105- Amelde Fıkhı Ekber Ders 105
AMELDE FIKH-I EKBER DERS 105 (1. Kısım)
Kıymetli muhterem izleyenler. Amelde Fıkh-ı Ekber’den keşif notları vermeye devam ediyoruz. Allah’tan başkasına, mahlûkata yemin etme konusunda; -ilim adamlarının icmâsı ile- bu yemin olmaz ve mekruh olur, demişlerdir. Tabii bunun kaynağında kıymetli mezheplerimizin fıkıh kaynakları bulunmaktadır. El-Feteval, Hindiyye gibi Eddür-ül Muhtar ve diğerleri bulunmaktadır. El-Bedai de bunlardandır ve diğer kaynaklarımızda da mevcuttur. Kıymetli efendiler, şeriat bunu yasaklamıştır. Allah’tan başkasına yemin olmaz. Şanlı Peygamber’in (A.S.V.), “Atalarınıza da yemin etmeyiniz, tağutlara (sapkınlara) da”. “Yemin edecek olan kişi Allah adına yemin etsin yahut da yemin etmesin”. “Allah’tan başkası adına yemin eden kişi şirk koşmuştur”. Kıymetliler, şöyle bir bakalım. “Tağutlara (sapkınlara) ve atalarınıza yemin etmeyiniz”. Hz. Muhammed’den (A.S.V.) gelen haber bu. “Tağutlar (sapkınlar) adına yemin etmeyiniz, atalarınıza da yemin etmeyiniz. Allah adına yemin ediniz”. “Şeytanlar ve herhangi bir sapıklığın başı ve önderi olan her şey ve herkes de tağuttur (sapkındır)”. “Allah atalarınız adına yemin etmeyi size yasaklamaktadır”. “Yemin edecek kişi Allah adına yemin etsin veya sussun”. Yine kıymetli muhaddislerimizden gelen rivayette, “Kim Allah’tan başkası adına yemin ederse kâfir oldu demektir”. Burada, birçok muhaddis bunu hasen olarak rivayet etmişler. Tirmizî, İbn-i Mâce’nin rivayet ettikleri lafız da şu şekildedir: “Kâfir oldu ve şirk koştu demektir” diye bu ifadelerle rivayet edilmiştir. Yüceltmeye ancak Allahu Teâlâ lâyıktır. Şeklen “Allah’tan başkası adına yemin” konusunda da Allah’a yaklaşan şeylerden başkası ile yemin etmek, şart ve cezasının zikredilmesiyle olur, “in, izâ, metâ, metâ mâ, memmâ, küllemâ” gibi. Kıymetliler, bunun hükmü konusunda yemin etmiş olduğu şeyi uygulaması gerekir ve bunda kefaret yoktur. Her seferînde “küllema” edatı ise ‘girme fiili’ ile birlikte kullanılmıştır. Şart, alâmet demektir. “Eğer”, “şayet”, “vakit”, “her ne zaman”, “her seferînde”, “sen-san” gibi şart ifade ederler.
Dakika 5:02
Çok kıymetli efendiler. İki şartı bir arada zikretme konusunda da tâlâk (boşanma) ancak iki şartın varlığı hâlinde söz konusu olur. “Vav” harfi mutlak olarak; “cem”, bir arada zikretmek içindir ve bir şeyi kendi türünden olan bir şeye atfetmek (yöneltmek) için kullanılır. “Fa” harfi hem tertip hem de takip esası üzere cem eder. “Sümme”, bu da hem tertip hem de takibi ifade eder. Kişi “El Eyman, telzemuni”, “bana yeminler lazım gelir” gibi bu tabirler Mâlikîlere göre örfe hamledilir (yorumlanır). Bu tabirden kasıt üç tâlâktır. O zaman bu üç tâlâkı kullanılmış olur. Bu Mâlikîlere göredir. Yine yeminlerin tekrarı konusunda Hanefilere göre herhangi bir niyeti yoksa bunların iki ayrı yemin olduğunda şüphe yoktur. İki kefaret ödemesi gerekir. Tâlâk ile yemin etmiş ise iki tâlâk vakî (mevcut) olur. İkinci yemin ile “konuyu pekiştirmeyi” kastetmişse iki yemin etmiş olur, iki kefaret gerekir, iki tâlâk vakî (mevcut) olur. İkinci yemin ile birincisini kast etmiş ise o tek bir yemin etmiş demektir. Kendisi ile Allah arasında olan niyeti tasdik edilir. Mâlikîlere göre Hanefilerle aynı görüştedirler. Her bir yemin için bir kefaret söz konusu olmaktadır. Terkibi kast etmesi veya niyet etmesi hâli bundan müstesnadır. Hanbelilere göre tekrarlayacak olursa mesela, üzerine sadece bir kefaret düşer. Şafiîlere göre Hanbelilerin görüşü gibidir. Mâlikîlerin görüşü diğeri de Mâlikîlerin görüşüdür. Bir kısmı da Mâlikîler gibi düşünmektedir. Yeminin şartları konusunda da Hanefiler yemin eden, yemin edilen, yeminin hükmü bakımından şartlar ön görmüşlerdir. Yani birtakım şartlar ön görmüşlerdir. Yemin eden de aranan şerait, akıllı, buluğa ermiş olması, Müslüman olması, yemin kefareti bir ibadettir. Delili de kefaret niyet olmaksızın eda edilmez. Hanefilerden başkaları ise şöyle derler. “İnkârcının yemini sahihtir” derler. Kefaret ödemesi gerekir derler. Delili ise Hz. Ömer (R.A.) cahiliye döneminde Mescid-i Haram’da itikâfa girmeyi adamış, Peygamber (A.S.V.) ona yapmış olduğu bu adağını yerine getirmesini emretmiştir. “Allah adına yemin edenler…” Mâide Suresi 106, 107. ayet-i kerimesine istinaden. Evet, kıymetliler, Şafiîlerle Hanbelilerde şöyle, demişler. İhtiyar, tercih sahibi olması şarttır.
