İslam Tarihi Ders 68

İslam Tarihi Ders 68

68- İslam Tarihi Ders 68

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

Evet, muhterem efendiler,

Dersimiz Tarih külliyâtından keşif notlarıyla devam ediyor, konumuz;

Sevgili Peygamberimizin İsim ve Sıfatlarının Ehl-i Kitapça Bilinmesi ve İlâhî Kitaplarda Peygamberimizin Açıkça Bildirilmesi;

Peygamberimizin isim ve sıfatları, Tevrât ve İncîl’de yazılı ve Ehl-i Kitâb olan Yahûdî ve Hristiyan bilginleri bu hususta tam bilgiye sahip bulunmakta idiler. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanır:

“Onlar yanlarında ki Tevrât ve İncîl’de ismini ve sıfatını yazılı bulacakları O ümmî nebî olan Rasûl’e tâbî olanlardır. O kendilerine iyiliği emir, onları kötülüklerden nehiy eder ve nehiy ediyor. Onlara kendilerine haram kıldıkları temiz şeyleri helâl, helâl kıldıkları murdar şeyleri de haram kılıyordur. Onlardan ağır yüklerini sırtlarında olan zincirleri indiriyor. İşte ona îmân edenler, saygı gösterenler, yardım edenleri ve onunla birlikte indirilen nûra tâbî olanlar yok mu işte onlar selâmete erenlerin tâ kendileridirler. Kendilerine kitap verdiklerimiz onu öz oğulları gibi tanırlar. Öyleyken içlerinden bir grup kendileri bilip durdukları hâlde yine de hakkı, hakîkati gizlerler”.

İşte bunlar bu meâlini verdiğimiz âyet-i kerimeler (Ârâf Sûre’ sinde 157, Bakara Sûre’ sinde ise 146’ncı âyet-i kerimeler) de açıkça zikredilmektedir. Biz bunları Tefsir derslerimizde açık açık yerli yerince bildirmeye çalıştık. Burada da tarihi konumuna değinerek gidiyoruz.

Yine Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’in İmrân Sûre’ sinde bildirildiğine göre:

“Yüce Allah geçmiş peygamberlerden andolsun ki size kitap ve hikmet verdim. Sonrada size nezdinizdekini tasdik eden bir Peygamber gelecektir. O’na kesin olarak îmân ve herhâlde yardım edeceksinizdir diye ahit ve mîsak aldığı zaman, ikrâr ettiniz ve uhdenize bu ağır yükü alıp kabul ettiniz mi?” diye sordu Cenab-ı Hak.

Onlarda: “İkrâr ettik!” dediler.

İşte görüyorsunuz bütün peygamberlerden Cenab-ı Hak ahit ve söz aldı; Hz. Muhammed’e yardım edeceksiniz ümmetlerinize O’nu bildireceksiniz diye. Evet, sevgili dostlarımız, “Onlarda söz verdiler.” Bunun üzerine Yüce Allah:

“Birbirinize ve ümmetlerinize karşı şahit olunuz!” Bende sizinle bu ikrârlarınıza şahitlerdenim” buyurdu.

Kâdî İyâz der ki: “Yüce Allah o mîsakı vahiy ile almıştır. Hiçbir peygamber göndermemiştir ki ona Muhammed (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ı veya vasıflarını almış ve ona eriştiği takdirde kesin olarak îmân edeceksin!” diye kendisinden ahit ve mîsak almış olmasın!” Yani her peygamberden bu sözü aldı Cenab-ı Hak.

Dakika 5:15

Deniliyor ki: Yüce Allah, bunu kendi kavimlerine de haber vermeleri ve onların kendilerinden sonra gelecek kavimlerine de aynen bildirmeleri husûsunda dahî kesin söz almıştır.” Ondan sonrada size nezdinizdeki o kitap ve hikmeti tasdik edici bir Peygamber gelmiştir. Meâlinin aslındaki hitap Muhammed (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ın muâsırı olan Ehl-i Kitâb’adır.

