İslam Tarihi Ders 57
57- İslam Tarihi Ders 57
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,
Dersimiz “Tarih Külliyâtıyla” devam ederken konumuz Ebrehe’nin yaptırdığı Kulleys kilisesinin akîbeti hakkında bilgi edinmeye çalışacağız. Tabii Kâbe-i Şerif’i yıkmak Kulleys kilisesine insanlığı oraya çevirmek niyetinde olan Ebrehe’nin ordusunun başına gelenlere gördük duyduk.
Şimdide Kulleys kilisesinin akîbeti hakkında:
Ebrehe, İlâhî azâba uğrayarak Allah’ın hışmına çarpılarak geberip gidince, Yemen’deki Habeşîler, darmadağın oldular. Yemen toplumu, Kulleys ‘in içinde bulunan ve (Küayb ile Karısı) dedikleri altmışar arşın boylu iki kuru ağaç putundan korkarak Kulleys ‘in içindeki sayısız altın, gümüş âletlerle pek çok kıymetli şeylerden, kantarlarla mallardan her hangi bir şeyi almaya kâdir olamadılar. İşte bâtıl inançlar böyledir. Allah’tan korkmayı bilmezler ama putlardan korkarlar, tâğutlardan korkarlar, korkulmayacak her şeyden korkarlar, korkulacak olan Allah’tan korkmayı bilmezler. Bâtıl inançlar böyledir, ama İslam inancı Allah korkusu Allah sevgisi asildir, öbürleri ise sadece Allah içindir. Böyle olmasa hiçbiri meşrû değildir.
Kulleys ‘in çevresini vahşi, yırtıcı hayvanlar ve zehirli yılanlar sardı. Hiç kimse, Kulleys ‘in onarımı ile de, meşgul olamadı. Yani artık virâne oldu, yılan çıyanların mekânı oldu. Abbasî Halîfe’lerinin ilki olan Ebûl’Abbâs Seffâh (132 Hicrî) de zamanına o zamana kadar ki veya Abbasî Halîfe’lerinin ikincisi olan Ebû Câfer’ül‘ Mansur (136 Hicrî)’ye kadar, Abbâs b. Rebi‘, b. Abdullah-ül‘ Hârisî’yi Yemen’e Vâlî olarak gönderinceye kadar, Kulleys kilisesi, bulunduğu hâl üzere kaldı. (Virâne hâlde). Abbâs b. Rebî’ye yani (Yemen Vâlî’sine) veya Seffâh’a, Kulleys ‘in yıkılmasından ve içindeki altın ve gümüşlerden bahsedildi ve bunun önemi, onun gözünde büyütülüp: „Sen, bu kiliseden, muhakkak, pek çok mal ve hazîne elde edersin!“ denildi! Vâlî’nin gönlü, Kulleys’i yıkıp içindekileri almaya meyil etmekle berâber, Vehb b. Münebbih ‘in oğlunu yanına çağırarak yıkım işini ona danıştı ve Yemenlilerden birçoklarının; câhiliyet devri insanlarının Küayb ile teberrük ettiklerini ve Küayb’ ın, onlarla konuşup hoşlarına giden, gitmeyen bir takım şeyleri, kendilerine haber verdiğini ileri sürerek Kulleys’i yıkmamaklığını, bana işaret ettiler.“ dedi.
Dakika 5:40
İbn-i Vehb „Sana, bu söylenenlerin hepsi, bâtıl ve boştur. Küayb, ancak câhiliye devri putlarından bir puttur. Câhiliye devri insanları, onunla iptilâya uğratılmışlardır. Sen, yıkıcıları, Kulleys ‘in üzerine çıkar. Yanlarında da, davul ve zurna çaldır. Kulleys’i, yıkmaya başlamalarını, yıkıcılara emret! Çünkü davul ve zurna, onları neşelendirir ve hoşlandırır Kulleys, yıkılınca, senin eline hem çok mal geçer, hem sevap kazanırsın, hem de, Habeşlilerin yaptırmış olduğu bu binanın adını, kavminin dilinden, silmiş, anısına son vermiş olursun!“ dedi. Ey Haçlı zihniyeti bunlardan ibret alın! O zaman, San’â’da bir Yahûdî Bilgin’i bulunuyordu. Bu bilgin, daha önce Vâlî’nin yanına gelerek, ona: „Bir Hükümdar, Kulleys’i yıkacak, sonra da, Yemen’e kırk yıl hükmedecek!“ demişti. O Bilgin’inin, bu sözüyle, İbn. Vehb ‘in tavsiyesi, aynı noktada birleşince, Abbâs b. Rebî‘, Kulleys’i yıkmaya karar verdi. Bir görgü tanığından „Ben, Abbâs b. Rebî’nin, Kulleys’i yıktığını ve ondan, pek çok mal elde ettiğini, sonra da, San’â halkının, Kulleys ‘in etrafında dolaşarak düşmüş altın ve gümüş parçalarını topladıklarını gördüm…‘ dediği rivâyet edilir. Kulleys ‘in taşları, birer birer sökülüp yıkıldı ve hiç bir eseri bırakılmadı. Böylece, onun haberi de, kesilmiş oldu. Çünkü içerisi hazîneler ile doluydu. İşte bâtıl inançlar içlerini ibadethanelerin içini-dışını süsle, cilayla, putlarla, şirkle doldururlar onun adını da ibadet ve inanç îmân zannederler ve uydurma bir dini de din zannederler. Ey dünya bu yanlışlardan paçanızı kurtarın! Ey Haçlı zihniyeti bu yanlışlardan vazgeçin! Çünkü Yüce İslam ezelî-ebedî bütün hakîkatleri bünyesinde toplamıştır. Onun için artık bâtıl inançlardan vazgeçmeli hak ve hakîkat olan Yüce İslam dinine iyiden iyiye bağlanmalı iyi bir Müslüman olmalıdır. Dünyanın yapacağı şey budur.
