Tefsir 449-01

449- Tefsir Ders 449 hayat veren nurun keşif notları

449- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 449

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

(Ahkâf Sûresi 21’inci Âyet-i Kerime’den 35’inci Âyet-i Kerime’ler)

 

Hamileliğin en az müddeti 6 ay olduğu gibi emzirme müddetinin de en çoğu iki senedir. (وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلٰثُونَ شَهْراًۜ) “Hamilelik süresi ve sütten kesilmesi ve otuz ay toplamının haberidir. Ancak İmâm-ı Âzâm Ebû Hanîfe Hazretleri bu âyette birde şu mânâ ihtimâlini nazar-ı dikkate almıştır; Hamilelik süresi de sütten ayrılma süresi de otuz aydır der. Bu tam bir ihtiyattır İmâm-ı Âzâm tam bir ihtiyat âlimidir. Bütün şüpheleri dahi giderecek garantiye ulaştırır. Bu durumda hamilelik müddetinin de otuz ay emzirme müddetinin de otuz ay olması ve ikisinin de en çok süresinin beyân edilmiş bulunması gerekir. Yani son en fazla süre buradaki ortaya konan süredir. Hazreti Âişe’nin rivâyet ettiği bir hadis-i şerif “Hamileliğin en çok müddetinin iki seneden fazla olmayacağını ispat etmiş olmakla, hamilelik hakkında zikredilen ihtimâlin sakıt olması lâzım gelirse de, sütten kesilme hakkında iki sene emzirme sûresini tamamlamak isteyen baba için tam iki yıl”. Nikâhın haramlığı ifâde eden emzirme müddeti emişme yoluyla kardeş olma, nikâhtan düşme, nikâhın haramlığını ifâde eden emzirme müddeti bakımından en çok sürenin otuz ay olması şüphesi devam etmektedir. Bu ihtimâli ortadan kaldıracak bir delil yoktur dolayısıyla haram kılanın mübah kılınana tercih olması hakkındaki usul kaidesi gereğince otuz ay içinde demiş emişenler hakkında ihtiyaten sütkardeşliği dolayısıyla nikâhın haramlığının sabit olması gerekir. Fakat Lokman Sûresinde (وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ) “Onun sütten kesilmesi iki yıl içindedir” ifâdesi mutlak olduğu için İmâmeyn bu şüpheye iştirâk etmemişlerdir, fetvâda da bu tercih edilmiştir. Bu konuda geniş bilgi için fıkıhtan hidâyet ve şerhlerine bakılırsa geniş bilgi elde edilir. Hazreti Îsâ ile Yahyâ’nın küçüklüklerin de peygamberlikleri de söz konusudur. Nimetlerine şükür niyazı din nimeti ve varlık nimeti (صَالِحًا) kelimesinde tenvin tazim için sâlih amel itaat tövbe edip… Ey Yüce Rabbim! Sana yöneldim demeli ve gerçek tövbe etmelidir. Tövbe ve İslam’a bağlı olduğuna işarettir İbn-i Abbâs (Radıyallâhu Anh) demiştir ki; Allah’u Teâlâ Ebû Bekir’in duasını kabul buyurdu da mü’minlerden dokuz kişiye âzâd etti ki Bilâl’i Habeşî, Âmir bin Füheyre bunlardandır. Çocuklarının hepsi îmân ettiler. Ona hem anasının babasının hem de çocukların hepsinin İslam’a girmesi nasip oldu. Babası Ebû Kuhâfe Osman Bin Amr annesi Ümmül Hayr Binti Sahr Bin Ömer oğlu Abdurrahman Bin Ebî Bekir ve onun oğlu Ebû Atik hepsi Peygambere yetiştiler ve Hazreti Ebû Bekir’in ulaştığı manevî derece Sahâbe ’den hiçbirine nasîb olmadı diyor. Kim? İbn-i Abbâs diyor. Bunun naklini yapan da Âlûsî ‘dir.

