İslam Tarihi Ders 58
58- İslam Tarihi Ders 58
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,
Dersimiz Tübba’nın Peygamberimiz için Medine-i Münevvere ’de yaptırdığı ev ve Peygamberimize verilmesini istediği mektubu;
İşte böyle Tübba’lar da var. Firavun olanlar olduğu gibi zâlimler, fâsıklar, fâcirler olduğu gibi böyle Tübba’lar da var. Sen bu dinin çeşitli kaynaklardan nakline göre, Peygamberimizin Medine’ye, Medine-i Münevvere ’ye geldiği zaman misâfir kaldığı Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd’ül-Ensârî’nin evini de, Tübban, Peygamberimizin oturması için, daha o zamandan yaptırmıştı. Kendisini, bu hususta irşâd eden bilginlerin her birisine de, Medine-i Münevvere ‘de de birer ev yaptırmış, onları evlendirmiş. Peygamberimize teslim edilmek üzere yazıp altın mühürle mühürlediği bir mektubu da, onların önde gelenlerine vererek, kendisi Peygamberimize erişemezse, çocuğundan veya çocuğunun çocuğundan erişecek olan vâsıtası ile teslim edilmesini istemişti. İşte, bu ev ve mektup, babadan evlâda geçe geçe, Tübba’nın Mektubu ile îmân etmiş Medine Bilginlerinin birinin soyundan gelen Ebû Eyyûb ‘un eline geçmişti. Tübban, manzum mektubunda şöyle yazmıştı:
„Ben, Hazret-i Ahmed’in, Allah tarafından gönderileceğine kesin olarak kanaat getirdim. Ömrüm, Onun ömrüne uzansaydı (Onun zamanına yetişebilesiydim), muhakkak Ona, O Amcamın oğluna Vezîr ve yardımcı olurdum”.
Görüyorsunuz sevgili dostlarım, aynı soydan neler geliyor? Aynı soydan peygamberler geliyor, ama nice Firavunlar, zâlimler, kâtiller de geliyor.
“Yeryüzündeki Arapları ve Arap olmayanları, herkesi, Ona itaate zorlardım. Kılıç çeker. Onun düşmanları ile çarpışır, kalbinden her kederi dağıtırdım. Onun, Zebur’da, Ümmeti de, ismen anılmıştır. Ümmetlerin hayırlısı, Ahmed’in (Muhammed’in) Ümmetidir.“ demişti. İşte gerçekler, Tübba’ya bildiriliyor, Tübba da o inançla bu mektubu yazıp Peygamberimize tâ o günden ev yapıp hazırlıyor. Bu haberleri doğru veren Bilginlere de hem ev yapıyor, hem de onları evlendiriyor. Böyle Tübba’lar da var.
Dakika 4:50
Sübeyhâ Hâtunun Mekke ve Kâbe Hakkında Oğlunu Öğütleyişi:
Sübeyhâ Binti Ehabb Hâtun, oğlu Hâlid b. Abdimenâf’a hitâben söylediği manzum öğütlerinde şöyle der:
„Ey oğlum! Mekke’de ne küçüğe, ne de, büyüğe zulüm etme! Onun dokunulmazlıklarını koru! Oğulcuğum! Aldatıcı, seni sakın aldatmasın!
Ey oğlum! Mekke’de zulüm yapan kişi, kötülüklerle karşılaşır. O, yüzükoyun, yanakları üzerine cehenneme de, atılır.
Oğlum! Mekke Hareminde mütecâvizlerin yok olduklarını denemiş bulunuyorum.
Yüce Allah, Mekke’yi ve arsasındaki yapılan emin kılmıştır.
Yüce Allah, Mekke’nin kuşlarını da, emniyette kılmıştır.
Geyikler de, Sebîr dağında emniyet içindedirler.
Tübba‘, Mekke’ye savaşa gelmişti. Rabbim, onun saltanatını zelîl kıldı da, o, Beytullâh’a hibereden (süslü Yemen kumaşlarından) örtü örttü.
Adaklarını, orada yerine getirdi. Kâbe’de yalın ayak yürüdü. Kâbe’nin yanında iki bin deve kesti. Kestiği genç ve iyi cinsten develerin etini Mekke halkına durmadan yedirdi.
Onlara, süzülmüş bal şerbeti ile arpadan yapılmış içkiler içirdi, meşrubatlar sundu.
Önünde Fil ile Mekke’ye saldıran ordu ise, orada taşlanarak, bombardıman yapılarak mahv ve helâk oldu.