Dakika 10:00
İkrah (tehdit) altında olanın yemini münakit (bağlı) olmaz. “Baskı altında olan kimse üzerine yemin yoktur” buyurmuşlardır. Yemin edilen de aranan şerait; İmâm-ı Âzam Ebû Hanife (R.A.), Muhammed ve Züfer; bunlara göre üzerine yemin edilen şeyin gerçekten varlığının tasavvur edilmesidir. Ebû Yusuf’ta şart sadece yapılan yeminin gelecekteki bir iş üzerine olmasıdır. İmâm-ı Âzam Ebû Hanife ve iki arkadaşı kıymetli âlimler ki bunlar (Rahmetullahi Aleyhim Ecmain); yeminin adeten varlığının akt (ant) olunması için şart olmadığı konusunda hemfikirdirler. Züfer bu şartı gerekli görür. Evet, kıymetliler, yeminler konusunda dersimiz devam ediyor.
AMELDE FIKH-I EKBER DERS 105 (2. Kısım)
İmâm-ı Züfer Hazretleri de hakikaten imkânsız ile adeten imkânsızın hükmü arasında hiçbir fark görmemiştir ki bu da yeminin münakit (bağlı) olmamasıdır. Ebû Yusuf da hüküm bakımından her ikisi arasında fark görmemiştir. Bu da yeminin münakit (bağlı) olmasıdır. Ebû Hanife ile Muhammed hakikaten imkânsız ile adeten imkânsız arasında fark göz etmişler. Hakikaten imkânsızda yemin münakit (bağlı) olmaz derken, adeten imkânsız olan da yemin münakit (bağlı) olur, demişlerdir. Diğer kıymetli ekolün âlimleri ise Hanefilerin cumhurunun görüşüne uygun görüş belirtmişlerdir. Aklen imkânsız olan şeyler konusunda İmâm-ı Şafiî, Hanbelilerden Kadı Ebû Ya’lâ, Ebû Yusuf ile aynı kanaattedirler. İmâm-ı Mâlikî, Hanbelilerden Ebûl Hattab ise Ebû Hanife, Muhammed ve Züfer ile aynı kanaattedir. Allah’ın rahmeti hepsinin üzerine olsun. Bütün bunlardan daha önce de söz edilmiş bulunuyor. Yine yeminlerin hükümleri ve ondaki şart hakkında; rüknü Allahu Teâlâ adına yeminde kullanılan lafızdır. “Yeminin sîgası (kalıbı), yeminde istisna”. Bütün fakihler yeminin rüknü(nde), istisnanın bulunmaması şartını koşmuşlardır. “İnşâAllah” dilemek ile istisnada bulunmak, fakihlerin ittifakı ile yemini etkiler. Yemin eden kişi yemini ile birlikte “İnşâAllah” diyecek olursa; işte buna “yeminde istisna” adı verilir. “Her kim yemin eder ve arkasından “İnşâAllah” diyecek olursa, istisna yapmış olur” rivayeti Peygamberimiz’den rivayet edilmiştir. Kıymetli efendiler, “Kim yemin eder ve İnşâAllah diyecek olursa, yemininde hânis (yemininden dönen) olmaz”. İşte kıymetli muhaddislerimiz böyle diyor, “Her kim bir şey konusunda yemin eder de İnşâAllah diyecek olursa, istisna yapmış olur”. Kıymetli muhaddislerimizin rivayetlerini bazen tekrar ediyoruz ki iyi anlaşılsın diye.
Dakika 15:03
Yine “Her kim yemin eder ve istisna ederse; dilerse döner, dilerse o şekilde bırakır”. Peygamberimiz’den böyle de Hadis-i Şerif rivayet edilmiştir. “Her kim yemin eder ve istisna ederse…” diye rivayetler yapılmıştır. Kıymetliler, “Her kim bir şey hakkında yemin eder ve ‘İnşâAllah’ diyecek olursa istisna yapmış olur”. “Her kim bir şey hakkında yemin eder ve ‘İnşâAllah’ diyecek olursa yeminde hânis (yeminden dönen) olma hâli söz konusu olmaz”. İşte değişik rivayetler yoluyla bu Hadis-i Şerif bize gelmiştir. Mâlikîler, İnşâAllah dilemek illa müstesna sözleri ile geçersiz kılınması için bazı şartlar ortaya koymuş. Dil ile söylenmesi gerekir Mâlikîlerde. Fasıla (kesinti) bulunmaksızın bunların birlikte olması, yemini çözmek maksadını gütmesi; diğer fakihler ilk iki şart konusunda Mâlikîler ile aynı kanaattedirler. Kıymetli ve muhterem efendiler! Örfe göre mi, niyete göre mi, sîgaya (kalıba), kipe göre mi değerlendirilir; şimdi yeminlerin bir de bu yönlerine bakalım. Hanefilere göre örf ve âdete mebnidir (dayanır). Yeminler de bazen maksatlar değil lafızlar esas alınır. Şafiîlere göre lafzın kipi esastır. Fakihlerin yeminler örfe mebnidir (dayanır). Mânâsı lafından anlaşılan örftür. Yine örfî lafızlardır. Çelişki olacak olursa o vakit örfî mânâ tercih edilir. Kıymetli efendiler, Şafiîler “lafzın kipi esastır” derken niyet ile amel eder. Yani, niyeti ile amel eder. Sözlük mânâsının gereğine uyulur. Yaygınlık kazanmış örfe de uyulur. Yaygınlık kazanmış örfe uyulur. İmâm-ı Mâlikî Hazretleri: “Davaların dışında yemin edenin niyetine itibar edilir. Davalarda ise yemin verdiren kişinin de niyetinin muteber olduğunu, niyet bulunmayacak olursa lafzın karinesine bakılır. Lafzın örfüne bakılır, sözlüğün delâletine bakılır”. Yine yemin etmeye sebep olan hâle, şartlara, sözün akış karinesine bakılacağı da söylenmiştir. Yine Mâlikîlerden, kıymetli âlimlerden (Ebû İshak) eş-Şâtibî, yeminleri örfe havale etmiştir. Örf sebebiyle delilin terk edilmesi, İmâm-ı Mâlikî’nin Mezhebi’ndendir. Çünkü onlar, yeminleri örfe havale etmişlerdir. Hanbelilere göre niyetine başvurulur. “Ameller ancak niyetler iledir ve herkese ne niyet etmişse o vardır” Hadis-i Şerifine istinaden. Niyet yoksa sebebine bakılır. Yine, bir yere, bir mekâna ulaşma konusunda, girme konusundaki yeminler.
