116- Hadis-i Şerif Külliyatı Ders 116
116- Hadis-i Şerif Külliyâtı Ders 116
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
‘’Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin Vessalâtü Vesselâmü Alâ Rasûlüna Muhammedin ve Alâ Âlihi ve Sahbihî Ecmaîn’’
‘’Bismillâhi Zîşan azîmu sultan şedîdül burhan kaviyyül erkâm mâşââllahu kân Eûzubillahi min külli şeytâni insün ve can’’
‘’ Rabbi eûzu bike m‘in hemezâtiş şeyâtîn ve eûzu bike Rabbi en-yahdurûn’’
‘’ Allahümme Feaslıhli Şe’ni küllehuve lâ tekılnî illâ nefsî tarfete aynin’’.
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,
Dersimiz hadis-i şerifler külliyâtından tilâvet ile devam etmektedir.
Kur’an-ı Kerim’in okuma âdâbı konusunda. İbn-i Mes’ûd (Radıyallâhu Anh) Hazretleri anlatıyor; „Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) bana: “ Kur’an’ı Kerim’i bana oku!“ dedi. Ben (hayretle): „- Sana indirilmiş bulunan Kur’an’ı Kerim’i mi sana okuyayım?“ diye sordum. Bana: “ Evet, ben onu kendimden başkasından dinlemeyi seviyorum!“ dedi. Ben de ona Nisâ Sûresi’ni okumaya başladım. Ne zaman ki, „Her ümmete her şâhid getirdiğimiz ve ey Muhammed, seni de bunlara şâhid getirdiğimiz vakit durumları nasıl olacak?“ meâlindeki âyete (41’inci âyete) geldim. “ Dur! “dedi. Durdum ve dönüp Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)’a baktım. Bir de ne göreyim, iki gözünden de yaşlar akıyordu.“.
Bunu da Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd haber veriyor.
İşte kıymetliler, okurken güzel okuyan, güzel anlayan, dinlerken güzel dinleyen, güzel anlayan o şanlı Peygamber İbn-i Mes’ûd Hazretleri’nden Kur’an-ı Kerim’i böyle dinliyor ve ağlıyor. Rasûlullah’ın bir başkasından Kur’an-ı Kerim dinlemeyi sevmesi, arz ve mukâbele müessesesini sünnet kılma gâyesine râcî olduğu gibi. Başkasından dinlemek daha iyi anlamaya âyetler üzerinde daha iyi düşünmeye imkân sağlamadığı içindir. Übey İbn-i Kâb’a da okuyarak hem tilâvetin âdâbını kâidelerini tâlim buyurmuş hem de kıraati müesseseleştirmiş, sünnet kılmıştır. Bu 4458’inci hadis-i şerifte de önümüze gelecektir tekrar.
Nevevî şöyle der; Kırâat sırasında ağlamak, âriflerin ve sâlihlerin şiârıdır der. Gazali de kıraat sırasında ağlamanın müstehab olduğunu söyler. Âyet-i kerimede: “Tilâvet karşısında anlayanları över. Ağlayarak çeneleri üstüne yüzükoyun kapanıyorlar ve bu onların saygısını arttırır ve arttırıyor”. Bu da İsrâ Sûresi’nin 109’uncu âyet-i kerimesidir.
Dakika 5:01
İbn-i Hacer ağlayabilmenin yolunu söyle açıklar; Kişi Kur’an-ı Kerim de zikri geçen şiddetli tehditleri ve cehennem azâbı ile ilgili bu âyetleri korkutmaları, Cenab-ı Hakk’ın bu husustaki kesin kararlarını düşünerek kalbini korku ve hüzünle doldurur. Sonra bu hususlara giren taksirâtına, eksiklerine nazar eder, bir bakar kendine. Buna rağmen hüzün hissedip gözleri yaşla dolmaz ise bu husustaki eksikliğine ağlasın. Zîrâ böylesi bir tefekküre rağmen hüzün duymamak en büyük musibetlerden biri diyor İbn-i Hacer o kıymetli İslam âlimi. Rasûlullah’ın (Aleyhissalâtu Vesselâm) ağlaması ümmetine karşı duyduğu merhametten ileri gelen bir ağlamadır. Tilâvet edilmiş olan âyet ümmetinin âhiretteki ahvâli ile ilgilidir. Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) bir an için ümmetinin her zaman iyi olmayan ameline şehâdet edeceğini ve bunun da onların cezâlandırılmalarına müncel olacağını, sonra onlar lehine şefâat talep edeceğini ve bunun gibi gözü önünde canlandırarak acıyıp ağlamıştır. O merhamet ve rahmet Peygamberi ve şefâat-ı uzmânın sahibi işte ümmeti için ağlıyor. Ümmetim, ümmetim diyor ümmetin her hâlini biliyor. Ümmeti, ümmeti onun Sıddıklar, şehitler, Sâlihler olduğu gibi nice âsîler, zâlimler de bulunuyor ümmetinin içinde.
