469- Tefsir Ders 469 hayat veren nurun keşif notları
469- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 469
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
(Mümtehine Sûresi 1’inci Âyet-i Kerime’den 13’üncü Âyet-i Kerime’ler)
İlim rahmetten öncedir vahdâniyyet (Allah’ın birliği) de ilimden önce zikredilmiştir. Çünkü Allah’ın birliği ve varlığı her şeyden öncedir bütün yüce sıfatlarda Allah ile zâti sübûtî sıfatları da O’nun Zât-ı ile beraberdir. Sevgi ve hürmet ile beraber olan saygılı bir korku olduğu için, evvela ilâhî rahmetin, „Rahmetim gazabımı geçti.“ Kudsî bir hadis-i şerifte. Cenab-ı Hak kendini tanıttı diyor, (Ben Esselam) her selâmetin kaynağı her tehlikeden salim olduğu gibi selâmete erdirecek olan da yine sadece O’dur.
O “El-Mü’min” îmân emniyet ve güven verici de O’dur. Şüpheleri tereddütleri kaldırır sana gerçek bir îmân lütfeder ve isteyenlere îmân korku içinde olanlara emniyet veren verecek olan da O’dur.
“El-Müheymin” Müheymin; görüp gözetendir.
El-Cebbâr: Cebr esasen kırığı yerine getirip sıkıca sarmak, eksiği ıslah edip tamamlamak demektir. Zâyî olanı yerine getirdi, telâfi etti demektir. Gereği gibi yapmakta çok iktidarlı olan hâkim mânâsını ifade eder. Allah’u Teâlâ dertlere derman veren, kırılanları onaran, yoksulları zengin eden, perişanlıkları yoluna koyup düzelten en yüce zâttır, (El-Cebbâr)’dır. İkincisi, cebr, icbâr etmek, yani dilediğini zorla yaptırmak mânâsına da gelir. Dilediğini ister istemez zorla yaptırmaya kâdir olan hüküm ve nüfuzuna karşı çıkılma ihtimâli bulunmayan güç ve büyüklük sahibi demektir. Bunun içinde bütün zâlimlerin belini-bıkınını ne yapacak; Küfür, kâfirin, zâlimin, müşrikin Allah’a kafa tutan hak hakîkat tanıyanlarında beli bıkkını kırılacaktır. İrâde vermiş ve hür yaratmış bunu kötüye kullanamazsın Allah’u Teâlâ kaza ve kaderin yerine getirmeyi istediği vakit akıl sahiplerinin akıllarını gideriverir ki kaza ve kaderi onlar da yerine gelsin. Emri yerine gelince de akıllarını onlara geri verir, böylece de pişmanlık başlar buyurulmuştur. Bu haberin kaynağında Feyzü’l Kadir Keşfül Hafâ da nakledilmiştir.
Cebbâr: Kendisine erişilmez, el uzatılmaz öyle bir yüce kudrettir ki kendisine kimse erişemez ulaşamaz el uzatılamaz O öyle yüce bir varlıktır.
„Melik-i azîm“ yani çok büyük, azâmetli padişah mânâsına gelmektedir.“ Bunu da Fahrur Râzî nakletmiştir. Biz Yüce Allah’ı ne kadar övsek o hakkıyla biz o’nu övemiyoruz O kendi övdüğü gibidir. Kendi övdüğü gibi dediğimiz zaman işte O’nu övmüş oluyoruz, aczimizi itiraf etmiş oluyoruz, O’nun yüceliğini itiraf etmiş oluyoruz.
Dakika 5:05
El-Mütekebbir: Yüce Allah “El-Mütekebbir “ çok büyük, büyüklüğünü gösteren büyüklük, ululuk, Kibriyâ ve azâmet kendisine mahsustur.
Yüce Allah El-Hâlik: Hâliktır Yani bütün açıklığıyla eşyanın miktar ve derecelerini tâyin etmektir. Hem miktarını hem derecelerini tâyin ediyor hem yoktan böyle bir planlı bir şekilde mükemmel yaratıyor hiçbir asîl ve örneği yokken icat ediyor. İnşa, icat tâbir edilir. Bir atom bile kimse yapamaz bir atom maddenin en küçük bölünmez parçası ki bunu dahi kimsenin yaratabilme gücü yoktur. İnsanlar yaratılanlardan faydalanmaktadır bu yaratma değil üretimdir. El-Bâriu: Bâri ’dir yani öyle temiz yaratıcı ki yarattıkların temiz ve sağlam bir nizâm üzere seçip düzenleyerek ve tamamlayarak birbirinden farklı özelliklerle yaratır. Cisimlerin yaratılması mânâsını ifade eder. „Bâri ismi, yani “sâni” (yaratan) ve mûcid (icad eden) gibi olmakla beraber cisimlerin yaratılması mânâsını ifade eder. Onun için halka „berriyye“ denilir de, renk ve tat gibi başka bir cevherle meydana gelen hususlara denilmez.“
‘’Eûzu bi kelimatillahittâmmâti min şerri mâ haleka ve zerea ve berea’’
„Allah’ın yarattığı şeylerin şerrinden O’nun kelimelerinin hepsine sığınırım.“ gibi bazı dualarda zikredilen „halaka“, „zeree“ ve „beree“ fiillerine nazaran „bâri“ ismi yaratılışın tekâmül mertebelerindeki icatları ifade eder.
