118- Hadis-i Şerif Külliyatı Ders 118
118- Hadis-i Şerif Külliyâtı Ders 118
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
‘’Elhamdülillahi Rabbil-âlemin vesselâtü vesselâmü alâ Rasûlina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihî ecmaîn’’
‘’ Rabbi Eûzu bike m‘in hemezâtiş şeyâtîn ve eûzu bike Rabbi en yahdurûn’’
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Çok sevgili ve muhterem izleyenler,
Dersimiz kıraatler hakkında hadis-i şerifler külliyâtından devam ediyor. Geldiğimiz hadis-i şerif 932 numaralı hadise geldik şuana kadar 932 hadis-i şeriften fazla ders işlemiş olduk.
Übey İbn-i Kâ’b (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri anlatıyor; Hz. Peygamber (A.S.V) Kehf Sûresi’nin 76’ncı âyet-i kerimesini, (بَلَغْتَ مِن لَّدُنِّي عُذْرًا) şeklinde yani “Ledünni” kelimesindeki “Nun’u” şeddeli olarak okudu. Bunu Tirmizî ve Ebû Dâvûd rivâyet ediyor. Deâvi’nin belirttiğine göre Ebû Câfer, Nafi ve Ebû Bekir “Milledüni” şeklinde “Nun’u” şeddesiz okumuşlardır. Diğer kurralar “Milledünni” şeklinde “Nun’u” şeddeli okumuşlardır. Hazreti Übey şeddeli demiştir.
Hz. Übey İbni Kâb (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri anlatıyor; Rasûlullah (A.S.V) Kehf Sûresi’nin 86’ncı âyet-i kerimesinde geçen (فِى عَيْنٍ حَمِئَةٍ) ibâresindeki “hamie” kelimesini “hamee” şeklinde hafif olarak okumuştur. Bunu da yine Tirmizî, Ebû Dâvûd haber vermektedir. Tirmizî İbn-i Abbâs ile Amr İbnü’l Âs (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Kâbul-Ahbâr’a müracaat ettiler. İbn-i Abbâs bunu “hamie” şeklinde okumuştur. İbn-i Âmir, Hamza, Kisâî, Ebû Bekir an-Âsım “hamiye” diye okumuşlardır. Amr, Ali, İbn-i Mes’ûd, Zübeyr, Muaviye, Ebû Abdurrahman, Hasan, İkrime, Nehâî, Katâde, Ebû Câfer, Şeybe, A’meş hemze koymazlar. Evet, Zeccâc der ki; Kim “hamie” okursa kara balçıklı bir su kaynağı anlar. Kim de, “hamiye” okursa hare, sıcak anlar. Nitekim su kaynağı sıcak ve balçıklı olabilir. İmâmuddîn İbn-i Kesîr, mânânın birbirine muvâfık düştüğünü belirtmişlerdir.
İmrân İbnü’l Husayn (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri anlatıyor; Rasûlullah (A.S.V) Hac Sûresi’nin 2’nci âyetini şöyle okudu; (Veterannase sükâra vemâhüm bi sükâra). İmrân (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) rivâyet ettiği yukarıdaki kıraat Cumhur’un kıraatıdır. (Veterannese sükrâ vemâhüm bi sükrâ) şeklinde İbn-i Mes’ûd’dan rivâyet edilen okunuşu vardır. Hamza ve Kisâî kıraatleri bu okunuşu benimsemişlerdir. Ferra bu okuyuşun “helka”, helak olmuşlar “vecerha” yaralılar örneğin de bir cebir şekli olduğunu belirtmiştir.
Evet, sevgili dostlarımız!
İşte rivâyetleri görüyorsunuz. Hz. Âişe (Radıyallâhu Anha ve Erdahünne ve Erdahüm Ecmaîn) vâlidemiz Rasûlullah’ın (A.S.V) Nur Sûresi’nin 1’inci âyetini kendilerine (Sûretün enzelnâhâ ve feraznâhâ) şeklinde yani “feraznâhâ” kelimesinde şedde olmaksızın okuduğunu söylemiştir. Ebû Dâvûd bunu haberi veren. Kurrâ’nın ekseriyeti şeddesiz olarak “feraznâhâ” okumuştur.
