun Allah’tan başka taptığı şeyler alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkârcı bir kavimdendi.
Ona “Köşke gir!” denildi. Melike onu görünce derin bir su sandı bu Süleymân’ın Sarayı billurdandı ve mükemmel yapılmıştı kadın suyun içine giriyorum sandı ve eteğini çekti. Süleymân “Bu billurdan yapılmış şeffaf bir zemindir” dedi. Melike dedi ki: “Rabbim! Ben gerçekten yazık etmiştim. Süleymân’ın maiyetinde, âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum” dedi kadın Müslüman oldu. Bu tâbir bu meclisin hüküm verme yetkisini ifade etmekten uzak değildir. Kadın her ne kadar Müslümanlıkla tanışmamış daha önce ama idâresinde bakın zorbalık görünmüyor.
Dakika 5:05
Ve meclisin hüküm verme yetkisini ifade etmekten uzak bir ifade kullanmadı kadın, hükümdar Melike olan kadın. Bunların her biri on bin kişi temsil etmek üzere üç yüz on iki kişi olduğu da rivâyet edilmiştir. Demek ki, bakın bu kadının meclisinde bunlar var, bunların her biri on bin kişiyi temsil etmek üzere bakın kadının meclisindekiler bunlar üç yüz on iki kişi olduğu da rivâyet edilmiştir. Katâde var bu haberin kaynağında. Üç yüz on iki ki, bunlar meclisin seçilmişleri gibi görünüyor her birisi de 10000on bin kişiyi temsil ediyor. Görüyorsunuz ki buradaki idâreye bakarsanız tâ Kânûni Sultan Süleymân zamanında değil peygamber olan Davutoğlu Süleymân Aleyhisselâm zamanında bakın ortada bir meclis var meclisin temsil ettiğin bir kitle var her kişi mecliste biri on bin kişiyi temsil ediyor. Bir Meşrûtiyet geleneği olduğu anlatılmaktadır bir meşrûtî durum var. Uygun bir danışma ve fikir verme özelliğinden ileri gitmediği için tefsirciler burada yalnız istişâre ve danışmanın öneminden söz etmişlerdir. Yalnız bir askerî şûrâdan ibâret olmadığını açık bir delildir. Bakın, bir askerî şûrâ değil oradaki temsil heyeti; biz diyenler devletlerinin kuvvetlerini kastetmiştir. Fakat harp edebiliriz diyorlar emre karışmayı uygun bulmuyorlar. Dikkat edin! Bugün tam bir emre başlarında bir kadın hükümdar ama emrine itaat ediyorlar. Eğer demokrasi diyecekseniz buna işte diyebilirsiniz demokratik bir idâre şekli. Süleymân Aleyhisselâmınki de tam bir hilâfet tam bir şeriat idâresi bakın, Süleymân’ın ki ilâhî kânûnlarla bir şer-i idâre öteki bakın meşrûtî tamamen demokrasiye uygun bir askerî şûrâ değil bu bir meclis var ortada meclisin de içindekilerin temsil ettiği bir kitle var.
Bu ne zaman bakın dikkat et! Tâ Dâvûd oğlu Süleymân Aleyhisselâmın zamanında bir Müslüman olmayan kadın hükümdarın işte “Belkıs’ın” idâre şekli buna “Sebe Hükümdarlığı” deniyor.
Durumu bilmiş Vallâhi bu yalnız bir melek değil biz bunun karşısında güç gösteremeyiz demiş, kadın akıllı bu kadın hükümdar. Tekrar bir elçi gönderip kavminin beyleri ile huzuruna geliyorum buyruğunu ve dâvet ettiğin dinini görmek isteğindeyim diyerek yanında büyük bir kalabalıkla hareket etmiş.
Dakika 10:00
Ve tahtının köşklerinin en sağlam ve korunmuş yerine koydurup kapıları kilitleyerek önemli bir şekilde koruma altına alındırmıştı. Nereye koyarsan koy Allah’ın askerlerinin önüne geçilmez. Bak, kendine ilim verilen bir zat o tahtı ne yaptı? Derhâl oradan Süleymân’ın köşküne getirildi sarayına getirildi Aleyhisselâm. Nereye kitlersen kitle hangi muhafızları başına bırakırsan bırak Allah’ın verdiği ilmin önüne kimsenin geçme şansı yok. Bak, kitaptan kendine ilim verilen diye Kuran-ı Kerim vasıflandırıyor o köşkü getiren kişinin ilmi bakın kitaptan verilen bir ilim diyor Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerim’de. Yani pis çetin bir ortam cinlerden bir ifrit bakın, onda da beceri var. İfrit nedir? Yani pis mi pis, çetin mi çetin demektir.