El-Musavviru: Musavvir ‘dir bütün mahlukata sûret veren O’dur başkası sûret vermez. Bunun için „Sizi yarattık, sonra size biçim verdik…“( وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُم) A’raf Sûresi 11’inci âyet-i kerimede. Râgıb el-İsfahânî bunu burada böyle nakletmiştir. Allah ismi, bunların hepsini toplayan “zât” ismi, diğerleri “sıfat” ismidir. Yüce Allah’ın Allah ismi zât ismidir bunların hepsini toplar zât ismi olduğu için, diğerleri sıfat ismidir. Yani o sıfatlar Allah’ta bulunur Allah, bunların bu isimlerin içinde zât ismidir Celle Celâlühü. Sıfatlar, zâtiyye, fiiliyye ve mâneviyye olarak üç kısma ayrılır.
Zâtî sıfatlar, Allah’ın zâtından ayrılmayan sıfatlardır ki bu da iki kısımdır.
- Sıfat-ı Selbiyye
- 2- Sıfat-ı Sübutiyye’dir.
Selbî sıfatlar: Vücûd, kıdem, bekâ, vahdaniyet, Muhalefetün Li’l Havâdis, Kıyam binefsihi hayat, ilim, semi, irâde, basar, kudret, kelam, tekvin gibi sıfatlar işte burada Sıfat-ı Sübutiyye ve selb’i sıfatlardır. “Celle Celâlühü ve Celle Şânuhü.”
Dakika 10:00
Hayyün, Alîmün, Semîun, Basîrun, Mürîdün, Kadîrun, Mütekellibün, Hâlikun bakın bu sıfatlar hayat sıfatında “hayyün”, ilim sıfatında “Alîmün” sem’î sfatında “Sem’îun”, basar sıfatında “Basîrun”, irade sıfatında “Mürîdün, kudret sıfatında “Kadîrun” mütekellimin sıfatında “Kelâm” halikun sıfatında “Tekvin”dir. Mübdiun, Muîdün, Muhyin, Mumîtun, Rezzâkun, Vahhâbun, Gaffârun Settârun, Halikun, Bâriun, Musavvirun, Mübdiün (C.C)
يَدْعُوا لَمَنْ ضَرُّهُٓ اَقْرَبُ مِنْ نَفْعِه۪ۜ لَبِئْسَ الْمَوْلٰى وَلَبِئْسَ الْعَش۪يرُ
„Zararı, faydasından daha yakın olana yalvarır, ne kötü bir yardımcı ve ne kötü bir arkadaştır.“
(Hac, 22/13) âyetinde Allah’tan başkasına sakın yalvarma! Allah’a Allah’ın simleri ile yalvar Celle Celâlühü. Allah’u Teâlâ’nın ahlâkının sıfat ve isimlerinin ahkâm ve kemâlini ifade eden azâmet ve Kibriyâ, Celâl ve Cemal, İzzet, adâlet, hikmet, hilm, sabır, Fadl (شَدِيدُ الْعِقَابِ), (سَرِيعُ الْحِسَابِ) gibi vasıf ve isimler bu kabildendir. Yüce Allah’ı iyi tanı!
„Allah’u Teâlâ’nın doksan dokuz ismi vardır. Kim onları sayarsa cennete girer.“
Bu hadis-i şerifi Buhârî Müslim Tirmizî İbn-i Mâce gibi muhaddislerimiz rivâyet etmişlerdir ki Tabii ki bu isimleri okumalı ezberlemeli mânâsını anlamalı ve Yüce Allah’u Teâlâ’nın huzurun da ona derin saygı ile kulluk etmelidir. Yoksa papağanlığın fazla bir fayda vereceğini zannetmemelidir papağanlıktan vazgeçip mânâya ulaşmaya Allah’a derin saygı içinde olmaya onun huzurunda olduğunu unutmamaya gayret etmemiz gerekmektedir.
