2- Ders 2 Fıkhı Ekber hayat veren hayatveren
FIKH-I EKBER DERS 2
Eûzübillâhimineşşeytânirracîm Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdülillahi Rabbi’l–âlemin Vessalâtü vesselâmü âlâ resûlinâ Muhammedin ve âlâ alihî ve sahbihî ecmain. Sübhânallâhi ve bi hamdihî ve bi adedi halkihî ve mil’el mîzân ve müntehel ayn ve meblega’r-rizâ ve zinete’l-arş. Allahümme salli ve sellim ve barik ala seyyidina ve nebihina Muhammed bi adedi ilmike. Estağfirullâh bi adedi Estağfirullah bi adedi zunubina hatta tufer Allah-u ekber hatta tufer.
1:14 Çok kıymetli ve muhterem izleyenler, Fıkh-ı Ekber sahibi Yüce İslâm’ın büyük imamlarından, büyük ilim adamlarından İmâm-ı Âzam hakkında sizlere bazı hadis-i şerifler duyurmaya çalışacağız. Bunların başında biliyorsunuz, İmam-ı Buhârî, İmam-ı Müslim, Ebû Nuaym İsfihanî’nin, Ebû Hureyre (radiyallahu anhu) Hazretlerinden, Şirazi ve Taberânî’nin, Kays bin Sa’d bin Ubâde’den Taberânî’nin ayrıca İbn-i Mesut (radiyallahu anh) Hazretlerinden rivayetleridir ki Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: “Lev kanet dinü inde sureyya lezehebbe bihi racül min Fârisse evkale min evbai Fârisse-Eğer ilim Süreyyâ Yıldızında da olsa Fârisoğullarından bazı kimseler ona elbette ulaşacaklardır”. Bu hadis-i şerifi Sahih-i Buhârî bakın Kahire kaynaklı. Yine Müslim-i Şerif sahihinde, bu da yine Mısır kaynaklı. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, Neşr-i Buhârî’de de bu hadisin rivayetinde “ricâlun” ve “raculun” olarak iki şekilde vardır. Kelimenin cemi’ olarak kullanılışı Ebû Hanîfe’nin ashabını da içine aldığı kabul edilirse müfret halinde ise yalnız İmâm-ı Âzam’a işaret edildiği beyan edilmektedir ve diğerlerinde de buna benzer efendim rivayetleri görmekteyiz. Şimdi Şirazi ve Nuaym’ın rivayetlerinde Süreyyâ Yıldızına bağlı olsa şeklinde. Taberânî’nin Kays bin Sa’d’dan rivayetinde ise “Araplar ona ulaşamaz” ilavesi vardır. İmam-ı Müslim’in rivayetinde de ilim yerine iman lafzıyla rivayet edilmiştir. Bu da Müslim’in Sahih’inde bulunmaktadır: “Lev kânel îmânu inde Süreyya lenâ lehu ricâlun min-hâ ulehü”. Böyle geçmektedir. Hafız Celâleddîn Süyûtî “Bu rivayetler sahihtir ve asildir. Bu rivayetler Ebû Hanîfe’nin gelişini yani İmâm-ı Âzam’ın gelişini müjdelemektedir. Bunlara itimat edilir. Bu hadisteki fazilet müjdesinin benzeri ve benzerleri İmam Mâlik hakkındaki bakın “Yüşikunnasu eyadvebü ekbadel ibili felayecidune âlimen alemen min âlimil medineti-Yakında insanlar develerin ciğerlerini teperek ilim talebine çıktıklarında Medine’nin âliminden daha bilgilisini bulamazlar”. Bakın, bu da İmam-ı Mâlik hakkındadır. Bir önceki bakın “İlim Süreyyâ Yıldızında olsa” diye geçen sahih hadis-i şerifte bu İmâm-ı Âzam hakkındaydı, bak bu da İmam-ı Malik hakkında, efendim buyruluyor ki bunun da bakıyoruz kaynağında efendim Fethu’l Kebir’de buna rastlanılmaktadır. Yine İmam-ı Şafiî Hazretleri hakkında “La tesubbu kureyşen feinne âlime ha yen leül arda ilmen-Kureyş’e sövmeyiniz. Çünkü Kureyş’in âlimi yeryüzünü ilimle dolduracaktır”. İşte kıymetliler güneş balçıkla sıvanmayacak kadar gerçekler ortadadır. Şimdi, İslâm’ın yüksek şahsiyetleri hakkında da Hz. Muhammed’in bir mucizesi olarak şöyle dünyanın 14 asırdan beri bize kadar gelen ilmin önderleri ve ilmin parlayan yıldızları bakın ehl-i sünnet ve’l-cemaat kanalıyla bize gelen yüksek âlimler bakın bunlara Peygamberimiz onları ta o zaman işaret ettiği bir mucize olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü Hz. Muhammed’in bütün hayatı, her hali, geçmişi ve geleceğiyle bir mucizedir. Bu konuda da mucizevi haberlerini ortaya koymuştur. Ebû Hanîfe’yle onun arkadaşlarının derecesine başka kimseler ulaşamamıştır. Birinci parlayan burada işte Süreyyâ Yıldızından ilmi, imanı alacak kadar ilim deryası olan İmâm-ı Âzam’la bu iş Sahabe Devrinden sonra başlamıştır. Efendim Peygamber Efendimizden mucizelerinden bu biridir. Hadis-i şerifte geçen “fâris” kelimesiyle belde, ülke olarak Fars kast edilmemiş olup Acemden yani Arap olamayanlardan diyerek orada yaşayanlar kast edilmiştir. Deylemî’den gelen bir haberde “Acemin hayırlısı belde olarak Fâris’de yaşayanlardır” denilmiştir. Ebû Hanîfe hakkında rivayet edilen birinci hadis-i şerifin sıhhat derecesini anlatmaya lüzum yoktur. Çünkü sıhhatinde ittifak edilmiştir, sahih bir hadis-i şeriftir, ittifakla kabul de edilmiştir. İmam-ı Suyûtî’den yukarıda üstadının kavlini rivayet eden âlim demektedir ki bundan başka Ebû Hanîfe hakkında isim ya da künye zikredilerek rivayet edilen hadis-i şeriflerin senetleri ve tartışma olabilir, kizb (yalan) olabilir, vardır. Bu münasebetle aşağıda metinleri zikredilenler mevzudurlar.
Şimdi kıymetli dostlarımız, bizim âlimlerimiz sahih olanları da zayıf olanları da iyiden iyiye araştırmışlardır. Fakat ortada bir güneşten parlak daha büyük bir gerçek vardır. İmâm-ı Âzam’ın ilminin dünyada artık tartışılmayacak kadar büyük bir allame-i cihan olduğu ve yüksek bir İslâm âlimi olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Bu haberler de sahih haberlerle zayıf haberler bir araya geldiği zaman zayıf haberlerin kaynağında sahih haber olduğu müddetçe o zayıf haberler güçlü haberlerin gölgesinde kalırlar. Bakın, bu haberlerden de bazılarına şöyle bir göz atalım. İmâm-ı Âzam’ın diyor gördüğü rüyanın İbn-i Sirin’e anlatıldığında, İbni- Sirin, Ebû Hanîfe’ye diyor sırtının sol omuz tarafını, diğer bir rivayette de sol kolunun omuz dirsek arasını açtırarak orada bir ben görmesi üzerine ben şu hadisi duymuştum. “Bu insan sensin” diyerek aşağıdaki hadisi okur. Bakın, İbn-i Sirin burada ne diyor: “Ümmetimden Peygamberimizden rivayet ettiği bir hadisin anlamını veriyorum ki “Ümmetimden bir adam çıkacak ki ona Ebû Hanîfe denir yani İmâm-ı Âzam “İki omuzun arasında (veya sol pazusunda) bir ben vardır. Allah’ın dinini ve benim sünnetimi elleriyle diriltir” diyor. Ders 15.02 13:51 Şimdi İmâm-ı Âzam’ın İslâm’a yaptığı ilmi hizmetlerine bakarsanız İbn-i Sirin’in bakın rivayet ettiği bu hadis-i şerifin de İmâm-ı Âzam’ın ilmiyle şöyle karşılaştırırsanız gerçek olduğunu görürsünüz. Bir şey zayıf demekle zayıf olmaz. Onun zayıf olması gerektiren sebeplerin de olması gerekmektedir. Onun için sahihler olduğu müddetçe işte o zayıflar da orada teyit olarak bulunurlar. “Dünyanın ziyneti (süsü) 150 senesinde kaldırılır”. Bakın, bir haberde de efendim böyle denmiştir. Bu haberin kaynağında da Selman el Fârisi’den rivayet edilen bir hadis-i şeriftir.