Esmâ (Radıyallâhu Anha ve Erdahünne) anlatıyor; “Seleften hiç kimse Kur’an-ı Kerim’in tilâveti sırasında bayılıp düşmezdi. Onlar ağlarlar ve ürperirlerdi. Sonra bedenleri ve kalpleri zikrullah için yumuşardı.“ .
Kıymetliler,
Bâbil’deki aslıda şöyledir. Urve İbn-i Zübeyir derki; Büyük, büyük annem Esmâ Binti Ebû Bekir’e sordum (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm ve Ecmaîn Anhünne). “Kendilerine Kur’an-ı Kerim okunduğu zaman Rasûlullah’ın (Aleyhissalâtu Vesselâm) ashâbı ne yaparlardı? Bana şöyle cevap verdi;
“Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Allah’ın tarif ettiği şekilde hareket ederlerdi. Gözleri yaşla dolar, bedenleri ürperirdi. Ben kendisine:
“Ama bugün insanlar kendilerine Kur’an-ı Kerim okununca düşüp bayılıyorlar dedim. Şu karşılıkta bulundu:
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ– Eûzübillâhimineşşeytânirracîm„: Rivâyete göre İbn-i Ömer (Radıyallâhu Anh) yere düşmüş bir Iraklıya rastlar ve buna ne olmuş diye sorar. O Kur’an-ı Kerim’in tilâvetini veya Allah’ın zikrini işitti mi bayılır düşer derler.
İbn-i Ömer şu karşılıkta bulunur,
Bizde Allah’tan korkarız ama bayılıp düşmeyiz. İbn-i Ömer devamla böyle düşmenin içine şeytan girmiş olmalı.
Dakika 10:08
Bu davranış Muhammed’in (Aleyhissalâtu Vesselâm) Ashâbında görülen bir şey değildir der. Ağlamak âdâptandır ama düşüp bayılmak, yırtılıp dövünmek gibi gayri tabiî tezâhürat edebe uymaz, sünnete de aykırıdır. Bu çeşit zoraki yapmacıklardan kaçınmak gerekir.
İşte sahte dervişlerin durumu yapmacık hareketlerle gerçeği taklit ediyorum derken taklidinde taklidine düşenler bulunmaktadır. Evet, Kur’an-ı Kerim mutlaka iyi düşünmek, gereğince îman ile amel etmek için gelmiştir. Yoksa aklını kaybet, Kur’an’ı dinleyince aklını kaybet de, bayıl da, düş de, her şeyini kaybet anlamında gelmemiştir. Ashâb-ı Güzin’den örnekler veriyor işte kıymetli Sahâbîler.
Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anhü) Hazretleri anlatıyor; „Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki: „Sizden kim (Vettini ve’z-zeytüni) Sûresini okuyup son âyeti olan: „Allah hâkimlerin hâkimi değil mi?“ (8’inci ayet) ayetine gelince: „Evet, ben buna şehâdet edenlerdenim“ desin. Kim de (Lâ uksimu bi-yevmi’l-kıyame)’yi okuyup son âyeti olan „(Bütün bunları yapan Allah) ölüleri tekrar diriltmeye kâdir değil midir?“ bu da (Kıyâmet Sûresi’nin 40’ıncı âyeti) ki bu âyet-i kerimeyi okudu mu: „Rabbimizin izzetine andolsun evet!“ desin. Kim de (Mürselât Sûresi’ni) okuyup en sondaki, „Artık bundan sonra hangi söze inanacak onlar?“ (50’nci ayet) ayetini de tamamladı mı: „Allah’u Teâlâ’ya inandık“ desin.“ Ebû Dâvûd, Tirmizî bu haberi vermektedirler. Mânâsına nüfuz ederek sindire sindire beyân ettiği hakîkatleri ile hâllenerek derpiş ettiği manevi atmosferi ruhen ve şuurla olarak, yaşayarak okumamızı irşâd ettiği kanaatine varabiliriz.