Dakika 6:44
İbn-i Mes’ûd Ebû Abdurrahman es-Sülemî, Hasan, İkrime, Dahhâk, Zührî, Nâfi, İbn-i Âmir, Âsım, Hamza, Kisâî vesâire. Ancak İbn-i Kesîr ve Ebû Âmir de “ferra” diye “ferraznâhâ” diye şeddeli okumuşlardır. Zeccâc der ki: Şeddeli okuyunca iki durum söz konusudur çokluk ifâde eder. Yani biz bu sürede pek çok farzlar kıldık. Biz bu süredeki helâl ve haram nev’inde bulunan şeyleri açıkladık. Şeddesiz okuyunca mânâ şöyle olur; Bu sûre de farz edilenlerle amel etmeye sizi mecbûr kıldık. Zeccâc ’tan başkası da şöyle demiştir; Şeddeli okununca bu süredeki farzları tafsil edip açıkladık, şeddesiz okuyunca bu sûre de bulunanları farz kıldık mânâsı anlaşılır.
Hz. Âişe’nin (Radıyallâhu Anha ve Erdahünne ve Erdahüm Ecmaîn) Nur Sûresi’nin 15’inci âyet-i kerimesi ile ilgili şöyle okuduğu; (İzteligunehû bi elsinetikum ve teligune) kelimesinin kizb, yalan mânâsını taşıyan elvelga mastarından geldiğini söylediği rivâyet edilmiştir. Bunu da Buhârî haber vermektedir. Cumhur’un kıraatinde (telgavnehu) şeklindedir. Sadece Ubey İbn-i Kâ’b Hz. Âişe (Radıyallâhu Anha ve Erdahüm Ecmaîn) Mücâhit ve Ebû Hayve’nin kıraatlerinde “telugunehu” şeklindedir. İbn-i Ömer (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretlerinden yapılan rivâyete göre Rum Sûresi’nin 54’üncü âyet-i kerimesinde geçen “menzaife” kelimesini Hz. Peygamber’e (A.S.V) “mendıfi” diye okumuş ancak Rasûlullah kendisine “mindufin” olacak demiştir. Ebû Dâvûd bunu Tirmizî haber vermektedir. Kurrâ’dan Âsım ve Hamza her üçünde de “dat” harfini fetha okumuşlardır. “Daf, Daffü” Şeklinde hafsın okuyuşunda ihtilaf edilmiştir.
Dakika 10:40
Ubeyd ve Âmir onun Âsım’a muhâlif olarak her üçünü de “damme” okuduğunu rivâyet ederler. Her ikisi de zayıf olmak mânâsında mastardır, mânâ yönünden fark mevzûbahis değildir demişlerdir.
Ya’lâ İbn-i Ümeyye (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri anlatıyor; Zuhrûf Sûresi’nin 77’nci âyet-i kerimesini Rasûlullah (A.S.V) minberde hutbe verirken (Ve nâdev ya mâlikü) şeklinde okurken işittim. Ebû Dâvûd der ki: Yani “malik” kelimesinde kısaltma terhim olmaksızın, Süfyân dedi ki; Abdullah’ın kıraatinde “malik” kelimesi şöyle kısaltmalı olarak gelmiştir. (Ve nâdev ya mâlik), Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî bunu haber vermişlerdir.
Yine Zuhrûf Sûresi’nin 77’nci âyet-i kerimesi şöyledir (وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَ قَالَ إِنَّكُم مَّاكِثُونَ). “Cehennemde suçlular şöyle seslenirler; Ey nöbetçi malik Rabbin hiç değilse canımızı alsın. Nöbetçi siz böyle kalacaksınız der.” Evet, kıymetliler böyle okuyanlar arasında Hz. Ali, İbn-i Yağmur A’meş, Abdullah İbn-i Mes’ûd, Süfyân ibn-i Ümmü Üyeyne zikredilir.
