İslam Tarihi Ders 69
69- İslam Tarihi Ders 69
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,
Dersimiz Tarih külliyâtından keşif notlarıyla devam ediyor;
Sevgili Peygamberimizden Önce Oğullarına Muhammed İsminin Ne İçin ve Kimler Tarafından Konulduğu Konusunda da;
Bakın gelmesi beklenilen âhir zaman Peygamberinin ismi ilâhî kitaplarda yazıldığı için, bildirildiği için herkes O’nu bekliyordu. Saîd b. Müseyyeb der ki:
Araplar kendilerinden Muhammed isminde bir Peygamber gönderileceğini kitap ehli olan Yahûdî ve Hristiyanlardan ve Kâhinlerden işitmişlerdi. Bunu işiten Araplardan bazıları Peygamber olması ümidiyle oğullarına Muhammed ismini vermişlerdi.
Katâde ve Şeybe’nin bildirdiğine göre:
Benî Temîm’lerden Süfyân b. Müçâşî b. Dârim b. Mâlik b. Hanzala b. Mâlik b. Zeydî Menât b. Temîm Şam’a gidip bir rahibe inmişti. Süfyân kendisinin Mudarlardan olduğunu söyleyince Rahip:
“Araplar içinde bir Peygamber gönderilecek, kendisine Muhammed denilecektir” dedi.
Bunun üzerine Süfyân, doğan oğluna Muhammed ismini verdi. Muhammed b. Süfyân Hristiyan papazı oldu.
Muhammed b. İshâk’dan rivâyet edildiğine göre: Benî Süleym’lerin Zekvân oğullarından Muhammed b. Huzâî b. Huzâre diğer adı (Alkame) b. Muhârib b. Mürre b. Hilal b. Fâriç b. Zekvân, Zekvân’üs-Sülemî’ye Muhammed ismi Peygamber olması ümidiyle verilmiştir. Ebrehe Muhammed b. Huzâî Yemen’e götürdü. Muhammed b. Huzâî orada onunla birlikte bulundu ve Hristiyan dininde öldü. Ebrehe’nin emriyle Kâbe yerine San’â’da ki Kulleys kilisesine hacc etmeleri için propaganda yaparken Huzeylî’lerden Urev b. Hıyâz tarafından bir okla vurulup öldürüldü.
Diğer birisi:
Benî Süleymlerden Muhammedü’l-Çüşemî’ye,
Muhammedü’l-Useydî’ye,
Muhammedü’l-Fukaymî’ye,
Muhammed b. Berr b. Târık b. Itvâre b. Âmir b. Leys b. Bekir b. Abdimenât b. Kinâne ’ye,
Muhammed b. Humrân b. Mâlik Mâlikü’l-Cûfî’ye,
Benî Cahcabalardan Muhammed b. Ukbe b. Ubayhâ b. Cülâhu’l Evsî’ye,
Muhammed b. Hırmaz b. Mâlik b. Amr b. Temîm’e,
Evsîlerden Muhammed b. Meslemetü’l-Ensârî’ye… Hep, Peygamber olması maksat ve ümidiyle bu ismi geçenlerin tamamı Muhammed ismi konulmuştur. Bunlara sırf Peygamber olması maksadıyla koymuşlardır.