“Gale Rasûlullahi inne lillahi tisaten ve tisîne ismen mieten illâ vahiden ve nassâhe dehalel cennet vehüve vitrun yuhibbul vitre”
Dakika 15:20
„Herhangi bir Müslüman bir merak veya üzüntüye düşer de, ‚Allah’ım ben senin kulunum, kulunun ve câriyenin oğluyum. Perçemim senin elinde (kudretinde)dir. Bende hükmün geçerlidir, hakkımdaki kaza’n, adâlettir. Senin olan, senin kendine isim verdiğin veya kitabında indirdiğin yahut yaratıklarından birine bildirdiğin veya katında, gayb ilminde kendine tahsis ettiğin bir isimle senden dilerim ki Kur’an’ı Kerim’i kalbimin baharı, üzüntümün cilâsı, keder ve tasamın giderilmesi için vesile kılasın‘ derse, herhâlde Allah’u Teâlâ onun merakını giderir, üzüntüsünün yerine ferahlık verir.“ Bunun üzerine (orada bulunanlar) dediler ki: „Ya Rasûlullah (S.A.V)! Bu kelimeleri öğrenelim mi? Rasûlullah da (A.S.V), „Evet bunları işiten her kimsenin öğrenmesi gerekir.“ buyurdu.“ Yine bir gün Âişe vâlidemiz (Radıyallâhu Anha) bakın şöyle bir dua etti Peygamberimiz de ona: “Allah’ım onu muvaffak kıl” diye Âişe annemiz için dua etti. O da şöyle dua etti bakın ümmetine buradan bir mesaj bir hazine takdim ediliyor ayrıca. Burada annemizin vesilesiyle Peygamberimizin bakın duasıyla;
„Ey Allah’ım! Yüce Rabbim, bildiğimiz ve bilmediğimiz güzel isimlerin hepsiyle ve bir kimsenin kendisiyle sana dua ettiği zaman hoşlandığın ve yine kendisiyle istediği vakit verdiğin en yüce isimle senden istiyorum.“ Bunun üzerine Hz. Peygamber (A.S.V) ‚İsâbet ettin, isâbet ettin.‘ buyurdular.“ Hz. Âişe annemizin bu duasına.
Dakika 20:33
Kıymetli dostlarımız,
Bu duayı yaparken Hz. Âişe vâlidemiz (R.A) „Ya Rasûlullah! Allah’u Teâlâ’nın kendisine dua edildiği zaman kabul buyurduğu ismini bana öğret.“ demişti. Rasûlullah da, ona „Kalk abdest al, mescide gir, iki rekât namaz kıl, sonra dua et ben dinleyeyim.“ Dedi böyle buyurdu. O da öyle yaptı, sonra bakın dua için oturduğunda Hz. Peygamberimiz ona „Allah’ım onu muvafık kıl.“ dedi. Ve sonuçta da ‚İsâbet ettin, isâbet ettin.‘ Buyurdu’ Hz. Âişe vâlidemiz de annemiz bu duayı yaptı. Mükemmel bir dua bundan önceki duada Peygamber Efendimizin kendi yaptığı duaydı.
Biz size bu hazineleri takdim etmeye çalışıyoruz. Bütün Ümmet-i Muhammed’e bütün insanlık âlemine ki inananlar kurtuluşa ererler. Îmânın gereği Amel-i Sâlih’tir Amel-i Sâlih olmadan yüce kelimeler Allah’ın huzuruna yükselmez. Yüce kelimeler Amel-i Sâlih ile yükselir hem kelimeler yüce kelime olacak hem de Amel-i Sâlih de yanında bulunacak. Dikkat ederseniz Âişe annemize ne dedi Peygamberimiz: İki rekât namaz kıl öyle dua et dedi. Demek ki namaz arasıymış ki böyle söyledi. Bu beş vakit bir namaz olsaydı onun peşinden de aynı dualar geçerlidir. Beş vakit namazın peşinden yapılan dualar çok kıymetlidir cemaat hâlinde yapılanlar daha kıymetlidir. Bazıları ulaşmışlar cemaat geliyor imamla yatıp kalkıyor oradaki namazdan sonraki faziletleri düşünmeden bir taklit ederek çekip gidiyor. Bu faziletten mahrumiyettir cemaatin üzerine Allah’ın rahmet iner. Bir de cemaat hâlinde dua etmeyen ayrı fazileti vardır bir de imamın yaptığı duaların sen ömründe hayâlinden bile geçmez yapamazsın beceremezsin. Madem beceremiyorsun hiç olmazsa imamın dualarına âmin de yine kendi dualarını yapacağın kadar yap istediğin zaman. Burada yoz ve câhil davrananlar var çünkü ibadetlerin en sonunda yapılan dualar işçi çalıştıktan sonra ücret istemeye benzer. Daha adam farzı kılıyoruz farzları vacipleri, sünnetler tamamlar. Vacipler, sünnetler tamamladıktan sonra dua edersen daha da faziletlidir. Şimdi fazla sonra selâm verdin farzı tamamladığına aklın kanaat ediyor mu? Onun içindeki ihlâsına, farzlarına, vaciplerine, sünnetlerine, içindekilere onun içindeki fıkhını bile biliyor musun? Orada hataların var, bir o namazı peşindeki kılacağım namaz tamamlıyordu onu kılmadın.
Dakika 25:00
Niye? Taklit ediyorsun konuları iyice anladığını zannediyorsun çünkü biri senin beynini dogmatik olarak şartlandırmış. Hadis câmiasının küllisine bak, Kur’an-ı Kerim’in âyet câmiasının küllisine bak müçtehitlerimiz bunları iyi incelemişler. Şu câhil saplantılardan taassuplardan vazgeçmek gerekir. “Kemâl-i İzzet ve Kemâl-i Hikmet” gibi.