Dakika 20:10
Bu konuda da bir kimse bir yere ulaşır, bir yere girerse, yeminini bozmuş olur. Damına inecek olursa, Şafiîlerin dışında kalan cumhura göre yeminini bozmuş olur. Duvarlarından herhangi birisi üzerinden duracak olursa, hüküm böyledir. Evin damı, (ev) gibidir. Mesela bir kimse, “bir eve girmeyeceğim, gitmeyeceğim” diye yemin edenin durumu gibi. Evin tavanı, ondan bir parçadır. Mâlikîlerin ve Hanbelilerin görüşü budur. Evin dış kapısı ile kendisi arasında kalan ve dehliz denilen yere girecek olursa; Hanefilerle Şafiîlerin ittifakına göre yemini bozulmuş olur. Evet kıymetliler. Bu hadislerin bir kısmı mütevatır (yaygın) hadislerdir. Mütevatır (yaygın) olmadığı, görüş ayrılığının olmadığını açıkça ifade ettiğini kaydedenlerimiz vardır. Yine Züllet (alçak kısım), gölgelik, sundurma (saçak); bunlar da evlerin çevresinde bulunan kısımları olmaktadır. “Evin dış kapısı ile kendisi arasında kalan ve ‘dehliz’ denilen yere girecek olursa yeminini bozmuş olur” dedi bir kısım kıymetli fakihlerimiz. Bu ev işaret ise tanıtmak için yeterlidir. Mescide girmemek üzere yemin eden kişi mescidin yıkılıp düz bir arazi olmasından sonra oraya girse yeminini bozmuş olur. Orası yine mescittir. Eve girmemek üzere yemin etsen, beyit adı ancak tavanı bulunan yapılar hakkında kullanılır. Çadıra girmemek üzere yemin etse o çadır sökülüp başka bir yerde kurulduktan sonra girerse, yemini bozmuş olur. Bir duvar veya bir sütuna yaslanarak oturmamak gibi bir yeminde, yeniden yapıldıktan sonra yanlarına oturacak olursa, yemininde hânis (yeminden dönen) olmaz, demişlerdir. “Kalem, makas ve benzeri şeyler üzerine yemin”. O kalem kırılır, ccunu açar ve onunla yazacak olursa hânis (yeminden dönen) olmaz, demişlerdir. Yine kırılsa ve yeniden yapılacak olsa, onları kullanmasında, yemininde hânis (yeminden dönen) olmaz, demişlerdir. Bir eve girmemek üzere yemin edip sonra da orayı başka bir şey yapacak olursa, girmekle yeminini bozmuş olmaz. Orası başka bir yer olmuştur. Hanefilere göre yeminler örfe mebnidir (dayanır). Şafiî Mezhebi’nde kabul edilen hüküm de budur. Ev, barınma ve iskân için hazırlanmış olan yerin adıdır. Evin kapısından girmemek üzere yemin eden kişi ‘filanın dağarına, evine girmemek üzere yemin’, ‘filanın evine girmemek üzere yapılan yeminler’ gibi geçip gitmek hâli müstesna eve girmemek üzere yemin ‘filanın bulunduğu yere girmemek üzere yemin’, gibi yeminler tabii ki yeminini bozacak durum zuhur ettiği zaman, bu yemin bozulmuş gereği yapılır. Çıkmaya dair yeminler içinden dışına intikal etmek demek. Mesken olarak kullanılan yerlerden çıkmak, bedenen çıkması, yine bunlar örfe mebnidir (dayanır).
Dakika 25:09
Şafiîlere göre çıkma niyetle gerçekleşmiş olur. Hanefilere göre şunlar söz konusudur: Evden beytten çıkmaya dair yemin. Eğer evden çıkacak olursa boşsun. Çıksa yemini bozulmuş olur. Oda ve daireler de böyle. Evden, dardan çıkmaya dair yemin. Kapıdan çıkmak, herhangi bir gedikten çıkacak olursa yemini bozulmaz. Belirli bir iş için çıkmak, ‘filan kişi’ ile birlikte çıkmak, evden çıkış ile alakalı bazı durumlar, bir şeye devam onu yeni baştan yapmak hükmünde midir? Çıkışın mânâsı, bir şeyin içinden dışına intikal (geçiş) etmektir. Girmek ise bunun aksidir. Yemek ve dokunmak gibi izinsiz çıkış hakkındaki yeminler konusunda da “Biz Rabb’inin emri ile olmadıkça inmeyiz”. Meryem Suresi 64. ayet-i kerimeye istinaden. “Ey imân edenler! Size izin verilmesi hâli müstesna, Peygamberlerin odalarına girmeyin”
(El-Ahzâb Suresi 53. ayet-i kerime). Başkasının evine, izni olmaksızın girmek haramdır. “Sizin böyle davranmanız peygambere rahatsızlık verir”. Boşamayı öyle bir şarta bağlamıştır. Bu şartta gerçekleştiğine göre tâlâk (boşanma), söz konusu olmuştur. Çıkışı ‘filanın iznine’ bağlamak, tahrik etmek, kadın duymaksızın çıkışa izin vermek. Ebû Hanife ve İmâm-ı Muhammed’e göre izin vermek demek, bunu bildirmek demektir. “Allah’tan ve Resûlü’nden bir bildirme, ezandır, bildirmedir” (Tevbe Suresi 1. ayet-i kerime). Ebû Yusuf: “Şüphe ile yemin bozulmaz. Yemin, velayet yetkisinin kalıcılığı ile mukayyettir”. Hanefi Mezhebi’ne göre ‘benim iznim ile olmadıkça’ (diye) yemin edilecek olursa her çıkış için iznin tekrarlanması şarttır. ‘Sana izin verinceye kadar, sana izin vermem müstesna’ denmesinde iznin tekrarlanması gerekmez. Bir defa izin vermek yeterlidir. Yemin sakıt (düşmüş) olur. Yine şöyle bir bakıyoruz ki, Hanefilerin dışındaki Mâlikîler ve Şafiîlere göre 3 yemin şeklinde de bir defa çıkış için izin vermek yeterlidir. Hanbeliler, sözü geçen her üç şekilde, her bir çıkış hâlinde iznin de tekrarlanması lâzımdır, derler. Şimdi bir de ‘sözle, konuşmakla ilgili yeminler; mutlak olanlar’. Konuşmamak üzere yemin, ebediyen geçerli olur. ‘Filan kimse ile konuşmamak’ üzere yemin etmek, ‘konuşmak’ sözünü ona işittirmekten ibarettir. Yemin eden kişi hakkında yemin edilen kişinin de bulunduğu bir topluluğun yanından geçip onlara selam verecek olursa, yeminini bozmuş olur. ‘O kişi’ dışında kalan topluluğu kastedecek olursa, yemini bozulmamış olur.