Dakika 5:12
Şunu bilemiyorlar; Peygamberi Allah seçer başkası seçemez, peygamberi Allah gönderir başkası gönderemez, peygamberi Allah vahiy eder başkası vahiy alamaz. Onun için buraları bilmedikleri için âhir zaman Peygamberri İncîl’de, Tevrât’ta, ilâhî kitaplarda son Peygamberin geleceğini bilenler, Yahûdî ve Hristiyan âlimleri bunları İncîl ve Tevrât’ta açıp görüyorlardı. Fakat îmân etmedikçe kişinin bilgisi işe yaramaz. (Îmân ve amel etmedikçe…). Görüyorsunuz Hristiyanlar Yahûdîler îmân etselerdi kendi kitaplarına… Burayı iyi dinle! Derhâl Müslüman olmaları gerekiyordu. Kendi kitabına inanmayan Yahûdî, kendi kitabına inanmayan Hristiyan ve kendi peygamberine inanmayan Yahûdî, kendi peygamberini ilâhlaştıran Hristiyan görüyorsunuz ki cehennemin kendilerine has tabakasına doğru gidiyorlar. Çünkü ne peygamberleri dinlemişler bunlar ne de kitaplarına inanmışlar. Onun için İslam îmânı ile îmânı olmayan herkesin îmânı bâtıl inançtır. İslam îmânı ise bütün peygamberlerin îmânıdır bu ebedî değişmedi ebediyyû’l-ebed ezelî ve ebedî değişmeyecektir. İşte hak din olan İslam’ın Hz. Âdem ile doğuşundan tâ kıyâmete ve ebediyete kadar ki ebediyyû’l-ebed îmân değişmez. Niye? Allah bir yüce sıfatlarla muttasıf, noksan sıfatlardan münezzeh, îmânın ilkelerini ortaya koyan Allah’u Teâlâ. Îmân değişmez Allah’ın değişmediği gibi. Onun için sevgili dostlarımız, îmânın icmâlî îmân tâ ezelden tâ ebede devam etmektedir, tafsîlî îmân da böyledir. Tafsîli îmân da insanların ilmi îmân edilecek değerlere ulaşıp onları kavradığı zaman bu tafsîlî îmâna dönüşür. Şimdi ben Kur’an-ı Kerim’e îmân ettim diyorsun, içeriğini öğrendiğin zaman bu tafsîlî îmân olur. İçeriğini öğrenip kalbin tasdik edip dilin ikrâr etmesi ile.
Evet, sevgili dostlarımız, Kur’an-ı Kerim’de adı geçen peygamberler var, bir de adı geçmeyen peygamberler var. Biz bunların İslam îmânında hepsinin peygamberliğinin tasdik ederiz dilimizle ikrâr ederiz. İlâhî kitapların tamamını kalbimizle tasdik ederiz, dilimizle ikrâr ederiz. Bunlar icmâlî îmândır. Âhiretin bütün bölümlerine tamamen biz îmân ederiz. Âhirette olacak cennet hak, cehennem hak, mahşerde hesaba çekilmek hak, mîzan terazisi hak, şefaat haktır. Yani mahşerle âhiret ile ilgili ne varsa onun bütün bölümlerine de biz îmân ederiz. Kabir hayatı da dâhil, Berzah da dâhildir. Onun için îmân, îmân esasları ebediyyû’l-ebed değişmez. Ezelden ebede değişmeyen gerçek îmân esaslarıdır. Cenab-ı Hak gönderdiği ilâhî kitaplarda şeriatı, çağın şartlarına göre ne yapmıştır? Şeriatta değişiklik yapmıştır onu Allah kendi yapar.
Dakika 10:30
Onun için bilinenden bilinmeyene terakkî kıyasta müçtehitlerin hakkıdır. Çağın şartlarına göre bilinenden bilinmeyene terakkî ederek çağın şartlarına göre İslam hükümler koyar, yeni hükümler koyar. Ama hepsinin aslında yine Kur’an-ı Kerim vardır, sahîh sünnet vardır, icmâ vardır ve kıyasta bunlara bina edilir. Bunlar aslî delillerdir birde fer’î deliller vardır. İslam’ın her şeyi sapasağlamdır. Onun için câhil hoppala insanlar var İslam’ı hiç anlamamış, kavramamış bir de onları getirmişler imam yapmışlar, din görevlisi yapmışlar. Adam diyor ki: “İşte elektrik o zaman yoktu şimdi elektrik var. Peki diyor elektrik görevini İslam’da kime vereceksin?” diyor. Şu câhilliğe bak, aptallığı bak! Şu zır ve mürekkep cehâlete bak! İslam dini her şeyi ehline verir. Elektrik ile bilgisi olanlara da o görevi verir. Burada bu kadar câhil İslam karşıtı insanlar yetiştirilmiştir. Dikkat edin dostlarım, muhterem efendiler ey yetkililer! Elemanlarınızı üç buçuk-dört notuyla sınıf geçirip imam yapmayınız! İslam dini üç buçuk-dört not alınarak teslim edilecek