Kıymetli dostlarımız, yine diğerlerinde “Ümmetimden bir adam çıkacak ki” o zayıf mevzu denilen, kizb bulunan hadis-i şeriflerden bazı örnekler veriyorum. “Ebû Hanîfe el Numan denir”. “Ümmetimden bir adam çıkacak ki onun adı Ebû Hanîfe (yani İmâm-ı Âzam), ona İmâm-ı Âzam denir. Bu kişi kıyamete kadar ümmetimin kandilidir”. Şimdi bu haberin de sıhhatine şöyle bakalım. 14 asrın 13 asrında İmâm-ı Âzam’ın delillerle ortaya koyduğu İslâm anlayışı bakın dünya Müslümanlarının çoğunluğu tarafından, büyük âlimler tarafından benimsenmiş yaşanarak geliyor. Görüyorsunuz gerçekle yüz yüze bu hadis-i şerifler ortaya konulduğu zaman kuvveti ortadadır. “Ümmetimden bir adam çıkacak ki adı Numan, künyesi Ebû Hanîfe’dir (yani İmâm-ı Âzam). O ümmetimin kandilidir”. “O ümmetimin kandilidir”. Bakın, yine Peygamberimizden rivayet edilen bir haber bu da. Yine “Benden sonra bir adam gelecek. Adına Sabit oğlu Numan, künyesine de Ebû Hanîfe denir. Allah’ın dini ve benim sünnetim onun elinde dirilecektir”. “Her asırda ümmetimden sabıklar vardır (yani öncüler). Ebû Hanîfe de bu ümmetin önderidir (yani sabıkıdır). İbn-i Abbas’ın şöyle dediği rivayet edildi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem”. “Rey güzeldir”. (Lügat=görüş). Eshab-ı kiram, önlerine çıkan bir işin nasıl yapılacağını sünnet-i seniyyede de bulamazlarsa, rey ve kıyas ederek yani bilinenlere benzeterek o işi yaparlardı. Böylece, içtihad kapısı açıldı. Eshab-ı kiramın veya başka müçtehitlerin, bir iş üzerindeki içtihatları birleşirse şüphe kalmaz. İçtihatların böyle birbirine uygun olmasına icma-ı ümmet denildi. İçtihat yapabilmek için derin âlim olmak gerekir. Böyle âlimlere müçtehit denir. “Bizden sonra doğru reyler çıkacak. İslâm yaşadığı müddetçe de o reylerle hükümler uygulanacaktır. O rey ve hükümler bizim reyimiz ve hükmümüz gibidir. O reyin sahibi kimse Kûfeli Sabit oğlu Numan’dır. Künyesi Ebû Hanîfe’dir (yani İmâm-ı Âzam). İlim ve fıkıhta çalışkandır. Hükümleri doğru beyan eder. Dini doğru, fikri de güzeldir”. Şimdi, cihan hâkimiyeti kuran İslâm dünyasına bir bakın. En çok dünyada hukuk olarak uygulanan dört mezhebin hukuku, en başta da İmâm-ı Âzam’ın hukuk anlayışı ve fıkhi olarak ortaya koyduğu gerçeklerdir. Cihan devleti kuran İslâm devletlerine şöyle bir bakın. Hak mezheplerin en önünde yine İmâm-ı Âzam’ın hukuk anlayışı gelmektedir.
Kıymetli ve muhterem efendiler, İmam-ı Müslim’in Sahih’inin mukaddimesinde İbn Huzeyme de Sahih’inde hasen (sahihe da yakın) bir senetle Hz. Ayşe’nin (radiyallahu anha) şöyle dediğini rivayet ederler: “İnsanları vakar ve haysiyetlerine yakışır şekilde anılmalarını bize Resulullah emretti” diyor. Görüyorsunuz sahih bir hadis-i şerif bu. Şimdi dünyada kim olursa olsun, başta İslâm âlimleri ve onların önünde ashâb-ı güzinlerin tamamı ve onların önderi ve cihanın önderi Hz. Muhammed ve onu cihana görevlendiren Yüce Allah (celle celaluhu). Şimdi Allah’ı Allah olarak, Peygamberi Peygamber olarak, ashapları ashap olarak, tâbiîni tâbiîn olarak, âlimleri âlim olarak ve diğer her insanı da kendi ölçüsüne, kariyerine göre ne yapmak lazımdır? Bunları onları şanına yakışır şekilde anmak gerekmektedir. İşte biz rahmetle anıyoruz İslâm âlimlerini ki cihanı ilimleriyle aydınlatmışlardır. İmâm-ı Âzam’ın şahsında bütün âlimlerimizin tümünü rahmetle anıyoruz. İmâm-ı Âzam’ın babası Hz. Ali’nin duasını almıştır. Ona hizmet etmiş olduğu rivayetleri vardır.
Evet kıymetliler, yine Harâtî’nin Muaztan (radiyallahu anhü) rivayetinde ise “En zillim nase menazilli menazile hum minel hayri ve şerri-İnsanları hayır ve şerleri hususunda layık oldukları şekilde zikredin (İnsanları layık oldukları şekilde zikredin) ve onları akıllarınızla görün” şeklindedir. Şimdi büyükleri küçültmemeli, küçükleri de büyütmemeli. Herkesin gramı, dirhemi, ölçüsü neyse ona göre hareket etmelidir. Bazı insanlar hasedinden, fesadından, cahilliğinden çok büyük olan değerli şahsiyetlere taş atıyorlar. O taş onların kafasını parçalar. Kendilerine yazık ederler. Bakın Hz. Ali (radiyallahu anhü ve erdaim ecmaîn), o büyük şahsiyet ne diyor: “İnsanları vakar ve haysiyetlerine uyar şekilde zikreden kimse nefsinden bir ağırlığı, yükü kaldırmıştır” diyor. İşte o büyük insan Hz. Ali, büyük kahraman, o büyük halife, büyük allam-i cihan, aşere-i mübeşşere (cennetle müjdelenmiş), hülafâ-i râşidin olan o değerli şahsiyet de böyle diyor Hatîb-i Bağdâdî’nin tarihinde.
