İslam Tarihi Ders 45
45- İslam Tarihi Ders 45
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Çok kıymetli ve muhterem efendiler,
Tarihimizden derslerimiz devam ediyor, konumuz sevgili Peygamberimizin (Aleyhissalâtu Vesselâm) atalarından Adnân b. Uded’den bahsedeceğiz ve oradan Peygamberimizin dedesi Abdulmuttalib’e kadar sırayla geleceğiz. Burada yirmi tane atasından bahsedeceğiz. O nurun peygamberlik nurunun bu sülâleden birinden öbürüne intikâl ederek Peygamberimize kadar bu nurun nasıl geldiği zaten Hz Âdem’den Hz İbrâhim’e kadar bu nur geldi. İbrâhim (Aleyhisselâm)’dan da oğlu İsmâil’e, İsmâil’in soyundan da Hz. Muhammed’e geldi bu nur intikâl ederek.
Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib’ten yukarıya doğru yirminci sırada yer alan atası Adnân’ın babası Uded, annesi de Cürhimî’lerden veya Cedis’lerden Mutâmattıra Binti Ali idi. Adnân b. Uded’e Îsâ (Aleyhisselâm)’ın muâsırı idi. Yani bu Peygamberimizin büyük dedelerinden biri olan Adnân Îsâ (Aleyhisselâm) zamanında ve o zamanda yaşamaktaydı diyor. Kendisinde Peygamberimizin nuru vardı. Evet, sevgili dostlarımız, bu mübârek nur İbrâhim (Aleyhisselâm)’ın sulbünden İsmâil (Aleyhisselâm)’a, onun sulbünden de seçkin oğul ve torunları sulblerinden Abdulmuttalib’e, ondan da Abdullah’a, Abdullah’tan da Hazreti Âmine’ye yani “Peygamberimizin Annesine” ve ondan da nurun asıl sahibi olan Peygamberimiz (Aleyhissalâtu Vesselâm)’a bu nur geldi yerini buldu yerleşti. Evet, bu Şehristânî’nin rivâyetidir, Diyarbekrî de bunu kayda almıştır.
Evet, sevgili dostlarımız, Cürhümî’ler zamanında gerek aradaki dayılık, yeğenlik ilişkisinden gerek kendilerine karşı gösterilen saygı ve kadirbilirlikten dolayı İsmâil (Aleyhisselâm)’ın oğullarından başka hiç kimse Kâbe hizmetini idâreye kalkışmadı. İdâre sırası Uded’e gelince o da bu hizmeti yerine getirdi. Kendisinin kavmi arasında şan ve şeref çok yüksekti. İsmâil oğullarından ilk kez kalemle yazı yazmayı öğrenen Uded idi. Zamanındakilere bununla da üstün gelmekteydi.
Evet, sevgili dostlarımız, bu büyük dedesi Adnân’ın babası oluyor Uded. Adnân b. Uded babasının vefâtından sonra Kâbe-i Şerif’in hizmetini üzerine alıp idâre etti. Kâbe’ye meşinden örtü örttü. Mekke hareminin yıkılan kısmı yıkılan sınır taşlarını da dikti.
Dakika 5:00
Adnân b. Uded’in oğulları; Adnân b. Uded’in oğullarının isimleri şöyledir;
Maad, Âk yani diğer adı (Hâris), Dîs, Übey, Ây, Adn, Dahhâk; Ud, Maad’ın, Âk’ın, Dîs ’in, Übey ’in, Aden’in, Dahhâk ’ın, Ud ve Ây’ın anneleri, Mehdet Bintü Lihem b. Celhab b. Cedis b. Câhir, b. İrem veya Minhat Binti Lühim b. Celid b. Tasim idi. Görüyorsunuz bu kadar soyu-sülâlesi mükemmel incelenen dünyada başka kim vardır.
