430- Tefsir Ders 430 hayat veren nurun keşif notları
430- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 430
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
(Fâtır Sûresi 38’inci Âyet-i Kerime’den 45’inci Âyet-i Kerime’ler )
İslam bütün âlemi bütün milletleri kucaklarken sen kendine çağırıyorsun birine çağırıyorsun. İslam’ın îmânı da evrensel, merhameti de adâleti de evrensel ve bütün milli insanlığın tümünü yerleri, gökleri, âlemleri kucaklayan evrensel merhametin adı İslam’dır. İnsanlığa yazık ediyorsunuz kendinize de yazık ediyorsunuz. Bölmeyin, parçalamayın, birlik ve bütünlüğe Hakk’a çağırın, hakîkate çağırın ama Kur’an-ı Kerim’le çağırın. Allah’ın Kitâb’ı, Peygamberin sünneti ile çağırın. Şanlı Peygamberin ortaya koyduğu değerler Kur’an-ı Kerim’in tefsirleri ve yüce şeriatın yeryüzünde uygulanan şekli, İslam’ın yaşanan şekli, bilinen şekli olduğu gibi birde yaşanan uygulanan şeklidir sünnet-i şerifler. Onun için icmâya da değer ver.
İcma: İslam âlimlerinin ittifâkla görüş birliğidir içtihatta ki ayrılıklar ayrıca rahmettir. Kıyâs-ı fukahâya da değer ver, önem ver. Çünkü İslam hukûkçuları İslam Yüce İslam’ın değerli âlimleri müçtehitler içtihâd ederler ve onlar kıyas yaparlar. Bilinenden bilinmeyene telakki ederler onun ilmi onlarda var, ne yapacaklarını biliyorlar.
Kıymetli dostlarımız,
İşte Cenabı Hak bakın ilmin seçkinlere mîras kaldığı peygamberlere kimse vâris olamıyor, âlimler vâris oluyor.
İçinden seçip beğendiğimiz süzme kulları ona vâris kıldık. Muhammed ümmeti en ileri en süzme ümmet olduğu gibi, onlar içinde de en seçkinleri, Kur’an-ı Kerim’in lafzını ve mânâsını bilen kimseler var ya, işte onlarda Peygambere vâris olan bilginlerdir. (فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ) Ki onlar içinden de kimisi nefsine zulmeder, kitâba vâris olduğu hâlde gereği gibi okuyarak, amel edemeyerek amel etmeyerek burada kendine zulmedenler de olur vardır. İlmi ile amel etmiyor adam, bunlar vâris sayılmazlar. (وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۚ) Kimi de ‘muktesid’ orta yoldadır kâh amel ediyor, kâh etmiyor. Bakın bunlarda vâris sayılmazlar. (وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ) Kimisi de Allah’ın izniyle hayırlarda ileri gider, hayırlarda öne geçer. İmam olurlar, müçtehit olurlar, önder olurlar, reis olurlar, toplumun önderi başkanı olurlar. İşte asıl peygamberlerin vârisi olanlar kimlerdir; bunlardır. Diğer sûre-i celilede Vâkıa 10, 11, 12’inci âyetlerinde
(وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَۙ), (اُو۬لٰٓئِكَ الْمُقَرَّبُونَۚ), (ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ) “Hayr yarışlarında tâ öne geçip kazananlar, onlar öncüdürler işte onlara en çok yaklaştırılmış olanlardır Naîm cennetlerindedirler.”