İbn-i Kuteybe demiştir ki; İfrit: (Müvessekül hak) yani yaratılışı kuvvetli demektir buna rağmen kuvvetli birisi cinlerden bir ifrit. Ona, yerinden kalkmadan tahtı getiririm demişti ama öbürü de daha sağa sola yüzünü çevirmeden gözünü açıp kapayıncaya kadar bir daha yakın bir mesafede getiririm derken getirdi oraya tahtı getirildi. Yemen nere, Kudüs nere? Dikkat et! Yemen’den Kuddüse! Sen bunu bugünkü bilimle açıklayabilir misin? Ancak bunu Kur’an-ı Kerim’le açıklayabilirsin, îmânla açıklayabilirsin. (Afere) güreşti yere yıktı demektir. Yani “afere, afer, ifrit” kelimesinin kökenine doğru gidildiği zaman, buna aynı zamanda cinnî derler insanlarla birlikte oturanı kast ettiklerin de “âmir” çoğulunda “ummar” derler. Çocuklara musallat olana “ervah” derler, kötü olup bahşedilmez bir hâle gelirse şeytan daha çoğalır ve kuvvetlenirse “ifrit” derler. Çoğulunda da “efarhit” derler. Şeytanlık da ileri gitmiş tuttuğunu devirir kuvvetli, becerikli ele avuca girmez bir “kereta” demektir. Sabahtan öğleye kadar oturduğu rivâyet ediliyor. “Ben onu o tahtı sen makamından kalkmadan önce sana getiririm” diyordu ifrit diyordu. Yani getirme mühleti bakın sabahtan öğle arasını kapsayabiliyor. Ama kendine ilim verilen kişi sana daha gözünü açıp kapayıncaya kadar veya sağa-sola yüzünü çevirinceye kadar mesafeden getiririm dedi ve getirdi, onu derken gelmişti taht. Bu Yüce Allah’ın işte kitaptan bir ilim veriyor ve böyle bir lütufta bulunuyor. İbn-i Mes’ûd’a göre Hızır Aleyhisselâm idi bunu getiren İbn-i Mes’ûd öyle diyor.
Âlûsî Ruhu’l Meâni de böyle zikretmiş, İbn-i Abbâs böyle dedi diyor.
Dakika 15:00
Yine İbn-i Abbâs’ın meşhûr görüşüne göre: Süleymân Aleyhisselâmın veziri Âsaf Bin Berhiya’dır ki Sıddık dosdoğru idi diyor. Bu da Suyûtî’nin Ed-Dürrü’l Mensûr’un da geçmektedir. Yine kabul edeceği Cenab-ı Allah’ın dua edildiği zaman Yüce Allah’ın mutlak kabul edeceği İsmi Âzâm’ı bilirdi. Hazreti Süleymân’ın bir mûcizesi olarak vezir böyle bir kerâmet göstermiştir. Fahrettin Râzî, bu kişinin Süleymân Aleyhisselâmın kendisi olmasını birçok yönden daha uygun bulmuştur. Bu da Fahrettin Râzî’nin anlatımıdır.
Ancak Süleymân Aleyhisselâm’dır. (عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ) “Yanında bir kitaptan bir ilim olmakla bilinen kimse ancak Süleymân Aleyhisselâm’dır.” Çünkü yukarıda (وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ عِلْمًا) “Andolsun ki biz Dâvûd’a ve Süleymân’a bir ilim verdik” diyor Cenab-ı Hak. Süleymân Dâvûd’a vâris oldu ve Süleymân: “Ey insanlar! Bize kuşdili öğretildi” dedi. (اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪) onu ben getiririm sözü ifrtedir, Süleymân ifrite karşı söylemiştir. (قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ) Diye bir zamir ile zikir edilecek yerde işin büyüklüğünü anlatmak için Mevsûl getirilmiş ve bununla yukarıda zikredilen ilimden bir örnek gösterilmiştir. Bununla beraber çoğulluk bu kişinin Süleymân Aleyhisselâmın kendisi değil, adamlarından birisi olmasını ifadenin gelişine daha uygun bulmuşlardır.