Hâlbuki uzak ülkelerde Acemler de, Hazerler de, saltanat sürüp gitmektedir.
Sana, söz söylendiği zaman, kulak verip dinle de, hâdiselerin sonuçlarını anla!“
İşte görüyorsunuz soylu ailenin soylu annesi bakın nasıl bir öğütte bulunuyor yerli yerince.
Mekke ve Kâbe-i Şerif’in dokunulmazlığını gözetmeyen toplumlardan Amalika’lar ve başlarına gelenler;
İşte Kâbe-i Şerif’e kötülük etmek isteyen birde Amalika toplumu vardı o zaman. Mekke; öteden beri, içerisinde ne zülüm, ne de, azgınlık, taşkınlık yapılmasını istemez. Ne zâlimi, ne azgını, ne de fâciri içinde barındırmaz, durdurmaz, muhakkak, sürer, dışarı atardı. Amalika’lar ve Cürhümî’ler zamanında Mekke’ye bir takım Cebbâr ve Zorbalar gelip konmuş, onlardan, Beytullâh ‚a kötülük yapmak isteyenlerin hepsini de, Yüce Allah, yok etmişti. İçinde zülüm ve azgınlık yapmak isteyeni muhakkak, dışarı attığı için, Mekke-i Mükerreme’ye (Nâsse) ve Beytullâh’a her kötülük yapmak isteyeni, Allah, orada helâk ettiği için (Bâsse) ismi verilmişti. Dikkat et, (Nâsse ve Bâsse). İşte görüyorsunuz kötüleri ne yapıyor? Dışarı atıyor ve helâk ediyor.
Dakika 10:18
Mekke’nin dokunulmazlığını kaldırmak isteyen her Hükümdar, muhakkak, orada helâk olurdu ve orada bir kötülük ihdas eden Cebbâr ve Zorbaların boyunlarını kırdığı için de, Mekke’ye (Bekke) ismi verilmişti. Mekke-i Mükerreme de, ilk sıralarda “amalik” denilen ve bu şekilde anılan bir kabile bulunuyordu ki, kendileri, Himyer Arpalanandan idiler. Arapların bir başka kolu ki Himyer kolu. “İmlık” diğer okunuş şekli (İmlâk), Lâvez b. İrem, b. Sâm’ın oğlu olup, Amalika’ların babası idi. Görüyorsunuz Sâm’dan gelen bir bu da Arap toplumu. Sâm kimdi? Hz. Nuh’un çocuklarından birisi… Evet, kök sağlam ama sonradan görüyorsunuz ki o köke kötü aşılar yapanlar misâli kötüler türemektedir.
İmlık’in soyundan gelen ve beldelere dağılan halka “Amalik” ve “Amalika” denilmiştir. Amalika’dan bir kısmı Harem’e, bir kısmı Şam’a gidip yerleşmişler, bir kısmı da, sâir beldelere dağılmış bulunuyorlardı. Şuraya da işaret edelim ki (Amalika falan değil bu o zaman bir kabilenin adı. Hem de Nuh (Aleyhisselâm)’ın oğlu Sâm’ın soyundan gelen bir kabile).
Umman, Hicaz, Şam ve Mısır halkı Amalika’lardan olup Arapça konuşurlardı. Buraya da dikkat et! Umman, Hicaz, Şam ve Mısır halkı Amalika’lardan olup Arapça konuşurlardı. Kenâniyyûn diye anılan Şam Cebbar ve Zorbaları Mısır Firavunları, Fars Şahları ve Horasan Hükümdarları da, Amalika’lardan idiler. Bunlarda birbirlerinin kollarıydı. Mekke Haremine ilk gelip yerleşen Amalika kavmi idi. Orada güçlenmişler, bolluk ve varlık içinde yaşıyorlardı. Kendilerinin at, deve, davar, sığır gibi pek çok malları olup, onlar, Mekke-i Mükerreme ’de ve çevresindeki Merruz-zahran’da, Nûmân vâdîsinde ve bunun çevresinde yayılırlardı. Merruz-zahran ile Mekke’nin arası bir merhale, bir konaklıktır. Nûmân da, Mekke ile Tâif arasında, Mekke’ye yarım gecelik, Arafat’a ise, iki gecelik uzaklıkta bir vâdîdir. Meyveli ağaçlar, Amalika’ların üzerlerine gölgelerini salardı. Dört mevsimde vâdîlerde sular kaynar, dikenli büyük ağaçlar sıklaşıp ormanlaşırdı. Toprak; semizotu, tere, nane, sebze ve bakliyatın her çeşidini yetiştirir, Amalika’lar da, bolluk ve rahatlık içinde yaşarlardı.