Evet, sevgili dostlarımız!
Tabii bu mânâyı anlayanlar için bunlar daha kolaydır. Mânâyı anlamayanlar da bu konuları ayrıca öğrenmeleri gerekmektedir. İşte Cenab-ı Hak;
Vemen gae (لَٓا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِۙ )
(أَلَيْسَ ذَلِكَ بِقَادِرٍ عَلَى أَن يُحْيِيَ الْمَوْتَى).
Burayı okuduğu zaman, ‘’felyagul belâ ve izzeti rabbina vemen garael murselâti febeleğa’’
(فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ) ‘’Felyegul Âmennâ Billâhi Teâlâ’’.
Evet, sevgili dostlarımız
(أَلَيْسَ اللَّهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِمِينَ) Bu da Tîn Sûresi’nde bu âyeti okuduğu zaman da (Fel yegul “Belâ ve ene alâ zâlike mineşşâhidin” “Belâ ve ene alâ zâlike mineşşâhidin”. Böyle desin, Türkçe anlamlarını zaten verdik kıymetliler.
Dakika 15:15
Yine Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh) Hazretleri anlatıyor: “Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki; “Sizden biri geceleyin kalkınca Kur’an-ı Kerim diline dolaşıp ne dediğini anlamamaya başlayınca, hemen yatsın”. Müslim-i Şerif ve Ebû Dâvûd bunu da haber veriyor.
Ebû Dâvûd’un bir başka rivâyetinde: “Sizden biri namaz da uyuklamaya başlayınca, uykusu gidinceye kadar yatsın, uyusun. Zîrâ uykulu uykulu namaz kılan kimse istiğfar etmek isterken kendi kendine küfür eder, farkında olmaz” diye de bir haber var.
Uykuda bir ihtiyaçtır ve sarhoşluk gibidir. Uyu uykunu, ondan sonra namazını kıl vakit müsaitse, vakit müsait değil ise ona göre kendi tedbirlerini al. İstişâre meclisini teşkil eden Kur’an-ı Kerim ve sünnet ulemâsıdır, Hz. Ömer’den gelen haber.
Huzeyfe (Radıyallâhu Anh) Hazretleri şöyle demiştir; „Ey Kurra cemaati, doğru yolda gidin. Siz çok öne geçmiş kimselersiniz. Eğer (doğru yoldan ayrılarak, ifrat ve tefritle), sağa-sola meyledecek olursanız (kötülükte çok öne geçmiş bulunarak) büyük bir dalâlete düşmüş olacaksınız.“ Bunu da Buhârî Şerif haber veriyor.
Hz. Huzeyfe’nin hitap ettiği cemâatin Hz. Ömer’in çevresindeki ulemâ grubu olduğu anlaşılmaktadır. Yani önde gidenler önderler, topluma örnek olacak şahsiyetler olmalıdır. Kendilerine dikkat etmelidirler. Sebep olan yapanın da sevabına iştirâk eder. Neye sebep olan? İyiliklere, güzelliklere, hayırlı işlere… Ashâb-ı fazilette arkadan gelenlerin hiçbiri geçemez. Ashâb-ı Güzin’in ayrı bir derecesi vardır. Onlar özel olarak Peygamberin şahsını görerek onun huzurunda, onun emrinde Peygamber okulunda iyi okuyan zât-ı muhteremlerdir. Ashâb-ı Güzin her çileyi çekmiş, her sabrı, kahramanlığı göstermiştir. İslam’ın yeryüzüne doğmasında o Peygamberimizin (Aleyhissalâtu Vesselâm) etrafında pervaneler gibi dönen aslanlardan daha aslan, kahramanlardan daha kahraman olan işte o Ashâb-ı Güzin ki Muhâcirin ve Ensâr’dan oluşmuştur. Evet, sevgili dostlarımız, ilk oluşumu böyledir.
