86- Amelde Fıkhı Ekber Ders 86
AMELDE FIKH-I EKBER DERS 86
‘’Elhamdülillahi Rabbil âlemin. Vel akıbeti lil müttegiyn. Vessâletü vessalâmû âlâ Rasulûna Muhammedin ve âlâ âlihi ve sahbihî ecmaîn. Allahümme lekel hamdü küllüh ve lekel mülkü küllüh ve bi yedikel hâyru küllüh ve ileykel yurceûlen ve âlâ niyetühü ve sirruh fe ehlen ente entuhmede inneke âlâ külli şey’in kadir. Estağfiruke ve etûbu ileyk. Allahümme salli ve sellim ve barik âlâ Muhammedîn ve âlâ âli Muhammed’’
Kıymetli izleyenler, dersimiz Amelde Fıkh-ı Ekber’den keşif notlarıyla devam ediyor. Dersimiz zekât hakkındadır ve burada develer hakkında zekâtın durumundan bahsedeceğiz. Develerde zekât nasıl verilir? Şimdi otlayan, yayılan develer söz konusudur ki Mâlikîlere göre yem ile beslenenler de böyledir -bakın- Mâlikîlerde. “Yanında sadece dört devesi bulunan için bunlardan dolayı zekât yoktur ancak mal sahibi dilerse zekât verir.” O cihan peygamberinden gelen haber böyle (A.S.V.). İslam’ın yüksek âlimlerinin beş devede bir koyun, on devede iki koyun, on beşte üç koyun, yirmi devede dört koyun vermenin farz olduğu hususunda icmâlarının olduğunu görmekteyiz. Çok kıymetli efendiler, bu konuda delil Ebûbekir Hazretleri’nden gelen Hadis-i Şeriftir. Zekât için verilen koyun ve keçi ancak bir yaşını bitirmiş ise o zaman bu, zekât olur. Cumhurun görüşüne göre her beş devede bir koyun -buna şât denilmektedir ki- vermek gerekir. Şat ise koyun ile keçiye denmektedir. Şât, koyun ile keçinin ismidir. Kıymetli ve muhterem izleyenler, ceza ve seneyi bitirmiş iki yaşına giren koyundur. Şafiîler bir keçinin iki yaşını tamamlamış olmasını şart koşmuşlar. Hanbeliler cezanın altı ayı bitirmesini kâfi bulmuşlardır. İşin aslına bakarsanız hepsi güzel ve doğrudur. Teferruatındaki durum ise zenginliktir, keşif meselesidir. Yine âlimler develer yirmi beş ile otuz beş arasında olunca iki yaşına girmiş dişi bir deve -buna da ‘’Binti Mehat’’ denmektedir- vermelidir zekât olarak. Bunda da ittifak etmiş olduklarını görüyoruz. Şafiîler ve Mâlikîler dişi yoksa iki yaşında erkek bir deve verebilir demişlerdir.
Dakika 5:09
Otuz altıdan kırk beşe kadar üç yaşına girmiş bir dişi deve- buna da ‘’Binti Lebûn’’ denmektedir- kırk altıdan atmışa kadar dört yaşına girmiş dişi bir deve, altmış birden yetmiş beşe kadar beş yaşına girmiş dişi bir deve, yetmiş altıdan doksana kadar üç yaşına girmiş iki dişi deve, doksan birden yüz yirmiye kadar dört yaşına girmiş iki dişi deve, yüz yirmi birden yüz yirmi dokuza kadar -cumhura göre- üç adet üç yaşına girmiş dişi deve vermek gerekir. Hanefilerin yüksek âlimlerine göre develer yüz yirmiden fazla olunca farz yeniden başlar. Beş deveden iki hıkka (dört yaşında iki dişi deve) ile birlikte bir koyun vermek gerekir. On devede iki koyun, on beşte üç koyun, yirmide dört koyun, yirmi beşte dört yaşında iki dişi deve ile birlikte iki yaşında dişi bir deve vermek gerekir. Develer yüz elliye ulaşınca dört yaşına girmiş üç adet dişi deve vermek gerekir. Develer yüz elliden fazla olunca anlatılan şekilde farz yenilenir. Her beş tanede bir koyun ile birlikte dört yaşında üç adet dişi deve vermek gerekir. Yüz otuz ve daha yukarısının zekâtı -cumhura göre- her kırkta iki yaşında dişi bir deve, her ellide dört yaşına girmiş dişi bir deve vermek gerekir. Develer yüz yirmiden fazla olursa her kırk tanede iki yaşına girmiş dişi bir deve vermek gerekir. Develer yüz yirmiden bir fazla olunca her kırk tanede iki yaşına girmiş dişi bir deve, her elli tanede dört yaşına girmiş dişi bir deve vermek gerekir. Hanefiler yine şöyle demişlerdir. Yüce Allah (C.C.) bütün İslam âlimlerine çok rahmet eylesin. Develer yüz yirmiden fazla olunca üç yerde farz yenilenmiş olur. Yüz yirmiden sonraki fazlalıkta, fazlalık beşe ulaşıncaya kadar bir şey vermek gerekmez. Fazlalık beş olunca daha önceki farz olan miktarda olduğu gibi bir koyun ilave ederek vermek gerekir. Daha önce farz olan miktar, iki adet dört yaşında dişi devedir. İki adet dişi deve ile birlikte bir koyun vermek gerekir. Fazlanın yenilendiği üç yer şöyle zikredilebilir. Yüz yirmiden sonra farzın yenilenmesi konusunda yüz yirmi bir yüz yirmi dokuz arasında iki adet dört yaşında dişi deve ile bir koyun, yüz otuz ila yüz otuz dört arasında da iki adet dört yaşında dişi deve ile iki koyun.