Dakika 15:10
Hazret-i İsmâil (Aleyhisselâm)’ın, ilk evlenip boşadığı hanım da, bu Amalika’lardan idi. İsmâil (Aleyhisselâm)’ın, doğru yola kılavuzlamak üzere peygamber olarak gönderildiği kavımlar arasında Amalika kavmi da bulunuyordu. Amalika’lar, bir zaman Mekke’de hâkimiyet sahibi de, idiler. Onların devrinde yıkılınca, Kâbe’yi de, onlar yeniden yaptırmışlardı ki, -bu, Kâbe-i Şerif’in beşinci yapılışı- idi. Amalika’lar, sonunda işi, azıttılar: Beyt’ül-Haram’a saygıyı gayb ettiler. Orada, haramları helâlleştirmek istediler. O güne kadar hiç yapmadıkları en kötü işleri yapmaya başladılar.
Taşkınlık ve azgınlık yapmak, Hak’tan yüz çevirmek, açıktan açığa günah işlemek, kendilerine komşu olmak isteyenleri kabul etmemek ve onlara işkence yapmak, verdiği sayısız nimetlere karşı Allah’a şükretmemek nankörlük etmekle kendilerine yazık ettiler. Amalika’ların Başkanı Amuk, denilen birisiydi. Onlara: „Ey Kavmim! Kendinize geliniz! Sizden önceki ümmetlerden, Hûd (Aleyhisselâm)’ın kavmi, Sâlih (Aleyhisselâm)’ın kavmi ve Şuayb (Aleyhisselâm)’ın kavimlerinden kimlerin helâk olduklarını görmüş, duymuşsunuzdur. Yapmayınız! Birbirilerinizle ilgileniniz de, Allah’ın Harem’ini ve Beyti’nin bulunduğu yeri hafife almayınız. Onun içerisinde zulüm etmekten Hak’tan yüz çevirmekten sakınınız. Çünkü hiçbir kimse yoktur ki, orada otursun, zulüm yapsın ve hak olandan yüz çevirsin de, Yüce Allah, onların arkalarında hiçbir iz bırakmazcasına-sonlarını kesmiş, köklerini kazımış ve yerlerine de, başkalarını getirmiş olmasın!“. Yani sizin de kökünüz kazınır Allah başınıza belâyı verir yok olur gidersiniz diye nasihat ediyordu o Amuk denilen bunların başkanı. Fakat ne yazık ki, Amuk ‘un bu öğütlerini kabul etmediler. Kendilerini, helâke sürüklediler durdular. Mekke’de bir takım bid’atler ihdas ettiler. Allah’ın nimetlerine şükretmeyip, nankörlük ettikleri için Yüce Allah, onların üzerlerine yağdırdığı yağmurları tutup kesti. Yağmurlar kesildi, nimetlerini kıstı, kendilerini, kıtlığa uğrattı. Mekke’de gölgelik kiralayıp su satar oldular. Yani gölgelik bile bulamaz hâle geldiler ve sular arıyorlar satın almak için. Yüce Allah, üzerlerine saldığı küçücük karıncalarla onları tedirgin ederek Mekke Haremin ‘den dışarı çıkardı. Görüyorsunuz ey zâlimler! Allah’ın bir karıncasına dahî sizin gücünüz yetmez. Ey koca Firavunlar, ey Tâğutlar! Allah’ın siz karıncasına, sineğine gücünüz yetmez. Nemrutları da sinekle helâk etmişti biliyorsunuz. Bir müddet, Mekke çevresinde oturdular. Mekke’nin aşağı kısmında oturan Katura Kabilesi, Amalika’lara karşı güçlenince, Amalika’lar, onlarla nizaâ başlamışlardı.