bir mevki-makâm değildir camilerin mihrapları, minberleri kürsüleri; bunları ehline veriniz! İşte siz ehlini yetiştirmezseniz ortaya sivriler, Hâricîler, Hâricî zihniyetindekiler ortaya çıkmaktadır o boşluğu diğer yanlışlar doldurmaktadır veya kendinin yaptığını doğru zanneden kişiler doldurmaya kalkmaktadır. Ey yetkililer işi ehline veriniz! Hele de bu dini câhillere, dinsizlere teslim etmeyiniz! Okulda din dersini eğer sen Allah’a inanmayan birine bu dersi verirsen ki zamanında bunlar hep oldu. Allah’ı inkâr edenlere din dersi vermeyi birileri uygun buldu. Niye? İşlerine öyle geliyordu da ondan. Bugün bu tam hâlloldu mu? Tam hâllolmadı. Bu işi halledeniz! Eğitim sistemini yüce değerlere uygun şekilde dirayin hâle getiriniz! Eğer siz eğitim sistemini millî bir sisteme getirmezseniz, gayri millî sistemin adına millî koyarsanız kendi kendinizi aldattığınız gibi milletinizin de gençlerinin geleceğini beşikteki yavruları dahî aldatmış olursunuz yazık olur. Bunu hallediniz! Doğu’yu-Batı’yı taklit ederek değil, bilimsel hareket ederek bilime ayarlayın işleri! İslâmî değerler vahyi ilâhî’dir, Kur’an-ı Kerim, sahîh sünnet bir defa olmasa olmazlardandır. Bunu yerleştiriniz, İslâmî ilimleri Müslümana öğretiniz! Müslümanı İslam ‘sız Müslüman hâline getirmeyiniz! İlimsiz, bilgisiz, câhil hâline getirmeyiniz!
Dakika 15:17
Yabancının her şeyini öğrettiler birileri ama kendi yüce değerlerini öğretmediler. O yabancıya özenenler bizden değil. Bunu açık söylüyorum; inancı, kıvancı, tasası bizden değil. Çünkü Yüce İslam’ın değerlerini dışlayıp, yabancıya kendini özenen yabancıdır. Ruhu yabancıdır, beyni kafası yabancıdır. Müslüman yabancıyı taklit edecek hiçbir tarafı yoktur. Bütün yüce değerler Müslümanın değerleridir, İslâmî değerlerdir bunu topluma iyiden iyiye veriniz! İslam âlemine işte ancak böyle iyilik edersiniz. İslam birliğini de İslam kardeşliğini de İslam adâletini de böyle te’min edersiniz. Su, su demekle su içmedikçe kimse sustuğunu gideremez. Vatandaş İslam diyor, İslam’ın ne olduğunu bilmiyor. Şimdi sistem korkusu, recim korkusu bunlarda Allah korkusunun yerini aldıysa burada bir tâğut korkusu ortaya çıkmıştır ve nasıl Yahûdî’ye buzağıya tapmak oradaki putperestlik iliğine-kemiğine işledi ise Yahûdî’nin Hz. Mûsâ Tûr-i Sinâ’dan gelinceye kadar buzağıdan put yapıp taptıysa bugün de birilerinin içine tâğutî sistemlerin korkusu topluma yerleşmiş. Tâğut korkusu, Allah korkusunun yerine aldığı zaman orada gerçek îmân bulunmaz. Gerçek özgürlük, hürriyette bulunmaz. İnanç hürriyetinin adı vardır kendisi yoktur. Her şey serbest ama ilâhî yüce değerleri savunmak yasak olarak geldi bir asırdan beri yaklaşık. Peki, o bir asırlık nesil ne hâle geldi? Kimisi asimilasyona uğradı, kimisinin de içinde o tâğutî korku içine yerleşti. Artık bu tabular ortadan kalkmalı yerine hak ve hakîkati koymalıdır. Bu da Yüce İslam’ın yüce değerlerinin uluorta gençliğe öğretilmesinden geçer. Kıyısından-köşesinden bu iş olmaz. Cumhuriyet tarihinde Mevlid-i Şerif’ler okutularak geldi. Fakat Mevlid-i Şerif Osmanlıca yazıldığı için dinleyenler güzel ses dinlediler mevlidin içeriğini dahî doğru anlamadılar. Mûsikî olarak dinlendiler, sonra aşırlar okundu o aşırların, âyetlerin anlamı cemaate mevlit dinlemeye gelenlere âyetlerin anlamı verilmedi. Dualar yapıldı, dualarda da ifrat ve tefrite kaçıldı. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de bunların hepsi Tefsir derslerimizde açık açık anlatıldı. Fıkıh derslerimizde de bunlar bütün müçtehitler düzeyinde bu konuda bilgiler verildi. Biz söylüyoruz, hatırlatıyoruz ötesi ilgililerin, yetkililerin artık durumuna kalmıştır.