Dakika 10:33
Bu böyle devem etmektedir. Yüz elliden sonra farzın yenilenmesi; burada da yüz elli yüz elli dört arasında dört yaşında üç adet dişi deve, yüz elli beş yüz elli dokuz arasında dört yaşında üç adet dişi deve ile bir koyun vermek gerekir zekât olarak. Develer iki yüzü bulunca farzın yeniden başladığı; bu konuda da delil olarak develer yüz yirmiden fazla olurlarsa develerin ilk farz olan zekât durumuna dönülür. Bu Hadis-i Şerif rivayet edilmiştir ve muhaddislerimizin eserlerinde bunlara rastlamaktayız. Ebû Ubeyd: “İki nisap arasındaki küsurattan zekât lazım gelmez.” demiştir. Peygamberimiz’den gelen haber; iki nisap arasındaki küsurattan -buna el-kast deniyor ki- zekât lazım gelmez diye Peygamberimiz’den rivayet edilmiştir. Develerde iki farzın birleşmesi konusunda Şafiî ekolünün kıymetli âlimlerine göre iki yüz adet olsa bunlardan ya dört yaşında dört tane dişi deve yahut beş tane üç yaşında dişi deve vermek gerekir. Dört tane dört yaşında deve vermek şart değildir. Develer iki yüz olunca onlardan dört yaşında dört adet dişi deve yahut beş adet üç yaşında dişi deve vermek gerekir. Bunlardan hangi yaştakiler bulunursa onlar alınır. Şimdi bir de farkı ödeme konusunda farz olan yaştaki hayvan bulunmazsa daha büyük yaştaki hayvan zekât olarak verir. Şafiîlerle Hanbelilerin görüşüdür. Hanefilere göre farz olan miktarın kıymetini yahut da farkını verilir. Yahut zekât memuru büyük yaşta bir hayvanı zekât olarak alır ve fazlasını o geri verir. Fakihlerin mal sahibinin daha büyüğünü vermesinin caiz olduğu konusunda ittifakları vardır. Şimdi sığırlar konusuna değinelim. Bunun da farz oluşu sünnet ve icmâ ile sabit olmuştur. Sünnet-i şeriften deliller vardır. Bunlardan birisi Muaz Hadis-i Şerifidir. O cihan peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (A.S.V.) Efendimiz, Muaz’ı Yemene gönderdi.
Dakika 15:05
Ve kendisine her otuz sığırdan bir yaşında bir buzağı erkek veya dişi, her kırk sığırdan iki yaşına girmiş bir sığır yahut buna denk mahafir kumaşı zekât almasını emretti Sevgili Peygamberimiz (A.S.V.). Kıymetli efendiler; kıymetli muhaddislerimizin bunları rivayet ettiğini görüyoruz. Yine başka bir delil ise: “Deve yahut sığır ve koyun sahibi bir kimse bunların zekâtını ödemezse kıyamet gününde bunlar olabildiğince büyük ve şişman olarak mahşere gelecekler, o mal sahibine boynuzlarıyla toslayacaklar ve çiğneyeceklerdir. Sonuncusu işini bitirince birincisi yeniden toslamaya ve çiğnemeye başlayacak, ta insanlar arasında hüküm verilinceye kadar.” İşte bunu da Buhârî ve Müslim gibi kıymetli muhaddislerimiz rivayet etmişlerdir. Bu Hadis-i Şerif de Ebû Zer hadisidir (R.A.). Cumhura göre otlak hayvanı olmayanlardan zekât yoktur. Mâlikîlere göre develerde olduğu gibi yine zekât vermek farzdır. Çalıştırılan hayvanlardan zekât vermek yoktur. Otlak hayvanı olan hayvanların dışındakilerde kâr bakımından büyüme ve gelişme yoktur. Fakihler, Muaz hadisine dayanarak sığır nisabının, mandaların nisabının otuz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Otuz ile doksan dokuz sığır arasında -cumhura göre- iki yaşına girmiş erkek veya dişi bir buzağı vermek gerekir. Mâlikîlere göre ise üçüncü yıla girmiş bir dana verilir, yıl geçtikten sonra farz olur. Sığırlarla mandalarda Hanefiler, zekâtı farz kılmışlardır. Doğan yavru, anasına tâbidir. Kırktan elli dokuza kadar üç yaşında düve vermek gerekir. Buna müsinne denmektedir ki cumhura göre üçüncü yaşına giren bu sığırın adıdır. Mâlikîlere göre dört yaşına girendir. Hanefiler bu nisapta erkek veya dişi bir müsinne vermeyi caiz görmüşlerdir. Altmıştan başlayarak her otuz sığırdan iki yaşında bir buzağı, her kırk sığırdan üç yaşına girmiş bir müsinne sığır verilir. Altmış ile altmış dokuz arasında iki yaşında dişi yahut erkek iki buzağı, yetmiş ile yetmiş dokuz arasında üç yaşında bir sığır ile iki yaşında bir buzağı vermek gerekir. Kırk tanesinden üç yaşında bir dana, otuz tanesinden iki yaşına basmış bir buzağı verilir.
Dakika 20:03
Seksen ile seksen dokuz arasında üç yaşında iki dana, doksan ile doksan dokuz arasında iki yaşında üç tane buzağı, yüz tanede iki yaşına basmış iki buzağı ile üç yaşında bir dana vermek gerekir. Altmış tanesinden iki yaşına basmış iki dana, kırk tanesinden üç yaşında bir sığır vermek gerekir. Her on sayı arttıkça zekât miktarı iki yaşına girmiş buzağıdan üç yaşında bir danaya değişir. Delil yine Muaz hadisidir. (R.A.); bu Hadis-i Şerife göre fakihlerimiz, bu delilleri incelemişlerdir. İmâm-ı Ebû Yusuf ile İmâm-ı Muhammed’e göre kırk ile altmış arasındaki fazlalıktan dolayı bir şey vermek gerekmez. Fetva, bunların görüşüne göre verilmiştir. Altmış tanede iki yaşına basmış iki erkek yahut dişi buzağı vermek gerekir. Manda, sığırın bir türüdür. Dişisi daha üstündür. Zekât, yardımlaşmak için farz kılınmıştır. Malında bulunmayandan zekât vermek, kişiye teklif edilemez. Yine koyunlar hakkında da koyun ile keçiyi içine almaktadır. Bunlara da ganem denmektedir. Koyunlar kırk ile yüz yirmi arasında oldukları zaman otlak hayvanları iseler bunlardan bir koyun zekât vermek gerekir. Yüz yirmiden iki yüze kadar iki koyun, iki yüzden üç yüze kadar üç koyun vermek gerekir. Üç yüzden fazla olunca her yüz koyunda bir koyun ilave edilir. Şimdi burada otlayan koyunlara -ki bunlara saime deniyor- kırk koyundan bir noksan olursa zekât vermek gerekmez ama sahibi dilerse verir. Çok yaşlı, kör hayvanlar, tekeler zekât olarak verilmez. Yem ile beslenen, çalıştırılan; bunlardan da zekât gerekmez. Mâlikîlere göre gerekir ve saime ile bunlar arasında fark yoktur der Mâlikîler. Kırk tane bir yıl geçince yüz yirmiye kadar bir koyun vermek gerekir. Yüz yirmi birden iki yüze kadar iki koyun vermek gerekir. İki yüz birden üç yüz doksan dokuza kadar üç koyun, dört yüze dört koyun vermek gerekir. Sonra her yüz koyunda bir koyun vermek gerekir. Koyun ile keçiler eşittir. Cumhura göre bir yaşını tamamlamış bir koyun yahut keçi, zekât olarak verilir. Şafiîler bu konuda keçinin iki yaşını şart koşmuşlardır. Hanbeliler koyunlarda altı ayını yeterli görmüşlerdir.