Muhyiddin-i Arabi (Fusûsü’l-Hikem) isimli eserinde bu Süleymân Aleyhisselâmın ashâbından birisi eliyle olmuştur diyor. Süleymân Aleyhisselâmın şânı için daha yükseltici olsun demiştir. Ve bu ilmin ona verilen ilimden olduğunu anlatır. Bu taht ne kadar uzaklıktan getirildi. “Sana’dan” ise, “Sebe” üç günlük uzaklıktadır deniliyor. Bazıları da, bu sırada Süleymân Aleyhisselâm Sana’dan dönmüş Şam toprağında bulunuyordu demişlerdir. Bu takdirde iki aylık uzaklık demektir. Yani Şam ile Sana arasında, Sebe arasında bakın şöyle bir bakın, Sana’dan Sebe üç günlük olunca, Sana’dan Şam’ın arası da iki aylık uzaklık demektir diyorlar. Kerâmet ve mûcize olmak üzere bu söz konusudur, burada kerâmet vardır, mûcize vardır.
Muhyiddin-i Arabi Âsaf tahtın yapısında değişiklik yaptı da Süleymân Aleyhisselâmın yanında meydana getiriverdi. Mevcut olduğu an yok olup kaybolduğu anın aynıydı ikisi bir anda idi ve Âsaf’ın sözü zamanda fiilin aynı idi.
Dakika 20:02
Zîrâ olgun kimseden çıkan söz Yüce Allah’ınكُنْ “ol” sözü yerindedir bu tahtın oluşumu konusu en zor konulardandır. Ancak bahsettiğimiz meydana getirme ve yerinde bırakmayı idrâk eden kimseler müstesnâ. Taht ne bulunduğu yerden başka yere taşındı ve nede yeryüzü onun için dürüldü veya yarıldı. O anda öbür taht oradan yok edilirken beride yaratıldı diyor. Hayır, onlar yeni bir yaratılıştan şüphe etmektedirler. Yeni bir yaratılış konusu son zamanlarda Descartes felsefesine (Rene Descartes ve Rasyonalizm (Akılcılık) ) kadar geçmiş bir görüş bir nazariyedir. Şimdi yaparım denmemiş âyette, yaparım denmemiş getiririm denmiştir. “Ben onu sana göz açıp kapayıncaya kadar getiririm” denilmesiyle de bir zaman ifade edilmiştir iki tarfe iki bakış arasını ifade eder. ((قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ)) Ve bu bir saniyeyi bile geçebilir. Fakat şeyh bunu bir an kabul etmiş hâlbuki bir hareketin meydana gelmesi en azından iki an gerektirdiğinden burada bir anda hareket olabileceğini düşünmek tenâkuz olacağından meseleyi zorlaştırarak hareketsiz olarak bir şeyin meydana gelmesini göstermek için o yönde tevil etmiştir. Çünkü kendisinden imkânsızlık olarak (كُنْ) “ol” emri uygun düşmez. Fakat hatırladığımız gibi âyet bunu biran değil en kısa bir zaman ile ifade etmiştir. “Gerçekte Âsaf’ın sözü zaman yönünden yaptığı işin aynıydı” demek ile şeyh tamamen gerçeği söylemiştir. Bu sözde yani (اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ) sözünde iş yapma değil getirmedir. Bunu söylemesi ile getirmesi bir olmuştur. Yani söyleyince kadar getirmiştir zîrâ ilmini biliyordu. Bir saniyede binlerce kilometrelik surat zamanımız teknolojisinin düşünmeye alışık olduğu konulardandır. Ancak bu hareketi yapmak için tatbik olunacak kuvveti ve “Fenni” bilmekten ibârettir önemli olan nokta bu. Bir yıldırım da, bir elektrikte, bir telgraf da görülen bu sürat bir cisimde de görülebilir. Yakından tesir gösterdiğini gördüğümüz irâdenin bir telsiz gibi uzakta da etkili olabileceğini gösteren misaller de yok değildir. Bir çekim kânûnu ile gökyüzünü gökyüzü cisimlerinin fezada uçuştuğu bir irâde ile organların vücutta oynadığı gibi bir irâde ile uzaktaki bir cismin boşlukta uçup yer değiştirmesi de kitapta “Levh-i Mahfûz” da belli ve mevcut olan bir ilimdendir. Özel ihsânı olan bir kerâmet veya mûcizedir. Bunlar Yüce Allah’ın lütuflarıdır.