Dakika 20:13
Cürhümî’ler, Katura’ları desteklediler. Mekke dışına çıkarılan Amalika’ları, bir daha Mekke Haremine koymadılar. Görüyorsunuz azdılar, kudurdular belâlarını buldular. Amalika’ların Başkanı Amuk, onlara: „Ben, size (Harem’in hürmetini hafife almayınız!) dememiş mi idim? Sözümü dinlemediniz, bana galebe çaldınız.“ diyerek çıkıştı. Yüce Allah, Amalika’ları, bulundukları yerden de, kıtlık ve kuraklıkla ayırıp önlerine çıkardığı yağmuru takip ettire-ettire baba yurtlarına sürdü. Yemen topraklarına girdikleri zaman, dağıldılar parçalandılar. Sonra da, üzerlerine salınan tufan, yani ölümle yok olup gittiler. Allah başlarına birde tufan verdi. Nereye gidersen git sen işlediğin günahların belâsı tepende seninle gider. Helâk olacağın an gelince O seni helâk eder. Ey zâlimler, yaptıklarınız yanınıza kalmadı kalmayacak! Şu dünyanın hâline bakın bir asırdır Müslüman kanı akıyor, Müslümanın gözyaşı akıyor. Ey zâlimler bunun hesabını vereceksiniz.
Mekke ve Kâbe-i Şerif’in dokunulmazlığını gözetmeyen toplumlardan Cürhüm ve Katura kabileleri ve başlarına gelenler;
Yine Amalika’yı Allah sürdü çıkarttı, helâk etti de şimdi orada Cürhümî’ler ve Katura’lılar vardı. Bak onlarda azıtınca bakın başlarına onlarında neler geldi…
Amcaoğulları olan Cürhüm ve Katura kabileleri, uğradıkları kıtlık yüzünden, çoluk çocuklarını, hayvanlarını ve mallarını yanlarına alarak Yemen’den yola çıktılar. Geleneklerine göre: Yemenliler, öteden beri, başlarında, işlerini yönetecek bir Kâfile Başkanı olmadıkça, Yemen’den dışarı çıkmazlardı. Bu seferlerinde de, Cürhüm kabilesinin başında Mudâd b. Amr; Katura kabilesinin başında da, kendilerinden Semeydâ‘ bulunuyordu. Bu kabileler: „İçinde hayvanlarımızı besleyecek yayılımı bulunan bir yer arayıp bulalım. Hoşumuza giderse, orada, otururuz. Çünkü insanın, çoluğu-çocuğu yanında bulunduğu hâlde, gidip konduğu her yer, vatanı sayılırdı. O zaman dünyanın birçok yerleri boştu. Şâyet, oturacak uygun bir yer bulamazsak, kendi yurdumuza döneriz!“ dediler. Mekke’ye gelip konakladıkları zaman, burasının sulu ve ağaçlı olduğunu gördüler. Suyunu tatlı, dikenli Selem ağaçlarının sıklaşıp ormanlaşmış, Sakız ağaçlarını ve otlarını da, yayılım hayvanlarını besleyecek yeterlikte, kışını da, mülâyim buldular. „burası, bizim için, bütün isteklerimizi bir arada toplayan bir yerdir!“ dediler. Rahat durursanız eğer.
Dakika 25:00
Mekke, çok hoşlarına gitti. Orada, Amalika’larla birlikte oturmaya karar verdiler. Mudâd b. Amr ve Cürhümî’lerden buyruğu altında bulunanlar, Mekke’nin yukarı tarafında Kuaykıân dağı ile daha sonra ele geçirdiği yerlere indi ve yerleşti. Semeydâ ve Katura’lardan buyruğu altında bulunanlar da, Mekke’nin aşağı tarafındaki Ecyâd bölgesi ile sonradan ele geçirdiği yerlere yerleşti. Mudâd b. Amr, Mekke’ye, yukarı tarafından giren kimselerin getirdikleri mallardan onda bir (10/1) vergi alıyordu. Semeydâ da Mekke’ye aşağı taraftan giren kimselerin getirdikleri malların onda bir (10/1) vergisini alıyordu. Bunlardan her biri, kendi hudutları içinde kalır, birbirlerinin hak ve hudutlarına tecâvüzde bulunmazdı. Mudâd ve Semeydâ‘, kendi kavimlerinden yanlarına gelenlere yerler verip evler yaptılar, mahallelerini genişlettiler. Amalika’lara karşı çoğalıp güçlenince, Amalika’lar, onlarla çekişmeye başladılar. Cürhümî’ler, Katura’ları savunarak Amalika’ları, bütün Harem’den sürüp çıkardılar. Bunlar Amalika’nın kalıntıları. Amalika’lar, bir müddet Harem çevresinde oturdular ve Harem’e giremez oldular. Hazret-i Hâcer ile Hazret-i İsmâil, Mekke’ye getirilip bırakıldıkları ve “Zemzem”, yerden çıktığı zaman, Cürhümî’ler, Hz. Hâcer ‘den izin alarak Onun çevresine kondular. İbrâhim ve İsmâil (Aleyhimüsselâm)’lar, Kâbe’yi yaparlarken, Cürhümî’lerden yardım istemişler, onlar da, yardım etmişlerdi. İsmâil (Aleyhisselâm), Babası İbrâhim (Aleyhisselâm)’ın tavsiyesi üzerine, Cürhimî’lerin Başkanı Mudâd b. Amr’ın kızı ile evlendi. Ondan iki oğlu doğdu. İsmâil (Aleyhisselâm)’ın peygamber olarak gönderildiği kavimler arasında, Cürhümî’ler de, bulunuyordu. Görüyorsunuz İsmâil (Aleyhisselâm) o çevredeki kabilelerin peygamberiydi. Bunlardan biri de Cürhümî’ler, Amalika’lar ve Katura’lar.