 

Dakika 5:40

 

Kıymetli dostlar,

 

Mendup vacibi de içine almaktadır. Mücâhitten Taberî Hazreti Ebû Bekir’in Ömer’e olan vasiyetini şöyle nakleder. Bu vasiyette ibret verici bir ders alma şansı vardır herkes için şöyle ki; Ebû Bekir (Radıyallâhu Anhüm) Hazreti Ömer’i, (Radıyallâhu Anh) çağırdı da, ona dedi ki: “Ben sana bir vasiyet edeceğim onu iyi muhafaza edesin. Allah’ın gece de bir hakkı vardır onu gündüzün kabul etmez ve gündüzün bir hakkı vardır. Onu da gece kabul etmez. Bizim hiçbirimiz için farzı yerine getirmedikçe nâfile yoktur. Kıyâmet günü mizanları ağır gelenlerin mizanlarının ağır gelmesi hep dünyada hakka uymaları ve onun onlara ağır gelmesi sebebiyledir. Haktan başka bir şey konmayan bir mizanın ağır gelmesi ise hakkıdır. Kıyâmet günü mizanları hafif gelenlerin mizanlarının hafif gelmesi de dünyada bâtıla uymalarından ve onun onlara hafif gelmesindendir. Bâtıldan başka bir şey konmayan bir mizanın hafif gelmesi de hakkıdır. Görmez misin Allah’u Teâlâ cennetlikleri en güzel amelleriyle zikretmiştir.” Onun için biri der ki; “Benim amelim bunların ameline nerede erişecek? Onun sebebi, çünkü Allah’u Teâlâ onların kötü amellerinden geçmiştir de onları açığa vurmaz. Görmez misin? Allah’u Teâlâ cehennemlikleri en kötü amelleriyle anmıştır da”, biri der ki; “Ben amelce onlardan iyiyimdir onun sebebi çünkü Allah’u Teâlâ onların en güzel amellerini kendilerine geri vermiştir. Görmez misin? Allah’u Teâlâ şiddet âyetini rızâ âyetinin yanında ve rızâ âyetini şiddet âyetinin yanında indirmiştir ki mü’min hem ümitli, hem saygılı olsun da Allah’tan korksun kendi eliyle tehlikeye atılmasın ve Allah’a karşı hak olmayan bir kuruntuya kapılmasın diye.” Bu haberin kaynağında da Taberî Suyûtî bulunmaktadır ki Mücâhitten rivâyet etmişlerdir Ebû Bekir Hazretlerinin bu vasiyetini.

 

Mervân bir gün bunun Abdurrahman Bin Ebî Bekir hakkında nâzil olduğunu iddia etmiş. Neyi? (وَالَّذِي قَالَ لِوَالِدَيْهِ أُفٍّ لَّكُمَا) ve o kimse ki ana-babasına öf size dedi. Yani Mervân, Mervân ‘lık yapıyor bu âyeti Abdurrahman Bin Ebi Bekir hakkında nazil olduğunu iddia etmiş ise de Mervân yalan söylemiş ve doğru söylememiştir.

 

Dakika 10:12

 

Hikâye olunur ki, Mervân bir gün mescitte hutbesinde Ben Emîru’l Mü’minîn yani Muâviye’nin Yezîd’i halîfe tâyin etmesi hakkındaki görüşünü güzel görüyorum. Çünkü Ebû Bekir de yerine halîfe bıraktı, Ömer de demişti. Bunun üzerine Abdurrahman Bin Ebî Bekir (Ehiraklıyyetü) yani krallık mı? Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh), Vallâhi onu ne çocuklarından birisine de ne de ehlibeytinden birisi hakkında yapmadı. Muâviye ise, sırf oğluna rahmet ve kerâmet yaptı dedi. Mervân, o zaman yine Mervân ‘lık yaptı. Dedi ki; (وَالَّذ۪ي قَالَ لِوَالِدَيْهِ اُفٍّ لَكُمَٓا) “Ana ve babasına öf size diyen kimse sen değil misin?” dedi. Abdurrahman da: “Sen Rasûlullah’ın lânetlediği melunun oğlu değil misin?” dedi. Hazreti Âişe işitti, Mervân’a: “Sen Abdurrahman’a şöyle, şöyle mi dedin? Yalan söylemişsin ey Mervân!” dedi. Vallâhi o âyet onun hakkında inmedi isteseydim kimin hakkında indiğini söylerdim dedi.

 

Kıymetli dostlarımız,

 

İşte Emevîlerin içerisinde Mervân da bir baş belâsı olmuştur Yezîd de melunluk yapmış ve baş belâsı olmuştur. Emevîlerin de ve diğerlerinin de içinde iyiler olduğu gibi iyi olmayanlar da bulunmuştur. Bu insanların suçudur İslam’ın suçlu değildir, İslam da suç olmaz, İslam’da kusur olmaz.