Dakika 25:08
Tahtının getirilmiş olması şaşırtıcı bir işle mülk ve hükümranlığının elinden alınmış olduğuna işarettir. Çünkü tahtı kendi gelmeden tahtı getirilmiş, yeteneği üzerinde bir deney yapılmak istenmiştir. Yüce Allah’ın kudretine ve senin peygamberliğinin doğru olduğuna bilgi sahibi olmuştu. (وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ) “Ve biz teslimiyet gösterip Müslüman olmuştuk” dedi “Belkıs” yani o kadın hükümdar ustaca söz söyledi. Yani o mevkiye gelmiş ama akıllı bir kadın. Müslümanlıkla da şereflenince bakın ne büyük lütuflara mazhâr kılındı.
Sarahat köşk ve kule gibi yüksek bina (Sarhat-üt Dar) konağın sahası bir su burayı su sandı billurdan yapılan köşkü Süleymân’ın Sarayı’nı su sandı billuru fark etmedi. Çünkü Süleymân’ın mülk ve saltanatı çok ileriydi bu bir İslam medeniyetiydi. Etekleri ıslanmasın diye topladı. Çünkü suya giriyorum sandı paçaları göründü önce şaşırmamışken bu defa şaşkınlık gösterdi. Süleymân Aleyhisselâm bu dedi billurdan döşenmiş bir meydandır. Bir billur saray ve girişinden meydana kadar büyük bir havuz yapılır içine su salınmış yine içine balık vesâire deniz hayvanları konulup üzeri şeffaf cam ile döşenmiş. O vakit kadın, (قَالَتْ) dedi (رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي) “Ben gerçekten kendime yazık etmişim boş şeylere tapmışım (وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ ) şimdi Süleymân’ın mahiyetinde İslam’a erdim. (لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟) Âlemlerin Rabbi Allah’a teslim oldum” dedi. Müfessirleri çoğunun kanaatine göre Süleymân Aleyhisselâm onunla evlenmiş ve mülkünde bırakmıştır. Yani yine hükümdarlık elinden alınmamış kadın hükümdarlığına devam etmiş ve Süleymân’la evlenmiş olduğunu müfessirlerimizin pek çoğu bu kanaattedirler.
Allah bütün peygamberlere selâm eylesin bütün âlimlerimize de Allah bol rahmet eylesin. Bütün mü’min ve Hakk’a tâbî olanlara da bizden Allah’ın onlara selâmı olsun ve mutlu olsunlar ebedî mutluluğu bulsunlar.
Dakika 29:10
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰى ثَمُودَ اَخَـاهُمْ صَـالِحاً اَنِ اعْبُـدُوا اللّٰهَ فَاِذَا هُمْ فَر۪يقَانِ يَخْتَصِمُونَ﴿٤٥﴾
قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِۚ لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ﴿٤٦﴾
قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَنْ مَعَكَۜ قَالَ طَٓائِرُكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ ﴿٤٧﴾
وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ ﴿٤٨﴾
قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللّٰهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَاَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّه۪ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ اَهْلِه۪ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ ﴿٤٩﴾
وَمَكَرُوا مَكْراً وَمَكَرْنَا مَكْراً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ﴿٥٠﴾
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْۙ اَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ اَجْمَع۪ينَ﴿٥١﴾
فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُواۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ﴿٥٢﴾
وَاَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ ﴿٥٣﴾
Andolsun ki, Allah’a ibadet edin diye Semud’a da kardeşleri Sâlih’i gönderdik. Hemen birbirleriyle çekişen iki zümre oluverdiler.
Sâlih Aleyhisselâm dedi ki: “Ey benim kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Ne olur Allah’a istiğfar etseniz, belki rahmetine ulaşırdınız.”