Kemâl-i İzzet: Hiçbir kusur kabul etmeyen tam bir kudreti, kemal-i hikmet de, kusursuz bir ilim ile yaratılış nizamını ifade eder. Bütün Kemal-i izzet ve Kemâl-i Hikmet de kusursuz bir ilimle yaratılış nizâmını ifade eder. Bütün Kemâl-i İzzetin, Kemâl-i Hikmetin hepsi Cenab-ı Hak’tadır. Hiçbir ortak kabul etmeyen mutlak gâlip mutlak varlık Allah’u Teâlâ’dır, hiç bir ortağı ve benzeri yoktur. Hikmet’ten Hikmet’e rahmetiyle ulaştıran bir hâkimdir, hakîmdir. Allah’ın izzetine dokunmaktan korkmalı yanlış yapmamalı şanına aykırı düşünce söz amelen sakınmalıdır. Her kim sabahleyin üç kere ‘’Eûzu billahis-semiîl- âlimi mineşşeytanirracim” dedikten sonra Haşr Sûresi’nin son üç âyeti okursa Allah’u Teâlâ onun emrine 70000 Melek verir. Onlar akşama kadar o kimse için salavât-ı şerife getirirler eğer o gün ölürse şehit olarak vefat etmiş olur. Onları akşamleyin okuyanda aynı durumda sevap alır. Bunu rivâyet eden bu haberi Tirmizî Mevâkıf da “Sevâbu’l Kur’an’da” nakletmişlerdir. Allah’ın en yüce isimleri Celle Celâlühü Haşr Sûresi’nin sonundaki altı âyettedir. Bu da İbn-i Abbas’tan gelen bir rivâyettir. Bu rivâyeti nakleden Suyûtî’dir. Yine Hz. Ali’den rivâyettir ki „Bera b.
Âzib (R.A), Ali b. Ebû Tâlib Kerremallâhu Veche Hazretlerine demişti ki: „Senden Allah aşkına rica ediyorum. Rahmân Teâlâ’nın gönderdiklerinden, bilhassa Cebrâil’in (AS.) Rasûlullah’a (A.S.V) getirdiklerinden ve Rasûlullah’ın özellikle sana öğrettiklerinden en faziletlisini bana özel bir şekilde öğretmez misin?“ Hz. Ali de ona „Ya Bera! Allah’a İsm-i Âzâm’ı (en yüce ismi) ile dua etmek istersen, Hadîd Sûresi’nin baş tarafından on âyeti ve Haşr Sûresi’nin sonunu oku, sonra de ki: ‚Ey o, böyle olan ve O’ndan başka böyle bir şey olmayan zât! Senden bana şöyle, şöyle yapmanı dilerim.“ Vallâhi ya Bera, bununla benim aleyhime dua etsen yere geçerim.‘ dedi.“ Deylemî, Hz. Ali ve İbn-i Mes’ûd’dan merfuan (Hz. Peygamber’e ulaşan bir senetle) (Lev enzelna)’dan sûrenin sonuna kadar olan kısım, baş ağrısının afsunudur.“ diye rivâyet etmiştir.
Dakika 30:00
Hâtib Bağdâdî „Tarih“inde naklederek demiştir ki: „Bize Hafız Ebû Ubeyd, Gulâm b. Şünbuz adıyla bilinen Mukri (Kur’an öğreticisi) Ebû t-Tayyib Mahmud b. Ahmed b. Yusuf b. Cafer’den, o da, İdris b. Abdi’l-l Kerim el-Haddad’dan naklen şöyle dedi: „Ben Halef’ten kırâat okudum. (لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ) âyetine geldiğimde bana, „Elini başına koy.“ dedi. Çünkü ben A’meş ‘ten kırâat okudum, bu âyete geldiğimde bana, „Elini başına koy.“ dedi, Çünkü ben Yahya b. Vessab’dan kırâat okudum, bu âyete geldiğimde bana, „Elini başına koy.“ dedi. Çünkü ben Alkame ve Esved’den kırâat okudum, bu âyete geldiğimde bana „Elini başına koy.“ dediler. Çünkü biz Abdullah’tan (Radıyallâhu Anh) kırâat okuduk, bu âyete geldiğimizde bize, „Elinizi başınıza koyunuz.“ dedi. Çünkü ben Hz. Peygamber’den kırâat okudum, bu âyete geldiğimde bana, „Elini başına koy.“ dedi. Çünkü Cibril bu âyeti bana indirdiğinde „Elini başına koy.“ dedi. Çünkü bu, samdan başka her derde şifadır. Ancak sam, ölümdür.“ Daha bunlardan başka hadislerde de mevcuttur. Fakat Hanefî Fıkıh kitaplarından olan „Mebsut “ta nakledildiği üzere Abdullah b. Mes’ûd (Radıyallâhu Anh) Hazretleri’nin, „Kur’an-ı Kerim’in indirilişinin asıl amacı, onu yalnız okumak değil, gereğince amel etmektir.“ şeklindeki sözünü de unutmamak gerekir.
