9- Ders 9 Fıkhı Ekber hayat veren hayatveren
FIKH-I EKBER DERS 9
Nestağfirullah bi adedi zünûbinâ hatta tüfer Allahu Ekber hatta tufer Allahümmeslih ümmete Muhammed verham ümmete Muhammed Allahümmağfirli cemi’an ümmeti muhammed bi hurmeti Muhammed Mustafa sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem Sübhânallâhi ve bi–hamdihî adede halkihî ve mil’el-mîzân ve müntehe’l-ilmi mebleğa’r–rızâ ve zinete’l arş.
Çok kıymetli ve muhterem izleyenler, kıymetli efendiler, Fıkh-ı Ekber’den sizlere keşif notları vermeye devam ediyoruz. İmâm-ı Âzam’a ve diğer bütün İslam âlimlerinin hepsine Yüce Allah bol bol rahmet eylesin, mağfiret eylesin. Yüce Allah’ın rahmeti, mağfireti, merhameti, keremi İslâm âlimlerinin üzerinden eksik olmasın. Yüce Allah ümmet-i Muhammed’in kalplerinde hak imanı ebedi parlatsın ve ümmet-i Muhammed’in kalplerini birleştirsin ve ruh-u milliyi Allah nasip eylesin. Güç birliğini nasip eylesin. Yüce Allah, İslam’ın barışını, onun adaletini, onun sosyal devlet ve sosyal adaletini, engin merhametini, âlemleri kuşatan rahmetini Yüce Allah ümmet-i Muhammed’in şahsında Yüce İslâm’ı cihana barış olarak, hak, adalet olarak, merhamet olarak tüm dünyaya Allah nasip, müyesser eylesin. Yani İslam’ı İslam olarak. Kıymetli dostlarımız çünkü İslam öyle bir yücenin kurduğu düzen, öyle bir kurum ki azaltmaya da çoğaltmaya da ihtiyacı yok. O yücenin kurduğu nizam, ebedi yüce, onun güzel kurduğu düzen de yüce. Bunun temeli de iman, İslâm imanı. İmanı esaslarını da bizlerin iyi bilmesi lazım. İmâm-ı Âzam bu yönüyle de bu ilmiyle de dünyaya parlamış ve dünyayı bununla da aydınlatmıştır.
Şimdi şöyle, dersimiz ahd-i misaka geldi. Ahd-i misak İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Numan bin Sabit Hazretleri (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn) bakın bu konuda ne diyor. Allah Teâlâ (celle celaluhu) ve Tekaddes Hazretleri, Âdem Aleyhisselamın zürriyetini küçük karıncalar şeklinde sulbünden (öz evladı olmak) çıkarmış, onlara akıl vermiş, sonra kendilerine “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye hitap etmiş. Onlar da “Evet Rabbimizsin. Şahit olduk” demişlerdi. İşte o zaman Allah (celle celaluhu) imanı emretmiş, küfrü nefyetmiştir. Onlar da ikrar etmişlerdi. İşte bu ilk imandı. Bunun için insanlar doğarken daima İslam fıtratı üzerine dünyaya gelirler. Ey kardeşim, imanın şu bir defa maddesine bir bak. İşte asli, inanılması lazım gelen, asli olan hükümlerden biri de bu. Bütün insanlığın fıtratına İslam fıtratı konmuştur. Ey dünya insanları, bu fıtratını bozma. Bu fıtratla yaratıldın sen, bütün insanlar. Doğan çocuklar bu fıtratla doğuyorlar. Bu fıtratı çocuğuna bozdurma. Bu fıtratı İslam ile geliştir. Bütün yaratılan insanoğlunun fıtratı budur. Bu fıtratı geliştirip yükselmek, cennete yükselmek için peygamberler gönderildi. İslâm peygamberleri, İslâm kitapları geldi. En son da Hz. Muhammed ve Kur’an-ı Kerim, Yüce İslam’ın içindeki geçmişi yenileyen şâri’ Allah’ın şeriatı, Muhammed-i şeriat itikatta, amelde, ahlakta, hukukta ortaya kondu. Gel kardeşim, fıtratına dön. Fıtratını bozma. Bütün insanlık bu fıtratla yaratıldı. Kendin bilirsin. Biz, dünyadaki bütün insanlar Allah’ın kulları, hepimiz Allah’ın kullarıyız. Biz Yüce Allah’ın mesajını Allah’ın kullarına duyuruyoruz. Duyurmazsak görevimizi yapmamış oluruz. Bunlar Allah’ın lütfundan, keremindendir. Kâinatta her hayırlı bir tecelli görürseniz bu Allah’ın rahmetinin, merhametinin, kereminin tecellisidir. Her hayırlı olan budur. Bunların içindeki en büyüklerinden biri Kur’an-ı Kerim’in cihana ilmi olarak tebliğ edilmesidir. 3.6 9:02 Aczimizle bunun için çırpınıyoruz. Tüm insanlık kurtulsun, kalplere, ruhlara güven gelsin, huzur gelsin, herkes mutlu olsun. İmanın hakikatini, onun nurunu yakin ve rızayı, Allah’ın rızasına ulaşmayı Cenab-ı Hak İslam ile ortaya koymuş. Vuslata ermek İslam iledir, Kur’an-ı Kerim’ledir, Hz. Muhammed’in ortaya koyduğu ona inzal edilen yüce değerler iledir. Şimdi ahd-i misakı sana İmâm-ı Âzam gibi Şanlı Kur’an’ı, nurlu sünneti ve İslâm şeriatının onun fıkıh ilmini ve Fıkh-ı Ekber’iyle de iman esaslarını imanlı yaşamak, imanlı ölmek, imanla cennete, cemâle ulaşmak için iman ilmini iyi bilmek lazım. İşte İmâm-ı Âzam bunun da müthiş âlimidir. İman okulunun dünyada en baş hocalarındandır. Ne diyor ahd-i misak, tekrar ediyorum: Bunu bütün varlığınla kalbin bunu tasdik edecek, dilin ikrar edecek. Bunlar tamamen ebediyyil ebed bu iman bağrında parlayacak, bu güven ortamında yaşayacaksın. İman güvendir. Allah’ın himayesinde olmaktır. Değerli efendiler, Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri (celle celaluhu), Âdem Aleyhisselamın zürriyetini küçük karıncalar şeklinde sulbünden çıkarmış, onlara akıl vermiş sonra kendilerine “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye hitap etmiş. Onlar da “Evet, Rabbimizsin, şahit olduk.” demişlerdi. İşte o zaman Allah (celle celaluhu) imanı emretmiş, küfrü nefyetmiştir. Onlar da ikrar etmişlerdi. İşte bu ilk iman idi. Bunun için insanlar doğarken