Dakika 20:05
Herkes yarın gücünün yettiği her görevinden dolayı mahşerde Allah hesaba çekecektir. Benim gücüm kadar beni hesaba çekecek, senin gücün kadar seni hesaba çekecek. Devleti devlet kadar hesaba çekecek, milleti millet kadar. İşçiyi işçi kadar, patronu patron kadar, memuru memur kadar, âmiri âmir kadar herkes hesaba çekilecektir. Görevini doğru yapan kurtulacaktır. Ağa kurtulacak, Paşa kurtulacak diye bir şey yok. Görevini doğru yapan kurtulacaktır. İşte o da Cenab-ı hak diyor: “Emir olunduğun gibi dosdoğru ol! (فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ) Herkes emrolunanı yerine dosdoğru getiriyor ise görev olarak, şahsî görevi olarak, toplum görevi olarak ve milli ve devlet olarak kim görevini doğru yapıyorsa onlar kurtulacak.
Evet, sevgili dostlarımız, bunun örnekleri tarih dolu, diğer derslerimize bunlara zaten yeteri kadar yer verdik, şimdi de Tarih Külliyâtı ile dersimiz devam ediyor.
Şimdi Sevgili Peygamberimizin şekil ve şemâli ile ilgili Ashâb-ı Güzin Peygamberimizin şekil ve şemâli hakkında ne diyor.
Hz. Ali (Kerremallâhu Veçhe) Hz Ali’ye göre Peygamberimizin şemâili hakkında şu bilgiler verilmiştir. Bunlar Hz Ali’nin söyledikleridir (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn). Hz. Ali Peygamberimizi şöyle tarif eder:
Peygamberimiz (Aleyhissalâtu Vesselâm), ne upuzun boylu ne de kısa idi. Uzuna yakın orta boylu idi -ki mükemmel bir boyu- vardı. Kendisinin el ve ayak parmakları irice, başı vücut yapısı ile dengeli biçimde büyükçe idi. Omuzları dizleri ve bilekleri kemikliydi. Göğsünden göbeğine kadar çizgi hâlinde uzanan kıl telleri vardı. Karnında ve göğsünde bundan başka da bu kıl teli yoktu. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm) yürürken ayaklarını sürümez, adımlarımı canlı ve uzun atar sanki yüksekten iner gibi önüne doğru eğilirdi. Kendisinin saçı ne kıvırcık ne de düzdü, hâreli idi. Sakalı sıktı, yüzü yuvarlakça idi boyunu uzun gümüş gibi pak ve parlaktı. Teni kırmızı ile karışık ak idi pembeydi. Yüzünün teri inci gibi idi miskten daha güzel kokardı. Gözleri büyükçe idi, göz bebeklerinin siyahı pek siyahtı, gözlerinin beyazında biraz kırmızılık vardı. Kirpikleri sık ve uzundu, vücudu ne zayıf, ne de şişmandı. Bakmak istediği tarafa bütün vücudu ile dönerek bakardı ki iki küreğinin arası enliydi. Omuz küreklerinin arasında peygamberler hâtemi olduğunu gösteren peygamberlik hâtemi vardı. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ı birdenbire görenler O’nun manevî vakar ve heybetinden sarsılırlar kendisini yakından tanıyınca da O’na en derin sevgi ve saygı ile bağlanırlardı.