Dakika 32:25
Yani amelsiz okunmaların zannetme ki netice vereceğini îmân ve amelle yaparsan bunları faydasını görürsün yoksa temelinde îmân ve Amel-i Sâlih olacak o zaman bu müjdelere mazhâr olursun İnşâ’Allah’u Teâlâ.
„Ey insanlar Allah’tan korkun ve kişi, yarın için ne (yapıp) gönderdiğine baksın…“ herkes yarına iyi hazırlansın izzetinle… Ey Yüce Rabbimiz! İzzetinle azîz, hikmetinle mâmûr ve rahmetinle gönlümüzü hoş eyle, sen öyle Rahmân, öyle Rahîm, öyle Azîz ve öyle Hakîm’sin ya Rab!
Kıymetli dostlarımız, burada da şu duayı Türkçe yapabilirsiniz;
Ey o en güzel isimlerin, o yüce varlığın erişilecek en son kemâl noktasının sahibi olan Azîz, Hakîm, Rauf ve Rahîm Allah’ım! Bizleri ve geçmişlerimizi mağfiretinle murâda erdir, gönüllerimizde mü’min kardeşlerimize karşı hiçbir kin ve hile bırakma, îmân ve sevgimizi ziyade et, izzetinle azîz, hikmetinle mâmûr ve rahmetinle gönlümüzü hoş eyle, sen öyle Rahmân, öyle Rahîm, öyle Azîz ve öyle Hakîm’sin ya Rab!
“Velhamdüleke ya Rabbel –âlemin vesselâtü vesselâm alâ Rasûlina Muhammedin ve alâ âli Muhammed’’
“Ve alâ cemiıl enbiyâil mürselin velhamdü lillahi Rabbil-âlemin”
Kıymetli dostlarımız, dersimiz Mümtehine Sûresine gelmiştir.
Dakika 35:00
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Kıymetli izleyenlerimiz,
Mümtehine Sûresi Medine-i Münevvere döneminde inzâl edilen sûrelerdendir âyet sayısı 13 sıra numarası 60’tır.
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوّ۪ي وَعَدُوَّكُمْ اَوْلِيَٓاءَ تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَٓاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّۚ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَاِيَّاكُمْ اَنْ تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ رَبِّكُمْۜ اِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَاداً ف۪ي سَب۪يل۪ي وَابْتِغَٓاءَ مَرْضَات۪ي تُسِرُّونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِۗ وَاَنَا۬ اَعْلَمُ بِمَٓا اَخْفَيْتُمْ وَمَٓا اَعْلَنْتُمْۜ وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ﴿١﴾
اِنْ يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ اَعْدَٓاءً وَيَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ وَاَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّٓوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَۜ﴿٢﴾
لَنْ تَنْفَعَكُمْ اَرْحَامُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْۚۛ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚۛ يَفْصِلُ بَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ﴿٣﴾
قَدْ كَانَتْ لَكُمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُۚ اِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۘ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَٓاءُ اَبَداً حَتّٰى تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُٓ اِلَّا قَوْلَ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ لَاَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَٓا اَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ رَبَّـنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَاِلَيْكَ اَنَبْنَا وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ ﴿٤﴾
رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَاۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٥﴾
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪يهِمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَۜ وَمَنْ يَتَوَلَّ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟ ﴿٦﴾
عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَجْعَلَ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ عَادَيْتُمْ مِنْهُمْ مَوَدَّةًۜ وَاللّٰهُ قَد۪يرٌۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٧﴾
لَا يَنْهٰيكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذ۪ينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ اَنْ تَـبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُٓوا اِلَيْهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ﴿٨﴾
اِنَّمَا يَنْهٰيكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذ۪ينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ وَاَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلٰٓى اِخْرَاجِكُمْ اَنْ تَوَلَّوْهُمْۚ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿٩﴾
Ey îmân edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin.“ Kim diyor bunu? Yüce Allah (C.C). Onlar size gelen gerçeği inkâr ettikleri, Rabbiniz Allah’a inandığınızdan dolayı Rasûlü ve sizi (yurdunuzdan sürüp) çıkardıkları hâlde siz onlara sevgi ulaştırıyorsunuz. Eğer benim yolumda savaşmak ve benim rızâmı kazanmak için çıktınızsa içinizde onlara sevgi mi gizliyorsunuz? Oysa ben sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.
Şâyet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkâr edivermenizi istemektedirler.
Dakika 40:12
Kıyâmet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler. Çünkü Allah aranızı ayırır. Allah yaptıklarınızı görendir. İnananla inanmayan, küfürle îmân bir arada olmaz ki.