Adnân Oğullarının beldelere dağılmaları ve çoğalmaları;
Adnân ’ın oğulları beldelere dağıldılar, onlardan Âk ve Dîs Yemen’e çıktılar. Âk Eş’arî’lerden bir kızla evlenip onların arasında oturduğu için Yemen’i yurt edindi. Böylece Âk ve Âk’ın çocuklarıyla Eş’arîler arasında yurt ve dil birliği hâsıl oldu. İsmâil (Aleyhisselâm)’ın torunlarından olan Adnân b. Uded’den birçok kabileler türedi. Adnân Oğullarının vatanları umûmiyet ile Necid Çölü idi, Adnân Oğullarının soyundan olan Kureyşî’ler ise hem Mekke de hem de Necid de otururlardı. Araplardan Adnân oğullarına Kahtânîler’den Selmâ ve Ecâ dağlarında oturan Tayyî’lerden başka ortaklık yapan olmadı. Sonradan Adnân oğulları Hicaz’ın Tihâme bölgesine Irak‘a, Cezîre’ye İslamiyet’ten sonra da here tarafa dağıldılar.
Evet, sevgili dostlarımız!
Peygamberimizin atalarından Maad b. Adnân;
Şimdi Adnân’dan sonraki dedesi, Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib’ten yukarı doğru on dokuzuncu sıradaki atası Maad b. Adnân’ın alnında Peygamberimizin nuru vardı. Adnân’dan sonra Maad’a geçti bu nur. Kendisi çok savaşçıydı, kiminle savaşsa mensur ve muzaffer olarak dönerdi. Maad b. Adnân Mekke hareminden ayrılmadı, yaşadığı asırda İsmâil (Aleyhisselâm)’ın çocukları içinde en şereflisi ve faziletlisi idi. Deve üzerine ilk defa semer vuran ve devenin başına boyunduruk koyup boyunduruk kayış ile yular takan kişi idi denmektedir. Maad babası Adnân’ın vefâtından sonra Kâbe-i Şerif’in hizmetlerini üzerine almıştı.
Maad b. Adnân’ın oğulları; Maad b. Adnân’ın on beş oğlu vardı. Nizâr, Kudâa, Kanas, İyâd, Kunasa, Senâm, Urf, Şek, Avf, Haydan, Hayda, Ubeydur-Rimâh ve Cüneyd, Cünâde ve birde Kuhum. Maad’ın oğullarından Nizâr ile Kudâa’nın anneleri Muâne Binti Cevşen b. Cülhime b. Amr b. Berre b. Adiyy b. Dübb b. Cürhim idi.
Dakika 10:15
Maad oğlu Kudâa’dan dolayı Ebû Kudâa künyesini taşırdı. Adnân’a mensup kabilelerin en büyüğü Maad’a dayanan kabile idi, İyâd ve Nizâr kabileleri ondan meydana gelmiştir İyâd Irak’ta yerleşti. Kendisinden bir takım oymaklar türemiştir.
Evet, sevgili dostlarımız! Peygamberimizin atalarından birisi de Nizâr b. Maad’dır. Yani sözü edilen Maad’ın oğlu Nizâr’dır. Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib’ten yukarı doğru on sekizinci sıradaki atası Nizâr b. Maad’ın alnında Peygamberimizin nuru vardı, nur ona intikâl etmişti. Nizâr doğduğu zaman babası onun alnında Peygamberimizin nurunu görünce son derece sevinmiş büyük bir kurban kesip ziyafet çekmiş, bu Nizâr için bütün bunlar bile azdır demiş bunun üzerine ismi az bir şey mânâsına gelen “Nezerden” Nizâr olmuştur. Nizâr b. Maad, zamanında hanedanının en yakışıklısı ve en akıllısı Babaoğlularının Seyyid’i ve ulu kişiydi. Kendisi Mekke’de otururdu. Maad Kâbe’nin icâbe perdedarlık vazifesini Nizâr’a vermişti. Peygamberlik servet ve hilâfet Nizâr ‘ın soyundan gelenler de bulunmuştur.