Dakika 10:10
Ey dünyanın aklım var diyen ne kadar bilim adamları, âmirler, me’murlar, ümerâlar, ulemâ’lar ey bunlara tâbî aklınızı kullanın! Yüce Allah İslam ile bütün insanlığı Cennet-i Âlâ ‘ya çağırıyor İslam ile çağırıyor. İslam’ın dışında hiçbir hak din dünyada yoktur. Hak din sadece Allah katında İslam’dır. Onun için İslam ile cennete çağırıyor. İslam’ın kendisi ve içeriği Cennet-i Âlâ’dır dünyada da ukbâda da, İslam’ın dışı cehennemdir. Biz hatırlatıyoruz ama irâde senin özgür irâdenle seve seve Müslüman olmadıkça kimsenin Müslümanlığı da kabul değil bunu da söyleyeyim. Hele zorbalıkla zor kullanarak birinin Müslüman olması bir mânâ ifâde etmez, hiç bir değer taşımaz. Onun için kişi severek Müslüman olacaktır. Çünkü İslam Allah’ın kânûn ve kurallarıdır. İslam başkasının kânûn ve kuralları değildir. İslam Yüce Allah’ın kânûn ve kurallarının adıdır. İslam’da İslam’ın başı Allah’tır ve bütün emir ve kânûnlar Allah’ındır, Müslümanlar ise Allah’ın emrinde kulluk yaparlar. Kulluğu sadece Allah’a yapar Müslüman. Kula kulluk yok, Allah’tan başkasına kulluk yok. (اِيَّاكَ نَعْبُدُ) Ey dünya! Bak mesaj veriliyor. (اِيَّاكَ نَعْبُدُ) “Biz, biz” diyor. Gel bu bizin içine sende gir de “Biz, biz ancak ve ancak Allah’ım Sana kulluk ederiz” diyor. Ey dünya bu “bizim” içine sende gir! Bak “ben” demiyor “biz, biz” diyor. Îmân tek bir millettir, hakîkat tek bir millettir, dalâlet küfürde- şirkte tek bir millettir. Bak burada îmân ve onun ilkelerinde bir bütün olan bütün Müslümanlar burada “biz” demek zorundalar. “Biz, biz ancak Allah’ım Sana kulluk ederiz”. Ey âlemlerin Rabbisi olan Allah! Her türlü övme-övülme hakkı hamdüsenâ Sana mahsustur. Rahmân Sensin, Rahim Sensin, o Mahkeme-i Kübrâ’nın eşsiz muktedir hükümdarı Sensin. Dedikten sonra: (اِيَّاكَ نَعْبُدُ) diyor. “Biz, biz ancak Sana kulluk ederiz”. “Yine biz, biz (وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ) “Her türlü yardımı Senden isteriz.” Yine “biz” diyor bak! Ey İslam âlemi! Allah’u Teâlâ seni bir bütün olarak “biz” olarak ifâde ediyor, sen paramparça oluyorsun. Ey İslam âlemi aklını başına al! Allah ne derse onun tersini yaparsan sende de Müslümanlık diye bir şey kalmaz. Allah’ın dediğini yap Allah’ın dediğini, itaat et isyân etme! Burada birlik-berâberlik asıl itaatin merkezini oluşturuyor.