Cevap verdiler: “Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık” dediler. Sâlih ne dedi Aleyhisselâm: “Size çöken uğursuzluk (sebebi) Allah katında (yazılıdır)” Belki siz imtihana çekilen bir kavimsiniz” dedi.
Peygamber de uğursuzluk olmaz Peygamber rahmetin Hakk’ın gerçeğin adamıdır. Bakın, kâfirler uğursuzluğu hep Peygamberlere Müslümanlara mâl etmeye çalışmışlardır. Uğursuzluk kendilerindedir, küfürlerinedir, şirklerindedir, zulümlerindedir, günahlarındadır.
O şehirde dokuz çete vardı ki, bakın yani Sâlih’in bulunduğu şehirde dokuz çete vardı ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı. Ülke mafyaların eline geçmiş. Bakın, iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı.
Allah’a and içerek birbirlerine şöyle dediler: “Gece ona ve ailesine baskın yapalım…” Bakın, Sâlih’i bir gece basacaklar baskına uğratacaklar Sâlih Aleyhisselâm’ı. Sonra da velisine, “Biz o ailenin yok edilişi sırasında orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz’ diyelim.” Onlar böyle bir tuzak kurdular, biz de kendileri farkında olmadan onların planlarını altüst ettik diyor. Kim? Cenab-ı Hak. Gâvurun planı var da Allah’u Teâlâ’nın onları altüst edecek yüce kudreti yok mu?
İşte bak! Tuzaklarının akîbeti nice oldu: Onları da, kavimlerini de toptan helâk ettik. Mahvoldular, helâk oldular, cehenneme defoldular, atıldılar pislik süprüntüsü gibi sürünüp atıldılar dünyadan cehenneme.
Dakika 35:05
Demek sen peygambere, kitâba, Allah’a karşı koyacaksın demek sen kurtulacaksın öyle mi? Biraz at oyna hopla zıpla bakalım hopla zıpla oyna ebedî ağlayacaksın. Unutma! Her mazluma ne yaptıysan bunun hesabını vereceksin, kimin hakkını sömürmüşsen bunun hesabını vereceksin. Ey zorba! Zorbalığından vazgeç ilâhî adâlete gel. İslam adâletine teslim ol İslam adâleti Allah’ın adâletidir, o adâleti yeryüzünde uygula barışı sağla dünya da onun için çalış. Cenab-ı Hak ne yaptık diyor; helâk ettik diyor bunları. Kim diyor? Allah’u Teâlâ Celle Celâlühü diyor.
İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Bilen bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır.
Bunların evleri vardı ne oldu? Çöktü. Yurtları vardı ne oldu? Yok, ellerinden alındı kendileri atıldı cehenneme dünyaya hiç gelmemiş gibi oldular ama ibret dersi olarak kıyâmete kadar devam ediyor.
Îmân edip Allah’a karşı gelmekten sakınanları da kurtardık diyor Cenab-ı Hak. Ne diyor; (وَاَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ) “Biz diyor îmân edenleri muttakileri korunanları kurtardık” diyor Cenab-ı Hak. Îmânlılar her zaman kurtarılmıştır kurtulmuşlardır Allah’ın lütfu, keremi, yardım ile.
Şimdi Cenab-ı Hak bu sahneleri değişik yönleriyle ayrı ayrı bakın anlatılmayan yönlerini anlatıyor. Ki, dünyadaki insanlık âlemi yüce Kuran’dan iyi ders alsınlar da başlarına böyle tehlikeler gelmesin helâk olmasınlar diye önceden uyarıyor.
وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ﴿٥٤﴾
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ ﴿٥٥﴾
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُٓوا اٰلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ﴿٥٦﴾
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِر۪ينَ﴿٥٧﴾
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ۟﴿٥٨﴾
Bakın bir sahnede diğer değişik yönleriyle ortaya konuyor bu da bu Lûtîlerin sahnesi…
Lût Aleyhisselâm’ı da diyor (peygamber olarak kavmine gönderdik). Kavmine, şöyle demişti: “Göz göre göre hala o hayâsızlığı yapacak mısınız?” Bunlar eşcinsel bir kavim idi Lût kavmi.
