İslam Tarihi Ders 66
66- İslam Tarihi Ders 66
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,
Sevgili Peygamber Efendimizin Amcası Ebû Tâlib ’in Yanına Alınması;
Peygamberimizin dedesi Abdulmuttalib, ölüm döşeğine düşünce, bütün oğullarını başına topladı. Peygamberimiz çok iyi bakmalarını onlara tavsiye ve emretti. Zübeyr ile Ebû Tâlib; Peygamberimizin babası Abdullah ile aynı anneden, yani Fâtımâ Binti Amr, b. Âiz, b. İmrân, b. Mahzum’dan doğma kardeş idiler. Bu iki amca; Peygamberimizi yanlarına almak için kur’a çektiler. Kur’a, Ebû Tâlib’e çıktı. Ebû Tâlib;
Peygamberimize karşı, amcalarının en hamiyetlisi ve en şefkatlisi idi. Peygamberimiz, o zaman, sekiz yaşında idi. Ebû Tâlib ‘in; Arafat hizasındaki Urene vâdîsinde bulunan, arada-sırada sütü sağılıp Mekke’ye getirilen birkaç deveden başka da malı yoktu. Aile efrâdı ise kalabalıktı çoktu. Onları geçindirmekte sıkıntı çekmekte idi. Hz. Ali babam yoksul Seyyid ulu kişi idi. (Babası için söylüyor Hz. Ali). Hâlbuki kendisinden önce: “Yoksul bir Seyyid, Ulu kişi gelmemiştir!” der. Ebû Tâlib; Yoksulluğuna rağmen, Kureyşîlerin Seyyid’i ve şereflisi idi. Kendisinin sözü dinlenir, emirlerine karşı gelinmekten, sakınılırdı. Babası Abdulmuttalib gibi, o da ağzına içki koymazdı. Ebû Tâlib Peygamberimizin üzerine titrerdi. O’nu son derece sever, kendi çocuklarını O’nu sevdiği kadar da sevmezdi. O’nu yanına almadıkça uyumaz, bir yere giderse O’nu da yanında götürürdü. O’nun üzerine düştüğü kadar, hiçbir şeyin üzerine düşmezdi! İstirahati için kendisine serilen mindere Peygamberimizin gelip oturmasından kıvanç duyar: “Rebîa’nın ilâhına yemin ederim ki, kardeşimin oğlu için pek büyük bir şeref vardır!” derdi. Hazırlanan bir yemeği, Ebû Tâlib’in aile efrâdı, toplu veya münferit olarak yedikleri zaman, doymazlardı. Fakat Peygamberimiz onlarla birlikte yediği zaman hepsi doyarlardı. Bunun için, Ebû Tâlib; yemeklerini yemek istedikleri zaman aile efrâdına:
“Durunuz! Sizin gibi oğlum da gelsin, hazır olsun!” der, Peygamberimiz gelip onlarla birlikte yerse, yemekler artardı. Peygamberimiz yemekte onlarla birlikte bulunmazsa, doymazlardı. Ebû Tâlib Peygamberimize:
“Sen, hiç şüphesiz mübâreksindir!” derdi. Bunu bilirlerdi. Sofraya bir tek kişinin içeceği bir kapla getirilip konulan sütten, Peygamberimiz önce içer ötekiler sonra içecek olurlarsa, ilkinden sonuncusuna kadar hepsi kanasıya içerlerdi, bereket ortada görülürdü. Peygamberimizin bulunduğu sofrada az yeter, çok artardı.
Dakika 5:25
Ebû Tâlib bunları gördükçe Peygamberimize: “Sen çok mübâreksin!” derdi. Peygamberimizin dadısı Ümmü Eymen ’de şöyle diyor:
“Peygamberimiz (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ın, gerek çocukluğunda, gerek büyüklüğünde, ne açlıktan, ne de susuzluktan şikâyetlendiğini görmedim. Günlerinin çoğunda, sabahleyin biraz Zemzem içer, kendisine yiyecek vermek istediğimiz zaman:
‘İstemem! Ben tokum’ derdi.
Amcasının çocukları sofraya konulan şeye hemen uzandıkları hâlde Peygamberimiz uzanmaz, onun yenme zamanını beklerdi. Bunun için, Ebû Tâlib’in ona ayrı sofra kurdurduğu da olurdu. Ebû Tâlib’in çocukları sabahleyin yataklarından gözleri çapakla, yüzleri asık kalktıkları hâlde; Peygamberimiz, parıl parıl parlak yüzlü, sürmeli gözlü olarak sabaha çıkardı.”
Peygamberimizin Fâtımâ Hâtuna Son Derece de Sevgi ve Saygı Besleyişi;
Ebû Tâlib’in hanımı, zevcesi Fâtımâ Hâtun; faziletli, iyi hâlli bir kadındı. Peygamberimizin yanında, onun büyük bir mevkii ve itibârı vardı. Fâtımâ Hâtun vefât ettiği zaman Peygamberimizin gözlerinden yaşlar akmış, “Bugün annem, annem vefât etti!” buyurup kendi gömleğini ona kefen olarak sardırmış, cenaze namazını kıldırmış, gömüleceği kabrin içine inip yanının üzerine uzandıktan sonra onu kabre indirtmişti. “Biz, senin buna yaptığın şeyi başkasına yaptığını hiç görmedik!” dedikleri zaman da:
“Ebû Tâlib ’den sonra, bu kadıncağız kadar bana iyilik eden hiçbir kimse yoktur!” demiştir.