Dakika 15:20
Onun için Müslümanlar bu kapıdan İslam dairesinin içerisine o kapıdan İslam kapısından içeri girerken “Lâ İlâhe İllallah Muhammedür Rasûlullah” “Eşhedü Enlâ İlâhe İllallah ve Eşhedü Enne Muhammeden Abduhû ve Rasûlühü”. Bu kapıdan bunlarla kelime-i şehâdet ve tevhîd ile giriliyor. ” dönüşüyor. “Eşhedü” diyenler artık Neşhedü Enlâ İlâhe İllallah” “-Biz, biz şehâdet ederiz ki Allah’tan başka ilâh yok, biz şehâdet ederiz ki Hazreti Muhammed Allah’ın en büyük kulu, en büyük Peygamberi ve biz şehâdet ederiz ki Hazreti Muhammed’e inzâl edilen İslam adına ne varsa biz onların tamamını dilimiz ile ikrâr kalbimizle tasdik eyledik.” Gel bu îmânla o İslam cemaatinin içine girer artık “ben” yok “biz” var. Böyle olmasaydı bir imamın peşinde binlerce cemaat namaz kılar mıydı? Herkes tek başına bir cemaat olurdu. Tek başına namazları kılınırken o “biz” diyen İslam toplumunun içine o anda bedensel olarak ulaşamadığı içindir, yoksa kalbi-ruhu yine onun içerisindedir. Dağda-taşta bağda her yerde yalnızda namaz kılınır ama onun kalbi-ruhu o toplumun içindedir. Maddî-manevî varlığı o toplumun içindedir. O ayrılık değil, o toplumun içine hazırlık yapmak için bir çalışma gayreti ve şartlara göre hazırlıktır yine o birliğin içinde çalışmanın bir parçasıdır. Ayrılık değil. Ey Müslümanlar aklınızı başınıza alın birleşin! Maddî ve manevî bütün kuvvetlerinizi bir arada birleştirin, bir olun bütün olun. Yüce Allah bunu emrediyor. Böyle yaparsanız yeryüzünde İslam ordularına Allah’ın ordularıyla Allah’ın yardımı her zaman senin yanındadır. Allah’ın orduları Bedir’de kimin yanındaydı? Dünyanın Arabistan’ın en güçlü ordusu ve Bedir’de şirk ordusu, küfür ordusu İslam’ı yok etmek için gelmişti Bedir’e. Allah’ın orduları gelmedi mi Bedir’de? Müslümanların o zaman ne silahı var ne askeri var; 310 kişi hattâ 305 kişi olduğu bile söyleniyor. Bunun da kiminin zaten çoğunun kılıcı yok, askeri malzemesi yok ve o günkü vâsıtalar yok. Birkaç tane deveye sırayla nöbetleşe binerek geldiler Bedir Savaşı’na, başlarında Hz. Muhammed var (Aleyhissalâtu Vesselâm). O, 300 kişilik kimisi yaşlı, silahsız, araçsız, gereçsiz geldiler. Yok, daha İslam yeni diriliyor, ama İslam doğarken gâvur İslam’ı öldürmek, yok etmek istiyor. Zaten o ana kadar Müslümanlar ne çileler çektiler ne zulümlere uğradılar hicret ettiler vatanlarını, evlerini-barklarını, mallarını-mülklerini bıraktılar her biri bir tarafta Muhâcir olarak çektiler gittiler. İşte Medineli Ensâr, Müslümanları bağrına bastı ve Hz Muhammed’i de oraya dâvet ettiler ve Medine’de ilk askerimiz o kadar teşekkür edebildi.
Dakika 21:15
Bedir Savaşı’na biz böyle gittik, Allah’ın orduları geldi, Allah’ın askerleri geldi. O, 300 kişi her birisi aslanlar gibi savaştı, Yüce Allah her birine bir aslandan daha aslan güç ve kuvvet verdi ve şirkin, küfrün, zulmün kellesi kesildi bedir kuyusuna dolduruldu koca gâvurlar. Evet, bütün savaşlarımızda Allah’ın yardımı her zaman yanımızdadır. Kudret-kuvvet hep Allah’tadır ve Allah’tandır. “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l aliyyi’l-azîm” diye okumuyor musun? İşte bunlar burada anlatılıyor.
(وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ)
“Fensurnâ alel kavmiz-zâlimin vel-münâfıkun vel-müşrikin”
“Allâhümme izzimhüm ve zelzilhüm Allâhümme kâtilil kefarate mine’llezine ütül kitâb, Allâhümme kâtilil kefaratellezine yükezzîbune rusulek ve yesuddüna an sebilik, Allâhümmecala aleyhim izzeke ve azâbek.”
فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
وَلِلَّهِ جُنُودُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا
İzzet Allah’ta, Peygamberde ve mü’minlerdedir. İzzet Allah’ta, Peygamberde ve mü’minlerdedir. İzzet üstünlüktür, İslam üstünlüktür. Yüce Allah İslam’ı bütün bâtıl inançların üzerine gönderdi ki onu İslam’ın üstünlüğünü bütün âlemlere göstermek için. Ey Müslüman dininin kıymetini bil iyi Müslüman ol! Müslümanlara tavsiyemiz bu saçma-sapan, yarım- yamalak, gâfil ve câhil Müslümanlıktan kurtarın kendinizi! Gerçek Müslüman olmak için çırpının, çalışın! Adam, Fatihâ’yı Şerif’in mânâsını bilmeden emekli oluyor. İmamlarımıza söylüyorum bunu. Bunlardan imam cemaat olmaz. Ey ilgililer yetkililer! Ehliyetli kadroların eline verin bu İslam dinini.