İbn-i Hacer, cehennemlikler öylesine perişan ve zayıf hâldedirler ki kelimeleri kesik kesik telaffuz ederler “malik” deyinceye kadar “mali” der bırakırlar.
İbn-i Mes’ûd (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri anlatıyor; Rasûlullah (A.S.V) Zâriyât Sûresi’nin 58’inci âyet-i kerimesini bana şöyle okudu; (İnnî ene razzâgu zülguvvetil metin). “Şüphesiz ben güç ve kuvvet sahibi rızık vericiyim.” Tirmizî ve Ebû Dâvûd bunu rivâyet etmektedir. Cumhur’ca benimsenmiş olan kıraati şöyledir. (إِنَّ ٱللَّهَ هُوَ ٱلرَّزَّاقُ ذُو ٱلْقُوَّةِ ٱلْمَتِينُ). İbn-i Mes’ûdun kıraatine göre mânâ aynı kalsa da lafzi farklılık var. Bunun Meâli- Münîf’i, faydalı olan kısmı şöyle açıklanmıştır; “Şüphesiz rızık veren o pek çetin kuvvet sahibi, Allah’ın kendisidir.” A’meş ’in el-metin kelimesini el-kuvveti kelimesine sıfat yaparak “mecrur” okumuş olmasıdır. Hâlbuki Cumhur’un ve de İbn-i Mes’ûdun kıraatlerinde el-metin kelimesi “züya” sıfattır ve harekesi reftir, “el-metinü” şeklinde.
Hz. Âişe-i Sıddıkâ (Radıyallâhu Anha ve Erdahünne ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor; Rasûlullah (A.S.V) Vâkıa Sûresi’nin 89’uncu âyetini şöyle okurdu; (Feruhuv ve reyhânun ve cennetu naîm). Bunu da Tirmizî ve Ebû Dâvûd haber veriyor. Cumhur “ferahun” diye okumuş olduğu hâlde Hz. Âişe “feruhun” okuyup “ra’yı” merfû kılmıştır. Bunu da Ebû Bekir, Ebû Zerrin, Hasan, Ebû İkrime, İbn-i Yağmur, Katâde, Ruveys, Yâkup ve İbn-i Ebû Süreyye, Süreyc Anil Kisâî, “ra’yı” ötreli okumuşlardır, “feruhun” şeklinde.
İbn-i Mes’ûd (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri anlatıyor; Ben Kamer Sûresi’nin 15’inci âyet-i kerimesinde geçen müzekkir kelimesini Hz. Peygamber’e (A.S.V) “müzkir” diye okumuştum düzeltip “müzekkir diye okumamı söyledi. Bunu da Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd haber veriyor. Mânâya müessir değildir bu rivâyete göre Hazreti Peygamber (A.S.V) İbn-i Mes’ûd (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretlerine “müzekkir” şeklinde okumasını söylemiştir.
İbn-i Şihâb anlatıyor; Cuma Sûresi’nin 9’uncu âyet-i kerimesini Hz. Ömer’in şu şekilde okuduğunu söylemiştir; (İzânudiye lissalâti miy yevmil cumati femdû ilâ zikrillâhi).Bunu da Muvattâ haber vermektedir. Bakın İmâmı Mâlik İbn-i Şihâb ’tan ne diyor? (يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓا۟ إِذَا نُودِىَ لِلصَّلَوٰةِ مِن يَوْمِ ٱلْجُمُعَةِ فَٱسْعَوْا۟ إِلَىٰ ذِكْرِ ٱللَّهِ). “Ey îmân edenler cuma günü namaz için ezan okunacak olduğu zaman ezan okununca Allah’ı zikretmeye koşun.” Cuma Sûresi’nin 9’uncu âyeti. Bu âyet-i kerime hakkında sorunca İbn-i Şihâb Hz. Ömer’in âyeti yukarıda kaydettiğimiz şekilde (فَٱسْعَوْا۟) kelimesi yerine “fendu” kelimesini koyarak okuduğunu söylemiştir. Nitekim “femdu” gidin-gelin mânâsını ifade eder. Übey İbn-i Kâ’b ve İbn-i Mes’ûd’ unda Hz. Ömer gibi okuduğu rivâyetlerde vardır. Hattâ İbn-i Mes’ûd ‘un şöyle söylediği belirtilir; şâyet ben (فَٱسْعَوْا۟) şeklinde okuyacak olsam öyle koşar öyle koşardım ki sırtımda ki rıdâm düşerdi demiştir. Ebû Bekir İbnü’l Tîb daha açık konuşmuştur. Onlarla kıraat câiz olmadığı gibi muhtevâsı ile şu veya bu maksatla amelde câiz olmaz.