Haz Ali’de demiştir ki: “Yüce Allah âdem (Aleyhisselâm)’dan ve ondan sonra gelen her peygamberden eğer Muhammed (Aleyhissalâtu Vesselâm) gönderildiği zaman: “Kendileri sağ olurlarsa O’na îmân ve dinine yardım etmeleri ve aynı sûrette ümmetlerinden de kesin söz almaları husûsunda kesin söz almıştır”.

Atâ b. Yesâr’dan rivâyet edildiğine göre: Peygamberimizin Tevrât’taki sıfatlarından sorulunca, Abdullah b. Amr b. Âs demiştir ki:

“Evet! Vallâhi, Kur’an-ı Kerim’de ki ‘Ey Peygamber! Şüphe yok ki, Biz seni şahit, müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik!’ (Ahzâb Sûresi 45’nci âyet-i kerimede) ki bazı sıfatlar ile Tevrât’ta da tavsif buyrulmuştur. Şöyle ki:

‘Ey Peygamber! Biz seni şahit, müjdeleyici, korkutucu, ümmîler içinde koruyucu olmak üzere gönderdik. Sen, benim kulumsun, Peygamberimsin. Ben, sana “Mütevekkil” ismini verdim. O, ne kötü huyludur, ne katı kalplidir; ne de çarşılarda, pazarlarda bağırır, çağırır, en güzel ahlâk O’ndadır. O, kötülüğü kötülükle de karşılamaz, fakat affeder, bağışlar. Doğru yoldan sapan milleti (“Lâ ilâhe illallah” [Allah’tan başka ilah yoktur!”]) diyerek doğrultmadıkça, kör gözleri, sağır kulakları, kapalı gönülleri açmadıkça, Yüce Allah O’nun ruhunu almayacaktır!”

Atâ b. Yesâr, Yahûdî âlimlerinden iken Müslüman olan Abdullah b. Selâm’ın da bunu aynen tekrarladığını ve yine Yahûdî âlimlerinden iken Müslüman olan Ka’bu’l-Ahbâr’ın da Abdullah b. Selâm’ın söylediklerinin aynısını söylerken işittiğini, Ebû Vâkıdü’l-Leysî’nin kendisine haber verdiğini, aynı zamanda:

“O’nun doğum yeri Mekke, hicret yurdu Taybe yani (Medine-i Münevvere) olacak, kendisi Şam ülkesine hükmedecektir. O’nun ümmeti de, bollukta ve darlıkta, her yerde Allah’a hamd ederler; her yüksek yerde tekbir getirirler. Güneşin seyrini izleyip, vakitleri gelince, nerede olursa olsun, namazlarını kılarlar. Bellerine fota bağlarlar. Kollarını yıkarlar yani (abdest alırlar). Ezanlarının sesleri, geceleyin, gök boşluğunda arı uğultusu gibi uğuldar!” dediğini açıklamıştır.

Dakika 10:00

Abdullah b. Abbâs da, Ka’b’a: “Tevrât’ta, Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ın na’tını nasıl buldun?” diye sorduğu zaman, Kâ’b:

“Tevrât’ta, O’nun na’tı: ‘Muhammed b. Abdullah, Mekke’de doğacak, Taybe’ye (Medine-i Münevvere ’ye) hicret edecek, Şam’a hâkim olacaktır! Kendisi ne kötü söz söyler, ne de çarşılarda bağırır çağırır. Kötülüğü kötülükle karşılamaz, fakat affeder, bağışlar. Onun ümmeti de, bollukta, darlıkta, her yerde, Allah’a hamd ederler. Tekbir getirirler, kollarını yıkar (abdestlerini alırlar), namazlarını kılarlar. Bellerine fota bağlarlar. Savaşta saf oldukları gibi, namazlarında saf olurlar. Mescitlerinde, arı uğultusu gibi uğuldarlar. Ezanlarının sesleri, gök boşluğunda duyulur!’ diye yazılı bulduk” demiştir.