Dakika 25:15
Müftünüzü gerçek müftü, vaizinizi gerçek vaiz, imâmlarınızı gerçek imam yapın! Kur’an-ı Kerim’in içini-dışına çevirecek içini-dışına çevirip açıklayabilecek imamları imam yapın, müftüleri müftü yapın, vaizleri vaiz yapın! Müezzinleri ona göre müezzin yapın! Bu kadroyu İslam dinini bilirkişileri ehliyetli kişilerin eline verin ki sahtelerden bu Müslümanlar kurtulsun. Sahtekârlardan, hâinlerden, sapıklardan, Ehl-i bid’at ’tan Müslümanları kurtarın! Elhâm’ın yarısını doğru okuyamayan insanları sen imam yaparsan, müftü yaparsan, vaiz yaparsan aşırı uçlar ne yapıyor? O boşluğu işte başkaları doldurmaya çalışıyor. O zaman da şu çıktı, bu çıktı diye dert yanıyorsunuz. Bunu yapan sizsiniz. Ehliyetli kadroları yetiştirmeyen bir sistem yanlışı üretir, yanlışı ettiği müddetçe de orada ehliyet aranmaz, ehliyeti olmadığı yerde başıbozukluk ortaya çıkar. Bir de bu işin içine torpiller siyaset girdiği zaman ne oluyor? Bu benim adamım, öteki senin adamın derken ehliyet sizlerle dolduruyorsunuz ortalığı. O zaman ne yapıyor? Kargaşa çıkıyor. O zaman askeri, polisi devreye soracaksın, hâkimi devreye sokacaksın. Bununla bu iş hâllolmaz. Askerle, polisle, yargıyla bu işler hâllolmaz. Bu işi ehliyetli kadrolara verirseniz işi halledersiniz. Hâkimde aynı, askerde aynı, öteki de aynı, onları da sen eğer o şekilde ehliyetsiz olarak oralara getirmişsen onlarla taraf tutacaklardır. İdeolojik hareketler hakkın hakîkatin önüne geçecektir. Hakkın hakîkatin önüne geçilen yerde hakîkatten bahsedilmez, ehliyetten bahsedilmez, liyâkatten bahsedilmez. Adam, yaşantısı küfür, şirk, nifâk adam adâletten bahsediyor, liyâkatten bahsediyor. Niye? Kimi kandırırsa ona kâr diyor. Ehliyet, liyâkat öyle ucuz bir şey değil ki. Yüce Kur’an’ı, Yüce İslam’ı en iyi şekilde İlmel yakîn bir defa onu ilmini ele geçireceksin bir de bunu ahlâkınla, amelinle, adâletin ile ispat edeceksin. Sen Müslümanların mahallesinde salyangoz satmaya kalkarsan, dini de dinsizin eline verirsen orada ne ehliyet kalır ne liyâkat kalır. Kötülerin taraftar bulduğu yerde iyiler rahatsız olur her tarafı dikene döner. Nitekim bu Müslümanlar bu hâli dünyanın her yerinde az veya çok yaşamaktadırlar bunun bir asırdır dünya bunun şahididir. Evet, işin görülsün diye namazsız, abdestsiz, taharetsiz sarhoşlara görevlerin verildiğini berduşlara, hırsızlara görevlerin verildiğini biz iyi biliyoruz.
Dakika 30:10
Böyle bir sistemin içinde hangi iyilikten, hangi doğruluktan, hangi dürüstlükten bahsediyorsunuz? Ey yetkililer, sistemi düzeltin hakka ayarlayın! Hak ve hakîkate, adâletin üstünlüğüne, ehliyet ve liyâkate ayarlayın! İşte o zaman herkes memnun olur ortalık düzelir kimseye kimseden şikâyetçi de olmaz. Sadece ortada hakîkat yarışıcı, hayırda yarış başlar, ilimde-irfânda bir yarış başlar. Bunu başlatın bu temelleri atın ve yerleştirin. Temelde sarsılma var bu sarsıntıyı giderin, işleri düzeltin. Herkes gücü kadar doğruya çalışırsa ve doğruyu yapmak isteyenlere de yardımcı olunursa bu işler düzelir. Evet, sevgili dostlarımız, derler ya hepimizin derdi birimizin, birimizin derdi de hepimizin de onun için böyle konuşuyoruz.