Kıymetli dostlarımız, Ferrec İbnü’l Cevzî ise El–Muntažam’ında Ebû Hanîfe’nin kemâline uymayan rivayetleri zikretmeleridir. Hatîb-i Bağdâdî bu menfi (negatif) rivayetlerin akabinde meşhur senetlerle İmamın akıllara hayret verecek derecede fazilet ve kemâlini de zikretmiştir. İşte buradan da görüyoruz ki dost ne demiş, dost olmayanlar ne demişler. İşte bunlar da bizim gerçek âlimlerimiz tarafından tespit edilmiştir. Şimdi bir de ulemanın gençlik yıllarıyla bazı âlimlerin sonraki yılları birbirini tutmuyor. İlmin zirvesine çıkınca o zaman önce anlayamadıkları büyük değerli şahsiyetleri sonra anlıyorlar ve rahmet okumaya başlıyorlar, derin de hürmet ediyorlar. Buralara da dikkat etmek gerekiyor. Hâricîlerin Hz. Ali (radiyallahu anh) hakkında konuşmalarına benziyor. Hâricîler biliyorsunuz bunlar kendilerini Müslüman zanneden fakat dünyada İslâm kanı akıtan eli kanlı katiller Hâricîlerdir, Hz. Ali’ye hakaret etmedik söz bırakmamışlardır. İşte Hz. Ali’ye bu hakaretleri yapan Hâricîler, bunlar kendilerini Müslüman zannediyorlar. Ebû Hanîfe’ye de saldıranlara bakarsanız, İmâm-ı Âzam’a ya Hâricîdir veyahut ehl-i bid’attır veyahut da zındıktır veyahut da cahildir veyahut da mutaassıptır, hasetçi veya fesatçıdır. İlmi olarak İmâm-ı Âzam’ı ilmi delillere dayanarak, hak ve gerçek olarak tenkit edebilecek seviyede acaba kaç tane âlim bulabilirsiniz? İlmi içtihatlardaki farklılık bunlar tenkit anlamında değil ki. Onlar ilmi bir yarışmadır. O bir içtihattır. Tenkitle alakası yoktur. Müçtehitler değişik şekilde bütün ilmi kuvvetlerini kullanarak içtihat ederler. Daha iyiyi, daha güzeli İslâm’daki o hükmün yerini ararlar. Bunu kimseyi tenkit etmek için de yapmazlar. Sırf Allah’ın rızasını aramak, en doğruyu bulmak için yaparlar. Bu bir ilmi yarıştır. Bu ilim meydanındaki âlimlerin yarışıdır. O sahaya müçtehitlerden, âlimlerden başka kimse o sahaya giremez ve yaşamaz. 28 Ders 15.03 “Her kim bir şahsın söylemediği şeyleri ona isnat eder ve yayarsa Cenab-ı Hak sözünü ispat edinceye kadar o kimseyi cehennemde hapseder”. Bakın, bu haberde de böyle deniyor. Efendim şimdi Peygamberimizden böyle bir rivayet vardır. Şimdi İmâm-ı Âzam’ın söylemediğini “söyledi” diyenler, onda olmadığını, olmayanları var diye gösterenler efendim onunla var olan ilmi deryaları yok kabul edenler elbette ki bu haberdeki tehlikeye çarpılırlar. Yine Sevgili Peygamberimizden bakın şöyle rivayet vardır: “Her kim bir müminde bulunmayan şeyleri insanlar arasına yayarsa Allah o kimseyi cehennem ateşinin özünde iskal (ağır bir şekilde yüklemek) eder. Ta ki söylediği sözlerden vazgeçer. Bu da mümkün değildir”. Evet kıymetliler, bu haberlerin kaynağında Suyûti, Câmi-ül Sağîr, Taberânî, Ebû’d Derdâ’dan rivayet etmişlerdir. Fethu’l Kebir’de de bulunmaktadır. Şimdi Yunus Suresinde Yüce Rabbimiz, daha önceki derslerimizde de işlediğimiz gibi burada da bakın değinip geçeceğiz, Yüce Allah bu Yunus Suresinin 62, 63 ve 64. ayetlerinde bakın bizlere hangi yüce emirlerini buyuruyor, o yüce mesajlar veriyor: “İyi bilin ki Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar Allah’a inanan ve ona karşı gelmekten sakınan kimselerdir. Onlara dünya hayatında da ahiret hayatında da müjdeler vardır. Allah’ın verdiği sözlerde asla değişme olmaz. Bu en büyük kurtuluş ve saadettir”.
Kıymetli dostlarım, Ebû Hanîfe İmâm-ı Âzam Hazretleri ve diğer müçtehit âlimler Allah’ın rahmetine kavuşmuş, ayet-i kerimelerdeki müjdelere nail olmuşlardır. Ebû Hanîfe’nin, İmâm-ı Âzam’ın akıllara hayret veren olgunluğunu, ahval ve kerametlerini ancak inatçı cahiller inkâr ederler. İnkârı mümkün olmayan İmâm-ı Âzam kerametlerle dolu. Ders 1.3 32 Takvanın zirvesini yaşayarak, bütün varlığıyla ilmin önderi ve İslâm’a hizmet eden, İslâm toplumunun önderi olarak ömrünü İslâm’a, ilme, irfana hizmet ederek harcamış bir zat-ı muhteremdir. Bu İslâm âlimleri Allah’ın gerçek velileridirler, gerçek evliyalar bunlardır. Hakikatle şeriatı birleştirmişlerdir. Çünkü şeriat hakikattir, hakikat da şeriattır. Bunlar, hepsi İslâm’ın içindeki katmanlardır. İslâm deyince eşittir şeriat. Şâri’ olan Allah’ın kanun ve kuralları, kuluna teklifleri. Şeriat eşittir hakikat, hakikat eşittir şeriat. Din dediğimiz zaman da İslâm, şeriat, hakikat, iman, ilim, irfan hepsi içinde dahildir.
Kıymetli ve muhterem efendiler, Allah-u Teâlâ ile efendim güçsüz olduğunu bile bile harbe zorlamak demektir. Ne diyor Allah-u Teâlâ: “Veli kullarıma kim eziyet ederse Allah’la savaşa kalkmış gibidir”. 15 sahabeden fazla bir topluluktan rivayet ettikleri hadisi, şu kutsi hadis-i şeriftir ki Peygamber Efendimiz buyurdular (aleyhissalatu vesselam) Allah-u Teâlâ buyurdu: “Kim benim veli kuluma haksızlık, ihanet, eziyet zülüm ederse bana karşı harbe kalkmış olur. Benimle harp etmeye kabul etmiş demektir-Men ada li veliyen fekadı azemtuhu bil harbi”. İşte hadis-i şerifin metni de budur. Bunu da rivayet eden Suyûti, Câmi-ül Sağîr, Ebû Hureyre’den rivayet edilmiştir ve bunun devamı da vardır.
