İslam Tarihi Ders 72
72- İslam Tarihi Ders 72
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Çok kıymetli ve muhterem izleyenler, dersimiz Hılfu’l-fudûl ile devam ediyor.
Hılfulfudûl’ü Gerektiren Durum ve Hâdiseler Konusunda da:
Son Ficar muharebesinden sonra, Mekke-i Mükerreme ’de, hiç bir yabancı ve koruyucusuz kimse için, mal, can ve hattâ ırz ve namus güvenliği kalmamıştı. Yabancı satıcıların malları, satın alınır, parasına, dirsek çevrilir idi. Hacca gelenlerin, hoşa giden kadınları ve kızları bile, ellerinden zorla alınır, feryatlarına, imdat ve çağrılarına kulak asmazlardı. Haram ve dokunulmazlığı bulunan aylardan Zilkâde ayında idi ki, Yemen’in Zübeyd kabilesinden bir adamın, satmak üzere Mekke-i Mükerreme’ye getirdiği bir yük malı, Âs b. Vâil ‚Üssehmî, ondan satın almıştı. Âs b. Vâil, Mekke’de, itibarlı ve şerefli kişilerdendi. Âs b. Vâil, Zübeydî’nin hakkını, ödemeyi uzatıp durdu ondan, malın bedelini istedi. Âs, b. Vâil, ödemeye yanaşmadı. Zübeydî, malını, geri istedi. Âs, b. Vâil, geri vermeye de, yanaşmadı. Bunun üzerine, Zübeydî; Abdüddâr, Mahzum, Cümah, Sehm ve Adiyy b. Kâ’b gibi Mekke’nin nüfuzlu ailelerinin ileri gelenlerine başvurup Âs b. Vâil’deki alacağını alıvermeleri için, kendilerinden yardım istedi. Fakat onlar, Âs, b. Vâil’e karşı Zübeydî’ye yardımcı olmaktan kaçınmakla kalmadılar, üstelik adamcağızı da, azarladılar. İşin, kötüye gittiğini gören ve çâresizlik içinde kalan Zübeydî, güneşin, doğmak üzere olduğu ve Kureyşî ileri gelenlerinin de, Kâbe çevresinde küme-küme oturdukları bir sırada, Ebû Kubeys dağına çıkarak:
„Ey Fihr Hanedanı!“ diye bağıra bağıra okuduğu bir şiirinde, uğradığı zulüm ve haksızlığı açıklayıp yardım dileğinde bulununca, orada, hemen kalkıp temaslara başlamak sûreti ile ilk harekete geçen ve bu yolda daha başkalarını da, harekete geçiren Zât, Peygamberimizin Amcası Zübeyr b. Abdulmuttalib oldu. Kureyş kabilelerinden Benî Hâşim b. Abdimenâf, Benîl-Muttalib b. Abdimenâf, Zühre b. Kilâb, Teym b. Mürre, Benîl-Hâris b. Fihr’ler, Dârünnedve‘-de toplandılar. Durumu, aralarında konuştular. Ne şekilde hareket edileceğini, söz birliğiyle belirlediler. Bu hususta and içmeye birbirlerini dâvet ettiler.
Dakika 4:50
Abdullah b. Cüd’ân’ın Evinde Toplanılıp And İçilişi Meselesi:
Şerefi ve yaşlılığı dolayısı ile Abdullah b. Cüdân, b. Amr, b. Kâ’b, b. Sâ’d b. Teym, b. Mürre, b. Kâ’b, b. Lüey ‘in evinde toplandılar. Abdullah b. Cüdân, yemek yaptırıp onlara yedirdi. Mekkelilerden ve onlar dışında Mekke-i Mükerreme’ye girecek olan sâir insanlardan Mekke’de zulme ve haksızlığa uğramış bir kimse bırakmamak, mazlumun hakkı, geri alınıncaya kadar, zâlime karşı, mazlumla birlikte hareket etmek üzere ahitleştiler ve akitleştiler. Denizlerin, bir kıl parçasını ıslatacak kadar suyu bulundukça, Hıra ve Sebîr dağı yerlerinde durduğu ve üzerlerinde dağ tekeleri yayıldıkları müddetçe ahit ve akitlerine bağlı kalacaklarına and içtiler. Kureyşîler, bu Hılf’e (Hılfu’l-fudûl) ismini verdiler. Bu antlaşmanın adı Hılfu’l-fudûl.