Evet, şimdi de sevgili dostlarımız, Kâbe-i Şerif’i yıkmaya gelen bir de Ebrehe’den başka Tübba’lar da var. Şimdi o Tübba’lardan da biraz bahsedelim;
Ebrehe, Kâbe’yi yıkmaya kalkışan Yemen Krallarının ilki değildi. Ondan önceki asırlarda da, buna cüret edenler olmuştu. Ezrakî’nin, İbn-i İshâk’dan rivâyetine göre: Yemen Krallarından üçü, Kâbe’yi yıkmak, tahrip etmek istemişlerdi. Hâlbuki onlar, bundan önce, ülkeler üzerine yürürler, Mekke’ye gelip girdikleri zaman, Harem’e hürmet ve Beytullâh’a (Kâbe-i Şerif’e) tâzimde bulunurlardı. İlk önce, Mekke üzerine yürüyüp Kâbe’yi yıkmak isteyen Tübba Zeyd b. Amr Zil’ez’ar, b. Ebrehe Zilmenâr, b. Riş diğer okunuş şekli (Râiş), b. Adiyy, b. Sayfî, b. Se-be’ül’asgar, b. Kâ’b Kehfüzzulm, b. Zeyd, b. Sehl, b. Amr, b. Kays, b. Muâviye, b. Cüşem, b. Abdi Şems, b. Vâil, b. Gavs, b. Katan, b. Arîb, b. Züheyr, b. Eymen, b. Hemeysa‘, b. Arencah Hımyer, b. Sebe’ül’ekber, b. Ya’rub, b. Yeşcüb, b. Kâhtan’dı. Bakın tâ Kâhtan’a kadar bu gidiyor. Soyunu, yani Kâbe’yi yıkmaya çalışan bu kişinin Tübba’nın tâ Kâhtan soyundan geldiği burada açıklanmaktadır. O zaman; Kâbe-i Şerif’in Mütevelliliğini ve Mekke’nin idâresini ellerinde bulunduran Huzâalar, bu Krala şiddetle karşı koyarak… Bu Huzâalar var ya aslan bir kabiledir bunlar, aslanlar gibi düşmana karşı koymuşlar Kâbe-i Şerif’i savunmuşlardır. Bunlara karşı koyarak kendisini, hiçbir şey yapamadan çekilip gitmek zorunda bıraktılar. İşte böyle kahramanlara her zaman ihtiyaç var.
Dakika 35:00
Kâbe-i Şerif’i yıkmaya gelen Tübba’lardan ikincisi de, aynı şekilde püskürtüldü. Kâbe’yi yıkmak isteyen Tübba’lardan üçüncüsü -ki, Kureyşîlerin ilk devirlerine rastlar- Tübban Es’ad b. Külî Ebû Kerîb, b. Zeyd, b. Amr Zil’ez’ar idi bu üçüncü Tübba da. Yemen Kralı Rebîa b. Nasr’ın ölümünden sonra, bütün Yemen hâkimiyetini ele geçiren Tübba‘ Es’ad Ebû Kerîb, doğu seferinden dönerken, Medine’yi Münevvere ‘ye uğramıştı. Tübban, daha önce, bu sefere çıktığı ve Medine’yi uğradığı zaman, şehrin halkına dokunmamış, bir oğlunu da, onların aralarında bırakmıştı. Tüban’nın oğlu, bir sû-i kast neticesinde öldürülmüştü. Kendisinin bu gelişi ise, Medine’yi yıkmak, Medine halkını kılıçtan geçirmek, hurma ağaçlarını köklerinden kesmek için gelmişti. Medineliler, Tüban ile savaşmak üzere toplandılar. Medinelilerin Başkan ve Kumandanı, Neccâr oğullarının kardeşi Amr b. Talle idi. Adiyy b. Neccâr oğullarından Ahmer adında bir adam, Tübba’nın, Medine’ye gelişinde, onun adamlarından birini, hurma ağacından, hurma toplarken „Hurma, onu yetiştirene aittir!“ diyerek orakla vurup öldürdü. Bu hâdise, Tübba’nın, Medine halkına karşı gazâbını büsbütün artırdı, çarpışmaya başladılar. Medineliler, Tüban ile gündüzleri savaşırlar, geceleri, yemek göndererek kendisini ağırlarlardı. Tübba‘, Medinelilerin bu hareketini „Vallâhi, bizim karşımızda bulunan bu kavim, çok asâletlidirler!“ diyerek takdir ederdi. Görüyorsunuz Medine halkının asâletine bakın. Hem düşmanıyla savaşıyor, hem düşmanına yiyecek-içecek gönderiyor.