Çok kıymetli ve muhterem efendiler, yine bir hadis-i kutside şöyle buyrulmaktadır: “Ben veli kullarımı korumak için aslanın gazaplanması gibi gazaplanırım. Onların korumasını bizzat ben yaparım”. İşte Allah veli kullarını koruyor. “Onların korumasını ben yaparım” diyor. Ben şuna şahit oldum: Bir camide İmam Efendinin biri cemaatine İmâm-ı Âzam’ı karalayıp duruyordu. Bakın, sonunda başına neler geldi? Ben buna kendim şahidim. Bu sadece İmâm-ı Âzam için değil (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn). Bütün İslâm âlimleri ve sıradan bir mümin, bir Müslüman için de bunlar yapılamaz. Peki, neden yapılıyor İmâm-ı Âzam gibi büyük bir zata bunlar? İşte işin içinde cehalet, taassup var. O kendi bildiklerinin dışında gerçekleri görmemiş, öğrenmemiş. Taassupla bir betonun içine girmiş. O kabuğun içinde kalmış. O beton kalıbın içinden çıkamamış, kabuğunu kıramamış. Dünyada başka gerçek yok zannetmiş. Gerçekleri de inkâr ediyor. Bu ne kadar vahim bir cehalettir ki insanlar bilmediğini inkâr ederse ortada onun bilmediği de neler var gerçeklerden, o zaman onda din, iman kalır mı? Yazık olmaz mı? Adam (نصر) (ينصر) (Arapçada fiil, başlama) demiş. Ötesinden az bir şey okumuş. Öte tarafı bilmiyor. Ama hepsini bilmiş gibi hareket ediyor. Şimdi mutaassıbın, cahilin birisinin kitabını okumuş. Bakmış orada İmâm-ı Âzam’a ateş püskürüyor. Oradaki yanlışları olduğu gibi kabul etmiş. Bu, bir münafıkla veya bir cahille zehirlenmek mikrop kapmak gibidir. Bunlara dikkatler çekilmelidir. Sizlere Fıkh-ı Ekber, İmâm-ı Âzam hakkında bilgi verirken bütün İslâm âlimlerine karşı hassasiyetleri de ortaya koymaya aczimizle çalışıyoruz. İmanlı olmak, imanı korumak, imanlı, ebedi imanlı yaşamak, asla imansızlığa düşmemek için Fıkh-ı Ekber bütün dünyanın imanını kurtarıcı ve yardımcıdır, ilim olarak. Fıkh-ı Ekber’i cihana bunun için tebliğ etmeye karar verdik. Allah’ın lütf-u keremi, izniyle. Kendiliğimizden hiçbir şey yapamayız. Bütün güç, kuvvet, kudret hepsi Allah’a ait. O lütfediyor, biz de görev yapmaya çalışıyoruz aczimizle, cehlimizle, gafletimizle. İslâm’da hiç kusur yok. Kusur insanoğlunda. İnsanoğlu cümleleri kullanırken bile acze düşüyor. Eksiği var, kusuru var, neler var. Ama insanoğlu aczini görmüyor da hiç kusuru olmayana saldırıyor. Bu da ne kadar büyük cehalet, gaflet ve ihanettir. Bunlardan da kurtulmak için Yüce İslâm’ı iyi anlamalı, İslâm âlimlerinden iyi faydalanmalıdır. İşte çırpıntımız budur. Faydalanmak, faydalandırmak, kurtulmak, başkalarının kurtuluşuna vesile olmak, hidayet üzere olmak, başkalarının hidayetine vesile olmak, insanlığın hayrına çalışmak. “İnsanların en hayırlısı insanlığın hayrına çalışanlardır”. Tüm insanlık İslâm ile kurtulur. Bu işe imanla, ilimle başlanır. İlimsiz iman, imansız ilim olmaz. 41:31 Ders 8.3 Yüce Allah’ı, Allah’ın kendini tanıttığı gibi Kur’an-ı Kerim’le, sünnetle, Hz. Muhammed’le Allah’ı tanıyarak işe başlayacak. Âlimlerimiz çok yüksek ilim sahipleri, onlardan faydalan. Onların aydınlığına geç, aydınlan. Onlar ilimleriyle cihanı aydınlatan, yıldızların üzerine doğan yıldızlar onlar.
Efendiler, yine İmam-ı Ahmed bin Hanbel, Velid bin Münebbih’ten şunu rivayet etmektedir, Allah-u Teâlâ Musa Aleyhisselama hitabında şöyle buyurdu: “Ya Musa (Aleyhisselam)! Kim benim veli kuluma ihanet ederse benimle harbe başlamış demektir. Böylece kendini helake hazırlamıştır. Ben velilerimin yardımına süratle koşarım”. Allah keyfiyetsiz olarak zaten kudretiyle her şeyi kuşatmıştır. Bu “koşarım” insanların anlaması içindir. Allah münezzeh bir varlıktır. Zamandan, mekândan münezzeh o. “Benimle muharebeye kalkışan kimse kazanacağını mı zanneder? Dünya ve ahirette onların korunmasını ben bizzat yüklenir, başkalarına havale etmem”. Yani Yüce Allah evliya kullarını, âlim kullarının korumasını kendi yapıyor, başkalarına havale etmiyor. Evet İmâm-ı Âzam da ömrünü ilimle geçirmiş, sonunda şehitlik şerbetini de içmiş, zirveye çıkmış. Hafız İbn’ül Kasım, İbn-i Asâkir bakın Tepyîn-i Kizbi’l Müfteri adlı eserindeki İmam Ebû’l-Hasen el-Eş’arî’ye nispet edilenler için yazılmıştır. Şöyle demektedir: “Âlimlerin etleri zehirdir. Koklayan hastalanır, tadına bakan ölür”. Aynı eserde âlimler, sahabe-i kiramdan sonra yaşayan tâbiîn ile Ebû Hanîfe, Şafiî ve İmam-ı Malik’in kemâl ve faziletleri hakkında eserler verdiler. Şimdi ne demektir? “Âlimlerin etleri zehir, koklayan hastalanır, tadına bakan ölür” ne demek biliyor musunuz? Âlime kim kötülük ederse belasını bulur, demektir. Evet, âlimler, Ebû Hanîfe hakkında birçok eserler verdiler. Âlimler, dikkat edin. Hep İmâm-ı Âzam hakkında nice âlimler eserler yazdılar. Biz onlardan keşif notları veriyoruz, o eserlerden keşif notları veriyoruz. Kaynağımız Fıkh-ı Ekber. Bakın, İbnü’l Cevzî’nin Süfyan bin Uyeyne’den naklettiği gibi “Salih kimselerin zikredildiği yere rahmet yağar” denilmiştir. Bizim salihlerimiz başta kim gelir? Âlimlerimiz gelir, büyük âlimlerimiz gelir.
Evet kıymetli efendiler, görmüyor musun insanlar bugün iki kısma ayrılmış durumdadır. Bir kısmı altın çubuk zanlıyla ayım (güzel) şualarını (ışın) yakalamaya çalışırken diğer kısım insanlar da nefis ve hevalarına tabi olup şehvet çukurlarında bakmak pahasına terbiye ve kemâlin zıttına olan şeylerle meşgul oluyorlar. İşte kıymetliler, bizim âlimlerimiz ise ilimle meşgul oldular. Dünyaya en büyük ilmi bir servet olarak bıraktılar. Dünya, bu mirası harcamaya devam ediyor. Hz. Muhammed’in ve ashapların ortaya koyduğu Yüce İslâm’ı, bu yüksek âlimler ilmi delillerle yaşanan İslâm’ı, bilinen İslâm’ı, bilimsel İslâm’ı muhafaza ettiler ve delillerle, belgelerle koruyarak geldiler ve büyük bir sermaye ortaya koydular, ilmi sermaye. Bunlara rahmet okuyun.
Kıymetliler, İmâm-ı Âzam’ın Afganistan’da, Hindistan’a yakın bir yerde, bilinen Kabil değil de başka bir Hindistan’a yakın Kabil’de efendim bir yerde soyunun sülalesinin oradan Bağdat’a, Kûfe’ye geldikleri rivayet olunmaktadır. Babasının adı Sabit’tir. Kendi özel ismi Numan’dır, Numan bin Sabit’tir. Sıfatı Ebû Hanîfe’dir. Yine Büyük İmam anlamında da İmâm-ı Âzam yani Büyük İmam olarak anılmış, tanınmıştır.
Ders 48:54 21.3
Kıymetli ve muhterem efendiler, tabii biz dünyanın, pek çok Müslümanın, Ebû Hanîfe’nin ilmi delillerle ortaya koyduğu İslâm anlayışını dünya Müslümanların çoğunluğu 13 asırdan beri kabul etmiş ve bu İslâm anlayışı dünyanın pek çoğu ve tamamı tarafından da tasdik görmüştür. Bugün Ebû Hanîfe’nin, İmâm-ı Âzam’ın mezhebinde olmayan diğer âlimler de onu takdir etmişlerdir. Çünkü hak mezhepler, hepsi ilmi delillerle İslâm’ı yaşarlar. İçtihat farkları burada rahmetten başka bir şey olmamıştır.