Bunlar ilâhî kitaplarda Hz. Muhammed’in geleceği ve özellikleri bir bir bildirilmiştir. Bu gerçek 1500 senedir Kur’an-ı Kerim bunu dünyaya açıklıyor. Daha önce de İncîl’de ve Tevrât’ta ve diğer peygamberin haberinde Hz. Muhammed’in geleceği bildiriliyordu. O zaman dünyada ki Yahûdîler ve Hristiyanlar, Ey Yahûdîler ve Hristiyanlar neden Müslüman olmuyorsunuz? Kendi kitabınızda kendi peygamberleriniz bunu size haber verdiler. Yarın mahşerde Yüce Allah’a ne diyeceksiniz? Aklınızı başınıza alınız!

Îsâ (Aleyhisselâm)’ın Peygamberimizin Geleceğinin Müjdelemesi;

Evet, sevgili dostlarımız, bunları hep Tefsir bölümünde biz sizlere açıkladık şimdi tarihi konumuna değiniyoruz.

Kur’an-ı Kerîm’de açıklandığı üzere:

“Bir zaman, Meryem oğlu Îsâ: ‘Ey İsrâiloğulları! Ben size, Allah’ın gönderdiği peygamberiyim! Benden önceki Tevrât’ı tasdik edici, benden sonra gelecek Peygamberi ismi Ahmed’dir-Muhammed’dir müjdeleyici olarak geldim” demişti. Yani Hz. Muhammed’in ismi Ahmed’dir İncîl’i Şerif’te. “Ben size Ahmed’i yani (Hz. Muhammed’i) müjdelemek için geldim” diyor Îsâ (Aleyhisselâm). Hem de (Saf Sûre’ sinin 6’ncı âyetinde) Yüce Allah (Celle Celâlüh) bunu bildiriyor.

İbn İshâk’ın bildirdiğine göre;

Îsâ (Aleyhisselâm)’a Allah tarafından gelen İncîl’de Peygamberimizin sıfatı ve ismi hakkında verilmiş olan bilgiyi, Îsâ (Aleyhisselâm)’ın devrinde havârî Yuhannâ da yazdığı İncîl’de tespit etmiş bulunuyordu. Nitekim Îsâ (Aleyhisselâm), kendisini tanımayan kavmine karşı: “Rab tarafından çıkıp gelecek olan O “Münhamennâ”, Rab tarafından çıkıp gelecek olan O Rûhu’l-Kudüs gelmiş olaydı, O bana şehâdet ederdi. Siz de, şehâdet edersiniz.

Bakın burada “Münhamennâ”, Hz. Muhammed’in ismidir İncîl’de bu şekilde geçmektedir.

Çünkü öteden beri benimle birlikte bulunuyorsunuzdur. Kendi kavmine söylüyor Îsâ (Aleyhisselâm). Ben, bunları size söyledim ki, şüpheye düşmeyesiniz ve sürçmeyesiniz!”. Yani “Hz. Muhammed gelir-gelmez O’na yardımı olun, Müslüman olun!”   diyor Îsâ (Aleyhisselâm).

Dakika 15:08

“Münhamennâ”, Süryânice Muhammed demektir. Bunun Rumcası Baraklitus’dur. Ebu’l-Fereç İbn-i Cevzî’nin, İbn-i Kuteybe’den nakline göre:

Îsâ (Aleyhisselâm), havârîlerine: “Ben gidersem, size Faraklit, Rûhu’l-Hak gelecektir! Yani Hz. Muhammed gelecektir!” diyor. O, kendiliğinden söz söylemeyecek, ancak kendisine ne söylenirse onu söyleyecektir. Yani vahiy ile konuşacaktır. O, bana şehâdet edecektir. Siz de şehâdet edersiniz. Çünkü siz toplumdan daha önce benimle birlikte bulunuyorsunuz. Ben gitmezsem, Faraklit size gelmez, gelmeyecektir! Ben gidince gelecektir”. Yani Hz. Muhammed ben gidince gelecektir!” demiştir.