Evet- Tübba’yı İki Yahûdî Bilgininin Uyarışı:
O zamanki Bilginlerden iki kişi Tübba’yı, gittiler uyardılar. Tübba, Medinelilerle çarpıştığı sırada. Benî Kurayzâ Yahûdî’lerinin ilimde en üstünlerinden iki Bilgin kişi Tübba’nın Medine’yi ve Medinelileri yok etmek istediğini işitince Tübba’nın yanına vardılar, ona „Ey Hükümdar! Sen, böyle bir şey yapmaktan vaz geç!” “Vaz geçmezsen, yapmak istediğin şeyle, senin arana, muhakkak gerilir, sana yaptırılmaz!” dediler. Hem, biz, senin, bu yüzden hemen bir felâkete uğramayacağından da, emin değiliz!“ dediler. Başına bir belâ gelmeden Medine’yi yıkmaktan, yakmaktan vazgeç dediler. Neden böyle dediler? Çünkü Hz. Muhammed’in geleceğini Tevrât’ta, İncîl’de okumuşlardı da ondan. Tübba‘ onlara „Ben, ne için, bunu, yapmaya güç yetiremeyecek ve üstelik felâkete uğrayacakmışım?“ diye sordu. İşte akıllı olmak lâzım. Gücüne aldanma! Eşi benzeri olmayan güç kuvvet Yüce Allah’tadır. Yahûdî Bilginleri „Çünkü burası, son zamanda, Kureyşîlerin bulundukları Harem’den çıkacak olan Peygamber’in hicret yeri, yurdu ve başkenti olacaktır!“ Son Peygamber bu Medine’den zuhur edecek ve İslam’ın merkezi olacak bu Medine-i Münevvere diye o Âlimler bu kişiyi uyardılar.
Dakika 40:30
Tübba‘, onların, gerçekten bilgili olduklarım gördü ve onlardan işittiği şeyleri takdir ve tasvip etti. Medine’den ayrıldı. İşte akıllılar yanlışın neresinden dönerse kâr olduğunu bilirler. Tübba‘ ve kavmi, o zaman, putperest idiler. Tübba‘, Medine’den dönüp Yemen’e doğru giderken, yolu üzerinde bulunan Mekke’ye yöneldi. Mekke yolunda Osfan, Emeç mevkileri arasında huzuruna, Huzeyl b. Müdrike, b. İlyâs, b. Mudâr, b. Nizâr, b. Maad oğullarından iki kişi gelip „Ey Hükümdar! Senden önceki Hükümdarların ihmâl ettiği inci, zümrüt, yakut, altın ve gümüşle dolu olan hazîneyi size göstersek olmaz mı?“ dediler. Tübba‘ „Olur!“ dedi. Huzeylîler, „O hazîne, Mekke’de bir Beyt’in içinde olup Mekkeliler, o Beyte tâzim ve onun yanında ibadet ederler.“ dediler.
Başka bir rivâyete göre: Huzeyl ‘in Benî Lihyân oymağından bir cemâat, Tübba’nın yanına varıp „Mekke’de bir Beyt vardır ki, bütün Araplar, ona tâzimde bulunurlar, hediye verirler, onun yanında kurban keserler, ona hacc ve umre yaparlar. O Beyt’i Kureyşîler, idâre ediyor, şeref ve şan da, onlara ait oluyordur. Sen, bu Beyte ve onun şeref ve şânına daha lâyıksın dediler bu yağcılar. Onu, yıkıp yanı başında bir Beyt yaptırmış, sonra da, Arap Hacılarını, orayı hacc etmeğe çevirmiş olsan, iyi edersin! Tam şeytânî bir fikir veriyorlar bu Tübba’ya. Sen, buna, onlardan daha lâyıksındır! “ dediler. Tübba, hemen Kâbe üzerine yürümeye karar verdi. Huzeylîler, Tübba’nın, böyle bir şeye kalkışmasını, helâk olması için, istiyorlardı. Bakın şimdi bu da başka bir mesele, Tübba’yı helâk etmek için Kâbe’yi yıkmaya teşvik ediyorlar. Çünkü onlar, Mekke’ye ve Kâbe’ye tecâvüze veya Onun yanında zulme kalkışan Hükümdarlardan her birinin helâk olup gittiğini bilmekte idiler. Huzeylîlerin, Tübba’yı, Kâbe’yi yıkmaya kışkırtmalarının diğer sebebi de, Kâbe-i Şerif’in Mütevelliliğinin, Kureyşîler üzerinde bulunmasını kıskanmaları, çekememeleri idi. Yani Kureyşî çekemiyorlar. Şimdi o hükümdara yağ yakacaklar ve Kureyşîlere de zarar verip ellerinden zarar verip ellerinden Kâbe hizmetlerini almak isteyecekler. İşte burada haset ve fesâd var.