Dakika 30:03
Bu niyeti sahih olur. Bütün zikir edilip, bir kısmının katledilmesi ise caizdir. Mahkeme huzurunda onun bu iddiası kabul edilmez. Zahir (belli) olarak, anlaşılanın hilafınadır. Yine mektup yazma konusunda da; bu, konuşma değildir. Hanefi Mezhebi âlimleri ittifak hâlindedirler. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz “Bizim bu namazımızda insanların konuşmalarından olan hiçbir şeyin söylenmesi uygun değildir, olamaz. Sadece bir tesbih, tehlil ve Kur’an-ı Kerim kıraatidir” buyurmuşlardır. Şanı Yüce Allah “Emrinden dilediğini ihdas(oluşturur) eder. İhdas ettiği (oldurduğu) şeylerden birisi de namazda konuşmamamızdır”. Namazda konuşulmaz. Yine muayyen olanlar; mutlaktan sonra muayyen olanlar bir de müphem (belirsiz) olanlar, yani belirsiz. “Elif-Lam” ile tarif edilmiş 6 ay süre hakkında geçerlidir, “El-hin”. Yine sabahı ettiğiniz zaman ‘’hin (süre)’’, parantez içinde ve akşam ettiğiniz zaman ‘’hin (süre)’’ Allah’ı tesbih ediniz. 40 günlük süredir. İnsanın üzerinden, zamandan bir süre buna “hin” denmektedir ki “geçmedi mi” diyor. Vasat (ortalama) bir süre kastedilir ki; o da altı aydır. “O, meyvelerini Rabb’inin izniyle her zaman, ‘küllehinin’ (daima) verir”. Yani her zaman o verir. Küllehin (daima) demek, her zaman anlamındadır ki altı aylık süredir. Ebû Hanife’nin niyetine, görüşüne göre onun niyetine göredir. “Dehrin ne mânâya geldiğini bilmiyorum”, demiştir. Ebû Yusuf ile Muhammed ise tarifsiz olarak; yani başında ‘el’ edatı yoksa, bir zaman diyecek olursa, bu ‘altı ay’ demektir. Şayet tarifli olarak, yani “ed-dehr (ebediyen)” diyecek olursa o vakit bu ebediyete kadar olur, demişlerdir. Hanefi Mezhebi’ndeki bazı âlimler ise “ed-dehr (ebediyet)”, “ebediyen” demek olacağından görüş ayrılığı yoktur. Ebû Hanife (Rahmetullahi Aleyh) “Ben dehr (ebediyet)’in ne olduğunu bilmiyorum” derken tarifsiz olarak bir zaman, yani dehr (ebediyet) demesini kastederek söylemiştir. Evet kıymetliler. Fethu’l Kadir gibi kaynaklarda, El-Bedaî gibiler de bunlar zikredilmiştir. Şafiîler ile Hanbelilerde “Kısa ya da az bir süre konuşmayacak olursa yemininin gereğini yerine getirmiş olur. Bunun sınırı yoktur”, demişler. Tarifli söyleyecek olur ve dehr (ebediyet) boyunca yemin ederse, bu yemin ebediyen kabul edilir. Harfî tarif, bir istirak (zamanın tamamının) buna dâhil olması gerekiyor.
Dakika 35:03
“Günlerce onunla konuşmayacağım” diyecek olursa buna geceler de girer. “Cumalar boyunca” derse, “3 cumayı” kapsar. Cumalar harfî tarifli olarak, gece olursa; Ebû Hanife’ye göre bu “10 cuma” hakkında söz konusu olur. Harfî tarifli olarak günler, zamanlar, süreler aylar ve seneler diyecek olsa bu yemini “10 gün, 10 süre veya zaman, 10 ay veya 10 sene” hakkında geçerli olur. Kapsadığı azamî süre 10’dur. Yusuf ile İmâm-ı Ebû Yusuf ile Muhammed ise şöyle derler: ‘Harfî tarifli olarak kullanılan ‘cumalar ve seneler’ ifadesi, ebediyen söz konusudur. ‘Zamanlar, süreler’ kelimesinde de durum böyledir. Harfî tarifli olarak kullanılan günler 7 gün hakkında aylar ise 12 ay hakkında geçerli kabul edilir”, demişlerdir. İmâm-ı Ebû Hanife’ye göre bu da 10’dur. Çok kıymetli ve muhterem efendiler. Bir süre yani hîn (süre); bunun anlamı ki yemin eden kişi 6 aylık süreden önce onunla konuşacak olsa; Hanefiler ile Hanbelilere göre yeminini bozmuş olur kefaretini verir.