Nizâr ‘ın oğulları; Mudâr, Rebîa, Envâr, İyâd bunlar oğullarıdır.
Mudâr ile İyâd ’ın anneleri, Sevde Binti Âk b. Adnân veya Habîyye Binti Âk b. Adnân idi.
Rebîa ile Envâr ’ın anneleri ise, Şukaykâ Binti Âk b. Adnân veya Cum’â Binti Âk b. Adnân veya Hüdâle Binti Vâlân b. Cevşen b. Cülhime b. Âmir b. Adiyy b. Dübb b. Cürhüm idi.
Nizâr ‘ın mallarını oğullarına bölüştürülüşü, bölüştürme şekli;
Belâzü’nin Abbâs b. Hişâm’dan onun da babasından, onun da dedesinden, dedesinin de Muâviye b. Emiret-ül-Kindî’den, onunda İbn-i Abbâs’tan rivâyetine göre (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn);
Nizâr b. Maad öleceği sırada oğulları Mudâr, Rebîa, İyâd ve Envâr’ı yanına çağırdı. Mallarını aralarında bölüşmelerini vasiyet etti ve Mudâr ’ın elini tuttu, onu kırmızı deriden çadırının içine sokup: “Bu kırmızı çadır ve renkçe ona benzeyen mallarım Mudâr’ındır yani senindir” dedi Mudâr’a. Bunun için ona Mudâr’ül-Hamrâ ismi verildi. Nizâr bundan sonra Rebîa’nın elini tuttu: “Çift direkli şu karacadır, karadullu at ve renkçe ona benzeyen mallarımda Rebîa’nındır” yani senindir dedi Rebîa’ya. Bunun için ona Rebîat’ül-Ferez ismi verildi.
Dakika 15:00
Nizâr, kırçıl saçlı kadın kölesini çağırdı ve İyâd ‘ın elini tuttu: “Bu kadın köle ve renkçe ona benzeyen mallarım da İyâd’ındır senindir” dedi. Koyunlardan kırçıl, kısa bacaklı ver çirkin yüzleri İyâd aldı. Bunun için kendisine İyâd’üş-Şevtâ vel-Berkâ ismi verildi. Evet, sevgili dostlarımız, Nizâr bundan sonra Envâr ‘ın elini tuttu: “Şu hımar, şu on bin dirhem gümüş para ve meclis, arâzî ve renkçe ona benzeyen mallarımda Envâr’ındır”. Yani Envâr’a bunlar da senindir dedi. Onun için Envâr’a Envâr’ül-Himâr denildi.
Nizâr ’ın oğullarına son vasiyeti ve vefâtı;
Nizâr oğullarına bu taksim içinde bir güçlükle karşılaşır anlaşmazlığa düşerseniz Efî b. Efîyyü’l-Cürhimi’ye başvurunuz. Kendisi Necrân kralıdır, o râzı olacağınız şekilde aranızda bölüştürme yapar dedi ve çok geçmeden vefât etti. Nizâr b. Maad’ın kabri Zâtü’l-Ceyş’tedir, Zatü’l-Çeyş Zülhuleyfe’ye yedi mil uzaklıktadır. Nizâr ‘ın oğlu ve Rebîa’nın kabri de oradadır.
Nizâr ‘ın oğullarının Efî’ye başvurmaları, yani Kral’a gitmeleri Necrân Kral’ına;
Nizâr ‘ın oğulları malların taksiminden anlaşmazlığa düşünce işlerini Efîyyü’l-Cürhimî’ye arz ile hallettirmek zorunda kaldılar. Efî Arap hâkimlerindendi. Nizâr ‘ın oğulları hayvanlarına binip yola çıktılar bir gün bir gece gittiler Necrân’a yaklaştıkları sırada Mudâr otu henüz yayılmış bulunan bir otlak görüp bu otlakta yayılmış olan devenin muhakkak bir gözü kördür dedi. Rebîa, hem de o aksaktır dedi. İyâd, onun kuyruğu da kesiktir dedi. Yani bir deve gitmiş oradan ama o devenin bakın bu vasıflarını bu Nizâr ‘ın oğulları bu şekil tespit ediyorlar. Envâr da hem de o ürkmüş, kaçmıştır dedi. Çok geçmeden hayvanın üzerinde bir adama rastladılar.