Dakika 44:35
Tübba; Emeç ile Osfan arasındaki Cümdan’ın Düff mevkiinde bulunduğu; başka bir rivâyete göre: Merruz-zahran’a veya Şerife, ya da Ten’ime gelip eriştiği sırada, üzerlerine, birden şiddetli bir karanlık çöktü. Kızgın bir yel de, çıkıp ortalığı altüst etti. İnsanlar, binit ve yük hayvanları, oldukları yerde saplanıp kaldılar. Tübban, yanında bulunan Yahûdî Bilginlerini çağırıp, onlara, bunun neden ileri geldiğini sordu. Yahûdî Bilginleri „Sen, şu Beyte (Kâbe’ye) karşı, bir şey, bir kötülük yapmayı içinden geçirmiş miydin?“ diye sordular. Tübban „Evet! Onu, yıkmayı, içimden geçirmiştim!“ dedi. Huzeylîlerin, kendisine, Kâbe hakkında söylemiş oldukları şeyleri haber verdi. Yahûdî Bilginleri „Vallâhi, onlar. Senin ve kavminin helâkinden başka bir şey istememişlerdir dediler. Şüphe yok ki, O, Allah’ın Beyt-i Harâm’ıdır. Ona, kötülük yapmak isteyen kimse, muhakkak, belâsını bulur helâk olur dediler. Biz, Allah’ın, yeryüzünde kendisine ibadet için, bu Mâbed ‘den başka bir Mâbed edindiğini de bilmiyoruz dediler. Bakın o günkü Yahûdî’ye bakın bu günkü Yahûdî’lerin yaptığına bakın! İşte Yahûdî Bilginleri o zaman doğruyu okumuşlar, şimdikilerde tam tersine gidiyorlar. Eğer, yapmaya dâvet edildiğin şeyi yapacak olursan, muhakkak, sen de, helâk olursun, senin yanında bulunan1ar da, tamamı ile helâk olurlar dediler. Şu karanlığın çöküşü de, senin, Kâbe için içinden geçirmiş olduğun kötülük yüzündendir!“ dediler. Tübban „0 hâlde, bu durumdan kurtulmanın çâresi nedir?“ diye sordu. Yahûdî Bilginleri „Beytullâh hakkında iyiliği. Ona tâzimde bulunmağa, örtü örtmeğe, yanında kurban kesmeye, Mekke halkına da, ihsânlarda bulunmaya niyetleneceksin!“ dediler. Bak doğru fetvâ veriyorlar o zamanın Yahûdî Âlimleri, doğru okumuşlar Tevrât’ı ve okuduklarını. Tübban, Allah, üzerlerine çöken bu karanlığı kaldıracak olursa, Kâbe-i Şerife tâzimde bulunmak, örtü örtmek üzere ahdedince, karanlık açıldı, rüzgâr, kesildi. Binek ve yük hayvanları yürümeye başladılar. İşte arkadaşlar, ne biterse gönülde biter demişler ya atalar. Peygamberimiz ne diyor: “İnnemel Ağmâlü Bin Niyât”- (Bütün ameller niyetlere göredir). Tübba niyetini düzeltince o belâlar bak başından kalkmaya başladı.
Tübban, Yahûdî Bilginlerine „Mekke’ye vardığım zaman, ne yapmamı bana tavsiye edersiniz?“ diye sordu. Yahûdî Bilginleri „Oradan ayrılıncaya kadar, Kâbe-i Şerif’in yanında Mekke halkının yaptığını yap: Onu, Tavaf et, Ona hürmet ve tâzimde bulun. Onun yanında başını kazıt. Ona karşı tevâzulu, alçak gönüllü bulun!“ dediler. Tübban „Bunları, yapmaktan sizi men eden, alıkoyan nedir?“ diye sordu. Bakın şimdi; Yahûdî Bilginleri „Vallâhi, bu Beyt’i(Mâbed), Babamız İbrâhim’in Beyt’i(Mâbedi)dir ve O, sana haber verdiğimiz şekilde sizin için Tavafa ve her türlü tâzime lâyıktır. Fakat Mekke halkı, onun çevresine diktikleri putlarla ve onun yanında akıtmış oldukları kanlarla, bizim, bu Beyt’i ziyaretimize engel olmuşlardır. Bak o zamanın Yahûdî ’si doğruyu söylüyor. Tevrât’ı doğru okuyanlar putperestliği de karşılar.