Yine Hz. Huzeyfe (Radıyallâhu Anh), “Bu dosdoğru olan yoluna uyan, dosdoğru olan yoluna uyan, sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah bunları size sakınasınız” diye buyurmaktadır (En’âm Sûresi âyet-i kerime 53)’te buyurulmaktadır.
Dakika 20:09
İlk Muhâcir ve Ensârîlerin faziletlerine ve üstünlüklerine dair hüküm de çıkarılmıştır. Allah hepsinden râzı olsun (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn).
Evet, sevgili dostlarımız!
Kuran-ı Kerim’i vird edinmek konusunda da bakın ne buyurdular; Abdullah İbn-i Amr İbnü’l Âsım daha önce zikri geçen: “Bana haber verildi ki sen gündüzleri oruç tutuyor, geceleri de namaz kılıyormuşsun, doğru mu?…” diye soruldu da o da buna: “Evet!” dedi. Bu da yaşantını plana almanın, planlı, programlı hareket etmenin emirleri burada vardır.
Evet, hizb kelime olarak taife, bürû, bölük, kısım gibi grup gibi mânâlara gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’in hizb denince her cüzün belli bir kısmı kastedilir. Yani ne kadar okuyabileceksen Kur’an-ı Kerim’i kendine hizb ve vird hâlinde Kur’an-ı Kerim’i okumaya devam et ama planlı, programlı yap bu işleri. Birini yapayım derken öbürlerini terk etme. Kur’an olur, mensur dualar olur, salâvatlar olur hepsine hizb denir, cemisine de ahsab gelir. Aynı mânâda olmak üzere vird kelimesi de kullanılır. Vird-i zeban etmek, diline dolamak, dilinden düşürmemek demektir.
Müzzemmil Sûresi’nin gece kalkışını emrettiğini görüyoruz. Pek çok âyet mevcuttur gece kalkışı ile ilgili. Uyku ârızası sebebiyle kalkamadığı takdirde alışkanlığa dönüşmüş niyeti sebebiyle onu gündüz telâfi edince Cenab-ı Hakk’ın bu ibadeti aynen gece yapılan gibi kat kat sevaplı olarak kabul edeceğini müjdelemektedir. Niyetle izâh edilmiştir. Mü’min ebediyyen yaşasaydı kulluk üzere devam edecekti. O niyette ve o azim de idi. Yüce Allah’ta bu niyetine binâen ebedî cennetle mükâfatlandırmaktadır. Kâfir de öyle, ebediyyen küfre azmetmiştir denmiştir. Rasûlullah’ın müjdesini bir kere daha hatırlayalım; “Mü ’minin niyeti amelinden hayırlıdır”. ‘Niyyetül mü’mini hayrun min amelihi’ buyurmuştur Sevgili Peygamberimiz.
Uyku fıtrî bir ihtiyaçtır. Azda olsa devamlı yapmak ibadetler konusunda daha makbuldür. Çok yapıp terk etme, az yap devamlı yap. Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) bu fıtrî seyrin bozulmamasını tavsiye etmektedir. Muvattâ rivâyetinde: “Hiç kimse yoktur ki geceleyin uykusu galebe çalarak terkettiği bir gece namazı bulunsun da o kimseye o namazın ecri yazılmasın. O kimse için uykusu bir sadakadır”. Burada da Allah’ın lütfunu, keremini görüyoruz.
Dakika 25:04
(هَذَا مِن فَضْلِ رَبِّي) Ne diyor; bu Allah’ın fazlındandır. Şimdi kalkmak için kesin niyet ettin gece de kalkamadın. Herhangi bir nedenle yorgunluk sebebiyle niyetin sağlam kesin kalkmak istiyorsun ibadete, kalkamadığın zaman işte Allah sana o gece dinlendirdi. Gündüz yapamadıklarını gece yapacaklarını gündüz yap, bir daha geceye seni kaldırmak için Allah’ın yardımı sana ulaşır, yardım eder kalkarsın. Amma niyetinde çok samîmî ol, ihlâslı ol. Yaptığın her şeyi sadece Allah için yap. Kulu ne derse desin. Câhiller evliyâlara eşkıya der. Câhil sözüdür. Evet, âriflere, sıddıklara câhiller zındık da der bunlara hiç aldırma. Sen Allah’ın dediğine bak, Peygamberin dediğine bak, gerçek müçtehit âlimlerin ilmine bak ilmine… Allah’ın dediğini de, Peygamberin dediğini de müçtehit âlimlerin ilminden öğren. Çünkü kendin müçtehit olmadıkça müçtehide ihtiyacın var, fâkihlere ihtiyacın var. Hiç kimse hasta doktorsuz olmadığı gibi, bilmeyen bilene, bilenin ilmine ebedî ihtiyaç duyar muhtaçtır. Allah’u Teâlâ ihtiyaçları işte böyle gideriyor. Bilmeyenlere diyor ki; “Bilenden sor öğren” diyor.