Adam: “Şuradan size doğru gelen yitik bir deve gördünüz mü?” diye sordu.
Mudâr: “Onun bir gözü kör mü idi?” dedi. Adam:
“Evet, dedi.
Rebîa: “O aksak mıydı?” diye sordu. Adam:
“Evet, dedi.
İyâd: “Onun kuyruğu kesik miydi?” diye sordu. Adam:
“Evet, dedi.
Envâr: “O ürkmüş, kaçmış mıydı?” diye sordu. Adam:
“Evet, vallâhi bunlar benim devemin sıfatlarıdır vallâhi siz benim devemin yerini biliyorsunuzdur. Devem nerededir, onu bana gösteriniz?” dedi.
Nizâr ‘ın oğulları: “Vallâhi bizim senin devenden ne bir sezgimiz ne de onu görmüşlüğümüz var, biz onu görmedik” dediler. Yalnız devenin gidiş şeklinde onlar bu vasıflarını tespit ettiler.
Adam: “Deve muhakkak sizin elinizin altındadır. Çünkü onun vasıflarından hiçbirinde yanılmadınız” dedi.
Nizâr ‘ın oğulları: “Biz senin deveni görmedik” dediler. Fakat adam:
“Sizler devemi sıfatlarıyla tavsif edip dururken onu görmediğiniz hakkındaki sözünüzde sizi nasıl doğrulayabilirim, inanabilirim? dedi.
Dakika 20:17
Necrân ’da varacakları yere kadar onların arkalarını bırakmadı. Nizâr ‘ın oğulları Efî’nin kapısında develerini ıhdırıp çöktürdüler ve izin alıp içeri girdiler. Adam kapının arkasından:
“Ey Kral! Bu kişiler devemi aldılar sonra da onu görmedik diye yemin ettiler, devem muhakkak bunlardadır. Bana devemin sıfatlarını saydılar sonra da onu görmedik dediler” diyerek seslendi. Efî( yani Kral) adamı içeri çağırdı kendisine:
“Sen ne diyorsun?” diye sordu. Adam:
“Ey kral! Bunlar benim devemi götürdüler devam bunlardadır” dedi. Efî Nizâr ‘ın oğullarına:
“Siz buna karşı ne diyorsunuz, deveyi hiç görmeden onu nasıl dosdoğru tarif ve tavsif edebildiniz?” diye sordu. Kralda sordu. Nizâr ‘ın oğulları:
“Sana gelmek üzere yaptığımız bu yolculuğumuzda bir deve izi görmüştük” dediler.
Mudâr: “Ben devenin bir tarafındaki otları yayılıp öbür tarafı otlarını bıraktığı görünce, onun bir gözünün sağlam, öbür gözünün kör olduğunu anladım” dedi. Deveyi görmedi ama yayılış şeklinden onun kör olduğunu tespit ediyor. Bak, firâset ve akıl burada mükemmel.
Rebîa: “Bende devenin ayaklarından birinin izinin sabit ve pek basılı, öbür izinin ise bozuk ve silik olduğunu gördüm. Bundan onun bir tarafına iyice basamadığını, topalladığını anladım” dedi. Deveyi görmeden o da bunu tespit ediyor.
İyâd: “Devenin tersinin yerde toplu bir hâlde bulunuşundan kuyruğunun kesik olduğunu anladım. Eğer böyle olmasaydı terslerken kuyruğunu iki tarafa sallar tersi yere dağınık bir hâlde düşmüş bulunurdu” dedi.