daima İslam fıtratı üzerine dünyaya gelirler. İşte senin fıtratın İslam. Böyle yaratıldın, ey kardeşim. Bu fıtratını bozma, sakın yanlış yollara sapma. İmanla dünyaya gelirler. Bu imanla herkes dünyaya gelir, fıtratındaki iman, fıtratındaki İslam. Bu imanlı doğuşa “fıtrat” denilmiştir. Yaratılış manasında olan bu “fıtrat” kelimesi burada iman ve ahit manasına kullanılmıştır. Ashâb-ı kiram ve tâbiînin cumhuruna, müfessirlerin de ekserisine göre Allah Teâlâ’nın (celle celaluhu) Hz. Âdem’in sulbünden zürriyetini çıkarıp onlardan söz alması ahd-i misak, ittifak halindedir. Bazı müfessirler, ahd-i misak dediğimiz bu teklif ve söz almanın bedenlere değil de yalnız ruhlarla yapıldığını ifade etmişlerdir. Bu da konuyu değiştirmez. Bu ahd-i misak Kur’an-ı Kerim’de beyan edilmiştir. Bak, Yüce Rabbimiz ne diyor Araf Suresi ayet 172’de:
وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
(Sadakallahul azim) “Hani Rabbin Âdemoğullarından, onların sırtlarından zürriyetlerini çıkarıp kendilerini de içlerine şahit tutmuş, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da “Evet Rabbimizsin, şahit olduk.” demişlerdi. İşte bu şahitlendirme kıyamet günü “Bizim bundan haberimiz yoktu” dememeniz içindir”. Ey, kıymetli dostum, küfür insanoğlunun kendinin uydurduğu, kendi kazandığı ve kendini ebedi batırdığı şeydir. Küfre gerek yoktur. İman, İslam fıtri olarak aslidir. Küfür, şirk, nifak insanoğlunun kendi uydurduklarıdır. Gel kardeşim, fıtratına dön. Fıtratın İslam imanı, İslam’ın kendisidir. Eğer denilse ki “Biz bu ahd-i misakı unuttuk. Delilin hüccet (delil) olma özelliği nedir?”. Deriz ki “Bize bu başlangıcı Allah (celle celaluhu) unutturdu. Dünya bir gaipler evidir. Bize de lazım olan gaibe imandır. Hatırlamış olsak bile de yine de özrümüz geçerli olmazdı”. Zira:
يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللَّهُ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُهُم بِمَا عَمِلُوا أَحْصَاهُ اللَّهُ وَنَسُوهُ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
“Allah, insanların yaptıkları bütün amelleri hıfz etmiş, insanlar ise yaptıklarını unutmuşlardır. Allah her şeye şahittir”. (Mücadele Suresi ayet 6). Kıymetli izleyenler, bu ayet-i kerimede ifade edildiği gibi insanoğlu yaptıklarını hep unutur. Kaldı ki Allah (celle celaluhu) bu unuttuğumuz ahdi zaman zaman peygamberler ve kitaplar göndererek bize hatırlatmıştır. Bu durumda da özür sabit değildir, özürler geçerli değildir. İnsanoğluna pek çok peygamber geldi. 17:56 9.9.2018 Hepsi İslam peygamberi. Hiç başka peygamber gelmedi, başka din de gelmedi. Her peygamber elindeki suhuf ve kitabıyla bu fıtrattaki İslam ve imanı insanoğluna hatırlattılar. Sen hem fıtratını bozacaksın hem peygamberlere karşı koyacaksın hem ilahi kitapları kabul etmeyeceksin hem de unuttum diye mazeret göstereceksin. Bunlar geçerli şeyler değil. Aklını başına al. Yüce Allah “Biz acizlerin diliyle cihana gerçekleri duyuruyoruz”. Allah’ım, duyan kullarından eyle. İmanı kâmil olan, daim, ebedi olan kullarından eyle. Allah’ım, biz tam iman ettik. Ben iman ettim. Ya Rabbi, imanlarımızı kâmil ve daim eyle. Ne olur sapanlardan, sapıtılanlardan, gazabına, hışmına çarpılanlardan eyleme Allah’ım.
Kıymetli efendiler, kim bu ahitten sonra kafir olduysa fıtri imanını değiştirmiş, bozmuştur. Bakın, senin fıtratın İslam, iman idi. Şimdi sen bunu bozduysan sen bozdun. Şimdi ne diyeceksin Allah Teâlâ’ya? Gel, hemen tövbe et de İslam’ın imanına, İslâm’a, imana gel, gerçek iman ile Müslüman ol. İman ve tövbe ile Müslüman ol. Kendini kurtar, kendine acı. Bütün insanlık İslam fıtratı ile yaratıldı, bütün insanlık. Bakın, doğudan-batıdan, Arap’tan- Türk’ten bahsetmiyoruz. Tüm insanlığın yaratılış fıtratı iman, İslam fıtratıdır. Bunu bozmaya ne hakkın var? Hem kendi bu fıtratını bozacaksın hem küfrü kazanacaksın, şirki kazanacaksın, yanlışa sapacaksın bir de başka suçlu arayacaksın. Suçlu sensin. Kendine dön. İmana gel, İslam’a gel. Allah bütün âlemlerin Rabbisi. Bütün insanlığın Rabbisi Allah Teâlâ. Bütün insanlığı bu iman ve İslam fıtratıyla yarattı. Bunu sen bozup imanı reddettin. Küfrü aldın, kazandın. Ne yaptın? Kendini cehenneme odun haline, yakıt haline getirdin. Cennete dön. İman, İslam ile cennete, Allah’ın cemâline dön. Yapma bu kendine bu kötülüğü. Ey kıymetli, biz İmâm-ı Âzam’ın ilmine hayranız. Neden? Kur’an-ı Kerim’e baksana. Elimizdeki Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler ilmi mükemmel, Kur’an’a dayalı hak ilim, hak iman da onda. Âlim ilminden dolayı âlim çok kıymetlidir, ilminden dolayı. Hak âlimler bak insanlığın kurtuluşu için Fıkh-ı Ekber’i ta o zaman yazmış bu mübarek. İman esaslarını ortaya koymuş. Bu bilgileri sen 1000 kere Kur’an-ı Kerim okusan, içinden Kur’an-ı Kerim’in manasını, sünneti, icma, kıyası, bütün ilmi delilleri araştırmadan buraya ulaşamazsın. Bak, sana iman ilimleriyle donatılmış bir sofrayı önüne koymuş. Gel buyur, bu nimete mazhar ol, iman ile donan diye bakın Allah’ın burada bir lütfu tecelli etmiş. Gel kardeşim, bu ilahi ziyafetten kendini mahrum