Âhirette cennet elbiselerinden elbise giymesi için, ona gömleğimi sardırdım. Kabre ısınması, alışması ve kabir sıkıntısının hafifletilmesi için de, oraya kendisiyle birlikte uzandım!” buyurmuştur.
Peygamberimiz, yengesi için duyduğu üzüntüden hayrete düşenlere de:
“O, beni doğuran annemden sonra, annemdi. Kendisinin çocukları aç durur, suratlarını asarlarken, o önce benim karnımı doyurur, saçımı tarar ve gülyağlarıyla yağlardı. O, benim annemdi! Cebrâil (Aleyhisselâm), Yüce Rabbim tarafından:
‘Bu kadın, cennetliklerdendir!’ diye bana haber verdi” buyurmuş ve:
“Yüce Allah (Celle Celâlüh) seni yargılasın, mağfiret eylesin ve hayırla mükâfatlandırsın!
Allah sana rahmet eylesin ey annem! Sen, benim annemden sonra annemdin! Kendin aç durur, beni doyururdun! Kendin çıplak durur, beni giydirirdin! En nefis nimetlerden kendi nefsini alıkoyar, bana tattırırdın! Bunu da, ancak Allah’ın rızâsını ve âhiret yurdunu umarak yapardın!
Dakika 10:20
Allah ki, diriltendir, öldürendir, hiç ölmeyen diridir O! Ey Yüce Allah’ım! Annem Fâtımâ Binti Esed’i af ve mağfiret eyle! Ona hüccet ve delilini anlat! Girdiği yeri genişlet! Ben Peygamberinin ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için, duamı kabul buyur. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Yüce Allah!” diyerek, onun hakkında dua etmiştir.
Peygamberimiz; bu mübârek cennet hâtunu, sağ bulunduğu müddetçe gidip ziyaret eder, onun evinde kuşluk uykusu uyurdu.
Ey dünya, işte böyle yetme bakan anneler var, bu anneler ne güzel anne! Çünkü ne şanslı anne bunlar; Bir Peygamber olan dürr-i yetime nasıl bakıyor, cenneti nasıl kazanıyor.
Evet, sevgili ve muhterem izleyenler!
Bir Âif’in Peygamberimiz Üzerindeki Teşhisi;
Ezd-i Şenûe kabilesine mensup bir Âif vardı. Iyafet; kuşları “Kışt!” diye azarlayarak kişileyip, onların isimlerinden, seslerinden, iniş ve geçişlerinden uğurluluk veya uğursuzluk çıkarmaya çalışmak demektir ki bu, Arapların çokluk yapageldikleri âdetlerindendi. Bu câhiliye âdetlerindendi. Âif de, kıyafet, alâmet ve izlerden anlayan, gelecek hakkında kehânette bulunan, kuşun uçması gibi şeylerden hükümler çıkaran falcı demektir. Ezd-i Şenûe’li Âif Mekke’ye geldiği zaman, Kureyşîler oğullarını ona götürürler, fallarına baktırırlardı; diğer yönleriyle falcı bunlar. Ebû Tâlib de, o zaman çocukluk çağında bulunan Peygamberimizi, falına baktırmak için, başkalarıyla birlikte, ona götürmüştü. Falcı;
Peygamberimize şöyle bir baktıktan sonra, bir şeyle biraz meşgul olup işini bitirir bitirmez:
“Yanıma getirsenize o çocuğu!” dedi durdu.
Ebû Tâlib, onun böyle Peygamberimizin üzerine düştüğünü görünce, onu göstermedi. Âif:
“Yazıklar olsun size! Demin görmüş olduğum çocuğu yanıma getirsenize! Vallâhi, ileride O’nun şânı büyük olacaktır!” deyip dururken, Ebû Tâlib, oradan yavaşça ayrılıp evine gitti.
İşte görüyorsunuz Peygamberimizdeki şan ve şerefin parıl-parıl parladığını! Bunu az-çok bilgisi olan, aklı olan bunu görüyordu. Hele de ilâhî kitapları okuyanlar dada da biliyorlardı.
Dakika 14:50
Ebû Tâlib’in Peygamberimizi Alıp Yağmur Duasını Çıkması;
Cürhüm b. Urfuta der ki: Kıtlık ve kuraklık içinde bulunduğu sırada Mekke’ye varmıştım. Mekkelilerden bazısı Lât-ı Uzzâ’dan, bazısı da Menât’tan istimdat ederim dedikleri sırada güzel yüzlü ve iyi görüşlü ihtiyar bir zât:
“Hâlen aranızda İbrâhim’in vakiyesi ve İsmâil’in sülalesi dururken nasıl Hak’tan yüz döndürülüyor başka sebep arıyorsunuz?” dedi. Yani putlardan sebep arıyorsunuz, aranızda dedi İsmâil’in soyundan biri var dedi.