Envâr: “Bende devenin ürkmüş, kaçmış olduğunu sık ve bol otlu yerde yayıldıktan sonra daha otlu yere geçeceği, ilerleyeceği yerde en otsuz bir yere geçivermesinden anladım ki bu deve kaçak olduğunu.” Efî devenin sahibine:
“Bunlar senin devenin izine rastladıkları hakkında sözlerinde doğrudurlar. Deveni ellerinde bulunduruyor değillerdir bunlar deveyi görmemişler. Ama izinden onun bu durumundan bu tespitleri yapmışlar. Sen deveni aramaya devam et” dedi Kral o adama. Sonrada Nizâr ‘ın oğullarına:
“Sizler kimlersiniz?” diye sordu. Nizâr ‘ın oğulları kendilerini tanıtınca Efî yani Kral:
“Hoş geldiniz dedi. Dileğiniz nedir?” diye sordu. Nizâr ‘ın oğulları hadiseyi anlattılar.
Efî: “Sizlerde gördüğüm isâbetli görüşlülük, ileri görüşlü firâsetli bir kimse olarak ben sizi gördüm. Ululuk ve sağlam akıllılık varken bana başvurmaya ne için ihtiyaç duydunuz?” diye sordu.
Nizâr ‘ın oğulları: “Babamız böyle yapmamızı bize emrettiği dediler. Efî, Nizâr oğullarının misafirhaneye götürülüp hizmet ve ikrâmının en üstünden derecesinde hizmet ve ikrâmda bulunulmak sûretiyle ağırlanmalarını hizmetlilerine emretti, bunları mükemmel ağırlayın dedi.
Dakika 25:10
Sonrada vasıflı hizmetlilerinden nezâketli edepli bir hizmetlisine bak onların ağızlarından çıkan her kelimeyi bana ulaştır diye de tembih etti gizlice. Çünkü bunlar boş konuşacak kimseler değil bunlar değerli kişiler dedi kral hizmetlisine. Nizâr ‘ın oğulları misafirhâneye yerleştiler, kâhya onlara tahta çanak içinde bal getirdi yediler ve “Biz bundan daha iyi, daha güzel, daha nefis bir bal görmedik” dediler.
İyâd: “Doğru söylüyorsunuz keşke bal arısı onu bir cebbârın mütegallibenin başına bırakmamış olsaydı” dedi. Dikkat edin şimdi! Arı’nın o balı nerede yaptığını İyâd tespit etti. Uşak bu sözü hemen ezberledi içine attı ezberine aldı (yani o hizmetli).
Sabah yemekleri olarak koyun kebabı getirildi, yediler. “Biz eti bundan daha iyi, daha yumuşak, daha semiz koyun kebabı görmedik” dediler. Envâr dedi ki:
“Doğru söylüyorsun keşke kebap edilen koyun köpek sütü ile beslenmemiş olsaydı” dedi. Dikkat edin firâsete, kerâmete bakın! Sonra onlara içki getirdiler, içkiyi içtikleri zaman biz bundan daha doğru, daha güzel, daha saf, daha güzel kokulu bir meşrubat görmedik” dediler.
Rebîa: “Doğruya söylüyorsun keşke bu meşrubatın asması yani (üzüm asması) kabir üzerinde yani (mezar üzerinde) bitmiş olmasaydı” dedi. Şu firâsete bakın! “Sonra da biz konuklara buradan daha ikrâmlı bir yer, nimeti bu Kral’dan daha bol bir kimse görmedik” dediler. Dikkat edin şimdi ne diyecekler;
“Bu da doğru söylüyorsunuz keşke o adını taşıdığı babasından başkasının oğlu olmasaydı” dedi. Yani bu Kral kendi babasının kim olduğunu bilmiyor dedi ve başka bir babaya baba diyor.
İyâd: “Ben bugünkü gibi iyi ekmek görmedim. Keşke onu hayızlı kadın yoğurmasaydı onun ununu, hamurunu” dedi. Bunlar birer birer firâset nuru ile tespit edilen meseleler.