Hılfu’l-fudûl Denilmesinin Sebebi:
Geçmiş zamanlarda, Cürhüm kabilesinden Fadl b. Fadâle, Fadl b. Vedâa, Fadl b. Hâris veya Fudâl b. Hâris isimlerinde Eşraftan üç kişi bir araya gelip zâlime karşı mazluma yardım etmek zâifin (zayıfın) hakkını, zâlimden güçlüden almak, garibin hakkını; garip olmayandan, yerliden almak ve adâleti, aralarında hâkim kılmak üzere antlaşmışlardı. Kureyşîler, şekli ve mâhiyeti itibârı ile eskisine pek benzeyen bu yeni teşebbüse de: Fadl adlı kişilerin andı mânâsına olarak (Hılfu’l-fudûl) adını vermişlerdir. Yani faziletli kişilerin and içmeleri ki mazlumun hakkını zâlimden almak için. Garibanların hakkını, o garibanların haklarını yiyen kimselerden onların hakkını almak için bir antlaşmaydı bu. Evet, sevgili dostlarımız, işte o kadar başıbozuk toplum içerisinde böyle faziletli insanlar da bulunmaktadır.
Hılfu’l-fudûl’e girenlerin ilk işi, Âs b. Vâil’e giderek Zübeydî’nin malını, ondan çekip almak ve Zübeydî’ye teslim etmek oldu. O sırada, Has’âm kabilesinden bir kimse, Umre veya Hacc yapmak maksadı ile kızını, yanına alarak Mekke’ye gelmişti. Has’amî’nin, Katul diye anılan bu kızı, herkesin kadınından güzeldi. Nübeyh b. Haccâc, onu, görür görmez, babasının elinden zorla alıp kaçırdı, sakladı.
Has’amî „Şu adamı bulup yanıma getiriverecek bir kimse yok mu?“ diye feryâd etti durdu.
Kendisine „Git te, derdini, Hılfu’l-fudûl’e anlat!“ denildi.
Has’amî, hemen Kâbe’nin Kâbe-i Şerif’in yanına dikilip „Yâ Hılfu’l-fudûl! Yetiş imdadıma!“ diyerek bağırmağa başlayınca, kılıçlarını sıyırıp her taraftan boyunlarını uzatarak Has’amî’nin yanına yetişenler „İşte, sana yardım geldi! Ne oldu sana?“ diye soruyorlardı. İşte bunlar kahraman yiğit kişiler.
Has’amî „Nübeyh, kızım hakkında bana zulüm etti: Kızımı, elimden, zorla çekip aldı!“ dedi.
Has’amî’yi yanlarına alarak Nübeyh ‘in evine kadar gittiler, kapısının önüne dikildiler. Nübeyh, yanlarına çıkınca, kendisine:
„Yazıklar olsun sana! Sen de, biliyorsun ki, biz, bu hususta akit yapmışızdır. Haydi, tez getir kadını!“ dediler. Nübeyh:
„Emrinizi, yerine getireyim. Fakat bir gece olsun, ondan, faydalanmama müsâade ediniz!“ dedi.
Hılfu’l-fudûl Ricâli: „Hayır! Vallâhi, süt sağım zamanı kadar bile sana müsâade edilemez!“ dediler. Bunun üzerine, Nübeyh, kadını, içeriden çıkarıp babasına teslim etmekten başka çâre bulamadı!
Evet, dünya zulüm altında inim inim inliyordu. Hılfu’l-fudûl’ün ulaşmadığı yerler burhanla dolup taşıyordu. Dünya kan ağlıyordu.
Peygamberimizin (Aleyhissalâtu Vesselâm) Hılfu’l-fudûl da bulunmuştur ve onu da çok beğenmiştir. Amcaları ile birlikte bulunup Abdullah b. Cüd’ân’ın evinde yapıldığını bildirdiği Hılfu’l-fudûl hakkında: „Benim, o And’ı bozup da, kızıl tüylü develere (dünyanın en iyi nimetlerine) nâil olmam, bana, ondan daha sevgili değildir! Yani Hılfu’l-fudûl daha değerlidir diye Peygamberimiz onu beğendiğini söylemiştir.
Ben, ona, İslâmiyet devrinde bile, çağırılsam, hemen, icâbet ederdim!“ buyurmuştur. Çünkü İslam’dan önce dünya zulüm altında inim inim inliyordu. Zaten İslam’ın kendisi Hılfu’l-fudûl’ün de üzerinde yüce bir nizâm-ı ilâhî olduğu için hiçbir zâlime meydan verilemez İslam’da. İslam demek, bütün dünyanın kurtuluşu demektir. İslam ile Allah kullarını cennete çağırıyor, İslam ’sızlar ise cehenneme çağırıyorlar.