Gerek Baraklitus, gerek Faraklit sözü Periclotas şekline sokulup Yuhannâ İncîl’inde “Teselli Edici” diye tercüme edilmiştir. Şüphesiz ki, Îsâ (Aleyhisselâm)’ın anadili Yunanca değil, İbrânice idi. Kendisine Allah’u Teâlâ ve Tekaddes tarafından indirilmiş olan İncîl’in de İbrânice olacağı tabiîdir. İsimleri tercüme etmek Ehl-i Kitâb âlimlerince âdet olduğundan, Îsâ (Aleyhisselâm)’ın kendisinden sonra geleceğini müjdelediği âhir zaman Peygamberinin ismini de Yunancaya tercüme etmişler ve Arapça mütercimler de onu Faraklit olarak Arapçalaştırmışlardır. Yani Faraklit burada Hz. Muhammed’in haberidir, Hz. Muhammed’in geleceğidir.

Bir papaz tarafından yazılıp Hicrî 1268 yılında Kalküta’da bastırılan bir broşürde;

Faraklit olarak Arapçalaştırılan ismin İncil’in Yunanca nüshasında Paraklitus şeklinde mi, yoksa Piraklütüs şeklinde mi geçtiği incelenerek, birinci şekle göre ismin “Teselli ve Yardım Edici, Vekil” mânâlarına geldiği ifâde ve ikinci şekle göre ise, “Muhammed ve Ahmed” mânâlarına gelebileceği itiraf edilmiş ve Müslümanların bu şekli iltizâm ettikleri ileri sürülmüştür. Hâlbuki iki kelime arasında şekil ve telaffuz bakımından bir fark yok diyecek kadar bir durum aynı durumu aynı anlamı taşımaktadır. Yunan harfleri, birbirlerine benzerler. Bazı İncîl nüshalarındaki “Piraklütüs”, belki de, yazıcıların hatâsı yüzünden “Paraklitüs” olmuştur.”

Evet, ne yaparlarsa yapsınlar İncîl’i Şerif’te ve Îsâ (Aleyhisselâm)’ın haberinde kesin olarak Hz. Muhammed’in geleceği kesin olarak bildirilmiştir.

Evet, sevgili dostlarımız!

İsrail Oğullarının Gelmesini Bekledikleri Üç Peygamber;

Yuhannâ‘nın İncîl menkıbesine göre, Yahûdîler üç peygamberin gelmesini beklemekte idiler:

İlki: Tekrar geleceğini zannettikleri Hz. İlyâ,

İkincisi: Mesîh-i Îsâ (Aleyhisselâm),

Üçüncüsü: Herkesin bildiği, kendisinden sadece “O Peygamber” diye bahis olunan Peygamber idi ki bu Hz. Muhammed idi.

Yahûdîler, Yahyâ (Aleyhisselâm)’a:

“Sen kimsin?” diye sordukları zaman, o:

“Ben, Mesîh değilim!” dedi.

Yahûdîler: “Öyle ise, sen nesin? İlyâ mısın?” sorusuna da:

Yahyâ (Aleyhisselâm): Yine “Değilim!” cevabını verdi.

Dakika 20:32

Bunun üzerine, Yahûdîler O’na:

“Sen, O Peygamber misin?” dediler. Fakat o yine:

“Hayır!” ben O Peygamber yani Muhammed değilim!” dedi.

“Ben, İşâya Peygamberin dediği gibi: ‘Rabbin yolunu hazırlayınız onun tariklerini doğrultunuz!’ diyerek çölde çağıranın sesiyimdir!” dedi.