Envâr: “Ben bugünkü gibi işimize en yararlı hiçbir söz görmedim” dedi. O hizmetli Nizâr ‘ın oğullarından dinlediği bütün bu sözlere gidip Efî’ye yani Kral’a haber verdi.
Efî, Nizâr oğullarının söylediklerini işitince şaşırdı hemen anasının yanına vardı. “Sana ant veriyorum (yemin veriyorum) benim kim olduğumu ve babamın kim olduğunu bana haber vereceksin!” dedi annesine. Annesi:
“Ey oğulcuğum, sen benim bunu söylemeye ne için dâvet ediyorsun? Sen büyük Kral Efî’nin oğlusundur” dedi. Efî işin doğrusunu söylemesi için ısrâr edince annesi:
“Ey oğulcuğum! Baban Efî çok yaşlanmıştı bu Krallığın biz ev halkından başkalarına gitmesinden korktum. Bize hükümdarlığın oğullarından bir genç gelmişti kralların oğullarından bir genç gelmişti, onu kendime dâvet ettim onunla nikâhlandım ondan sana gebe kaldım” dedi.
Dakika 30:40
Efî kâhyasına: “Şu kişilere gönderdiğin bal hakkında bana bilgi ver” dedi. Kâhya:
“Bal arısı oğlu bulunduğunu haber alınca kovandan bal alıcı kimseleri gönderdim, orada kuru bir kafanın burun deliğinden içine hücum edip dolduklarını bana bildirdiler. İşte çanak içindeki bal o kafa kemiğine giren arıların balıdır. Onun gibi iyi bir bal görmediğim için bende onu o konuklara gönderdim” dedi. Görüyorsunuz arılar bir zâlimin kafa kemiğinin içine bal yapmışlar.
Efî aşçıyı getirtip: “Şu konuk kişilere kebap yaptığın koyunun aslı nedir?” diye sordu. Aşçı, çobana:
“Yanındaki koyunun en güzelini en iyisini bana göndermesi için haber saldım, o da bana bunu gönderdi. Kendisine koyun hakkında bir şey sormadım” dedi. Bunun üzerine Efî yani (hükümdar) çobana:
“Şu koyunun haberini bana bildir?” diye haber saldı. Çoban:
“O, ilk yılda koyunumdan ilk doğan bir koyundur onun anası öldü kendisi kaldı. Benim dişi bir köpeğim vardı kuzuyu köpeği enikleri ile birlikte emzirmeye alıştırdım, köpek onu yavruları ile birlikte emzirdi koyunlarım içinde onun bir benzerini bulamadım” dedi.
Efî, içkiyi (yani meşrubatı) yapan aşçıyı getirtti. Ona da şu konuk kişilere içirmiş olduğun meşrubatın aslı nedir?” diye sordu. O meşrubatı hazırlayan meşrubat başkanı:
“Senin babanın kabrine diktiğim üzüm asmasındandır ki onun içkisinin (yani meşrubatının) Arap diyârında benzeri yoktur” dedi.
Efî, böylece yaptığı soruşturmalar sonucunda Nizâr oğullarının tahminlerinin doğru çıktığını görünce bunlara nasıl anladıklarını kendilerine sordu. Onlarda bakın meşrubatın kabir üzerinde biten asmadan olduğunu, içeni susatmasından hüzün ve kedere boğmasından anladıklarını söylediler. Bakın kabir üzerindeki bir asmanın üzümünden veya onun şırasından, meşrubatından içeni susatmasından, hüzün ve kedere boğmasından anladıklarını söylediler.
Peki, koyun kebabının durumunu sordu: Koyunun köpek sütü ile beslendiğini ve koyun vesâir hayvanların etlerinde yağın et üzerinde, köpeklerde ise bunun aksi olup koyun kebabında köpeklerinkine uygunluk ve aynı zamanda köpek kokusu bulunmasından anladıklarını söylediler.