Dakika 25:06
Şanlı Peygamberimiz (A.S.V.)’ın: “Zekât memuru bize geldi ve koyundan altı aylık keçiden bir yaşında zekât olarak almamız bize emir olundu.” delili. Sebebi, koyunun altı aylık iken keçinin ise ancak bir yaşında döllendirilmesidir; bunlar bu yaşlarda. Kıymetli yüksek âlimlerimizin her yıl iki farz arasında sayılan sayıların affedildiği konusunda ittifak ettiklerini görmekteyiz. Şimdi atlar, katırlar konusunda da şöyle bir bakalım: İcmâ ile katır ve eşeklerden zekât vermek gerekmez. Ticaret için olursa bu müstesnadır, o zaman gerekir. Ticari mallara dönüşmüş olurlar. Atlar ticaret için olursa onlardan da zekât vermek gerekir. Buruda ihtilâfın olmadığı da zikredilmiştir. Ticari olmayan atlara gelince; İmâm-ı Âzam gibi o yüksek şahsiyet Ebû Hanife’ye göre (Rahmetullahi aleyh) otlaklarda yetiştirilir yahut sadece dişi olur da süt ve nesil elde etmek için bulundurulursa bunlardan zekât vermek farzdır diyor. Dilerse her bir at için bir dinar verir. Dilerse atların değerini hesaplayarak ticaret malında olduğu gibi her iki yüz dirhemden beş dirhem zekât verir. Otlaklarda yetişen erkek atlara gelince; zekât vermek farz değildir demiştir. Sünnette delil bulunmadığı da söylenmiştir. Ebû Hanife’nin dayandığı delil, Câbir hadisidir. Câbir (R.A.) Hazretleri’nden gelen Hadis-i Şeriftir. Saime (otlayan) her attan bir dinar yahut on dirhem zekât vermek gerekir. Bunu da Dârekutnî gibiler, Beyhâkî gibiler rivayet etmiş; zayıf diyenler olmuştur. Fakat İmâm-ı Âzam -sahabîye yakın olan ve sahabî ile görüştüğü de rivayet edildiğine göre Tâbiîn’den olan bir İmâm-ı Âzam’ın- binlerce muhaddisle görüştüğüne göre, muhaddis yetiştirdiğine göre birine göre zayıf olan bir delilin öbürüne göre kuvvetli olup olmaması konusunda da iyi düşünmek gerekiyor. Evet, kıymetliler. Başka bir haber de şöyle: “Atların sahibini muhayyer bırak bu da başka bir haber dilerlerse her bir attan bir dinar zekât öderler. Dilerlerse kıymetini hesaplayarak her iki yüz dirhemden beş dirhem zekât al’’ diye gelen haber; bu da rivayet edilmiş bir haberdir Peygamberimiz’den ki bunu da Ebû Ubeyd bin El Cerrah’a Hz. Ömer’in söylediği rivayet edilmiştir.
Dakika 30:17
Hz. Ömer’in ona böyle yazıyla bildirdiği rivayeti vardır. İmâm-ı Ebû Yusuf ile İmâm-ı Muhammed’e göre atlardan zekât verilmez. Katır ve eşeklerden de zekât verilmez. Onlar ticaret için olurlarsa o zaman zekât vermek gerekir. Fetva verilen görüş, bu görüştür. Diğer müçtehitlerin görüşlerine de uygundur. Delilleri: “Müslümana kölesinden ve atlarından dolayı zekât yoktur.” Hadis-i Şerifi delil olarak gösterilmiş ama bu delillerin kâşifi yine bu yüksek âlimlerimizdir. Başta yine İmâm-ı Âzam olmak üzere. Tabi, mezhep müçtehitlerinden bahsediyoruz Ashab-ı Gûzin’den sonra. Sevgili Peygamberimiz (A.S.V.)’a eşeklerin zekâtından sorulunca o Şanlı Peygamber şöyle buyurdu: Bu hususta sadece şu ayet bana gelmiştir: “Zerre kadar hayır işleyen, karşılığını görür. Zerre kadar kötülük işleyen de karşılığını görür.” “Atlarla kölelerin zekâtını sizden affettim.” diye Hz. Ali’den gelen bir haberdir, Hadis-i Şeriftir. Hz. Ömer ise halktan teberru’ olarak o miktarı almıştır. Hz. Ömer de kölelerinin rızkını temin etmeyi üstlenmiştir. Evet, kıymetliler. Haberleri her yönüyle iyi anlamak, iyi kavramak gerekiyor. Çünkü çok kıymetli âlimlerimiz çok kıymetli keşiflerde bulunmuşlar. Hanefilere göre tesiri yoktur; ortak olan hayvanlarla diğer malların zekâtı konusunda. Şimdi şöyle bunun izahını yapalım: Ortakların her biri kırk koyuna sahip olursa bir koyun vermek farz olur. Kırk koyundan bir koyun vermek gerekir. Cumhura göre bunun tesiri yani ortaklığın tesiri zekâtta vardır, zekâta tâbi kılınırlar cumhura göre. Mâlikîlere göre hükmü, tek bir mal sahibinin hükmü gibidir. Burada bir hafiflik getirmiştir Mâlikîler. Yine her birinin sahip olduğu koyunun miktarı kendi başına nisap miktarına ulaşmadıkça ortaklık zekâta tesir etmez. Şimdi Şafiî ve Hanbelilere göre hayvanlar dışındaki mallarda ortaklık: Hanbelilere göre, ortaklığın zekât bakımından bir tesiri yoktur. Zekât korkusu ile ayrı ayrı bulunan hayvanlar birleştirilmez. Ortaklardan hissesine zekât düşenin her birinden yalnız başına zekât alınır. İmâm-ı Şafiî’nin görüşüne göre bu ortaklığın zekâta tesir vardır. Hadis umumîdir demiştir.