“Siz ille de kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşacak mısınız? Doğrusu siz beyinsizlikte devam ede gelen bir kavimsiniz!” dedi Lût Aleyhisselâm bu pis kavme.
Buna kavminin cevabı sadece: “Lût ailesini memleketinizden çıkarın; baksanıza onlar (bizim yaptıklarımızdan) temiz kalmak isteyen insanlarmış!” demelerinden ibâret oldu. Pisler temizi aralarında kabul etmiyorlar her peygamber en temiz şahsiyettir. Lût Aleyhisselâm da böyle bir zât-ı muhteremdir. Bakın bunu da aralarında atmaya karar verdiler.
Dakika 40:28
Bunun üzerine onu ve ailesini kurtardık diyor Cenab-ı Hak. Yalnız karısı müstesnâ. Onun bir karısı vardı Lût Aleyhisselâmın şeriatını tâbî olmadı o da helâk oldu o kavim ile beraber. Onun geride (azâba uğrayanların içinde) kalmasını takdir ettik diyor Cenab-ı Hak. Peygamber karısı da olsan kurtulamazsın iyice mü’mine Müslüman ol, Allah’a itaat et, İslam şeriatına tâbî ol. Kadın ol erkek ol, kız ol oğlan ol, ağa ol paşa ol, köyü ol memur ol veya fakir ol zengin ol fark etmez Allah’ın emrine tâbî ol da kurtul. Kurtuluş Allah’ın yolundadır o da İslam’dır.
Onların üzerlerine öyle bir yağmur indirdik ki diyor ne kötü idi uyarıların yağmuru! Ki, cehennemde taşlar yağıyordu tepelerine. Taş yağmuru kimin tepesine nasıl ineceği de takdir edilmişti.
قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذ۪ينَ اصْطَفٰىۜ آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَۜ﴿٥٩﴾
اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ﴿٦٠﴾
اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَاراً وَجَعَلَ خِلَالَـهَٓا اَنْهَاراً وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزاًۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ ﴿٦١﴾
Yüce Rabbimiz bu yüce âyetlerde de bakın ne buyuruyor; Rasûlüm ey şanlı Muhammed! De ki: Bu Kur’an ve Hazreti Muhammed geçmişi anlatıyor geleceğe hazırlıyor tüm insanlığı tabii inanırlarsa! Rasûlüm! De ki: “Hamd olsun Allah’a, selâm olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı hayırlı, yoksa O’na koştukları ortaklar mı?” Allah’ı bırakıp O’nun yerine başkalarına itaat edenler şöyle düşünsünler Allah mı hayırlı, onları mı?
(Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? Çünkü biz onunla bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel, güzel bahçeler bitirmişizdir. Allah ile beraber başka bir ilâh mı var! Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur. (Onlar mı hayırlı) yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan aralarında nehirler akıtan, onun için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah’ın yanında başka bir ilah var mı? Hayır, onların çoğu (hakîkatleri) bilmiyorlar.
Dakika 45:07
Ey insanlık âlemi! Âlemleri yaratan, Muhammed’i Peygamber gönderen, Kur’an’ı ona indiren ve İslam nizâmını kuran Allah’a itaate gelin Müslüman olun. Bu insanlığın evrensel barışı ve hukûkun üstünlüğü ebedî mutluluk sosyal adâlet burada, kendiniz bilirsiniz gerçek hakîkat ortada.
استعيذ بالله
اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ﴿٦٢﴾
اَمَّنْ يَهْد۪يكُمْ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ تَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَۜ﴿٦٣﴾
اَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٦٤﴾
قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ﴿٦٥﴾
بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ۠ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْهَا۠ بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟﴿٦٦﴾
Yüce Rab bakın ne diyor: (Onlar mı hayırlı) yoksa kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hâkimleri yapan mı hayırlıdır? Allah’ın yanında başka bir ilâh mı var? Ne kıt düşünüyorsunuz!
(Onlar mı hayırlı) yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgârları müjdeci olarak, gönderen mi? Allah’ın yanında başka bir ilâh mı var? Allah onların koştukları ortaklardan, şirklerden çok yücedir münezzehtir Allah’ın eşi ortağı olmaz.