İsmâil (Aleyhisselâm)’ın oğulları, Mekke Hareminden beldelere dağıldıkları zaman, Mekke ve Kâbe işlerini, Mudâd b. Amr’el-Cürhümî, üzerine aldı. Zaten Mudâd da İsmâil (Aleyhisselâm)’ın kayınpederi. Cürhümî’ler, Mekke’ye son derecede saygılı davrandılar. Beytullâh’ın idâresini ve Mekke hâkimiyetini ellerine aldılar. Gelip içine giren selle yıkılan Kâbe’yi de, İbrâhim (Aleyhisselâm)’ın temeli üzerine yeniden yaptılar ki, yüksekliği dokuz arşındı. Yapı ustası da, Ebû’l-Cedere Amr’el-Câdir idi. Kâbe’nin, Cürhümî’ler tarafından bu yapılışı, altıncı yapısı idi.
Dakika 30:00
Sonradan, Cürhümî’ler ile Katura’lar, birbirleri ile çekişmeye, birbirlerine karşı azgınlık ve haksızlık etmeye, Mekke hâkimiyeti için birbirlerini kıskanmaya başladılar. O zaman, İsmâil ve Nabıt oğulları, Midâd tarafını tutuyorlar ve Beytullâh’ın idâresi de, Semeydâ‘ karıştırılmaksızın, doğrudan doğruya Midâd’a ait bulunuyordu. Yani Cürhimî’lerin elindeydi. En sonunda, iki kabile birbirlerinin üzerine yürüdüler. Mudâd b. Amr, askerlerinin başında, Semeydâ’nın üzerine yürümek üzere kuaykıândan hareket etti. Mudâd ‘ın askerleri, mızraklar, kalkanlar, kılıçlar ve oklarla mücehhez olup silahlar, her birine değdikçe, şakırdamakta idi. Bunun için, oraya, Kuaykıân adı verildiği söylenir. Semeydâ’da, süvâriler ve piyadelerle birlikte Ecyâd’dan hareket etti. Her iki ordu Fâdıh’da karşılaşıp şiddetli bir şekilde çarpıştılar. Bu çarpışmada, Semeydâ‘, öldürüldü. Katura’lar, yenilip rüsvay oldular. Bunun için, oraya “Fâdıh” adı verildi. Sonra, iki taraf, birbirlerini sulh olmaya çağırdılar. Mekke’nin yukarısında bulunan “Matâbıh’a” varıp konakladılar. Orada bir musâleha yaptılar ve idâreyi Mudâd’a teslim ettiler. Mudâd, kendisinin Mekke Emîrliği husûsunda görüş birliğine varılınca, topluma yedirmek-içirmek için develer kesti. Toplumda onu pişirip ziyafetine katıldılar, yediler-içtiler. Bunun için oraya “Matâbıh” denildi. Mudâd ile Semeydâ arasında vuku bulan- bu çarpışma, Mekke Hareminde vuku bulan ilk kötülük ve taşkınlıktı. Çünkü Mekke çevresinde Mekke-i Mükerreme ’de Kâbe-i Şerif’in Harem bölgesinde bu tür şeyler haramdı yasaktı. Cürhümî’ler, idâreyi, uzun müddet ellerinde tutunca, Mekke’de azgınlık ve taşkınlığa, haramları, helâllaştırmaya, Beytullâh’ın ve Harem’in işlerini hafife almaya, ağır günahlar işlemeye, Mekke’de olmadık kötülükleri ihdas etmeye, Mekkeli olmayanlardan Mekke’ye girenlere zulüm etmeye ve Kâbe’ye hediye edilen malları yemeye başladılar. (Gasp etmeye haksız yollardan). Ne zaman, kendilerinden bir beyinsiz, bir kötülük işleyecek olsa. Eşraftan, hemen onu, savunan ve cezasından kurtaran bir kimse bulunur hâle geldi! Yani kötülerin yaptığı kötülük artık yanına kalmaya başlayınca o kavim azmış-kudurmuştur, belâsı yakındır. Cürhümî’ler, işi, o kadar azıttılar, Kâbe’ye saygısızlığı o kadar artırdılar ki, kendilerinden bir erkek (İsaf)- bir kadınla (Naile), Kâbe’nin içine girip cinsî münasebette bulunmuş veya onu öpmüş ve her ikisi de, orada taş kesilmişlerdi! Bak ibrette veriliyor. Bunlar orada o kötülüğü işleyince taş kesilmişlerdi.