eyleme. Kim bu ahitten sonra kafir olduysa fıtri imanını değiştirmiş, bozmuştur. Bundan sonra iman ve tasdik eylediyse fıtri imanında sebat etmiştir. Evet, bundan sonra iman ve tasdik eylediyse fıtri imanında sebat etmiştir. Değerli kardeşlerim, şöyle bir bakalım. Kıymetli müelliflerimiz bu gerçekleri eserlerine almışlardır. Ebû Hafs da bunlardandır. Fıtri olan bu imanı değiştirmek ve bozmak kişinin ihtiyariyle olmuştur. Yani insanlar kendi iradeleriyle kendi fıtratlarını bozmuşlardır. Çünkü insanları dünyaya Cenab-ı Hak imtihan meydanına böyle hazırlamış da koymuştu. Sen kendi iradenle, özgür hür iradenle ne yaptın? İmanı bıraktın, küfrü kazandın. Kim bunlar? Küfrü seçenlere söylüyoruz.10.6 24:52 İmanı parlayanlar zaten bunlar fıtratını Allah’ın lütfuyla koruyanlardır. Kişinin küfrü seçmesi buluğundan sonraki kesbi iledir. Yani insan akil bağlı olunca ya doğruyu ya yanlışı seçer. Akil bağlı, kadın-erkek, genç-yaşlı neyse. İnsan buluğa ne zaman erdi? İslâm’da buluğ çağı kızlarda 9-15, erkeklerde 12-15 olarak, bu takribi (yaklaştırma) olarak çoğunluğun görüşü böyle gerçekleşmiştir. Bunun da alameti kız çocuğu adet görmeye başladığı an buluğa ermiştir. Erkek çocuğu da ihtilam (uykuda sperma boşalması) olup da artık, şeytan aldatması derler ona, o da böyle bir ihtilam olmuşsa o da buluğa ermiştir. Artık buluğa erdikten sonra akıl bağlı olunca Allah’ın bütün emirlerinden sorumludur. Bu iş iman ile amel-i salih ile gerçek Müslüman olmakla ve kendini sürekli kemâle erdirmek için İslam ile takviye (destek) ederek ne yapacaksın? Yükseleceksin. Küfrü seçenler aşağı gidiyorlar. Tenzil-i rütbe var. Yazık ediyorlar kendilerine. İşte küfrü, kişinin küfrü seçmesi buluğundan sonraki kesbi iledir. Dünyada akıl sahibi olarak buluğ çağına gelen kişinin ilk imanı üzerinde sebat etmesi de kendi kesbi ve ihtiyarı (isteğe bağlı) iledir. Yani kendi iradesi, kendi seçeneği, kendi kazancıdır. Bu sözler “Allah (celle celaluhu) insanları küfür ve imandan salim olarak yarattı ibaresine aykırıdır” denirse şöyle cevap veririz: Allah Teâlâ insanları fıtri imanla muttasıf kılmakla beraber kesbi imandan hali olarak yaratmıştır. Hadis-i şerifte de bak ne buyruluyor. Çünkü burada bir aykırılık söz konusu değildir. Bu fıtri iman, bir de sonradan insanoğlunun sonradan kazandığı kesbi bir imanı vardır. Şimdi onun için burada bir aykırılık katiyen söz konusu değildir. “Küllü mevludin yuledu alel fıtratil İslâm. “Fe ebevahu yuhevidanihi ev yünassıranihi ev yümeccisanihi-Her doğan çocuk, İslam fıtratı üzere doğar. Daha sonra onu onun ebeveyni yani annesi babası Yahudi Hristiyan veya Mecusi yapar” buyrulmuştur. Bu hadis-i şerif Müslümanların ve Müslüman olmayan çocukların hepsinin fıtri iman ile mümin olduklarına delildir. Çocuk küçük yaştayken, akil buluğa ermeden Müslüman olmayan milletlerin çocukları da akil bağlı olup da küfrü seçinceye kadar onlar da Müslümandır, fıtri Müslümandır, fıtratında İslam ile yaratılmıştır. Ne zaman ki çocuk büyür, akil bağlı olur, küfrü seçer veya İslâm’ın dışında bir yol seçerse işte o zaman ne yapar? İslam fıtratından sapmış olur, İslam’ı kaybetmiş olur, yanlışa sapmış olur. Bu da işte akil bağlı olunca kendi iradesiyle yanlışı seçiyor. Eğer doğruyu devam ettirebilirse İslam’ı tümüyle kabul ediyor ve o fıtrat İslam ile gelişerek yükseliyor, Allah’ın rızasına cennet ve cemâline kadar yükseliyor. Allah Teâlâ yarattığı insanların hiçbirini küfür veya iman için zorlamaz. Zorlasa imtihan olmaz. Allah zorlamıyor. Ne iman için zorluyor ne küfür için zorluyor. Kimseyi zorlamaz. İnsanları yaratırken Allah mümin veya kafir olarak değil de şahıslar olarak yaratmıştır. İman da küfür de insanların kendi fiillerinin eseridir. İşte kesbi iman da böyledir kesbi küfür de böyledir. Yani insan kendi kazanmasıyla, kendi iradesiyle bunları kazanmıştır. Fıtri yaratılıştaki iman ve İslam’ın bir de akil bağlı olduktan sonra bir de kesbi olanı var. Allah kafiri küfür halinde kafir olarak bilir. Eğer iman ederse onu imanlı haliyle mümin olarak bilir. Mümini de sever. Kulun küfür veya iman halinin değişmesi, Cenab-ı Hakkın da bunları bilmesiyle Allah’ın ilminde ve sıfatında da tağyir (onu değiştirmek) olmaz. Çünkü Allah her şeyi ezelden ebede hepsini bilir. Allah’ın ilminde değişme olmaz ama insanların hallerinde değişme olur. O, değişmiş olanların değişme halini de değişeceğini veya değişmeyeceğini de her şeyi bilir Cenab-ı Hak. Allah, (celle celaluhu) kulun kalbinde iman veya küfrü kul istemeden cebren yaratmaz. Eğer cebren kuluna imanı Allah verseydi dünyada hiç kafir kalmazdı. Küfrü insanlara zorlasaydı imanlı kalmazdı. Yüce Allah imtihan meydanına almış insanları ve imanı teklif etmiş, “iman edin” demiş, peygamberler göndermiş, akıl vermiş kitap indirmiş, fıtratına da yaratılış fıtratına, yaratılış iman ve İslam fıtratını sana vermiş ve öyle yaratmış ve peşinden de sana İslam’ı peygamberler, kitaplarla da İslâm’ı, imanı teklif ediyor. Akil bağlı olunca derhal Müslüman ol ve akil bağlı oluncaya kadar da İslam’ı öğrenmeye çalış. Çünkü Peygamberimiz “6-7 yaşındaki çocuklara namaz kılmayı öğretmeye başlayın. Namaz kılmaya başlatın. Dini bilgileri öğretin. 