 

Şöyle bir rivâyet olunur ki; Hazreti Ömer Şam’a geldiği vakit ona misli görülmemiş bir yemek yapılmıştı. Buyurdu ki: “Bu bizim fakat vefat etmiş olan Müslüman fakirler için ne var?” Onlar arpa ekmeğinden doymuyorlardı. Hâlid Bin Velîd (Radıyallâhu Anh), onlara cennet var dedi. Deyince, Ömer’in gözleri doluktu da Vallâhi bizim nasibimiz bu dünyanın geçici menfaatlerinde olup da onlar gittiler ise!… Dedi ki; Allah daha iyi bilir ama cennette aramız ne kadar uzak olur demektir. Rasûlü Ekrem Sallallâhu Aleyhi Ve Sellem bir gün Suffe ehlinin yanlarına girdi. Elbiselerine yamalık vuramadıklarından deri ile yapıyorlardı. Efendimiz buyurdu ki: “Siz bugün mü daha hayırlısınız yoksa her biriniz sabah süslü bir elbise, akşam süslü bir elbise giyeceğiniz ve sofranızda tabakların biri gidip biri geleceği ve evi Kâbe örtülü gibi örtüleceği süsleneceği gün mü?” Biz, bugün daha hayırlıyız dediler. Peygamberimiz Efendimiz buyurdu ki: “Bugün daha hayırlısınız.”

 

Dakika 15:02

 

İbni Zeyd bu âyetin tefsirine şu âyetleri de okumuştur. “Kim dünya hayatını ve ziynetini isterse biz onlara amellerinin karşılığını burada yani dünyada tamamen öderiz, bu hususta onlara cimrilik yapılmaz.” “Her kim âhiret sevabını isterse onun sevabını artırırız. Ve her kim dünya menfaatini isterse ona da dünyalık veririz fakat âhirette ona hiçbir nasip yoktur” diyor. Dünyayı isteyip de âhireti hiçe sayanların âhirette hiç nasipleri yoktur, nasipleri cehennemdir.” “Her kim acele geçen dünyayı isterse dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadar dünyalık peşin veririz. Sonra da buna cehennemi tahsis ederiz.” ‘’İsrâ 18’inci âyet, Şûrâ 20’nci âyet, Hûd 15înci âyet-i kerimelerdir’’ bunlar. İşte (وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ) “O küfür edenler ateşe arz olunacağı günde ki kıyâmet günüdür şöyle denecektir; (اَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ ف۪ي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا) “Siz bütün iyiliklerinizi dünya hayatınızda giderdiniz”. İşte dünyada zevki sefayı sürüp de âhiret âlemini hafife alanlar öbür âlem de cennetteki nasiplerini yok edenlerdir kaybedenlerdir. Çünkü dünyada iyi çalışmalı ama âhirete iyi yatırım yapmalıdır. İsrâfa, lükse gitmemelidir bunun için itidal üzere olmalı ve sürekli Allah’ın rızâsına yatırım yapmalıdır, sakın ola ki hiçbir konuda müsrif olmamalıdır.

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

وَاذْكُرْ اَخَا عَادٍۜ اِذْ اَنْذَرَ قَوْمَهُ بِالْاَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ٓ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ﴿٢١﴾

قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِتَأْفِكَنَا عَنْ اٰلِهَتِنَاۚ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ﴿٢٢﴾

قَالَ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۘ وَاُبَلِّغُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ وَلٰكِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ قَوْماً تَجْهَلُونَ﴿٢٣﴾

  فَلَمَّا رَاَوْهُ عَارِضاً مُسْتَقْبِلَ اَوْدِيَتِهِمْۙ قَالُوا هٰذَا عَارِضٌ مُمْطِرُنَاۜ بَلْ هُوَ مَا اسْتَعْجَلْتُمْ بِه۪ۜ ر۪يحٌ ف۪يهَا عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ﴿٢٤﴾

  تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِاَمْرِ رَبِّهَا فَاَصْبَحُوا لَا يُرٰٓى اِلَّا مَسَاكِنُهُمْۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِم۪ينَ ﴿٢٥﴾

وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ ف۪يمَٓا اِنْ مَكَّنَّاكُمْ ف۪يهِ وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعاً وَاَبْصَاراً وَاَفْـِٔدَةًۘ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَٓا اَبْصَارُهُمْ وَلَٓا اَفْـِٔدَتُهُمْ مِنْ شَيْءٍ اِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ ﴿٢٦﴾

 

صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ

 

Dakika 20:10

 

Ey Muhammed Mustafa Sallallâhu Teâlâ Aleyhi Ve Sellem! Âd kavminin kardeşi Hûd’u hatırla, Hûd Peygamberi Aleyhisselâm hatırla. Hani O, Ahkâf denilen yerde kavmini uyarmıştı. O’ndan önce ve sonra da nice peygamberler gelip geçmiştir. Hûd Aleyhisselâm kavmine: “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Çünkü ben sizin için büyük bir günün azâbından korkuyorum” demişti.