(Onlar mı hayırlı) yoksa önce yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilâh mı var? De ki: Eğer doğru söylüyorsanız, siz kesin delilinizi getirin haydi!
De ki: “Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı bilmez. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. Fakat âhiret hakkında bilgiler onlara ardarda gelmektedir. Ama onlar bundan bir şüphe içindedirler. Çünkü onlar bundan yana kördürler. Îmânsızlık ve şüphe körlüktür en kötü körlüktür bu körlüğün tedâvisi de îmân edip Müslüman olmakla tedâvi edilir îmâna gelmesi gerekir. Küfrü bırakması, şirki bırakması, nifâktan vazgeçmesi tam İslam îmânıyla îmân etmesi ve tövbe etmesi ile çâresi vardır yoksa ebediyyû’l-ebed bu körler îmânsız körler cehennemdedirler.
Dakika 50:00
Burada ‘Em tergıt’ 2 ihtimalli bir mânâ ifade eder. ‘Idrak’ sözü başka yöne çevirme ile ‘hemze’ yani soru mânâsına gelir. Ancak şu sizin askerleriniz hani kimlerdir? Gibi önünde açık bir soru edatı bulunduğu zaman, “bel” mânâsına idrâk olur. Bir sözden bir söze geçmeyi ifade eder. “Bel” yerinde; “hayır, yok, daha doğrusu” tâbirlerinden birini kullanıyoruz. ‘Em’’ muttasıldır ma’yı tekit (اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَۜ) ve benzerleri mungatıdır. Bu “bel” hakkında kısaca bildirdikten sonra bir de, ‘’Mefulün Leh’’ iki kısımdır birine ‘husûli’’diğerine ‘’tahsîli’’ denmektedir.
Allah’u Teâlâ’nın fiillerinde faydalar ve gâyeler ile hikmetler mevcut olduğunda hiç mi hiç şüphe yoktur olmamalıdır. Burayı da iyi anla! Allah’u Teâlâ’nın fiillerinde faydalar ve gâyeler ile hikmetler mevcut olduğunda hiç mi hiç şüphe yoktur. Onun için Allah ne yaptıysa hikmet vardır nice nice ulvî gâyeler vardır.
“Hadika” içinde su bulunan göz bebeği gibi kıymetli bahçe bostan demektir. Bunları temsili olarak ifade edilir cennettekilerin akıl ve hayâle sığmayan güzellikleri vardır oraya mahsustur. “Behçet” göze gönüle neşe ve sevinç veren güzellik demektir. Behçet, behice aynı kelimedendirler. Objektif yani nesnel delillere örnektir. Muztar hastalık yani sıkışan çâresiz demektir ilâhî hükümlerin yerine getirilmesi kendilerine emredilmiş hilâfet sahipleri yani yeryüzünün hükümdarları mânâsına olmasıdır. Geleceğin İslam’ı hâkimiyetini vadeden büyük bir müjde ifade eder. (وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِۜ) Ve sizi yeryüzünün halîfeleri kılan mı, diyor bak Cenab-ı Hak burada hayırlıdır, yoksa o putlar, tâğutlar mı hayırlıdır? Aslâ Allah’ın eşi benzeri olmaz onun için geleceğin İslam’ı hâkimiyetini vaad eden büyük bir müjdeyi ifade eder. (هُدًى وَبُشْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ) Dikkat et! “Mü’minler için hidâyet rehberi ve müjdedir” diyor. “Mü’minler için hidâyet rehberi ve müjdedir.” ‘’Neml Sûresinin 2’nci âyetidir.’’ Kişisel nefis biri de toplumsal nefis, dikkat et! (قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ) “Ne kadar kıt düşünüyorsunuz” diyor Cenab-ı Hak. Fertlerde, toplumlarda doğru, ulvî, aydın düşünmek için Kur’an’ın nurundan nurlanması gerekiyor.
Dakika 55:05
Kur’an’ı Kerim’in aydınlığıyla aydınlanması gerekiyor. Kur’an-ı Kerim A’dan, Z’ye ezelî ebedî nurun kaynağıdır çünkü ilâhîdir. Bilimsel olarak yarışmalar bunlar rahmettir müçtehitlerin ilmi yarışlarındaki içtihatlarının farklı olması nedir; bir rahmettir.