Dakika 25:30
O’nun yüce, haslet ve meziyetlerini anlatmak isteyen kimse: “Ben ne O’ndan önce ne de sonra O’nun bir benzerini görmedim!” demekten kendisini alamazdı. Yeryüzünde emsâli yoktu.
Hint b. Ebî Hâle’ye Göre Peygamberimizin Şekil ve Şemâili;
Bir gün Hazreti Hasan Peygamberimizin üvey oğlu Hint b. Ebî Hâle ’den Peygamberimizin şekil ve şemâilini sormuş, öğrenmek ve yararlanmak istemişti. Hint de ona Peygamberimizi şöyle anlatmıştır;
“Her ululuk, yükseklik Rasûlullah’da toplanmıştı.” diyor. Üstün meziyetlerin hepsi O’nda idi. O’nun yüzü ayın on dördü gibi parlardı. O, uzuna yakın orta boylu idi kısa boylu değildi. Kendisinin saçı ne dümdüzdü ne de kıvırcıktı, hâreli idi saçı kendiliğinden ikiye ayrılıp yanlarına dökülürse onları birleştirmezdi, birleştikleri zaman da onlara ayırmaz oldukları gibi bırakırdı. Saçını uzattığı zaman kulaklarının memesini aşardı. Teni kırmızı ile karışık ak ve güzeldi. Alnı açık ve genişti, kaşları uzun ve kavisliydi, kaşlarının uçları ince araları çok yakındı fakat çatık değildi. İki kaşının arasında bir damar vardı ki kızgınlık zamanında kabarır görünürdü. Burnunun iki kaş arasında başladığı yer yüksekçe burnunun ucu da inceydi, buradaki ölçülülük ve denklilik dikkat edenlerin gözünden kaçmazdı. Burnunda da ayrı bir parlaklık ve güzellik de vardı, sakalı sıktı.
Ashâb-ı Kiram’a göre Şemâili Şerif;
Yanakları düzdü, yumru değildi ağzı tabii bir güzellikte idi, dişleri inci taneleri gibiydi. Göğsünden göbeğine kadar çizgi gibi inen ince teller, kıl telleri vardı. Boyu uzunca idi, gümüş gibi ak ve parlaktı. Bütün uzuvları düzgündü mükemmeldi, kendisi ne şişman ve zayıftı, ikisinin ortası idi, sıkı etli idi. Karnı ve göğsü bir seviyede idi, çıkık değildi, göğsü ve iki küreğinin arası genişti. İri yapılı iri kemikli idi soyunduğu zaman vücudundan nur saçılırdı, parıl parıl parlardı. Vücudu kıllı değildi yalnız omuz başlarında pazılarında biraz kıllar vardı. Bilek kemikleri uzun, el ayaları genişti el ve ayak parmakları kalınca ve uzunca idi. Ayaklarının altı düz değildi çukurca idi, ayakları hafif etli idi, ayaklarının üzerine su döküldüğü zaman etrafa yayılırdı. Yürürken ayakların yerden canlıca kaldırır iki yanına salınmaz, adımlarını geniş atar yüksek bir yerden iner gibi önüne doğru eğilir, vakar ve sükûnetle rahatça yürürdü. Bakmak istediği zaman bakacağı tarafa tamamı ile dönerek bakardı, etrafına gelişi güzel bakmazdı. Yeryüzüne bakışı semâya bakışından daha çoktu, yeryüzüne bakışı da göz ucuyla idi. Yürürken Sahâbîlerin gerisinde yürürdü. Birisi ile karşılaştığı zaman önce kendisi selâm verirdi.