Evet, İmâm-ı Âzam, hicretin 80. yılında doğdu. Efendim doğduğu yer Kûfe’dir. Yani bugünkü Bağdat diyelim, herkesin daha iyi anlaması için. Dolayısıyla “kûfe” kelimesi, kelime olarak bir kum tepesi demektir. İsim olarak da Hz. Ömer’in (radiyallahu anhü) devrinde Sa’d bin Ebû Vakkās tarafından halifenin emriyle hicretin 17., 18. yıllarında kurulan bir şehrin adıdır. Başlangıçta bu şehir askeri maksatlar için kurulmuştu. Kurulduğu yer ise Güney Irak’ta Babil Harabelerinin güneyinde, Fırat Nehrinin batı kolu üzerindeydi. Hicretin 740., Miladi de 1339 veya 1340 yıllarında kaleme alınan bir eserin verdiği bilgiye göre o tarihte eski Kûfe’den Hz. Ali’nin (radiyallahu anhü) yaralanarak şehit edildiği caminin harabe olarak ancak dört duvarı kalmıştı. Bu da İslâm Ansiklopedisinin Kûfe maddesinde yazılmaktadır. İşte buradan anlıyoruz ki bu sırada devletin başında efendim Emevi Halifelerinden Abdülmelik bin Mervân bulunuyordu. Yani İmâm-ı Âzam’ın doğduğu sıralarda Emevi Halifelerinden Abdülmelik bin Mervân bulunuyordu. Abdülmelik bin Mervân (Vefatı 86 Hicri, efendim Miladi 705) Emevi halifelerinin beşincisi olarak (Hicri 65) tahta çıkmıştır. Hicretin 65. yılında tahta çıkmış ve aynı zamanda 86 yılında vefat etmiştir, hicretin 86 yılında. İmam Âzam işte o Emevi Halifesinin başta olduğu zaman dünyaya gelmiş ki 80 yıllarında doğmuş. İmâm-ı Âzam’ın ismini, doğduğu yerleri bu şekilde efendim sizlere bildirdikten sonra Ebû Hanîfe olarak künyelenmesine gelince Hanife “hanif” kelimesinin müennesidir (bazı dillerde dişi cinsiyettinden sayılan kelime). Müslim ve ibadet edici anlamındadır. Yani Müslüman olan kişiye denir hanif, Rabbisine, Allah’a ibadet eden kişiye hanif denir. İbrahim Aleyhisselamın da bir sıfatı haniftir ve İslâm dininin de bir sıfatı haniftir. Yani Allah’ın birliğine inanan, şirk koşmayan, tevhid imanına sıkıca bağlı olan anlamları taşımaktadır. “Hanif” kelimesi Irak lügatinde bir çeşit divite (bir tür kalem) denilir ki İmam yazı yazmak için bu diviti yanında hiç ayırmazdı. Bakın, “hanif” kelimesinin bir de ilmi temsil eden bir tarafı bulunmaktadır. İmâm-ı Âzam sürekli ilimle meşgul oluyor, diviti yanından da hiç ayırmıyordu. Bundan dolayı bu künye ile İmâm-ı Âzam meşhur olmuştur. İmam’ın, Hanife adında bir kızı olduğundan bu künye kendisine verilmiştir diyenler varsa da İmamın oğlu Hammad’dan başka çocuğu bulunmadığından veya bilinmediğinden bu söz doğru değildir. Yani Hanife adlı bir kızının varlığından bahsedilmiyor hiçbir kaynakta.
Evet kıymetliler, Ebû Hanîfe’nin “Benden sonra Ebû Hanîfe künyesini ancak birileri taşır” şeklinde haberler vardır fakat bunun da sıhhatinin doğruluğu konusunda üzerinde tabii durmak gerekmektedir. İmam Âzam’ın şekli ve şemaili konusunda, İmam Âzam adı gibi mükemmel bir imamdı. Bakın, Ebû Yusuf, İmâm-ı Âzam baş talebesi şöyle diyor, İmâm-ı Âzam’ı şöyle anlatıyor: “İmam orta boyluydu, uzuna yakın, güzel yüzlüydü. Anlatmak istediği şey için getirdiği delilleri gerektiği kadar, tam anlaşılacak şekilde izah ederdi. Konuşması gayet tertipliydi ve düzgündü. Güzel konuşurdu”. Ders 56:57 22-3 İmamın oğlu Hammad (Hepsine Allah bol bol rahmet eylesin) babasını şöyle tarif ediyor: “Babam uzunca boylu, az esmer, güler yüzlü ve heybetliydi. Boş sözler hiç sarf etmezdi. Ancak bir şeye cevap vermesi gerektiği zaman konuşurdu”. Hz. Muhammed’in ümmeti bu. Âlim bir ümmet. Peygamberimiz de öyleydi. İmam-ı Ebû Yusuf’un “orta boylu” demesiyle oğlu Hammad’ın “uzunca boylu” demesi arasında fark yoktur. Çünkü bazı orta boylular uzunca görülürler. Burada bunu göstermektedir. Abdullah bin Mübarek, İmam’ı anlatırken: “Yüzü de güzeldi, elbisesi de güzeldi”. İmâm-ı Âzam tertemiz, içi dışı temiz, güzel elbise giyen bir zat-ı muhterem, bir allâme-i cihandı (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn).