10 yaşında artık namazı bırakmasın. Akil bağlı olduktan sonra da dinini bilmiş olarak bütün ilahi emirleri yerine getirmeye çalışsın”. Artık sorumluluk devri başlamıştır. Mükellefiyet başlamıştır. Mükellef, Allah’ın teklifleriyle muhatap olan kişiye “mükellef” denir. 34:33 17.6 Evet, Allah da (celle celaluhu) insanlar neyi seçerlerse onun seçtiğini yaratır. Allah-u Teâlâ’nın iman veya küfrü yaratmasında önemli olan şey kulun sevmesi ve istemesidir. Kul neyi seviyor neyi istiyorsa Allah onu yaratıyor. Görmüyor musun, iman sevimli küfür kerihtir. İmanlı insanlar küfürden nefret eder, şirkten nefret eder, nifaktan, harama “helal” demekten nefret eder. Haramlardan nefret eder. Kafirlere sevimli olan şeylerden de müminler nefret ederler. Allah kulunu kesbî imanla yaratmaz, fıtri imanla yaratır ama kesbi imanla yaratmaz. Çünkü kesbi imanı özgür, hür iradenle kendin seve seve kabul edeceksin, kazanacaksın. İman, küfür, itaat ve isyan Allah’ın yaratığı kulun kendi fiillerindendir. Bunların hangisini kul istiyorsa Allah onu yaratıyor. İmtihan meydanı böyle işliyor. Allah Teâlâ (celle celaluhu) mümin ve kafirin iman durumunu kendi ilminde bir değişiklik meydana gelmeden bilir. İlmi değişseydi hadis olurdu. Bir hadis olanın da zaman ve mekâna ihtiyacı vardır. Allah Teâlâ da bunlardan münezzehtir, beridir. Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmaz. Evet kıymetli efendiler, yine İmâm-ı Âzam (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn) bakın dünyaya ilmin aydınlığında ilim nuru saçılmaya devam ediyor. Kulların hareket ve sükunetle ilgili bütün fiilleri aslında kendi kesplerinin mahsulüdür. Allah Teâlâ bu işlerin yaratıcısıdır. Bunların hepsi onun iradesi, kazası ve takdiriyledir. Kesp, lügatte rızk talebi ve toplama, cem manasındadır. Istılahta ise ki işte insanlara burası lazımdır, ıstılahi manayı her Müslüman iyi anlamalıdır. Kulun irade ve kudretinin bir işe taallukudur. Bu taalluk (ilgi) kulun irade ve kudretine nispeti itibari ile (Arapça) meksup yani kazanılmış, Cenab-ı Hakkın irade ve kudretine nispeti ile de mahluk yani yaratılmıştır. İşte kul bir şeye ne yapıyor? O işi istiyor ve alaka kuruyor bir işle. O işi illa yapmak istiyor, azmediyor, kesp ediyor, Allah da halk ediyor. Bütün fiilleri böyledir. Şerhu’l-Makâsıd’da da buna işaret edilmiştir. Evet bu da kıymetli âlimlerimizden Taftâzânî. Ölümü 700, Hicri 93 tarihinde. Kulların fiilleri “efâl-i ibâd” yani insanların, kulların fiilleri olan iman, küfür, itaat ve masiyet (isyan, günah) Cenab-ı Hakkın bunlar kulun kesbidir, Allah’ın yaratmasıyladır. 39:47 24.6 Çünkü eğer yaratmasaydı, yaratmayı dilemeseydi imtihan olmazdı, özgürlük olmazdı. Kıymetli efendiler, “Külli şeyin bi kaderin hattel aczi vel-kesel-Akıllılıktan ahmaklığa kadar her şey Allah’ın takdiriyledir”. Bu hadis-i şerifin de kaynağında Sahih Müslim, el–Câmi’u’s-Sahîh vardır. Ahmet bin Hanbel’in Müsnedin’de de vardır, Süyûtî’nin Tenviru’l-Havâlik’inde de vardır, Muvatta Şerhi’nde yani. İşte kıymetliler, Mûtezile Mezhebi der ki “Allah kullarından iman ve itaat ister. Kulun muradı ise kendisi için küfür ve masiyettir (günahlar). Kul bunları seçer. Bu durumda Allah’ın iradesi değil de kulun iradesi meydana geldiğinden kulun iradesi galip, Allah’ın iradesi mağlup olmuş olur”. Hâşâ! Sümme hâşâ! Öyle bir durum yoktur. Mûtezile burada da yanılmıştır. Mûtezile’nin ehl-i sünnete uymayan çok fikirleri vardır. Daha önce de biraz bilgi verdik, vermeye de devam ediyoruz. Mûtezile mezhebi ehl-i sünnetin dışında, ehl-i bid’attır. Bize, ehl-i sünnet mezhebine göre ise Allah’ın her iradesi gerçekleşir. O, kafirden küfrü, müminden de imanı murat etmiştir. Bu minval (davranış) üzere daima kulun değil Allah’ın iradesi galiptir. Çünkü kul kesb eder, o halk eder. Burada Yüce Allah’ın iradesi hep galiptir. İmtihan meydanını kulun isteğine göre yaratıyor. Taatlerin hepsi Allah’ın emriyle, iradesiyle, sevgisiyle, kazası ve takdiriyle boynumuza borçtur. Masiyetlerin (günahların) hepsi de onun takdiri, iradesi ve kazasıyladır fakat sevgisi, rızası ve emriyle değildir. Bak, masiyet yani Allah’a asi olmak konusunda Allah asileri ve onların isyanını ne yapmaz? Sevmez. Ona rızası ve emriyle değildir. Ondan razı da olmaz. Ona “Böyle yap” diye emir de vermemiştir. Ama bak taat, Allah’a olan bütün itaatlerin hepsi Allah’ın emriyle, iradesiyle, sevgisiyle, kazası ve takdiriyle boynumuza borçtur. Masiyetlerin hepsi de onun takdiri, iradesi ve kazasıyladır fakat sevgisi, rızası ve emri ile değildir. Hiçbir gavura “Sen gavur ol” diye Allah emretmez ki. Sonra küfürden Allah razı değil ki. Allah küfrü sevmez ki. Onun için İmâm-ı Âzam buralara da dikkat, çekmiş, insanoğlu buraları iyi anlasın, demiş. Cenab-ı Hak ne diyor:
وَإِذَا تَوَلَّى سَعَى فِي الأَرْضِ لِيُفْسِدَ فِيِهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَ وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الفَسَادَ
“Allah fesadı sevmez”.