Dakika 35:20
Cürhimî’lerin, Mekke’deki uygunsuz tutum ve davranışları yüzünden, hâkimiyetleri zayıfladı. Aralarında, anlaşmazlıklar çıktı, çekişmeler başladı. Hâlbuki Cürhümî’ler, bundan önce, Arap kabileleri içinde en nüfuzlu, en güçlü, en kalabalık, en zengin, en çok silahlı bir kabile idi. Ey insanlar! Ahlâkınız bozulunca gücünüz gider. Cürhimî’lerin uygunsuz tutum ve davranışlarını sürdürüp durduklarını görünce, Mudâd b. Amr, kalkıp onlara şöyle hitap ve vaazda bulundu: „Ey kavmim! Kendinize geliniz! Allah’ın Harem’ini ve Harem’inin emniyetini gözetiniz! Şu sizden önce geçen ümmetlerden Hûd kavminden, Sâlih ve Şuayb kavimlerinden kimlerin helâk olduklarını görmüş ve duymuş‘ bulunuyorsunuz. Yapmayınız! Birbirinizle ilgileniniz: Birbirinize iyiliği emir, kötülükten sakındırmak husûsunu tavsiye ediniz. Yüce Allah’ın Haremini ve Beyt-i Haremini hafife almayınız!- İçinde bulunduğunuz emniyet ve sahip bulunduğunuz kuvvet, sizi aldatmasın! Mekke Hareminde, haktan yüz çevirmekten ve zulümden sakınınız! Çünkü zulüm, insanın helâkine sebep olur. Allah’a yemin ederim ki: sizin de, bildiğiniz gibi, hiç bir kimse yoktur ki, burada otursun, zulüm yapsın, haktan yüz çevirsin de, Yüce Allah, onların sonlarını kesmiş, köklerini kazımış, yerlerine başkalarını getirmiş olmasın! Burada, azgınlıktan, haktan yüz çevirmekten sakınınız! İşte bir millet öğüt, nasihat dinlemez hâlâ gelince o artık başının belâsı hazır demektir. Çünkü böyle olan Mekke halkı için, burada devamlı kalmak yoktur. Sizden önce burada oturan ve sizden, daha uzun ömürlü sizden daha güçlü nüfusça sizden daha kalabalık, servetçe sizden daha zengin, sizden daha çok çocuklu olan “Tasm, Cedis ve Amalika’ların”, Allah’ın Haremini hafife aldıkları orda haktan yüz çevirerek zulme daldıkları zaman, Yüce Allah’ın, onları, türlü türlü şekillerde Hareminden dışarı çıkardığını… Onlardan, kimini küçücük karıncalarla, kimini kıtlıkla çıkardığını, kimini de, kılıçla kelleri kesilerek çıkardığını görmüş ye duymuşsunuzdur. Şimdi, sizler, onların meskenlerinde oturuyor, onlardan sonra, bu toprağa vâris olmuş bulunuyorsunuzdur. Öyle ise, Allah’ın Haremine ve Beyt-i Haremine son derecede saygı gösteriniz: O’na ve Onun içindekilere lâyık olmayan saygısızlıklardan uzak durunuz! Harem’e girenlere, Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı yerlere tâzimde bulunmak üzere gelenlere, bir şeyler satmak veya size komşu olmak için gelenlere zulüm etmeyiniz.