Hılfu’l-fudûl’ün Te’sîri, Hazret-i Hüseyin’in Velîd’i Bununla Tehdidi:
Hılfu’l-fudûl’ün te’sîri ve iyilikleri, büyüktü. İslam düzeni zamanında da devri İslam’da da Hılfu’l-fudûl değerlidir. Yıllarca sonra bile, ondan, bahis etmek, zâlimleri korkutmaya yetiyordu. Nitekim Muâviye b. Ebî Süfyân ‘ın devrinde, yeğeni Medine Vâlîsi Velîd b. Utbe ile Hazret-i Hüseyin arasındaki bir maldan dolayı ihtilâf çıkmıştı.
Dakika 14:55
Velîd, Vâlîlik nüfuzundan yararlanarak Hazret-i Hüseyin’in hakkına tecavüz etmek istiyordu. Hazret-i Hüseyin, (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) kızdı ve:
„Vallâhi, ya adâlete riâyet eder, hakkımı verirsin, ya da, kılıcımı, sıyırarak Rasûlullah’ın Mescidinin kapısına dikilir, milleti, Hılfu’l-fudûl’e dâvet ederim!“ dedi. Hazret-i Hüseyin, bunu, Velîd’e söylerken, Velîd’in yanında Abdullah b. Zübeyr de, bulunuyordu. Abdullah b. Zübeyr çok kahraman bir zattır biliyorsunuz. O da:
„Vallâhi, eğer Hüseyin (Radıyallâhu Anhü), böyle bir dâvette bulunacak olursa, ben de, kılıcımı, çeker, adâlet üzere hakkı verilinceye kadar, onunla birlikte ayaklanırım yahut hep ölürüz!“ dedi. İşte yiğit kahramanlar böyledir bu da İslam düzeninin kahramanları.
Rivâyete göre: Velîd, Misver b. Mahreme ile Abdurrahman b. Osman’ın da aynı şekilde yemin ettiklerini, öğrenince, ortaya, hiç yoktan bir hâdise çıkarmış olacağından korkarak bu zâlim Vâlî Hazreti Hüseyin’in hakkını tamamı ile vermiş ve Onu, hoşnut etmiştir. Başka çâresinin olmadığını anlayınca zâlimler böyle davranırlar.
Hılfu’l-fudûl’e Katılmayan Kureyş Aileleri:
Abdüddâr, Mahzum, Cümah, Sehm ve Adiyy oğulları, Hılfu’l-fudûl’e girmemişler, girmemekle kalmayıp bu yolda birbirlerine de, engel olmuşlar, hattâ bir inek kesip kanına, ellerini batırmak sûreti ile ona girmeyeceklerine yemin de etmişlerdi. Hılfu’l-fudûl ’de, Abdüşşems oğulları ile Nevfel oğulları da, bulunmamışlardı. Kureyşîlerin, en bilgili kişilerinden olan Muhammed b. Cübeyr, Abdullah b. Zübeyr’in öldürüldüğü ve halkın, Halîfe Abdülmelik b. Mervân’ın huzurunda toplandığı zaman, Halîfenin huzuruna girmişti. Muhammed b. Cübeyr huzura girince Abdülmelik ona:
“Ey Ebû Sâid! Biz ve siz yani Abdüşşems ve Nevfel oğulları Hılfu’l-fudûl ‘de bulunduk mu?” diye sordu. Muhammed b. Cübeyr:
“Sen, bu hususta, bana, gerçek olanı, bildir!“ dedi. Bunun üzerine, Muhammed b. Cübeyr:
„Hayır! Vallâhi, bulunmadık! Biz ve siz, ondan, çıktık!“ dedi. Abdülmelik te:
„Doğru söyledin!“ diyerek onu, tasdik etti.
Evet, sevgili dostlarımız, işte fazilet kişiler faziletli işlerin içinde bulunurlar. Zâlim kişilerde zulmün, zulmün içinde bulunurlar. Kâfir küfrün içinde, müşrik şirkin ve putlarının içerisinde, münâfık nifâkının içinde ve kendi taraftarlarıyla bunlar hareket ederler. Bunların karşısında îmân dolu İslam’ın yüce izzeti ve değerleriyle donanmış kahramanlar her zaman bulunmuştur ve bulunmalıdır.