Dakika 5:00
Kıymetli dostlarımız işte vâris Ulemâ Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâat’in bu hak mezheplerin müçtehit âlimleri gerçekten övülmeye değer âlimlerimizdir. Çünkü çok âlimlerimiz vardır. Her âlime her mü’mine Allah bol rahmet eylesin, mağfiret eylesin ama içlerinde öne çıkmış dinde müçtehit, mezhepte müçtehit mükemmel fâkih âlimlerimiz bulunmaktadır. İşte İmâm-ı Âzâm, İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Şâfiî, Hanbelî ve o ekolde yetişmiş nice büyük müçtehitlerimiz var, Allah hepsine bol bol rahmet eylesin. Bunları dışlayanlara değer vermeyin. İslam’da mezhep taassubu yoktur gerçekler vardır, hak belgeler vardır. Bu babayiğit müçtehitler, kahraman müçtehitler, bu allâme olan müçtehitler, Kur’an-ı Kerimi İslam’ı güzel anlayan büyük şahsiyetlerdir. Kur’an-ı Kerim bir, bir hadis-i şerifleri bir, bir bilenlerdir. İmâm-ı Âzâm, İmâm-ı Mâlik yaşanan İslam’ı da biliyor, bilinen İslam’ı da biliyor. Burada ilmen bir İslam anlayışı var bunlarda, birde yaşanan İslam’ı gördüler işin içinde bulundular. Onun için hadis-i şerifleri anlarken işin yer ve zamanına, şartların durumuna göre o müçtehitlerimiz durumu gözden geçirmişler, değerlendirmişlerdir. Her birisi o gerçeğe dayalı olarak bir görüş beyân etmişlerdir ama bu görüş köke dayanan görüşlerdir. Yanılgılar olur mu? Olabilir. Peki, onu beğenmeyenlerin onların eline su dökemeyenlerin yanılgısı olmaz mı? Onların bir kere olursa senin bin kere olur. Zaten konuşmandan da belli onlara dil uzatanların vaziyetine bakın adama bile benzemiyorlar, adam bile değiller. Birde çıkmışlar müçtehitleri Ehl-i Sünnet âlimlerini beğenmeyenler çıkmış ortaya. Bunların kimisini Arap’a mâl ediyor, kimisini Türk’e mâl ediyor, kimisini başkasına. İlim bütün milletlerin kaybolmuş malıdır bulduğu yerde alır. Âlimde bütün insanlığın değeridir tepesinde parlayan aydınlığıdır ve önderidir.
Kıymetli dostlar, muhteremler izleyenler!
Sanatlar yükselmelerine araç olan sâlih amellerdir. Sâlih amel sahibi olmalıdır herkes. Sanat, altın bileziktir insanlığın faydasına olan bütün sanatlar çok kıymetlidir. İşte bütün sanatlarında önünde yine ilim gelmektedir. Şimdi 60, 46, 40 büluğ yaşı 20, 20’den 60’a kadar büluğdan sonra her ölen hakkında bu süre gerçekleşmiş demektir. 60 Peygamberden rivâyet edildiği üzere en üst sınırı demektir. “Düşünüp anlayacak kimsenin düşüneceği kadar bir süre size ömür vermedik mi” dedi Cenabı Hak. Bakın bu süreyi inceliyoruz şimdi. Kimisi 60 sene yaşar, kimisi 40 sene yaşar ve kimisine 46 kimisine büluğ yaşı 20, 20’den 60’a kadar denilmiş ise de büluğdan sonra her ölen hakkında bu süre gerçekleşmiş demektir. Büluğ yaşı da biliyorsunuz asgari tabanı 9- 12 ve 15- 18’dir en fazlası da.
Dakika 10:30
60 Peygamberden Aleyhisselâtu Vesselâm rivâyet edildiği üzere en üst sınırı demektir kâfirliğe, inkâra hiç mi hiç mazeret kalmıyor demektir. Adam bir türlü akil baliğ olamamış, bir türlü aklını başına alamamış, bir türlü îmân edememiş, bir türlü Müslüman olamamış. Müslümanım demiş ama bir türlü gerçek Müslüman olmamış, olamamış. Akil baliğ olduktan sonra artık boynuna teklifi ilâhî boynuna geçmiştir mazeretin kabul edilmez. Hele de bir ömür yaşamış aklını başına almamışsan vay geldi hâline!
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Kıymetli izleyenler,
Yerde, gökte, ezelî, ebedî inkâra bir sebep yoktur her şey îmâna sebeptir. Her şey îmân etmek için bir uyarıdır, bir vesiledir, bir sebeptir. İnkâra ise hiç sebep yoktur, inkârcının bunun için haklı bir tarafı olamaz. Hiçbir geçerli mazereti de olamaz. Allah cümlemizi küfürden, şirkten, nifâktan, kötü ahlaktan, her kötülükten muhafaza eylesin.