إِن تَكْفُرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنكُمْ وَلَا يَرْضَى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَ وَإِن تَشْكُرُوا يَرْضَهُ لَكُمْ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ثُمَّ إِلَى رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
“Yüce Allah kullarının küfründen asla razı değildir, razı olmaz. Eğer küfrü ederseniz şüphesiz Allah sizden müstağnidir. Sizin imanınıza muhtaç değildir”. Bununla beraber o kullarının küfrüne asla razı olmaz. Hiçbir gavurun gavur olmasından razı değildir, kafir olmasından razı değildir. Rızası yoktur küfre. Eğer şükrederseniz sizin faydanız için. Allah bundan hoşnut olur. Kulunun kazanmasını ister. Çünkü kul iman edip şükredince kulu mutlu olur. Allah bunu sever. O zaman Allah hoşnut olur. Çünkü kulunun zarar etmesini istemez, cehenneme gitmesini istemez ama kul kendi istiyor. O da yaratıyor.
وَإِذَا فَعَلُواْ فَاحِشَةً قَالُواْ وَجَدْنَا عَلَيْهَا آبَاءنَا وَاللّهُ أَمَرَنَا بِهَا قُلْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاء أَتَقُولُونَ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
“Onlar, o iman etmeyenler bir hayasızlık yaptıkları zaman, biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah da bize bunu emretti, derler. Onlara söyle Allah hiçbir zaman kötülüğü emretmez. Bilmeyeceğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıp söylüyorsunuz?”. Yani Allah’a iftira ediyorsunuz. İmâm-ı Âzam Hazretleri (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn), El-Vasiyye adlı eserinde şöyle demektir: “Biz inanırız ki amellerimiz yapılış itibariyle üçe ayrılır. Farz olanlar, fazilet olanlar ve masiyet (günah) olanlar”. İşte kıymetliler, Müslüman farz ve fazilet olanları bir defa yerine getirecek, masiyet olanlar asla yapmayacak, Allah’a asi olmayacak. Haram ve günahlar, şirk, küfür, nifak başı çekerek, zulüm başı çekerek, Allah’a hiçbir konuda asi olmamalıdır. Farz olan ameller, onları Allah Teâlâ emretmiştir. Farzlar kesin Allah’ın emridir. “Bunları yapın” diyor kullarına seve seve.
سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
Biz severek, tam itaat ederek “Duyduk ve itaat ettik” diyerek kulluk görevimizi seve seve yapmalıyız. Bu ameller Cenab-ı Hakkın dilemesi, sevgisi rızası, kaza ve kaderi, hükmü, yaratması ve onun tevfikiyledir. Mahiyeti de levh-i mahfuzda yazılıdır. Fazilet olan ameller Allah-u Teâlâ’nın cebri ile emri ile değildir. Fakat onun dilemesi, sevgisi, rızası, hükmü, takdiri, ilmi yaratması ve yardımıyladır. Bunlar da levh-i mahfuzda da yazılıdır. Bunları kuluna tavsiye etmiş ama farz kılmamış. “Fazilet yaparsanız bunlardan çok kazanırsınız” demiş Cenab-ı Hak. Bunlar da fazilet bölümüdür. Bunlar da levh-i mahfuzda yazılıdır. Masiyet, günah olan amellere gelince bu ameller Allah’ın emriyle değil, dilemesiyle, sevgisiyle değil, kazasıyla, rızasıyla değil, takdiriyle, yardımıyla değil ilmi çerçevesindedir. Levh-i mahfuzda da bunlar da yazılıdır. Bunları kimseye emretmemiş. 49:42 1.7 “Razı da değilim bunlardan” diyor. Ama bunları yapacak olan kimler varsa ilmiyle bunları ezelde bunları da biliyor. Allah’ın bilmediği olur mu? Şunu bil ki günahlar iki çeşittir; büyük günahlar ve küçük günahlar. Büyük günahlar temelde sayıları bellidir. Ama öyle günahlar vardır ki devam edersen ısrar ile nice küçük günahlar büyük günahları aşacak duruma gelir. Safvân Bin Assâl anlatıyor: “Bir Yahudi, arkadaşına, “Hadi, şu peygambere gidelim!” dedi. Diğeri “Ona peygamber deme. İşitirse gözünü dört açar” dedi. Kalktılar, Peygambere, Resulullaha geldiler. Allah’ın resulüne, Musa Aleyhisselama verilen apaçık 9 ayetten sordular. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu: “9 ayet şunlardır: Allah’a hiçbir eş koşmayınız. Şirke düşmeyiniz. Müşrik olmayınız. Haksız yere adam öldürmeyiniz. İsraf etmeyiniz. Zina etmeyiniz. Hüküm sahibine karşı bir başkasının katli için müzevirlikte (casusluk) bulunmayınız. Faiz yemeyiniz. Namuslu kadınlara iftira etmeyiniz, lekelemeyiniz. Sihir yapmayınız. Savaş meydanından, harp meydanından kaçmayınız. Hususiyse siz Yahudiler için cumartesi günleri avlanmayınız” diye Yahudilere Peygamberimiz Tevrat’taki bakın bu 9 ayeti onlara açıkladı Peygamberimiz Tevrat’taki ayetleri. Râvi diyor ki “Bu iki Yahudi Resulullahın ellerine ve ayaklarına kapandılar. Dediler ki “Biz inanıyoruz ki sen muhakkak peygambersin”. Peygamberimiz “Peki, bana tabi olmanıza ne mâni var?” buyurunca Yahudiler “Davud Peygamber peygamberliğin kendi zürriyetinden devam etmesi için Allah’a dua etti biliyorsunuz. Biz size tabi olduğumuz takdirde Yahudilerin ikimizi öldürmelerinden korkuyoruz.” demişlerdi. Gördünüz mü? Adamları ölümle tehdit ediyorlar ki hiçbir Yahudi, Müslüman olmasın diye. O iki Yahudi böyle söylediler. Bunu kaynağında İmam-ı Begavî, Mesâbîhu’s-Sünne, Envaru’t Tenzîl ve Beyzavî gibi kimseler bulunmaktadır. İşte kıymetliler, cihan peygamberi, bütün çağların, bütün milletlerin peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz bu gerçekleri onlara böylece bildirdi.