“Sen bize Ebû Tâlib’i tarif ediyor gibisin !”dediler. İhtiyar zât:
Tamam.” deyince Kureyşîler topluca ayağa kalktılar!” Bende onlarla birlikte kalktım! Aslında Peygamberimizden bahsediyor ama O da Ebû Tâlib’in yanında zaten.
Ebû Tâlib’in kapısını çaldık yanımıza çıktı, kendisi güzel yüzlü bir zât idi. Üzerinde izarı vardı. Kureyşîler:
“Ey Ebû Tâlib! Vâdîyi kuraklık, ev halklarını da kıtlık sardı gel de bizim içi yağmur duasına çık!” dediler.
“Ebu Tâlib, hemen elinden tuttu yüzü güneş gibi parlayan bir çocukla yağmur duasına çıktı ki bu çocuk Peygamberimiz idi.
O’nun arkasını Kâbe’nin duvarına dayadı semâ da bir parça bile bulut iken çocuk parmağı ile semâya işaret eder etmez oradan-buradan, her taraftan bulutlar gelip sağanak hâlinde yağmur boşalmaya başladı; işte Şanlı Peygamberimizin çocukken ki durumu bu. Vâdî sel suları ile dolup taştı, şehir ve kır halkı bolluğa kavuştu. Ebû Tâlib Kureyş müşriklerine karşı Peygamberimizi savunan uzun şiirinin 38’inci o beytinde:
O’nun yüzü suyu hürmetine Allah’tan yağmur istenir.” diyerek bu hadiseye işaret eder. Kendisi de Ebû Tâlib’in Peygamberimizin hürmetine yağmur istediği buradan açıkça anlaşılmaktadır. Medinelilerin kuraklık ve kıtlık sıkıntısına uğramaları ve bundan şikâyet etmeleri üzerine Peygamberimizin duası ile Medine’yi sel basmış, Medineliler bundan da şikâyetlenmişler Peygamberimiz de yağmurun Medine çevrelerine kaydırılması için Yüce Allah’a dua etmiş, yağmur hemen oralara kaymıştı. Bunun üzerine Peygamberimiz:
“Ebû Tâlib bu güne değişmiş olsaydı buna sevinirdi.” buyurmuştu. Ashâb’dan bazıları:
“Yâ Rasûlullah! Her hâlde sen bununla onun şu sözüne işaret etmek istiyorsundur diyerek Ebû Tâlib’in yukarıda meâlini naklettiğimiz beytini okuyunca Peygamberimiz; “Evet!” buyurmuştur.
Hz. Âişe bu beyti okuduğu zaman Hz. Ebû Bekir:
“İşte vallâhi bu Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) idi” demiştir.
Ebû Bekir (Radıyallâhu Anhü) gerçekleri tâ o zamanlarda gördü ilk Müslümanlardan oldu. Şansı tam yakaladı Mevlâ’nın lütfu keremi ile ve Sıddıklardan oldu.
Dakika 19:40
Peygamberimizin Kalbine Re’fet ve Rahmet Dolduruluşu;
Rivâyete göre: Peygamberimiz on yaşını birkaç ay geçmiş olduğu sırada kırda, üzerinden bir sesin geldiğini işitti.
Başını kaldırıp baktığı zaman, bir adamın diğer bir adama:
“Bu O mudur?” diye sorduğunu gördü. Sorulan adam:
“Evet!” dedi.
Ne yüzleri, ne de giyinişleri hiçbir kimseninkine benzemeyen bu adamlar, Peygamberimizi karşılayıp kollarından tuttular. Peygamberimiz, onların tutuşlarını hiç hissetmedi. Onlardan birisi, arkadaşına:
“Yatır O’nu!” dedi.
Peygamberimizi, hiç çabalatmadan, eğip bükmeden yere yatırdılar. Onlardan biri, öbür arkadaşına:
“Yar O’nun göğsünü!” dedi. O da, Peygamberimizin göğsünü yardı.
Peygamberimizin göğsü ne kanadı, ne de ağrıdı.
Yine, biri öbürüne: “Kin ve kıskançlığı çıkar içinden!” dedi. O da, pıhtılaşmış kan gibi bir şey çıkarıp attı.
Yine, biri öbürüne: “Rahmet ve Re’fet doldur!” dedi. Bundan sonra, Peygamberimiz;
Küçüklere karşı son derecede şefkatli, büyüklere karşı da merhametli idi. Çünkü O âlemlere rahmet Peygamberi idi. Bu da yine güvenilir kaynaklarda zikredilmiştir sevgili dostlarımız.
İnşâ’Allah’u Teâlâ bir sonraki dersimizde de Peygamberimizin amcası ile Şam seferine katılışı ve oradaki rahibin Peygamberimizi ilâhî kitaplarda tanıdığı kişiyi (Peygamberi) âhir zaman Peygamberini orada görmüş olması ve bu konudaki ifâdelerini bir sonraki dersimizle İnşâ’Allah devem ettireceğiz.
Dakika 22:25