Evet, kıymetli dostlarımız!
Şimdi de dersimiz başka bir konu ile devam ediyor.
Ömer İbn-i Hattâb (Radıyallâhu Anh) Hazretleri anlatıyor; „Hişâm İbnu Hâkim İbn-i Hizâm’ı, Furkan süresini farklı şekillerde okurken dinledim. Rasûlullah ( Aleyhissalâtu Vesselâm) bana bu şekillerden hiçbiriyle okumamıştı. Namazın içinde adamın üzerine atılacak oldum. Kendimi zorla zapt edip namazı bitirmesini bekledim. Selamı verir vermez rıdasından tutup kendime doğru çektim ve: „Sana bu süreyi (böyle okumayı) kim öğretti?“ diye sordum. Hişâm: „Onu bana Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) öğretti!“ demez mi! (Tepem attı): „- bu Ömer işe (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn). Yalan söylüyorsun, onu Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselam) bana da öğretti, ama senin okuduğuna hiç benzemiyor!“ dedim. Adamı derdest edip doğru Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselam)’a götürdüm. „- Ey Allah’ın Rasûlü, dedim, bu adamı Furkân Sûresi’ni, bana hiç okumadığın çok farklı şekillerde okuyor gördüm!“ Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm), sükûnetle: “Hele adamı sal” dedi Peygamberimiz “ Hele yakasını sal!“ diye emretti ve ona dönerek: “ Ey Hişâm oku bakalım!“ dedi o şanlı Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm). Hişâm (Radıyallâhu Anhü), kendisinden işittiğim şekilde, sûreyi yeniden okudu. Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) bana yönelerek: “ Evet, süre bu şekilde indirildi!“ buyurdu. Sonra bana: “ Ey Ömer, dedi. Sen de oku!“ Aynı sûreyi ben de, bana öğretmiş olduğu şekilde okudum. Bunun üzerine Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) şu açıklamayı yaptı: “ Evet süre bu şekilde (de) nâzil oldu. Biliniz ki, bu Kur’an yedi harf (şekil) üzere indirilmiştir. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse onunla okuyun.“ Dikkat edin! Buhârî Şerif, Müslim i Şerif, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, Muvattâ bu haberi vermektedir.
Dakika 31:08
Ey ilmi olmayan câhil kişi! Kur’an-ı Kerim’in 7 türlü, 7 harf üzere okunduğunu unutma. Bunun meşhur kırâati de vardır. Diğerleri de vardır. Mânâyı bozmayan, mânâya zenginlikten başka bir şey katmayan bu meşrû okunuşlarla Kur’an-ı Kerim 7 türlü okunur. Bunun içinde meşhûr öne geçen kıraatler vardır. Şuanda ki okuduğumuz kıraatler bunlardandır. Yoksa ben kendim bilmiyorsam bilenlere yanlış yapıyorsun diye câhillik yapma, câhilliği de ilim irfân sanma, bilmediğini öğren. Kur’an-ı Kerim Peygamber Efendimiz bakın Hişâm’a bir türlü Kur’an-ı Kerim’in doğru okunuşunu ona öğretiyor, Hz. Hişâm’a ve Hz Ömer’e yine başka türlü doğru bir okunuş şeklini öğretiyor. Bunların hepsinin doğru olduğunu da Peygamberimizden duyuyoruz. Bak Ömer Hişâm’ın yakasından tuttu yanlış okuyorsun diye, öyle zannetti bilmiyor. Peygamberimizin önüne getirdi ikisini de Peygamberimiz dinledi, ikisi de değişik okudular. İkisi de doğru okudular. Öyle de inzâl edildi bu Kur’an böyle de dedi. Ya bizim bugünkü câhiller kendi cilâsının, süsünün dışında başka cilâ, süs görmemiş. Kendi kuşundan başka kuş görmemiş. Kendi pehlivanından başka, başka pehlivan görmemiş, kendi şeyhinden başka mürşit görmemiş, kendi âliminden başka âlim görmemiş. Bu câhillere de dikkat edin! Bunlar geniş caddeleri daraltan dar kafalılar. Ne için