Dakika 31:05
Evet, sevgili dostlarımız, şimdi de Hazreti Ebû Bekir’den dinleyelim;
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer ve diğer Sahâbîleri göre Peygamberimizin şekil ve şemâili;
Hz. Ebû Bekir’in, Hz. Ömer’in, Hz Âişe’nin, Sâ’d b. Ebî Vakkâs’ın, Enes b. Mâlik’in, Ebû Hureyre’nin, Ebû Umâme’nin, Berâ b. Âzib ’in, Câbir b. Abdullah’ın (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn), Peygamberimizi tarif ederken hemen hemen aynı kelimeleri kullandıkları daha başka Sahâbîlerin de Peygamberimizin sıfatlarından bazılarını dile getirdikleri görülmektedir. Bu cümleden olmak üzere Abdullah b. Abbâs’a göre;
Peygamberimizin ön dişleri seyrekçe idi, konuşurken bunlar öteki dişlerinin arasından görünür nur gibi parıldardı.
Ebû Zer el- Gıfârî ye göre; “Peygamberimizin hiç kimsenin göremeyeceğini gördüğünü, hiç kimsenin işitemeyeceğini” bildirir.
Hz. Âişe ’ye göre; “Peygamberimizin gözleri uyur fakat kalbi uyumaz uyanık bulunurdu. “Ya Rasûlullah vitri kılmadan önce mi uyuyorsun?” diye sorduğu zaman Peygamberimiz: “Ya Âişe benim gözlerim uyusa da kalbim uyumaz!” buyurmuşlardır.
Câbir b. Semüre Abdullah b. Sercis ve Ebû Rimse’de; “Peygamberimizin iki omuz arasındaki hâtemi nübüvveti anlatırken; bunun üzeri tüylü, kabarık, kırmızımtırak inci gibi benlerin bir araya gelişinden oluştuğunu ve keklik yumurtası büyüklüğünde olup, Peygamberimizin iki küreği arasında bulunduğunu gördüklerini” söylemişlerdir.
Ebû Hureyre; “Ben Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)’dan daha güzelini görmedim sanki yüzünde güneş çağlardı, parıl parıl parlardı.” demiştir.
Enes b. Mâlik’e göre; “Peygamberimiz ‘in yüzü ve sesi de çok güzeldi”.
Hz. Âişe de; “Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ın yüzce insanların en güzeli ve tence en parlağı idi” demiştir.
Ebû Cuheyfe; “Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ın elini tutup yüzüne sürdüğümde o serinlikçe kardan daha serin, kokuca da miskten daha güzeldi” demiştir.
Câbir b. Semüre der ki: “Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) ile birlikte ilk namazı kıldım. Sonra Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) ailesinin yanına gitti, Onunla birlikte ben de gittim. Kendisine bir takım çocuklar karşıladılar. Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) eliyle onların her birinin yanağını teker teker okşadı. Bana gelince benim yanağımı da okşadı. Rasûlullah’ın elinde öyle bir serinlik ve güzel bir koku duydum ki sanki Rasûlullah elini koku sepetinden çıkarmıştı.”
Enes b. Mâlik’te: “Ben Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ın ne avucundan daha yumuşak bir dibaye (ipeğe) dokundum, ne de Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ın kokusundan daha güzel bir misk ve amber kokladım!” demiştir.
Abdullah b. Mes’ûd’dan rivâyet edildiğine göre; “Peygamberimizin geceleyin mescide geldiği kendisinin güzel kokusu ile bilinirdi.”
Enes b. Mâlik’in Annesi Ümmü Süleym’e göre; “Peygamberimizin teri de en güzel kokulardan daha güzel kokardı.” Enes B. Mâlik Peygamberimizin vefâtında başında ve sakalındaki ak kılların sayılacak kadar az olduğunu 20’yi bulmadığını bildirmiştir”.
Evet, sevgili dostlarımız, İnşâ’Allah bu konudaki dersimiz bir sonraki dersimizle de devam edecektir. Salât-u selâm O’nun üzerinden ebediyyû’l-ebed eksik olmasın.
“Allâhümme salli ve sellim ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âlî Muhammed bi-adedi ilmih”
O’nu bize Peygamber olarak gönderen Allah’a da ebediyyû’l-ebed hamd-ü senâlar olsun.
“Elhamdülillah Sübhânallah ve bi- hamdih bi-adedi halkıh ve mil’el mîzan ve müntehel ilm ve meblağar-rızâ ve zinetel arş.”
Dakika 37:34