İbrâhim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misal vardır, onlar kavimlerine demişlerdi ki: „Biz sizden ve sizin Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir.“ Yalnız İbrâhim’in babasına: „Senin için mağfiret dileyeceğim, fakat senin için Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi (önlemeye) gücüm yetmez.“ demesi hâriç. Rabbimiz! Yalnız sana dayandık, sana yöneldik. Dönüşümüz de ancak sanadır.
„Rabbimiz! Bizi inkâr edenler için bir fitne kılma, (onlara mağlup etme!) bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne gâlib ve hikmet sahibi ancak sensin.“
Andolsun, onlarda sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü arzulayanlara güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse şüphesiz Allah, zengindir, hamde lâyık olandır.
Olur ki Allah sizinle düşmanlarınız arasında yakında bir dostluk meydana getirir. İslam cihâna hâkim olunca barış, egemenlik, dostluk ortaya çıkar. Allah gücü yetendir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. Barışı sağlamak için çalışırken düşmana tâviz vermeyin. Barış düşmanlarına, hak ve tevhîd düşmanlarına câsusluk yapmayın ve yanlışlara tâviz vermeyin. Hakkı egemen kılmak, barışı egemen kılmak barıştan tâviz vermek bâtılı barış düşmanlığını ortadan kaldırmaktır. Adâletin zıttını ortadan kaldırıp, adâleti-merhameti egemen kılmaktır. Bu da düşmana tâviz vererek olmaz.
Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adâletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah adâlet yapanları sever.
Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım eden kimselere dost olmaktan men eder. Kim onlarla dost olursa işte zâlimler onlardır.
Kıymetli dostlarımız,
İyilik ediyorum zanneder bazı insanlar câsusluk ederler düşmana tâviz verirler barışın ortadan kalkması zulmün egemen olmasına katkıda bulunurlar farkına varmazlar. Bazen iyi niyetler kötülere sermaye olur iyi niyeti de yerinde değerlendirmek gerekmektedir. Zulüm, alçaklık, iftira, yalan dolan taarruz ve imhaları öyle feci öyle çirkindir ki onlar sizi acımazlar sakın onların karşısında gevşek davranmayın. Tüylerini ürpertip nasıl vicdanlara sızlattığı kolayca görülür. Müslümanlara ilk Müslümanlara yapmadıkları zulüm mü koydular?
Dakika 45:00
Hazreti Muhammed’i öldürmek için her çâreye başvurdular nice tuzaklar kurdular nice ihânet tuzakları hepsinde kendileri yakalandılar. Allah düşmanlarına dost olanlar, Allah dostları olamazlar. Onun için mü’minler çoluk çocuklarının hatırı için Allah düşmanlarını dost yerine koymazlar, koymamalıdır. Çocukların düşmanla işbirliği yapmış olabilir sen de iş birliği yapacak hâlin yok, sen Allah’ın tarafını hakkın tarafına tutmak zorundasın Müslümansan eğer. Düşmanlara yardımda bulunan kimselerle münasebeti kesmede acele etmeyip, önce yardımdan vazgeçirmek için mümkün olabilen siyâsî teşebbüslere imkân tanımaktır. Aceleciliği İslam kabul etmez.
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِهِنَّۚ فَاِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِۜ لَا هُنَّ حِلٌّ لَهُمْ وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّۜ وَاٰتُوهُمْ مَٓا اَنْفَقُواۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّۜ وَلَا تُمْسِكُوا بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ وَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقْتُمْ وَلْيَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقُواۜ ذٰلِكُمْ حُكْمُ اللّٰهِۜ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ﴿١٠﴾
وَاِنْ فَاتَكُمْ شَيْءٌ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ اِلَى الْكُفَّارِ فَعَاقَبْتُمْ فَاٰتُوا الَّذ۪ينَ ذَهَبَتْ اَزْوَاجُهُمْ مِثْلَ مَٓا اَنْفَقُواۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ ﴿١١﴾
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا جَٓاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلٰٓى اَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللّٰهِ شَيْـٔاً وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْن۪ينَ وَلَا يَقْتُلْنَ اَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَأْت۪ينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَر۪ينَهُ بَيْنَ اَيْد۪يهِنَّ وَاَرْجُلِهِنَّ وَلَا يَعْص۪ينَكَ ف۪ي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٢﴾
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَوَلَّوْا قَوْماً غَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ قَدْ يَـئِسُوا مِنَ الْاٰخِرَةِ كَمَا يَـئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ اَصْحَابِ الْقُبُورِ﴿١٣﴾
Ey îmân edenler! Mü’min kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Allah onların îmânlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduğunu öğrenirseniz onları kâfirlere geri döndürmeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. Onların (kocalarının) sarf ettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarf ettiğinizi isteyin. Onlar da sarf ettiklerini istesinler. Allah’ın hükmü budur. Aranızda O, hükmeder, Allah bilendir, hikmet sahibidir.