Dakika 35:18
Zekât korkusuyla ayrı ayrı bulunan mallar birleştirilmez, birleştirilmiş olan mallar da ayrılmaz. Yine Hanbeliler hayvanlar dışındaki mallarda ortakların ortaklıkta bir menfaattarı yoktur demişlerdir. Şafiîlere göre menfaati çoktur. İki mal, tek mal gibi zekâta tâbi olur hayvanlardaki ortaklık; zekât korkusu ile ayrı ayrı olan mallar birleştirilmez, birleştirilmiş olan mallar ayrılmaz. Şüyu’ yahut ayan ortaklığı, yakınlık yahut vasıf ortaklığı. Şüyu’ yahut ayan ortaklığı; iki kimsenin bir cinsten miras satın alma, hibe gibi bir yolla sahip olmasıdır, ortaklıklarının devam etmesidir. Yakınlık ve vasıf ortaklığında, her birinin bir hissesi olur bunda da. Evet, kıymetliler. Meşrû, müşterek mallardan nasıl zekât alınıp alınmayacağı konusunda da Şafiîler, İmâm-ı Ahmed’in zâhirine göre zekât memuru, farz olan zekât miktarını istediği ortağın malından alır. Sevgili Peygamberimiz’in (A.S.V.): “Zekât korkusuyla ayrı mallar birleştirilemez, birleşik mallar ayrılamaz.” bu haberi rivayet edilmiş ve delil olarak gösterilmiştir. Yine bu konuda diğer meselelere şöyle bir bakalım: Hanefiler, Mâlikîler ve mezhebinin sonraki görüşlerine göre, İmâm-ı Şafiî’nin son görüşlerine göre zekâtta malın aynısının, kendisinin bulunması durumunda icab eder, zimmette kalmaz. Hanbelilere göre sene tamam olunca zekât farz olur. Telef zekâtlarının verilmesi farzdır, telef olsa da zekâtlarının verilmesi farzdır Hanbelilere göre. Kıymeti ödenip ödenmeme konusunda Hanefilere göre zekâtta kıymet ödemek caizdir. Zekât olarak develerinden iki deve bedeli almıştım. İki deve karşılığında bir deve almak, kıymeti itibarı ile olur. Evet, kıymetliler. Zekât memurunu gönderince zekât memurunun böyle dediği rivayeti vardır. Cumhura göre zekâtta kıymet vermek kifayet etmez. Şafiîlere göre develerde farz olan vasıfta hayvan bulunmadığı zaman iki koyun ve yirmi dirhem zekât olarak, koyun verme durumunda yine zekât olarak koyun verilmesi kıymetini ödemek mânâsına gelmektedir.
Dakika 40:01
Hanefilerin görüşü bu hususta her ortama uygundur ve kolaylıktır. Zamanı iyi okuyan Hanefiler, değişen şartları da iyi okuyan Hanefiler ve Hanefilerin dâimâ insanlığın kolayına ve rahatına olan durumları da iyi değerlendirmiş olduklarını görmekteyiz. Fakirler daha çok kıymetin verilmesini isterler. Hanefilerin görüşü; kıymette fakirin kârına daha uygun kabul edilmiştir. Yine türlerini birbirine ilave etmek konusunda; cumhura göre hangi türden isterse ondan zekâtı çıkarıp verilebilir, bu caizdir. Şafiîlere göre kıymeti göz önünde bulundurulmak şartı ile zekât olarak alınabilir. Yavruların anneye tâbi olması konusu da bütün kıymetli âlimlerimizin durumuna göre yavrularının analarına tâbi olduğunda ittifak etmişlerdir. Anası ile birlikte zekâtı verilir. Hz. Ömer (R.A.)’ın zekât memuruna şöyle dediği rivayet olunur: “Çobanın önünde otlamaya giden sahleyi, seneyi doldurmamış oğlak veya kuzu bunu da hesaba kat, fakat zekât olarak alma.” Evet, kıymetliler. Yavrunun kendisi nemadır, anasına ilave edilmesi icap eder. Yine yavruların zekâtı: İmâm-ı Ebû Hanife ile İmâm-ı Muhammed’e göre büyük yoksa zekât icap etmez yavrulardan. Yaşın noksan olması zekâta adet gibi tesir etmektedir. Diğer imamlar, yavrularda da zekâtın farz olduğu görüşündedirler. Zekât, yaşın tersine adede göre çoğalmaktadır onlara göre. Yine fazlalıklar: Yıl esnasında -cumhura göre- malı artarsa fazlalığı da nisaba ilave eder, zekâtını verir. Artan şey aynı cinsten değilse ittifakla asıl olan mala ilave edilmez. Şafiîlere göre alışveriş, hibe, miras, vasiyet gibi diğer mallara ilave edilmez. Şafiîlere göre yine ilavelerde zekât yılı ayrıca hesaplanır. Vakas yani zekâttan affedilen kısım hakkında iki nisap miktarı arasına arasında kalan adetlere deniyor ki bütün mezheplere göre bu vakaslarda zekât yoktur, onlar affedilmiştir. Sevgili Peygamberimiz (A.S.V.): “İki nisap miktarı arasında kalan adetlerde zekât yoktur.” Yani vakas bu işte. Malların özellikleri: Sâi, âmil yahut musaddık gibi zekât memuru hâkim tarafından görevlendirilen kişidir.