Görülüyor ki müjdelerden birincisi böylece Hz. İlyâ’nın vazifesiyle geldiğini söyleyen Yahyâ (Aleyhisselâm) ile müjdelerden ikincisi de Mesîh diye anılan Îsâ (Aleyhisselâm)’ın gelmesiyle gerçekleşmiş bulunuyor. Müjdelerden üçüncüsü olan ve kendisinden sadece “O Peygamber” diye bahis olunan son Peygamberin gelmesi ise, Îsâ (Aleyhisselâm)’dan sonra beklenip duruyorlardı. Yani Hz. Muhammed’in gelmesi bekleniyordu. Nitekim putperest Medineli Evs ve Hazreç kabilelerinin ne zaman Medineli Yahûdîler ile araları açılsa, Yahûdîler onlara:

“Bir peygamber, hemen gönderilmek, gelmek üzeredir!” diyordu Yahûdîler. Onun geleceği zamanın gölgesi düştü de diyorlardı. O Peygamber gelince, biz O’na tâbî olacak; İrem ve Âd kavimleri gibi, sizi öldürüp kökünüzü kazıyacağız!” diyorlardı Yahûdîler.

Rahip Bahîrâ’nın da dediği gibi, Yahûdîler gelmesini bekledikleri son Peygamberin İsrâil oğullarından olmasını arzu etmekte idiler. Peygamberimiz ise, İsmâil (Aleyhisselâm)’ın soyundan gelen Araplardan olduğu için; Medineli Yahûdîler de Peygamberimize kıskançlıklarından dolayı, îmân etmemekte ve karşı koymakta direnmişlerdir. İşte bekledikleri Peygamber gelince İsrâiloğulları bizden gelmedi diye bakın bu Peygamber Hz. Muhammed’e düşman oldular ve öldürmek için her çâreye başvurdular.

İbn-i İshâk’ın Abdullah b. Ebî Bekr, b. Muhammed, b. Amr, b. Hazm’dan, onun da Hz. Safiyye ’den rivâyetine göre:

Peygamberimizin Medine-i Münevvere ‘ye hicreti sırasında, Kuba köyüne geldiği işitilince, babası Huyey b. Ahtab ile amcası Ebû Yâsir b. Ahtab hemen Kuba’ya gitmişler, güneş batarken de, çok bitkin ve üzgün bir hâlde eve dönmüşlerdi.

Ebû Yâsir b. Ahtab, Huyey b. Ahtab’a:

“Bu, geleceği beklenilen O Peygamber midir?” diye sormuş, Huyey:

“Evet! Vallâhi, O’dur!” demişti. Ebû Yâsir:

“Bunun O olduğunu iyice anladın ve tespit ettin mi?” diye sormuş, Huyey b. Ahtab:

“Evet!” demiş. Ebû Yâsir:

“O hâlde, O’na karşı kalbinde ne var?” diye sormuş. Dikkat edin buraya!

Huyey b. Ahtab: “Vallâhi, sağ oldukça, O’na hep düşmanlık besleyip duracağım!” demiş.

Bakın gelmesini beklediği Peygamber’e düşman olacağını düşmanlığını ilân ediyor adam; derken îmân etmesi gerekirken!  İşte bu zihniyet tam bir Allah’ın gazâbını, hışmını bekleyen bir zihniyet ki bunlar Allah’ın gazâbına hep çarpıldılar, çarpılarak geldiler, çarpılarak gidiyorlar, çarpılarak gideceklerdir tâ cehenneme kadar.

Dakika 25:45

Bunların bu husustaki tutum ve davranışlarına Kur’an-ı Kerîm’de şöyle haber verilir:

“Vaktâ ki, onlara Allah katından, yanlarındakini tasdik edici, doğrultucu bir Kitâb geldi ki, onlar daha önce, kâfirlere karşı Allah’tan böyle bir fetih ve yardım istiyorlardı. Fakat o tanıdıkları kendilerine gelince, (kıskançlıklarından) onu inkâr ettiler. Artık, Allah’ın lâneti o kâfirlerin üzerinedir.” (Bakara Sûresi âyet 89).