 

Onlar: “Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen o bize vaat edip durduğun azabı haydi getir” dediler. Bir millet helâk olacağı zaman işte böyle derler belâlarını çabuk isterler.

 

Hûd Aleyhisselâm: “O azâbın ne zaman geleceğine dâir ilim Allah katındadır. Ben size benimle göndereni tebliğ ediyorum. Fakat ben sizi câhillik eden bir kavim olarak görüyorum” dedi.

 

O azâbı, vadilerine doğru yayılan bir bulut hâlinde gördükleri zaman: “Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur” dediler. Bakın, başlarına gelecek belâyı yağmur zannettiler. Hûd Aleyhisselâm ise: “O sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir o sizin belânızdır o bir rüzgârdır ki içerisinde acı bir azâb vardır.

 

O rüzgâr, Rabbinin emri ile her şeyi yıkar mahveder” dedi. Nihâyet helâk oldular ve evlerinden başka hiçbir şey görünmez oldu işte biz günahkâr kavmi böyle cezâlandırırız.

 

Andolsun ki, biz onlara size vermediğimiz imkânlar vermiştik. Onlara kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik. Fakat kulakları gözleri ve kalpleri onlara hiçbir fayda sağlamadı. Çünkü onlar Allah’ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşattı.

 

Kıymetli dostlar,

 

İbn-i Zeyd ve Katâde’den Yemen beldelerinden “Şıhr” denilen yerde denize doğru kumluklar da oturuyorlardı Hûd Kavmi diye İbn-i Abbâs’tan Umman ile Mehre arasında diye rivâyet edilmiştir. Muhammed Bin İshâk da demiştir ki; Hûd Aleyhisselâm peygamber olarak gönderildiği zaman Âd Kavminin bulunduğu yer ve cemaatleri Ahkâf yani Umman civarında Hadramut’a doğru kulluk sonra da bütün Yemen idi.

 

Yine Dahhâk ’tan Şam’da bir dağdır diye bir rivâyet gelmiştir böyle ise de İbn-i Atiyye Tefsirinde de sahîh olan demiş Âd’n beldeleri Yemendeydi diyor sahîh olan budur diyor. Ufukta yerden çıkan buluta da “Ârız” denilir. İbn-i Abbas’tan şöyle rivâyet edilmiştir ki; onun azâb olduğunu ilk tanımaları şöyle olmuştur; Çıkmış olan yüklerinin ve hayvanlarını birer kuş tüyü gibi gök ile yer arasında uçuşmaya başladığını görmüşler.

 

Dakika 25:25

 

Derhâl evlerine girmişler ve kapılarını kapamışlar, derken rüzgâr gelmiş kapılarını açmış. Yedi gece Sekiz gün üzerlerine kum seli akıtmış sonunda da Allah’u Teâlâ rüzgâra emretmiş üzerlerinde kumu açmış ve hepsini denize dökmüştür. İşte içlerinde azâbı ilk gören bir kadın olmuştu diye bir rivâyet vardır ateş alevi gibi bir rüzgâr görmüştü bu kadın. Hûd Aleyhisselâm’a gelince şöyle rivâyet olunmuş; Rüzgârı hissettiği zaman kendisinin ve mü’minlerin üzerine bir hat çizmiş bir memba civarına doğru çekilmişti inananlarla berâber. İbn-i Abbâs’tan da şöyle rivâyet edilmiştir; Yanındakilerle beraber etrafı çevrili bir yere çekilmişti, onlara rüzgârdan ancak derileri yumuşatacak ve nefislere neşe verecek kadar dokunuyor ve fakat Âd Kavmine uğrayınca yer ve gök arasında göç ettiriyor ve taşlarla beyinlerini parçalıyordu. İşte Allah’a inananla inanmayan arasındaki durumu burada da göstermiştir her yerde gösterdiği gibi. Beşerin kazancı ile ilgili olan âfetlerin dehşeti ve Allah’u Teâlâ’nın her kuvvet üzerindeki kudreti anlatılmıştır. Allah’ın kudreti her kuvvetin üzerindedir. Çünkü bütün kuvvetler O’nundur O’ndandır. O’nun kudreti ve kuvveti ise her şeyi kuşatmıştır. Herkes aklına başına almalıdır! Hûd Kavmini niye anlatıyor Cenab-ı Hak burada? İnsanlar ibret alsınlar da tehlikelerden kurtulsunlar, onların uğradığı akıbete uğramasınlar diye kullarını uyarıyor.