Evet, sevgili dostlarımız!
Ulemâ her şeyi güzel incelemiş, sofra kurulmuş da fakat sofraya oturup yemeği bilmek lâzım. Übey İbn-i Kâ’b (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) anlattığına göre Rasûlullah (A.S.V) kendisine Allah sana Kur’an okumanı emretti demiş ve (لَمْ يَكُنِ الَّذِينَ كَفَرُوا) ve bu sûreden olmak üzere şunu okumuştur.
Dakika 20:16
Allah indindeki din muvahhit İslam dinidir. Ne Hristiyanlık ne Yahûdî’lik nede Mecûsî’lik değildir. Kim bir hayır yaparsa asla zâyî olmayacaktır. Übey İbn-i Kâ’b bana şunu da okudu dedi; Âdemoğlunun bir vadi dolu malı olsa ikincisini de arar. İkincisi ikinciyi de elde etse üçüncüsünü arar. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Yüce Allah tövbe edenleri affeder. Bunu da Tirmizî haber vermektedir. Übey (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri Ashâb içerisinde Kur’an-ı Kerim’i en iyi okuyanların başında gelir. Hz. Ömer, (aliyyükdânâ ve übeyyu akrâunâ) buyurmuş. Ali İbn-i Ebî Talip kadılığı, hüküm verme işini en iyi becerenininizdir. Übey de Kur’an-ı Kerim’i en iyi okuyanımızdır demiş.
Evet, kıymetliler bunlar gerçek doğru olanlardır. Übey İbn-i Kâ’b muhteşem bir Kurrâ’dır, (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) onun gibiler mevcuttur Sahâbînin içinde. Rasûlullah (A.S.V) Allah sana Kur’an okumanı emretti diye Übey Hazretleri Allah beni andı mı demiş. Evet, cevabını alınca, ben buna lâyık mıyım veya ben bu nimetin şükrünü ödeyebilir miyim diye veya sevincinden ağlamıştır. Şu güzel müjdeye bakın! Ebû Bekir İbnü’l Arâbî burada zikri geçen ibârelerin lafzı nesh edilen ve fakat mânâsı sahîh ve bâkî kalan metinlerden olduğunu belirtir. Neshin hangi âyetlerin mensûh olduğu husûslarında da ihtilâf edilmiştir. Bazı ibârelerin hükmünce, hükmen bâkî olmakla birlikte lafsan nesh edilip Kur’an-ı Kerim’den çıkarıldığıdır. Sahîh senetlerle gelen rivâyetlerden hareketle en yetkili Ulemâ’nın ulaştığı bir neticedir. Kur’an-ı Kerim elimizdeki bugünkü şeklini Rasûlullah’ın sağlığında binlerce Sahâbînin huzurunda almış ve mütevatiren gelmiştir. İşte elimizdeki bugünkü Kur’an-ı Kerim sapasağlamdır. Her yönüyle mütevatirdir ve mükemmel bir yüce mûcizedir. Ey Ümmet-i Muhammed ve insanlık âlemi! Kur’an’ı Kerim’e sıkı sarılın, onu iyi okuyun, iyi öğrenin. Allah’ın emrinde bir kul, Peygambere tâbî olan bir ümmet ol. Bizden söylemesi!