Efendim, İmâm-ı Âzam’ın görüştüğü ashâb-ı kiramlar. Şimdi buraya da itiraz edenler var. Hicretin 80. yılında doğan İmâm-ı Âzam elbette ki sahabeden bazılarıyla görüşmüştür. Efendim Ebû Hanîfe yaşı daha küçükken ashâb-ı kiramdan Enes ibn Mâlik’i görmüştür. Rivayete göre İmam “Enes’i gördüm. Sakalını kırmızıya boyardı’” demiştir. Enes ashaptan, Peygamberimizin yakın dostlarından, dizinin dibinde oturanlarından. Bakın, İmâm-ı Âzam böyle birini görebilmiş, nasip olmuş. Ebû Hanîfe, Enes ibn Mâlik’ten üç hadis de rivayet etmiştir o küçük yaşında. Yine Şeyhülislâm İbn-i Hacer fetvalarında Ebû Hanîfe’nin Kûfe’de, Hicri 80 yılından sonra hayatta olan sahabelerden bir topluluğa yetiştiğini, İmamın bu münasebetle tâbiîn tabakasından olduğunu söyler. Ayrıca Ebû Hanîfe’nin muasırları (aynı zamanda yaşayanlar) olan Şam’da Evzâ’i, Basra’da Hammâdlar, Kûfe’de Süfyân-i Sevrîler, Medine’de İmam-ı Mâlik, Mısır’da yaşayan Leys bin Sa’d, tâbiînden sayılmazlar. Kıymetli dostlarımız, bakın bunu da Şeyhülislâm İbn-i Hâcer fetvalarında İmâm-ı Âzam’ın tâbiînden olduğunu söylüyor. Yani sahabilerle görüştü, diyor. Şimdi bundan da anlaşılacağı üzere İmâm-ı Âzam hakkında bakın şöyle bir ayet-i kerimeden de istidlal edilerek, Tövbe Suresi nin 100. Ayeti “İslam’da birinci derece kazanan muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar yok mu Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah (celle celaluhu) bunlar için, kendileri içinde ebedi kalıcı olmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu en büyük bahtiyarlıktır”. Bu ayette de İmâm-ı Âzam işte ashaba tabi olanlardandır ki tâbiînden olanlar da bu ayet-i kerimede işaret edilmiştir. İmâm-ı Âzam’ın hayatına dair eser veren müellifler (kitap yazan) eserlerinde Ebû Hanîfe’nin Hz. Enes (radiyallahu anh) dışında birçok sahabeden de hadis dinlediğini zikrederler. Müellifler diyor bunu, büyük âlimlerimiz. Ebû Hanîfe’nin görüştüğü ya da hadis rivayet ettiği söylenen sahabeler şunlardır: Amr ibn Hureys, Abdullah bin Üneys el-Cüheni: “Bir şeyi sevmen seni kör ve sağır eder” buyurduğunu işittim. Yani buradan da bu rivayet yapılmıştır. Yine Abdullah bin Hâris el-Zübeydi, Câbir ibn-i Abdullah, Abdullah bin Ebû Evfâ yine Fethu’l Kebir’de şu haber vardır: “Bir kimse Allah rızası için bağırtlak kuşunun yuvası kadar da olsa bir mescit bina ederse Allah da onun için cennette bir ev bina eder”. Şimdi ashaptan İmâm-ı Âzam’ın bazı rivayetlerde bulunduğuna dair de işaretler, haberler mervidir (hadislerin nakli). Yüksek âlimlerimiz, müelliflerimiz (kitap yazan) bunları dile getirmişlerdir. Yine Vesile bin el-Eska (radiyallahu anhüm ve erdaim ecmaîn), İmam bu sahabeden de iki hadis rivayet etmiştir, diye haber vardır. Bakın o hadis-i şerifler: “Kardeşinin başına gelene sevinme. Allah onu kurtarır, seni aynı belaya müptela ediverir” hadis-i şerifi, diğeri de “Seni şüpheye düşen şeyi terk et. Gönlünü tırmalamayanı al” mealinde bir hadis-i şeriftir. Efendim bunları da yine İmam-ı Tirmîzî ve Taberânî de rivayet etmişlerdir. Ma’kıl bin Yesâr (radiyallahu anh), İmâm-ı Âzam’ın görüştüğü sahabelerden bunlarda da zikredilmektedir. Ebü’t-Tufeyl Âmir bin Vâsile, Aişe binti Acre gibi sahabeler olduğu gibi, Sehil bin Sa’d, Said bin Halladun bin İbn-i Süveyd. Bunun da vefatı 91 Hicri. O zaman İmâm-ı Âzam 11 yaşında olmuş oluyor. Said bin Yezibnü Said (radiyallahu anhüm ve erdaim ecmaîn), bunun da 94 Hicri yıllarında vefat ettiği söylenmektedir. O zaman da İmâm-ı Âzam 14 yaşında olmuş oluyor ki tabii bu kaynakları araştıran müelliflerimiz durumu daha da iyi bilmektedirler. Abdullah bin Büsr, Mahmut bin er-Rebî, bak bunlar da 96, 99 yıllarında vefat etmişler, bu sahabeler. O zaman da İmâm-ı Âzam yaklaşık 20 yaşlarında bulunuyor. Bu sahabelerle görüşmüş olması açıkça ortadır. Abdullah bin Cafer (radiyallahu anh) vefatı hicri 80 senesinde Humus diyarında vefat ettiği söylenmektedir ama bu tarihler tabii ki daha iyi incelenmeye de ihtiyaç duyulabilir. Kıymetli efendiler, bunlar ve buna benzer haberler bulunmaktadır. İmâm-ı Âzam’ın tâbiînden olduğu ortadadır. Ve Kur’an-ı Kerim’in de övdüğü hakkında sahih hadislerle, Hz. Muhammed’in mucize olarak haber verdiği cihan âlimlerinden biri İmâm-ı Âzam’dır. Malik hakkında da Şafiî hakkında da hadis-i şerifi size duyurduk daha önceki dersimizin başlarında. Şimdi İmâm-ı Âzam’ın hocaları. İmâm-ı Âzam ömrünü ilme vermiştir. Şimdi sahabeyle görüşen, tâbiîn devrinde bulunan gerçek tâbiîn âlimlerinden de ders aldığını şöyle bir düşünürsek İmâm-ı Âzam ilmi çok sağlam kaynaklardan, sağlam delillerle ilmi tahsil ettiği ortadadır. Ebû Hafs el-Kebîr, Ebû Hanîfe’nin ders aldığı hocalardan 4000 tanesini saymıştır. Dikkat edin. Şimdi Hafs el-Kebîr, İmâm-ı Âzam diyor 4000 tane hocadan, âlimden ders aldı, diyor. Bunların içinde biri var ki dizinin dibinden hiç kalkmadı. Kim o? Hammâd Hazretleri. İşte oğlunun adını da Hammâd koydu o nedenle. Kıymetliler, Ebû Hafs el-Kebîr kimdir? Ahmed bin Hafs, Buharalıdır, İmam-ı Muhammed’den ders almıştır yani İmâm-ı Âzam’ın ikinci bir cihan âlimi olan İmam-ı Muhammed’den ders alan bir zat-ı muhteremdir Ebû Hafs el-Kebîr ve Buharalıdır kendisi. Sahih sahibi İmam Buhârî’nin zamanında yaşayan bu âlimlerin Buhara’da birçok ashabı vardır. Kaynak, Tâcü’t-Terâcim adlı esere bakıldığı zaman bunlara rastlanılır. Ders 29.3 1:10:30 Efendiler, İmam’ın bu 4000 yüksek âlimden, efendim bunlar tâbiînden olanlardır. Bu tâbiîn dışında kalanları saymak mümkün değildir. Niye bu kadar çok âlimlerle görüşmüştür? İmâm-ı Âzam bir Kur’an âlimi, bir Kur’an kâşifi olduğu kadar bir muhaddis. Bütün muhaddislerle de görüşmüş, sahih hadislerden, hadis-i şerifelerden de gerekeni almıştır. Baş müçtehit, baş muhaddistir. Onun talebesinde nice muhaddisler var, nice fıkıh âlimleri var. Leys bin Sa’d ile İmam-ı Malik bin Enes’i, Ebû Hanîfe’nin şeyhlerinden sayanlar olduğunu Dârekutnî zikrettiği gibi daha sonraki âlimlerden bir cemaat ki içlerinde Aynî de vardır, aynı görüştedirler. Hatta İmâm-ı Âzam’ın Müsned’inde (arasında kopukluk bulunmayan bir rivayet zinciri) İmam-ı Malik’ten tahdis (hadis rivayet etme) olunan hadisleri gördüklerini söylerler. İmam-ı Malik’in, İmâm-ı Âzam’ın talebesi olduğunu da söyleyenler vardır. Bu haberlerin hepsi güzeldir, hepsi doğrudur çünkü âlimler birbirlerinden elbette faydalanırlar.