AMELDE FIKH-I EKBER DERS 105 (3. Kısım)
El-hin yani “süre” kelimesinin asgari zamanı 6 aydır. “Yemişlerini her vakit verir”. İbrahim Suresi 25. ayetinde bazı âlimler 6 ay ile tefsir (açıklamak) etmişlerdir. İmâm-ı Mâlikî bir sene demek olduğunu söylemiştir. İmâm-ı Şafiî ile Ebû Sevr ise “Miktarı yoktur. Asgari bir süre(de) yeminini yerine getirmiş olur. Müphem (belirsiz) bir zaman süresini ifade eder”, demişlerdir. “Günler boyunca” derse 3 gün süre hakkında kabul edilir, sahih olan görüş budur. Yine harfî tarifsiz olarak kullanmıştır. Ebû Hanife 10 gün hakkında, Ebû Yusuf ile Muhammed ise 7 gün hakkında geçerli kabul etmişlerdir. “Senelerce” derse; Hanefi ve Mâlikîlerin ittifakı ile bu 3 yıllık süre hakkında geçerlidir. “Çoğunun asgari miktarı üçtür, üçe hamledilir (yorumlanır)”, demişlerdir. Ebû Hanife gibi cihan âlimlerinden olan, bu zat-ı muhterem onun iki yüksek talebesi harfî tarifsiz çoğunun asgari miktar olan 3 hakkında harfî tarifli çoğula gelince; Ebû Hanife’ye göre bu da 10’dur. Ömür boyunca dediği zaman Ebû Yusuf’tan gelen ibadetler ‘hin’ yani sürede olduğu gibi altı aylık süre hakkındadır. Bir günlük süre hakkında geçerlidir. Bu iki rivayet böyledir. ‘Birçok gün konuşmamak’ gibi durumlarda Ebû Hanife’ye göre bu 10 gün, Ebû Yusuf ile Muhammed’e göre yedi gün geçerlidir. ‘Uzak bir zamânâ kadar onunla konuşmamak derse’ bir ay veya daha fazla süre hakkında geçerli olur. Eğer ‘yakın bir zaman içerisinde onunla konuşmamak’, bir aydan daha kısa bir süre hakkında geçerli olur.
Dakika 40:01
‘Onunla uzun bir süre konuşmamak’, o zaman da bir ay hakkında geçerlidir. Yemek, içmek gibi durumlarda da; yemek, mideye ulaştırmaktır. İçmek yine mideye ulaştırmaktır. Tatmak, ağıza kadar ulaştırmaktır. Tat almaya dair yemin, yeme-içmeyi kastederek bir şeyin tadına bakmamak üzere yemin etmek; niyeti tasdik edilir, hukukî açıdan tasdik edilmez. Mahkeme huzurunda tasdik edilmeyeceğinin sebebi ise sözün zahirini (kesinliğini) bırakıp bir başka mânâyı kastetmesidir. Hiçbir suyun tadına bakmamak üzere yemin etmek, bir şeyi koklamamak üzere yemin etmek; Hanefilere göre hoş kokulu çiçekleri kapsar. İmâm-ı Şafiî’ye göre farisi (süvari), fesleğeni koklamadığı sürece yemini bozmuş olmaz. Bunlar içinde bulunduğu yörelerin örfüne göredir. Bir fesleğen, o yörenin örfünde bir koku olarak meşhur olmuştur, ama bir başka yerde başkası meşhur olabilir. Nar yahut üzüm yememek üzere yemin etse; ‘yemek yeme’ ne demektir: Hepsini kapsar, -katık olarak-. Yüce Allah buyurur (C.C.) “İsrail’in kendi kendisine haram ettikleri müstesna, bütün yiyecekler İsrailoğullarına (onlar için) helâl idi” (Âl-i İmrân Suresi 93. ayet-i kerimede). Örfte ise yenen şeyler hakkında kullanılmıştır. “Süt ve sirke yemenin keyfiyeti”. Beraber onu yerse; Hanefilerle Şafiîlerin ittifakı ile yemini bozulmuş olur. Mesela ekmekle beraber yese. “Sirke ne iyi katıktır”, Peygamberimiz buyuruyor. İçecek olursa bozulmaz. Yemin, maddenin aynının (kendisinin) değişmeksizin kalıcılığına bağlıdır. Sütten yapılmış peynir veya benzerini yese ittifak ile yemini bozulmuş olmaz. Şarap, sirkeye dönüştükten sonra ondan içse, yemini bozulmuş olmaz. Çünkü o aslî itibariyle değişmiştir. Bu konudaki Hadis-i Şerifler sahih olarak rivayet edilmiştir. Yemin ayn’a(kendisine) talip ederse, bu ayn (kendisinin) varlığı kaldıkça yemini de kalıcıdır. Durumu değişirse yemini de değişir. Evet, kıymetli ve muhterem efendiler; Sütün su ile karıştırılması hükmünde, Hanefilerin ihtilâfı -bütün bunlarda- itibar, çoğunluğadır. İmâm-ı Muhammed: “Hüküm çokluğa taalluk eder, azlık çokluğa tâbi olur”. Yine, “bir şeyin kendi cinsinden bir şey ile karışması”. Ebû Yusuf ‘çoğunluğa itibar edilir’, der. İmâm-ı Muhammed: “Bir şey, kendi cinsi içerisinde yok edilmiş olmaz”. Katık (katığa dair yemin): Ekmek ile birlikte yenen ve ekmeğin kendilerinine bandırıldığı süt, zeytinyağı gibi benzeri şeylerdir. Ekmeğin bandırılmadığı şeyler mesela; et, peynir; bunlar katık değildir. Ebû Hanife’nin görüşüdür. İmâm-ı Muhammed, İmâm-ı Ebû Yusuf ile diğer fakihler ‘ekmek ile birlikte yenilen et, yumurta, peynir gibi her şeyin idam(ı), yani katıktır’, demişlerdir.