Dakika 50:07
Onlar, murdar ve müşriklerdir.“ dediler. Bakın putperestlik müşrikliktir, murdarlıktır dediler. Tübban, Yahûdî Bilginlerinin, kendisine iyi bir öğüt verdiklerine ve söylediklerinin doğru olduğuna kanaat getirdi. Huzeylîlerin, boyunlarının vurulmasını ve asılmalarını emir etti. Yani Kâbe’yi yıkmaya teşvik edenler, kendi başlarına belâyı kendileri getirdiler işte. Tübban, Harem’e tâzim ve Kâbe hakkındaki kötü düşüncesinden tövbe etmiş olmak için, hayvanından indi, ayakkabılarını çıkardı. Mekke’ye, yaya ve yalın ayak olarak girdi. Mekke’de, altı gün oturdu. Beytullâh’ı, yalın ayak yürüyerek tavaf etti. Genç iki bin deve kurban edip etlerini Mekke halkına yedirdi ve ayrıca, bal şerbeti içirdi. Kesilen kurbanların etlerinden ne Tübban, ne de, ordugâhındakilerden hiç bir kimse yemedi, faydalanmadı. Halka bırakılıyor, ihtiyacı olanlar, gidip ondan alıyorlardı. Sonra, kuşlar konup ondan yiyorlar, akşam olunca da, vahşi hayvanlar, artarda geliyor, onlardan yiyorlardı. Kurt, kuş, insan, hayvan, hiç birisi, ondan men olunmuyordu. Tübban, Mekke’de bulunduğu sırada, rüyasında Beytullâh’a örtü örttüğünü görünce, Hasaf’dan (kaba dokunmuş bezden) bir örtü örttü. Sonra, rüyasında Beytullâh’a daha güzel bir örtü örttüğünü gördü. Maafir diye anılan Yemen kumaşından bir örtü örttü. Bundan sonra rüyasında daha güzel bir örtü örttüğünü görüp Müla'(Çarşaf) ve Vasâil(Çizgili ince Yemen kumaşı) örttü. Yani güzelinden daha güzelini örtmeye devam etti. Tübban, Cürhümî’lerden olan Vâlîlerine de, gerektikçe, Beytullâh’a örtü örtmelerini. Onu, temiz tutmalarını, kan, leş ve hayız bezi gibi şeyleri ona yaklaştırmamalarını emir etti. Tübban, Kâbe’ye bir kapı, bir de anahtar yaptırdı. Bundan sonra, Mekke-i Mükerreme’den çıkıp askerleri ve yanındaki Yahûdî Bilginle ile birlikte Yemen’e doğru gitti. Tübba’nın, Kâbe’ye, önce deriden örtü örttüğü de, rivâyet edilir. Tübban Es’ad Ebû Kerîb ’in Mekke’ye bu gelişi ve Kâbe’ye örtü örtüşü. Peygamberimizin, Peygamber gönderilmesinden yedi yüz yıl önce idi. Peygamberimiz „Tübba’ya sövmeyiniz! Çünkü o, Müslüman olmuştu” dedi.
Görüyorsunuz işte o zamanki meselâ Tevrât’a inananlar o zamanın Müslümanlarıydı, İncîl’e doğru inananlar o zamanın Müslümanıydı. Bak Peygamberimiz ayırım yapmıyor görüyorsun. Ama Tevrât bozuldu, İncîl bozuldu tahrife uğradı. Îsâ’nın, Mûsâ’nın, İncîl ve Tevrât’ın yolundan sapıldı ondan sonra uydurma bir ortaya yol ihdas ettiler uydurma din ortaya çıkardılar. İşte İncîl’in-Tevrât’ın, Îsâ’nın-Mûsâ’nın yolundan sapanların inançları bâtıldır.
Dakika 55:00
Ey Müslümanlar! Kur’an-ı Kerim’in, sahîh sünnetin, icmânın, kıyasın, Hz. Muhammedin yolundan Ehlisünnet Ve’l-Cemâat yolundan sapan hiçbir Müslümanda gerçek Müslüman değildir. Bunu da kulağınıza küpe ediniz! Kur’an’ın yerine kendi aklını koyacaksın, Peygamberin yerine kendini koyacaksın (Hâşâ Sümme Hâşâ!) ondan sonrada kendi hevâna uyacaksın bende Müslümanım diyeceksin! Böyle bir Müslümanlık yok. Milim milim Kur’an-ı Kerim’in, sahîh sünnetin, Allah’ın, Peygamberin emirlerine uyacaksın! Gök kubbenin altında en büyük günah kişi kendi hevâsını ilâhlaştırmasıdır. Kendi aklını hâşâ Allah’ın emrinin yerine koyuyor, Kur’an’ın yerine koyuyor, Peygamberin yerine koyuyor. Bundan daha büyük cinayet ve büyük günah olmaz. Aklını başına al!
Evet, sevgili dostlarımız, Tübba, Es’adül-Himyerî’ye sövmeyiniz! Çünkü o, Kâbe’yi örtü örten ilk kişidir.“ buyurmuştur. Hem de Müslüman olmuştur diyor bak Peygamberimiz diyor.
Tübba’nın Peygamberimiz İçin Medine’de Yaptırdığı Ev ve Peygamberimize Verilmesini istediği Mektubu:
Görüyorsunuz bu Tübba da ne diyor: Peygamber geleceğini iyice inanmış Hz. Muhammed’in geleceğine. Tâ o gelmeden önce ev yaptırmış, hazırlık yaptırmış birde mektup bırakmış ki Peygamberimize bu mektubumu iletin! Bak böyle Tübba’lar da var. Gâvurun yanında onun tam zıttı olan bak Müslüman olmuş Tübba’lar da var. Şimdi bu dersimizi de bir sonrakine bırakarak buradan İnşâ’Allah bir sonraki dersimizle devam edeceğiz.
Cenab-ı Hak, hakka hakîkate hem bilmeyi hem tâbî olmayı nasîb eylesin, bâtıla da karşı koymayı, bâtılın ne olduğunu da bilmeyi ona karşı hakkı savunmayı da bütün dünya Müslümanlarına Allah nasîb eylesin.
(وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ)(اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ*)
Dakika 58:02