Eğer eşlerinizden biri, sizden kâfirlere kaçar da siz de savaşta gâlip durumda olursanız, eşleri gitmiş olanlara ganimetten, harcadıkları kadar verin. İnandığınız Allah’a karşı gelmekten sakının.
Dakika 50:05
Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana gelip Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zinâ etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, iyi bir işte sana karşı gelmemeleri hususunda sana bey’at ederlerse onların bey ‘atlarını al ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
Ey inananlar! Allah’ın gazâb ettiği kimselerle dostluk etmeyin. Kâfirler, mezarlık halkından nasıl ümidi kesmişse, onlar da âhiretten öyle ümidi kesmişlerdir.
Ölünce dirilmeye inanmazlar bir kocaya buğuz etmekten dolayı çıkmadığına yemin eder misin? Bir yerden bir yeri arzulayarak çıkmadığına yemin eder misin? Allah ve Rasûlüne muhabbetten başka bir maksatla çıkmadığına yemin eder misin?
اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
(فَامْتَحِنُوهُنَّۜ) Onları imtihan edin işte bunlarla imtihan edin. Cenab-ı Hak burada Müslümanları dikkatli, tedbirli olmaya çağırıyor. Câsusluk sonra antlaşmayı bozmak üçüncü olarak da nifâk ve ahlâksızlık gibi fesatlar ortaya çıkmasın tedbirli olun. İkrârın ona delâletini kuvvetlendirecek bir yaptırım lâzımdır ki o da zikredildiği gibi bir imtihanla olabilir kadınlar hakkında ayrıca bir koruma ve itinayı ifade edici özellikte zikredilmiştir. İmtihan âyeti özellikle kadınları bu tarz bir haramdan korumaktır. Çünkü artık o kadınlara kâfirlere geri vermeyiniz Müslüman olmuş gelmiş onlar onlara yani mü’minler kâfirlere helâl değildir. Kâfirler de mü’min kadınlara helâl değildir onlara yani kâfirler de mü’minlere helâl olmazlar. Nikâhın şartı iki tarafta da îmân olacak asgari tam ehli kitap olacak kadın tarafı, erkek Müslüman olacak kadında Müslüman olacak veya asgari ehli kitap olmalıdır. İmtihan âyeti özellikle kadınları bu tarz bir haramdan korumaktır. Antlaşma yapanlar tarafından kaçıp gelenlerle ilgili olduğu anlaşılır. Çünkü hiçbir antlaşma yapmayan veya fiilen harbeden konumunda bulunan tarafları kaçıp geldikleri takdirde umûmî kurallara göre böyle bir tazminat ödemeye sebep yoktur. Yalnız şu kesindir ki mü’mine olarak gelen bir kadın Müslüman olmuş gelmişse geri verilmez.
Ammar ile Velîd gelerek iadesini talep etmişlerdi. Bir rivâyette ilk defa Ukbe bin Muayt’ın kızı Ümmü Gülsüm gelmiş, arkasından da kardeşleri Ammar ileri Velîd gelerek iadesini talep etmişlerdir. İşte bu esnada âyet nâzil olmuş ve bu yüzden Ümmü Gülsüm’ü geri verilmeyip bilâhare Zeyd Bin Hârise’ye nikâh edilmiştir.
Dakika 55:20
Diğer bir rivâyette: İlk gelen kadın Sübeya Binti Hârise idi ki bu kadın müşrik olan Sayfî bin Rahibin başka bir nakle göre de misafiri Mahsuni’nin karısıydı. Mekkeliler onu geri istemişler fakat kocasının sarf ettiği “Mehri” verip Hz. Ömer onu nikâh altına almıştı. Çünkü Müslüman olmuş mü’mine bir kadın inkârcılara aslâ geri verilmemiştir verilemez. Ve bunun gibi örnekler bulunmaktadır. Yalnız bugünkü Müslümanların hâline bir bakın bugünkü Müslümanlar ne yapıyorlar? Sonra da nöbet sizin olur tazminat verme sırası size gelirse veyahut da bazılarının dediği gibi ganimet alırsanız verilecek zaman tazminat gerekiyorsa verilir, alınacak zamanda alınır. Bunlarda İslâmî kurallara göre yapılır.