Peygamberler günah işlemezler, hiçbir peygamber. Kıymetliler, bütün peygamberler büyük ve küçük günah işlemekten, küfürden ve kabahatlerden uzaktırlar. Ancak onlardan bazı ufak tefek “zelle” denilen kusurlar, yanılmalar yani zelleler meydana gelmiştir. Küçük, büyük günah işlemez peygamberler. Görülmeyecek, anlaşılmayacak zelleler zuhur edebilir. Mesela zelle denilmiş, Âdem Aleyhisselamın buğday ağacından yemesi zelleye bir misaldir. Çünkü o da unutmuş. Daha peygamberlik ona verilmemişti o zaman. Unutmuş, nitekim o zelleye düşmüş. Hataya misal de Musa Aleyhisselam kastı, garazı olmadan Firavun’un kavminden bir kişinin ölümüne sebep olmuştur. Tabii onu öldürmek kastiyle yapmamıştı ama onun ölümüne Musa Aleyhisselam sebep olmuştu. Burada kastı, garazı yok Musa Aleyhisselamın da. Şimdi şöyle bir bakalım. İsrailoğlunu o Mısırlının elinden kurtarmak maksadıyla yapmıştı. Bir mazlumu bir zalimden kurtarmaya çalışıyordu. Bir yumruk attı zalim tarafa, o da o sebeple öldü. Diğer rivayet vardır. Musa Aleyhisselamın dövme fiili bir kast, dövme sonucu adamın ölmesi, katil olayı ise bir sonuç olarak bir hata idi, kasti garazı yoktu Musa Aleyhisselamın çünkü ölmesi mukadder olan bu Mısırlının ölümüne Musa Aleyhisselamın attığı bir tokat veya yumruk neyse sebep olmuştu. Bu hata da bir zelledir. Zira her hata zelleye dahil, her zelle hataya dahil değildir. Zelleyle hata arasında umum husus-ı mutlak vardır. Yukarıda da dediğimiz gibi zelle denen kusur, bazı kere hata sonucu olduğu gibi unutkanlık ve dalgınlık sonucu da olabilir. Hatta evla veya eftal olanı terk etme şeklinde olur. İmam Nesefî bak eserinde şöyle der: “Semerkandlı âlimler zelleyi peygamberler için kullanmazlar. Bunlara göre zelle dahi bir günah çeşididir. Peygamberler fadılı, az faziletli olanı işlerler de eftali çok faziletli olanı terk ederler. Lakin eftalin çok faziletli olanın terki, diğer insanların vacibi terk etmeleri gibidir”. Yani bu da Semerkandlı âlimlerin görüşüdür. Peygamberlerden ve velilerden sudur (meydana gelen) eden zelleler onların Allah’a yaklaşmaları için birer sebeptir, diyenler de olmuştur. Ebû Süleymân Dârânî der ki “Davud Aleyhisselam hata cinsinden olan amelinden daha faideli bir amel işlemedi. Bu hatalı ameli yüzünden Davud Aleyhisselam ömür boyu nefsinden ve dünyadan Allah’a devamlı sığınmasına, Allah’a kaçmasına sebep oldu”. Hata aslında kişinin nefisinden ve dünyasından firarına ve Allah’a sığınmasına sebep olur. Evet kıymetliler, insanlar bir hatasını sürekli hatırlar, sürekli tövbe istiğfar ederse o hata onun sürekli Yüce Allah’ın huzurunda onu mahcup durumda tövbe istiğfara sevk eder, şımartmaz. Peygamberimizin özellikleri, Hz. Muhammed’in (aleyhissalatu vesselam) çünkü o en büyük peygamber Hz. Muhammed, tüm peygamberlerin sultanı, imamıdır. Muhammed (aleyhissalatu vesselam) Allah’ın habibi, resulü, nebisi, seçtiği ve arıttığı kuludur. O asla putta tapmamış, Allah’a bir an bile eş tanımamış ne küçük ne de büyük hiçbir günah işlememiştir. İşte kıymetliler, zelle de deseniz, ne derseniz deyin en küçük bile günah Hz. Muhammed’den sudur (meydana gelme) etmemiştir. Cenab-ı Hakkın habibi, sevgilisidir. Hadis-i şerifte “Biz dünyada sonuncuyuz, kıyamet gününde önde giden birinci olacağız. Ben yine de övünmeden diyorum ki İbrahim Halilullah, İsa Ruhullah, Musa Kelimullah, Âdem Safiyullah lakaplarını almıştır. Ben de Habibullahım, Allah’ın sevgilisiyim. Kıyamet gününde liva’ül-hamd sancağı benim yanında olacaktır”. Bunu da İmam Begavî dile getirmiştir, kaleme almıştır. İmâm-ı Âzam metinde Peygamber Efendimiz için “Allah’ın kuludur” sözü ile iki önemli şeye işaret etmiştir. Birincisi, dünyaya insan olarak teşrif (şeref veren) eden Resulullahın İsra Suresi ilk ayetinde de belirtildiği gibi bu sıfatla şerefe erdiği, ikincisi de ümmet-i Muhammed’in Hristiyanların kendi peygamberleri hakkında söyledikleri sözlerden Cenab-ı Hak tarafından korunmuş olmasıdır. Evet kıymetli efendiler, Hz. Muhammed “Ben Allah’ın kuluyum ve resulüyüm, habibiyim” diyor. 1:26 8.7 Allah’a kulluk en büyük sultanlık, en büyük şereftir. Şereflerin en büyüğüdür. Evet, ümmet-i Muhammed, İsa hakkında yanılıp sapanların durumuna düşmesin diye peygamberimiz kendisini kul olarak tanıtmıştır ki Allah’ın en şerefli kuludur, en büyük peygamberidir ve son peygamber bütün çağların peygamberi, bütün milletlerin peygamberidir kıyamete kadar. Evet kıymetliler, Hz. Peygamber miraçta yüksek derecelere, mertebelere ulaştığında Cenab-ı Hak vahiy ile ona dedi ki “Seni böyle şerefli kılan nedir bilir misin?”. Resul-i Ekrem Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) “Ya Rabbi! Sen daha iyi bilirsin. Ey benim Rabbim!” dediğinde Allah Teâlâ “Nefsini bana kul olarak nispet etmendir.” buyurdu. Nitekim Allah-u Teâlâ (celle celaluhu) ayet-i kerimede:
سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
“Her türlü noksanlıklardan münezzeh olan Allah Teâlâ (celle celaluhu) bir gece kulunu yani Muhammed’i (aleyhissalatu vesselam), Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürdü” buyurarak bunu açıklamıştır. Bak, “kulu” diyor. Kulluk en büyük sultanlık, şereflerin en büyüğüdür. “Hristiyanların Meryem oğlu İsa’yı batıl üzere methettikleri gibi siz de beni methetmekte mübalağa (fazla aşırı) etmeyiniz. Şüphesiz ki ben bir kulum. Bana Allah’ın kulu ve resulü deyiniz”. İşte bunun kaynağında da bu hadis-i şerifin Buhâr-î Şerif var, yine Süyûtî’nin Fethi Kebir’i var. Kıymetli efendiler, Meşârik Şerhinde (risale) bu hadis-i şerif şöyle açıklanmıştır: “Siz beni övmekte haddi aşmayınız. Hristiyanlar, Meryem oğlu İsa’yı methetmekte mübalağa yaparak aşırı gittiler, hatta “O, Allah’ın oğludur” diyerek küfre girdiler. Siz benim hakkımda Allah’ın kulu ve resulü deyiniz de onlar gibi olmayınız”. Bu haberin kaynağında da Buhar-i Şerif var, Müslim var. Evet kıymetliler, başka kıymetli eserler de var. Şimdi metinde Peygamber Efendimiz için hem Allah’ın resulü hem de nebisi denilmiştir. Bu da ayet-i kerimelerde de belirtilmiştir. Zaten İmâm-ı Âzam’ın dile getirdikleri onlar hep Kur’an-ı Kerim’in özünden, bütün ayetlerden alınarak oraya iman esasları olarak konmuştur. “Muhammedün Resulullah”, bak ayeti- kerimede:
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ اتَّقِ اللَّهَ
Yine ayeti kerimede “Muhammed, Allah’ın resulüdür. Ey Nebî-i zişân (şanlı)! Takvada sebat et. Allah’tan kork”. Kıymetli efendiler, Resalullaha (aleyhissalatu vesselam) peygamberlerin sayısı soruldu, “124000’dir” buyurdular. “Bunlardan kaçı resul idi?” denildiğinde “315’i topluca resul idi” buyurdular. Bu hadisin rivayetinde ihtilaf vardır. 224000 rivayeti de vardır. Resul sayısı 315 olarak geçmiş olması vardır ve başka rakamlar da vardır. Bu haberde bir zayıflığın olduğu da söylenmiştir. Hadis-i şerifte “Allah Teâlâ, İsmail Aleyhisselamın oğullarından Kinâne’yi, Kinâne oğullarından Kureyş’i, Kureyş’ten Haşim oğullarını, beni de Haşim oğulları içinden seçti” diyor. Bu haberlerin kaynağında Müslim-i Şerif var ve Suyûti var, var da var. Kıymetliler, “Resul Ekrem (aleyhissalatu vesselam) Efendimiz, Cenab-ı Hakkın mustafasıdır.” ne demek? Seçtiği, seçkin kulu olduğunu işte bu okuduğum, anlamını verdiğim hadis-i şerifte açıklanmaktadır ki Hz. Muhammed mustafadır, seçilmiş bir kuldur.