Dakika 45:14
Delili; Sevgili Peygamberimiz’den gelen haberde “Cennet ehlinin katıklarının efendisi ettir” buyurmuş Peygamberimiz. Yine örf ve adeten katık olarak kullanılmaktadır. Hanefilere göre görüş budur. Yine bandırılarak yiyecek olursa, ittifakla yemini bozulur. Mesela zeytinyağına, sirkeye; bunlar -çünkü- katıktır. Şayet ekmek, peynir, et ve yumurta yiyecek olursa yine yemini bozulur. İmâm-ı Muhammed’in görüşüdür. Ebû Hanife ile Ebû Yusuf’un görüşüne göre ise yemini bozulmaz. Yine eğer ekmek ile birlikte üzüm ve diğer meyveler veya baklagillerden yiyecek olursa, ittifakla yeminini bozmuş olmaz. Burada katık olan-olmayanlar örfe göre. Her çevrenin bir ömrü vardır. Buradaki ölçüde hepsi katıktır. O günkü örfe göre kıymetli âlimlerimiz o günü keşfetmişler. Bugün de sen, bu güzelim delillere istinaden -sen de- bugünü keşfedeceksin. Et yemek konusunda, balık dışında herhangi bir hayvanın etini yiyecek olursa, yemini bozulmuş olur. Balık yiyecek olursa; “taze et…” Nahl Suresi 14. ayet-i kerimede bozulmuş olmaz. Yine Şafiîlerde et tabiri; işkembe, ciğer, dalak ve yüreği kapsamaz, demişlerdir. Mâlikîler ile Hanbeliler sırt ve yan taraflarındaki yağ ve balık yemek ile yemini bozulmuş olur, demişlerdir. “Ondan taze et yemeniz için denizi size musahhar (ulaşılır) kılan O’dur” (Nahl Suresi ayet 14.). “Ve onların hepsinden taze et yersiniz” (Fâtır Suresi 12. Ayet-i kerime’de). Hanbelilere göre et; iç yağını, beyni ve başın içindekini kapsamaz. Sırt yağını Hanefilere göre yemini bozulmuş olur. Yani sırt yağını yiyecek olursa. Yağlı bir ettir, yani sırt yağı. İç yağını veya kuyruk yağını yiyecek olursa, yemini bozulmaz, buna et denmez. Bunu da kast etmişse bozulmuş olur. Balık etini kast etmiş ise yine yemini bozulur. İşkembe, ciğeri, yürek, böbrek, akciğer bağırsak ve dalak gibi sakatatı yiyecek olursa; Kûfelilerin âdetine göre yemini bozulmuş olur. -Et ile birlikte satılmakta imiş o zaman(larda) bunlar-. Şimdi ki örfümüzde olduğu gibi bunları yemekle yeminini bozmuş olmaz. Çünkü bunlar şimdi ayrı ayrı satılmakta, örfte yerlerini ayrı almıştır. Balık dışındaki hayvanların baş etini yiyecek olursa, yemini bozulmuş olur. İç yağı yememek üzere yemin eden, sırttaki yağdan satın alırsa, Ebû Hanife, Şafiî ve Ahmet’e göre yeminini bozmuş olmaz. Yağlı et -örfen, adeten- bunlara yağlı et denilir. Yeminlerde esas olan örftür. Karındaki ve bağırsakların etrafındaki iç yağının yemekle yeminini bozmuş olur. İmâm-ı Muhammed ile İmâm-ı Ebû Yusuf ve Mâlikîler sırt yağı yemek ile yemini de bozmuş olur.
Dakika 50:09
Yüce Allah buyurur: “Sığır ve koyunun da iç yağlarını haram kıldık. Ancak sırtlarında ve karındaki yağlar ile bağırsaklarına yapışan veya kemiklerine karışan yağlar müstesna”. Evet kıymetliler, bu En’âm Suresi 146. ayet-i kerime. Günümüzün örfü ise bunun iç yağı olduğu kanaatinde kesindir. “Baş yememek veya satın almamak” diye yemin eden kişi Ebû Hanife inek ve koyun başı yemek ile hânis (yeminden dönen) olacağını. Ebû Yusuf ile Muhammed ise sadece koyun başında yemini bozulur, demişlerdir. Hanefilerin müteahhir (sonraki) âlimleri çağın ve zamanın ihtilâfına göre ve adeten bunlar değişmektedir. İhtilâf, delil ve burhan ihtilâfı değildir. Örfe mebnidir (dayanır), örfe paralel olarak değişir. Şafiîlerde ayrı olarak satılan başlardan yemekle, yemini bozulmuş olur derler. Yumurta yememek üzere yemin edenin, niyeti yoksa kabuğu olan yumurtalar; Şafiîlere göre her türlü yumurta kastedilir. Pişirilmiş yemek yememek niyeti yoksa, örfen pişirilmiş olarak kabul edilen yemekler hakkında geçerli olur. Kızartma yememek üzere yemin edenin niyeti yoksa, sadece et hakkında geçerli olur. Örfünde kastedilen şeyler hakkında geçerlidir. Tatlı yememek, tatlı olmayan; yine bu konuda da başvurulacak ölçü örftür. Helvası bal, şeker, taze hurma, kuru hurma, incir ve benzeri şeyler yerse yemini bozulur. Bunların cinsinden ekşi olan bir şey yoktur. Yine bu konuda kaynak örftür. Meyve yememek, Hanefilerin ittifakı ile üzüm, hurma ve nar dışında kalan, yaş yahut da kuru her türlü ağacın meyvesini kapsar. Yemini ittifak ile bozulmaz. Acur ve hıyar ve havuç yemesinde de durum böyledir. Baklîyat arasında bunlar kabul edilmektedir. Bu konuda yine ihtilâf etmişlerdir ki üzüm, taze hurma ve nardır. Ebû Hanife’ye göre yemini bozulmaz. Üzüm, taze hurma ve nar ise hem gıda olarak hem de tedavide kullanılır. Zira taze hurma ve üzüm gıda olarak yenilmekte. Yine nar tedavi maksadıyla yenilmektedir. Bu gibi meyvelerde tam anlamıyla bir tefekkuh, yani yemiş mânâsı yoktur dediler. Yüce Allah’ın buyruğuna istinaden “Böylece onda taneler bitirdik(yeşerttik). Üzümler ve sebzeler, zeytinlikler, hurmalıklar, sık ve bol ağaçlı bahçeler, meyveler ve otlaklar bitirdik(yeşerttik). Bütün bunları sizin için de yine davarlarınız için de birer fayda olmak üzere yarattık” buyuruyor Yüce Rabb (ayet-i kerime; sure: Abese 27.-32.). Atfedilenden ayrı ve başka demektir. Evet, kıymetliler, “Yüce Allah meyveyi, üzümün üzerine atfetmiştir (yöneltilmiştir)”. Atfedilen ise kendisine atfedilenden ayrı ve başka demektir.