 

وَلَقَدْ اَهْلَكْنَا مَا حَوْلَكُمْ مِنَ الْقُرٰى وَصَرَّفْنَا الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿٢٧﴾

فَلَوْلَا نَصَرَهُمُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ قُرْبَاناً اٰلِهَةًۜ بَلْ ضَلُّوا عَنْهُمْۚ وَذٰلِكَ اِفْكُهُمْ وَمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿٢٨﴾

وَاِذْ صَرَفْـنَٓا اِلَيْكَ نَفَراً مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْاٰنَۚ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُٓوا اَنْصِتُواۚ فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا اِلٰى قَوْمِهِمْ مُنْذِر۪ينَ﴿٢٩﴾

  قَالُوا يَا قَوْمَنَٓا اِنَّا سَمِعْنَا كِتَاباً اُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰى مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ وَاِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿٣٠﴾

يَا قَوْمَنَٓا اَج۪يبُوا دَاعِيَ اللّٰهِ وَاٰمِنُوا بِه۪ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿٣١﴾

وَمَنْ لَا يُجِبْ دَاعِيَ اللّٰهِ فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الْاَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءُۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿٣٢﴾

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَمْ يَعْيَ بِخَلْقِهِنَّ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتٰىۜ بَلٰٓى اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ﴿٣٣﴾

  وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ﴿٣٤﴾

فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ اُو۬لُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ وَلَا تَسْتَعْجِلْ لَهُمْۜ كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَۙ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنْ نَهَارٍۜ بَلَاغٌۚ فَهَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ ﴿٣٥﴾

 

Dakika 30:53

 

 

Andolsun ki, biz sizin etrafınızda bulunan birçok memleketleri helâk ettik. Belki tevhîde dönerler diye âyetlerimizi çeşitli şekillerde açıkladık.

 

Allah’ı bırakıp da kendilerine yakınlık sağlamak için edindikleri ilâhları onlara yardım etselerdi ya! Ama hayır, aksine onlardan kaybolup gittiler. İşte bu onların yalanları ve uyduruk durdukları iftiralarıdır.

 

Ey Muhammed Mustafa Sallallâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem! Hani biz cinlerden bir grubu Kur’an-ı Kerim’i dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Onlar şanlı Kur’an’ı dinlemek için hazır bulundukları zaman birbirlerine “susun” dediler. Kur’an-ı Kerim’in okunması bitince de birer uyarıcı olarak kavimlerine döndüler.

 

Onlar kavimlerine şöyle dediler: “Ey kavmimiz! Gerçekten biz Mûsâ’dan sonra indirilen ve kendisinden öncekileri tasdik eden bir kitap dinledik. O kitap gerçeği ve doğru yolu gösteriyor ki, o kitap Kur’an-ı Kerim’dir dediler.

 

Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun ve O’na îmân edin ki, Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azâbtan korusun.”

 

Her kim Allah’ın davetçisine uyumazsa bilsin ki, yeryüzünde Allah’ı aciz bırakacak değildir. Onun için Allah’tan başka dostları da yoktur. İşte onlar apaçık bir sapıklık içerisindedirler.

 

Onlar gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmakla yorulmayan Allah’ın ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmüyorlar mı? Evet, şüphesiz ki, O’nun her şeye gücü yeter.

 

İnkâr edenler ateşe arz olunacakları gün onlara: “Bu gerçek değil miymiş?” denir. Onlar da: “Rabbimiz hakkı için gerçekmiş!” derler. Allah Celle Celalühü onlara: “O hâlde inkâr ettiğinizden dolayı şimdi tadın azâbı!” der.

 

Ey Muhammed Mustafa Sallallahu Teâlâ Aleyhi ve Sellem! Azim sahibi peygamberlerin sabrettikleri gibi sende sabret! Onlar için azâb hususunda acele etme. Sanki onlar kendilerine vaat edilen azâbı gördükleri gün dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu bir tebliğdir. Hiç yoldan çıkan fâsıklar topluluğundan başkası helâk edilir mi?  Fâsıklar helâk oldular helâk olacaklardır.