Sevgili dostlarımız, Kur’an-ı Kerim’in tertibi cem’i hakkında da birçok yerlerde dersimiz geçti ve hadis-i şerifler külliyâtından keşif notları olarak da tabii dersimiz ile ilgili konularda değinerek gidiyoruz.
Zeyd İbn-i Sâbit (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri anlatıyor. Hz. Ebû Bekir (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) irtidat edenlere karşı yapılan Yemâme Savaşı sırasında beni çağırttı. Gittim yanında Hz. Ömer (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) oturuyordu.
Dakika 25:13
Ebû Bekir bana; Bak Ömer bana gelip Kur’an-ı Kerim’in, Kur’an’ın da katılmış bulunduğu Yemâme yani Kurrâ’ların katılmış bulunduğu Yemâme Savaşları şiddetlendi. Ben her yerde Kurrâ’ları tüketeceğimden, onlarla birlikte Kur’an-ı Kerim’in de çokça zâyî olacağından korkuyorum. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’in cem edilmesini emretmeni uygun görüyorum dedi. Ben kendisine, Rasûlullah’ın yapmadığı bir şeyi nasıl yaparım diye cevap verdim. Ancak Ömer (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) bunda hayır var diye ısrâr etti. Ben her ne kadar bu meseleye yanaşmak istemediysem de Ömer talep ve müracaatların peşini bırakmadı. Sonunda yüce Allah Ömer’de aklını yatırdığı şeye benimde aklımı yatırdı. Ben de meselenin gereğine aynen Ömer gibi inanmaya başladım. Zeyd devamla der ki; Ebû Bekir (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) bana yönelerek şunu söyledi; Sen genç, akıllı bir kimsesin. Hiçbir hususta sana karşı bir itimatsızlığımız yok üstelik sen Rasûlullah’a (A.S.V) vahiy kâtipliği yaptın, nâzil olan vahiyleri yazdın. Şimdi Kur’an-ı Kerim’in peşine düş ve onu cem et.
Zeyd (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri der ki: Allah’a yemin olsun Ebû Bekir bana dağlardan birini taşıma vazifesi verse bu teklif ettiği işten daha ağır gelmezdi, kendisine itiraz ettim. Siz, Rasûlullah’ın (A.S.V) yapmadığı bir şeyi nasıl yaparsınız? Dedim. Ebû Bekir (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) beni ikna için Vallâhi bu hayırlı bir iştir dedi. Talep ve müracaatlarının hepsini bırakmadı öyle ki sonunda Yüce Allah Hz. Ebû Bekir’in aklını yatırdığı gibi bu işe benim aklımı da yatırdı. Artık Kur’an-ı Kerim’in peşine düştüm onu kumaş parçaları, hurma yaprakları, düz taş parçaları ve ezberlemiş olanların hafızalarından toplamaya başladım. Tevbe Sûresi’nin son kısmını Huzeyme veya Ebû Huzeyme el-Ensârî’nin yanında buldum. Bu kısmı ondan başkasının yanında bulamamıştım. Cem ettiğim sahifeler Hz. Ebû Bekir’in (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) yanında idi vefat edinceye kadar da orada kaldı. Sonra Hz. Ömer (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) intikâl etti. Yüce Allah ruhunu kabz edinceye kadar onun yanında kaldı. Sonra Resulullah’ın zevcesi Hafsa Bintü Ömer İbnü’l Hattab (Radıyallâhu Anhüma ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretlerine intikâl etti ve onun yanında kaldı. Bu haberi de Buhârî ve Tirmizî vermektedir.
İnşâ’Allah’u Teâlâ derslerimiz bu konuda da devam edecektir. Ve büyük hizmetler Kur’an-ı Kerim’e büyük hizmetlerde bulundular, Ebû Bekir, Ömer ve Sahâbîler. Başta heyetin başında da Zeyd Bin Sâbit (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) bulunuyordu. Yüce Allah hepsinden çok mu çok râzı olsun.
Dakika 29:50