“Ben kadınlarla musafaha yapmam” Bakın bir de Allah Rasûlü bizlere kendimizden daha merhametlidir. “Ya Rasûlallah! Bizimle musafaha etmez misin?” dedik. Bu haberin kaynağında Ahmet Bin Hanbel Nesâî İbn-i Mâce Tirmizî Saîd diyerek Ümeyye Binti Rukayye’den şöyle rivâyet etmişlerdir;
Ümeyye demiştir ki: “Ben Rasûlullah’a bid’at edelim diye vardığımda bizden Kur’an’daki Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak husûsunda Mümtehine Sûresi’nin 12’nci âyetinin öngördüğü şekilde bîat aldı. İyi iş istemekte sana karşı gelmeme husûsunda kavline geldiğinde güç ve tâkatları yettiği derecede bulundu. Bizde Allah ve Rasûlü bizlere kendimizden daha merhametlidir. “Ya Rasûlallah! Bizimle musafaha etmez misin?” dedik. Bunun üzerine Peygamberimiz bakın: “Ben kadınlarla musafaha yapmam” ancak söz yüz kadına söylediğim söz bir kadına söylediğim söz gibidir. Bazı rivâyetlerde Rasûlullah kadınların biâtı esnasında mübarek eline bir bez parçası koyardı denilirken bazılarında, bir bardağa su koyup elini o suyun içerisine koyduğu sonra da kadınların ellerini bu suya daldıkları anlatılmaktadır. Meşhur ve en güvenilir olan husus Hz. Peygamberin kadınlarla musafaha yapmadığıdır. Rasûlullah’ın kadınlardan bîat alması bir kere değil birkaç defa vuku bulmuştur. Medine’de olduğu gibi fetihten sonra Mekke’de bîat yapıldığı konusunda rivâyetler vardır. Mekke’deki bîat da Ebû Süfyâ’nın karısı olan ve Uhud Harbi’nde “Seyyidi Şühedâ” şehitlerin efendisi Hazreti Hamza’nın şehâdetine ön-ayak olması ve na’şına karşı gösterdiği kin ve düşmanlığı sebebiyle yukarıda da naklettiğimiz gibi Fetih Günü eman verilmeyip öldürülmesi emredilen Hindin bîatı hadisesini gerek tefsirler ve gerek hadis kitapları zikretmektedir.
Dakika 1:00:35
Yezid bin Seke’nin kızı Esmâ rivâyetinde şöyle demiştir: “Ben Rasûlullah’a bîat eden kadınların içindeydim Utbenin kızı Hint de kadınlar arasında bulunuyordu Hazreti Peygamber âyeti okuyup: “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak üzere” buyurduğunda Hint erkeklerden kabul etmediğini bizden de kabul edeceğim nasıl ihtimâl verebiliriz? Dedi. Ki, bu emrin lüzumu kendini göstermiş oluyordu. Sonra “hırsızlık yapmamak hususunda” buyurduğunda Hint, bazen Ebû Süfyâ’nın malından haberi olmaksızın bir şeyler aldığım olurdu. Bu bana helâl olur mu? Dedi ve ardından da şunu ilave etti; “Ebû Süfyân da geçmişte ve gelecekte benden her ne alırsan o sana helâldir “ dedi. Rasûlullah tebessüm buyurdu ve Hint’i tanıdı da “Sen Hint Binti Utbe ’sin öyle mi?” dedi. O da evet ey Allah’ın Nebîsi! Geçmişi affet dedi Hint artık yalvarıyor af istiyordu. Çünkü Müslüman oldu. Hz Peygamber de (Afallahu anki) “Allah seni affetsin” buyurdu. Sonra da (velâ yeznine) zinâ etmemek husûsunda ifadesini okudu. : “Hiç hür olan kadın zinâ eder mi?” dedi. Câhiliye döneminde zinâ ekseriyet câriyeler de olur hür kadınlar zinâ etmez denirdi. İşte buna binaen Hint câhiliyede bile ekseriya hür kadınlar zinâ etmezken İslam’da öyle şey olur mu demek istiyordu. Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem çocuklarını öldürmemek hususunda buyurduğunda Hint: “Biz onları küçükken büyüttük fakat onların sen öldürdün” dedi. O bu sözü ile oğlu Hanzala Bin Ebû Süfyânı kastediyordu. Çünkü o Bedir’de katledilmişti. Hazreti Ömer gülmekten katıldı, Rasûlullah ise tebessüm etti sonra bir iftira uydurup getirmeme hususunda buyurduğunda da Hint: “Vallâhi iftira çok çirkin bir şeydir Allah’u Teâlâ hep doğru yola doğru yolda gitmeyi ve güzel ahlâkı emrediyor” dedi. Rasûlullah en sonunda da “iyi bir işte sana karşı gelmemeleri husûsunda buyurdu. Bunun üzerine Hint de “Vallâhi biz bu meclise nefsimizden hiç bir şeyle sana isyân maksadıyla gelmedik” dedi. Yine rivâyet ediliyor ki: “Burada kadınlardan ilk önce Hazreti Peygambere bîat eden Ümmü Sâ’d Bin Muaz ve Kebşe Binti Râfi ile beraberlerindeki kadınlardı. Bu haberi nakleden Nesâî, İbn-i Mâce, Ahmet Bin Hanbel gibi kıymetli muhaddislerimizdir.
Kıymetli dostlarımız, Yüce İslam en azılı düşmanlarını bile bakın yola gelip pişman olun îmân edip tövbe etmesi ile bak onları bile kurtarmıştır. İntikam sevdasına hiçbir zaman gitmemiş adâleti, Yüce İslam adâletini uygulamıştır. Hind’ in yaptıklarına bak Müslüman olunca İslam’ın onu nasıl kurtardığına bak, yoksa Hint idamlıklardan biriydi.
Dakika 1:05:51