استعيذ بالله
اِنَّ اللّٰهَ عَالِمُ غَيْبِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ﴿٣٨﴾
هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ فِي الْاَرْضِۜ فَمَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُۜ وَلَا يَز۪يدُ الْكَافِر۪ينَ كُفْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ اِلَّا مَقْتاًۚ وَلَا يَز۪يدُ الْكَافِر۪ينَ كُفْرُهُمْ اِلَّا خَسَاراً ﴿٣٩﴾
قُلْ اَرَاَيْتُمْ شُرَكَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِۚ اَمْ اٰتَيْنَاهُمْ كِتَاباً فَهُمْ عَلٰى بَيِّنَتٍ مِنْهُۚ بَلْ اِنْ يَعِدُ الظَّالِمُونَ بَعْضُهُمْ بَعْضاً اِلَّا غُرُوراً ﴿٤٠﴾
اِنَّ اللّٰهَ يُمْسِكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ اَنْ تَزُولَاۚ وَلَئِنْ زَالَتَٓا اِنْ اَمْسَكَهُمَا مِنْ اَحَدٍ مِنْ بَعْدِه۪ۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يماً غَفُوراً ﴿٤١﴾
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ لَيَكُونُنَّ اَهْدٰى مِنْ اِحْدَى الْاُمَمِۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ مَا زَادَهُمْ اِلَّا نُفُوراً﴿٤٢﴾
اِسْتِكْبَاراً فِي الْاَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِۜ وَلَا يَح۪يقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ اِلَّا بِاَهْلِه۪ۜ فَهَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا سُنَّتَ الْاَوَّل۪ينَۚ فَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَبْد۪يلاًۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَحْو۪يلاً ﴿٤٣﴾
اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَكَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعْجِزَهُ مِنْ شَيْءٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ اِنَّهُ كَانَ عَل۪يماً قَد۪يراً ﴿٤٤﴾
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلٰى ظَهْرِهَا مِنْ دَٓابَّةٍ وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِعِبَادِه۪ بَص۪يراً ﴿٤٥﴾
(Sadakallahu’l Azimü’l A’lâ)
Dakika 15:20
Kıymetli izleyenler, muhterem dinleyenler!
Bütün kalbiyle Kur’an-ı Kerim’e bağlı kalanlar yüce Kur’an’ın nazmından, mânâsından nurlananlar nur saçanlar…
Şüphe yok ki Allah, göklerin ve yerin gayb’ını bilir. Elbette O, sinelerin içinde olanları da bilir.
Sizi yeryüzünde halîfeler yapan O’dur. Artık kim küfrederse, küfrü kendi aleyhine zararınadır kendini mahveder. Kâfirlerin küfürleri Rablerinin katında kendilerine buğuzdan başka bir şey artırmaz, kâfirlerin küfürleri kendilerine zarardan başka bir şey artırmaz, hüsranlarını artırır.
De ki: “Gördünüz ya, Allah’ı bırakıp da tapmakta olduğunuz ortaklarınızı! Gösterin bana, yeryüzünden neyi yaratmışlardır?” Yoksa onların gökyüzünde bir ortakları mı var? Yoksa biz kendilerine bir kitap vermişiz de ondan bir delil üzerinde mi bulunuyorlar? Hayır. O zâlimler, birbirlerine aldatmadan başka bir vaatte bulunmuyorlar.
Doğrusu gökleri ve yeri yok oluvermekten, Allah tutuyor. Andolsun ki eğer yok oluverirlerse, onları ondan başka kimse tutamaz. Gerçekten O, çok yumuşak davranır, çok bağışlayıcıdır.
Olanca güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelirse, mutlaka ilerideki ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda olacaklardı. Fakat kendilerine uyarıcı bir peygamber geldiği zaman, bu onlara sırf bir ürküntü arttırdı. Haktan hakîkatten ürktüler. Önce beklediler sonra ürktüler.
Yerde bir kibirlenme ve bir suikast düzenidir. Hâlbuki fena üzen ancak sahibinin başına geçer. O hâlde öncekilerin kânûnundan başka ne gözetiyorlar? Yani bunlar belalarını istiyorlar. Sen Allah’ın sünnetinde, kânûnlarında aslâ bir değişme bulamazsın. Sen Allah’ın sünnetinde aslâ bir başkalaşma, değişmede bulamazsın.