Dakika 20:00
Çünkü îmân dolu adâlet duygusuyla, ortaya atılan şahlanan kahramanlar olmazsa meydanı zâlimler alır, mazlumlar inim inim inlerler. Şuanda dünya zulüm altında inlemektedir. Niye? Yüce İslam’ın adâleti, onun sulh ve barışı, onun ilim ve irfânı, onun îmânı ve merhameti dünyayı kuşatmadıkça insanlık zulümden kurtulmaz. Dünyayı İslam’ın kuşatması için yeryüzüne Müslümanların iyi çalışıp İslam’ı Dünyaya hâkim kılmalarıyla olur. Müslümanlar bir berâber olacaklar Allah’ın emrinde birleşecekler ki bu birlikten kuvvet doğar. Bu kuvvet yenilmez kuvvettir ve gerçek gâlip gelen izzet de bu izzettir. Biz hatırlatıyoruz ötesi size kalmıştır.
Mekke’de Yapılan Bir İz Muâyene ve Mukâyese Konusunda da:
Sahîh bir hadis-i şerifte bildirildiğine göre: Mekke-i Mükerreme’ye bir Kâhine gelmişti. Kureyşîler ona: „Bize, haber ver bakalım hangimizin ayak izi (Makâm-ı İbrâhim)’dekine en çok benziyor?“ dediler. Kadın:
„Eğer siz, şu ince milli yerin üzerine bir örtü gerer, sonra da, onun üzerinden yürür, geçerseniz, size haber veririm.“ dedi.
Kureyşîler, oraya hemen bir örtü gerdiler ve örtünün üzerinden birer birer yürümeye başladılar. Kadın, Peygamberimizin ayak izini görünce:
„Ayak izlerinizden, (Makâm-ı İbrâhim)’dekine, en çok benzeyeniniz, bu, izdir!“ dedi, Peygamberimizin izini gösterdi. Peygamberimizin İbrâhim’in, İsmâil’in olduğu zaten her yönüyle apaçık biliniyordu. Burada ki Kâhine de bu işlerin uzmanı olan o Kâhine de bunu ayrıca haber verdi. Bu hâdise üzerinden yirmi yıl veya yirmi yıla yakın veya Yüce Allah’ın dilediği kadar bir zaman geçtikten sonra Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm), Peygamber gönderildi. Demek ki o zaman Peygamberimiz 20 yaşlarında falan olmuş oluyor.
Kur’an-ı Kerim’de (Makâm-ı İbrâhim) hakkında şöyle buyrulur:
„Orada (Beytullâh ‘da) açık alâmetler ve (Makâm-ı İbrâhim) vardır.“ Makâm-ı İbrâhim; İbrâhim (Aleyhisselâm)’ın, Kâbe’nin duvarlarını yükseltirken iskele yerine kullandığı, sonra da, onun üzerinden seslenerek insanları Hacca dâvet ettiği, üzerinde iki ayağının izi bulunan mübârek bir “Taş” olup İbrâhim (Aleyhisselâm), onu, Kâbe-i Şerif’in kapısına, Kıble ‘ye yerleştirmiş, namazını, ona doğru yönelerek kılmıştı. İbrâhim (Aleyhisselâm)’dan sonra, oğlu İsmâil (Aleyhisselâm) da, böyle yapmıştı.
Dakika 24:35
Bazı Gecelerde Peygamberimize Meleklerin Geliş Konusunda da:
Peygamberimiz (Aleyhissalâtu Vesselâm), yirmi yaşında bulunduğu sırada, bir gün, Ebû Tâlib’e:
„Ey Amca! Bir kaç geceden beri, bir şahıs, iki arkadaşı ile birlikte yanıma geliyor, bana, dikkatle bakıyorlar ve birbirlerine (Bu, O’dur! Fakat dâvet zamanına daha erişmedi!) diyorlar.“ diyerek şikâyetlendi. Ebû Tâlib:
„Ey kardeşimin oğlu! Bunda, endişelenilecek bir şey yok. Sen, düş görmüşsündür, (rüya görmüşsündür)!“ dedi. Bundan sonra. Peygamberimiz, tekrar, Ebû Tâlib’in yanına geldi:
„Ey Amca! Sana, anlatmış olduğum şahıslardan birisi, tekrar gelip beni yenerek, elini, karnımın içine öyle daldırdı ki, içimde, onun elinin serinliğini duydum!“ dedi.
Bunun üzerine, Ebû Tâlib, Peygamberimizi, yanma alarak, Mekke’de, doktorluk yapan, Kitap ehli bir adama gitti. Peygamberimizin gördüklerini, ona anlattı ve: „Bunu, iyileştir!“ dedi. Peygamberimizi hasta zannediyorlar. Onlar Cenab-ı Hak tarafından O’na önceden haberler geliyor ki alıştırmak için.