Dakika 45:03
Kerâim ve liam, vasat olanını vermesi farz olur. Yani ne kötüsünü vereceksin ne de en iyisini, orta yollu birini zekât ver diyor. Keraim güzel görünümlü, liam da kötüleri demektir. Vasat ölçü: Hanefilere göre en üst değerde olanın bir aşağısı, en aşağı değerdeki malın bir üstüdür. Evet, burada Hanefiler bunu da bu şekilde değerlendirmişlerdir. “İnsanların mallarının en iyisini almaktan sakının.” Yine bir Hadis-i Şerifte şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah (C.C.), sizden bu malların en iyisini vermenizi istemiyor. Kötüsünü vermenizi de emretmiyor.” Hanefilere göre en iyisini almaz zekât memuru, kötüsünü de alamaz. Zekât memuru, vasat olanından zekâtı alır. Develerin zekâtında erkek olanlar alınmaz, dişi develerdir alınanlar. Nas ile farz olan zekât, dişi develerdir. Hanefilere göre kıymetini ödemek de caizdir. Sığırlar konusunda da erkeğini de dişisini de zekât olarak vermek caizdir. Bu konuda nas gelmiştir. Ve kıymetli âlimlerimiz bunları böyle zikretmişlerdir. Mâlikîlere göre vasatını almak lazımdır. Mâlikî mezhebine göre hayvanların yavrularından zekât alınmaz. Şafiîlere göre erkek olanlar, zekât olmak üzere alınmaz. İnsanların mallarının en iyisini almaktan sakın. Hz. Ömer şöyle demiştir (R.A.): “Besi için saklanan yeni doğmuş ve damızlık için saklanan, zekât olarak alınmaz.” Mal sahibinin rızâsı müstesna. “İyilik yapanlara herhangi bir engel yoktur.” Bu da ayet-i kerime, Yüce Allah böyle buyurmuştur. Hanbeli ekolünün yüksek şahsiyetlerine göre de; Hanbelilerin görüşü Şafiîler gibidir. Yaş bakımından üç derece aşağı veya yukarı çıkmak ve inmekte yine serbesttir demişler. Farz olan hayvanı bulup vermek lazım gelir de demişler. Şimdi fabrikalar ve emsali binalar gibi durumlarda zekât konusuna da şöyle bir bakalım: Fabrikalar ile uçak, gemi, tır ve diğer vasıtalar, sığır ve tavuk çiftlikleri kurma; kendilerinden zekât vermek bunların gerekmediğidir. Bunların gelirlerinden, kârlarından zekât vermek gerekir. Evet, kıymetliler. Yine İslâmî araştırmalar toplantısında şu hususun karara bağlandığını görmekteyiz. Gelir getirici malların hükmü şöyle izah edilmeye çalışılmış: Sanayi tesisleri, gemiler, uçaklar ve benzeri malların aynından zekât vermek farz olmaz. Bunların safi gelirlerinden nisap şartı ile bir yıl geçme şartı bulununca zekât vermek gerekir.
Dakika 50:26
Yıl sonu itibarıyla kırkta birdir, yüzde iki buçuk kadardır. Her ortağın kendi başına sahip olduğu hisseye düşen kâra bakılarak zekâtı ödenir. İmâm-ı Ahmed bin Hanbel’den rivayet edilen görüş ile birleşmektedir. Gelir getiren bina ve tesislerin gelirlerinden zekât vermek gerekir. Mâlikîlerden bir kısmının görüşü de böyle olup gelir getiren binalarla akarların ve tesislerin gelirlerini aldıktan sonra zekâtlarının verilmesi gerektiğini kabul ediyorlar. İbn-i Akîl, El Hanbeli’ye göre de: “Gelir getiren her şeyden zekât vermek gerekir.” demiştir bu kıymetli âlimimiz de. Her yıl ana sermaye hesap edilerek ticari mallarda olduğu gibi bunların zekâtı verilir. Yine kazançların zekâtı konusunda; mesela doktor, mühendis, avukat, terzi, marangoz ve diğer iş yeri sahipleri de ve sanatkârlarda olduğu gibi serbest iş sahipleri ile görevli ve bağımlı kişilerin kazançları, fıkhî yönden kazanılmış mallar sıfatına uymaktadır. Dört mezhepte nisabın aslı bulunduktan sonra yıl sona ermeden bir an önce bile olsa elde edilen malların zekâtını vermek gerekir. Farz olan miktar kırkta birdir. Kırkta bir nispetini açıklayan, Hadis-i Şerifin umumî oluşudur. Müslüman bir kişi çalışmaktan elde ettiği kazanç ile sanatından elde ettiği kazancın zekâtını, bunları elde ettiği ve teslim aldığı zaman öderse yıl sona erdikten sonra ikinci kere bunların zekâtını bir daha ödemez. Geliri arka arkaya hâsıl olan kimselerle zirai ürünlerden sadece hasat vakti zekât vermesi farz olan çiftçiler eşit bulunmaktadır. Evet, kıymetliler. Burada da durum -bakın zirai ürünlerde durum- yılsonunu beklemek şart değildir. Onun için her ay geliri olan yüksek miktarda sanat sahipleri, iş sahipleri de duruma göre zekâtlarını her an verebilirler. Senede birkaç mahsul alan, ürün alan kimseye benzerler. Her ürün aldıkça zekâtlarını öderler. Zekât nerelere verilir? Bu konuda da Şanlı Kur’an, Nurlu İslam bize âmir hükümlerini ortaya koymuştur. Yüksek âlimlerimiz, bu delilleri incelemişlerdir. Tevbe Suresi 60. ayet-i kerimede: “Zekâtlar ancak fakirlerin miskinlerin zekât tahsili işinde çalışanların, kalpleri İslam’a ısındırılmak istenenlerin yani Müellefe-i Kulûb’ün kölelerin, borçluların Allah yolundaki cihat edenlerin ve yolcuların hakkıdır.
Dakika 55:24
Bu, Allah tarafından farz kılınmıştır.” Yüce Allah, bu ayet-i kerimede böyle buyurmuştur. Yine İbn-i Abbas’tan bir toplumun rivayet ettiği haberde; Hz. Muaz (R.A.), Yemen’e giderken: “Eğer onlar zekâtın farz olduğunu kabul ederek sana itaat ederlerse Allah’ın kendilerine zekâtı farz kıldığını ve zenginlerinden alınıp fakirlere verileceğini onlara bildir.” Zenginlerinden alınıp fakirlerine harcanacağına o, delildir. Şafiîlere göre bütün sadakaları temlik ilâmı ile bu sınıflara tahsis etmiş ve atıf bâbı ile hükmü hepsine ortak kılmıştır. Zekâtlar, bütün bu sınıfların malı olup aralarında ortaktır. Zekâtı devlet, devletin başı hükümdar dağıtıyorsa bunu sekiz hisseye ayırmalıdır. Zekât dağıtan devlet değil de malın sahibi yahut vekili ise bütün sınıflara yani sadece yedi sınıfta bulunanlara dağıtılmalıdır. Bütün sınıflara dağıtılması müstehaptır. Cumhura göre zekâtın tek sınıfa verilmesi de caizdir. Hanefilerle Mâlikîler, zekâtın tek bir sınıftan bir şahsa verilmesini caiz görmüşlerdir. Bir tek şahsa verilmesinin caiz olduğunun ‘Elif Lam’ ile marife kılınan cemi, el-Fukara kelimesini mecazi mânâya hamletmek gerektiğidir. Fakirlerin cinsidir bu da. Bu cinsten birine vermekle cinse verilmesi gerçekleşir. Elif Lam’ın hakiki mânâsı istiğrak, kapsamaktır. Her zekât her fakirin hakkıdır. Bu da makul değildir. Şimdi bu sınıfların açıklanması konusunda da; ilk hisseyi alan fakirlerdir. Şafiî ve Hanbelilere göre fakir kendisine yahut ihtiyacına yetecek kadar malı ve kazancı bulunmayan kimsedir. On dirheme ihtiyacı olduğu hâlde ancak üç dirhem bulabilen kimse gibi. Meskeni ve iyi bir elbisesi bulunan biri de olsa yine fakirdir. Miskinler, ikinci derecede hak kazanan kimselerdir. Miskin, kazancı bulunduğu hâlde elde ettiği kazancı kendisine yetmeyen kimsedir. Şafiî ve Hanbelilere göre fakir, miskinden daha zayıf durumda bulunan kimsedir. Kendisine ve aile fertlerine yetecek miktarın yarısından daha az kazancı olan kimsedir. Miskin; yarısını ve daha fazlasını kazanan, geçimine yetmeyen kimsedir diye tarifler yapılmış.