Dakika 40:08
Eğer, siz, bu uygunsuz şeyleri yapmakta devam edecek olursanız, Allah’ın Hareminden, zillet ve hakaretle sürülüp çıkarılacağınızdan korkuyorum! Öyle ki, hiç biriniz, ne Harem’e yaklaşmaya, ne de, sığınağınız ve emniyet yeriniz olan ve hattâ kuşların ve vahşî hayvanların bile içinde emniyete kavuştuğu Beytullâh’ı ziyarete güç yetiremeyecektir!“ dedi. Cürhümî’lerden, Mücezzâ‘, ona „Oradan bizi çıkaracak kimdir? Arapların, en güçlü, en şerefli, nüfusu en kalabalık, silahları en çok olanı, biz değil miyiz?“ diye sordu. İşte zorbalar hep güçlerine güvenirler, zulüm ise başlarının belâsı olduğunu bilmezler. Midâd „İş, başa gelip çatınca, sizin söylediklerinizin hepsi boşa gider, işe yaramaz olur!“ dedi. Midâd doğru söylüyordu. Fakat Cürhümî’ler, yapmakta oldukları kötülüklerden hiç birini kısmadılar, vazgeçmediler kötülüklerine devam ettiler. Midâd da, onların Haremde yaptıkları kötülükleri ve gizli, açık olarak Kâbe-i Şerif’in mallarını çalmaktan geri durmadıklarını görünce, karanlık bir gecede bazı oğulları ile birlikte Zemzem kuyusuna gitti. Cürhimî’lerin, Harem’de ihdas ettikleri bidatler yüzünden, o zaman suyu çekilmiş bulunan Zemzem kuyusunun dibinde kazdıkları derin bir çukura. Kâbe-i Şerif de bulunan ahundan iki Ceylan heykelini, Hacerülesved’i ve yalın kılıçları gömdüler. Yeri, belirsiz oldu. Cürhimî’lerin, Mekke’de kuvvet ve şevketlerinin zayıfladığını gören Benî Bekr b. Abdimenât, b. Kinâneler ile Gübşân b. Huzâalar, Cürhümî’ler ile çarpışmayı ve kendilerini Mekke’den çıkarmayı kararlaştırıp harp ilân ettiler. İşte görüyorsunuz azıp kudurunca başına düşman gelir çullanır. Ve çarpıştılar. Cürhümî’leri mağlup ettiler ve Mekke’den sürüp çıkardılar. Huzâa kabilesinden Gübşân’lar, Benî Bekr b. Abdimenât’ları karıştırmaksızın, Kâbe Mütevelliliğini üzerlerine aldılar. Huzâa kabilesi kahraman bir kabiledir. O zaman, bunu, üzerine alan Amr b. Hârisül-Gubşânî idi. Huzâalar, Mekke hâkimiyetini elde ettikleri zaman, İsmâil oğulları, onların yanlarına vararak çevrelerinde oturmak istediler. Çünkü onlar, Huzâaların, Cürhümî’ler ile yaptıkları çarpışmaya katılmamışlardı. Huzâalar, onların isteklerini uygun bularak çevrelerinde kendileriyle birlikte oturmalarına izin verdiler. Cürhimî’lerin, bu husustaki isteklerini ise, ret ettiler. Hattâ Amr b. Luhây-ki, Rebîa b. Hârise, b. Amr, b. Âmir’den -kavmine „Sizden, her kim, Harem’e yaklaşan bir Cürhimî bulursa, onun kanını dökmek, helâldir!“ demişti. Yani Cürhimî’lerin kellesini kesin diyordu.
Dakika 45:13
Cürhümî’ler, Mekke’den sürülüp çıkarıldıktan sonra, Başkanları ile birlikte Yemen’e gittiler. Mekke hizmetinden ve hâkimiyetinden ayrıldıklarına son derecede üzüldüler. Amr b. Hâris, b. Amr, b. Midâd (Büyük Midâd değil), bu husustaki üzüntüsünü, söylediği uzun bir şiirde şöyle dile getirmiştir:
İşte öğüt nasihat kabul etmeyen azgın milletlerin nasıl helâk oldukları ortadadır. Tarih ibretlerle doludur.
„Dolu dolu gözlerinden yaşlar akan bir kadın, şöyle dedi:
(Sanki Elhacun ile Safa arasında bir dost bulunmadı. Sanki Mekke’de hiç kalınmadı!). Ey azgınlar! İbret alsaydınız başınıza bunlar gelmeyecekti. Kalbim, sanki kuş kanatlan gibi çırpınarak, ona dedim ki: Evet! Biz, orada yaşadık. Sonra, felâketler ve kötü şansımız, bizi, oradan çıkardı.