Adam, Peygamberimizi, dikkatle muayene etti. Ayaklarına, iki omuzunun arasına baktı. Ebû Tâlib’e:
„Ey Abdimenâf’ın oğlu! Senin, bu oğlun, her türlü hastalıktan uzak ve paktır. Dünyanın en sağlam kişisi bu Zât-ı Muhterem’dir. Kendisinde, birçok hayr alâmet ve işaretleri de vardır!” dedi. Yahûdîler, bunların farkına varırlarsa, bunu, öldürürler!” dedi. Bunun gördükleri, şeytanlar değil, fakat. Peygamberlik için, kalpleri teftiş eden Meleklerdendir!“ dedi. Peygamberimiz de, bir hadis-i şeriflerinde:
„Rüyamda, bir adam görmüştüm ki, elini, iki‘ omuzumun üzerine koyduktan sonra, elini, göğsüme sokup kalbimi, çıkarmış (Temiz ve pak bir bedende, temiz ve pak bir kalptir!) demiş ve kalbimi, yine yerine koymuştu…“ buyurdular.
Bunlar dünyaya önceden verilen haberlerdir. Dünyaya içi temiz, dışı temiz her tarafı nur ve pak mı pak böyle bir Zât-ı Muhteremin Peygamber geleceğinin önceden birer birer haberleridir ve teftişten geçirilmektedir. Peygamberimiz sürekli kontrol altında tutuluyordu ama kendisinin haberi daha yoktu. Tâ ki Peygamberlik kendine gelinceye kadar bu alâmetlerin ne olduğunu O da bilmiyordu.
Peygamberimizin Ticaret Hayatına Atılışı Konusunda da:
Kureyşîler, öteden beri ticaretle uğraşan bir topluluktu. Ticaretle uğraşmayanların ise, ellerinde hiç bir şeyleri bulunmazdı. Peygamberimizin de, Hazret-i Hatice hesabına ticarete başlamadan önce, ticaretle uğraştığı olmuştur. Nitekim Sâib b. Ebî Sâib, İslamiyet’ten önce. Peygamberimizin ticaret ortağı idi. Sâib b. Ebî Sâib, Peygamberimiz hakkında „O, benim, câhiliye devrinde ortağımdı. Ne hayırlı ortaktı O! Ne fitne ve fesâd yollarına sapar, ne de, boş yere çekişme yapardı!“ demiştir. Peygamberimizin yüksek ahlâkını böyle övmüştür.
Sâib b. Ebî Sâib, Mekke’nin fethi gününde Peygamberimizin yanına gelmişti. Hazret-i Osman’la Züheyr, onu. Peygamberimize, övmeye başlayınca, Peygamberimiz: „Siz, onu, bana tanıtmayınız! Ben, onu, çok iyi tanırımdır. O, benim, arkadaşımdı.“ buyurdu. (Gençlik zamanlarında, ticaret hayatında ki arkadaşı).
Dakika 30:37
Sâib de: „Evet! Yâ Rasûlullah! Doğru buyurdun. Babam-Annem Sana, feda olsun! Sen, ne güzel arkadaştın!” diyor gençliğinde. Sen, benim ortağımdın da! Sen, ne güzel ortaktın!“ dedi. Peygamberimiz:
„Merhaba kardeşime ve ortağıma ki, o, ne fitne ve fesâd yollarına sapar, ne de, boş yere çekişme yapardı!“ buyurdu. Peygamberimizde arkadaşını övdü. Sâib b. Ebî Sâib de:
“Sen de, ne fitne ve fesâd yollarına sapar, ne de, boş yere çekişme yapardın!“ diyerek mukâbele etti. Çünkü sahibin ortağı âlemlerin rahmet Peygamberiydi de ondan. Peygamberimiz:
„Ey Sâib! Bak! Câhiliye devrinde yapmayı huy ve âdet edindiğin şeyleri, İslam devrinde de, yap! Konuğu, ağırla! Yani misafirperverliğine devam et! Yetime bak! Komşuna iyilik yap! Sen önceden böyleydin bunlara Müslüman olduktan sonrada devam et dedi.
Ey Sâib! Senin, câhiliye devrinde yaptığın iyi amellerin kabul olunmaz, boşa giderdi. Bu gün, yaptıkların ise, kabul olunur ve makbuldür!“ buyurdu.