Dakika 55:00
Ebû Yusuf Muhammed’de bunlardan herhangi birisini yemekle yemini bozulur, demiştir. Bunlar, meyvelerin en iyileri arasındadır. Bunları yemek, başkalarını (diğerlerini) yemekten daha üstündür. Hanefi Mezhebi’nin görüşü budur meyve konusunda. Şu anda ise itibar örfedir. Örfen meyve sayılan herhangi bir şeyi yemekle bozmuş demektir. Neyi? Yeminini. Ebû Hanife’nin “üzüm, taze hurma ve nar meyve değildir” sözüne gelince; bu örf ve zaman arasındaki farklılıktan meydana gelir. İmâm-ı Ebû Yusuf ile İmâm-ı Ahmed döneminde örf değiştiğinden fetvalar da değişmiştir ve değişik olmuştur. Günümüz örfünde ise ceviz ve badem yediği takdirde yemini bozulmaz. Bunlar artık meyve diye yenilmemektedir. Mâlikîler, Şafiîler, Hanbeliler ise şöyle derler: Meyve kelimesi, taze hurma, üzüm, nar, turunç; bunların yaş ve kurusu, limon Arabistan kirâzı, kavun, fındık, fıstık ve içi ve daha sahih olan görüşe göre badem, ceviz ve buna benzer diğer yemiş içlerini kapsamakta ise de acur, hıyar, havuç ve patlıcanı kapsamaz. Bunlar sebze cinsine girerler. Buğday yememek konusunda; yine niyet söz konusudur. Çiğ olarak; bunu yeminin kapsamına girmesi ise niyet ile söz konusu olmaktadır. Unundan yapılan said (değerli) yiyecekleri de kastetmedikçe kapsamına almaz. Kastetmiş de yemişse yemini bozulmuş olur. Bu görüş Ebû Hanife İmâm-ı Âzam Hazretleri’ne göre. Buğday kelimesinin ekmek hakkında mecazî bir açıklaması olur. Hakikati kabul etmek ise evladır (daha iyidir). Şafiîlerin görüşüne göre kil veya kavrulmuş olarak yese bile yine yemini bozulur. Hamur ve ekmeğini yiyecek olursa, yemini bozulmuş olmaz. Şimdi İmâm-ı Ebû Yusuf, İmâm-ı Muhammed, Mâlikîler şöyle derler: “Buğdayı ekmek hâlinde geldikten sonra da yiyecek olsa yemini bozulmuş olur”, derler. Örfen mutlak olarak buğdaydan dağılan şeyleri yemek demektir. Bu da ekmektir derler. Sözleri ise örfe hamledilir (yorumlanır). Fıkıh usulünde eğer sözün kullanılan bir hakikati, hakiki mânâsı ve bir de örf hâline dönüşmüş mecazi mânâsı varsa; Ebû Hanife’ye göre hakiki mânâ, örf hâline gelmiş, mecazdan daha evladır. Ebû Yusuf ile Muhammed’e göre ise örf hâline gelmiş mecazi mânâ evlâdır. Fırat’tan yahut da bu nehirden içmemek üzere yemin etse Ebû Hanife’ye göre bu boynunu uzatarak (direkt) içmesi hâlini kapsar. Fakat eli ile avuçlayacak, bir kap ile içecek olsa yemini bozulmaz. Ebû Yusuf ile İmâm-ı Muhammed’e göre iki durumu da kapsamına alır, demişlerdir. Mecazın genelliğinin mânâsı ise mecaz kelimesinin birçok şekilleri olması demektir, dediler. Dil âlimleri hurma, meyvenin ilk başlangıcının adı “taal” ve “kâfur”, ondan sonra “hâlah”, ondan sonra “delh, rutap, kemirdir”, demişlerdir.
Dakika 1:00:03
Un yememek konusunda yemin edenler, ekmeği yiyecek olursa, yemini bozulmuş olur. Bizatihi un yenilmez. Un, ekmek yapılarak yenilir. Nadir hâller ise ‘yok’ hükmündedir. Kendisini niyet üzere bunu yaparsa, niyet ederse, o zaman bozulmuş olmaz. Niyeti ne ise o geçerlidir. Hakiki mânâsında niyet etmiştir. Yemek yememe konusunda; Şafiîlere göre her türlü ekmek çeşidini içine alır. “Şu ağaçtan yememek”; meyvesinden yiyecek olursa, yemini bozulmuş olur. Bizatihi o ağaçtan, (kendinden) değil; meyvesi kastedilir. Belirli bir yemeği kastederek yememek üzere yemin etmek. Mâlikîlere göre bir ekmek, bir kısmını yerse yine yemini bozmuş olur. Kısmın çoğunluğuna hamledilir (yorumlanır). Buğday ekmeğini yemek ile bozulmuş olur. Peynirini yemekle bozulmuş olur; süt yememek için yemin eden, peynir yese bozulmuş olur dediler ve içme konusu ile dersimiz İnşâAllah devam edecektir.