 

Dakika 35:20

 

Kıymetli dostlar,

 

Allah cümlemizi fâsıklığın her türlüsünden muhafaza eylesin. Bizi onlar ancak bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyoruz diyorlardı. Kim? Putperestler putlarına böyle tapıyorlardı. Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir diyorlardı putları için bize şefaat edecek diyorlardı bu put kafasıdır. Nefer kelimesi 3’ten 10’a ve 10’dan 40’a kadar toplanmış bir cemaat hakkında söylenir ki, buna nefer denir. “Böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yapmışızdır” diyor. Cin Sûresi’nde de bunlar anlatılmıştır anlatılacaktır. Diyarbekir tarafından Nusaybin cinlerinden olduğu söyleniyor başka taraftan gelen cinler oldukları rivâyetlerde bulunmaktadır.

 

Ninova’lı da denilmiştir Fahrettin Râzî der ki: Saîd Bin Cübeyr demiştir ki: Cinler gök kapılarını dinlerlerdi ne zaman ki, taşlanıp kovuldular gökte olan bu olay, herhâlde yerde bir şeyden dolayı olsa gerektir diye sebebini aramaya gittiler. O sırada Peygamberimiz (Aleyhisselâtu Vesselâm) Taif’e çıkmıştı yani Taif’lilere gidip İslam’ı onlara tebliğe gitmişti. “Batnı Nahil” denilen vâdîde kalmış sabah namazında Kur’an-ı Kerim okuyordu işte oraya Nusaybin cinlerinin ileri gelenlerinden bir bölük cin uğramıştı. Çünkü iblîs onları göğün taşlamalarla korunmasını icab ettiren sebebi öğrenmek üzere göndermişti. İblîs göndermişti ama iblîs kendi adamları iblîsten uzaklaştılar Müslüman oldular Kur’an-ı Kerim’i işittiler ve sebebinin o olduğunu anladılar. Allah’u Teâlâ Peygambere cinleri de uyarıp dâvet etme ve kendilerine Kur’an-ı Kerim okuma görevini de vermişti. Yani Hazreti Muhammed cinlerinde Peygamberidir. Onun için Allah’u Teâlâ ona Kur’an-ı Kerim’i dinlemek ve kavimlerini uyarmak üzere bir takım cin göndermişti. Ebû Hayyân da Bahir’de der ki: “Cin kıssası iki defa olmuştu” diyor. Nahle Vadisi’nde namaz kılarken Peygamberimizi dinlediler. Dinlediklerini Cenab-ı Hak Peygamberimize haber verdi. Peygambere cinleri uyarıp Kur’an okumasını emir buyurmuştu. Bunun üzerine bana cinlere Kur’an okumam emredildi. Arkamdan kim gelecek dedi Abdullah Bin Mes’ûd’tan başkası ses çıkarmamış önlerine bakmışlardı. Abdullah Bin Mes’ûd Radıyallâhu Anh demiştir ki: Cin gecesi benden başka kimse hazır olmadı, gittik. Hacun’daki dağ yoluna vardığımızda bana bir hat çizdi. Ben gelinceye kadar bundan çıkma dedi sonra Kur’an-ı Kerim okumaya başladı ben şiddetli bir gürültü işittim. Hattâ Rasûlullah’a bir şey olmasından korktum. Onu birçok karartılar kapladı onunla benim arama engel oldu hattâ sesini işitemez oldum. Sonra bulut parçalanır gibi parçaladılar. Sonra bana: “Bir şey gördün mü?” dedi. Evet, beyaz elbiselere bürünmüş siyah adamlar gördüm dedim. İşte onlar Nusaybin cinleri diye buyurdu. Bu haberi nakleden de Suyûtî’dir. Yine bu haberlerin kaynağında Ebû Hayyân, Âlûsî de bulunmaktadır. Bu cinlerin birçok defa Peygamberimizi dinledikleri bunların içinde kalabalık ordular hâlinde bulundukları zamanda olmuştur. Hattâ Nusaybin’den gelenlerin isimleri dahi söylenmiştir. Nusaybin cinlerinin isimleri yani ileri gelen cin taifelerinin ileri gelenleri ki: “Hasâ, Mesâ, Şasır, Masır,  Elerdevanyan, Serme, el-Ahkâm yahut el-Ahkab” idi. Bu da Âlûsî ’den gelen haberdir. Hadisler cinnin gönderilmesi altı kere olduğuna delâlet etmektedir. Ebû Nuaym rivâyet etmiştir ki: Nusaybin halkından dokuz kişi Nahle vadisinden gittiler. Bunlardan fulan ve fulan ve’l Erdevenyan, el-Ahkab kavimlerine uyarıcı olarak vardılar, sonra da çıktılar. Rasûlullah’a heyet hâlinde yetkili delege olarak geldiler 300 kişiydiler. Hacun’a kadar geldiler el-Ahkab geldi Rasûlullah da selâm verdi ve kavmimi seninle görüşmek üzere Hacun’da hazır bulunuyor dedi. Rasûlullah da Hacun’da geceden bir saate söz verdi. İbn-i Ebî Hatîm ve İkrime’den bu âyette onların Musul cinlerinden 12000 olduklarını rivâyet etmiştir. Bu adedi Keşşafta da hikâye eder ez-Zemahşerî. Rasûlullah’ın Aleyhissalâtu Vesselâm onlara okuduğu sûre (اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ) yani “Alak Sûresi’ydi”. Bununla beraber Bahirde İbn-i Ömer ve Câbir Bin Abdullah (Radıyallâhu Anhüm) Hazretlerinden nakledilmiştir ki Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Selâm onlara: ‘Er-Rahmân Sûresini” okudu. (فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ) “Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz” dedikçe, Hayır, Rabbimizin âyetlerinden hiçbir şey yalanlayamayız. (ربنا لك الحمد) “Ey Rabbimiz! Sana hamd olsun” derlerdi. Kim? Cinler. Birde Ebû Nuaym Delâil’de Rasûlullah’a cinlerin gelişinin Peygamberliğin on birinci senesinde olduğunu rivâyet etmiştir. Bu kıssanın hicretten üç sene önce olduğunun söylenmesi de bu mânâdadır.