Evet kıymetliler, müntesip olduğumuz âlimlerimizin ilmi kariyerlerini bilmemiz gerekiyor. Ebû Hanîfe’den hadis ve fıkıh dersi alan öğrencilerin sayısı belli değildir. Ama çok büyük müctehidler yetişmiştir. Bunların en başta gelenleri hepinizce malum ki İmam-ı Ebû Yûsuf, İmâm-ı Muhammed, Şeybânî, Hasan bin Ziyâd, Cafer bin Avvâm, Ebû Mutî’el Belhî, oğlu Hammad, Harice bin Mus’ab, Dâvûd ez-Zâhirî, Abdullah ibn-i Mübarek, Abdurrezzâk bin Hemmâm, Abdulkerim el-Cürcânî, Kasim bin Maân, Mekkî bin İbrahim el-Belhî, Nadir bin Muhammed el-Mervezî, Ebû-l İsme, Nûh bin Meryem, Vekî bin el-Cerrâh, İbn-i Harun ve diğerleri gibi nice âlimler İmâm-ı Âzam’ın ilim halkasında yetişmiş büyük cihan âlimleridirler. Şimdi 40000 fazla talebesinin olduğunu ve başka rakamlarla da zikredildiği görünmektedir. Bunların içinden pek çoğu da müçtehittirler. Bunun 800’ünü sayanlar da vardır, bunun kırk bin olduğunu söyleyenler vardır ve ömrünün tamamını ilme verdiği için sayısı sayılamayacak kadar da kıymetli talebeleri bulunmaktadır. İmâm-ı Âzam, Cenab-ı Hak iç dünyasını ilim sevgisiyle doldurmuş ve ilme Cenab-ı Hak onu vesilelerle ne yapmıştır? İlme bağlamıştır ve ilmin yıldızı olarak parlamıştır, parlamaya devam etmektedir. Onu ilk teşvik edenlerden biri İmam-ı Şa’bi’dir. O da çok kıymetli bir âlimdir, İmam-ı Şa’bi. Efendim neticede Yüce Allah, İmâm-ı Âzam’ı ilmin deryasından bol bol içirmiş ona ilim, hikmet nasip eylemiştir. İmâm-ı Âzam öncelikle çağının zındıklarıyla, dehrileriyle uğraşmış ve kelam ilmini şahane ele geçirdikten sonra fıkıh ilmine kendini vermiştir. Fıkıh ilmine bağlanmasının hikmeti ise fıkıh ilimlerin tamamıdır. Bütün ilimlerin asli esasıyla fıkıh ilmi ortaya konur. Bütün ilimleri elde etmeyen, bütün delilleri elde etmeyen kişi fakih olamaz. Onun için İmâm-ı Âzam sonuçta kendini fıkıh ilmine bağlamış ve dünyanın en büyük fakihlerinden, hukukçularından, en büyük kâşiflerindendir.
Evet kıymetli izleyenler, İmam yalnız Ramazan-ı Şerif ayında bu kadar ilimle uğraştığı halde 60 hatim yapardı, bir Ramazan-ı Şerif ayında. Efendim bir rekâtta Kur’an-ı Kerim’i hatmettiği olurdu. Bir rekâtta, dikkat edin. Yine Ebû Yusuf diyor ki onun baş talebesi “Hadis tefsir, hususunda Ebû Hanîfe’den daha âlim kimseyi görmedim”. Dikkat edin, “İmâm-ı Âzam hadis bilmiyordu” diyen zavallı cahiller, mutaassıp, hasetçi, fesatçılar. Ders 05.04 1:18 Bak, İmam-ı Ebû Yusuf cihan âlimidir. ‘İmâm-ı Âzam’dan sonra dünyada ikinci büyük müçtehittir İmam-ı Ebû Yusuf. Ne diyor: “Hadis-i şerif tefsiri hususunda Ebû Hanîfe’den daha âlim kimseyi görmedim” diyor. Kur’an’da tam âlim, hadis-i şerifte de tam âlim. Bütün deliller elinde, tâbiînin âlimleri orada, sahabeyle görüşmüş, ilmi deliller Allah tarafından nasip edilmiş, lütfedilmiş. Böyle bir âlimi kötüleyince sen ne kazanacaksın ey, cahil cühela tabakası? Ne kazanacaksınız? O çağın Hâricîleri Hz. Ali’yle savaştılar, Allah’ın kılıcını yediler. Hz. Ali’ye, onun şahsına yakışmayan ne kötü sözler sarf ettiler. Yani onu öldürmek için her çareye başvurdular ve şehit olmasına sebep oldular. Bu çağın Hâricîleri de o çağın Hâricîleri daima olmuştur. Allah onların şerrinden, bütün şerlerinden ve fitnelerinden ümmet-i Muhammed’in tamamını emin eylesin. İmâm-ı Âzam düşmanlığıyla nereye varacaksınız? dört mezhebe saldırmakla nereye varacaksınız? Mezhepsizliği teşvik etmekle nereye varacaksınız? Masonların elinde kalacaksınız. İslâm birliğini bölüp parçalayacaksınız ve emperyalistlere uşak oldunuz, daha olmaya devam edeceksiniz. Yapmayın, kendinize kuyu kazmayın. İslâm kardeşliğini, İslâm birliğini, ilmi delillerle hareket edin. İslâm birliğinden, kardeşliğinden, dünyanın sulh ve barışından yana olunuz, tavrınızı o tarafta koyunuz. İslâm, dünyanın sulh, barışı, adaletidir. Sosyal devlet, sosyal adalet, evrensel sevgi ve merhamet İslâm’dadır. İlmi delillerle bu gerçek ortadır. Cahilce hareket etmekten vazgeçiniz.
İmâm-ı Âzam yakın zamanda hem fetva vermeye hem de ders vermeye başlamıştır. Fakat Hammad Hazretleri, onun hocası, dünyadan göçünceye kadar onun dizinin dibinden hiç ayrılmamıştır. Ondan sonra ise o görev tamamen ona verilmiştir. Ebû Hanîfe, hocasının yerine geçince “Tabii ki ilmin ölümünü istemediğimden kabul ettim” Ders 1:21:27 12-4 demiştir. Hangi kalplerde ilim yoksa orada ilim de yoktur. O ilimsiz ruhlar da ölüdür, ölü gibidir. Dünyanın aklı varsa ilimle ulaşsınlar. İslâm’ın ilmi delillerini dünyanın baş tacı yapsınlar. Bütün üniversitelerin en başına Allah’ın ilmini, Şanlı Kur’an’ı koysunlar. Bütün insanlığı oradan mezun etsinler, efendim profları da filozofları da oradan mezun etsinler. Allah’ın ilmini, kitabını okusunlar.