Efendiler, ashâb-ı güzinin hepsi kıymetlidir. İçlerinde Ebû Bekir sıddık olarak peygamberlerden sonra insanların en üstünü Ebû Bekir Sıddık’tır. Bu ayet-i kerimelerde, sünnette, icmada, hilafet seçiminde, Peygamberimizin sağlığında, Ebû Bekir’in imam olmasında bunun delillerini bulabilirsiniz. Bunun çeşitli, sıddık olmasının hikmetleri, sebepleri vardır. Miraç olayını anlattığında bakın Peygamberimize müşrikler inanmadılar. Ama Ebû Bekir’e gittiler, hemen tasdik etti. “Eğer bunu” dedi “miraç olayını Hz. Muhammed söylediyse tam doğrudur” dedi. Resul Ekrem geldi, Ebû Bekir’in duyduğu şeyleri tafsilatlı (beyan etme) olarak anlatıyordu. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) cümlesini her bitirdiğinde Ebû Bekir onun doğruluğunu tasdik ediyordu. Allah’ın resulü sözlerini bitirince Ebû Bekir “Ben şahadet ederim ki sen muhakkak Allah’ın resulüsün” dedi. Peygamber Efendimiz de “Ben de inanıyorum ki sen gerçekten sıddıksın” buyurdu. Sıddıklar peygamberlerden sonra protokolde hemen birinci sıradadırlar. Peygamberlerin peşinden gelirler. Tefsir-i Kebir’de de böyle anlatılmıştır. Tefsir-i Kebir, Fahreddin Razi’nin eseridir. Hz. Ömer’in fazileti de Ebû Bekir’den sonra insanların en üstünü de Hattab oğlu Ömer Faruk’tur (radiyallahu anhüm ve erdaim ecmaîn). Evet kıymetliler, bu konuda da elimizde deliller bulunmaktadır. Zaten ilmi deliller olmadan bunlar bu Fıkh-ı Ekber gibi şanlı kitapta yer almazlar. Cenab-ı Hak, hakkı hak bilen, ona tabi olan kullarından eylesin. Batılı batıl olarak bilip içtinap (batıldan korunmak) etmeyi Cenab-ı Hak nasip eylesin. Çünkü hak geldi, batıl zahir oldu. Batılın hakkı zahir olmak, yok olmaktır. Kıymetli efendiler, Begavî’nin Mesâbîhu’s-Sünne’sinde, Et–Tac, orada zikredilen bir hadis-i şerifte bakın Peygamber Efendimiz, Hz. Ömer hakkında ne diyor: “Her peygamberin gökte, yerde iki veziri vardır. Benim gökteki vezirlerim Cebrail Aleyhisselam ve Mikail Aleyhisselamdır. Yeryüzündeki vezirlerim Ebû Bekir ile Ömer’dir” hadis-i şerifi Mesâbîh’ten nakledilmiştir. Bir münafıkla bir Yahudi arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Bakın, Yahudi “Ben Yahudi’yim”, münafık ise “Ben Müslümanım” diyor. Bunların ikisinin arasında bir anlaşmazlık var. Aralarında hakem olması için münafık, Yahudilerin reisi Ka’b bin Eşref’i istiyor hakem olarak. Bakın, “Ben Müslüman’ım” diyen münafık, Yahudi reisine gidiyor, “O hakem olsun” diyor. Yahudi ise Hz. Peygamberin hakem olmasının arzu ediyordu. İşte görüyorsunuz. Neticede her iki taraf Peygamberin hakemliğine razı olarak huzura vardılar. Peygamberimizin huzuruna ikisi geldiler. Her iki tarafı dinleyen Allah’ın resulü Yahudi’yi haklı bulmuştu. Münafık bu hükme razı olmadı. Bakın “Müslümanım” diyen münafığa bak, Peygamberin hükmüne razı olmuyor. “Ömer’e gidelim” diyor. Tam belasını bulacak. Gittiler. Bakın, Yahudi “Resulullah hükmü verdi. Bu adam razı olmadığı için sana gelmemizi istedi” dedi. Hz. Ömer’e Yahudi durumu anlattı. Hz. Ömer münafığa, o “Müslümanım” diyen kişiye, münafığa Hz. Ömer dedi ki “Böyle mi oldu?” diye sordu. O da “Evet öyle. Doğru söylüyor” deyince “Siz biraz bekleyin. Gelip kararımı bildireceğim” diyerek evine girdi, kılıcını aldı, geldi. Münafığın başını gövdesinden ayırdı. Sonra da şöyle söyledi: “Allah ve Resulünün hükmüne razı olmayan bir kimseye ben böyle hüküm veririm” dedi. Cebrail Aleyhisselam geldi, Resulullaha gelerek Ömer’in hakla batılı ayırdığını, bu sebeple kendisine bu manaya gelen “faruk” lakabının verildiğini söylemişti. 1:16:27 15.7 yani ona farukluk bu olay sebebiyle Cebrail Aleyhisselam geldi ve ona da farukluk unvanı verildi. Kıymetli dostlarım, Hz. Osman da Hz. Ali de tartışmasız fazileti çok yüksek şahsiyetlerdendirler. Ömer’den sonra da en üstün kişi Affan oğlu Osman’dır (radiyallahu anh). Allah hepsinde çok razı olsun. Peygamberimizin iki tane kızıyla evlenmiştir. Rukiye ve Ümmü Gülsüm ile (radiyallahu anhüma) evlenmiştir H. Osman. “Eğer üçüncü bir kızım daha yanımda olsaydı onu da seninle evlendirirdim” buyurmuştur Peygamberimiz, Hz. Osman’a. İşte bunlar, bu rivayet de İbn Sa’d’ın rivayetinde ise “10 tane kızım olsa” şeklindedir başka bir haberde de. Evet kıymetliler, Hz. Osman