(İhtilâfî ümmeti rahmetün vâsiatün) “Ümmetimin ihtilâfı geniş bir rahmettir” diyor.
Hak olarak Ehl-i Sünnet Ve’l Cemâatin içindeki bütün müçtehitlerimizin ilim yarışında Ehl-i Sünnet çizgisinden sapmadan bu yolda müçtehitlerin içtihatları rahmettir geniş rahmettir. Meselâ İmâm-ı Âzâm Ebû Hanîfe şöyle içtihâd etti, Mâlikî şöyle içtihâd etti, Şâfiî Hanbelî böyle dedi, bunlar ilmin kökünden dallanan budaklanan o güzelim meyvelerdir. Aynı kökten çeşitli dallar ortaya ilmin dallarıdır bunlar kök aynı. Onun için bugün bu müçtehitler ekolü bunların içindeki yüksek âlimler ki, Peygamberimiz Sahâbî’lerdir sonra Tâbiin ve diğer müçtehitlerimiz bu geniş rahmetinde bakın bir vesile öncüleridirler. Allah o geniş rahmetini âlimlerin ilmiyle tecellî ettirmiştir dünyaya. Onun için hak yoldaki müçtehitlerimizin içtihatları geniş rahmettir ilmi bir faaliyettir ve bilimsel bir mükemmel harekettir bunlar büyük bir kâşiftirler, büyük filozofturlar, İslam hukûkunu güzel bilen zât-ı muhteremlerdir. Bugün bir Hanefî ekolünde nice müçtehitler yetişmiş, Mâlikî ekolünde nice müçtehitler yetişmiş, Şâfiî Hanbelî ekolünde nice müçtehitler yetişmiş bunların dışında da değerli âlimlerimiz var ama Ehl-i Sünnetin dışına sapan Ehl-i Bid’atın yanlışları da var. Onun için Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâat Fırkası içinde ne kadar müçtehitlerimiz varsa değişik görüşleriyle bunlar geniş rahmettir. Onun için bilmeyenlerin bilen bir âlimin ilminin tabii ki bunlar ne yapacaklar; uygulayacaklardır o ilme tâbî olacaklardır. Bilmiyorlar bilene tâbî olacaklardır. Bunların başında Ashâb-ı Güzin var, Ashâb-ı Güzin’in başında Hazreti Muhammed var Muhammed’in başında Yüce Allah ve aracı olarak da Cebrâil Aleyhisselâm var. Bugün elimizdeki kaynak bu sağlam bu yolda Mütevâtır bu haber ile bize gelen ebedî bozulmadan devam eden Kur’an-ı Kerim, sünnet-i seniyye ve icmâ ve kıyas var. Herkes müçtehit olamaz herkese müçtehitlik verirseniz işte o zaman kafalar karışır gerçek ehliyetin yerini cehâlet alır kargaşa o zaman başlar. Onun için bu konuda da yanlış görüş beyân edenler bulunmaktadır. Herkesi müçtehit ilan eden zavallılar var yanılmışlardır bu yanılgılardan vazgeçsinler.
Dakika 1:00:10
Kudret, iki kudret birbirine mâni olur aralarında çatışma çıkardı. Eğer Allah bir olmasaydı ne olurdu? Hâşâ! İki ilâh olmaz olsaydı bir çatışma olurdu biri galip gelse mağlup olan ilâh olamazdı gelmezse hiçbiri ilâh olamazdı. Onun için Allah’ın birliği her konuda apaçık ortadadır Allah birdir şeriki, naziri, dengi olmadı olmayacaktır gerçek tek varlık O’dur öbürleri O’nun yarattıklarıdır.
‘’iddareke’’ aslında ‘’tedareke’dir’’ tedarük yetişip ulanmak birbiri ardınca gelmek anlamındadır. “Fakat âhiret hakkında bilgileri onlara ardarda gelmektedir” diyor Cenab-ı Hak. Bu haberlerin en yücesi en doğrusu Kur’an-ı Kerim ve Hazreti Muhammed’dir.
Bunun için Cenab-ı Hak Kur’an ile ruhunu kalbini aydınlatan, îmânı parlayan, ebedî mutlu olan kullarından eylesin.
Dakika 1:01:46