Evet, İbn-i Sirin’e bir adam göndererek rüyayı tabir ettirdiler. Kıymetli dostlarım, İmâm-ı Âzam rüyasında bakın ne görüyor? O rüyayı da sizlere aczimizle aktarmaya çalışalım. Hz. Muhammed’in kabrini açıyor. Kim? İmâm-ı Âzam rüyasında. Bütün kemiklerini çıkarıyor, göğsü üzerine yığıyordu. Başka bir rivayette de kemikleri birbirine ekliyordu. Bu rüyanın tesiriyle sarsıldı İmâm-ı Âzam, hastalandı. Kendini ziyarete gelenlere bu rüyayı anlatmıştı. İbn-i Sirin’e bir adam göndererek rüyayı tabir ettirdiler. İbn-i Sirin, rüya tabirinde çok meşhur yüksek bir âlimdir. “Bu rüyayı gören kimse” bakın İbn-i Sirin ne diyor, o yüksek rüya tabiri yapan yüksek âlim: “Bu rüyayı gören kimse sünnet-i Rasûlullâh’ı tefsir bakımından herkesi geçecektir” dedi. “Onun yanında akıllara hayret verecek birçok meseleler vardır” dedi. Bakın, aynen İmâm-ı Âzam rüyasının tabir edildiği gibi ne oldu? Dünya âlimlerinin en önünde parladı. Ve sünnet-i Rasûlullâh’ı keşif bakımından, tefsir bakımından herkesi geçti. Zaten de rüyada böyle tabir edildi ve 13 asırlık dünyadaki belgelere baktığımız zaman bu gerçek ortada parıl parıl parladı. Başka bir rivayette de İmam’ın bazı ashabı onu ziyaret ederek rahatsız olarak görmüşler. Daha önce hocalarını hiç böyle görmediklerinden sebebini sormuşlardı. İmam da rüyasını anlatmıştı. Ashabı dediler ki “İbn-i Sirin’in bir öğrencisi yakınımızda bulunuyor. Senin için buraya davet edelim”. İmam “Hayır, ben ona giderim” dedi. Gitti ve rüyasını anlattı da o da İbn-i Sirin de bak ne dedi: “Eğer doğru söylüyorsan sünnet-i ikame (yerinde kullanma) hususunda kimsenin ulaşamayacağı bir mertebeye ulaşacaksın”. Burada İmâm-ı Âzam kendi kulağıyla dinliyor İbni- Sirin’den. “Şeri ilimlere derinliğine gireceksiniz” demişti. İşte İmâm-ı Âzam’ın İmâm-ı Âzam olması hem rüyasının tabiri hem de 13 asırlık belge ortada. Yalan söylemesi de mümkün değil çünkü 13 asır da yalan söylenmez. 13 asırdır ilim parlıyor. Dünyada İmâm-ı Âzam ilim yıldızı olarak parlamaya devam ediyor. Hiçbir zaman onu parlaklığı azalmadı, azalmayacaktır Allah’ın lütf-u keremiyle. İmâm-ı Âzam’ın mezhebi nerelere dayanır bakın. Kıymetli dostlarım, İmam bakın şöyle derdi, İmâm-ı Âzam, Kur’an-ı Kerim’de bulduğunu alırdı. Yani Kur’an-ı Kerim’in tümünü alıyor. Eğer aradığını Kur’an’da bulamazsa, sünnette arıyordu yani hadis-i şeriflerde. O zaman arayıp bulmadığını sünnete arıyordu. Eğer sünnette de bulamazsa ashâb-ı kiramın kavillerini (sözünü) araştırırdı. Rastgele almıyordu, araştırıyordu. Tam bir akademik çalışması vardı. Eğer sahabe-i kiramın kavillerinde de aradığını bulamazsa tâbiînin kavline müracaat etmezdi. Tâbiînin yaptığı gibi o da ne yapardı? İçtihat ederdi. Dikkat et. Kur’an’da, sünnette ve ashâb-ı güzînin efendim kavillerinde bulamadığı zaman içtihat ediyordu. Yoksa Kur’an’da var olduğu müddetçe, sünnette, sahabi kavillerinde var olduğu müddetçe içtihat etmezdi. Çünkü nasın olduğu yerde içtihat yoktur. Abdullah İbn-i Mübarek bakın İmam’dan şunları rivayet ediyor, diyor ki: “Eğer Peygamber Efendimizden bir hadis-i şerif gelirse başımın, gözümün üstünedir. Sahabeden bir şeyler gelirse bunlar arasına Kur’an-ı Kerim’e ve sünnette uygun olanı seçeriz. Eğer tâbiînden bir şeyler gelirse o zaman biz de varız. Bazı insanların hakkımızda reyle fetva veriyorlar, demelerine şaşarım. Eser olmadan fetva vermedim. Allah’ın kitabı, Peygamberin sünneti ve ashabın icma ettikleri meseleler hususunda kimse reyle konuşamaz. Eğer ashap arasındaki kavillerde ihtilaf varsa o zaman kitap ve sünnete en yakın olanı seçer, ihtilaf vukuunda seçme yaparız. Rey ile içtihat ancak bu ihtilaflara bilen kimseye mahsustur”. Gördünüz mü? “Reyle içtihat ancak bu ihtilafları bilen kimseye mahsustur. Kıyas edenler de bu yolu takip ederler”. İşte kıymetliler bu şekilde Abdullah İbn-i Mübarek, İmâm-ı Âzam’dan bunları rivayet etmiştir. Bu rivayetler de Hatîb-i Bağdâdî’ye aittir. Şimdi İmam-ı Müzenî diyor ki: “İmam-ı Şafiî’nin, İnsanlar kıyasta Ebû Hanîfe’nin iyali gibidir, ona muhtaçtır” dediğini işittim”. Yani İmam Şafiî Hazretleri diyor ki: “İnsanlar kıyasta İmam-ı Âzam’a muhtaçtırlar” diyor. Yani Ebû Hanîfe’nin bütün insanlar iyali, talebesi, çocukları gibidir, diyor. Çünkü bilmeyen bilenden faydalanır. Bilen, bilmeyenin hocasıdır. İmâm-ı Âzam da kıyasta dünyanın hocası olduğunu İmam-ı Şafiî Hazretleri kendisi söylüyor. Evet, yine İmam şöyle derdi: “Biz bu görüş üzereyiz. Kimseyi de bu görüşü kabule celp edemeyiz (kendimize çekemeyiz). Kimseye de bunu kabul etmeniz gerekir, demeyiz. Kimin yanında bundan daha güzeli varsa getirsin, biz onu kabul ederiz”. Bakın, İmâm-ı Âzam böyle diyor. Yani “Benim kıyasımdan daha üstünü varsa” diyor “bize onu getirsinler kabul ederiz” diyor. Ebû Hanîfe’nin ashabının tamamı ittifak halinde derler ki “Hanefi mezhebine göre zayıf hadis, kıyastan daima eftaldir”. Yani “İmâm-ı Âzam hadisleri bıraktı” diyenlere karşı da İbn-i Hazm bak bunu diyor. Ders 1:32 19-4 İbn-i Hazm, Ebû Muhammed Alî bin Hazm, bu da Endülüslü bir âlimdir ve Zahirî mezhebinin âlimlerindendir. Kıymetli dostlarımız, burada da İmâm-ı Âzam’ın hadis-i şeriflere de sıkıca bağlı olduğunu görüyoruz. Bakın, bir gün İmam kıyas yapıyordu. Başka biri bunu duydu. Olduğu yerden bağırarak “Bırakın şu kıyasları. İlk kıyas yapan İblistir” dedi. Bakın, rastgele konuşanlar o gün de vardı bugün de var. Ebû Hanîfe sesin geldiği tarafa döndü, şöyle dedi: “Yersiz konuştun. İblis yaptığı kıyasla Allah’ın emrini reddetti. Allah-u Teâlâ’nın bize kitabında bildirdiği gibi böylece kıyasıyla kafir oldu. Bizim kıyasımız Allah’ın emrine tabi olmak içindir”. Reddetmek için kıyas yapılmaz İslâm’da. Allah’ın emrine tabi olmak için kıyas yapılır. İblisinki bunun tersinedir, onu reddetmek için değildir. “Bizim kıyasımız Allah’ın kitabına, Resulünün sünnetine, sahabe ve tâbiînin muteber kavilerine sarılmak içindir. Sen nasıl oluyor da bizi Allah’ın laneti üzerine olmuş olan İblis ile müsavi (aynı) görüyorsun?” Adam dedi ki “Ben hata ettim. Tövbe ediyorum. Allah senin kalbini nurlandırmış. Benim de kalbimi nurlandırsın” dedi. Nursuzlar işte İmâm-ı Âzam’a böyle saldırıyorlar, sonra da pişman olup tövbe etmeye kalkıyorlar. Kardeşim biraz düşünsene. Nursuzlar saldırıyor İmâm-ı Âzam’a, nursuzlar, ilimsiz, irfansızlar. Sadece İmâm-ı Âzam mı? Ehl-i sünnet âlimlerine saldıranların durumu da aynıdır. Evet, İmâm-ı Âzam’ı diğer imamlardan ayıran özeliklere şimdi değinelim. Ders 1:35 ende 29:03