Yeryüzünde gezip bir bakmadılar mı, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş? Hâlbuki onlar, bunlardan daha kuvvetliydiler. Ne göklerde ve nede yerde hiçbir şey Allah’ı âciz bırakamaz. Çünkü o her şeyi bilendir her şeye kâdir olan, gücü yetendir, şek ve şüphe yok.
Bununla beraber Allah (C.C), insanları kazandıkları (günahlar) yüzünden hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belli bir süreye kadar erteliyor. Nihâyet ecelleri gelince gereğini yapar.
Şüphe yok ki Allah kullarını görmekte gözetmektedir.
Dakika 20:30
Kim neyi hak ederse onu verecektir belâsını isteyene belâsını verecek, necatını, kurtuluşunu isteyene de Allah onun ebedî salâh, felâh ve necatını verecektir. Kim neyi kazandıysa onun karşılığı verecektir. Allah’ın adâleti şaşmaz lütfuna da nihâyet bulunmaz.
Kıymetli muhteremler izleyenler,
Şimdi bu yüce âyetlerin yüce anlamı üzerinde bazı keşif notlarında bulunalım.
Cenab-ı Hak (هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ فِي الْاَرْضِۜ) buyurdular. “O’dur ki sizi yeryüzünde halîfeler kıldı.” Bakın sizi diyor her insan Allah’ın halîfesidir. Hilâfet verip bundan böyle ilâhî hükümlerin yerine getirilmesine memur eyledi. Bakın her insan ilâhî hükümleri yerine getirdiği zaman hilâfet görevini yapmış olur. Ferdî bir hilâfet görevi var, içtimâî var, devlet ve millet olarak yapılacak görevler var. Bunların tamamı bir ümmet birliği içinde herkes üzerine düşen görevi ilâhî hükümleri yerine getirmediği müddetçe ne fertler, ne milletler, ne cemiyetler, ne devletler kurtulamaz.
Hilâfet nedir? Hilafet: İlâhî hükümlerin yerine bir, bir getirilmesine memur tâyin edilmiş insan demektir. Her insanı Allah ilâhî hükümleri yerine getir diye teklifte bulundu, işte hilâfet bu. Bu âyet Muhammed ümmetine geleceğin hükümranlığını vaat eden gayb haberlerindendir. Neden? Bu âyet Mekke’de bu sûrenin nâzil olduğu Mekke’de nâzil olduğu zaman, bir düşünün eğer bir düşünülürse, bu âyetin ne büyük bir mûcizeyi kapsamakta olduğu kolaylıkla kabul edilir. Şüphe yok ki bu çok büyük bir nimettir büyük bir mûcizedir. Çünkü bu âyetin, bu sürenin Mekke’de indiği zaman Müslümanların bırakın yeryüzünde yeryüzüne hâkim olmayı kimse evinde bile emin bir ortamda değildi. Müslümanlar zulüm, işkence altındaydı. Bakın o gecenin bir sabahı parladı 14 asırdır bu güneş dünyayı aydınlattı yıldırım hızıyla Trablusgarplara ve Maveraünnehir’lere Allah’ın rahmeti kıtalara yayılmaya başladı. Yıldırım hızıyla, zafer üstüne zaferler, fetih üstüne fetihler bunlar yeryüzünün barış hareketleriydi, rahmetin dünyaya yayılmasıydı. Bütün milletler bu rahmetten faydalansın hareketiydi.