böyle söylüyoruz? Kafasının dar olduğunu bilmiyor, başkalarını suçlamaya kalkıyorlar da ondan. Önce işin aslını öğren, ondan sonra konuşma hakkı doğarsa konuş. O zaman meşru konuş, ilmi konuş, ilimsiz câhilâne konuşma. Bugün çeyrek bile hoca olmayanlar, çeyrek bile imam olmayanlar, çeyrek dahi olamayanlar kendi kafasında ne varsa onun dışında her şey yok sananlar en büyük sapıklar ve gerici yobazlardır. İslam’a en büyük kötülüğü yapmaktadırlar. Senin kafandakinden ibâret değil ki. Sen müfessir değilsin, muhaddis değilsin ve kırâatin bütün şekillerini okumuş birisi de değilsin. Fâkih hiç değilsin, müçtehidin yanından geçmemişsin, daha ilmihâlini bilmiyorsun, Zarûrât-ı Dîniyye’nin dahi ne olduğunu bilmiyorsun ve millete karşı ahkâm kesiyorsun başında sarık.
Dakika 35:20
Sırtında cübbe, seni gören câhiller hoca zannediyor öyle değil bu iş. Tefsir ilmini oku, fıkıh ilmini oku, hadis-i şerif külliyâtını oku, bütün müçtehitlerin görüşlerine şöyle bir bak, adam ol adam. Câhillerin daha câhili zır câhil gibi hareket etme. Biz bunlara rastladık da bunların sayısı çok. Bu da neden? Bu sistemler gerçek âlim yetiştirmek istemediğinden. Doksan senelik ömür boşa gitti memlekette istisnalar hâriç. Çok değerli şahsiyetler bu zorluklara rağmen yetişmek için çırpındılar, yetiştiler ama ekseriyet câhil. Câhil olduğunu bilse o da marifettir. Câhil olduğunu da bilmiyor, bilmediğini de bilmiyor. İşte mürekkep cehâlet ortaya çıkıyor, tam kara câhil denilen şey ortaya çıkıyor.
Ey yetkililer!
İmam olmayanları imam yapmayınız, müftüler boşa oturuyor koltuklarda, imamlar Elhâm’ ın yarısını biliyor, yarısında hatâ edip etmediğini imam kendi bilmiyor. Bir bilmeyenin karşısına bir bileni oturtur bunları eğitimden geçirin. Bunları öğretin, okutun. Bu formaliteler ile bu iş yürümez. Gerçek müftüler gerçek görevlerini yapsınlar, imamların eksiklerini gidermek için çalışsınlar, bilenleri bilmeyenlerin başına hoca yapsınlar. Ya bu imamlığı doğru yapsınlar yahut da başka mesleğe gitsinler. Adam Türkçe kitabı alıyor, yanlış okuduğunu bilmiyor okuyup geçiyor. Ne dinleyen anlıyor, ne okuyan anlıyor. Bunların sayısı az değil. Gelin işi ehline verelim. Bizim art niyetimiz zerre kadar yok. Herkes bu işin ehli olsun diye çırpınıyoruz. Bizim kimseyle şahsiyetlerle bir alâkamız yok. Bu dine doğru hizmet edelim, doğru hizmet verelim, işi ehline verelim. Allah’ın emri işi ehline verin buyurmakta değil mi? “Allah işi ehline verin” buyurur. Ehil olmayanlara bu işi vermeyelim. Her meslek böyledir ama din meselesi daha önemlidir. ‘’Yarım hoca dinden eder yarım doktor candan eder’’. Atasözünü de kimse unutmasın. Bugün camiler boşaldı. Sebep ne? Camiler bomboş. Bir şehrin içerisinde pek çok cami var, hepsini üç apartman doldurur ama içinde cemâati olan camilerin sayısı birkaç tane. O da dolu-molu değil, dolup taşan bir cami hiç yok. Cumalar da dahi camiler dolmuyor ve cemâati cumalarda dâhi olmayan birçok camiler var. Şehirler böyle, köylerde bir kısmı böyle. Niye boşaldı bu camiler? İki, üç apartman bir camiye sığmayacak şekilde nüfus çok, nüfus çok kalaba ama namaz kılanların sayısına bakın, irşâd yok. Yağlayıp yuvarlamak irşâd değildir. Müjdeyi vereceksin müjdeleyin ama uyarmayı da ihmâl etmeyin. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın irşâdından üstün irşâd olur mu?