Dakika 1:00:36
“Allah’ım, beni miskin olarak yaşat, miskin olarak öldür ve beni miskinler zümresi içinde haşret.” diye bir haber vardır, rivayet vardır Şanlı Peygamberimiz’den. Bunu Tirmizî’nin rivayet ettiği zikredilmiştir. Hanefilerle Mâlikîlere göre miskinin durumu fakirden daha zayıftır. Yüce Allahu Teâlâ da şöyle buyuruyor: “Yahut toprağa yapışmış miskin” diyor. Yani cesedini toprakla örtmek için derisi toprağa yapışan kişi demektir. Miskin, kalacak bir yeri olmayıp indiği yerde yatıp kalkan, konaklayan kişidir. Yeri yurdu yok. Zekât işlerinde çalışanlar, görevlendirilen memurlardır. Her türlü görevliler de buna dâhildir. Kadınlarla kadılar yani hâkimler, valiler bu mânânın dışındadır. Müellefe-i Kulûb; Müslüman olanlar-olmayanlar diye kısımlara ayrılmış. Yine Müslüman olmayanlar da iki sınıf olarak incelenmiş, hayrının dokunması umulan, kötülüğünden korkulanlar diye. Hanbelilerle Mâlikîlere göre İslam’a girmelerini teşvik etmek için bunlara zekât verilir. Hanefilerle Şafiîlere göre artık Müslüman olmayanlara zekât verilemez. Sevgili Peygamberimiz’den sonra Hülefa’i Râşidin, Müellefe-i Kulûb ‘a zekât vermemişlerdir. Hz. Ömer şöyle buyurmuştur: “Biİslam olduğu için bir şey veremeyiz, dileyen imân etsin dileyen imân etmesin.” demiştir. Niyetleri zayıf olanlar bunları kuvvetlendirmek için verilenler. Yüksek mevkisi bulunan Müslüman kimselere zekât vermekle emsallerinin Müslüman olması beklenir. Kavimleri içinde üstün bir yerleri olduğu için zekât verilmiştir. Savaş yaparak yakınlarında bulunan gayrimüslimlerin kötülüklerinden bizleri kurtarmaları için zekât verilir demişler. Zekât memuru gönderilerek mümkün olmayan bir kavmin zekâtlarını toplayacak olan kimselere de verilir demişler. Hanefiler ile Mâlikîlere göre İslam’ın yayılması ve galip gelmesi sebebiyle Müellefe-i Kulûb ‘un hissesi düşmüştür. O zaman buna ihtiyaç vardı ama şimdi İslam artık yayıldı, tanındı, asırlardır dünyaya hâkim oldu. Dolasıyla zekât verilecek kimseler yediye inmiştir sekizden diyorlar. Kim? Hanefiler ve Mâlikîler.
Dakika 1:05:09
Sahabenin icmâsı vardır. İmâm-ı Mâlik: “Müellefe-i Kulûb ‘a ihtiyaç yoktur.” demiştir. Yine Mâlikîlerin meşhur âlimlerine göre, cumhura göre Müellefe-i Kulûb ‘un hükmü bâkî olup nesh edilmemiştir diyenler de var. İslam’a teşvik etmek için bu devam eder diyenler de var. Hepsi doğru; yerine göre hareket edilir. Şimdi köleler cumhura göre Mükâtet sözleşmeli kölelerdir. Onlara, Allah’ın size verdiği mallardan verin. Mikattan maksat Mükâtet sözleşmeli kölelerdir diye Hz. Abbas’tan gelen bir haberdir bu. Mâlikîlere göre köle satın alınıp azat edilir. Kur’an-ı Kerim’de köle zikredildiği yerde azat edilmelidir. Çünkü Yüce İslam dünyaya hürriyeti, barışı, adaleti, kardeşliği, ilmi, irfanı yerleştirmeye gelmiştir ve köleliği ortadan kaldırmak birinci vazifesi olarak en büyük sevabı köle azat etmekle başlatmıştır. Sözleşmeli kölelere zekâttan bir şey vermenin şartı, kölenin Müslüman ve muhtaç olmasıdır. Köle şu anda bu mânâda bulunmuyor ama köleliğin de şekli değişmiş, çağdaş kölelik başlamıştır. Dünyada hürriyetine kavuşamayan, sömürülen milletler çağdaş köledirler. Onların da imdadına koşmalı, bütün milletler hürriyetine kavuşmalıdır. Evet, kıymetliler. Borçluların konusu; bir de halkın çıkarı için borçlanmışsa o takdirde bu kişiye zengin de olsa borçlular sınıfından hisse olarak zekât verilir. Beş kişi dışında zenginlere zekât helâl değildir: Allah yolunda savaşan zekât memuru olan, borçlu yani borçlu bulunan, zekât malını parası ile satın alan, fakir, komşusuna zekât verildiği hâlde bundan fakirin kendisine hediye ettiği kimse. İşte, görüyorsunuz. İslam’da her şey hesaba, kitaba alınmış, incelenmiş. “Eğer kendilerinden hayır görürseniz köleleriniz ile sözleşme yapın.” (Nur Suresi, ayet 33) Hanefi mezhebine göre borçlu olan -yani buna ğaim denmektedir ki borcunu ödedikten sonra nisap miktarı malı olmayan kimsedir. Mâlikîler, borç yükü altında kalan kimsedir demişler. İyi niyetli oldukları için borçları kadar zekâttan verilir denilmiştir borçlulara-. Allah yolunda cihat edenler, cihat eden gazilere zekât verilmelidir. Mutlak mânâda işte cihat eden, cephede savaşan, cihana barışın, adaletin, hakkın hâkim olmasını temin için savaşan, cihat eden kişiler elbette tercih edilmelidir.