Dakika 25:00
İslam A’dan Z’ye nedir? İşte barıştır, rahmettir, tamamen evrensel olarak. Yüce Allah, bakın; Her kim küfreder diyor bakın böyle nimete karşı nankörlük ederde îmân ve şükür yolunu tutmazsa, inkârı sırf kendini mahveder onun kendi aleyhinedir. Allah yanında buğuz edilen, gazaba uğrayan, nefret edilen kişi olmaktan başka bir sonuç vermez. Bunun sebebi küfürdür kâfirliktir. Ve inkârcılara karşı zarardan başka bir şey artırmaz. İmansızlık hem mahrumiyet hem de tam bir felaket sebebidir. Câhillik, ahmaklık, haksızlık ne ararsanız inkârcılardadır. Put gerek melek gerek hükümdarlar ve gerekse diğer herhangi bir şeye tapan müşriklerin hepsine genel ve hepsini kuşatır. Putperestlik ister meleğe tap ister keleğe tap fark etmez putperestsindir. Onun için putperestler ister melek, ister hükümdar gerekse diğer herhangi şeye tapanlar bunlar müşriktir putperesttir. Hepsine genel ve hepsini kuşatır. Şunda şüphe yok ki (اِنَّ اللّٰهَ يُمْسِكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ اَنْ تَزُولَاۚ) Şüphe yok ki gökleri ve yeri dikkat et yeri Cenab-ı Hak ne diyor; Yok olmamaları için yerlerin, göklerin, düzeninin devam etmesi için bunları, yerleri, gökleri Allah tutuyor bu düzeni O idâre ediyor. Eğer bu böyle değil diyen varsa tabiatı ilâhlaştıran varsa onlarda tabiat putuna tapıyorlar. Biraz putlarını büyük yapmışlar. Birileri başka putlar yaparken bunlar putu biraz büyütmüşler. Allah’tan başka hiçbir şey kimseyi yaratamaz tutamaz. Âlemleri yaratan, tutan, yok olmaktan koruyan, kurtaran bu düzeni mükemmel kurup da idâre eden muktedir hükümdar ezelî ebedî tek muktedir hükümdar Allah’u Teâlâ’dır (C.C). Hükümranlığın, yaratmanın ve emrin tamam mı O’ndandır. Şirk ve zulüm öyle fena o kadar kötü, o kadar büyük cinâyettir ki onun uğursuzluğundan yerler, gökler yıkılır. Allah gazâba gelir yıkar müşriklerin tepesine gökleri yıkar. Şirk büyük zulümdür Allah’ın mülkünde Allah’ın eşi benzeri yok ki, nasıl şirk koşuyorsun sen? Yarattıklarını ilâhlaştırmaya çalışıyorsun olmaz öyle şey. Cenab-ı Hak öyle diyor şirk ve zulüm öyle fena o kadar büyük cinâyettir ki onun uğursuzluğundan yerler gökler yıkılır.
Dakika 30:05
Çünkü onlar ancak adâlet ve hak ile ayaktadırlar. Allah gazâba gelirse o zaman müşriklerin tepesine dünyayı yıkar. Ama sizin taptığınız sizi kurtarsın der tepene gökleri yıkar. Yeri altından patlatır, kafanın içinden kafanı patlatır, kalbinin içinden kalbini patlatır. Neye kâdir değil ki. Her şeye kâdir. Yapma, şirk koşma, inkâr etme, zulmetme bu millete, insanlık âlemine zulüm etme. Zulüme karşı dur, adâleti hukûkun üstünlüğü uygula, eşsiz evrensel merhamet var ortada İslam bir merhamet ve rahmet tam bir barış.
Cenab-ı Hak bu yüce gerçekleri duyururken bak ne diyor; Haksızlık âlemin düzenini bozar. Allah’a şirk koşmak ise en büyük zulüm olduğundan müşriklerin meydan alan, (yayılan) zulüm ve fesatlarıyla âlem yıkılmak üzere bulunuyor. İşte küresel ısınmadan bahsediliyor, nükleer zararlardan bahsediliyor buna rağmen bakın insanlar yıkmaya çalışırken Allah tutuyor ve yıktırmıyor vakti saati gelinceye kadar. Vakti saati gelince yıkacak hem de kâfirin tepesine yıkacak ve ondan sonrada canını cehenneme yollayacak. Kureyş müşrikleri şöyle demişlerdi;
“Allah Yahûdîlere ve Hristiyanlara lânet etsin.” Bakın, müşrikler Mekke putperestleri böyle diyorlardı: “Allah Yahûdîlere ve Hristiyanlara lânet etsin, eğer bize bir Peygamber gelseydi, herhâlde biz ümmetlerin her birinden daha çok doğru yola girerdik” demişlerdi. Ne oldu? (فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ) “Sonrada kendilerine en büyük Peygamber Hazreti Muhammed Mustafa geldi.” ve geldiği zaman ne oldu? (مَا زَادَهُمْ اِلَّا نُفُوراًۙ) “Onlara fazla bir ürkeklik verdi ürktüler hakîkatten kaçtılar (اِسْتِكْبَاراً فِي الْاَرْضِ) yeryüzünde bir kibirlenme (وَمَكْرَ السَّيِّئِۜ) kötülük hilesi suikast düzeni kurdular.”