Dakika 40:07
Cenab-ı Hak beşîr âyetleri, müjde veren âyetleri oraya koyuyor peşinden de tehlikeleri haber veriyor. Şimdi bizim hocalarımızın bir kısmı hatiplerin müjde vermeye çalışıyor, yanında nezir âyetler yok. Ondan sonra kimisi de nezir âyeti okuyor beşir âyetler yok. Bu acemilik işte, dini bilmemek, dinde yetişmemiş, genel kültürü yok, irşâd ehliyet yok. Bunları yetiştirin ey ilgililer, yetkililer. Yetişmiş insanları başına getirin. Artık geçmişteki Allah diyenleri cezalandıranların devrini bitirin ve gerçek ehliyetli insanlar yetiştirin. Namaz kılanları görevden atan devirleri artık bitirin ve gerçek ehlini iş başına getirin. Dini konuda da, tıp konusunda da, adalet konusunda da her konuda işi ehline verin.
Altmış senedir çırpınıyoruz, daha ben talebeyim, hala talebe devam ediyorum, Altmış senedir çırpınıyoruz. Çünkü ilim beşikten mezara kadardır, maaşı alana kadar değil. Adam diplomayı alıyor, maaşı da cebine koydu mu iş orada bitiyor. Ondan sonra Elham’ın yarısını doğru okumasa da oluyor. ’’Hâşâ Sümme haşa. Böyle bir görevli mesuliyet nedir bilmiyor. Her görev kişinin en büyük emanetidir. Bu emaneti doğru yapmazsan en büyük hainsin, görevini doğru yap. Herkes görevini doğru yapmakla mükelleftir. Zaten herkes görevini doğru yapsa bu memleket dünyaya güneşten daha parlak bir örnek olmaya devam edecektir. Yükselme devirlerine bak. O zaman ümera da tam ehliyetli, ulema da tam ehliyetli. Bir de ümera aile ulemayı doğru yetiştir. Biz aczimizle konuşuyoruz ama önce bunları ben kendime söyleyerek dostlarıma iletiyorum. Kendime söylemediğim hiçbir şeyi kimseye söylemiyorum, söyleme hakkına da sahip değilim.
Sevgili dostlarımız,
Yedi harf üzere Kur’an-ı Kerim okunacağını Peygamberimizden duyduk. Yedi harften maksat nedir? İbn-i Hacer bunların otuz beşe çıktığını Kurtubî’den naklen kaydeder. Yedi vecihtir yani Yedi farklı okunuş. Kur’an-ı Kerim’deki her kelime ve her bir cümlenin Yedi ayrı şekilde okunuşu vardır.
Evet, zannına götürmemelidir. Bu da bu zanda bakın, bu zanla gitmemelidir. Demek istenen şudur; Bazı kelimeler farklı şekillerde okunabilir. Bu farklılıklar yediye ulaşır, daha fazla olmaz. İşte konuları doğru anlaşılmazsa durum, sonuçta ne oluyor büyük çoğunluk Yedi çeşitte kalmakta veya farklılıklar met ve imâle gibi eda keyfiyetin de usule gelmektedir. Arapçada yedi ondan az sayılarda çokluğu ifade için kullanılır. Tıpkı çokluğu ifade için yetmiş yüzlü çokluğu ifade için yedi yüz rakamının kullanılması gibi. Kâdî İyâz ve bir grup ulemanın görüşü böyledir. Übey İbn-i Kâb ile İbn-i Mes’ûd (Radıyallâhu Anhüma ve Erdahüm Ecmaîn) arasında cereyan eden ihtilafla konumuz İnşa’Allah devam edecektir. Namaz vakti geçmesin diye konuyu burada kesiyoruz. İnşa’Allah buradan devam edeceğiz.
Dakika 45:45