Dakika 1:10:16
Şüphesiz ki Allahu Teâlâ, kendi yolunda saf bağlayarak savaşan kimseleri sever. Allah yolunda savaşın; tağutlar uğrunda değil. Bunların örnekleri çok. Cumhura göre bunlara, zengin de olsalar bu mücahitlere zekâttan hisse verilir. Çünkü umumun faydası vardır. Cihana barış gelecek, adalet gelecek, hak hâkim olacak, zulüm ortadan kalkacak. Mücahit, bütün insanlığın faydasına savaşan kimsedir. Çünkü bu yol, Allah yoludur. Belirli bir miktar para verilen kimselere zekât verilemez. Yetecek kadar rızkı bulunanlar zekâttan müstağnidirler. Çünkü daha fakirleri var. Ebû Hanife’ye göre fakir olmaları durumunda zekâttan hisse verilebilir. Hanbelilerle bazı Hanefilere göre: Bir kimse devesini Allah yolunda vakfetmiş, karısı ise Hac etmek istemişti. Şanlı Peygamber (A.S.V.), kadına: “O deveye binerek haccet, çünkü hac da Allah yolu kısımlarındandır.” buyurmuştur. Nafile hacda kişi için genişlik vardır; yardıma ihtiyaç yoktur. Bir de yolcular: Kıymetliler; yolcu, sefere çıkan yahut iyilik ve faydalı bir iş için yolculuk yapan, yardımsız olarak ulaşamayan, memleketine yardım edilemezse ulaşamayacak duruma düşen kimselerdir. Yolculuk esnasında muhtaç düşmüşse gideceği yere ulaşacak kadar zekât verilir. İşte, kıymetliler. Kıymetli âlimlerimiz ne kadar güzel keşiflerde bulunmuşlar. Biz de bunları size o kıymetli âlimlerin delilleriyle görüşlerini en başta dört mezhep ve diğer âlimlerimizin de görüşlerine yer vererek yeri geldikçe bu dünyayı asırlardır okutarak gelen bu mezhep okulları; bunlar ekoldürler. Dünyayı bunlar okutarak geldiler, okuyarak geldiler. Biz de mezara kadar okuyacağız, okutacağız İnşâAllahu Teâlâ. Kıymetli ve muhterem izleyenler, başkalarına da, bu sekiz sınıfın dışında zekât verme konusunu da şöyle bir bakalım: Dört mezhep fakihlerinin çok büyük çoğunluğuna göre caiz değildir. Yüce Allah (C.C.): “Zekâtlar ancak fakirlerin, miskinlerin hakkıdır.” buyurmuştur. Burada ‘’İnnemâ’’ Yüce kelimesi hasır ve ispat için olup zikredileni ispat, zikredilmeyenleri nehyetmek içindir. Böyle olduğunu kıymetli âlimlerimiz de dile getirmişlerdir. Yine kıymetli eserlerde Allah yolunda temrini Allah’a yaklaştıran bütün işler olarak tefsir etmiştir bazı kıymetli âlimlerimiz.
Dakika 1:15:14
Bunlardan biri de Kâsânî’dir. İhtiyaç sahibi ise buna girer. Hanefilerden bir kısmı Allah yolunda ifadesini ilim, öğrenmek mânâsına almışlardır. İlim öğrenen kimse zengin de olsa bu ifadenin içine girer demişlerdir yine Enes ve Hasan (R.A.). Köprülere, yollara harcanan mallar geçerli bir sadakadır; zekât değil bunlar, sadaka. Şimdi miktar konusunda da; Şafiî ve Hanbelilere göre ihtiyacını giderecek kadar ticaret yapabilmesi için gerekli yardım yapılabilir. Yani fakire verdiğin zekât, onun işine yaramalıdır. İhtiyaç gidermek, açık kapamaktır. Fakir ve miskinlere ihtiyacı kadar zekât verilir. Bu da bir yıl yetecek kadar imkândır. Sevgili Peygamberimiz (A.S.V.): “Kişiye uygun bir yaşama seviyesine gelinceye kadar yahut yetecek ölçüde bir yaşama imkânı elde edinceye kadar istemek helâl olur.” demiş. Böyle bir haber gelmektedir, Müslim’den rivayet edilmiştir. Hanefi ve Mâlikîlere göre İmâm-ı Âzam, nisap miktarı zekât vermeyi kerih görmüştür. Bu miktar da iki yüz dirhemdir. Mâlikîler caiz görmekte ve işi içtihada bırakmaktadırlar. Mâlikîlere göre bir yıl yetecek kadardan fazla zekât vermek caiz değildir. Zekât işlerinde çalışan memurlara fakihler, çalıştığı kadar ücret vermesi gerektiği konusunda ittifak etmişlerdir. Hanefiler yarısını geçmemekle kayıtlandırmışlardır. Borçlulara ise borcu kadar zekât verilebilir. Yolculara da memleketine ulaşacak kadar zekât verilir, verilebilir. Kazanmayanların zekât istemesi; mesela böyle bir hakkı yok, bunlar caiz değildir. Gizli durum; malın yok olduğunu iddia ederse delilsiz olarak bu iddia kabul edilmez. Bakmakla yükümlü bulunduğu kimseleri olduğunu iddia ederse delile yine ihtiyaç vardır. Açık durum; bu da gazi ve yolcuların durumudur. Belge olmaksızın bunlara zekât verilir. Savaşa veya yolculuğa çıkmadıkları anlaşılırsa aldıkları zekât geri alınır. İkincisi, eğer benim İslam hakkında niyetim zayıftır derse kabul edilir. Ben üstün bir yere sahibim, kavmim benim sözümü dinler. Bu konuda da belge istenir.