Taberânî’nin, Sahîh bir isnatla tespitine göre: Sâib ‘in oğlu Abdullah demiştir ki:
„Ben, Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ın ticaret ortağı idim. Kendisine, bey ‘at etmek üzere yanına vardığım zaman: (Sen, beni tanıdın mı?) diye sordum. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm):
Evet! Sen, benim ticaret ortağım değil mi idin? Ben, seni, hayırlı bir ortak olarak bulmuştum. Sen, ne iyi ortaktın: ne fitne ve fesâd yollarına sapar, ne de, boş yere çekişme yapardın!” buyurdu.“
Her iki hadis-i şerifte, sahîh olduğuna göre; Peygamberimize, Peygamberlik gelmeden önce, Peygamberimizin, evvelâ Sâib b. Ebî Sâib ile ticaret ortaklığı yaptığı, sonra da, Sâib ‘in, aynı iyi vasıfta bulunan oğlu Abdullah ile de bu ortaklığı devam ettirdiği anlaşılmaktadır. Buna göre, iki hadis-i şerif arasında bir tezat ve çelişki falanda yoktur.
Peygamberimizin Alacağı Takipte ve Ahde Vefâda Titizliği:
Peygamberimiz, evvel ve âhir ticaret hayatında verdiği sözü, muhakkak, yerine getirir, başkasının da, böyle yapmasını isterdi.
Evet, bütün âlemlerin rahmet Peygamberi, tek önderi, tek rehberi şanlı Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (Sallallâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem).
Dakika 34:50
Abdullah b. Ebi’l-Hamsâ der ki: Peygamberlik gelmeden önce Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm’la) bir alış verişte bulunmuş, bu alış verişten, kendisine biraz vereceğim kalmıştı. Onu, bulunduğu yere getireceğime söz vermiştim. Her nasılsa, bu sözümü unutmuşum. Aradan, üç gün geçtikten sonra hatırlayıp gittiğim zaman, Kendisini yerinde buldum. (Ey delikanlı! Sen, beni, sıkıntıya uğrattın! Ben, şuracıkta üç günden beri, seni, bekleyip duruyorum!?) dedi.“ Yani verilen söz yerine getirilmelidir çünkü öyle anlaşmışlardı, o da unutmuş durumu. Bunlar âleme ibret dersleri ahlâk dersleridir sevgili dostlarımız Şanlı Peygamberin şahsında (Aleyhissalâtu Vesselâm).
Peygamberimizin Hubâşe ve Cüreş Ticaret Seferleri Konusunda da:
Peygamberimizin, ticaret yapmak için, sermayesi, yoktu. Hazret-i Hatice, kendisine ait mallan, götürüp Tihâme ‘deki Hubâşe pazarında sattırmak üzere, Peygamberimizi, ücretle tuttu ve Kureyşîlerden tuttuğu, başka bir zâtı da. Peygamberimizin yanına kattı. Hubâşe, Arapların, pazar yerlerinden bir yer olup Yemen’de idi ve Mekke’ye altı merhalelik, yani (altı gecelikti). Orada, her yıl, Recep ayında (Recebi Şerifte) üç gün veya sekiz gün kurulur, alış veriş yapılırdı. Hazret-i Hatice; yapacağı her sefer için, Peygamberimize, ücret olarak genç ve yiğit birer erkek deve verecekti. Bu sefer, Peygamberimizin, Hazret-i Hatice hesabına, Hubâşe ‘ye, Meysere ile yaptığı ilk seferi idi. Oradan, Tihâme kumaşı satın alıp Mekke’ye getirmişler, Hakîm b. Hizâm’a satarak çok güzel bir kazanç da sağlamışlardı. Çünkü Peygamberimizin olduğu her yer bereketle dolup taşmaktadır.
Peygamberimizin, Hazret-i Hatice hesabına Yemen’e: Dört, Şam’a da: bir sefer yaptığı anlaşılmaktadır. Peygamberimiz; her sefer için, genç birer erkek deve ücretle, Hazret-i Hatice hesabına Cüreş’e de, iki sefer yaptı. Cüreş: Yemen’in, Mekke tarafına düşen, 1’inci iklimde, 65 Tul, 17 Arz derecesinde bulunan Sancaklarından, büyük ve geniş şehirlerindendi Yemen’in.
Peygamberimizin Hazret-i Hatice’yi Takdiri Konusunda da:
Peygamberimiz „Ben, Hatice’den daha hayırlı Patron görmedim. Ben ve arkadaşım, seferden dönüp te, onun yanında bizim için biriktirilmiş buğday ekmeği, nefis ve turfanda türlü yemişleri hazır bulmadığımız olmamıştır.“ diyerek Hazret-i Hatice’yi övmüştür onun cömertliğini.