 

Dakika 45:05

 

Ata demiştir ki: Yahûdî milleti üzere idiler. Yani cinler Hazreti Muhammed’den önce Yahûdî dini üzere milleti üzereydiler ve Îsâ Aleyhisselâm’ı duymamışlardı. Hazreti Muhammed’i Cenab-ı Hak onlara da Peygamber gönderdiği için Müslüman oldular. Tabii ki cinlerinde insanlar gibi Müslüman olanları başka bâtıl inançlarda olanları da bulunmaktadır.

 

Burada Baziyet ifade eden (min zünubiküm ) denilmesi dikkat çekicidir. Denilmiştir ki, maksat sadece Allah’ın hakkı olan günahlardır. Çünkü kulların hakları sadece îmân ile bağışlanı vermez. Çünkü Müslüman olan kişi kul haklarından da parçayı kurtarmaya çalışması lâzımdır. Borcunda zimmetinden düşmüş olması gerekmez zimmi ve antlaşma ile orada bulunan gayrimüslimlerin İslam’a girmeleri belirli olan kul haklarını düşülmez imkânları dâhilinde herkesin hakkını vermeleri de gerekir. Yahûdîlerin “altı günde yarattı da yedinci gün dinlendi” demelerini de bu âyet reddetmektedir. Çünkü Allahu Teâlâ yorulmaktan münezzehtir. Allah yorulmaz. Çünkü kudreti her şeye kâdirdir, her şeye kâdir olanda yorulma olmaz. Yorulmaktan, âcizlikten Allah münezzehtir. Yahûdîlerin bu görüşleri de sapıktır. Tabii doğru düşünenler hâriç. İslam herhâlde ebedî hayat bulacağı burada müjdelenmektedir, çünkü İslam ebedî hayatın bizzat kendisidir.

 

Ulu’l Azm’dan bahsedilmektedir ki; Azîm sahipleri, azîm bir işin icrâsına ve yerine getirilmesine kalbi kesinlikle bağlamak irâde de sabır ve sebat ile maksadı takip ve gayret sarf etmektir. Yani şeriat sahibi olup onun kuruluş ve yerleşmesinde çok çalışan ve onun meşakkatlerine ve hasımlarının düşmanlıklarına tahammül ederek sabreden şerefli peygamberlere “Ulu’l Azm Peygamberleri” denmektedir. Her peygamber çok şereflidir Ulu’l Azm Peygamberlerinin dereceleri daha da yüksektir. “Hani biz Peygamberlerden misaklarını almıştık senden de Nuh’tan, İbrâhim’den, Mûsâ’dan ve Meryem oğlu Îsâ’dan da onlardan sağlam bir söz almıştık.” Bakın Ulu’l Azm Peygamberlerinin en başında Hazreti Muhammed bu âyet-i kerimede zikrolunuyor. Ne diyor Cenab-ı Hak senden diyor bak, (وَإِذْ أَخَذْنَا مِنَ النَّبِيِّينَ مِيثَاقَهُمْ وَمِنكَ) “Senden ey Muhammed!” Diyor.  (وَمِن نُّوحٍ) “Nuh’tan”, (وَإِبْرَاهِيمَ) “İbrâhim’den”, (وَمُوسَى) “Mûsâ’dan”, (وَعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ) “Meryem’in oğlu Îsâ’dan” (وَأَخَذْنَا مِنْهُم مِّيثَاقًا غَلِيظًا) “biz onlardan ağır bir mîsâk diyor sağlam bir söz almıştık” diyor.