Dakika 1:20:06
Şart ve vasıfları: Fakir olması. Zekât memuru dışındakilerin fakir olması -zekât memuru zengin de olsa ona zekâttan hisse verilir-. İşe zamanını ayırdığı için ücrete hak kazanır. Yolcular da bunun dışında kalmaktadır, fakirler gibi kabul edilirler. Muteber olan, ihtiyaçtır. Zengin olsa bile şu anda fakirdir. Hanbelilere göre Müellefe-i Kulûb ile gaziler de bu hükmün dışındadır. Zengin de olsalar bunlara zekâttan yardım yapılabilir. Farz olan sadakaların hepsinde fakir olması şarttır. “Zekâtlar, fakirlerin ve miskinlerin hakkıdır.” Bu ayet-i kerimenin mânâsı da umumîdir. Zekât ve zekât dışındaki sadakaların zenginlere harcanması caiz değildir. Sadaka, zengine ve çalışıp kazanma gücü olan kimselere helâl olmaz. Zekât memuru, Müellefe-i Kulûb, gazi Şafiî ve Hanbelilere göre iki topluluk arasını bulmak, ıslah etmek için borçlanan kimse. Peygamber Efendimiz (A.S.V.)’ın bu konuda şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Sadaka beş kişinin dışında zenginlere verilmez: Zekât işlerinde çalışan, malı ile zekât malını satın alan, Allah yolunda savaşan, fakir, komşusuna zekât verildiği hâlde o maldan komşusunun kendisine hediye ettiği zengin kişi.” İşte, kıymetliler. Hanefilere göre zengin, aslî ihtiyaçtan artan nisap miktarı mala sahip olan kimsedir. Fakirlerle zekâtın verileceği kimselerdir. Delili de nisap miktarı malın olmamasıdır. Meskeni, ev eşyası, hizmetçisi, atı, silahı içinde bulunduğu şartlara göre yiyecek, giyecek ilmî kitapları bulunan kimselere ilim ehli ise zekât verilebilir. Bunlardan fazla iki yüz dirhem kıymetinde malı bulunursa onun zekât alması haramdır. Nisap miktarı mala sahip olan kimseye zekât vermek caiz değildir. Hanefi ekolünün yüksek âlimleri bu delilleri tespit ederek böyle buyurdular. Mâlikîlere göre zengin, bir yıl boyunca yetecek kadar mala sahip olan kişidir. Fakir, bir yıl boyunca yetecek miktardan az mala sahip olandır. Şafiîlere göre zengin, ortalama altmış sene ömrünün bir kısmında kendisine yetecek kadar geçim imkânı bulunan kimsedir. Fakir, kazancı bulunmayan kimsedir. Kendisine yetecek kadarın yarısından az olursa, kocası bulunmazsa bu gibiler de fakirdir. Şer’i ilimleri öğrenen öğrencilere zekât helâl olur. Çünkü ilim tahsil etmek farz-ı kifayedir. Miskin, ömrünün çoğu kısmında kendisine yetecek kadar imkânın yarısına denk gelecek helâl kazancı bulunan kimsedir.
Dakika 1:25:10
Zekâtta zenginler ile çalışıp kazanma gücüne sahip olanların nasibi yoktur. Şöyle bir bakarsak; bir kimse eğer ilimle meşgul olur da çalışmak onu ilimden alıkoyacaksa o yine fakirdir, ona zekât verilir. Hanbelilere göre zengin, elli dirhem veya bunun değerinde altını olan kimsedir. Fakir hiçbir şey bulamayan, kendine yetecek miktarın yarısından az bir miktar, az bir imkân bulan kimsedir Hanbelilere göre. Miskin, kendisine yetecek miktarın büyük kısmını bulan yahut yarısını temin etmiş olan kimsedir. Zengin ve çalışabilecek güçteki insanların hakkı yoktur zekâtta. Kendini ilim öğrenmeye verince, ilim öğrenme ile kazanmayı bir arada yürütmek mümkün olmayınca zekâttan yardım edilir. İbadete ayıran kimseye zekâttan yardım edilmez. İbadet, kişinin şahsi bir görevidir. İlim ise umumîdir. Zekât almaya engel olan konu, zengin olmaktır. Sadece isme bağlı, asgari bir ölçüdür. Hanefilere göre ise şer-i mânâsına dayanarak nisaba mâlik olmaktır. Mâlik’e göre içtihada bırakılmıştır, yer ve zamanlara göre değişir. İmkânı olan kimselerin zekât, nafile sadaka, kefaret sadakası ve benzeri şeyleri istemeleri haramdır. Harama vesile olan istemek de haramdır. Verilen zekâtı bildirmek; zekâtını verirse zekât olduğunu ona bildirmesine ihtiyaç yoktur. Evet, kıymetliler. Fakir gözüken zengin biri olduğu ortaya çıkarsa, gayrimüslim olduğu ortaya çıkarsa Mâlikî, Şafiî, Hanbelilerce zekât yerine geçmez, onu geri alması gerekir. Zekât durmuyorsa bedeli geri alınır ve bir fakire verilir. Malı yoksa, mal sahibinin yeniden ödemesi gerekmez. Verdiği malın zekât malı olduğunu karşı tarafa açıklamışsa bunu geri alabilir. Cumhur, layık olmayanlara verilince, zekâtın farz yerine geçmeyeceğinde ittifak etmişlerdir. Hanefiler ise zengin yahut zımmî olduğu yahut babası, oğlu, karısı veyahut da Hâşimî olduğu ortaya çıkarsa tekrar vermesi gerekmez demişlerdir. Gücü yeteni yapmıştır, temliki yerine getirmiştir. Eğer araştırmadan verirse zekât geçerli değildir, çünkü hata etmiştir. Kişi, Müslüman olmalıdır. Mâlikîlerle Hanbelilere göre Müellefe-i Kulûb müstesnadır. Zekâtları zenginlerden al, fakirlerine ver. İmâm-ı Âzam Ebû Hanife ile İmâm-ı Muhammed’e göre nafile sadakaların zımmîlere, zımmîlerin fakirlerine verilmesi caiz midir? Caizdir. Yüce Allah şöyle buyurur: “Eğer sadakaları açıktan verirseniz ne güzel, eğer gizleyip de fakirlere verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
Dakika 1:30:13
Biz sizin kötülüklerinizi örteriz.” Nassın umumî mânâsı; bu mânâdan sadece zekât, Muaz hadisi ile tahsis edilmiştir. Yeminlerinizin kefareti on fakiri doyurmaktır. Harbî olanlar delile dayanarak tahsis edilmişlerdir. “Din hakkında sizinle savaşmayan, sizi ülkenizden çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adaletli olmanızı Allahu Teâlâ size yasaklamaz.” Mümtehine Suresi ayet 8’de bunu görmekteyiz. İmâm-ı Ebû Yusuf, İmâm-ı Şafiî ve cumhura göre zekât dışındaki sadakaların da zimmilere verilmesi caiz değildir. Bunlar; nafile ve vacip sadakaları, zekâta ve harbîlere verilen sadakalara kıyas etmişlerdir. Evet, kıymetliler. Kıymetli âlimlerimiz keşfetmeye devam etmişler. Keşfederek geldiler ve aslı korudular ve delillerin hükmünü de keşfedip açıkladılar.
Dakika: 1:31:54