Dakika 39:40
Ebû Tâlib’in Peygamberimizi Hazret-i Hatice Hesabına Şam Ticaret Kervanına Katılmağa Teşvik Edişi Konusunda da:
Ebû Tâlib, bir gün „Ey Kardeşimin oğlu! Ben, malsız bir Adam’ım. Zamanın, üzerimize çöken sıkıntısı, son dereceyi buldu. Kıtlık ve mücadele yıllan, bizde ne sermaye bıraktı, ne de, ticaret! İşte, kavminin ticaret kervanı, Şam’a gitmeye hazırlanmış bulunuyordur. Hatice Binti Huveylid de, bu kervana, yükleyeceği mallarla katılacak, mallarının üzerinde de, kavminden, bazı insanlar gönderecektir. Kendisinin, senin gibi güvenilir, temiz ve vefakâr bir insana, çok ihtiyacı da vardır. İşlerinden ve ticaretinden bir kısmına seni vekil yapması için, yanına varıp kendisi ile konuşmuş olaydık, iyi olurdu. Yine de, gidip dileğini ona, arz edecek olursan, herhâlde hemen kabul ederdir. Temizliğin sebebi ile seni, başkasına üstün tutar sanırım. Gerçi, ben, senin, Şam taraflarına gitmeni istemiyor ve sana, Yahûdî’lerden bir zarar gelmesinden korkuyorum amma, bundan başka bir fikir, bir çâre de, bulamıyorum!“ dedi. Peygamberimiz „Belki de, o, bu hususta bana bir haber salardır.“ dedi. Ebû Tâlib:
„Ben, onun, senden başkasını vazifelendireceğinden de, endişe ediyorum. Sen, işi, tedbirli olarak talep ve takip et!“ dedi. Peygamberimiz:
„Amcacığım! Sen, nasıl istiyorsan, öyle yap!“ dedi.
Hazret-i Hatice, şerefli ve çok zengin bir kadındı, ticaretle uğraşırdı. Güvendiği bazı kimselere sermaye verip aralarında belirleyecekleri şarta göre ve zarar ve ziyân, sermayeye ait olmak üzere, onlarla ortak olur, elde edilen kazançtan bir kamını onlara verirdi. Hazret-i Hatice Annemiz, Ebû Tâlib ile Peygamberimiz arasında geçen konuşmayı işittiği zaman, Peygamberimizin, son derecede doğruluğunu, eminliği ve iyi huyluluğunu bildiği için „Ben, Onun, bunu, isteyeceğini bilmiyordum.“ dedi. Ve hemen Peygamberimize haber gönderip, evvelce, ticaret kervanını götürenlere verdiğinden daha fazla ücret vermek şartı ile ticaret malını, Şam’a götürmesini teklif etti. Peygamberimiz, gelince „Ben, Seni, Şam’a göndereceğim ticaret malları üzerinde göndermek için çağırdım. Senin, doğru sözlü, son derecede emniyetli, güzel huylu olduğunu biliyorum. Sana, kavminden hiç bir kimseye vermediğim ücretin bir kaç katını vereceğim!“ dedi.
Peygamberimiz, Hazret-i Hatice’nin bu teklifini kabul etti. Amcası Ebû Tâlib ile buluşup durumu, ona anlattı. Ebû Tâlib, „Bu, Allah’ın, sana gönderdiği bir rızıktır!“ dedi.
Dakika 44:30
Evet, sevgili dostlarımız!
Şam Seferi Ücretinin Kesinleştirme Konusu da:
Ebû Tâlib, Peygamberimize, Şam seferi için, verilecek ücreti belli etmeden yola çıkılmasını, uygun bulmuyordu. Peygamberimize:
„Ey Kardeşimin oğlu! Bana erişen habere göre: Hatice, filan adamı iki tane erkek genç deve vermek üzere, tutmuş. Biz, sana da, bu kadar ücret vermesine râzı değiliz. Senin için, bu hususta, onunla, bir konuşsak olmaz mı?“ dedi. Peygamberimiz:
„Sen, nasıl istersen, öyle olsun!“ deyince, Ebû Tâlib Hazret-i Hatice’nin yanına gitti.
„Ey Hatice! Sen, Muhammed’i, tuttun mu? Haber aldığımıza göre: Filan zâtı, iki tane erkek genç deve vermek üzere, tutmuşsun. Biz, Muhammed için, dört tane erkek ve genç deveden başkasına râzı değiliz;“ dedi. Hazret-i Hatice:
„Sen, bunu, bize uzak ve düşman olan bir kimse için bile, dilemiş olsaydın, yine kabul ederdik.” dedi. Kaldı ki, bize, akraba ve dost olan birisi için dilemiş bulunuyorsun ki, bu, nasıl kabul edilmez?“ dedi. Hatice Annemiz dünyanın en muhterem Annesidir (Radıyallâhu Anha).