da Peygamberimizin bu övgüsüne layık olmuş ve birçok faziletli hasletleri görülmüştür. “Osman muhakkak Allah’ın ve resulünün hizmetindendir”. Yani Hz. Muhammed böyle söylüyor Hz. Osman için (aleyhissalatu vesselam) ve (radiyallahu anh). “Osman muhakkak Allah’ın ve resulünün hizmetindendir”. “Allah’ın ve resulünün hizmetindendir” buyurduktan sonra bir elini diğer eli üzere sertçe koyarak “Bu biat da Osman içindir” buyurmuştur. Ne zaman oldu bu Rıdvan? Evet kıymetliler “Bu biat da Osman içindir” demiştir Peygamberimiz. Onun adına kendi iki ellerini vurmuştur. Hz. Ali şanlı bir İslâm halifesi, yeryüzünün en büyük şahsiyetlerinden biridir. Daha sonra da insanların en üstünü Ebû Talib’in oğlu Hz. Ali el-Mürteza’dır (radiyallahu anhüm ve erdaim ecmaîn). Bakın, Peygamberimiz Hz. Ali için ne diyor: “Senin bana bağlılığın Harun Aleyhisselamın Musa’ya bağlılığı mesabesindedir (kadar). Şu kadar ki benden sonra peygamber yoktur”. İşte kıymetliler, Hz. Ali’nin de böyle övüldüğünü görüyoruz. Bu da Mesâhibîhu’s-Sünne’de, Buhar-i Şerif’te bu haber mevcuttur. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali (radiyallahu anhüm) hak ile beraber, hakkıyla ibadet eden kişiler idi. Allah Teâlâ hepsinden razı olsun. Biz onların hepsini severiz. Biz Resulullahın ashabını ancak hayırla anarız. Ashabın tamamını hayırla anmamız gerekiyor. Kıymetliler, bunların aralarındaki ihtilaflar onlara bırakılmalıdır. Hiçbirine dil uzatılmamalıdır. “Ashabıma ikram ediniz, hürmet ediniz”. Peygamberimiz bak ne diyor. “Onlar sizin hayırlılarınızdır. Ashaptan sonra onları takip edenler, tâbiûn, daha sonra da onları (tâbiûn) da müteakiben gelen tebe-i tâbiînler hayırlılarınızdır”. İşte bu da Hatib-i Tebrîzî’inin eserinde görmekteyiz. Evet kıymetliler, ashâb-ı güzîni kimse yargılamaya kalkmasın, onlara dil uzatmasın. Onların hepsi gökyüzünde parlayan yıldızlar gibidirler (radiyallahu anhüm ve erdaim ecmaîn). Onların arasındaki ihtilaflar onlara, Allah ve resulüne bırakılmalıdır. Onları kimse yargılayacak güce sahip değildir. Onların arasındaki hadiseleri Yüce Allah kendisi iyi biliyor, Şanlı Peygamberimiz iyi biliyor. Ashapların da durumunu da onlar da biliyorlar. Allah hükmünü verecektir. Biz onlara ancak ne yaparız? Rıza duası okur, “radiyallahu anhüm ve erdaim ecmaîn” deriz. Kıymetliler, içinde Yezid gibi sevmediklerimiz, sevmeyeceklerimiz olur ama Yezid gibi melun, (lanetlenmiş) eli kanlı katil, bunlar istisna edilir. Yoksa içtihadında yanılmış veya isabet etmiş büyük sahabelerin hiçbirine dil uzatılmaz. Yezîdî biz Mervan’ı sevmeyiz, lanet okuruz fakat şunu bilin ki Müslümanların içinde Müslüman olduğu halde zalimler buluna gelmişlerdir. Ama ashaba sakın ola ki kimse dil uzatmasın. Burada da uyarıyorum, uyarmak görevimdir. Biz Hz. Hasan’ı, Hüseyin’i, ehl-i beyti canımızdan çok severiz. Sevmek demek onların yolunda Kur’an’a, sünnete tabi olmak, Muhammed’in şeriatına tabi olmak demektir. Kuru kuruya sevmek ve onların yolunun tersini gitmek, Allah’ın dini İslâm’ın emirlerini yok saymak, haramlara “helal” diyerek ehl-i beyt sevgisi de olmaz, peygamber sevgisi de olmaz, ashap sevgisi de olmaz. Kimse kendini aldatmasın. Lık lık lık boğazından aşağı haram akıtacaksın, Ali’nin, Veli’nin, Bekir’in, Ömer’in, Osman’ın yapmadığını yapacaksın, ondan sonra da ahkâm keseceksin. Onlar kıymetli şahsiyetler (radiyallahu anhüm ve erdaim ecmaîn). Onların yolu Kur’an yoludur. Bunlar Kur’an-ı Kerim’e, sünnete, Muhammed-i şeriata bağlılar. Onları sevmek demek Muhammed’e tabi olmak demektir. O da Kur’an ve ilim, irfanla olur. Kur’an, sünnet, icma-i ümmet, kıyas-ı fukaha bunların ilimlerini ne yapacaksın? Tahsil edeceksin veya bunları iyi bilen müçtehit âlimlerle beraber olacaksın. Kuru kuruya kimsenin “Seviyorum” demek sevgi değildir. O bir sahte taklittir hem de yanlışı taklit, doğruyu taklit etmiyor. Ali’de olmayan, Veli’de olmayan, Ömer’de, Osman’da, Ebû Bekir’de olmayan şeyleri sen yapıyorsun, onlara mal ediyorsun. Onlar yüksek şahsiyetler. Sen onları kirletmeye çalışıyorsun, kirletemezsin. O kir senin içinde ve elinde. Kendini temizle, temiz dilinle, temiz onların yoluna sarılır. Benden sana tavsiye 1:26 Ende ders Ders Ende 27.09