AMELDE FIKH-I EKBER DERS 105 (4. Kısım)
Kıymetliler, içme konusundaki yeminlerde niyet tutmazsa, hangi içeceği içerse içsin hânis (yeminden dönen) olur. Az veya çok içsin fark etmez. Delilleri şudur: Mutlak lafız. Örfteki mânâsına göre yorumlanır. Lisan âlimleri böyle, demiştir. Ebû Hanife’nin delili de şudur: Mutlak söz hakikati hamledilir (yorumlanır). Hakikati ise ağzını nehre koyarak doğrudan doğruya ondan içmek şeklindedir. Derin kuyu veya geniş kuyudan içmek kapla, eli ile çekerek içse yemini bozmuş olur. “Öğle, akşam ve sahur yemekleri hakkında yemin”. Yine örfüne göredir. Öğle yemeğini süt içerse yemini bozulmaz. Çölde yaşayan bunu hilafınadır. Çöldekinin yemeği süt olabilir. Süt, çölde öğle yemeğidir. Geçmişte öğle yemeği, tan yerinin ağarmasından öğle vaktine kadar ki yemeğin adı idi. Şimdi yine geçmişte akşam yemeği, öğle namazından itibaren gece yarısına kadar yenilen yemekti. Zevâlden sonrasına işa (akşam) denilir. Günümüz örfünde ise tan yerinin ağarmasından kaba kuşluk vaktine kadar yemeğe fütur, kahvaltı denilmektedir. Sonra ise öğle yemeği gelmektedir. Sahur ise gece yarısından itibaren fecrin doğuşuna kadar, o süre içindeki yenilen yemektir, sahur yemeği. Tedahhi kuşluk yemeği; yine tasbih ‘sabah yemeği’, güneşin doğuşu ile kaba kuşluk vaktine kadardır. “Giyinme, elbiseye dair bazı konularda yemin”. Giymiş olduğu bir elbiseyi giymemek üzere yemin eden kişi anında bunu çıkartır; yapmayacak olursa, ittifakla yemini bozulmuş olur.
Dakika 1:05:04
Bir kimse gömlek, pantolon veya rıda (havlu), pardösü giymemek üzere yemin ederse; bu gömleği yahut bu pardösüyü giymemek; falan kadının eğirdiği (diktiği) yünden hiçbir şey giymemek, falan kadının ördüğünden yapılmış hiçbir şey elbise giymemek gibi, yine eğirdiğinden (diktiğinden) giymemek; giyse Hanefilerle Şafiîlerin ittifakı ile yemini bozmuş olmaz, kısmî hakkında kullanılmaz. Süs eşyası takınmamak. Gümüş yüzük, süs eşyası değildir. Erkekler için mubah kılınmıştır. Altın olursa, yemini bozulur; süs eşyasıdır. Yine inci, Ebû Yusuf ile Muhammed’e göre süs eşyasıdır. Hanefi dışındaki diğer âlimler ise gümüş, hem altın yüzük takmak ile yemini bozulmuş olur derler. Hem altın yüzük takmak ile hem gümüş hem de altın takmak ile yemini bozulmuş olur dediler. Falan kişiye giyecek herhangi bir şey almamak gibi yeminler, bütün giysilerde söz konusu olur. Filan kişiye elbise giydirmemek üzere yemin etse sonra para verse yemini bozulmaz. Elbise gönderirse yemini bozulmuş olur. Akit (ant) veya yemin hakları elçi ile değil, elçi gönderen ile alakalıdır. Vasıtalara binmeme konusunda “Yeryüzünde rızkı Allah’a ait olmayan hiçbir canlı yoktur”. Hûd Suresi 6. ayet-i kerime. İstihsan (tercih) yoluna giderek çoğunlukla üzerine bindikleri vasıtalar Dürr-ül Muhtar’da, çöl halkından olursa; Mısır ve Şam, Suriye’de deve sırtına binmek ile Hindistan’da da fil sırtına binmek. Bunlar örf hâlindeydi o zaman. Bir de şimdi bak; örfte vasıtalar değişti. Lafız tahsis edilme ihtimalini kabul etmez. Örfüne bak; bugünkü örfe göre “ne vasıta” ise buna göre hüküm verilir. Hail (farklı çeşit) atlar da bu türlerden birini kapsar. Belirli bir niyeti olmaksızın, herhangi bir bineğe binmemek üzere yemin ederse; cansız olsun, uçak, tayyare, gemi, otobüs ve emsalleri olsun, isterse canlı olsun bütün vasıtalar vakî (mevcut) olur. Yemini bütün vasıtalar ile vakî (mevcut) olur. Dolayısıyla ‘binmeyeceğim’ diye yemin etmiş ise bindiği an yemini bozulur kefareti verir. “Oturmaya dair yeminler”. Yere oturmamak üzere yemin eder de hasır, kilim, hâlı veya sandalye gibi yerlere oturursa, yemini bozulmaz. Elbise, engel olarak kabul edilmez. Elbise kişiye tabiîdir, demişlerdir. İskân konusunda da; Şafiîler ile Hanbelilere göre evde bulunan bir kimse orada oturmamak üzere yemin eder de yemininden sonra kalmaya devam ederse, yemini bozulmuş olur.
Dakika 1:10:08
Evet, kıymetliler, ikamet etmeye devam etmek konusunda da; Hanefilere göre ikamete, giyinmeye ve binmeye devam, yeniden başlamak hükmündedir. Acı vermeksizin de dövmekten söz edilebilir. Mâlikîler ile Hanbelilere göre de diğer açıklamalardan anlaşıldığı gibidir. Kıymetliler, sizlere öz olarak, özün de özünü keşif notları olarak vermeye çalıştık. Cenab-ı Hakk, Yüce İslam’ı ilmin ışığı altında ilim bilen kullarından eylesin. Tüm amelleri ihlas ile yapılan amel-i sâlih sahibi kullarından eylesin. İmânlarınızı kâmil ve dâim eylesin. Tüm amellerinizi makbul eylesin. Bütün Ümmet-i Muhammed’i ve bizimle kardeş olan her mümini de şerlerden emin(güvende) eylesin.
Dakika 1:11:39