 

 

Dakika 50:10

 

Kur’an-ı Kerim’de isimleri zikredilen peygamberlerin hepsi Ulu’l Azm Rasûl’dür denilmesi de doğrudur. Çünkü Rasûller Kur’an-ı Kerim’de zikredilenlerden ibâret değildir. Cenab-ı Hak (وَرُسُلاً لَّمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ) “Kıssalarını sana anlatmadığımız bakın Rasûller, Peygamberler var” buyuruyor.

 

Müddeti devri felek bir gündür, Âdem bir nefes. (بَلَاغٌ) Yeter, yani bu size edilen vaaz ve hatırlatma son derece beliğ yeterli bir öğüttür, elverir. Yahut beliğ bir tebliğdir. Haberiniz olsun duyduk duymadık demeyin. Cenab-ı Hak ne diyor; “Bu hakkı ile bir tebliğdir” diyor Yüce

Allah (بَلَاغٌ) diyor. Aklını herkes başına alsın! Tabii kendime söylüyorum bunu.

 

 

(فَهَلْ يُهْلَكُ إِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ) Kısaca, “helâk olacak başkası değil ancak o fâsıklar güruhudur” diyor.

 

Kıymetli dostlar

 

(كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ) “Sanki onlar görecekleri gün…” âyetinin bu özelliği bir özelliği bulunduğuna işaret eden bazı eserler vardır. Âlûsî’nin nakline göre Taberânî dua kitâbında Enes aracılığı ile Peygamber Efendimizden şöyle rivâyet etmiştir; Buyurdu ki Sevgili Peygamberimiz Aleyhissalâtu Vesselâm: “Bir hacet diledin ve onun çabuk olmasını arzu ettin mi?” Şöyle dua et;

 

 (Lâ ilâhe illallâhu vahdehü lâ şerikeleh lâ şerikelehül aliyyül azîm Lâ ilâhe illallâhu vahdehü lâ şerikeleh el-halimül kerim. Bismillahillezi lâ ilâhe illâ huvel hayyul halîm Subhanallâhi-Rabbil arşıl azîm. Elhamdülillahi Rabbil-âlemin…)

 

Dakika 55:15

 

Sevgili dostlarımız,

 

Bu Allahu Teâlâ’nın esmâsıyla, kelâmıyla, duasıyla iç içe bir yalvarış tek olan Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Onun hiçbir ortağı da yoktur. O çok yücedir, eşsiz büyüktür, en büyüktür. Tek olan Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O’ndan başka büyük yoktur. O kullarına karşı çok yumuşak ve çok cömerttir. Dâima diri ve kullarına yumuşak davranan kendisinden başka hiçbir İlâh bulunmayan Allah’ın adıyla. Yüce Arş’ın sahibi olan Allah’ı tesbih ederim. Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Sanki onlar kendilerine vaat edilen sonu görecekleri gün bir günün bir saatinden fazla durmamış gibi olacaklardır. Bu yeterli bir tebliğdir helâk olacak başka değil, ancak o fasıklar güruhudur. Allah’ım! Senden rahmetine sebep olacak şeyleri mağfiretine sebep olan olacak irâdeni, her türlü günahtan kurtuluşu her türlü iyiliği elde etmeyi, cennete kavuşmayı, cehennem ateşinden kurtulmayı diliyorum. Allah’ım! Bana başlamayacağın bir günah, ferahlık vermeyeceğin bir sıkıntı, ödettirmeyeceğin bir borç, yerine getiremeyeceğim dünya ve âhiret ihtiyaçlarından herhangi bir ihtiyaç bırakma. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’ım Celle Celalühü! Bunları rahmetinle ihsân eyle ya Rab, ya Rabbel-âlemin.

 

Velhamdü leke ya Rabbel-âlemin vessalâtü vesselâmü Alâ Rasulina Muhammed Estağfurullah bi-adedi zünübinâ hattâ tuğfer Allahu ekber hattâ tuğfer vel hamdü leke ya Rabbel-âlemin.

 

Dakika 58:27

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Visited 53 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}