Dakika 35:05
Kralın babasının başka bir adam olmasını ise; Babasının konukları ile birlikte yemek yeme âdetine oğlunun uymamasından anladılar. Ekmek hamurunun hayızlı kadın tarafından yoğurulmuş olduğunu da ekmeğin yemek içinde gevşemesi, yumuşaması ve kabarıp ufalanmasından anladıklarından söylediler ki hayızın iç gevşekliğini iş gevşekliğine yol açacağını ve bu hâlde ekmek hamurunun gereği gibi yoğurulup özleştirilemeyeceğini ve özsüz hamurdan yapılan ekmeğin ise yemek içinde gevşeyeceğini, kabaracağını, ufalacağını anlatmak istediler. Şu bilgilere bakın!
Evet, sevgili dostlarımız, işte görüyorsunuz bu Peygamberimizin dedesi Nizâr ‘ın çocukları bu bilgileri ile donatılmış olan.
Efî’nin mîras hakkındaki kararı;
Bundan sonra Efî yani hükümdar Nizâr oğullarının yanına varıp: “Bana hâl ettirmek istediğiniz işinizi anlatınız bakayım” dedi. İyâd:
“Babam bana kırçıl saçlı, kadın köleyi ve renkçe malından ona benzeyenleri tahsis etti dedi. Yani hükümdar dedi ki Efî: Kırçıl saçlı köle kadına renkte renkçe benzeyen şeyler İyâd’ındır. Baban sana benekli davarları bırakmıştır” dedi. Bunlarla çobanları ve kırçıl saçlı köle kadın senindir dedi. Nizâr ‘ın İyâd’a âsâsını ve elbisesini verdiği de rivâyet edilmiştir.
Evet, sevgili dostlarımız!
Envâr diğer oğlu: “Babam bana on bin dirhem gümüş para ile meclisi ve malından ona benzeyenleri tahsis etti” dedi. Efî (yani hükümdar):
“Babanın sana bıraktığı gümüş paralar ekinler ve arâzî senindir” dedi. Nizâr ‘ın gümüş paralarının, merkebinin ve beyaz koyunlarının Envâr’a verilmesine hükmetti.
Rebîa diğer oğlu: “Baban bana kara at ile kara çadırı ve malından renkçe bunlara benzeyenleri tahsis” etti dedi. Efî (yani hükümdar):
“Baban sana kara atı ve silahı bırakmıştır, bunlarla kölelerde senindir” dedi. Renkçe kara çadıra benzeyen şeyler, kara atlar Rebîa’nındır” dedi. Bütün kara develer, kara kuzu ve oğlaklarla iki kara köle Rebîa’nın oldu.
Mudar’da: “Babam bana kırmızı deriden çadır ile malından renkçe ona benzeyenleri tahsis etti” dedi. Hükümdar yani Efî:
“ Baban sana kırmızı çadır ile kırmızı deveyi malından renkçe ona benzeyenleri bırakmıştır. Babanızın mallarından kırmızı deri çadıra benzeyen şeyler Mudar’ındır” dedi. Kırmızı deve, kırmızı çadır, Nizâr’a ait altın paralar Mudar’ın oldu. Nizâr’dan Rebîa ve Mudar kabileleri meydana gelmiş, Rebîa kabilesi Irak’ta yerleşmiştir. Dubaya, Esed, Anaze, Cedile, Nemr, Tâlib, Nekîr b. Vaîl gibi kabilelerde Rebîa kabilesinden meydana gelmiştir.
Evet, sevgili dostlarımız, İnşâ’Allah’u Teâlâ Peygamberimizin Adnân’dan Ebû Tâlib’e kadar ki dedeleri hakkında sizlere bilgi vererek dersimiz devam edecektir, bir sonraki dersimizde bunlarla ilgilidir İnşâ’Allah’u Teâlâ.
Dakika 40:40