Nâbıt’tan sonra Kâbe-i Şerif’in Bakıcıları bizdik. Bolluk içinde o Beytin etrafında tavaf ederdik. Nâbıt’tan sonra Beytullâh’ın Mütevelliliğini şerefle biz üzerimize aldık. Orada, hiç kimse bizimle boy ölçüşemezdi. Orada hükmettik, hâkimiyetimizi güçlendirdik. Saltanatımız, bilsen ne kadar büyüktü! Orada hiç bir kabile karşımıza çıkıp övünemezdi. Bildiğin şahısların en hayırlısı İsmâil (Aleyhisselâm) bizim kızımızla evlendirilmedi mi? Onun oğulları, bizden değiller mi? ve biz, onların babaları ve hısımları değil miyiz? Felek, bizden yüz çevirdi ise, onun, her gün bir hâli vardır. Değişiklik de onun tabiatındandır. Kâdir-i Mutlak, bizi, kendi kudreti ile oradan çıkardı. Ne diyelim ey insanlar: kader böyle imiş! İşte insanların muallik kaderi, azgın kaderi azgınlığıyla muallik kaderi kişinin başının belâsıdır. Çünkü muallik kaderde senin günahların azgınlığın, sapıklığın başının belâsıdır, kader ona göre yazılır Kaygısız insan uyuduğu zaman, ben, uyuyamam ve derim ki; Ey Arş- Âlâ Sahibi: Süheyl ve Âmir, hayırdan uzak olmasınlar, ölmesinler! Ben, Mekke’deki çehrelerin Himyer ve Yuhâbir Kabilelerinden hiç sevmediğim çehrelerle değiştirilmiş olduğunu görüyorum! Biz, imrenilir bir durumda iken, geçmiş yıllar, başımıza bu felâketi getirdi de, dillere düştük. İçerisinde belli ibadet yerleri bulunan “Harem” ve “Emân beldeleri için ağlıyorum, gözyaşlarım dökülüyor. Gözlerim, emniyet içinde gölgelenen güvercinlerine, serçelerine bile, ezâ edilmeyen Beytullâh için ağlıyor. Orada bulunan vahşi hayvanlara bile dokunulmazdır. Fakat onun dışına çıktıkları zaman dokunulmazlıkları kalkardı.“
Dakika 50:15
Huzâalardan Amr b. Luhây ve Oğulları, Mekke’de hâkimiyetlerini büyükten büyüğe geçirerek üç yüzyıl devam ettirdiler. Huzâalar, Mekke üzerine yürüyüp Kâbe’yi yıkmak isteyen iki Yemen Kralını da, bozguna uğratmışlardı. İşte bu Huzâalar kahraman bir kabiledir. Cürhümî’ler de önce iyiydiler İsmâil (Aleyhisselâm) gibi bir zât-ı muhterem içlerinde iken onu dinlerken iyilerdi. Ne zaman azıttılar, sapıttılar işte Mekke-i Mükerreme’den sürüp çıkarıldılar. Hâkimiyetlerini kaybettiler, kırıldılar, kılıçtan geçtiler.
Bunların sonuncusu Huleyl b. Habeşîyye (Habeşîyye) b. Selûl, b. Kâ’b, b. Amril Huzâî olup, Kusayy b. Kilâb, onun kızı Hubbâ ile evlenmişti. O zaman, Kureyşîler, kendi kavimlerinden olan Kinânî’lerin içinde dağınık: Birbirleriyle ilgileri kesik küçük aile toplulukları hâlinde idiler.
Evet, sevgili dostlarımız, işte görüyorsunuz tarih ibretlerle dolup taşmaktadır. Bundan sonra artık âlemlerin rahmet Peygamberi Hz. Âdem’den, peygamberlerden Peygambere, O’nun nuru intikâl ede ede gerçek nur sahibini buldu. Hz. Muhammedin Babasına Abdullah’a ve ondan sonra Annesi Âmine’ye ve nur Peygamberimize intikâl etti. Artık âlemlere bu nurun nasıl doğduğun âlemlerin nasıl aydınlanıp nurlandığını göreceğiz bundan sonra. Artık Peygamberlik nuru Muhammed ile doğuyor, İslam nuru cihânı aydınlatıyor. Bundan sonraki derslerimiz buradan itibâren devam edecektir İnşâ’Allah’u Teâlâ.
Dakika 53:23