İşte bunlar Allah’ın lânetine uğradılar. Hâlâ da lânetin içindeler çünkü Müslümanlara neler yaptıklarını dünya bildiği gibi kendileri de biliyorlar. İşte bu lanetlik zihniyet bakın bekledikleri O Peygamberi gelince inkâr ettiler. Tanıdıkları, oğulları gibi tanıdıkları, öz çocukları gibi tanıdıkları Peygamberi gelince inkâr ettiler hasetlerinden (kıskançlıklarından). Şeytân-i Lain de Âdem (Aleyhisselâm) yaratılıncaya kadar Allah’a ibadet ediyordu. Yani Meleklerin içinde gece-gündüz ibadet edenlerden idi. Ammâ ne zaman Hz. Âdem yaratıldı İblîs Hz. Âdem’i çekemediği için kâfirlerden oldu. ( أَبَىٰ وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ). İşte Yahûdîler de İncîl’de Tevrât’ta Peygamberimizi bekliyorlardı, tanıyorlardı. Fakat İsmâil (Aleyhisselâm)’ın soyundan geldi diye, bizim kendi soyumuzdan gelmedi diye hâlbuki bugün İshâk ile İsmâil kardeş. İsrâiloğulları İshâk’ın soyundan Yâkub ’un, Yusuf’un soyundan geliyorlar. Hz. Muhammed de İsmâil (Aleyhisselâm)’ın soyundan geliyor.  Bunlar kardeş İshâk ve İsmâil ve babaları İbrâhim (Aleyhisselâm). Bakın Hz. Muhammed’in dedesi de İbrâhim (Aleyhisselâm) İsmâil (Aleyhisselâm), İsrâiloğullarının dedesi de bugün İshâk (Aleyhisselâm) ve İbrâhim (Aleyhisselâm). Bak kökte kardeş olunduğu hâlde kardeş kardeşi bu kadar kıskanır, bu kadar haset eder inkâr safhasına kadar gidip inkâr edip bir kişi kâfirliği göze alıyorsa ondan daha Allah’ın gazâbına çarpılacak, lânete uğrayacak başka kim olabilir? İşte Allah’ın gazâbına çarpılarak geldiler. Tabii îmân eden Yahûdî âlimleri vardı; o günde vardır, bugünde vardır, o günde var idi bugünde vardır. İyiler dâima müstesnadır. Ama görüyorsunuz çoğunluk îmân etmiyor. Hristiyan âlemi de böyle onlarda (وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ) sapanlar, sapıtanlar, Yahûdî (غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ) Allah’ın gazâbına çarpılanlar.

Dakika 30:10

Biz hatırlatıyoruz. Biz Îsâ’ya da Mûsâ’ya da (Aleyhimüsselâm) toz kondurmayız. İncîl gerçek Allah katındaki İncîl Allah katındaki Tevrât bizim Amentümüzün içindedir toz kondurmayız. Kur’an-ı Kerim’in tasdikinden geçen İncîl, Tevrât, ilâhî kitaplar, Suhuflar… Çünkü Kur’an-ı Kerim geçmişin mümini, müheymini, musaddikidir. Geçmişin değerleri Kur’an’ın tasdikinden, Hazreti Muhammed’in tasdikinden geçtiği zaman o bizim değerimizdir, bizim gerçeklerimizdir. Evet, sevgili dostlarımız, işte Allah’ın gazâbına uğrayan milletlerin durumu sapanların sapıtanlarının ortada. Biz duyuruyoruz herkes aklını başına alsın, Allah’tan hidayet dilesin! Biz herkesin iyiliğine çalışmaktan başka bir gayemiz yok. Gerçeği söylemek kadar da gerçek iyilik yoktur. En büyük iyelik doğruyu söylemektir.

Evet, sevgili dostlarımız, İnşâ’Allah bir sonraki dersimizde yine Peygamberimizle ilgili devam edecektir.

Dakika 32:00

 

(Visited 21 times, 1 visits today)