Mekke’den Yola Çıkış Meselesi de:
Peygamberimiz, Hazret-i Hatice’nin ticaret malını, Şam’a götürüp satmak üzere, kölesi Meysere ile birlikte, Mekke’den yola çıktı. Hazret-i Hatice, Huzeyme b. Hakîm’üs-sülemîy’yinnehdî’yi de, yardımcı olmak üzere yanlarına kattı. Huzeyme, Hazret-i Hatice’nin akrabasındandı. Her yıl, Hazret-i Hatice’yi görmeye gelirdi. Hazret-i Hatice, kölesi Meysere ‘ye, Peygamberimiz hakkında: „Ona, hiç bir işte itaatsizlik etme! Onun hiç bir görüşüne de, aykırı davranma!“ dedi. Sıkıca tembih etti. Yani Peygamberimiz ki o zaman daha delikanlı 25 yaşlarına yakın. “O ne derse onu yap!” dedi yanındakilere. Peygamberimizin Amcaları ve Amca mevkiinde bulunanlar da. Peygamberimizle ilgilenmelerini, kervan halkına tavsiye ettiler.
Peygamberimizin Yolda Yorulan Develeri Hızlandırışı (Kendisinden Harikaların Zuhuru):
Hicaz ile Şam arasında, Hazret-i Hatice’nin mal yüklü develerinden ikisi, yorulup geride ve ticaret kervanından, gittikçe uzakta kalmaya başlamıştı. O sırada, Peygamberimiz, önde bulunuyordu. Meysere, hem kendi hayatından, hem bu develerin durumundan korktu. Koşarak Peygamberimizin yanına gelip durumu, haber verdi. Peygamberimiz hemen, develerin yanına geldi. Develerin ayaklarının altını ve kemiklerini, eli ile ovuşturduktan sonra, yanlarından ayrıldı. Develer, koşmaya başladılar ve böğürerek kafilenin önüne geçtiler! Huzeyme, bunu, görünce. Peygamberimizin, hâl ve sânı büyük olacağını, anladı. Hizmetine ve korunmasına, çok özen gösterdi.
Dakika 49:32
Ticaret Kervanının Busrâ’da Konaklayış Meselesi:
Ticaret kervanı, Şam topraklarından Busrâ’ya varıp erişti. Peygamberimiz (Aleyhissalâtu Vesselâm), Busrâ çarşısında Rahiplerden bir Râhib’in Manastırının yakınındaki bir ağacın gölgesine indi. Denildiğine göre: Altına inilen ağaç, çok yaşlı bir zeytin ağacı idi.
Rahip Nastur’un Peygamberimiz Üzerindeki Teşhisi Konusunda da:
Manastırda eğleşen Râhib’in ismi Nastur yani (Nastura) idi. Kendisi, Meysere’yi, tanırdı. Savmasından başını, Meysere ‘ye doğru çıkarıp:
„Ey Meysere! Şu ağacın altına inmiş olan Zât, kimdir?“ diye sordu. Meysere:
„Bu Kureyşîlerden Harem halkından bir Zât ‘tır!“ dedi. Rahip:
„Şimdiye kadar, bu ağacın altına, Peygamberden başkası inmemiştir!“ dedi. „Kendisinin gözlerinde biraz kırmızılık var mı?“ diye sordu. Meysere:
„Evet! Vardır ve gözlerinden hiç ayrılmazdır!“ dedi. Nastura:
„İşte, O’dur O, Peygamberlerin sonuncusu! Ne olurdu, ben O’nun Peygamber olarak gönderilmesi emir olunacağı zamana erişeydim, ömrüm o zamana ulaşsaydı!“
Meysere, Rahip Nastura’nın bu sözlerini de, aklında tuttu.
Busrâ Çarşısında Satılacakların Satılıp Satın Alınacakların Satın Alınışı Meselesi de:
Peygamberimiz (Aleyhissalâtu Vesselâm), Mekke’den getirdiği malları, orada sattı ve satın almak istediği malları da, oradan satın aldı. Sattıkları mallardan, o güne kadar, hiç kazanamadıkları bir kazanç sağladılar. Meysere:
„Ey Muhammed! Hatice için, kırk yıl ticaret yapsaydık, Senin yüzünden, elde ettiğimiz şu kazançtan daha fazla bir kazanç sağlayamazdık!“ dedi. Yani kırk yıllık kazançtan daha fazla kazanç sağladılar.
İnşâ’Allah dersimiz bu konuyla ilgili bir sonraki dersimizle de devam edecektir.
Dakika 52:58