“Hani bir zaman o inkâr edenler seni tutup bağlamaları veya seni öldürmeleri yahut seni çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı.” Bakın bekledikleri o en büyük Peygambere karşı ne yapmak istediler; Peygamberi tutup bağlamak istediler, öldürmek istediler ve yurtlarından çıkarıp atmak istediler ve her tuzağı da kurmak istediler. Kim yaptı bunu? O zamanın o çağın müşrikleri yaptı. Bu çağın müşrikleri ne yapıyor bir bakın! Ve gelecek çağın müşriklerine de hazır olun. Çünkü her çağda çok iyiler olduğu gibi pek çok kötüler de bulunmaktadır. Bunlar tuzak kurdular Peygambere her türlü tuzağı kurdular ama bu tuzakların hepsine kendileri yakalandılar. Hemen birinci tuzakları “Bedir’de” başlarına geçti Allah’ın kılıcını yediler ve cehenneme yollandılar.
Dakika 35:10
Allah’a kimsenin gücü yetmez. İlmi, kudreti, nihâyetsiz Yüce Zât Yüce Allah’tır. İlâhî aşk ile çarpan, vuslata ulaşan bir kalbin çarpıntısı ile takip edecek ve açıklayacaktır. Kim? Yasin-i Şerif geldi dersimiz Yasin-i Şerife ulaştı. Lütuf ve rahmetinle gözet bizleri ya İlâhî! Ya Rabbi, ya Rabbel-âlemin! İlâhî sevgi, muhabbet ile çarpan, vuslata ulaşan bir kalbin çarpıntısı ile takip edecek ve açıklayacaktır Yasin-i Şerif.
Evet, Fâtır Sûresi’nin sonuna geldik Yasin-i Şerife ulaştık. Bize Kur’an’ı gönderen mânâsını, îmânını, dinini, Amel-i Sâlihleri ve o güzelim İslam’ın içindeki bitmez tükenmez nimetleri bize nasîb eden Allah’a hamdü senâlar olsun. Biz bu rahmetten dünyada herkes faydalansın diye şanlı Kur’an’ı tebliğ etmeye çalışıyoruz. Herkes kurtulsun, dünyaya barış egemen olsun, ilâhî adâlet tecellî etsin, hukûkun üstünlüğüne bütün dünya gayret etsin ve ilâhî adâlet yerini bulsun, sosyal adâlet gerçekleşsin ki dünyada herkes kurtulsun herkes mutlu olsun. Allah’ın rahmetine sınır tükenme yok ki. Birebirimizden niye bir şey esirgeyelim ki. Haram ve günahlara dikkat edelim, haram ve günahlardan uzak kalalım. Ama sevap ve faydalı hizmet yarışında olalım. Bunların en başında doğruyu bilmek Hakk’ı haykırmaktır. Kur’an-ı Kerim’i dünyaya anlatmak, dünyada herkese en büyük iyiliktir cihâdın en büyüklerinden cihâd-ı kebirdir. Aczimizle bunu yapmaya çalışıyoruz. Bu tabii tevfik ve hidâyet başarı tamamen Allah’tandır. (Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh) (وَمَا تَوْف۪يق۪ٓي اِلَّا بِاللّٰهِ)
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Kıymetli dostlarımız,
Yasin-i Şerif Sûresi’ne geldik Yasin-i Şerif’te Yasin Sûresi Mekke-i Mükerremede nâzil olan Sûre-i Celilelerdendir. Âyet-i kerime sayısı 83’dür ve Kur’an-ı Kerim’deki sıra numarası da 36‘dır.
Tabii ki bu Yasin’i Şerif Hazreti Âişe’den şöyle bir rivâyet edilme vardır, Âlûsî nakleder Ebû Nasır Seçzi İbâne’de hasen diyerek bu haberi Hz. Âişe’den şöyle rivâyet etmiştir; Hazreti Âişe Validemiz (Radıyallâhu Anha ve Erdahünne Ecmaîn) ki Rasûlullah şöyle buyurdu Aleyhisselâtu Vesselâm;
Dakika 40:10
Kur’an-ı Kerim’de bir sûre vardır Allah katında “Azîme” diye anılır. Sahâbî de Allah katında şerif, şerefli kimse diye anılır. Sahibi kıyâmet günü “Rebia Mudar’dan” daha çokları hakkında şefaat eder. Sahibi kıyâmet günü “Rebia Mudar’dan” daha çokları hakkında şefaat eder. O sûre-i celile Yasin’i Şerif Sûresi’dir buyurdular. Yasin’i Şerifi okumalı içindeki yüce emirlerle mü’min ve âmil olmalıdır. Hem âmin hem de âmil olmalıdır. Yani okumalı ama içindekilerle de îmân ve amel etmelidir.
Saîd Bin Mansûr ile Beyhâkî de Hasan bin Atiyye’den rivâyet etmiştir ki; Rasûlullah şöyle buyurmuştur Aleyhisselâtu Vesselâm: Yasin-i Şerif Sûresi’ne Tevrât’ta “Muimme” denilir. Sahibine dünya ve âhiret hayrını genelleştirir ve onun dünya ve ahiret sıkıntılarına karşı koyar. Dünya ve âhiret korkularını yok eder. Buna “Müdafaa-i Kadiye” de denir. Sahibinden her kötülüğü men eder ve her hayırlı ihtiyacı karşılar. Bu haberinde naklen haberi yapan zât-ı muhterem Alusi’dir. Kıymetli dostlar, bununla beraber Beyhâkî demiştir ki:
Bunu Süleyman Bin Defâ’dan, Muhammed Bin Abdurrahman Bin Ebî Bekir Ced ’ânî tek başına rivâyet etmiştir. O ise reddedilmektedir bununla beraber Hatip ve Enes’ten benzerini rivâyet etmiştir. Tirmizî, Kuteybe ve Süfyân Bin Vekî yollarından Katâde hadisiyle Enes’ten Hazreti Peygambere Aleyhisselâtu Vesselâm istinâden Peygamberimiz buyurdu ki: “Her şeyin bir kalbi vardır, Kuran-ı Kerim’in kalbi de Yasin-i Şerif Sûresi’dir. Her kim Yasin-i Şerif’i bu süre-i celileyi okursa Allah Celle Celâlühü onun okuyuşuna on kere Kur’an-ı Kerim okumak sevabı yazar.” Bununda naklen yayını yapan el-Hindi Kenzü’l Ummâl ’de yapılmakta Tirmizî, Ahmed Bin Hanbel Dârimî de Fezailü’l Kur’an’da zikretmişlerdir.
Dakika 45:00
Bu rivâyet etmiş ve buna garip bir hadistir demiş senedinde Hârun Bin Muhammed’in tanınmayan bir şahıs olduğunu ve bu konuda Hazreti Ebû Bekir Es-Sıddık’tan bir rivâyet varsa da senedinde zayıflık bulduğunu söylemiştir. Fakat Âlûsî şunu da kaydeder: İmâm Ahmed ve daha başkalarının hadisiyle Makıl Bin Yesâr’dan sana sahîh olarak rivâyet edilmiştir. Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem: “Yasin-i Şerif Kur’an’ı Kerim’in kalbidir buyurmuşlardır. Yine Hüccet ’ül İslam İmâm-ı Gazâlî de buna bir gerekçe olmak üzere bu sûre de haşrın ve neşrin kıyâmet olaylarının en edebî ve en güzel bir şekil üzere anlatılmış olduğunu haşrı ve neşri kabul etmenin de îmânın kalbi mevkiinde bulunduğunu söylemiştir. İmâm-ı Râzî de bunu beğenmiştir. Dersimiz İnşâ’Allah Yasin-i Şerif’le devam edecektir
Dakika 46:51